Etiket arşivi: Mustafa Balbay

Türkiye’nin yönetim sistemi: Kamuoyokrasi!

Türkiye’nin yönetim sistemi: Kamuoyokrasi!

Mustafa BALBAY
Cumhuriyet
, 26 Mart 2020
ankcum@cumhuriyet.com.tr 
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

 

2018 seçimleri ile birlikte parlamenter sistemin ortadan kalktığını, yerine ise bir “sistem” denebilecek yapı konulmadığını yeri geldikçe vurguladık. Koronavirüs salgını bu saptamanın doğruluğunu bir kez daha ortaya koydu.

Her Bakanlık ayrı açıklama yapıyor. Sağlık Bakanlığı’nın atması gereken adımları İçişleri Bakanı açıklıyor. Sağlık Bakanı, “Herkes kendi OHAL’ini ilan etsin” deyip, topu halka atıyor. Cumhurbaşkanı Saray’da mikrobiyolog kadrosu da oluşturmuş, önlem toplantılarını Çankaya Köşkü’nde yapıyor. Kendince çok ilginç önlemler alıyor.

Bu ortamda Türkiye, salgınla baş etmek için önlem almıyor mu?

Elbette alıyor ama sorun kamuoyuna mal olunca!

Koronavirüsten önce, iktidarın ancak kamuoyunda tepki yükselince geri adım attığına tanık olmuştuk. Kaz Dağları, termik santrallara filtre, Simit Sarayı’nı kurtarma

Salgında da temel önlemlerin ancak kamuoyu gücüyle alındığını görüyoruz.
***

İktidar, ne pahasına olursa olsun ligleri devam ettirmekten yanaydı. Zira televizyon başında milyonlarca seyircisi var. Fatih Terim’in isyan etmesiyle başlayan tartışma sonunda ligler ertelendi. Dileyelim ki Terim sağlığına bir an önce kavuşsun, bu da toplumda moral gücü artırsın. Zira moral güç, bütün güçlerin en başındaki “1”dir.

Cuma hutbesinde cemaatin kalabalık yerlerde olmaması gerektiğini yan yana saf tutan yüzlerce insana söylemenin yarattığı tabloya toplum tepki gösterdi.

  • Vatanın, insanın bekası için camilerin kapatılabileceğini iktidar da yaşadı!

Türkiye’de 160 bin doktor var. 82 milyon mu 160 bin mi? Oy hesabıyla bakarsan tabii ki, 82 milyon. Bu, doktorları halka dövdüren yolu açtı. Bugün ne oldu? Kamuoyu sağlık hizmetini, bu hizmeti verenleri sorguladıkça, iktidar da atamalardan yatırımlara atacağı adımları anlatmaya çalışıyor

Türkiye’de aşı üretebilecek tek kurum Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü idi. 1928’de kurulan enstitü 2011’de kapatıldı.

Keşke zamanında sorgulansaydı!

Virüs kapıya dayanınca da olsa, kamuoyunun uyanması iyidir!
***

Görünür gelecekte Türkiye’yi kamuoyunun gücü yönetecek. Kamuoyu olarak uyanık olduğumuz kadar işler iyiye gidecek. Buna “Kamuoyokrasi” deyip kurumsallaştırmış olalım. Yani halkın kendini yönetenleri yönetmesi.

Bu süreçte oluşturulan Bilim Kurulu şu isimlerden oluşuyor:

Prof. Dr. Ateş Kara (Hacettepe Ünv.), Prof. Dr. Levent Akın (Hacettepe Ünv.), Prof. Dr. Ayşegül Füsun Eyüboğlu (Başkent Ünv.), Prof. Dr. Recep Öztürk (İstanbul Medipol Ünv.), Prof. Dr. Firdevs Aktaş (Gazi Ünv.), Prof. Dr. Serhat Ünal (Hacettepe), Prof. Dr. Alpay Azap (Ankara Ünv.), Prof. Dr. Yeşim Taşova (Çukurova Ünv.), Prof. Dr. Hasan Tezer (Gazi Ünv.), Doç. Dr. Şebnem Erdinç (Sağlık Bilimleri Ünv.), Prof. Dr. Aydın Yılmaz (Ankara Atatürk Hast.), Prof. Dr. Rahmet Güner (Ankara Yıldırım Beyazıt Ünv.), Prof. Dr. Canan Ağalar (Fatih Sultan Mehmet Hast.), Prof. Dr. Müşerref Şule Akçay (Başkent Ünv.), Prof. Dr. Akın Kaya (Ankara Ünv.), Prof. Dr. İlhami Çelik (Kayseri Şehir Hast.) Prof. Dr. Levent Yamanel (Gülhane) Prof. Dr. Zeliha Tufan Koçak (YÖK), Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz (İstanbul Üniv.), Prof. Dr. Mehmet Doğanay (Erciyes Ünv.) Doç. Dr. Gülay Korukluoğlu (Ulusal Viroloji Lab.), Sağlık Bakanlığı’ndan Dr. Ayla Aydın, Ali Göktepe, Prof. Dr. Selçuk Kılıç, Cemil Güneş.

Saygıdeğer bilim insanları, hazır iktidar, “bilim ne diyorsa o” demişken, büyük sorumluluğunuz var. İktidar bunu topu üstünden atmak için de yapmış olabilir. Sorun büyürse, “Bilim Kurulu önerdi de yapmadık mı!” diyebilir. Sizden iki isteğimiz, dileğimiz var:

  • Gerçekler ve çözüm…
    =================================
    Dostlar,
     

    KORONAVİRUS SALGINI  konusunda TV konuşmalarımız…

    23 Mart 2020, Pazartesi, HALK TV, saat 21:00 – 24:00 (3 saat)

    1. bölüm : https://youtu.be/NeX0QtFuib4 veya https://youtu.be/NeX0QtFuib4?t=34
    2. Bölüm : https://youtu.be/4lV1oYGtWS0
    3. bölğm : erişemedik.. site okurlarımız erişir ve biz bildirirse sevinirz..

    25 Mart 2020 KRT televizyonu, saat 18:30 haber bülteni içinde, 19+ dk. https://www.youtube.com/watch?v=yJhn4AdKanA

    26 Mart 2020, VERYANSIN TV, YoueTube üzerinden.. https://youtu.be/x0HcoRv2KvY
    36 dk.

    Bilgi ve ilginize sunarız..

    Sevgi ve saygı ile. 26 Mart 2020, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

    Hekim, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)
    Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı

    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

1 Mart tezkeresinin yıldönümü ve İdlib şehitleri!

1 Mart tezkeresinin yıldönümü ve İdlib şehitleri!

Mustafa BALBAY
ankcum@cumhuriyet.com.tr
Cumhuriyet, 01 Mart 2020

İdlib’de şehit düşen 34 askerimizin acısını tüm ülke olarak yaşıyoruz. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, 82 milyon yakınına başsağlığı diliyoruz.

Bugün 1 Mart 2003’te TBMM’de oylanan Irak tezkeresinin 17. yıldönümü. Tarihe 1 Mart tezkeresi diye geçen, Türkiye’de 70 bin Amerikan askerinin bulundurulmasını, onlarca liman ve havaalanının ABD tarafından kullanılmasını içeren bu Tezkerenin TBMM’den geçmemesi büyük bir dönüm noktasıydı.

