Etiket arşivi: Mustafa Mutlu

DİSK – KESK – TMMOB – TTB yöneticilerine…

 

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’in…
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu KESK’in…
Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği TMMOB’un…
Ve Türk Tabipleri Birliği TTB’nin o alanda ne işi vardı?
PKK’nın siyasi kanadı HDP’yle neden kol kola girdiler?
Neymiş, savaşa tepki gösteriyorlarmış, barış istiyorlarmış!
Hadi oradan Allah aşkına! Çocuk mu kandırıyorsunuz?
***
Eğer samimiyseniz; barışı kimden istediğinizi de söyleyin o zaman…
Ya da dilinizin altındaki baklaları çıkartın; oyunu “delikanlı” gibi açık oynayın!
Bugüne kadar bir kez olsun PKK’yı eleştirebildiniz mi?
Bu örgün bir katiller topluluğu olduğunu söyleyebildiniz mi?
“Derhal silah bırak PKK” diyebildiniz mi?
Hayır…
Tek yaptığınız şey; ülkeyi bölmek isteyen bu terör örgütüne askerin, polisin aynı yöntemle
yanıt verdiği günlerde; onların yasal temsilcisi HDP ile kol kola girip “Barış istiyoruz” diye çığlık atmak.
Barış istiyorsanız; önce yumruk atanı durdurun beyler;
o yumruklardan korunmaya çalışanı değil…
PKK, Dağlıca’yı basıp onlarca askerimizi öldürdüğü zaman neden ortalıkta yoktunuz?
Polislerimize pusu kurulduğu günlerde neredeydiniz?
Sivil vatandaşlar katledildiğinde niçin susuyordunuz?
“Barış güvercinliği”niz neden böyle günlerde hiçbirinizin aklına gelmiyor da…
Hep terör örgütü dayak yemeye başladığında devreye giriyorsunuz?
***
DİSK’in…
KESK’in…
TMMOB’un…
Ve TTB’nin başkanları, yöneticileri…

Yöneticisi olduğunuz meslek örgütlerini HDP’nin çiftliği haline getirdiniz!
Kim bilir; belki safsınız, kandırıldınız… Belki de size verilen rolü seve seve oynuyorsunuz…
Solculuk; her türlü etnik ve dinci siyasete “Hayır” demeyi gerektirir…
Siz ise Kürtçülük üzerinden siyaset yapan HDP’nin ve
onun silahlı örgütü PKK’nın maşası haline geldiniz.
Bu yüzden, solculuk, sosyalistlik ayağına yatmayın; yemeyiz…
***
Kısacası… Barışa değil; ayrışmaya hizmet ediyorsunuz.
Meslektaşlarınızın size verdiği yönetim yetkisini, “ülkeyi bölmeye çalışanlar”ın yanında
yer alarak kötüye kullanıyorsunuz.
Eğer haksızsam…
Eğer sizi boş yere suçladığımı düşünüyor ve iddia ediyorsanız…
Hemen bir basın bülteni yayınlayın ve beni kınayın…
Bunu yaparken de…
“PKK şiddetine karşı olduğunuzu…”
“PKK’nın işlediği cinayetleri lanetlediğinizi…”
“Bu terör örgütünün cinayetlere ve katliamlara hemen son vermesi gerektiğini…” haykırın.
***
Eğer bunu yapamıyorsanız…
Ben haykırıyorum:
Hepiniz katillere yardım ve yataklık yapıyorsunuz!
Sözüm ona “Barış” diyorsunuz ama mağdurun elini tutarak, saldırgana hizmet ediyorsunuz!
Gerçekten barışçı, masum üyelerinizi de aldatıyorsunuz!
Yani… Kirlisiniz beyler…
Ve tarih elbette bir gün sizden de hesap soracak!

**********

MİT BÜTÇESİ!
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın 2016 bütçesi bu yıla göre %36.3 artırılarak 1 milyar 636 milyon 803 bin liraya çıkarılmış…
Bu MİT yıllardır PKK’nın bir tane bile üst düzey yöneticisini paketleyip Türkiye’ye getiremedi.
Suruç’taki, Diyarbakır’daki ve son olarak da Ankara’daki patlamaların bilgisini önceden alamadı, faciaları önleyemedi.
MİT Müsteşarı’nın yaptığı tek şey AKP iktidarı adına “açılım süreci”ni yürütmek ve İmralı’da eli kanlı terörist başıyla sohbet etmek…
İyi de emekliye, yetime, dula %5 zam yapılırken hiçbir işe yaramayan bu kurumun ödeneği neden %36 artırılıyor? Yoksa MİT Müsteşarı için İmralı’ya saray mı kuruluyor?

**********

GÜNÜN SORUSU
Sorum Ankara’daki, katliama dönüşen “Barış Mitingi”ni düzenleyen HDP, DİSK, KESK, TMMOB ve TTB yöneticilerine:
O gün mitinge katılanların elinde neden bir tane bile Türk bayrağı yoktu?
Bu, düzenleyiciler kurulu olarak ortak kararınız mıydı?
Yanıtınız “Evet” ise, neden böyle bir karar aldınız?

**********

Levent Ağabey’in ardından dökülen timsah gözyaşları!
Ölenlerin arkasından dökülen timsah gözyaşlarından nefret ediyorum.
Levent Kırca’yı yitirdik ya şimdi herkes O’nun ne denli büyük, değerli, onurlu vs.
bir sanatçı olduğunu söylüyor, yazıyor.
İyi de Levent Ağabey yaşarken neredeydiniz timsah beyler ve hanımlar?
Örneğin tiyatrosunu yeniden canlandırmak için tırnaklarıyla kazırken neden destek olmadınız?
Neden telefonlarına çıkmadınız?
Kanallarınızda program yapmasına neden izin vermediniz?
“Olacak O Kadar” dan neden korktunuz?
Neden “vebalı” muamelesi yaptınız bu “büyük, onurlu, değerli” sanatçıya?
***
Levent Kırca yaşasaydı; bugün sizin kendisi hakkında yazdıklarınıza ve söylediklerinize bakar, koca bir “Ha….tir” çekerdi… Onun yerine bu görevi ben üstleniyorum:
Hassss….tirin! Çünkü hepiniz riyakarsınız!

**********

156+141
Abdullah Gül’e söylemek istediklerinizi yazıp mustafa0mutlu@gmail.com’a gönderin, yayımlayayım. Bugün sıra Aydın’dan Ahmet Eren’de:
“Abdullah Bey…
Susmak kabullenmekten gelir…
Susmak kabullenmekten gelir…
Susmak kabullenmekten gelir…
Anladınız mı? Yoksa 3 kez daha tekrar edeyim mi?”

**********

GÜNÜN İSYANI
Başbakan Ahmet Davutoğlu dün eşiyle birlikte Ankara Katliamı’nın yapıldığı yere giderek
dua etmiş, karanfil bırakmış… İsyanım kendisine:
Sen ne imamsın ne de sivil toplum örgütü yöneticisi… Sen Başbakansın! Sana düşen ilk görev, böyle katliamların olmasını engellemek; ikincisi ise olduktan sonra katilleri bulmak…
Bu tür cinayetleri ve katliamları bari siyasal şovlarınıza alet etmeyin!

=======================================

Yüreğine sağlık Sayın Mustafa Mutlu…

Biz de benzer bir içeriği, Sayın Mutlu’dan önce EĞİTİM SEN‘in web sitesinde yer verilen bir metne karşılık olarak yazmıştık. Bir bölümünü aşağıya alıyoruz.. Tümünü ise verdiğimiz erişkeden çağırabilirsiniz..

– http://ahmetsaltik.net/2015/10/12/egitim-sen-ankaradaki-katliamin-ve-olumlerin-siyasi-sorumlulari-bellidir/

*****
…….

“İNADINA BARIŞ – HEMEN ŞİMDİ” 
kulağa hoş gelen bir retorik..
Ama semantik hata yüklü, sakat, hedef saptırıyor bilerek ya da bilmeyerek..
Bu kafa karışıklığı mutlaka aşılmalı, emperyalizmin kucağında oturarak – onunla silahlı ittifak yaparak başarılamayacak tek iş, bir halka – etnik kümeye özgürlük – bağımsızlık sağlamaktır..
Ham hayalleri bırakalım..

Yazık oluyor ülkemize ve insanımıza..

Ve dışardaki kan içicilerle yerli işbirlikçileri bu alçakça tuzaktan nemalanıyor ey Kürt ve Kürtçülük yapan kardeşler, entel – dantel enternasyonel ama önce ulusal olamayan solcular.. duydunuz mu, anladınız mı, duydunuz mı, anladınız mı, duydunuz mu, anladınız mı??…….

AKP’ye vurmak yeter mi? O da taşeron ve proje partisi değil mi?
BOP Eşbaşkanı değil mi bu partinin kurucusu 12 yıl Başbakanlık yapan RTE!

  • Asıl sorun PKK’yi silahlandırarak üzerimize süren emperyalizm değil mi, değil mi??

Eyyy ĞİTİM-SEN, DİSK, TMMOB, TTB, KESK… bunu görmez misin sen???

******
Sevgi ve saygı ile.
16 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

PKK’ya atılması gereken 3 tokat!

Açılım süreci çöktü; AKP-PKK işbirliği bitti. Bu süreçte askerin eli tutuldu;
operasyon yapması engellendi. Bu da PKK’ya yaradı.
Sonuç: Terör örgütü şimdi eskisinden çok daha fazla kan döküyor.

Peki; biz ne yapıyoruz?
Askerimizin, polisimizin saldırıya uğradığı yerlere operasyon düzenliyoruz.
Gidip Kandil’e bomba yağdırıyoruz. Birkaç yüz militanı yok ediyoruz.
Bir de şehit cenazelerinde gözyaşı döküp PKK’yla hiçbir ilişkisi olmayan ve olup bitene
en az bizim kadar üzülen Kürt asıllı kardeşlerimize abukluklar yapıyoruz.
Oysa PKK’yla mücadele için 3 ayrı konuda yapılması gerekenler var:
BİR: BAŞLAR EZİLMELİ!

