Etiket arşivi: mRNA aşısı

BİZİM TV Programımız : 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ve Salgın Yönetiminde Son Durum

Dostlar,

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, BİZİM TV’den Sayın Burcu Uğur’un konuğu olduk. 2 konu belirlenmişti yaklaşık 40-45 dakika program için :

1. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
2. Salgın Yönetiminde Son Durum..


Sayın Uğur’un sorularını yanıtlamaya çalıştık.. Aşağıdaki görsel ekranda paylaşıldı :


Büyük ATATÜRK‘ün Türk kadınına dünyanın pek çok ülkesinden önce kazandırdığı hakları vurguladık. Üstteki görselde, 1930’da İngiltere’de kadın hakları için eylemde taşınan posterde yazılan çok öğretici:

  • İngiliz kadını Türk kadınından daha mı değersiz??

Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi‘nin – CEDAW tam olarak yaşama geçirilmesi gerektiğini belirttik.

İstanbul Sözleşmesi‘ndan geri çekilmenin Bay Erdoğan’ın yetkisinde olmadığını, bu işlemin hukuk dışı ve geçersiz olduğunu, TBMM’nin yetkisinin gaspı nedeniyle hükümsüz olduğunu vurguladık.

RTE’nin, Türkiye’de kadın cinayetlerinin başka ülkelerden az olduğu söyleminden duyduğumuz acıyı paylaştık. Bu bölümü bir şiir ile kapattık..

****
İkinci bölümde Covid-19 salgınında son durumu ve
– aşı olmayan TURKOVAC skandalı ve dayatmasını irdeledik.
– Salgının bitmediğini, ölüm ve olgu sayılarının hala çok yüksek olduğunu,
– iktidarın salgın yönetimi yerine algı yönetimi peşinde olduğunu,
– bu çok acı – çok başarısız – insanlık suçu tablodan bile hiç sıkılmadan başarı öyküsü çıkarmaya çabaladığını vurguladık.

Salgının bittiğini açıklamaya yetkili kurum Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ). Bu yetkili uzmanlık kuruluşunun bu yönde değil tersi yönde açıklamaları var!

Halkımıza bireysel önlemleri bırakmamasını ve etkili aşı ile (mRNA aşısı) aşılarını tamamlamasını önerdik.

İktidara da sorumluluktan kaçamayacağını ve yapılması gerekenleri belirttik.
Toplam 46 dakika.. İzlenmesini, paylaşılmasını ve gereğini diliyoruz.

https://youtu.be/MfkBwzxG0u8

Sevgi ve saygı ile. 11 Mart 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

ANKA HABER AJANSINA Demecimiz : “TÜRKİYE’DE TOPLUM BAĞIŞIKLIĞI ARTMIYOR, AZALIYOR”

PROF. DR. SALTIK:

“TÜRKİYE’DE TOPLUM BAĞIŞIKLIĞI ARTMIYOR, AZALIYOR”

11.11.2021 16:27
PROF. DR. SALTIK: “TÜRKİYE’DE TOPLUM BAĞIŞIKLIĞI ARTMIYOR, AZALIYOR” (ankahaber.net)

https://www.gazeteduvar.com.tr/prof-dr-saltik-turkiyede-toplum-bagisikligi-artmiyor-azaliyor-haber-1541526

WhatsAppLinkedIn

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, Sağlık Bakanlığı’nın 2 doz aşılama oranını %80 dolayında gösterdiğini, ancak bağışıklamanın bu oranda olmadığın belirtti. Saltık, “90 milyon hedef nüfusun üçte biri dışarıda tutulup 61 milyon hedef nüfus alındığı için o %79’un üçte birini bir çırpıda indirmemiz gerekiyor. Onun üçte biri 27 yapar ve 52’ye iner. Aradan geçen zaman, ne ölçüde insanların bağışık yanıt verdiği, araya giren yeni varyant tipler nedeniyle o toplum bağışıklığı düzeyi %52’de de değil. Türkiye’de toplum bağışıklığı artmıyor, azalıyor” dedi.

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık koronavirüste gelinen durum ve aşılama hızı hakkında ANKA Haber Ajansı’nı sorularını yanıtladı. Saltık’ın açıklaması şöyle:

“HALK, BİTMİŞ GİBİ SALGINI YAŞIYOR”

“Bugün biliyoruz ki, hastalığı hafif geçirenlerde çok hafif bağışıklık oluşuyor. Ancak ciddi ve ağır geçirenlerde daha güçlü bir bağışıklık gelişiyor. O da yaklaşık 4-5 ay dolayında, en çok 6 ay sürüyor diyelim. Aşıyla elde edilen bağışıklık daha güçlü. Başlangıçta, ‘Doğal yollarla elde edilen bağışıklık daha kalıcı oluyor’ diyorduk. Şimdi böyle olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla bir yandan gerek Türkiye’nin gerek dünyanın çok yaygın seferberlik bilinci içinde aşılamayı sürdürürken, bir yandan da toplumsal hareketliliği sınırlandıracak önlemlere gereksinim var. Halk, bitmiş gibi salgını yaşıyor.