O gün ABD katında şu değerlendirme yapıldı:

Bize Türkiye gibi ülkelerde demokrasi gerekli değil. Parlamento, yargı, Genelkurmay iradesi, bunlar planlarımızı olumsuz etkileyen kurumlar. Bu ülkelerde yönetimin tek kişinin elinde olması bizim işimizi kolaylaştırır. Bunca kurumla uğraşacağımıza tek kişiyi nasıl olsa ikna ederiz!

Bugün yaşadığımız darmadağınık dış politikanın özünde bu yatıyor.

1 Mart tezkeresi geçseydi ne olurdu sorusunun özet yanıtı şudur:

ABD’nin işgal ettiği yerlerde ne olduysa o olurdu!

***

Bugünkü durum:

Türkiye’de parlamento ikincil duruma getirildi. Bütün önemli kararlar Saray’da tek kişi tarafından veriliyor havası yerleşti. Devlet çarkının dişlileri arasındaki bağlar koptu. Bozulan saati düzeltmeye çalışırken içinden parça artırır gibi pek çok kurum işlevsizleşti.

Saray’da oluşturulan dış politikadan Dışişleri Bakanlığı’nın haberi olduğunu sanmıyoruz!

Karşı karşıya kaldığımız tablo bu denli vahim…

Bu gidişin devamı daha da vahim olabilir.

Şu öngörümüzün altını bir kez daha çizelim:

Bir gün Suriye sorunu bitecek, ama Suriyeliler sorunu bitmeyecek!

Yanılmayı yürekten diliyoruz…

İçimizde ne denli Suriyeli olduğuna ilişkin görüş birliği yok. Kevgir devlet olduk. Sınırlarımız akordeon gibi; ne zaman açacağımız, ne zaman kapatacağımız belli değil.

Güncel durum şu:

İdlib’den Türkiye’ye giriş yasak. Gerekçe, “daha çok sığınmacı alacak durumumuz yok.” Edirne’den sınırın ötesine geçiş serbest. Neden, “AB’ye ders vereceğiz, sorunun ciddiyetini anlasınlar!

Edirne ötesine ilişkin resmi söylem de şu:

İnsanlar gitmek istedikten sonra biz onları zorla tutamayız ki!

Şimdi binlerce Suriyeli, “Avrupa kapıları açıldı” haykırışlarıyla sınıra yöneliyor.

Yarın Merkel’le konuşup şöyle bir demeç vermeyeceğinin güvencesi var mı:

Türkiye sınırları insanların elini kolunu sallaya sallaya girip çıktığı yol geçen hanı değildir. Bu ülke sınırları içindeki herkes bu ülkenin kurallarına uymak zorundadır!

Böyle devlet mi yönetilir? Bu durumda size sormazlar mı?

Milyonlarca insanın duygularıyla böylesine oynamak hangi din kardeşliğine yakışır?
***
Erdoğan’ın, 36 saatlik sessizlikten sonra kamera karşına geçip şehitlerimiz adeta günlük olağan gelişmelerin bir parçasıymış gibi konuşması; yeri mi, değil mi, bakmadan işin içine gülümsemeli espriler katması, aynı zamanda bütün yetkileri elinde tutmanın çaresizliği!

  • Erdoğan’ı bu çaresizlikten kurtarmak gerekiyor!

Yaşadığımız sorunlar tek kişinin karar verme kapasitesini aşmıştır!

Putin’le bir olup Trump’ı çekiştirmenin, Trump’la bir olup Putin’i çekiştirmenin devlet yönetmek olmadığını anlatma eşiği çoktan geçildi.

1 Mart 2003 Tezkeresinde Meclis bu ülkenin, bu milletin Meclis’i olduğunu gösterdi, Türkiye’nin daha çok batağa sürüklenmesini engelledi.

17 yıl sonra… 2 Ocak 2020 Libya tezkeresi apar topar çıkarıldı; Libya şehitleri gizli gömüldü.

İdlib şehitlerimiz sınır valisine açıklatıldı!

İşte gelinen nokta… Böyle gitmez

Şekibe abla uğurlandı..

Şekibe abla uğurlandı..

68 kuşağının “Şekibe ablası” Şekibe Çelenk 99 yaşında yaşama veda etti.

Yavuz ALATAN
SÖZCÜ,

Şekibe abla uğurlandı

Deniz Gezmiş’in avukatı Halit Çelenk‘in eşi Şekibe Çelenk son yolculuğuna uğurlandı. 1962 yılında Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) katılarak, yerel seçimlerde TİP’in radyo propagandasındaki ilk kadın konuşmacı olan Şekibe Çelenk, 99 yaşında yaşama veda etti. Çelenk eşi Halit Çelenk’in yanına, Karşıyaka mezarlığına defnedildi.

FOTO: SÖZCÜ

Türkiye’deki 1968 gençlik kuşağının öncü adlarından Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın avukatı olan Halit Çelenk ve eşi Şekibe Çelenk dönemin öne çıkan isimleri arasındaydı. 6 Mayıs 1972’de idam edilmeden önce Deniz Gezmiş, Şekibe Çelenk’e selam göndererek, “Şekibe ablaya selam söyleyin, arkadaşlara çok emeği geçti” demişti. Cenaze törenine CHP eski milletvekili Mustafa Balbay da katıldı.

=========================================
Dostlar,

Merhum Avukatlar Halit ve Şekibe Çelenk çifti ile tanışma olanağımız oldu 2007’de
Kuşkusuz, Deniz’lerin savunmalarında olağanüstü çabalarını biliyorduk, okumuş ve izlemiştik.
10 Mart 2007 günü, merhum Çelenk’lerin kitap imza günü vardı..
Muzaffer İlhan Erdost’un yayınevinde idik.. Kardeşi Veteriner  Hekim İlhan Erdost’u Hakkari’de işkenceye kurban veren ve O’nun adını da alan yüreği derinden yaralı Muzaffer Erdost‘un..

Halit beyin yerine kitaplarını kızı Ferda Özyurda imzalıyordu.. Ferda hoca, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalında halen oda komşumuz Prof. Dr. Ferda Çelenk Özyurda.. Aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi.. Ferda’nın kızının adı Deniz..

Halit beyi 2011’de yitirdik. Şekibe hanım biraz daha asıldı yaşama.. taa ki 22 Şubat 2020’ye dek.

Çoook güzel insanlardı..

Boz kanatlı atlara binip bizleri yoksun ve öksüz bırakıp gittiler..

 

Yaşamları boyunca yapıp – ettikleri, insancıl felsefeleri, devrimci eylemleri, değerleri, kararlı savaşımları yolumuzu ışıtmayı sürdürecek.

Sevgili meslektaşlarım Ferda’ya, eşi Ümit’e, tüm aileye ve ülkemize başsağlığı diliyoruz..

Dr. Ahmet Saltık, 24.02.2020

Suriye gerçeği: Her operasyon yenisini doğurdu!

Suriye gerçeği:
Her operasyon yenisini doğurdu!

Mustafa BALBAY
ankcum@cumhuriyet.com.tr
Cumhuriyet, 04.02.2020

Haftaya İdlib’den gelen şehit haberiyle başladık. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, ülkemize başsağlığı diliyoruz. Bölgede uzun süredir askerlerimizin güvenliğini de tehdit eden gelişmeler vardı. İdlib Suriye’nin düğüm noktası oldu. Önümüzdeki günlerde buradan gelecek haberler Suriye’deki iç savaşın bundan sonraki seyri konusunda da ipucu verecek.