Terör örgütüyle mücadelenin etkin olması için, örgütün başını ezmek gerekiyor!
Oysa “baş”lar yerli yerinde…
Savaş uçakları yüzlerce sorti yapıyor; bu “baş”lar birkaç saat sonra yabancı medyayı
ya da kendi kanallarını çağırıp röportaj veriyorlar.
Sayılarının 50 kişi olduğu söyleniyor… Ancak bu 50’nin en başında 9 katil bulunuyor:

1-MURAT KARAYILAN (CEMAL):
Şanlıurfalı. PKK’ya 1979’da katıldı.
Örgütteki en etkili isim. Eski kaçakçı…
2-CEMİL BAYIK (CUMA): 1951 Elazığ-Hazar doğumlu. PKK’nın 18 kurucusundan biri. Örgütün askeri kanadı ARGK’nın başında… PKK’nın iki numaralı ismi.
3- RIZA ALTUN: Adıyamanlı. Örgüte 1978 yılında katıldı. Başkanlık Konseyi üyesi.
Avrupa sorumlularından ve örgütün para kasası…
4- DURAN KALKAN (ABBAS): Adana Tufanbeyli doğumlu. Başkanlık Konseyi üyesi. Örgütün ideologlarından…
5- MUSTAFA KARASU (HÜSEYİN ALİ): Sivas’ın Gürün ilçesi doğumlu.
PKK’nın kurucu üyesi. Dış ilişkilerden sorumlu.
6- ALİ HAYDAR KAYTAN (FUAT): Tuncelili. PKK’nın istihbarat biriminde…
7- HALİL ATAÇ (EBUBEKİR): 1979’da PKK’ya katıldı. Bir dönem, PKK başkanlık konseyi üyeliği yaptı. PKK istihbarat sorumlusu. Örgütten ayrılmak isteyenlere işkence yapanlardan.
8- ZÜBEYİR AYDAR: 1961 Siirt doğumlu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Siirt’te avukatlık yaparken SHP-HADEP seçim ittifakı sonucu milletvekili seçildi.
PKK siyasi kanadının genel başkanı.
9- FEHMAN HÜSEYİN (DR. BAHOZ): Suriyeli. PKK Merkez Yürütme Kurulu Üyesi.
Örgüt içi infazları gerçekleştirenlerden. Irak’ın kuzeyinde Zap Kampı’nda yaşıyor.
Bunların dışındaki diğer azılı PKK yöneticileri ise şunlar:

Zeynep Baytar, Şahabettin Çotak, Süleyman Şahin, Seyithan Sinet, Servet Aydın,
Serdar Özdemir, Saliha Bişkin, Sabri Ok, Remzi Kartal, Nuriye Kesbir,
Nurettin El Muhammed, Nilüfer Koç, Nizamettin Toğuç, Muzaffer Ayata, Musa Çetiner, Mehmet Tahir Kılıç, Mehmet Şah Yildeniz, Mehmet Can Gürhan, Mehmet Tören, Mehmet Ballı, Medeni Sayılgan, Layika Gültekin, İzzettin İnan, İskan Akyüz, İsa Teres, İbrahim Çoban, Hülya Oran, Hacı Türmak, Gönül Tepe, Filiz Duman, Fethi Şarlatan, Ferhat Abdi Şahin, Fehmi Atalay, Fatih Özden, Emine Serinyel, Dalokay Şanlı,
Canan Kurtyılmaz, Aynur Hülakü, Ahmet Talva, Abdurrahim Delibaş,
Abdulkadir Zenger…
PKK’yı etkisizleştirmek için önce bu katilleri etkisizleştirmek gerekiyor…

Herhalde bu da koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti için çok zor olmamalı…

*****

İKİ: HDP’YE YASALAR İŞLETİLMELİ!
Atılması gereken bir başka adım da PKK’nın siyasi uzantısı olan HDP’yi “yasal sınırlar” içine çekmek…
HDP’liler bugün açıkça suç işliyor…
Yapılacak şey basit: Bu partide PKK’ya yardım ve yataklık suçunu işleyen kim varsa; milletvekili bile olsa hemen dokunulmazlığını kaldırıp yargılanmasını sağlamak…
Savcılarımız bu konuda gereken adımları artık atmalı ve “görevi ihmal suçu” işlemeye
son vermeli.
*****

ÜÇ: APO’YA HADDİ BİLDİRİLMELİ!
Tüm bunları yaparken son 13 yıldır İmralı’dan örgütünü yönetmeye devam eden teröristbaşı da unutulmamalı…
O’nun da sesi kısılmalı, yapılan pazarlıklara hemen son verilmeli ve kendisine bir “halk lideri” değil, eli kanlı bir katil olduğu hatırlatılmalı…
Tanınan ayrıcalıklar elinden alınmalı, içeriden verdiği talimatlarla yapılan eylemler için
yeniden yargıç önüne çıkarılmalı…
Kendisiyle pazarlık yapan kamu görevlileri hakkında da yasal işlemler başlatılmalı.
***
Anneler ağlar… Babalar ağlar… Komşular, vatandaşlar ağlar.
Ancak devlet, terör olaylarından sonra ağlamaz.
Gereğini yapar…
Tabii; devlet, hâlâ devletse…
*****

GÜNÜN SORUSU
Sorum, PKK’ya kızıp bu vatana en az kendileri kadar bağlı olan Kürt kardeşlerimize saldıranlara:
Yaptığınızın ülkemize en az PKK kadar zarar verdiğini görmüyor musunuz?
POLİSLER DE EYLEM YAPARMIŞ!
Polisimizin acısı büyük. Son 2 ayda onlarca şehit verdi… Ve önceki gece Bağdat Caddesi’nde ülkücülerin yaptığı “araçlı protesto gösterisi”nde bir ilk yaşandı.
Gösteriye polisler de katıldı.
Üniformalarıyla, resmi plakalı motosiklet ve ekip otolarıyla konvoya girip korna çalarak
PKK’yı protesto ettiler.
Biliyorum; acıları büyük ama söylemeden edemeyeceğim:
Demek ki herkes canı yandığında sokağa dökülebiliyormuş polis kardeşim…
Demek ki herkes birilerini protesto etme ihtiyacı duyuyormuş günü geldiğinde…
İyi ki sizden başka polis yok da TOMA’lı, biber gazlı, basınçlı sulu, gaz fişekli
saldırıya uğramadınız!
Sakın yanlış anlamayın; eyleme katıldığınız için asla eleştirmiyorum sizi…
Yüreğiniz yanıyor; haklısınız…
Tek dileğim bundan sonra yürekleri yandığı için sokağa fırlayan diğer insanlara ve
onların yaptıkları “demokratik kitle eylemleri”ne daha hoşgörüyle yaklaşmanız!
*****

156+120!
Abdullah Bey…
Huber’de senin için yapılan masrafları ödedin mi? Belgeler nerede?
Kanlıca’daki evi hangi parayla aldın?
Suudi Kralı’nın getirdiği hediyeler kimin boynunda?
*****

GÜNÜN İSYANI
Şehit haberleri geliyor; sokakta isyan artıyor: CHP, hem AKP’yi hem PKK’yı… MHP, PKK’yı… HDP, AKP’yi… Alperenler ise PKK’lı olsun olmasın tüm Kürtleri suçluyor. AKP’liler de
ne hikmetse ellerinde Türk bayrağıyla iki akşamda bir Hürriyet gazetesini basıp
Aydın Doğan’ı hedef alıyor. İsyanım onlara:
Kafayı mı yediniz?

============================================

Dostlar,

Son yılların en başarılı gazetecilerinin -haydi başında geliyor demeyelim ama- en başlarda gelenlerinden biri Sayın Mustafa Mutlu..

Gerek AYDINLIK yazıları, gerek Ulusal Kanal’daki kRAL ÇIPLAK PROGRAMI..

Kendisini gönülden kutluyor ve destekliyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
11.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

‘DİNCİ’LERİN KOZMİK ODASI!


‘DİNCİ’LERİN KOZMİK ODASI!

Mustafa MUTLU
AYDINLIK, 16.3.2015

portresi

 

 

 

Nazif Ay, 1964’te İstanbul Alibeyköy’de doğmuş… İmam hatip lisesinde okumuş…
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun olmuş…

Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Fakültesi’nde Kelâm Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yapmış…

Birçok resmi ve özel eğitim kurumunda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak çalışmış…

Kendi deyimiyle hem İslami kesime sempatik gelen siyasi partilerin, hem de dini oluşumların içinde yer almış…

***
Bunca bilgiyi neden mi yazdım?

Din konusunda konuşmaya yetkili ve ehliyetli olduğunu anlatmak için…
Yazar bu kitapta çok önemli bir işe soyunmuş:
“Sırran Tenevveret”i, yani İslami iddialı cemaatlerin gizli sırlarını açıklamak…

Bu konuda şunları söylüyor:
“Hiç kimse, ‘Abartmışsın, yalan söylemişsin, iftira atmışsın’ diyemeyecek…
Sırla birlikte ‘kutsal iftiralarımız’ da sergileniyor bu kitapta…

Kitabımın asıl amacı, Gezi’yi Gezi yapan ahlakın sahiplerini sergilemek,
aynı zamanda ‘ahlaksız Müslümanlık anlayışını da teşhir etmektir.

Sakın hiç kimse, ‘Bu kadar sert veya açık ifadeleri ateistler, politikacılar dahil
kimse kullanmazken, sen niye tespit bile olsa, gerçekleri böyle keskin ortaya koyma
ihtiyacı hissettin?’ diye sormasın!

Yanıtı bence basit: Hayatımı bu dinin öğretilmesine harcadım da ondan!
Benim durumumda olmayan hiç kimse, benim şimdiki dindar profiline dair üzüntümü hissedemez…

Bu kitabı yazmakla bir kısım borcumu ödeyebileceğimi düşünüyorum.”

***
Kitaptaki çok ilginç bazı cümleleri de sizinle paylaşmak istiyorum:

“Düne kadar tecavüz edecek eşek arayanların,
bugün bize ahlak dersi vermesi zoruma gidiyor.”

*** 
“Altlarındaki ıslaklığı kurutmak isteyenlerin gittikleri memlekettir Arabistan…”

***
“Kutlu Doğum Haftası’nı kutlayanların, ‘Kutlu Soygun Haftası’nı unutturmaya çalışmaları, kutsal olan çok şeyi putsal hale getirdi.”

***
“Halkını azarlayan bir politikacıya karşı anlayışlı, sabırlı olmak gerekmiyor.
Kendisine bağırarak hitap eden siyasetçiye kulak veren topluluğa, ‘halk’ denemez… Olsa olsa ‘yığın’ ya da ‘sürü’dür onlar.”

***
“Ey dindarlık satan dinciler!
Size ‘Hırsızsınız’ dedik olmadı.
‘Soysuzsunuz’ dedik olmadı. ‘Sapkınsınız’ dedik olmadı.
‘Din tüccarı, din baronusunuz’ dedik olmadı. ‘Satılıksınız’ dedik olmadı.
‘Parti liderleriniz, ispat edemeyenin şerefsiz olduğunu söyledi ama ispatlandı; peki şimdi kim şerefsiz kaldı?

***
“Yeni Türkiye bağırışlarıyla ‘yeni sapkınlık ve
hırsızlık dini’ni inşa etti siyasal İslamcılar!”

***
“Kimse bizi dincinin dininden olmaya zorlayamaz.
Karakter sahibi hiç kimse, ne dincinin,
ne cemaatçinin sakat dinine rıza gösterebilir.
Biz hiçbir muhafazakar veya siyasal İslamcı partinin ve
hiçbir cemaatin müptezel ve aşağılayan dininden değiliz, reddediyoruz!”