“TÜRKİYE’DE TOPLUM BAĞIŞIKLIĞI ARTMIYOR, AZALIYOR”

Değerli halkımız, aşılardan güvenini eksiltmesin çünkü bu kağıt üstünde eriştiğimiz %80 oranında 2 doz aşılama, gerçek bir toplum bağışıklığı değil. Birincisi, 90 milyon hedef nüfusun üçte biri dışarıda tutulup 61 milyon hedef nüfus alındığı için o %79’un üçte birini bir çırpıda indirmemiz gerekiyor. Onun üçte biri 27 yapar ve %52’ye iner. Türkiye toplumu içinde 2 doz aşı olmuş insanların oranı %52’ye geliyor. İkincisi, ikinci dozdan sonra ne ölçüde insanın bağışıklığı zayıfladı, bunu bilmiyoruz. Üçüncüsü, iki doz aşılı olan insanların ne oranda bağışık yanıtı verdiğini de bilmiyoruz. Yani kağıt üstünde aşılama oranı, aynı zamanda hastalığa karşı bağışık olmak anlamına gelmiyor. Bağışıklama ve aşılama farklı şeyler, halkımızın bunu anlaması gerekiyor. Bağışıklama, ancak aşılamayla ve hastalığı geçirerek sağlanabilir. Aşılama, bağışıklamanın bir aracıdır. Aşılama her zaman birebir bağışıklama demek değildir. Bütün bu nedenlerle; aradan geçen zaman, ne ölçüde insanların bağışık yanıt verdiği, araya giren yeni varyant tipler nedeniyle gerçekten o toplum bağışıklığı düzeyi %52 de değil. Daha aşağılarda ama kaç olduğunu hesaplayabilmek için elimizde Bakanlığın veri tabanının bulunması gerek. Günlük aşılama sayıları çok azaldığı için, geçen zamanla birlikte bağışıklığı zayıflayan ve sönümlenenler kovit-19’a duyarlı duruma geliyor. O toplum bağışıklığı havuzundan ayrılıyor. Havuzun yeni aşılananlarla yukarıdan dolduğunu, geçen zaman nedeniyle bağışıklığı sönümlenenlerin de aşağıdan kaçak verdiğini düşünürsek, Türkiye’de toplum bağışıklığı artmıyor, azalıyor! İşte bu dinamik nedenlerle de salgınla baş etmekte zorlanıyoruz.

“BİR AŞININ 3. DOZUNU YAPMAK İÇİN 3 BİLİMSEL KANIT ARARIZ”

Tıp bilimleri bugün tümüyle kanıta dayalı olarak yürütülmekte. Bakanlığın bu politikasının da bilimsel kanıtlarının olması gerek. Bir aşının 3.dozunu yapmak için 3 bilimsel kanıt ararız. Öncelikle şunu ayırt etmek gerekiyor : Bir tazeleme dozu ile aşının üçüncü dozuna gereksinim duyulması birbirinden farklı şeyler. Örneğin inaktif çocuk felci aşılarını biz bebeklere 2. ayda başlar, 2’şer ay arayla 3 doz yaparız. Bunlar yineleme dozlarıdır ve son dozdan (3. doz) yaklaşık bir yıl sonra ve 48. ay sonunda bir rapel (anımsatma dozu) yaparız. Bu, olağan koşullarda o aşıdan beklenen bağışık yanıtın en üst düzeye erişmesi ve uzun süreli kalıcı olmasıdır.