Suriye’de 2011’de başlayan iç savaş ne yazık ki AKP iktidarının öngördüğü şekilde seyretmedi. Türkiye 2016’da, kendi güvenliği için bu ülkeye operasyon düzenlemek durumunda kaldı. 24 Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı operasyonu başladığında şu saptamayı yapmıştık:

Dileğimiz, isteğimiz elbette çevremizde Türkiye’yi tehdit eden terör örgütlerinin olmaması. Böyle bir durumda Türkiye gereğini yapar. Ancak bu tür operasyonlarla kalıcı sonuç almak çok zordur. Bu operasyon büyük olasılıkla yeni bir operasyonu gerektirecektir.

Fırat Kalkanı operasyonu 7 ay sürdü. 29 Mart 2017’de sonuçlandı. Sonra ne oldu?

20 Ocak 2018’de Zeytin Dalı adıyla yeni bir operasyon başlatıldı. Bu operasyon da 24 Haziran 2018’de sonuçlandı.

Aradan bir yıl geçti, yeni bir operasyon gerekti; 9 Ekim 2019’da Barış Pınarı başladı. 17 Ekim’e kadar süren bu operasyon sonrasında hem ABD hem de Rusya ile “mutabakat” imzalandı. Bunlar da bölgeye barış gelmesine, Türkiye’nin güvenlik kaygılarının sona ermesine yetmedi. Zira, başta ABD ve Rusya olmak üzere bölgeyle ilgili herkesin başka hedefleri var.
***
Her üç operasyon sonrasında yapılan açıklamalara göre, hedefe ulaşıldı, herkes dize getirildi. ABD bir tarafa Rusya öteki tarafa yatırıldı. Sonuç?

İdlib’den gelen haberlere göre, Şam yönetimi tüm Suriye’de varlığını kabul ettirmek için askerlerimize saldırı dahil her türlü yöntemi kullanıyor.

Soralım : Şam yönetimi Rusya’nın bilgisi dışında adım atabilir mi? Mümkün değil…

O zaman hedef ne?

Yaklaşık bir ay kadar önce Ankara’ya ulaşan bilgilere göre, Putin, Esad’a şunu söyledi:

– İdlib’de de hâkimiyeti kur, burada bir daha Türkiye’nin adını duymayacağım bir dönem başlasın.

Son yaşanan gelişmeler, Rusya’nın Şam yönetimine böyle bir hedef göstermiş olabileceğini gösteriyor. Rusya bunu neden yapıyor?

Güney komşumuz olarak Rusya, Suriye’de kontrolü dışında başka bir güç istemiyor. Erdoğan ile Putin’in arası çok iyi olsa bile Suriye başka iş!

Bu gelişmeler ABD açısından ne anlama geliyor? Türkiye ile Rusya’nın arasını açacak her gelişme ABD için iyidir!
***
Konunun uluslararası boyutu deştikçe başkalaşır. Bizi doğrudan ilgilendiren boyuta gelirsek… Şehit haberlerinin özellikle sosyal medyadaki yansımasının bir boyutu da şu:

  • Suriye’den kaçıp Türkiye’ye sığınanlar hayatlarını rahatça sürdürürken bizim askerlerimiz şehit düşüyor.

Bu çok tehlikeli bir fay hattı! Ne kadar şiddetli bir sosyal deprem yaratacağını kestiremezsiniz. Aylardır yeri geldikçe endişeyle paylaştığımız şu saptama bir kez daha gündeme oturuyor:

  • Bir gün Suriye sorunu bitecek, ama Türkiye’nin Suriyeliler sorunu bitmeyecek.

İktidar, saldırıya misliyle yanıt verildiğini açıkladı. Türkiye’nin güvenliği için atılması gereken her adım elbette atılmalı. Ancak Suriye’de başından beri yapılan yanlış hesap bizi bu noktalara getirdi. Bunu göz ardı edip salt içeriyi sakinleştireceği düşünülen adımlar atmak bizi yeni çıkmazlara sokabilir.

5 milyonu aşkın Suriyeliye ek olarak İdlib’den gelenlerin de olacağı tartışılırken hiç değilse bundan sonrası için “aman dikkat” diyoruz. Gerçekçi yol haritası çok yalın:

  • Sınırdaşlarımızla aramıza başka güç sokmamak!

Bir kampanya önerisi: Halkın bütçesi!

Bir kampanya önerisi: Halkın bütçesi!

Mustafa BALBAY
Cumhuriyet, 22.12.19

2020 yılı bütçesi AKP ve MHP’nin oylarıyla kabul edildi. Zaten kabul edilmese de sorun yoktu. Yeni sistem değişikliyle Meclis’in bütçe üzerinde oynama hakkı yok. Eğer Meclis bütçeyi reddederse Cumhurbaşkanı, bakkal hesabı gibi yıllık değişiklikleri ekleyip yoluna devam edebiliyor.

Bu, maçtan önce sonucu açıklayıp “Bu maç 3-0 bitecek, ama siz yine de oyununuzu oynayın” demek gibi bir şey.

Meclis’in yaptığı işe noterlik bile denmez. Zira noterler yanlış buldukları bir belgeyi onaylamıyorlar. “Aslı gibidir” demiyorlar.

2020 yılı toplam bütçesi 1 trilyon 95.5 milyar lira. Enflasyonun yüzde 8.5, yıllık büyümenin yüzde 5 olması hedefleniyor. Bunların tutup tutmayacağını görmek için önceki yılların hedeflerine bakmak yeterli. Hiçbiri tutmadı. Özellikle enflasyon ve işsizlikle durum, rakamlarla oynamayla örtülecek cinsten değil.

Yeri geldikçe vurguluyoruz; bütçe demokrasinin doğum yeridir. Halk, yüzyıllar önce kendinden toplanan vergilerin nereye gittiğini bilmek istediği için, bu isteğini yaptırımlı şekilde duyurduğu için bir denetim mekanizması oluştu. Bu mekanizmadan parlamento doğdu.

***

AKP, özünde Erdoğan, bu denetim mekanizmasını tümüyle devre dışı bıraktı. İşte bu noktada bir kampanya başlatılsa. Dense ki:

– Bizden alınan vergiler nereye gidiyor, bilmek istiyoruz…

– Kamu bankaları gerçek anlamda adına uygun işleve sahip mi? Halk Bankası’nın gücünün ne kadarı gerçek anlamda halka gidiyor? Ziraat Bankası tarıma ne kadar destek veriyor? Bankanın zararı neden 3 milyar lirayı geçti? 2003 yılından bu yana görev zararı neden 2 bin kat arttı?

– Örtülü ödenek nereye harcanıyor? AKP’den önceki 4 hükümet, 15 yılda örtülü ödeneği toplam 200 milyon lira olarak belirlerken Cumhurbaşkanı’nın sadece geçen ekim ayında kullandığı örtülü ödenek neden 264 milyon lira? Bir yıllık harcama 2 milyar lirayı buldu, niçin?

– Ülkemizin tarihinde ilk kez Merkez Bankası’nın ihtiyat akçesi niçin kullanıldı, nereye kullanıldı? 46 milyar liralık ihtiyat akçesi devreye girmeseydi ne olacaktı?

– Varlık Fonu’nun gerçek amacı ne? Ankara Gençlik Parkı’nın da Varlık Fonu’na devriyle bu fonu rant dağıtma aracı haline mi getirmek istiyorsunuz?

