Etiket arşivi: Milton Friedman

Size avuç avuç ilaç yutturmak için

Size avuç avuç ilaç yutturmak için

Soner YALÇIN
Odatv.com 30.10.19

Şili’den dünyaya, “sosyal devlet” yerine, güvencesiz dayanışmasız, özelleştirilmeci rekabetçi ve salt bedeni hedefleyen neoliberal sağlık hizmeti projesi yayıldı

Konuyu bambaşka yere bağlayacağım… Önce bazı bilgiler vermeliyim:
Rudolf Virchow (1821-1902)… “Patolojinin babası” Alman doktor.
O’na göre, hastalık biyolojik etmenlerden çok, ortaya çıktığı tarihsel ve maddi koşulların ürünüydü…
O’na göre, hastalık, yabancı bir organizmanın istilasından değil, hücrelerin içindeki düzenin bozulmasından kaynaklanıyordu…
O’na göre, hastalık üreten koşullarla mücadele etmek için, hastaları bedenleri, psikolojileri, toplumsal ve fiziksel çevreleriyle bir bütün olarak değerlendirmek gerekirdi…
Yani, sorun yalnızca beden değildi…
Bu bakımdan, hastalıkların nedenlerini toplumsal ve ekonomik koşullar dışında salt mikroskobik organizmalarda arayan Louis Pasteur gibi meslektaşlarıyla (AS: Pasteur kimyacı idi) ayrı düştü.

Aslında… İki tıp anlayışı arasındaki fark “emeğin ideolojisi” ile “sermayenin ideolojisi” arasındaki mücadelenin sağlık alanına yansımasıydı… (Bu nedenle sizler Pasteur adını bilirsiniz ama halkçı Virchow adını duymamışınızdır!)

Rudolf Virchow dedi ki: “Politika büyük ölçekte tıptan başka bir şey değildir… Hekimlerin fakirlerin doğal savunucuları olmalıdır.” Frederick Engels‘in “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” adlı çalışmasından geniş ölçüde yararlandı ve yoksulluk ile hastalık arasındaki ilişkileri göstermek için kitaptaki verileri kullandı.

Dünyada toplumsal sağlığın fikir babası olarak bilindi Virchow…
Çok öğrenci yetiştirdi; Max Westenhoffer bunlardan biriydi.

ÖĞRENCİSİ DR. ALLENDE

Max Westenhoffer (1871-1957) …
1908-1911 arasında Şili‘de görev yaptı. Görevi tıp eğitiminde reform yapmaktı. Ayrıcalıklı sınıf haline gelen hekimlerden, yoksulların kötü koşullarına dek bir dizi rapor yazdı. Şili’li zengin muhafazakârların tepkisini çekti. Sınır dışı edildi..

Fakat 1929-1932 arasında yeniden Şili’de görev yaptı. Tıp fakültesindeki öğrencilerinden biri Salvador Allende idi… Ve Dr. Westenhoffer, 1948-1957 arasında 3. kez Şili’de görev yaptı. Ektiği tohumlar meyve vermeye başlamıştı; Şili’nin Sosyal Tıbbi Gerçekliği eserini yazan öğrencisi Dr. Salvador Allende Sağlık Bakanı idi artık… Öğrencisi, sağlık sorunlarının salt tıbbi bakımına değil, ancak daha ileri sağlık örgütlenmesine, barınmaya, beslenmeye ve çalışma koşullarına dayandığını savundu.

  • Dr. Allende Şili Başkanı olunca toplumsal sağlık hizmetlerini tek tek yaşama geçirmeye başladı.

Ama… CIA‘nın desteklediği Şili’deki faşist askeri cunta, Başkan Dr. Allende’yi katletti.

Darbenin nedenlerinden biri de, “Ölüm İmparatoru” Rockefeller tarafından dünyaya dayatılan “endüstriyel tıbba” Dr. Allende’nin karşı çıkmasıydı…

“YENİ CUMHURİYET”

Darbeyle Şili, neoliberalizmin laboratuvarı oldu.