“BİLDİĞİMİZ RUTİN TAZELEME YA DA GÜÇLENDİRME YA DA RAPEL DOZU DEĞİL”

Fakat şimdi karşı karşıya bulunduğumuz tablo; aşı takvimindeki bildiğimiz rutin tazeleme ya da güçlendirme ya da rapel dozu değil. Bakanlığın gerekçeleri toplumda belirlenen 3 kümeye dönük. Tıp biliminde bu uygulama için 3 gerekçe olmalı. İlki, eğer kişiler bu aşılara yanıt vermediyse siz yinelemeyi düşünürsünüz. Dolayısıyla, ülkemizde BioNTech aşısına yeter bağışık yanıt oluşmadı mı, bunun ortaya konması gerekir. İkinci olarak acaba bağışık yanıt verdiler ancak bu bağışık yanıt beklenenden daha erken dönemde mi zayıfladı? Dolayısıyla zayıflayan bağışıklığı güçlendirmek mi gerekiyor? Üçüncüsü ise birtakım yeni varyantlar mı ortaya çıktı, bu varyant tipler şimdiye dek yapılan aşılardan kaçıyor mu? Bu soruların yanıtı net olarak ortada değil. Sonuncusundan başlamak gerekirse, bu aşılardan kaçan yeni bir varyant ortada yok. Delta + (Plus) varyantı da bir ölçüde aşılardan kaçıyor denmekle birlikte, büyük ölçüde 2 doz mRNA aşısı halen etkili. Bunu nereden görüyoruz, 3 ölçütümüz var:

Birincisi hastaneye yatma hızları. Bu 2 doz aşıyı olan insanların enfeksiyonu almaları durumunda hastaneye yatırılma oranları, farklı aşı olanlar ya da eksik aşı olanlarla karşılaştırıldığında çok düşük kalıyor.
İkincisi hastalığın ağır geçmesi, bu da oldukça az görülüyor.
Üçüncüsü de ölümler. Ölümlerin de büyük oranda 2 doz BioNTech aşısı olmayanlarda görüldüğü biliniyor.

“BAKANLIK BU 3 SORUYA YANIT VERMEDİ”

Bakanlık açıklamalarında bu 3 soruya yanıt vermedi. Yalnızca ‘Bilim Kurulu’nun önerileri doğrultusunda kararımız, yeni politikamız bu yönde’ dedi. Oysa Bilim Kurulu’nun da bu tavsiye kararlarını hangi bilimsel kanıtlara dayandırdığını, hangi sayısal verilere yasladığını, hangi Epidemiyolojik çözümlemeleri (analizleri) kaynak aldığını açıklaması gerekir. Türkiye, çok geri kalmış bir Afrika toplumu ya da Orta Asya’nın derinliklerindeki kim ülkeler gibi ilkel, gelişmemiş bir toplum değil. Cumhuriyet’imiz oldukça gelişmiş bir insan gücü yarattı. Bunlar Türk kamuoyu tarafından rahatlıkla anlaşılabilir.

“ÜÇÜNCÜ DOZ BİONTECH AŞISININ BİLİMSEL KANITLARI AÇIKLANMADIĞI İÇİN BİR BOŞLUK SÖZ KONUSU”

3. doz BioNTech aşısının dayanakları, bilimsel kanıtları açıklanmadığı için bir boşluk söz konusu. Ne yapacağımızı doğrusu biz de bilemiyoruz. Soranlara, ‘3. dozu olun ya da olmayın’ deme konusunda bir sıkıntı yaşıyoruz. 3. doz BioNTech’e başlayan ülkeler, bu 3 soruya bilimsel kanıtlar ortaya koydular ve o çerçevede açtılar. ABD ve kimi Avrupa ülkelerinde 3. doz açıldı. Türkiye’de de açılabilir ama Sağlık Bakanlığı’nın mutlaka hangi bilimsel kanıtlara dayandığını kamuoyunun önüne koyması gerekir.

“AŞILARA GÜVENİNİZİ YİTİRMEYİNİZ”

Seferberlik bilinci içinde yaygın aşılama, 3. doz aşının bilimsel kanıtlarının ortaya konması, toplumsal hareketliliğin mutlaka belli ölçülerde sınırlandırılması ve insanların uyarılarak kapalı alanlarda maske zorunluluğu gibi önlemlerin alınması ve bunların birlikte yeniden güncellenmesi gerekir. Halkımıza son olarak söyleyeceğim şudur:

  • Aşılara güveninizi yitirmeyiniz, aşı olunuz, eksik aşılarınız varsa mutlaka tamamlayınız,
  • 2 doz BioNTech olduysanız üçüncüsünü Sağlık Bakanlığı zaten belli koşullarda verecek.”

 

***
Demecimizden kısa bir süre sonra Sağlık Bakanlığı, 18+ yaş topluma, 2. dozdan 6 ay geçmesi koşulu le 3. doz BioNTech aşılamasını açtı..

Yararlı olması dileğiyle..

Demecimizi izlemek için tıklayınız ( 9 dk.)

Sevgi ve saygı ile. 12 Kasım 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

SALGIN YÖNETİMİNDE TIKANAN TÜRKİYE… NE YAPMALI?? 

07 Şubat 2021 Günü Yazdıklarımız…
48 Gün Sonra Neden Hala Geçerli??