Suriyelilere 40 milyar dolar harcandığını bizzat Erdoğan her fırsatta övünerek anlatıyor. Genel hesaplamaya göre devlet, her Suriyeli için ayda 200 dolar harcıyor. Ankara’da sadece Suriyeli çalışanların işlemlerinin görülmesi için ayrı bir bina tahsis edildi. Bir gün Suriye sorunu bitebilir. Ancak Türkiye’nin Suriyeliler sorunu devam edecek. Zor durumda olan komşuya elbet yardım edilir. Ancak mülteciliği bir silah gibi kullanma hevesiyle başlayıp memleketi mülteci deposu haline getirmenin hiç sorumluluğu yok mu?
***
Sorular artırılabilir… Burada kesip soralım:
– Bütçenin önceliklerini nasıl sıraladınız?
Sonuçta bütçe muhtemel gelirleri toplayıp bunu nerelere harcayacağını listelemek.

Bütçede, emeklilikte yaşa takılanlar için para yok… Ama bir simitçi için 500 milyon dolar ayırmak planlanabiliyor. Neden?

Bütçede çiftçi afetle karşılaşınca ayrılan para Eskişehir Alpu örneğinde olduğu gibi 20 bin liradan 200 liraya indirilebiliyor. Neden? Para yok… Ama bir medya alımı için milyar dolar ayrılabiliyor. Neden?

Geçen pazar Eskişehir Kitap Fuarı’nda bir yurttaş sordu:

– Türkiye nereye gidiyor?

Şu karşılığı verdik:

– Sen nereye istersen oraya. Yeter ki iste. Yeter ki istediğini örgütlü iste. Yeter ki hukuk zemininden sapmadan ne istediğini yüksek sesle söyle.

Son üç ayda toplumsal tepki AKP’ye üç konuda geri adım attırdı: Kaz Dağları, termik santrallara filtre, saraydan simitçi kaçırma…

Demek ki oluyor. Yok öyle 4 yılda bir oy ver, sonra koyver…

Halk, bütçesinin peşini bırakmamalı…

Heey… Bir işsiz kendini yaktı!

Heey… Bir işsiz kendini yaktı!

Mustafa Balbay
Cumhuriyet, 23.5.19

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Gaziantep’te 32 yaşındaki işsiz genç Eyüp Dal’ın kendisini yakarak ölümü, ekonominin ne halde olduğunu, toplumun derinliklerinde hangi gerilimlerin biriktiğini, sorumluların duyarsızlığını ortaya koydu.
Eyüp, 16 Mayıs günü Şahinbey Belediyesi’ne gidiyor. Seçimlerden önce belediye başkanının kendisine iş sözü verdiğini söyleyip yanıt bekliyor. Olumsuz karşılık alınca üzerine benzin döküp ateşe veriyor. Dört günlük yaşam mücadelesini kaybediyor.
Eyüp’ün ölümü üzerine Şahinbey Belediye Başkanlığı’ndan şu açıklama yapılıyor:
Söz konusu kişinin babası 3 katlı ev sahibidir. Bir katında kendisi oturmaktadır. Babasının 2 bin lira emekli maaşı vardır.
Yani, işsiz olsa da hayatta kalabilirdi, ailesi ona bakabilirdi! Bir tek “Ölmekle suç işlemiştir” dememişler. İnsaf, hiç mi vicdanınız sızlamadı?
Eyüp’ün annesi Türkan Dal, Gaziantep Hakimiyet gazetesine, kendilerini hiçbir yetkilinin başsağlığı için bile aramadığını söylüyor.
***
Eyüp’ün eşi ise bir başka yaraya parmak basıyor:
Suriyelilere verilen değerin onda biri bize verilmiyor. Eşim 5 yıldır iş arıyor. Gelir geçer işlerde çalışıp bizi aç bırakmamaya çalışıyordu. Seçimlerden önce söz verdiler, ama tutmadılar. Her fabrikaya başvurdu, hep ret çıktı… Devlete hakkımı helal etmiyorum
Acılı anne ve eşin anlattıkları hem işsizliğin boyutlarını hem de Suriyelilere yönelik tavrı ortaya koyuyor.
Dün Gaziantep’te tanıdıklarımı aradım. Verdikleri bilgiler şöyle:
-Bu şehir savaş günlerinde bile ekonomisini ayakta tutardı. Şimdi hemen tüm işyerleri küçülüyor, vardiyaları azaltıyor.
-Koca fabrika sahipleri iflas ya da konkordato istersek başımız derde girer diye korkuyorlar.
Suriyeliler, Kilis’ten girince soluğu Gaziantep’te alıyor. Her yerde ayrıcalıklılar. Vergisiz işyeri açıp, ithalat yapan var. İşyerinde kendi vatandaşlarını çalıştırıyorlar. Geçenlerde bir Türk başvurmuş, “Yabancı çalıştırmıyoruz” demişler. Ülkemizde yabancı olduk.
Hastanelerde doğan her 10 bebekten 8’i Suriyeli.
-Şehirde alışık olmadığımız bir asayiş sorunu var. Akşam 21.00’den sonra pek çok yer tehlikeli.
Bu bilgileri aldıktan sonra bilgisayar aramaya “Gaziantep-Suriyeliler” yazdım. Şu başlıklar çıktı:
-Suriyelilere linç girişimi.
-Suriyeliler, Valiliğe yürüdü.
-Suriyeliler döner bıçaklarıyla kavga etti.
-Suriyeliler Türklerle kavga eti: 3 ölü.
-Suriyeliler Türk bayrağını indirdi.
***
Suriyeliler, iktidarın ne yaparsa yapsın kendini anlatamayacağı ciddi bir sorun olarak büyüyor.
İşsizlik de yine Suriyelilerle bağlantılı olarak büyüyor.
İnsan, işsiz kalınca elbet üzülür. Ancak, işsizliğin Suriyelilerden kaynaklandığını düşünmesi yeni sorunları beraberinde getirir.
Türkiye pek çok alanda olduğu gibi işsizlikte de dünyanın en kötü dörtte birlik diliminde. 205 ülke arasında 149’uncuyuz.
Dünyada işsizlik ortalaması %5. Bizde TÜİK, indire indire %10.5’e çekebildi!
İşsizler ordusuna katılanların %25’i son bir yıl içinde işsiz kaldı.
Üniversite mezunu genç işsizlerin oranı %30’a yaklaşıyor. 
Eyüp Dal, işsizlik ateşinin tüm bedenleri yakıp kavurduğunu gösterdi.
Ekonomi borsa endeksi, döviz kurundan ibaret değil. Her şeyden önce insandan ibaret.
İktidar sahiplerine sesleniyoruz; Eyüp Dal’dan yükselen alevler içinizi yakmadıysa, bu kadar kalın nasırı nasıl ürettiniz?
======================================
Dostlar,

KENDİNİ YAKAN YURTTAŞLAR VE AKP = RTE’nin SÜREN TEHLİKELİ HEZEYANLARI

Erdoğan, “Ben ekonomistim” diye böbürleniyor.
Diplomasını doğru dürüst gören yok.
Ergün Poyraz “DİPLOMASIZ” diye koca kitap yazdı..
Bunlar yetmezmişçesine, ülkemizin iyi yönetimi için “tek adam” yetkisi istedi. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sitemi” adı altında dünyada örneği olmaya ucube bir TEK ADAM REJİMİ’ne sürüklendik.. 16 Nisan 2017 halkoylamasında Anayasa değişikliği için YSK, oylama sürerken mühürsüz oy pusulası ve zarfları da geçerli saydı. Hukuk ayaklar altına alınarak rejim değiştirildi.