***
“Biz ‘hırsızlığı emreden alçak bir din’i kabul etmiyoruz.”

***
Ahlaksız dinin kıblesi,
halka ait varlığın gaspıyla kurulan saraylardır.”

***
“Taze pisliğin sineği çok olur, kaçak kıblenin tavafçısı it olur.”

***
“Bizim dinimiz özgür, zeki, ahlakı yüce ve samimi karakterli
Hz. Muhammed’in dinidir,
yani O’nun metodudur.”

***
“Biz ‘dinci’ değil, ‘dini yar’ olanız!

***
Ben bu kitabı tanıdığım, bildiğim bütün ‘dinci’lere göndereceğim…
Okumazlar ama en azından merak edip sayfalarını karıştırırken bile bir iki şey öğrenirler!

DECCAL DİNDARMIŞ
Türü : Araştırma
Yazan : Nazif Ay
Yayınevi : Kaynak Yayınları
Baskı tarihi : 2015, Şubat
Sayfa sayısı: 291
Fiyatı : 24 lira…
Kişisel not : Yazarla tanışmıyoruz.

***********************

DECCAL DİNDARMIŞ adlı yeni kitabmızı incelemek ve
sipariş vermek için; www.kaynakyayinlari.com

==========================================

Dostlar,

Hem yazar Sayın NAZİF AY‘ı,

Hem DECCAL DİNDARMIŞ adlı kitabı basan Kaynak Yayınlarını,

Hem de kitabın can alıcı yanlarını köşesinde özetleyen değerli yazar Mustafa Mutlu‘yu kutlamak istiyoruz.. Bu çok önemli kitabı hemen yarın edinecek ve okuyacağız.
Olabildiğince çok, okuması gereken insana da armağan edeceğiz..

Türkiye’deki bu kepazeliğin sürgit ülkeyi batağa çekmesi kabul edilemezdi..
Bunca yılık birikimi olan bu kadim coğrafyada nice bilgeler çıkmıştır ve çıkacaktır.

Vicdanlı – ahlaklı dindar (dini dar, dinci değil!) insanlarımızın köküne kıran girmemiştir.
Ve öyle bir noktaya geldik ki; AKP iktidarı ve onun başı artık bu kesimden insanların bile vicdanlarını isyan ettirmiştir.

Sayın NAZİF AYın kitabı, Türkiye’ye örtülmek istenen karanlık şalın yırtılıp atılması girişimidir ve bir dönemeç noktasıdır..

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır..

Ülkemiz AKP’nin görülmemiş zulüm ve yolsuzluk dolu fetret döneminden kurtulacak
ve sorumlularından mutlaka ama mutlaka, bu dünyada hukuksal hesabını soracaktır.

Ülkemizin Vatan sever insanları, il hedef 7 Haziran 2015 seçimleridir, ileri!

Sevgi ve saygıyla.
16.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Mustafa MUTLU : YİRMİ MADDEDE BUGÜNKÜ TARİHİ DAVA


YİRMİ MADDEDE BUGÜNKÜ TARİHİ DAVA !

Mustafa MUTLU
AYDINLIK, 28.1.15
Türkiye için tarihi önemdeki “kader duruşması” bugün…
Olup bitenleri, konuyu hiç bilmeyenler için özetleyelim:
Bir     : İsviçre Hükümeti, “Ermeni soykırımı olmamıştır” demeyi suç sayan yasayı kabul etti ve bunu söyleyen dönemin Türk Tarih Kurumu Başkanı’nı mahkûm etti.

İki      : Bunun üzerine Talat Paşa Komitesi üyeleri İsviçre’ye giderek “insan hak ve özgürlükleri”ne aykırı, salakça hazırlanmış bu “ırkçı” yasayı protesto etti.

Üç     : İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, “Ermeni soykırımı yoktur” diyerek,
yasayı bile bile ihlal etti.

Dört    : Perinçek hakkında dava açıldı ve İsviçre adaleti, cezalandırılmasına karar verdi.

Beş     : Perinçek’in avukatları bu kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdı.

Altı     : AİHM’in ilgili dairesi Perinçek’in ifade özgürlüğünün kısıtlandığına,
Ermeni soykırımının varlığını iddia etmenin siyasetçilerin işi olmadığına karar verdi. Mahkumiyet kararını, Perinçek lehine bozdu.

Yedi      : İsviçre Hükümeti temyize gitti.

Sekiz     : AİHM’in Büyük Dairesi aylar önce duruşma tarihini açıkladı: 28 Ocak 2015… Yani bugün. Davanın bir numaralı aktörü Doğu Perinçek, bugün yapılacak duruşmaya davet edildi.

Dokuz     : Ancak Perinçek hakkında, Ergenekon Davası nedeniyle anlamsız bir yurt dışına çıkma yasağı bulunuyordu. Avukatları, bu yasağın kaldırılması için dört ay önce
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na dilekçe verdi.

On     : Nedense bu izin, davaya 15 gün kalıncaya kadar çıkmadı.
Bunun üzerine ben bu sütunlarda bir yazı yazdım ve bu davanın Perinçek’in değil, Türkiye’nin davası olduğunu, onun mutlaka Strazburg’a gitmesi gerektiğini,
eğer kaçmasından korkuluyorsa seve seve rehin olabileceğimi yazdım.

On bir      : Bu sözlerim, kısa sürede on binlerin katıldığı büyük bir kampanyaya dönüştü.
Yaşlı, genç, erkek, kadın her siyasi görüşten on binlerce yurttaş, “Perinçek’i gönder, beni al” yazılı dövizle kamera karşısına geçip fotoğraf ya da görüntü çekti ve kanala gönderdi.
Sağır sultanı oynayan köşe yazarları bile harekete geçip konuyla ilgili yazmak zorunda kaldı.

On iki     : Ve nihayet ilgili mahkeme, bugünkü duruşmaya sadece 11 gün kala
Perinçek’in yurt dışı yasağını kaldırdı.

On üç        : Perinçek ve Talat Paşa Komitesi’nin önde gelen isimleri de dün 150’ye yakın vatandaş, gazeteci, siyasetçi, milletvekili, hukukçu ve sivil toplum örgütü temsilcileriyle Strazburg’a geldi. Merak edenler için söyleyeyim ben de heyetteyim ve bugünkü duruşmayı izleme şansını elde eden ender Türk gazetecilerden biriyim.

On dört     : Sabiha Gökçen’den kalabalık bir yurtsever grubu tarafından tezahüratlarla ve coşkuyla yolcu edildik. Doğu Perinçek burada yaptığı konuşmada, kendisinin ve Türkiye’nin haklılığını bütün dünyanın göreceğini söyledi.

On beş     : Yolculuk oldukça coşkuyla geçti. Strazburg’a hareket eden uçaktaki
değişik siyasi görüşteki yolcular arasında karamsar olan bir kişi bile yoktu.

On altı     : Strazburg’daki ilk izlenimim; polisin olası bir “Türk-Ermeni karşılaşması”na hazır olduğuydu.

On yedi      : Dün öğleden sonra kenti gezerken bu dava için Avrupa’nın dört bir yanından Strazburg’a akın eden Türkleri gördük ve kucaklaştık.

On sekiz       : Kente Ermeni diasporasının düzenlediği organizasyonlarla gelenlerin sayısı da oldukça fazla… Fransız polisinin, bugünkü duruşma öncesinde ve sonrasında Türklerle Ermeniler arasında tatsız olaylar yaşanmaması için gerekli önlemleri aldığı bize gelen haberler arasında…

On dokuz     : Bu duruşma, milli maçlar dışında Türklerin organize olarak yurtdışına aktıkları ilk ciddi organizasyon olma niteliğini taşıyor.

Yirmi     : Bu ruhun, Türk siyasetine yansımaması bana göre mümkün değil…

*****

Gelelim sonuca                                    :

Perinçek’in kimliğinde Türkiye’nin kaderini belirleyecek olan bu dava,
100 yıllık soykırım yalanının ipliğini pazara çıkaracak
AKP iktidarının tam 13 yıldır kaderine terk ettiği bu konuda Türkiye’yi zafere taşıyan herkese, sıradan bir Türk vatandaşı olarak teşekkürü borç bilirim.

GÜNÜN SORUSU

Sorum CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na     :

Böyle bir dönemde, Hrant Dink’in cenazesinde “Soykırım tanınmalı” pankartının arkasında yürüyen genel başkan yardımcılarınızla ve milletvekillerinizle gurur duyuyor musunuz?

SEVGİLİLER GÜNÜ’NDE HUBER’DE BULUŞUYORUZ! (85)

Önceki Cumhurbaşkanı Gül’ün, beş aydan fazla bir süredir işgal ettiği Huber Köşkü hakkındaki 100’üncü yazımı, (eğer o güne kadar Köşk boşaltılmazsa) 14 Şubat Sevgililer Günü’nde yazacağım.

14 Şubat Cumartesi günü saat 12:00’de Huber Köşkü’nün sahil kapısında olacağım ve
bu işgalin daha kaç gün süreceğini sormak için Sayın Gül’ün gelmesini bekleyeceğim.
Eğer siz de benimle birlikte beklemek isterseniz sevgilinizi, eşinizi alın gelin;
hep birlikte Boğaz keyfi yapalım!
Var mısınız?

GÜNÜN İSYANI!

İsyanım “Ermeni Soykırımı olmamıştır” diyenleri hapse atmak için yasa çıkaran ve
Ermeni goygoyculuğu yapmaktan vazgeçmeyip AİHM kararını temyiz eden
İsviçre Hükümeti’ne:

Tarih yazmak size mi kaldı a haddini bilmezler?

Abdullah Bey’e açık mektup

Abdullah Bey’e açık mektup

 

portresi

 


Emin Çölaşan

“Çok sayın ve muhterem Abdullah Bey, zat-ı alinize böyle bir mektup yazmaya kalkıştığım için öncelikle özür dilerim.

Bizim gibi sıradan vatandaşlardan mektup almaya belki alışıksınız.
Ama cumhurbaşkanı olduğunuz dönemde onların hiçbirini görmezdiniz bile!
Ekibiniz onları ilgili kurumlara havale eder ve böylece vatandaşın mektubu güme giderdi.
Şimdi bu mektubu ister istemez okuyacaksınız.
Belki asabınız bozulacak ama başka çarem yok!.. Zira bizim asabımız her gün bozuluyor.
Beyefendi, yıllarca cumhurbaşkanlığı yaptınız. O makama nasıl, kimlerin arka çıkmasıyla seçildiğiniz konumuzun dışında. Bu nedenle oraya hiç girmeyelim.
O makamda oturduğunuz sürece AKP ve Tayyip’in otomatik imza makinesi olarak
görev yaptığınızı herhalde inkar edemezsiniz.
Önünüze gelen her şeye otomatik olarak onay verdiniz.
Oysa -eğer yanlış bilmiyorsam (!)- görevinize başlarken siz de Meclis kürsüsünde
anayasa uyarınca namus ve şerefiniz üzerine yemin etmiştiniz…
Laik Cumhuriyet rejimine güya bağlı kalacak ve tarafsız olacaktınız!
Olmadınız…
Namus ve şeref yeminini hem de yüzlerce kez, göz göre göre çiğnediniz.