Çoook zor günlerden geçmekteyiz Türkiye ve uluslararası / küresel toplum olarak.
Özellikle Türkiye’de sorunlar çok boyutlu ve derin.
Yaşanan sorunların çok önemli bir kesiminin doğrudan nedeni ise, tek başına iktidarının 19. yılındaki AKP’nin demokrasi ve hukuk karşıtı ölçüsüz baskıları, din sömürüsü, kötü yönetimi.

Doğallıkla KOVİT-19 Salgını da bu genel olumsuz tablodan payını ağır biçimde almakta.

Örn. Aşı kıtlığı – yoksunluğu sorunu içindeyiz ve bu sorun mutlaka, yeterince irdelenmeli.

Buna ek 3 milyon doz ilk bölüm aşının 14 Ocak’tan bu yana 24 günde bitirilemediği, günde yaklaşık 110 bin doz uygulama yapılabildiğini, bu durumun kabul edilemezliği vurgulanmalı.

Oysa yaygın – hızlı aşılama (roll out) için mutlaka “seferberlik” mantığı ile düzenleme gerekliydi, AKP iktidarı bu kapsamda hiçbir ek önlem almadı. “Yavaş” gitmek işine geliyor galiba!?
Elimizde aşı var, sırası gelene yapıyoruz, gelen insanlar bu denli..” denmek isteniyor galiba!?

Hiç aşı teşviki kamu duyuruları (spotları) göremiyoruz TV’lerde, niçin acaba!?
***

Çin Üretimi Aşıyı Olmalı mıyız?

Kaplumbağa hızı ile aşılama… yeterli toplum bağışıklığına hızla erişme olanağı yok bu gidişle!

Bunu sağlayamazsanız, geçelim sönümlendirmeyi, salgını denetleyemezsiniz bile.

Öte yandan Türkiye’de uygulanan Çin kökenli SİNOVAC aşısının hastalığa yakalanmayı önleme gücü %50,65 olarak açıklandı ilgili firma tarafından. Kıl payı %50’nin üstünde. İlgili makale The LANCET‘te yayınlandı (Evre 3 ara raporu). DSÖ ve CDC, salgın nedeniyle, %50 koruyucu aşıya bile ivedi (acil) kulanım onayı vereceğini açıklamıştı daha önce.

Oysa Sağlık Bakanlığı, bu aşının Türkiye ayağında yürütülen Evre-3 çalışmasını çooooook erken sonlandırdı Çin kökenli aşıyı hemen uygulamaya geçmek için. %91,25 koruyuculuk oranı açıklandı. Bu oranın tümüyle “bilim dışı, geçersiz, yok hükmünde” olduğunu, ülkemizde söz konusu aşının koruyuculuk oranını bil(e)mediğimizi duyurmuştuk o gün(lerde) TV konuşmalarımızda, web sitemizde. Bilimsel, matematik temelli tartışma çağrısı yapmıştık ancak buna yanaşan ol(a)madı..

Bu arada, yaygın ve ciddi mutasyonlar nedeniyle (3 varyant tip 70’i aşkın ülkede görülmekte), mRNA aşıları ve viral vektör aşıların koruyucu etkinlikleri henüz bilinmeyen / açıklanmayan ama ciddi oranda azalmış olabilir.

  • Zaman aleyhimize, mutasyonlar istenmeyen yönde.

Öte yandan 100 doz aşıdan 75’i, 10 varsıl ülkece gasp edilmiş durumda! Küresel ölçekte salgın nasıl denetlenir bu durumda?? DSÖ’nün COVAX girişimi işletilemedi, aşıya adil erişim hakkı çiğnendi.

Koruyuculuk oranı yüzde kaç olursa olsun, aşı olup Kovit-19’a yakalananlar hastalığı hafif – belirtisiz geçirmekte ve yoğun bakıma vb. ağır sağaltıma pek gerek kalmamakta, ölümler çok azalmaktadır.

Aşı sonrası yan etki oluşma riski, Kovit-19 hastası olma riskine göre çok çok düşüktür. Yan etkiler bakımından da mRNA tabanlı ve viral vektör tekniğine dayalı aşılar ile ölü aşı arasında önemli farklılık yoktur.

  • Aşı olmak bedensel, ulusal korunma ve özgürlüklerimizi geri kazanmak, olağan yaşama dönmek için tek yoldur.

Kitle aşılamaları hızla ve gereken oranda toplumsal bağışıklıkla sonuçlanmazsa, birkaç ay içinde virüste olası kaçınılamayan mutasyon (Evrim!) nedeniyle, eldeki aşıların da yeterince koruyamayacağı yeni tip Kovit-19 salgını ile yüzleşebiliriz.