Erdoğan, “Verin yetkiyi, siz o zaman görürsünüz enflasyonla savaşı, dövizde sıçramayı…” anlamında sözler etti..
24 Haziran 2017 genel seçimi ile birlikte 2. kez CB seçildi, 9 Temmuz 2019’da da adeta TAHTA ÇIKTI!
Son 1 yıldır ekonomideki yangın artık bastırılamaz durumda. Krizin her alevlenmesinde “dış güçler saldırıyor, ekonomide sabotaj var..” masalları ile halka algı operasyonu uyguladılar. Paranoid hezeyanlarla toplumu sersefil ettiler, alıklaştırmaya çabaladılar..

TCMB rezervleri eridi, kârına el kondu, ne denli emisyon (para basma) var, bilemiyoruz.
Türkiye Varlık Fonu bir işe yaramadı. Kredi Garanti Fonundan destekle (!) bankalar 250 milyar TL’yi bulan, dönüşü son derece güç, hatta olanaksız krediye zorlandı. Şimdi 3 kamu bankasının seçilen sektörlere 250 milyar TL kredi aktaracağı söyleniyor. Bir kez 3 kamu bankası zaten zorda, nakitleri Hazineye geçti bir biçimde ve yerine Hazine kağıtları kondu. Kaldı ki 3 kamu bankasının bu büyüklükte bir krediyi finanse edecek kaynak yeterliği yok..

3 Kasım 2002 seçimleriyle AKP iktidar olduğunda 1 Dolar = 1,60 TL idi.. 16,5 yıl sonra 4 katına yaklaştı. Dünyada parası böylesine “pul” olan hangi “kıskanılan” ülke var acaba?
Ülkesini bunca kötü yöneten hangi yönetim iktidarda kalabiliyor?!

Damat Hazine Bakanı ne söylese tutmuyor hatta tersi çıkıyor, ayrıca ne söylediği hiiiiç anlaşılmıyor.. Bilinçli bulanık söylem ve politika sürdürülüyor..

İşsizlik – yaşam pahalılığı, hukuksuzluk ülkeyi kavuruyor, can güvenliği kalmadı..
Gazeteciler, anamuhalefet lideri darp ediliyor, saldırganlar serbest bırakılıyor..

TÜSİAD
artık korku duvarını aşmış, arka arkaya çok ciddi uyarılarda bulunuyor..
İstanbul Belediyesinde İmamoğlu’nun açıkladığı talan akıllara durgunluk veriyor..
Hafta içinde Boğaz köprüsünde bir yurttaş aracını durdurup ateşe verdi ve denize atladı, cesedi çıkarıldı.
İstanbul BŞB seçimlerinde “oyları çaldılar” dediler, majestelerinin YSK’sı bile sözde gerekçesinde “oy hırsızlığından” söz edemedi..
Yetkin hukukçular YSK’nın şişirilmiş 250 sayfalık sözde gerekçesini “tüm sonuçlarıyla geçersiz” ilan ediyor..
Üstüne üstlük Erdoğan “bu işi hırsızlara bırakmayacağız“.. diye ev sahibini bastırırcasına kendince ön almaya kalkmaz mı! İnsanların bunca haksızlığa dayancı kalmadı ve onyılların usta tiyatro sanatçısı Genco Erkal patladı :

  • Genco Erkal’dan Erdoğan’a: Hırsız halkın verdiği mazbatayı seçilmiş başkanın elinden çalandır.

    Usta oyuncu Genco Erkal, AKP’li CB R.T. Erdoğan’ın, YSK’nın yenileme kararı verdiği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerine ilişkin, “Herhalde bu sandığın hakkını vereceğiz. İnşallah hırsızlara bu işi bırakmayacağız” sözlerine tepki gösterdi.
    Erkal, twitter’dan paylaştığı mesajda “Hırsızlara bu işi bırakmayacağız,“ demiş. Sen ne diyorsun be adam, kim hırsız, nerenden çıkarttın bu lâfı, senin yüksek yargıçların bile bu kadarını söylemeye yeltenmedi, sen hâlâ hırsız diyorsun. Hırsız halkın verdiği mazbatayı seçilmiş başkanın elinden çalandır.” diye yazdı.
    ****

Örtülü ödenek almış başını gidiyor, Erdoğan’dan bir açıklama yok..
Sarayın 13 uçağı olduğu basında yazılıyor, yalanlama yok! Ahlat ve Marmaris’te yeni saray yapımları çevre talanıyla sürüyor..

Eğitim sistemi daha da dincileştiriliyor, bürokraside “Liyakat”ın “L” si kalmadı. 2. kez atanan Burdur Üniversitesi rektörü açık teşekkür listesine AKP il başkanını da katabiliyor..

Saymakla bitmiyor AKP’nin irrasyonel ve hukuk dışı uygulamaları – dayatmaları..

Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde böyle kötü yönetilmedi ve talan edilmedi.
Asırlık Numune Hastanesi de Bilkent Şehir Hastanesine taşındı. Bu hastaneler ayrı ve muazzam bir yıkım Türkiye için. Gelin görün ki, Erdoğan’a bu hastanelerin “hülyası” olduğu söyletiliyor!?
*****

  • Bu iktidar artık Türkiye için ciddi bir beka sorunudur, mutlaka kurtulmak gerekiyor.İlk iş 23 Haziran’da ciddi bir ders daha vermek.. Sonra arkası gelir.. İmamoğlu %55’i aşarsa, Cumhur İttifakı %45’in altına inerse, Türkiye erken genel seçim iklimine girer. Bu rüzgarla da AKP alt – üst olur ve TBMM’de çoğunluğu yitirir.. Zaten hala 290 / 600 milletvekili var. Gerçekte topal ördek konumunda ve MHP stepnesi ile ayakta durabiliyor.. Üflesek düşecek!

    Ha gayret Türkiye…

  • Yinelenecek İstanbul BŞB Başkanlığı seçimi AKP’den kurtulmak için kritik önemde!

Sevgi ve saygı ile. 26 Mayıs 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı Uzmanı, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Mülkiyeliler Birliği Üyesi

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

13 Aralık 2012… Silivri… 

13 Aralık 2012… Silivri… 

Mustafa Balbay
13 Aralık 2018
Bugün, dünyada bir davayı izlemek ve “hak, hukuk, adalet” aramak üzere duruşma salonu önüne gelen insan rekorunun kırıldığı günün yıldönümü.

Altı yıl önce 13 Aralık 2012’de Silivri cezaevi mahkemesi önüne yüz bin insan gelmişti. 
Silivri soğuğu jilet gibidir. Esti mi yüzü keser. Böyle bir gündü… 
Silivri cezaevleri zinciri kentin merkezinden uzakta. Yola saptınız mı ötesi yok.
Anayol sapağı kesilince alternatif yol yoktur. 

İşte böyle bir günde Türkiye’nin dört bir yanından birkaç yüz bin insan yola çıktı. En çok dörtte biri Silivri’ye ulaşabildi. 
Anayol kapanınca tarlalardan yürüyerek cezaevi mahkemesi önüne gelenleri, biber gazı, cop ve barikatlar bekliyordu. Buna rağmen binlerce kişi, sabahtan gece yarısına dek cezaevi önünü terk etmedi. 
30 Kasım 2012’de İstanbul Kitap Fuarı’na gelenlerin yönünü Silivri’ye çevirme çağrısı yapmıştık. O gün duruşma ertelenince 13 Aralık’ta buluşma çağrısını dışarıya haykırdık. Yıllardır devam eden, sonuna yaklaştıkça yeni bir iddianame ekleyerek çoğaltılan Ergenekon davasına toplumsal bakış adım adım değişmişti. Böyle dava olmaz yorumu ağırlık kazanıyordu.