– Şili’de kişi başına sağlık gideri Dr. Allende döneminde 43 $ iken darbeden sonra 23 dolara indi…

– Kamu sağlık harcamaları darbeden sonra %65 azaltıldı…
– Ulusal sağlık sisteminin toplam harcamalardaki payı darbenin yapıldığı 1973 yılından 1983 yılına kadarki süreçte üçte bir oranında indirildi…
– Yatırım harcamalarının toplam sağlık harcamaları içindeki oranı % 12’den, on yıl sonra %1’e düşürüldü…
– Darbe döneminde doktorların tabip odalarına üye zorunluğu kaldırılarak sağlık sistemi üzerindeki hekimlerin etkinlikleri azaltıldı…

  • Şili’den dünyaya, “sosyal devlet” yerine, güvencesiz, dayanışmasız, özelleştirilmeci rekabetçi ve salt bedeni hedefleyen neoliberal sağlık hizmeti projesi yayıldı…

Benzer yapısal-köklü iktisadi dönüşüm 1976’da askeri darbelerle Arjantin ve 1980’de Türkiye gibi ülkelerde yaşama geçirildi…

Prof. Milton Friedman 1982’de Şili’yi “ekonomik mucize” olarak selamladı. O dönem derin örgütlenme Mont Pelerin üyesi sekiz neo-liberal; Friedrich Hayek, Milton Friedman, George Stigler, Maurice Allais, James M. Buchanan, Ronald Coase, Gary Becker, Vernon Smith’e Nobel Ekonomi Ödülü verildi!
Öyle maskeleme yaptılar ki kim sağcı, kim solcu kafalar karıştı. Neo-liberalizm yalnızca Özal gibi muhafazakâr iktidarların değil, Blair gibi sosyal demokratların da politik yolu oldu.
Amerikalı “solcu neo-conlar” “Yeni Cumhuriyet” adlı dergi çıkardı! “Yeni CHP” buralardan doğdu!

Toparlarsam: Bugün… Şili, tarihinin en büyük protestolarına sahne oluyor; milyonu aşkın insan neo-liberalizmi protesto ediyor. Hedefleri yalnızca hükümet değil, (örneğin sizlere avuç avuç ilaç yutturan, sürekli MR çektiren) neo-liberal iktisadi sistemi değiştirmek.

40 yıllık yalan ezberi siz de yıkın… Ezberlemek bilmek değil çünkü.

Şehir Hastaneleri : “Yap, İşlet, Ben Öderim. Bir Koy Üç Al”

Şehir Hastaneleri :
“Yap, İşlet, Ben Öderim. Bir Koy Üç Al”

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Şehir Hastaneleri ile gerçekleşen kazanım ve kayıplar ülke gündeminde. 10 Şehir Hastanesi açıldı, 11 hastane de açılmak üzere yapım aşamasında. İlk göze çarpan sorular;
şehir hastaneleri devlet hastanesi mi?
– Neden devlet hastanelerini kapatıyoruz ?
Devlete ait sağlık hizmetini neden şirketlere devrediyoruz?”

“ Yap, işlet, ben öderim. Bir koy üç al”

Dr. Ceyhun İrgil

Şehir Hastaneleri sürecine kadar AKP hükümetlerinin sağlık politikalarını kısaca gözden geçirmek gerekir. Başlangıçta kamu sağlık hizmetlerini rehabilite etmek ile başlayan hükümetler zaman içinde liyakatsiz ve kifayetsiz kadroların elinde yap boza dönen sağlık sistemini içinden çıkılmaz hale getirince, her alanda olduğu gibi salt izlemci koltuğuna çekilip, hizmet üretimi ve yönetimini özel sektöre devretmenin kolaycılığına teslim oldular.

Global sermayenin, neoliberal ekonominin baskıları ile hem inşaat hem yeni rant alanı hem de popülist siyaset için verimli sonuçları olan “sağlık sektörü” enerji, eğitim gibi patronların yeni oyun sahası oldu.

Şehir hastaneleri devlet hastanesi midir?