Bu nedenlerle aşı olmak / aşıya erişim hakkı yalnızca bireysel korunma yolu değil; bir yurttaşlık, ulusalcılık, insan haklarına saygı ve küresel dayanışma gereğidir. BM bunu mutlaka sağlamalıdır.

Anayasa md. 12 :Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.”

Anayasa md. 56 :Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.”

Dolayısıyla Anayasal bir yükümlülüktür de aşı olmak; keyfi – sınırsız – gerekçesiz bir “aşı reddi” ya da çekincesi kabul edilemez, savunulamaz. Hele salgınlarda! Kaldı ki, Umumi Hıfzıssıhha Yasası’nı 72. maddesi, salgınlarda İdare’ye zorunlu aşı uygulaması yetkisi tanır.

DSÖ’nün çabaları yetersiz kalıyor, BM ise suskun

Bu tablo nasıl açıklanabilir? Oysa BM etkin rol üstlenmeli ve salgının küresel ölçekte yönetimine hakkaniyet temelli dayanışma için ağırlık koymalı. Hep söyledik, yazdık BM’nin 75. Kuruluş yıldönümü olan 24 Ekim 2020’den bu yana;

  • BM Genel Kurulu, tüm dünyaya 2-4 hafta eşzamanlı bir küresel kapanma çağrısı yapmalı.

Ancak böylelikle yangının azgınlığı baskılanabilir, salgınla savaşım zamana yayılarak sürdürülebilir.

Zaman geçtikçe aşılara direnç, dezenfekten – antiseptiklere direnç, sağaltımda (tedavide) kullanılan destek ilaçlara (anti-viral birkaç antibiyotik) direnç gelişebilir – gelişmektedir;
üstüne üstlük daha kolay yayılabilen – bulaştırıcılığı artmış, daha öldürücü yeni varyantlar (mutasyon geçirmiş türler) ile yüz yüze geliyoruz. 3 ciddi mutant tip 70 ülkeye yayılmış durumda.

  • Çözümsüzlüğe sürükleniyoruz!

Okullar bu koşullarda açılabilir mi?

Pek çok ülkede sıkı sıkıya kapalı iken!? Türkiye’de böylesi bir yol, yangına benzin dökmek anlamına gelebilir.

  • Aklınızdan bile geçirmeyin!

Öğretmenler ve tüm okul çalışanları aşılansa bile %50 bağışıklık! Bu yarıyıl böyle gitsin.. bir giderim (telafi) yolu bulunur ama giden canlar geri gelmez!

Sağlık Bakanlığına Çağrı

Ayrıca, Çin firması SİNOVAC’ı yeter hız ve miktarda aşı üretemiyorsa, lojistik tedarik sıkıntılı ise, -ki apaçık öyle- Reis Hazretleri Çin’li mevkidaşını telefonla arayıp desin ki:

  • Türkiye’de uluslararası yetkilendirilmiş (akredite) GMP ve GLP standartlı farmasötik ürün kuruluşlarımız var, sizin lisansınız altında burada da üretelim, hız kazanalım…
    ***
    O halde yapılacak daha çoook iş var..

Sonuç olarak;

Refik Saydam Hıfzıssıhha (Koruyucu Sağlık) Enstitüsü AKP iktidarınca 663 s. KHK ile Kasım 2011’de kapatılmıştır. Oysa bu Kurum 1928’de Atatürk döneminde kurulmuş ve Anadolu’da bulaşıcı hastalıklarla savaşta olağanüstü başarılara imza atmış çok yetkin, sıra dışı bir Bilim kurumu idi. Çin’e, ABD ordusuna aşı sağlamış üretken ve saygın bir Kurumdu.

KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm dayatmaları ile, dünyada uzmanlaşma ve işbölümü aldatıcı gerekçeleri ile, “ucuza üretenden satın alırım” kolaycılığı ile Ulusal stratejik sorunlar çözülemez. Bu Kurum stratejik işlevdedir ve hızla, bir yasa ile bilimsel açıdan özgür, yönetsel ve akçalı bakından özerk bir konum (statü) ile yeniden açılmalıdır. Batı’da Almanya’da Robert Koch, Fransa’da Louis Pasteur, İngiltere’ de Edward Jenner Enstitüleri uluslararası ölçekte parlak örneklerdir. Bu Kurum açılmalı ve Salgın Yönetimi oraya bırakılmalıdır. Türkiye görüldüğü gibi parası olsa bile yeterli aşıya erişememektedir!