* * * *

Şimdi diyeceksiniz ki “Kardeşim tıraşı bırak da bana niçin mektup yazdığını bir anlayalım.”
Haklısınız!
Bu mektubu niye yazdığımı zat-ı alinize kısaca anlatayım…
Beyefendi, süreniz dolduğu ve yerinize yenisi seçildiği için Çankaya’dan aylar önce ayrıldınız.
Peki o günden bu yana siz nerede yaşıyordunuz?
Evinizde mi, lojmanda mı, otel veya başka bir yerde mi?
Biz zaten biliyorduk ama dün belli oldu ki, İstanbul’da devlete ait Huber Köşkü’nde!
Bu hususu ben de burada üç dört kez size sormak zorunda kaldım. Ancak yanıt veremediniz!
Oysa bundan daha kolay ne vardı!.. İki satır çiziktirir, öyle olup olmadığını açıklardınız.

* * * *

Benden daha da ısrarcısı var. Gazeteci arkadaşım Mustafa Mutlu, size bu soruyu
düne kadar tam 52 kez, her gün üst üste, hiç üşenmeden sormayı sürdürdü.
Ona da yanıt veremediniz.
Gizlediğinize göre, acaba yanlış ve utanılacak bir şey mi yapıyordunuz?
Bu Huber Köşkü’nü ben uzaktan bile olsun hiç görmedim.
Ancak görenlerin anlattığına göre muhteşem bir yermiş.
İçinde sekreterler, aşçılar, garsonlar, özel korumalar, bahçıvanlar ve her bir şey varmış.
Mutfağında muhteşem yemekler çıkarmış.
Son model Mercedes makam araçları emre hazır beklermiş.

* * * *

Şimdi zat-ı alinizden aşağıda soracağım sorulara somut yanıt vermenizi istirham ediyorum.

Çankaya’dan indikten sonra ailenizle birlikte devletin Huber Köşkü’ne niçin yerleştiniz?
Şu anda hayatta olan üç eski cumhurbaşkanımız var:
Evren, Demirel ve Sezer.
Ölmüş olanlar dahil hiçbiri görevden ayrıldıktan sonra devletin köşklerine yerleşmeyi onuruna yedirmedi. Kendi evlerine çekildiler.

* * * *

Huber’de krallar gibi yaşatılmayı ısrarla sürdürdüğünüze göre Bay Abdullah Gül,
aşağıdaki sorulara -biraz geç bile olsa- yanıt vermekle yükümlüsünüz…
Çünkü kamuoyunun bunları bilme hakkı var.

– Sizin kalacak bir eviniz falan yok muydu? Yani evsiz barksız takımından mıydınız?
– Eviniz varsa -ki var- hangi gerekçeyle Huber Köşkü’ne yerleştiniz?
– Huber’in hangi olanaklarından yararlanıyorsunuz?
– Örneğin yeme içme durumları ne alemde?
– Gerçi bildiğim kadarıyla aileniz Kayseri’de bir ortadirek ailesi ve zengin falan değil ama…

Yoksa siz de öteki partili arkadaşlarınız gibi analarınızdan saraylarda, köşklerde mi doğmuştunuz? Ya da böyle lüks ve şatafatlı bir yaşama siyaset hayatında mı alıştınız?

* * * *

Bakınız muhterem, Allah kabul etsin, her cuma camiye namaza gidiyor ve karşınızda gazetecileri buluyorsunuz. Orada cami avlusunda demeçler falan verip siyaset konuşuyorsunuz. Sorduğum şu sorulara da iki cümleyle yanıt versenize!
Belki de bizi adam yerine koymuyorsunuz (!), “Boşver yaaa bu herifleri” falan diyorsunuz ama bu gazeteyi her gün en az bir milyon kişi okuyor.
Demek ki onları da hiçe sayıyorsunuz, vay beee!
Unutmayın, toplumdan saygı bekliyorsanız siz de saygı göstermek zorundasınız.

* * * *

Aylarca sessiz kalarak bu konuda köşeye sıkıştınız Bay Abdullah Gül…
Ve dün kendi medyanıza haber sızdırdınız, Huber’den yakında ayrılacağınızı
el altından duyurmak zorunda kaldınız.
İstanbul’da villa inşaatınız devam ediyormuş, işler bitince taşınacakmışsınız.
Keşke bu açıklamayı aylar önce Huber’e yerleştiğiniz zaman yaptırsaydınız.
Görev sürenizin ne zaman biteceğini daha Çankaya’ya seçilirken biliyordunuz.
İnşaata niçin zamanında başlamadınız?
Cumhurbaşkanı olarak görev yapan bir kimseye doğrusu hiç yakışmadı…
Çünkü devletin köşkleri, parası ve olanakları sizin gibilerin özel mülkü değildir.
Haydi size kolay gelsin, hayırlı istirahatler olsun!

Vatandaş Emin.

===============================================

Dostlar,

AYDINLIK Gazetesi yazarı ve Ulusal Kanal’da Kral Çıplak programı yapımcısı
Sayın Mustafa Mutlu, 2 aya yakın bir zamandır ısrar ve sebatla önceki CB
Bay Abdullah Gül’e soruyor..

– Devletin Huber Köşkü’nde niçin oturuyorsunuz? Yasal dayanağınız var mı??

Abdullah bey ise sağır sultan örneği susmakta..
Hiç ama hiç onurlu bir davranış değil..
Hatta bizce utandırıcı, onur kırıcı..

60 yaşını aşmış bir eski Cumhurbaşkanı böylesi bir hukuk dışı davranışa
tenezzül etmemeliydi.

  • Abdullah bey, yasal olarak Huber köşkünde “fuzuli şagil” dir..

Kaldığı sürede bu Köşkte kendisi için yapılan tüm harcamaları ödemesi gerekir.
Hakkında kamu alacağı davası açılmalı ve faiziyle bu bedel ödettirilmelidir.
Ceza sorumluluğu hukuksal olarak varsa onu da Türkiye Barolar Birliği belirlemeli ve
suç duyurusunda bulunmalıdır.

Türkiye bir hukuk devletidir ve ülkeyi yönetenler de bunu er ya da geç öğreneceklerdir.

Sayın Çölaşan’a da Sn. Mutlu’ya da teşekkür ediyor, aynı soruları Abdullah beye biz de yöneltiyor ve bu köşkü derhal boşaltmasını yurttaş hukukumuzla diliyoruz.

Sevgi ve saygıyla.
20.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Mustafa Mutlu: Hilmioğlu ve tüm hasta tutuklular tahliye edilmeli!


Dostlar
,

Değerli yazar Mustafa Mutlu‘nun nefis bir yazısını paylaşalım..
Birçok konuyu irdelemekte..
Yüreklilikle, insan sıcaklığıyla..

Okuyalım ve paylaşalım..

Son gazetesi Vatan’da neden kovulduğu bir kez daha net olarak anlaşılıyor.
Yeni gazetesi AYDINLIK’ta da köşesini hakkıyla dolduruyor..

Sevgi ve saygı ile.
15 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

=====================================

Mustafa Mutlu: Hilmioğlu ve tüm hasta tutuklular tahliye edilmeli!


Söylemesi acı ama… AKP iktidarı döneminde, “yasaklar”ın “yasa” olduğu bir ülke haline geldik.

Evet “yasaklar” yasa…

“Çarpıklıklar”“hukuk” oldu!

Daha da önemlisi, herkesi eşit görmesi gereken yargı; bizzat Anayasa Mahkemesi’nin son kararıyla “ayırımcılık” yaptığını dünyaya ilan etti!

***

Biliyorsunuz; Anayasa Mahkemesi, CHP İzmir Milletvekili ve Ergenekon Davası sanığı, kardeşim Mustafa Balbay’ın kişişel başvurusunu kabul etti. Onun “milletvekili” olmasını gerekçe göstererek, uzun süre tutuklu kalmasının yanlış olduğuna karar verdi ve Adalet Bakanlığı’nı 5 bin lira tazminat ödemeye mahkûm etti…

Gerekçe olarak da “bir milletvekilinin uzun tutukluluk nedeniyle yasama yetkisini kullanamamasının hukuka aykırı” olmasını gösterdi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi de bu kararı sadece “milletvekilleriyle” sınırlandırdı.

***

Hukuk bilgisi olmasa da “vicdanı” olan herkes şimdi aynı soruyu soruyor:

“İyi de milletvekili olmayanların ‘hukuku’ ne olacak?
Uzun süre tutuklu kalmamak milletvekilleri için ‘hak’ ise; neden diğer mağdurlar da bu haktan yararlandırılmıyor?

Yasalarda var olan bu konudaki hükümler, neden sadece milletvekillerine kullandırılıyor?

Örneğin, askerler neden ülkenin güvenliğini sağlamak…

Hukukçular, adalete hizmet etmek…

Gazeteciler, halkı bilgilendirmek ve haberdar etmek…

Doktorlar, iyileştirmek görevlerini yapmaktan alıkonuluyor?

***

Bir sanığın uzun süre tutuklu kalması, “adaletin işlediği adaletsizlik suçu”nun en büyüğü…

Ancak bu suç, hele hele hasta bir tutukluya karşı işleniyorsa;
o zaman yeni bir suçun daha oluşmasına neden oluyor.
Üstelik o yeni suç, aynı zamanda bir “insanlık suçu…”

Adı da “tedavi edilme hakkının kullandırılmaması” suçu!

Bugün cezaevindeki yüzlerce tutuklu, mahkemelerin kayıtsızlığı
ya da anlayışsızlığı sonucu bu haktan yoksun durumda…

  • Ergenekon sanıkları Kuddusi Okkır ve Kaşif Kozinoğlu başta olmak üzere onlarca tutuklu, mahkeme izin vermediği için tedavi olma hakkını kullanamadı ve öldü.

***

Uzun tutukluluk mağdurlarından biri de
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu

Rektörlüğü sırasındaki türban ve laik eğitim düzeni ile ilgili ödünsüz tutumu nedeniyle AKP’nin ve Cemaat’in hedefi oldu.

13 Nisan 2009′da saçma sapan suçlamalarla gözaltına alındı ve tutuklandı.

Tam 4 yıl 8 aydır Silivri Cezaevi’nde…

Önce siroza yakalandı; ardından gözünün bebeği oğlunu kaybetti… Sonrasında ise kanser oldu!

Ancak mahkeme akıl almaz bir tutumla tahliyesine izin vermedi ve tedavi edilme hakkını engelledi.