***

12 Aralık gecesi Tuncay’la hücrelerimize çekilirken aklımız sabahtaydı. Yığınsal bir katılım, özgürlük mücadelesinde yeni bir aşama olabilirdi. 
Sabahları saat 07.30 sırasında gardiyanlar gelir, havalandırma kapısını açar. Geliş yoğunluğunu ilk onlardan öğrenebilirdik. 
07.30’da gelmediler… 07.45 yok… 08.00 kimse yok… 08.30’a doğru telaşla kapıyı açtılar. Yollar insan seliymiş, otobüsler sıra sıra tarla kıyılarına dizilmiş. 
Gardiyanlar yaşadıkları zorluğu anlatırken bizim sevincimize diyecek yoktu. 
O gün Ergenekon davasının halkın gözünde bittiğinin ilanıydı. 
O gün mahkeme ne yaptı? 
Birleştirdiği 21 iddianamenin üstüne 22.’yi ekledi. 
Mahkeme heyetine şunu söylediğimi anımsıyorum: 
“İstanbul’dan yola çıktınız Ankara’ya gidiyorsunuz. Bir saat sonra tabela ‘Ankara 300’ yazıyor. Basıyorsunuz gaza, iki saat sonra yolu çoktan yarıladığınızı düşünüyorsunuz. Ankara 500’ yazıyor. Dava buna benzedi…”

***

13 Aralık 2012’de Silivri’ye geliş öykülerini sonradan aldığım mektuplarda okudum. Onları saklıyorum. Hâlâ karşılaştığım pek çok insan o güne dair anısını anlatır. 
Kimin adını saysam sayamadığıma haksızlık olur. Kamuoyunda tanınan tanınmayan

  • yüz binlerce insan ayaza, gaza, fişlenmeye aldırmaksızın Silivri’de bir destan yazdı. 

O gün avukatlarla sanıklar arasına dizilen robocop’ların arasında, dışarıdan haberler alırken şunu düşünmüştüm: 

  • “Gün olur geç uyanır, gün olur zor bir araya gelir ama, bu halkla daha yaşanılası bir Türkiye mücadelesi verilir…” 

Bize düşen bu halka layık olabilmek, bu halkla omuz omuza olabilmek, bıkmadan usanmadan onun anlayacağı dille gerçekleri anlatabilmek…
====================================
Dostlar,

O gün biz de bilmem kaçıncı kez oradaydık..
Türkiyemiz bu kuşatmayı da aşacak..
Biz, kadim Anadolu halkı hancıyız; iktidarlar yolcudur..
Kimler geldiiii, kimler geçti…
Genellikle de gitmemek için direndiler…
Ama ne çare…

Sevgi ve saygı ile. 14 Aralık 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Kışlalı: Türkiye’ye adanmış bir ömür…

Kışlalı: Türkiye’ye adanmış bir ömür…

Mustafa Balbay

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

21 Ekim 1999 Perşembe sabahı, 9.45 sıralarıydı. Gazetedeki günlük haber toplantımız bitmiş, Cüneyt Arcayürek’le kahve içimi gündem sohbetine tutuşmak üzereydik. 
Ahmet Taner Kışlalı’nın komşularından acı bir telefon geldi: 
“Kışlalı’nın aracına bomba koymuşlar… Az önce patladı… Hastaneye götürdüler…” 
Arcayürek’le fırlayıp çıktık. Hastaneye kaldırılmış olması, içimizde bir umut ışığı yaktı; acaba yaralı kurtulmuş olabilir mi? 
Soluğu Bayındır Hastanesi’nde aldık. Kapının önündeki görevlilerden umutlu bir haber beklerken, iki kişi sarıp sarmalanmış bir şeyle içeri girdi. Kışlalı’nın kopan kolu araçta kalmıştı! Birden bir yere çarpmışım gibi iki elimi başıma götürdüm… Çok geçmedi görevliler, başsağlığı dilediler. 1990’lı yılların başında art arda yitirdiğimiz Prof. Muammer AksoyÇetin Emeç, Turan Dursun, Doç. BahriyeÜçok, Uğur Mumcu’nun ardından Kemalizm deyince ilk akla gelen isimlerden Prof. Kışlalı da alçakça bir saldırı ile aramızdan koparılmıştı.
***
İlk şokun ardından aklımıza 29 günlük kızı Nilhan Nur, eşi Nilüfer Hanım geldi. Hastanenin üst katlarında bir odada doktor gözetiminde tutuluyordu. Bir yakını, “Bebeğini düşün” diyebildi. Yaşama sırası Nilhan Nur’daydı… 
Katledilişinden 15 gün kadar önce Batıkent ADD’den Mehmet Ali Gürbüz aramıştı: 
“Sen ve Kışlalı Hoca’yla bu akşam oturmak istiyoruz… Önemli bir konuyu paylaşacağız.” 
Kışlalı’yı aradım. İşi olduğunu ya da başka bir yoğunluğunu söyleyebilirdi. Bütün içtenliğiyle, sıcak bir ses tonuyla, gülümser bir ifadeyle şöyle dedi: “Bu akşam bebeğimi seveceğim…” 
Kışlalı bütün özelliklerinden öte, insandı. İnsan kimliğini düşüncelerine 180 derece zıt kişilerden de esirgemezdi. Düşüncelerinde militan, davranışlarında centilmendi. 
Centilmen bir devrimciydi.
***
Kışlalı’nın kıyımı 1990’lı yıllar karanlığının en acı olaylarından biridir. Önceki katliamlarla birlikte O’nun da öldürülmesiyle fikirsel çölleşme daha da büyüdü. 
Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucusu ve Genel Başkanı Prof. Muammer Aksoy… 
Kalpaksız kuvvacı Uğur Mumcu… 
Kemalizmin kale burcu Prof. Kışlalı… 
Atatürkçü olmanın hedef olmakla eşanlamlı olduğu bir dönem… 
Devamında AKP iktidarı geldi. 
Bugün Kışlalı’yı aramızdan koparılışının 19. yılında anacağız. Kendisini Türkiye’nin aydınlık geleceğine, Atatürkçülüğe adamış Kışlalı’yı unutmamak, unutturmamak hepimizin ortak sorumluluğudur. 
Atatürk’e, katledilen aydınlarımıza olan borcumuzu ancak onların düşüncesini bu ülkenin yönetimine taşıyarak ödeyebiliriz. Son noktayı Kışlalı’nın eskimeyen cümleleriyle koyalım: 

  • “Laikliği kabul etmemiş olan İslam ülkelerinin, bilimin ve teknolojinin gelişimine katkısı sıfır düzeydedir. Bütün Arap ülkelerinin bu alana katkısı İsrail’in %4’ü kadardır. Bir zamanlar tersiydi. Batı, Türkiye’yi ne tümüyle içine almak ister, ne tümden dışlamak… İçine alırsa ‘eşit’ hale gelir, dışına alırsa ‘kullanamaz’ olabilir. 
  • Kemalizm geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür.”
    ===================================
    Dostlar,

    Yüreğimiz yangın yeri..
    O tarihte biz ADD Edirne Şubesi Başkanı ve Genel Merkez Onur Kurulu üyesi idik.
    Merhum Kışlalı ile yoğun işbirliğimiz vardı. Edirne’ye davet etmiştik ve nefis bir konferans vermişti 75 dakika boyunca. Ardından, bitmeyen sorulara yanıt vererek.. Yumuşak, sevecen, bilgiye ve insan sevgisine dayalı bir içerik, ses tonu ve beden diliyle..