  1. Aşılamayı mutlaka hızlandırmak ve 0-18 yaş dilimi dışında kalan 70 milyon tüm nüfusu hedeflemek zorunludur. Çünkü %50 koruyucu aşı ile ancak 35 milyon insanı bağışık kılabilirsiniz. Yine de 35/90 milyon, %39 toplum bağışıklığı ile bu salgın baskılanamaz.
  2. Okulları bu ortamda açmak yangına benzin dökmektir, bu yarıyıl böyle kapanmalıdır.
  3. İlaç devi Merck-S&D bile aşı geliştiremedi havlu attı; Çin’e Sinovac lisansıyla Türkiye’de üretim önerilmelidir GMP-GLP standartlı ilaç fabrikalarımızda. Refik Saydam açılmalı, aşı üretmelidir.
  4. 2-4 hafta tam kapatma hala zorunludur, ülkeyi A.Ş. gibi yöneterek direnmek boşunadır!

Salgınları siyasetçiler değil Bilim insanları yönetir. Oysa Türkiye’de araba atın önünde; bu olmaz!

Sevgi ve saygı ile. 26 Nisan 2021.
(DİKKAT: 07 Şubat 2021 günü yazılmıştır)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
ADD Genel Başkan Yrd. / Vekili (2004-2006)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Pek çok ülkenin yatırım yaptığı genetik aşılar ve Türkiye’nin yatırım yaptığı inaktif aşı

Esin Şenol

T24 Haftalık Yazarı

20 Aralık 2020

Esin Şenol

Pek çok ülkenin yatırım yaptığı genetik aşılar ve Türkiye’nin yatırım yaptığı inaktif aşı

Bir ülkenin aşılama stratejisi olarak irdelendiğinde, tek bir pandemi aşısı olarak toplumu sürüklendiği katastrofiden kısa sürede çıkarmaya yetmeyecektir

Çok ıssız bir yeni yıl arifesindeyim ve ıssızlık en derin ihtiyacım.. Aslında, zamanın zor bir “an”ında olmak daha baş edilebilir çünkü her zorluk gibi içinde bir “güç “ve pek çok öğreti barındırır.

Baş edilemez olan, içinde yaşadığım coğrafyanın çaresizliği ile savrulan kalabalıklar ve ufukta görünen kıyıya, nasıl savrulacağımızı kestirememem. En iyi bildiğim ve güvendiğim akıl ve bilimin bizi, bazı coğrafyaları bu kaostan çıkarmaya yeteceğine inancımı kaybetmiş olmakla baş etmeye çalışıyorum.

Bir kurtarıcı olmasını umduğum “aşı”nın dünyada bir yerde gözle görülür, elle tutulur varlığına rağmen bizim memleketin ufkunda bir görünüp bir kaybolması, artık en az umutlanmaya çalışmaktan başka bir program seçemeyen yorgun zihnimi dibe çekiyor adeta.

Geçen yıl neredeyse bu vakitler, nereye evrileceğini, kıta aşarsa nasıl biteceğini öngöremediğimiz bir afetin sinyallerini taramaya ve ayıklamaya çalışıyorduk. O taramalar sırasında gözüme kestirdiğim tek bir haberin kıyısına tutundum ki, o da şuydu : Salgın potansiyeli taşıyan hastalık etkeni virüsün “genomu” yani kimlik kartı, on günde ortaya konmuş ve aşı çalışmaları için ortak platforma eklenmiş yani dünya ile paylaşılmıştı.

Aslında bu, DNA ve moleküler teknolojiler konusunda bilimin geldiği noktayı gösteriyordu. Daha önce 1983 yılında izole edilen HIV (AIDS hastalık etkeni) genomunun tümüyle sekanslanabilmesi (dizilenmesi) ise ancak 2009 yılında gerçekleşebilmişti.

Bu hızlı buluşun anlamını ortaya koyan ise pandeminin 11. ayında kavuştuğumuz bir aşı ve ipi ilk kez göğüslemesini sevinçle karşıladığımız bir teknoloji oldu. Bu ilk önemli ve hızlı hamlenin, bir satranç oyuncusu gibi sakin, akıllı ve sabırlı dediğim virüs ile başa çıkabilmekteki önemli hamlelerin ilki olduğunu biliyordum.

Olup bitene bu noktadan bakarken, kendimi en az yanılmaya programlayarak, temkinli bir umutla, aşıların bolca şansa ihtiyacı vardır cümlesini ise sıkça tekrarlıyordum.