***

Hilmioğlu için eski gazetemde 70′ten çok yazı yazıp, sorumluluk sahibi olanların dikkatini çekmeye çalıştım. Ne yazık ki hiçbir sonuç alamadım.

Duydum ki Hilmioğlu geçenlerde yine fenalaşmış ve Murat Kölük Devlet Hastanesi’ne kaldırılmış… Ancak kısa süreli bir tedaviden sonra tekrar Silivri Cezaevi’ne gönderilmiş!

***

Kısacası, Hilmioğlu başta olmak üzere ağır hasta yüzlerce tutuklu “uzun süredir cezaevinde”oldukları halde,
Anayasa Mahkemesi’nin kararından yararlanamıyor.

Göz göre göre ölümü bekliyor!

Ve “yüce adalet”, Balbay’ı anasının ak sütü kadar helal olan özgürlüğüyle buluştururken bile; bunu, “milletvekilliği”yle ilişkilendirip diğer tutuklu sanıklara ve O’na büyük haksızlık ediyor.

***

Kral çıplak; sayın hâkimler!

Ayırımcılık yapıyorsunuz.

Hasta tutukluları bile tahliye etmeyerek cinayet işliyorsunuz.

FIRST LADY!

Geçen hafta Meclis çatısı altında “hastane zinciri sahibi olan bir first lady”den söz edildi.

Ben de Başbakan’a açık açık sordum:

“Bu first lady, eşiniz Emine Hanım mı?”

Eşi ve çocukları söz konusu olunca şahin kesilen Başbakan,
tam bir haftadır bu soruma yanıt vermedi…

Neden acaba?

GÜNÜN SORUSU

Türkiye’nin ABD Seattle Fahri Konsolosu Ufuk Gökçen, Gezi’ye destek verdiği gerekçesiyle Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın imzasıyla görevden alınmış… Sorum kendisine:

Size halk adına ABD Seattle Gönül Konsolosluğu’nu teklif ediyorum. Kabul eder misiniz?

*****

Kabak tadı veren terbiyesiz!

Dün Meclis Genel Kurulu’nda yine küfür edildi.

Hem de öyle böyle bir küfür değil… AKP’nin küfürbaz Tokat Milletvekili Zeyid Aslan, CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’yle kavga etti ve üzerine yürüyerek, 

  • “Senin k.çını s…..m” dedi.

Hani Başbakan ve bakanları, kendilerini eleştiren herkesi
her fırsatta ahlaksızlıkla ve terbiyesizlikle suçluyor ya…

Alın size ahlaksızlığın da terbiyesizliğin de dik âlâsı!

Ben kendi adıma bu adamı izlerken utanıyorum.

O’nun gibi birine Atatürk’ün kurduğu bu Meclis’te yer olmamalı!

Yazık… Gerçekten çok yazık!

Günün İsyanı!

Haziran Direnişi’yle ilgili İstanbul’daki 41′inci iddianameyi hazırlayan savcılık, gençlerin canlarını kurtarmak için camiye sığınmalarını suç saymış ve “ibadethaneye ‘kirletme yolu’yla
zarar vermek”
 suçunu işlediklerini öne sürmüş…
İsyanım kendisine:

İbadethaneyi kirletmemek için dışarıda kalıp yaralansalardı;
o zaman da kanlarını dökerek caddeyi kirletmekle suçlayacak mıydınız? (AYDINLIK, 12.12.13)

ÇİFT PIRPIRLI MEKTUP!

Dostlar,

Yurtsever yazar Mustafa Mutlu‘dan insanı kahreden bir yazı…

Anadolu’da bir şehit ailesinin orada konferansta iken kendisine verdiği bir mektup metni..

Daha fazla tanıtıma gerek de yok, benim gücüm de yok..

Özellikle vicdan sahibi AKP’li kardeşlerimiz ve vicdanı nasır bağlamamış AÇILIMCILAR, en önemli sorun KÜRT SORUNU korosunun üyeleri okusun..

Ama mutlaka okusun..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 20.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

MUSTAFA MUTLU

Mustafa_Mutlu_portresi

çİft pırpırlı mektup!

Konferans davetleri nedeniyle Anadolu’yu karış karış dolaşıyorum. En son gittiğim yerlerden birinde sohbet bittikten sonra yanıma altmışlı yaşlarda bir beyefendi yanaştı.

Ben yıllarca devlete hizmet ettim. Bunu daha sonra okumanız için size vermek istiyorum ama lütfen şimdi açmayın” dedi.

Verdiği bir zarftı, katlayıp cebime koydum.

Bir gün sonra İstanbul’a döndüm, ceketimi çıkarıp askıya asmak için ceplerini boşaltmaya başladım.

O sırada fark ettim zarfı ve hemen açtım. İçinden önce askerlerin “çift pırpır” dedikleri bir çavuş rütbesi çıktı.

Daha da meraklandım ve zarftaki mektubu çıkarıp okumaya başladım. Aslında bu mektubu yayınlamayacaktım ama… Fransa’da öldürülen teröristlerin dünkü cenaze görüntülerini izledikten sonra, farz oldu:

***

“Mustafa Bey. Şehrimize geleceğinizi duyduğum günden beri bu mektubu yazıp yazmamak konusunda karar veremedim. Şimdi yazıyorum ama size verip veremeyeceğimi bilmiyorum. Belki son anda vazgeçerim.

Eğer okuyorsanız; cesaretimi toplamışım demektir.

Beyefendi.

Mektubumun kahramanı biricik oğlum S.

Bir de kızımız var Allah bağışlarsa.

O sadece mektubumun değil, annesinin, benim, bütün ailemizin ve şehrimizin kahramanı. Bugün geldiğiniz kentte adını taşıyan bir ilköğretim okulu bile var.

Meslek Lisesi’nde okudu oğlum, motor bölümünde.

Okulunu bitirir bitirmez de mesleğiyle ilgili bir iş buldu. Takım anahtarları elinde kelebek gibi uçuşurdu. Cin gibi bir çocuktu. Askerlik yaşı gelince koşa koşa gitti. Annesi biliyormuş ama ben sonradan öğrendim, sevdiği bir kız varmış, onunla bir an önce evlenmek istiyormuş. O yüzden askerlik engelini önünden kaldırmakmış niyeti.

Askere 1998’in Mart ayında uğurladık oğlumu davulla zurnayla. Acemiliğini Bilecik’te jandarma olarak yaptı. Orada onbaşı oldu. Sonra dağıtımı Şırnak’a çıktı. Dağıtıma gitmeden önce memlekete uğradı, öpüşüp koklaştık. Bu, onu son görüşümüz oldu. Çünkü 6 ay 19 gün sonra şehit olduğu haberi geldi. Meşhur karakol baskınlarından birinde can verdi.

Haberi duyduğumuzda kahrolduk tabii, o bizim tek oğlumuzdu. Cenazesi, şehit haberinden üç gün sonra geldi. Biz karımla ve kızımla bu sürede bir karar verdik:

Ne cenazede, ne de cenaze sonrasında ağlamayacaktık. Çünkü gözyaşlarımız oğlumuzun ruhunu huzursuz eder diye düşündük.

Söz verdiğimiz gibi; gözyaşlarımızı içimize akıttık.

1998’in on ikinci ayından beri, geçen ayın ortasına kadar kimse bizim ağladığımızı görmedi. Ne zaman televizyonda bir şehit haberi duysak, günlerce uykularımız kaçtı ama ağlamadık.

Karım, oğlumuzu toprağa verdiğimiz günden beri oğlumun arkadaşlarıyla karşılaşmamak için sokağa çıkmıyor.
14 yılda sadece 16 kez sokağa çıktı:

14’ü oğlumuzun doğum gününde kabristana gitmek için, iki kere de zorla hastaneye götürdüm.

Balkona bile çıkmıyor. Kendisini eve hapsetti. Evet; söz verdiğimiz gibi ağlamıyor ama yaşamıyor da…

Geçen aydan beri ise durum değişti Mustafa Bey.

Gece gündüz, durmadan ağlıyor. Ne yapsak, ne kadar yalvarsak durduramıyoruz. Kızımın kocası doktor, sakinleştirici hap veriyor, iğne yapıyor ama o bana mısın demiyor.

Neden ağladığını ise tahmin etmişsinizdir sanırım.

Devletimiz, adını bile anmak istemediğim o alçakla kaldığı inde görüşmeye başladı ve bunlara genel af gibi söylentiler çıktı ya işte o yüzden.

‘Helaaaaalllll etmeeeem, helaaaallll etmeeeem. O köpeklerin elini eteğini öpenlere hakkımı helaaaallll etmeeeemm’ diyerek hıçkıra hıçkıra ağlıyor.

Elbette biz de vicdan ve insaf sahibi her vatandaş gibi akan kanın dinmesini istiyoruz Beyefendi.

Suça bulaşmamış olanların kazanılmasını da istiyoruz.

Ama söz konusu olan cinayetse af yetkisi sadece maktulün annesinde, babasında, karısında ve çocuğundadır.

Biz affetmiyoruz Mustafa Bey…

Nasıl affederim ki, onlar sadece oğlumu öldürmediler; kızımın, karımın, benim hayatımızı bitirdiler. Soframızdaki bereketi kuruttular, yüzümüzü soldurdular. Bizi canlı ceset haline getirdiler.

Müebbet hüzne mahkûm ettiler.

Ne yediğimizi biliyoruz, ne içtiğimizi.

Karım her gün beş vakit namazdan sonra, ‘Al benim de canımı, kavuştur oğluma Allah’ım’ diye dua ediyor; bu duaya 12 yıldır günde beş kez tanıklık etmek nasıl bir duygudur bilir misiniz Mustafa Bey…

Son yıllarda karımın bu sesli duasını duyduktan sonra ben de her defasında ‘Beni de unutma Ya Rabbim’ diyorum.

Allah bize oğlumuzun katillerinin yüzünün güldüğünü göstermesin. Adaletsiz acı, kanayan parmak bırakmasın.

Ve Allah, bizi yönetenler dahil hiç kimseye böyle bir acı yaşatmasın Mustafa Bey…

Bu mektubu size verirken bu kadar kararsız kalmamın nedeni, yine karım.

Hani siz yayınlarsınız da ona da yazınızı okuyan komşular haber verir ve acısı katlanır diye endişe ediyorum. Bu yüzden ne olur oğlumuzun ve şehrimizin ismini, bizim isimlerimizi yazmayın. Bizi tanıyan komşulardan da rica ediyorum; lütfen karıma haber vermeyin.

Fakat siz bu mektubumu yayınlayın ki her gün ekranlara birilerini çıkarıp, ‘Şehit aileleri İmralı’da sürdürülen uzlaşma çabalarını destekliyor’ diye haber yapan televizyoncular biraz utansın.

Öyle düşünen aileler de olabilir ve onlara saygı duyarız. Ama biz oğlumuzu bizden alan katilleri affedeni affetmeyiz.

Bu dünyada hesabını soramazsak bile öbür dünyada iki elimiz yakalarında olur.