ADD Genel Başkan Yardımcısı idi kendisi ve İzmir’de Uluslararası Atatürk Kurultayı (Simpozyumu) düzenlemişti. Edirne’den bir minibüs dolusu genci oraya götürmüştük. Bize İngilizce – Türkçe çevirilere 2 yönlü dikkat etme görevi vermişti; alanın özel terimleri – kavramları vardı ve çevirmenler genç, bir ölçüde alana yabancı olabilirlerdi.. (Nitekim “AYDINLANMA” ‘lightening’ diye çevrilince yabancıların suratı ekşimiş ve uygun biçimde “Enlightenment” diye düzeltmiştik.. Kişinin yabanı dil bilgisi anadilindeki bilgi birikimini aşamıyor..)

Kışlalı’nın 19 yıl önce bu gün, 21 Ekim 1999 sabahı alçakça öldürülmesinin ardından biz de 1 yıl süre ile yakın polis korumasına alınmıştık. Edirne Valisi Koru Engin beyefendi bizi makamına davet ederek, İl Jandarma Alay Komutanı Albay ve İl Emniyet Müdürünün varlığında uyararak yakın tehdit ve tehlikeyi açıklamıştı.. (Sayın Vali Engin, ADD Edirne şubesinin yeni yerine taşınmasında davul – zurnalı şenliğimize katılmış ve oyun oynamıştı!)

ADD çalışmalarımızı hiç kesmemiş, Türkiye’nin her yerinde konferanslarımıza devam etmiştik yakın polis koruması altında.. İzleyen yıl Şube Başkanlığını bırakıp Genel Merkez yöneticisi olduğumuzda ülkemiz ve yurt dışında Aydınlanma çabalarımızı daha da artırarak sürdürmüştük. O’nun yerini doldurmak haddimiz değildi ama en azından vargücümüz ve içtenliğimizle çaba gösteriyorduk.. Ülke içinde – dışında, imamhatipler dahil okullarda, salonlarda, meydanlarda, askeri birliklerde, emniyette, jandarmada, radyoda, TV’lerde, üniversitelerde 1996’dan bu yana 1510’u aşan görsel (yansılarla) konferanslar verdik..

Merhum Kışlalı’nın ruhu şad olsun..

O bize aşağıdaki altın öğüdü bıraktı..

  • Kemalizm geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür!”

Bu yalın bilimsel saptama günümüzde, dün olduğundan çok daha geçerli..
Kadim – Aydınlık Anadolu halkı “hancı” dır..
Kervana aykırı olanlar dökülecek / ayıklanacak ve aydınlık tarihe – geleceğe diyalektik yolculuk asla engellenemeden sürdürülecektir.

Türkiye’nin ve insanlığın geleceği kesin olarak bilimsel akılcılıkla kurulacaktır ki bu olguya Mustafa Kemal ATATÜRK neredeyse 100 yıl önce işaret etmişti :

  • Yaşamda en gerçek yol gösterici bilim ve fendir..
  • Bilim ve fen dışında yol gösterici aramak aymazlıktır, sapkınlıktır..
  • Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir..

Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır; hiç kimse bu gerçeği aklından çıkarmamalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 21 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Yeniden merhaba…

Yeniden merhaba…

Mustafa Balbay

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Üç yılı bulan, bana çok daha uzun gelen ayrılıktan sonra “merhaba” deyip buluşmak çok güzel. Ayrılıklar ne kadar uzun sürerse sürsün kavuşmayla birlikte her şey geride kalır. Yaşanan acılar, zamanla bala bulanır. Cumhuriyet’te bir süre izin kullandıktan sonra dönüp 1 Şubat 2016’da yazımı gönderdiğimde, o dönemdeki yazıişleri müdürümüzün şu sözü ile irkildim:

“Yazılarına son verildi, haberin yok mu?”

Bir veda yazısı da yazamadan gazetemden koparılmış olmayı şöyle tarif edebilirim:
Bir babaya, “artık evlatlarını göremeyeceksin” demek gibi bir şey.

1985 yılında girdiğim Cumhuriyet’te İzmir, İstanbul, Ankara’da çalıştım. 17 yıl Ankara Temsilciliği, 22 yıl köşe yazarlığı yaptım. 5500 kadarı özgürlükte, 700 kadarı Silivri dolum ve üretim tesislerinde olmak üzere yaklaşık 6200 köşe yazısı yazdım. Silivri’den gazetenin 7 Mayıs kuruluş günlerinde gönderdiğim yazılarımdan birkaçında şu cümleyi kullandığımı anımsıyorum:

“Ailevi dileklerimden sonraki en büyük arzum Cumhuriyet’in 100. kuruluş yıldönümünde gazetenin çatısı altında olmak ve o bir asırı yazmak…”
Bu duygularla yeniden merhaba!
***
Cumhuriyet Gazetesi kuruluşundan beri üç kez büyük çizgi tartışması yaşadı.
Fikir gazetelerinde bu tartışma olur. Yoksa o gazetenin yayın politikası yok demektir. Ancak gazetenin kuruluş kökleriyle kavgalı hale gelmesi büyük tehlikedir. Bu anlamda gazetenin çizgisiyle oynamak ateşle oynamak gibi bir şeydir. Cumhuriyet üç kez bunu yaşadı; üçünde de kazanan gazetenin kuruluş felsefesi oldu.

Birkaç yıldır süren tartışmanın öncekilerden farklı olarak sadece çizgisel değil, bir de hukuksal boyutu vardı. Hukuksal boyutu Cumhuriyet Vakfı yönetim kurulu üyelerinin seçiminde iki kere iki üç mü eder dört mü sorusuna verilecek yanıt kadar net bir durumdu. Mahkeme üç yıl sonra “dört eder” dedi. 2016 yılı sonunda Cumhuriyet’in yönetici ve yazarlarının tutuklanmasının, yargılama sürecine Cumhuriyet Vakfı’na yönelik yukarıda özetlediğimiz tartışmanın da eklenmesinin bir amacı da şuydu:

  • Cumhuriyetçileri Cumhuriyetçilere kırdırmak!

Bu davada mağdur edilen Cumhuriyet yazar ve yöneticileri bugün gazeteden ayrılmış olsa da onları yargı karşısında savunmak, yine Cumhuriyet’in başlıca sorumluluğudur. Cumhuriyet’in yayın politikası ile ilgili tartışma kamuoyuna da yansıdı. Bu da doğal, Cumhuriyet konuşulması, eleştirilmesi sevilen bir gazete. Gazeteye bir aşı denemesi yapıldı, çizgi olarak tutmadı. Yazarlar içinde tutanlar oldu, onların da bir bölümü ayrılmayı tercih etti. Genel Yayın Yönetmenimiz Aykut Küçükkaya’dan Ankara Temsilcimiz Sertaç Eş’e kadar gazete yönetiminde sorumluluk alan arkadaşlarımızın hemen tümü mesleğe Cumhuriyet’te başladı. Gazete kendi evlatlarını yönetime getirdi.
***
Şimdi Cumhuriyet’i daha da güçlü kılma zamanı… Hak hukuk arayan, barış-huzur isteyen, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin tüm kurum ve kuruluşlarıyla yeniden inşasının şart olduğunu düşünen herkesin gazetesi yapma zamanı… Gazeteyi bu hedefe yönelik tüm fikirlere açma zamanı… Bu hedefe yürürken Cumhuriyet’e ilişkin tartışma elbet sürecektir. Geçmişte Ankara Temsilciliğim döneminde de altı ayda bir sorarlardı:

– Cumhuriyet batıyor diyorlar, doğru mu?
“Doğru” derdim, “pek çok kesime batıyor”.