Bu cümleyi söylerken ise aksi halde ne olabileceği konusundaki ön görülerimi ne aklıma ne de dile getirmemeye çalışıyordum. Şimdi bilmediklerini yüksek sesle paylaşmakta sakınca görmeyenler ise, yüksek olasılık çağın buluşu olarak adlandırılacak ve ödüller alacak bir buluşla, yanlış bir strateji ya da stratejisizlikle yatırım yaptığımız tek aşıyı, yeni aşılar aleyhine yarıştırıp “çocukluğumun bilinen aşısı” nostaljisi ile sorgusuz sualsiz taraftarlık yapıyorlar.

Genetik aşılar olarak sınıflandırılan aşıların çalışıldığı teknolojiler ise zannedildiğinden çok daha uzun bir maziye sahip. Burada Katalin Kariko’dan, pandeminin ilk onaylanan ve beklenenden çok daha yüksek bir başarı ortaya koyan aşısının gerisindeki kırk yıllık çalışma ve inancından söz edelim.

Katalin, Macar asıllı bir bilim insanı ve 1978’den beri mRNA teknolojisi çalışıyor. Bu teknoloji ile insan hücrelerini, istenen proteinleri kodlar hala getirebiliyorsunuz. Ama bu çalışmaların erken dönemlerinde, inflamasyon (iltihabi reaksiyon) olarak tanımlanan istenmeyen bir yan etki ortaya çıkıyor.

İnancını kaybetmeyen Katalin için o “büyük an” ise 2004 yılında geliyor. Bu molekülde yaptığı bir değişiklik ile istenmeyen bu tepkinin önlenebildiğini saptıyor. Buluşunu 2005 yılında yayınlanıyor ve bu buluş bugün pandemiyi bitireceğini düşündüğümüz, yüksek etkili, güvenli ve üretim kapasitesi yüksek iki mRNA aşısının yolunu açmış oluyor.

Pandemi, tarihin perspektifinden, dertlere çare olan hangi buluşlara yol açtı dendiğinde, neredeyse tüm sürecine tanıklık ettiğimiz bu buluşu bir kenara not almanızı öneririm. Doğal olarak, dev küresel şirketler ve pek çok ülke yatırımını bu aşılara yaptı. Çünkü bu teknolojideki aşıların üretilebilme kapasitelerinin yüksek olma potansiyeli ve yüksek etkililik ve güvenlik ile iyi bir yatırım olacaklarını öngörmek, bilim ve teknolojiyi özellikle aşı gelişmelerini bilenler için hiç de zor değildi.

Nihayet, uluslararası düzenleyici üç kuruluştan biri olan FDA tarafından tüm dünyaya açık canlı yayınlanan bir oturum sonrasında 11 Aralık 2020 tarihinde, pandemiyi bitirme sözü veren bu aşı “pandemiyi bitirecek aşı” olarak onaylandı.

ABD, Yale Üniversitesi İmmünoloji Bölümünden Prof. Akiko Iwasaki, bu onayı, aşı FDA tarafından “yıldızlı A” ile onaylandı olarak yorumladı. (AS: 17/4 gibi oyçokluğu ile..)

Pandemiden iyi bir sonuç çıktıysa, ilk kez ve bir aşı ile ipi göğüsleyen bu teknolojinin pek çok hastalık tedavisi için yeni gelişmelerin yolunu açmış olduğudur. Tabii kaçınılmaz olarak, bizi “çip”liyorlar sesleri de eş zamanlı olarak yükselmeye başladı. Kaçınılmaz çünkü, yenilikten, bilinmeyenden ve kendi makus talihlerini yenebilmekten korktukları kadar hiçbir şeyden korkmayan insan türünün tüm korkularını metaforik olarak tetikliyor.

  • Ne bizim hücrelerimiz ne de koronavirüsler, mRNA’dan DNA yapabilen enzimlere sahip değil. Yani aşı ile verilen mRNA’nın, DNA’mıza entegre olabilmesi mümkün değil.

Sentetik olarak üretilmiş bu mRNA, hücrenin çekirdek ile hücre zarı arasında kalan sitoplazmasında, virüsün, yalnızca bizim bağışıklık sistemimizi harekete geçiren proteinini kodladıktan kısa bir süre sonra kendini imha ediyor aslında.

Çocukluk aşımız nostaljisine konu olan, Türkiye’nin yatırım yaptığı tek aşı olduğu anlaşılan bir inaktif (ölü virüs) aşı olan Sinovac ise, henüz Faz 3 dediğimiz ve aşının uluslararası ve ulusal onay süreçlerine başvurma koşulu olan verilerini açıklamadı ve paylaşmadı. Önümüzdeki haftalarda açıklanacağı duyumu var.