Allah sizi, tüm yakınlarınızı ve milletimizi, bizim yaşadığımız acıları yaşamaktan korusun.”

***

Bana “İmralı’daki gizli görüşmelerde konuşulan çok önemli detay” haberleri gelmez…

Anadolu’yu gezerim; bir beyefendi buğulu gözlerle yanıma yaklaşır, elime bir zarf tutuşturur…

Açarım o zarfı; içinden şehit bir çavuşa ait “çift pırpır”la, babasının yazdığı bir mektup çıkar…

Yani halkım gibidir, bizim kaderimiz:

Bize hep acı düşer!

*****

GÜNÜN SORUSU

Sorum İmralı’da cezasını çeken teröristle pazarlık yapan devlet görevlilerine:

Yukarıdaki mektubu yazan babanın bana gönderdiği “çift pırpır”ı içinizden birine göndermek istiyorum. Kabul edebilecek kimse var mı?

(İLK KURŞUN, 18.1.13)

BALYOZ DAVASINDAKİ ÇELİŞKİLER ve HUKUKA AYKIRILIKLAR

CEMİL DENK
Em. Albay

BALYOZ DAVASINDAKİ ÇELİŞKİLER VE HUKUKA AYKIRILIKLAR:
Gazeteler’de ve İnternet’te yazıldı, özetleyerek sunuyorum

Yargı, Başbakan Erdoğan’ın TALİMATI ile
Ordumuzun itibarını ve moralini sıfıra indirmiştir.

BALYOZ DAVASINDA CEZA ALAN SANIKLARDAN ORTAK BİLDİRİ

Silivri’de görülen Balyoz davası karar duruşmasına katılan avukat Hüseyin Ersöz, birçok sanığın altına imza attığı Ortak bildiriyi okudu. 21 Eylül 2012 Cuma 19:27

Ortak bildiride;
* “Balyoz Davası’nda toplu tutuklama ve yargılama ile işlenen Hukuk Cinayeti bugünkü kararla Hukuk Katliamına dönüştürülmüştür. Katledilen Cumhuriyetimizin geleceği olmuştur”
* “Bizler milletimize, vatanımıza asla ihanet etmedik. Vicdanımız tertemiz. Vatan sağ olsun”
* “Kesinlikle Siyasi olan davanın neticesinin hukuki olması beklenemezdi.

* Bu Mahkeme;
– Savunma Lehine Delilerin kaybolmasına sesiz kalan,
– En önemli Delilleri vermeyen,
– Sözde Delilleri tartışmayan,
-Savcının Taleplerini tamamına yakının karşılarken,
– Savunma Taleplerini karşılamayan
Bu uygulamaları ile hukuku ve Savunmayı Fiilen Yok sayarak Avukatsız yargılama yapan bir mahkemedir. ” dendi.

Av. Hüseyin Ersöz’ün okuduğu bildiride,

– İçinde Adalet ve Özgürlüğün olmadığı ülkede Demokrasi de olmaz.
– Komşu ülkelerdeki insan hakları ihlallerini önlemeye çalışan Devletimiz, maalesef kendi ordusuna karşı yapılan insan hakları ihlallerini, Haksızlıkları, Hukuksuzlukları önleyememiştir.
– Bu düzmece davada Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı emperyalist güçlerin, Cumhuriyet düşmanlarının kurduğu komplonun görülememiş olması kabul edilemez.
– Devlet bunu görmüşse ve sessiz kalmayı tercih etmiş ise durum daha da vahimdir.
– Bizler milletimize, vatanımıza asla ihanet etmedik. Vicdanımız tertemiz.
– Değişmez Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk’tür.
– İzleyeceğimiz yol onun Akıl ve Bilgi yoludur.
– VATAN SAĞ OLSUN” ifadeleri dikkat çekti.

İŞTE BALYOZ’DAKİ 12 ÇELİŞKİ :

Bu bilgiler; Cumhuriyet Gazetesi dahil birçok gazeteden alınmıştır:

1- Kardak’a çıkmış SAT komandosu Albay Ali Türkşen’e, “Şu Tarihte, Şu Saatte, sen bilgisayarında şu belgeyi kaydetmişsin!” diyorlar.
Ama TRT, o gün, o saatte, albayla ‘Silahlı Kuvvetler Saati’ türünden bir televizyon programı yapıyor ve onu Denizin Altına Dalış yaparken kameraya çekiyor.
Albay, “İspatı burada, Beni bilgisayarda belge kaydetmekle suçladığınız saatte, ben Denizin Altında dalıştayım, TRT çekmiş. Denizin altında, hangi belgeyi kaydedebilirim?” diyor. Bir Buçuk Yıldır Tutuklu!

2- 2003’te TCG Alanya gemisine bir görevlendirme yapıldığı söyleniyor.
O tarihte Gemi Henüz İnşa Bile Edilmemiş. İnşa tarihi 2005.

3- Sözde darbe planında, el konulacak ilaç şirketlerinin listesi var. Orada ‘Yeni Recordati’ diye bir firmanın adı geçiyor. Oysa o tarihte öyle bir FİRMA YOK!
O firmanın 2003’teki adı ‘Yeni İlaç’. ‘Yeni Recordati’ oluşu 2009.

4- Jandarma planlarının içinde belirtilen bazı sokak adları, 2003’te O İsimleri Taşımıyor. Sonradan değiştirilip öyle yapılmış, 2004’de, 2005’de, 2006’da…

5- CD’lerdeki word belgeleri 2003 tarihli. Dolayısıyla, 2003’ün teknolojisine uygun olması gerekiyor. Ama belgelerde kullanılmış olan ‘Calibri’ ve ‘Cambria’ gibi bazı yazı fontları Microsoft tarafından Ofis 2007 İçin Geliştirildi.
Bu da, darbe belgelerinin 2003’ten sonraki bir tarihte yazıldığının bir başka kanıtı.

6-Darbe belgeleri arasında toplantı tutanakları var ancak güya AKSAZ’da yapılan toplantıya katılımcı olarak gösterilen subayların biri o tarihte Haifa’da, diğeri Gemlik’te, diğeri İZMİR’de.

7- Belgelerin içinde, jandarma personelinin Kriptolu Cep Telefonu kullandığı belirtiliyor. Oysa o telefonların Jandarmada Kullanılmaya Başlama Tarihi 2008.
2003’te öyle bir telefon Yok!

8- Balyoz Planı’nın kendisinde, ‘Dost Bir Unsur’ olarak Türkiye Gençlik Birliği’nden söz ediliyor. Bu topluluğun sitesine girdiğinizde, Kuruluş Tarihinin 19 Mayıs 2006 olduğunu görüyorsunuz. Ama Balyoz Darbe Planı’nın Yapılma Tarihi 2003.

9- Eskişehir’de çıkan flash diskte yine 2003 tarihli bir Belge var. O belgede de bir kanun metnine atıf bulunuyor. Normalde o metinde, kanunun 2003 tarihli halinin olması gerekirken, metin 2005’te yapılmış bir değişikliği (hem de değişiklik kanununun tarihi ve numarasıyla) içeriyor.

10-11. ve 17 numaralı CD’lerin üzerinde Süha Tanyeri’ye ait olduğu iddia edilen El Yazıları var. O harflerin Süha Tanyeri’nin el yazısı ajandasından Kopyalandığını tespit ettik. Bununla ilgili ABD’den ve Türkiye’den iki rapor aldık. Birebir Kopya olduğuna ilişkin!.

11- Donanma Komutanlığı’nda ele geçirilen Hard Diskte Bir Makbuz var. Makbuzun bilgisayara taranma tarihi 2003 olarak görünüyor. Fakat makbuzun 2008’e ait bireysel emeklilik ödeme dekontu olduğu görülüyor.

12 -İstanbul’daki üç hastaneye ilişkin isim karışıklıkları var.- İlaç firmasında olduğu gibi – Oysa o hastaneler, o isimleri 2005’ten sonra alıyorlar. 2003’te hazırlandığı iddia edilen belgelerde 2005’teki adlarıyla o hastanelerin nasıl var olduğu bir türlü açıklanamıyor.” Odatv.com
***

Türk Ordusu Mensuplarına Verilen, Haksız ve Kasıtlı, Cezalar üzerine,
Birkaç Düşünür ve Yazarın Görüşleri:

Bekir Coşkun, Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdı özetleyerek sunuyorum:
“… Duruşma başlamadan bir gün önce Hâkim Değiştirildi, Yetmedi; arada tahliye kararı veren Hâkimleri Görevden Aldılar. Mahkeme başkanı, tahliye yönünde oy kullandığı için baskı altına alındığını oturup karara yazdı, EMEKLİ ETTİLER…”

… Mahkeme çağırınca, Yurtdışından ilk uçağa atlayıp 34 saat yol Gelen Subayı görür görmez “YURTDIŞINA KAÇAR” diye anında Tutukladılar…”
(Tüm bu olanları tarih kitaplarına koymayın… Çocuklarımız okuyup utanmasınlar!…)”

YURT Gazetesi yazdı özetleyerek sunuyorum:
* “… İddianamede davaya temel teşkil eden Kanıtlardan tam Bin 500’ünün SAHTE olduğu kanıtlandı.
* 2003’TE hazırlandığı ileri sürülen Balyoz Planı belgelerinin SAHTE Olduğu 23 Ayrı BİLİRKİŞİ RAPORUYLA kesinleştiği halde, Mahkeme Dikkate Almadı!…”

ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan açıklama yaptı. SÖZCÜ Gazetesi yazdı özetleyerek sunuyorum:

“… İktidar, Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin değerlerini ortadan kaldırma görevini ısrarla sürdürmektedir. Yurt savunmasının en önemli gücü olan Türk Silahlı Kuvvetlerini etkisiz hale getirmek için, Yaşamlarını ülkeleri için gözü kapalı feda etmeye hazır olan, ordu mensuplarını tutsak eden Yargı, Bağımsız Değildir”

Necati Doğru, SÖZCÜ Gazetesi’nde yazdı özetleyerek sunuyorum:
“… Silivri Mahkemelerinde “3 Temel Değer” Yargılandı ve bu 3 temel değeri savunanlara şu net mesaj verildi:

1- Laiklik Elden Gidecek!… Sana ne?
2- Tam Bağımsızlık elden gidecek!… Sana ne?
3- Bölünmez bütünlük elden gidecek!… Sana ne?

“Cumhuriyetin “3 kurucu değerine” sahip çıkabilmesi Halkın Ferasetine (anlayış, zihin uyanıklığı, kavrama yeteneğine) kaldı.

Halk, seçimle getirdi… İsterse Seçimle Gönderir… 3 değere sahip çıkar.
Çıkmazsa Kendi Düşen Ağlamaz!”

Emin Çölaşan SÖZCÜ Gazetesi’nde yazdı özetleyerek sunuyorum:
“…Balyoz, Ergenekon ve öteki benzer davaların açılmasının bir tek nedeni vardı:
AKP iktidarına karşı olan Asker ve Sivil kadroları Susturmak!..