Sonraki altı ayda da şöyle sorarlardı:
– Cumhuriyet satılıyormuş, doğru mu?

“Doğru” derdim, “her bayide satılıyor. Bulamadığınız bayi olursa haber verin, müdahale edelim”.

Cumhuriyet tarih boyunca iktidarda kim olursa olsun, hep gerçeği yazmıştır, eğriye eğri doğruya doğru demiştir. 2000 yılı başıydı… Başbakan Ecevit, yedi gazetenin Ankara temsilcisini Oran’daki evinde sohbete davet etti. Bir arkadaşımız o günlerde tartışılan, Cumhuriyet’in yanlış bulduğu bir konuyu sordu. Ecevit söze şöyle başladı:

– Bu konuda hepinizi ikna edebilirim. Sanırım sayın Balbay hariç…Gülümseyerek şu yanıtı verdim:
– Bu görüşünüze katılıyorum!

Cumhuriyet değil bugünkü iktidar, sosyal demokrat bir hükümette de eğriye eğri, doğruya doğru, der. Gerçekleri yazar.
***
Uzunca bir merhaba oldu… Sabahları koşarken eşofman cebinde kâğıt kalem bulundururum. Dün sabah da aynısını yaptım. Köşe yazısı konuları neler olabilir diye sıralayayım dedim, haftalık dört hakkım birden doluverdi… Yarın 12 Eylül… Türkiye tarihinde iki 12 Eylül var. Biri 12 Eylül 1980, öteki 12 Eylül 2010… İlki askeri darbe, ikincisi FETÖ belasının yargıda yerleşip, devleti ele geçirme sürecinin kilometre taşı. 12 Eylül 2010 referandumu için ne demişti FETÖ; “Keşke mezardakiler de kalkıp oy kullansa”

Yazmak şart… Türkiye’nin Suriye politikasındaki yanlışlar İdlib İdlib dökülüyor…
Yazmak şart… Trump politikaları dünyayı krampa soktu…
Yazmak şart… Eren Erdem 80 gün sonra 19 Eylül’de mahkeme karşısına çıkacak. Dosya gizli tanıdık, affedersiniz tanıkla başlıyor.
Yazmak şart… Enis Berberoğlu 15 aydır tutuklu. Anayasa, “yeniden seçilen milletvekili dokunulmazlık hakkını elde eder” diyor. Ama Enis hâlâ içerde. Üniversite sınavına girdi, arkeoloji bölümünü kazandı. Enis’in yapacağı arkeolojik kazılarda muhtemel M.Ö. 2000 yılına ait demokrasi izlerine rastlanacak!
Yazmak şart… İngiltere’de İşçi Partisi özeleştirilerle ve yenilenen stratejilerle dolu bir tartışma içine girdi. Dünyada sol, genel gidiş karışısında siyaset üretememe sorunu yaşıyor…
Yazmak şart… Yeniden merhaba
=======================================
Sevgili Balbay,

Çoook özlemiştik yazılarınızı.. esprilerinizi, taşı gediğine oturtan hazır yanıtlarınızı..

Cumhuriyetten koparılma biçiminizi yıllar sonra bu ilk yazınızda  ayrıca üzüntü kaynağı oldu. Ama gene olgunca karşılamış ve Yaşanan acılar, zamanla bala bulanır.’ demişsiniz bilgece.

Evet, yazmalısınız, ülkemiz çoooooooooooooooooooook zorda.. Belgesel, net, yol gösteren, öneri sunan, çözüm üreten, kanıtlara dayalı..

En iyisini yapacağınızdan eminiz..  Biz her gün 2 Cumhuriyet almaya başladık. İçimizde güller açtı 40+ yıllık bir Cumhuriyet okuru ve 22 dolayında yazısı yayınlanan yazan bir okuru olarak..

Evet… bu gün gene 12 Eylül.. İlki 1980’de idi, 38 yıl önce. Hacettepe’de asistan hekimdik..

İkinci 12 Eylül’ümüz 2010’a, AKP iktidarına denk getirildi. 26 maddelik Anayasa değişikliği  paketi bütün (blok) olarak halkoyuna sunuldu. Zavallı (!) bir toplum olduğumuzdan, maddelere tek tek oy verme olanağı sağlanmadı.. Ya hep, ya hiç! Aydın ihanetini gördük, satılmış sanatçı taslaklarını, basında ‘dolma kalemleri’…. gördük.

  • ‘Yetmez ama evet!‘ diye saçmaladılar, halkı yanlış yönlendirdiler..

Rejim başkalaştırılmaya başlandı ve arkası çorap söküğü gibi geldi, getirildi neredeyse..

Türkiye’nin çökertilmesi sürecinde zaman hızlandırıldı adeta..

Elimizi çabuk tutup bir çare bulmak, birşeyler yapmak zorundayız.

Gereğini yapacaktır bu büyük Ulus!

Sevgi ve saygı ile. 12 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bu kumpas da çökecek!

Bu kumpas da çökecek!

Rahmi Turan
SÖZCÜ, 4 Haziran 2017

Mustafa Balbay, bir kumpas sonucu Silivri zindanlarının çilesini çekmiş bir meslektaşımızdır. Şimdi CHP İzmir Milletvekili… O acı günleri hiçbir zaman unutmadı.Yapılan haksızlıklar geçiyor ama delip de geçiyor. Siz onu bir de yaşayana sorun!

Şimdi, benzeri bir nedenle SÖZCÜ muhabiri Gökmen Ulu, Silivri Cezaevi’nde…
Atatürk ilkelerine bağlı, düzgün, dürüst, yurtsever bir kişi ve gerçek bir gazeteci…
Mustafa Balbay, Silivri’ye gidip Gökmen Ulu’yu ziyaret etti.
Damdan düşenin halini, damdan düşen bilir.
Mustafa Balbay benim seyahat arkadaşımdır. Demirel’in Cumhurbaşkanı olduğu
yıllarda onun daveti üzerine birçok ülkede Balbay’la birlikte ilginç geziler yapmıştık.
Telefonla beni aradı ve dedi ki:

“Gökmen Ulu’ya moral vermek için Silivri Cezaevi’ne gittim. Moralinin çok iyi olduğunu gördüm. Yiğit bir arkadaş. Tek endişesi var

  • Beni burada unutmayın diyor.Gökmen’in duygularını anlıyorum. Bu olayda asıl hedef SÖZCÜ’dür.
    Kripto FETÖ’cüler, kendi FETÖ’cülüklerini gizlemek için SÖZCÜ’ye saldırıyorlar.
    İşin gerçeği bu. Fakat bu kumpas da diğerleri gibi kesinlikle çökecek!”
    =======================================
  • Aynı kanıdayız hatta inançtayız değerli Rahmi Turan ve SÖZCÜ ailesi..“Hiçbir korkuya benzemez halkını satanların korkusu!” 
    Nazım HİKMET

    Sevgi ve saygı ile. 04 Haziran 2017, Datça

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com