Bugüne dek kullanmış olduğumuz ve hala grip, çocuk felci ya da hepatit A, kuduz gibi hastalıklar için kullandığımız inaktif aşılar, virüsün hücre kültürlerinde birçok kez pasajlanarak önce zayıflatılıp sonra kimyasal işlemler ile inaktif edilmesi ile elde edilen ölü aşılardır. Teorik olarak hastalık yapabilme ve ciddi yan etkilere yol açabilme riski yoktur ancak oluşturdukları bağışıklık kısa süreli ve nispeten zayıf olup tekrarlayan aşı uygulamaları gerekebilir.

Kabakulak için dört yıl gibi kısa bir sürede geliştirilen bir inaktif aşının, bir süre kullanıldıktan sonra yeterince bağışıklık oluşturmadığı gerekçesiyle, tekrar “canlı zayıflatılmış” bir aşı ile değiştirildiğini de, Faz 3 dediğimiz “gerçek etkililik” ve Faz 4 olarak tanımlanan onay sonrası etkinlik izlem süreçlerinin önemini vurgulamak için ekleyelim.

İnaktif aşı üretim süreçleri, benim yaptığım benzetme ile elle dikiş dikmek gibidir yani zahmetli, maliyetli ve yavaş bir üretim sürecidir. Çok uzun süredir kullanılmakta olmaları nedeniyle pek çok farklı senaryoda (gebelik, kanser ) yapılacak yeni çalışmalar için zaman kaybedilmeden kullanılabilir olmaları iyi yanlarıdır.

Bu aşı, Faz 3 sonuçları paylaşıldığında, hastalık önleyici etkisi, düzenleyici kuruluşlarca belirlenenen %50’den fazla ve en az 3 bin denek için kayıt edilmiş verileri ile güvenli olmak koşulu ile bireyleri hastalığın olumsuz sonuçlarından koruyacaktır. Bu nedenle verilerini gördüğümüz ve yeterli bulduğumuzda yaptırmanızı kuvvetle önereceğiz. Ancak, bir ülkenin aşılama stratejisi olarak irdelendiğinde, tek bir pandemi aşısı olarak toplumu sürüklendiği katastrofiden kısa sürede çıkarmaya yetmeyecektir.

Zaten hiçbir ülkenin tek bir aşı ile ve bu kadar kısıtlı doz ile kalmadığı da anlaşılmaktadır.

DSÖ’nün yayınladığı bir bildirgede altını çizdiği şu konu da çok önemlidir: Ulusların yönetemedikleri pandemi telaşı ile zaten aşı güvenilirlik ve etkiliklerinden ödün vermeden, azami kısaltılmış süreçleri de devre dışı bırakarak oldu bittiye getirmeleri, en güçlü aşıyı bile uluslararası kullanımda devre dışı bırakacaktır. Bu da dünyanın ihtiyaç duyduğu, etkili aşılardan birinden mahrum kalması anlamına gelmektedir.

Dün sosyal medyada gördüğüm, ABD’de aşı için kolunu uzatan bir yoğun bakım uzmanı; “Aşıya sevinemiyorum, dün doğum yaptıktan 3 gün sonra ölen 33 yaşındaki hasta gözümün önümde” notunu paylaştı. Ve gene orada çocuk yoğun bakım uzmanı olan arkadaşımın aşı yaptırırken çekilmiş fotoğrafına eklediği şu not, boğazımı yaktı :

  • “Bu bir başarı değil, artık çok geç, yüz binler gitti.”

Aşı bizi mi, süreci böyle yöneterek yüz binlerce ölüme yol açanları mu kurtaracak bilemiyorum?

Ama aşı ABD, İsveç gibi, bizim gibi salgını kontrolsüz bırakan ülkelerde, bu bulaşma hızı ve çaresizlikte, bir müjde olmayacak. Belki, şimdilik teselliye benzeyen bir müjde gibi.

Ekonomi mi, kısıtlama mı diyenlere hep sorduğum soru şuydu:

  • “Kaç kişinin ve kimlerin ölmesine razısınız?”

Almanya’nın bilim insanı yöneticisi Angela Merkel, Noel öncesi istenmeyen kısıtlamalar, özellikle okulların kapatılması kararını göz yaşları içinde açıklarken; “Bu ölümlere razı olamam” dedi.

Hepiniz için ıssız bir yeni yıl olmasını diliyorum, dileyebileceğim en güvenli şey şimdilik bu.

Varoluş mücadelesini, ‘kazanıldığında kaybedilen’ bir savaş olmaktan çıkarmaya mecburuz.”
-Çetin Balanüye, Naturans


Yararlandığım kaynaklar