AKP’nin yargıyı ele geçirmiş olduğunu burada belki yüz kez yazdım ve olanları artık hepimiz biliyoruz:

* Yargı, yargı olmaktan çıkarıldı, Tarafsızlığını tümüyle yitirdi.
* Yargı, hükümetin arka bahçesi oldu.
* Balyoz davasının başından beri sanıklar lehine karar veren bütün hâkimler HSYK tarafından sürgün edildi,
* Duruşmaların neredeyse yarısı Avukatsız yapıldı…
* Savunma Hakkı büyük ölçüde Engellendi, daraltıldı,
* Mahkeme adil değildi.
* Amaç Türk Ordusu’nun Tasfiye edilmesi idi…
* Yargılama aşamasında Deliller İncelenmedi
* Avukatlara ceza verildi. Sanıklara Savunma Yaptırılmadı
* Düzmece Belgelere yapılan İtirazlar, Bilirkişi Raporları asla Dikkate Alınmadı.”

Büyük tartışma konusu olan CD’ler için bir üniversite ve uluslararası bir kuruluşu Sahteliğini ifade eden Raporları Dikkate Alınmadı!

Bu kararın verilmesi işte böyle sağlandı…

… Bunun vebali bugünkü İktidar’ın boynunadır!.. ”

… Efendim bunun daha Yargıtay aşaması varmış da, son sözü Yargıtay Söyleyecekmiş de!.. Hangi Yargıtay, hangi yüksek yargı var bu saatten sonra?

“… Dava devam ederken tam iki yıl boyunca bütün DÜZMECE DELİLLER gerçekmiş gibi halka sunuldu!.. Medyada, Savunmaya dair haberler küçücük yer alırken iddialar köpürtüldü…
Televizyon kanalları, İktidara yalakalık için davayla vıcık vıcık oynadılar!..
Askerlerin çeteleştiğini anlatıp durdular ve bol bol demokrasi goygoyculuğu yapmaktan utanmadılar!..

… Sonuca, ilk soruşturmayla başlatılan ve dava devam ettikçe ağırlaşan kampanyayla gelindi!. Bu, adil yargılamayı etkilemekse, dibine kadar yapıldı…”

Uğur Dündar, SÖZCÜ Gazetesi’nde yazdı özetleyerek sunuyorum:
“Bir saat Adaletle hükmetmek, bir sene İbadet etmekten daha hayırlıdır.” Hz. Muhammet
“Adalete duyulan güven zaten sarsılmıştı. Ama o gece, yerle bir edildi.” Uğur Dündar

Metin Feyzioğlu, SÖZCÜ Gazetesi:
“Bu dava hukuki bir dava değil, siyasi bir davadır. Aynı Plan semineri, ABD’de de, NATO’da da defalarca yapılmıştır. Yaşanan hukuksuzluklar, hukuk devletine ve özgürlüğümüze demokratik yöntemlerle sahip çıkma kararlılığımızı daha da artırmıştır” (ANKA)

Mehmet Türker, SÖZCÜ’de yazdı:
“… Çanakkale’de anma törenine gittik, bu beyefendi Ayağa Kalkmadı. Ondan sonra GEREĞİ YAPILDI… Şimdi bakın Gideceği Yeri o da buldu.” Başbakan Tayyip Erdoğan

“Biz, Özel Kuvvetler eski Komutanı, emekli Korgeneral Engin Alan’ın suçunu, Recep Bey’in yaptığı açıklamadan öğrenmiştik ki; Engin Alan kendisine selam vermediği, Ayağa Kalkmadığı, Alkışlamadığı için Silivri’deymiş!!??..” Ayağa Kalmadın; 18 Yıl Hapis! Tüm Özlük Haklarından mahrum ol!

“… ÜLKE ELDEN GİDERKEN eşlerimiz elden gitmiş çok mu?”

Cezalandırılmış olan Askerlerin Eşleri

***

Mustafa Mutlu Aydınlık Gazetesi’nde (misafir olarak,) yazdı özetleyerek sunuyorum:

“… Balyoz’da çıkan karar ne olursa olsun; bu dava, aynı zamanda
“Yargılama Usul ve Esaslarına Aykırılık” iddiasıyla da tarihe geçecek…

Sanıklardan Oramiral Özden Örnek mahkemenin usul hatalarını ve hukuka aykırı olduğunu düşündüğü uygulamaları saymış ve tam BİN 927 ÇELİŞKİYE, USUL HATASINA ve HUKUKA AYKIRILIĞA ulaşmış…

“Ben sadece Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil Yargılanma Hakkı”nı düzenleyen altıncı maddesine uymayan ON USULSÜZLÜĞÜN altını çizmek istiyorum:
1) Tutuklama kararları, hiçbir Objektif Hukuki Gerekçeye Dayanılmaksızın verildi.
Tutuklu sanıklarla tutuksuz sanıklar hakkındaki tüm iddialar ve deliller neredeyse aynıyken, haklarında farklı karar verilmiş olması” KEYFİLİK” kuşkusunu güçlendirdi.

2) Nöbetçi hâkimler tarafından serbest bırakılan bazı subaylar, itiraz üzerine tutuklandı… Sonra yeniden serbest bırakıldı. Ardından aleyhlerinde hiçbir yeni delil elde edilmediği halde haklarında yeniden tutuklama kararı çıktı.
Tutuklular hakkında Tahliye Kararı Veren Hâkimler Görevlerinden Alındı. Mahkeme Başkanı tahliye yönünde oy kullandığı için baskı altına alındığını, ara kararlara yazdı. Sonuçta da Emekli Edildi.

3) Yargılama tüm evrensel yargılama ilkelerinin aksine, bir cezaevi kampüsünün içine kurulan duruşma salonunda yapıldı. Bu, sanıklar ile avukatları ve sanık yakınları üzerinde ciddi bir psikolojik direnç bozukluğu yarattı.

4) Yargılamanın yapıldığı her duruşma günü Silivri’ye giden tutuksuz sanıklar, sanık yakınları ve avukatlar, büyük bir maddi külfet üstlenmek zorunda bırakıldı.

5) Mahkeme, avukatlar tarafından sunulan ve sanıkların masumiyetini ortaya koyan birçok yerli ve yabancı Bilirkişi Raporunu dikkate almadığı gibi araştırılması için karar da almadı.

6) Bütün sanıkların ısrarla talep etmelerine rağmen, iddianamede sözde darbeyi önleyen kişiler olarak gösterilen Aytaç Yalman’ın ve Hilmi Özkök’ün ifadelerine başvurulmadı.

7) Mahkeme yaklaşık 150 Sanık Avukatı hakkında farklı gerekçelerle suç duyurusunda bulundu;
Savunmanın Baskı Altına Alındığı gibi bir tablonun ortaya çıkmasına yol açıldı.

8) Yargılamalar sırasında, duruşma salonunun tavanından sarkıtılan mikrofonlar aracılığıyla, sanıkların avukatları ile yaptıkları konuşmalar kayıt altına alındı.
Mahremiyet ilkesi ihlal edildi.

9) Savcının esasa ilişkin mütalaasının; henüz sanıklardan Ergin Saygun’un Sorgusu Tamamlanmadan Hazırlandığı ortaya çıktı.

10) Savcılık makamı tarafından isnat edilen suçlamalara dayanak teşkil eden dokümanların manipülatif bir niteliğe sahip olduğunu gösteren ‘Müzekkere Cevapları’, altı klasör halinde adli emanete kaldırıldı ve Savunmadan Gizlendi.”
***

ATATÜRK’ÜN, ORDUMUZA, SUBAYIMIZA BAKIŞI

Mustafa Kemal Atatürk, 31 Temmuz 1920 tarihinde, Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmayı özetleyerek,
“TÜRK, ASKER DOĞAR, ASKER ÖLÜR” denilen, Yüce Türk Milletinin değerlendirmelerine sunuyorum:

AKP hükümetinin Memuru durumuna getirilen Yargı tarafından Balyoz davasıyla itibarı ve morali sıfıra indirilen Türk ordusuna, bakalım, her konuda ufkun ötesini gören, özel insan, Mustafa Kemal neler demiş,

“… Millet, bağımsızlığını ordudan bekler… Ordunun ruhunu teşkil Eden subaylardan bekler
Arkadaşlar! … Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vaziyettedir. … Dünyada hayat için, insanca yaşamak için, bağımsızlık lâzımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için, kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder. KUVVET ORDUDUR.

… İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu Ordudan Mahrum Etmek çarelerine giriştiler.
Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar.
Her halde Ordu, Düşmanlarımızın Birinci Taarruz Hedefi oldu.
Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. … Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur.
“Ordunun Ruhu Subaylardadır.”

… Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil Eden subaylardan bekler. Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Çünkü, düşmanlarımız herkesten evvel Onları Öldürür.Onları Aşağılar ve Hor Görürler. … Düşmanlarımızın da kastettiği, o Şerefi Ayaklar Altına Atmaktır.” Mustafa Kemal

Kaynak:
* Afyon’da çıkan İkaz Gazetesi’nden aktaran: Anadolu’da Yenigün Gazetesi, 10 Ağustos 1920.
* Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.9, Kaynak Yayınlan, Istanbul. Ekim 2002, s. 112-113
***

BİZLERDEN BİRKAÇ SAPTAMA:

Hüseyin Avni Güler: “Askerine düşman olanlar, düşmanın askeri olurlar”

Erdal Sarızeybek: “Ordumuz, AKP iktidara geldiğinden bu yana çok yıpratıldı. Ordumuzu bilerek, ya da bilmeyerek, yıpratanlar, Ordunun bize her zaman lazım olacağını neden düşünmezler?
Silahlı Kuvvetlerimiz gücünü kaybederse, dostumuz rolü yapan düşmanlar bizi bu coğrafyada yaşatmazlar.
Askerimizin kıymetini bilelim ve onu yıpratmaktan vazgeçelim.”

“BUNLAR DÜŞMAN MI?”

Kimi “BDP’li vatan hainleri Meclis’te, komutanlar Silivri’de… Hangi teröriste gerçekleştiremediği bir eylemden ötürü müebbet verdiniz de, askere kendi uydurduğunuz Terör Örgütü Üyesi safsatasıyla ve sadece teşebbüs sebebiyle Müebbet veriyorsunuz?”

… İmralı’daki terörist başı her konuşmasında, devleti tehdit ediyor haftada bir gün eşiyle dostuyla açık görüşme yapabiliyor,
… Terörle mücadele eden, “Ne Olacak Bu Memleketin Hali!” diyen askerlerimiz hapiste oldukları müddetçe kimseyle görüşemeyecekler diye karar çıkıyor.
Başbakan’ımızın sesi çıkmıyor. Askerimiz, ne bebek katili ne de vatan haini! Ama, Ordumuzun düştüğü duruma bakın! Bu düşmanlığı HALKIMIZ görsün artık!!

“… Sayın Başbakan’ımız kalkıp da “Askerimiz” demesin. Çünkü AKP zihniyetinin ülkenin askerine yaptığı ortada… Türk askeri ile uğraşanlar şunu iyi bilsin! Türk Ordusu her zaman gurur duyduğumuz ve duyacağımız bir kuruluştur.

PKK’ya karşı savaşan komutanlarımızı bebek katili Öcalan’dan daha suçlu hale düşürülmesi, hükümetin orduyu etkisizleştirme çabalarının bir parçasıdır.
Orduya hakaret Türk Milleti’ne ve şehitlere hakarettir!”

Sandığa Gitmeyen, “YETMEZ AMA EVET” diyen ve AKP’ye oy veren değerli insanlar, lütfen gerçekleri bilin! Her yaptığı zulmü unutturmak için yeni bir gündem yaratan,
Bu mahkemenin kararları açıkladığı günün peşinden birçok maddeye ZAM yapan AKP hükümetini artık İktidara Getirmeyin!

Ve ALTIN DEĞERİNDEKİ ‘OY’LARINIZI verdiğiniz insanların yaptıklarını sorgulayın ve
ona göre oylarınızı kullanın!. 23 Eylül 2012 Pazar

CEMİL DENK, (E. Albay – Ankara )
Atatürk’ün, Din’e, Laiklik’e ve Kadına Bakışı” konusunda Araştırmacı Yazar
0 532 217 88 11 E-Mail: denk.cemil@gmail.com
=====================================================

Teşekkürler Sayın Cemil Denk..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 24.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Terör Doğu’da kan dökerken, irtica Batı’da ‘yola devam’ diyor!

Dostlar,

Mustafa Mutlu’nun bu yazısı çok önemli. Sitemizde bu gün en üste sabitledğimiz
bir poster var. Önceki gün gene vermiştik altında yorumlarımızla.
Bu kez Sn. Mustafa Mutlu konuyu bağlantılarıyla işliyor..

Örn. AKP Muğla vekili Ali Boğa, torununu, damadının diplomat olması yüzünden
dış ülkelerde denklik sorunu doğmasın diye Türkiye’de Fransız okuluna vermişlermiş..

AKP’li vekil Ali Boğa eklemiş : “Dünyada İmam Hatiplerin dengi yoksa biz ne yapalım?”

Biz de bay Boğa’ya soralım:

“Bu ne tuhaf, Türkiye’ye özgü okulmuş ki, dünyada dengi yok?!

Sizin torununuz paçayı kurtardı. İmam Hatip mezunlarının denklik sorununu siz mi çözeceksiniz bay Boğa?

1 soru daha : Dünyada denkliği tanınmamış bir okuldan ülkemizde yüzlerce,
hatta binlerce açmanın mantığı nedir? Toplumu nereye sürüklemek istiyorsuuz?

Bay Boğa; bu soruların yanıtını siz de veremezsiniz, AKP’niz de RT Erdoğan da..

Bu durumda çare : Bu okulları kapatın, AB ülkelerinde olduğu gibi üniversite öncesi
tüm okullar laik olsun. Din eğitimi isteyen, üniversitede İlahiyat (Teoloji) okusun.

Var mısınız?
Yoksanız, davranışınızı adı “ikiyüzlülük müdür?” desek belki dava edersiniz;
en hafifinden çifte standart edğil midir?

Halkımıza not : AKP’lilerin çocukları içeride yabancı okullara, garip gurabanın çcukları İmam Hatibe.. Kız da olsa.. Dinen İmam ya da hatip olamayacakmış, ne gam..

İşte AKP’nin gariban halkımıza yaraşır bulduğu muamele bu..
Ehh, necip milletim, “cumhurum” gör artık sana kurulan acımasız tuzakları..

Osmanlı bu mollalar yüzünden battı.. Sıra 100 yıl sonra Türkiye Cumhuriyetinde mi?

Sevgi ve saygı ile.
İstanbul, 31.8.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
===============================================================

Mustafa Mutlu

Terör Doğu’da kan dökerken, irtica Batı’da ‘yola devam’ diyor!
http://haber.gazetevatan.com/Haber/476498/1/Gundem, 24.08.2012

Bölücü terör örgütü Güneydoğu’yu kasıp kavururken, ekürisi irticacılar da boş durmuyor… Akan kana, parçalanan masum vücutlara aldırmadan yola devam ediyorlar.

Furkan Eğitim ve Kültür Derneği, Silivri’de tüm reklam panolarını afişlerle donatmış… Bu afiş, noktasına, virgülüne kadar aynen şöyle…
(yalnızca bağlantı telefonlarını yazmadım):

“KAYITLARIMIZ BAŞLAMIŞTIR
8-27 AĞUSTOS 2012

MEDRESEMİZ AÇILACAKTIR

T.C. SİLİVRİ FURKAN EĞİTİM VE KÜLTÜR DERNEĞİ SIBYAN MEDRESELERİ

‘4-5-6 Yaş Grubu için’

Osmanlı’nın Sibyan talebelerine vermiş olduğu İslami eğitim VERİLMEKTEDİR.”

***

Sıbyan mektepleri, Osmanlı döneminde ilköğretim kurumlarına verilen ad…
“Mekteb-i sıbyan”, “darü’s-sıbyan”, “muallimhane ve mektebhane”, “darü’l-ilm”, “darü’t-talim”, “mahalle mektebi” olarak da biliniyor…

Bu okullar 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun (Öğretim Birliği) çıkmasıyla kapatıldı. Peki; Tevhid-i Tedrisat Kanunu bugün yürürlükte değil mi?
Elbette yürürlükte… Ama bir kanunun yürürlükte olmasıyla uygulanır halde olması ayrı şeyler! Furkan Eğitim ve Kültür Derneği yöneticileri de bunu bildikleri ve başlarına bir şey gelmeyeceğinden emin oldukları için, Osmanlı özentiliğini
yaşama geçirmekte sakınca görmüyorlar…

***

Silivri Müftülüğü yetkilileri, kendilerine bu medreseyi soran gazetecilere,
“Orası iyi bir yer, zararsız, korkulacak bir şey yok. Anaokulu eğitiminin aynısını veriyor. Çocuklar dini eğitim alıyor. Çevremizde çocuklarını gönderen arkadaşlarımız var. Özel bir kurs olduğu için müftülükle alakası yoktur.” diye yanıt veriyor.

Silivri’de dağ taş bu mektebin afişleriyle donatılmış ama İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkililerinin bu mektepten haberi bile yok… Dolayısıyla yasa dışı faaliyet gösteren bu medrese için kimse hukuki bir süreç başlatmıyor.

***

Peki; bu, Furkan Derneği neyin nesi?

Furkan Dergisi ve Furkan Vakfı adı altında iki farklı grubun kurduğu bir dernek… Görüş olarak İBDA-C’ye yakın oldukları mahkeme kayıtlarına yansımış…
Silivri’deki sözde medresenin hocalarından Havva Aksu, Yurt muhabirine,

“İsmailağa cemaatine mensubuz, Mahmut Efendi’nin öğrencileriyiz ve öğretilerini aktarmak için uğraş veriyoruz.” demiş…

***
İşte böyle:

Bölücü terör örgütünün Güneydoğu’da çıkardığı toz dumandan yararlanan
cumhuriyet karşıtları, Silivri’de medrese ilkokulu açıp 4-10 yaş arasındaki çocukları laiklik karşıtı olarak yetiştiriyor.

Diyelim ki Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı da tıpkı Milli Eğitim yetkilileri gibi
bu konudan habersizdi…

Diyelim ki onlar da yollardaki afişleri görmedi…

İşte şimdi haberdar oldular!

Çok merak ediyorum; acaba savcısı oldukları cumhuriyete karşı nesiller yetiştirmeye soyunan bu sözde okul hakkında ne gibi bir işlem yapacaklar?

*****

İFTİRA!

AKP Milletvekili Ali Boğa, Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği’nin düzenlediği pilav gününe katılmış ve “Kur’an-ı Kerim’in okunmasının yasak olduğu günlerden geçtik. 4+4+4 sistemiyle bütün okulları imam hatip okulu yapma şansını elde etmiş durumdayız.” demiş…

Gerçek olmayan bu sözlerle saf insanları etkileyip, din üzerinden siyasi kariyer yapmak kolay Ali Boğa…

Bu ülkede Kur’an-ı Kerim okumak ne zaman yasak oldu? Kim yasakladı bunu?

Dinde yalanın, iftiranın yeri yoktur bilirsin… O yüzden kanıtla iddianı!
Kanıtla da müfteri olmaktan kurtul, yalancı durumuna düşme…
Bunu yapamazsan; bundan sonra senden her söz ettiğimde adının sol yanına
“müfteri” sözcüğünü de koyacağım!

*****
GÜNÜN SORUSU

CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, “Uluslararası güçlerin Suriye’den sonraki hedefinin, etnisite ve mezhep temelli bir Türkiye tasarımı” olduğunu öne sürmüş…

Sorum kendisine:

Madem bunu biliyorsunuz; o zaman partinizin bazı vekillerinin bölücü ve dinci tayfanın tezlerini destekler yönde açıklama yapmasını neden engellemiyorsunuz?

*****

ABD’de yapılınca oyun, Türkiye’de olunca darbe…

Silivri’de yıllardır süren ve bugünlerde karar aşamasına gelinen Balyoz Davası’nın özü ne? Dönemin 1. Ordu Komutanlığı’nda yapılan bir seminer ve bu seminerde
ele alınan bir “savaş oyunu…”

Bu oyuna göre askerler darbe yapmak için Fatih Camii’ne bomba koyuyor…
Sonra ortalık karışıyor ve ülke yönetimini askerler üstleniyor.

Askerler savaş oyunu diyor ama savcılar bunun darbe planı olduğu konusunda ısrarlı!

Dün Hürriyet’teki haberi okuyunca gördük ki; meğer bu savaş oyunları Washington’da da oynanıyormuş… Habere göre Gaziantep katliamından çok önce, 27 Haziran’da oynanan savaş oyununda Gaziantep’e ve Kahramanmaraş’a bomba konulması sahnelenmiş…
Ve bu oyuna Türkiye’den de temsilciler katılmış…

***

ABD’de oynanan oyun neredeyse aynen gerçekleşiyor; buna rağmen “Canım bu alt tarafı bir simülasyondu.” denilerek geçiştiriliyor…

Türkiye’de gerçekleşmeyen plan, oyun ya da simülasyon için ise çoğu yüksek rütbeli askerler yıllardır cezaevinde tutuluyor.

***

Çok merak ediyorum:
Acaba Gaziantep’te patlayan bomba ile ilgili olarak açılacak dava Balyoz savcılarına verilseydi; ABD’deki oyunu oynayanları da davaya dâhil edebilirler miydi?