Bu yapılanma ile değildir. Her ne kadar yönetim erki ve denetimini Sağlık Bakanlığı yapacak deniyorsa da, “parayı veren kuralı koyar”. Yani hastanenin bir sahibi var. Devletin kira ödediği bir patronu olan hastanelerin asıl yöneticileri hiç kuşkusuz şirketin yöneticileri olacak. Kiracısı olduğunuz evde hükmünüz ne kadarsa o kadar… Şirket devlet değildir. Kazancı gözetir. Kar elde edemeyen şirket batar. Yöneticinin işine son verilir. Açmaz burada. Devlet eliyle şirkete verilen hastanenin batmaması, iktidarın siyasi açmaza düşmemesi, popülist siyasetin devamı için “ne olursa olsun”, “ne pahasına olursa olsun” bu hastaneler (şirketler) kazanmak zorunda. Oysa devlet eli ve aklıyla yürütülen sağlık hizmetlerinde kar amacı güdülmez. Sağlık, eğitim, güvenlik, hatta bir parça ulaşım kamusal hizmettir. Sosyal devletin gereği ve görevidir.

Sağlıkta dönüşüm rüyası ile başlayan KHB fiyaskosu ile sonuçlanan kabus süreci bir gecede masal oldu

Sermayenin yeni rant kapısı şehir hastaneleri iktidarın çok öğündüğü sağlık yatırımları. AKP iktidarının ilk yıllarındaki kamusal sağlık hizmetlerinin ortaklaştırılması gibi yıllardır beklenen hizmetler başlangıçta kamusal sağlık hizmetlerine “ulaşılabilirlik” konusunda rahatlama getirirken, sağlık kalitesi, çalışma huzuru, çalışanların özlük hakları gibi konular göz ardı edildi.

Siyaseten çokça ekmeğini yedikleri ve çok övündükleri ”sağlıkta dönüşüm” projesini sessiz sedasız bir gecede KHK ile kaldırdılar. Yıllarca reklamı yapılan, emek harcanan ve sağlık sistemini alt üst eden Kamu Hastaneleri Birliği gibi yapılanmalar bir gecede yok edildi.

Ücretsiz denilen sağlık hizmetlerinde 10’dan çok aşamada ödeme ve katkı payı getirildi. Özel hastaneler teşvik edilirken, kamu hastaneleri salt modern bina (inşaat işleri) olarak görüldü. Sağlık hizmetinin niteliği düştü. Binlerce uzman doktor istifa ederek ya emekli oldu ya da özel sektöre geçti. İlçe hastanelerinde yalnızca küçük ve orta ameliyatlar yapılabilirken, büyük kent hastanelerinde bile büyük ve özellikli ameliyatlar sekteye uğradı. Özel hastane katkı payları %200’e çıkartılırken, devletin mücadele etmesi gereken, mücadele ettiğini iddia ettiği “ek ödemeler” (bıçak parası vb.) legalize edildi. Bizzat devlet eliyle tarifeye bağlandı. Sağlık atamalarındaki liyakat terkedildi. 2005 sonrası artan istifalar ile liyakatli ve deneyimli kadrolar kamu sağlık hizmetlerini terk ettiler.

  • Sağlık Bakanlığı cemaatlerin, siyasetin koşu alanı oldu.

Deneme yanılma yolu ile sağlık sistemi yürüyen ama işlemeyen bir yapıya büründü.

  • Sağlık Ocaklarının kapatılması kırsalda sağlık hizmetlerini felç etti.

Köyünde, beldesinde insanlar bir iğne yaptırmak için ilçe veya kente gelmek zorunda kaldılar. Kentte reçete yazdırma gibi sağlık evrak işlerinin ulaşılabilir ve kolay olması gibi basit bürokratik konular mesele edilip düzenlenen anketlerde sağlıkta memnuniyet algısı çokça işlendi. Oysa 2. ve 3. Basamak tedavilerde sağlığın bürokratları ve siyasiler de dahil olmak üzere, olanağı olan herkes özel sağlık kurumlarını veya üniversite hastanelerini öncelediler. Kasabasında hatta kendi yaşadığı kentin devlet hastanesinde büyük ve özellikli ameliyat olan kaç siyasi, varsıl veya bürokrat vardır?

Köyden sağlık ocağını kaldırıp yurttaşı kente göçüren iktidar, şimdi de kentte devlet hastaneleri kaldırıp kentliyi ya kent dışındaki şirket hastanelerine ya da kentin içindeki özel hastanelere zorunlu bırakıyor. Ya devlet başa, ya kuzgun leşe…

bursa-sehir-hastanesi

Nüfus 80, acil 110..

Sonuç olarak; Birinci Basamaktaki hizmetlerin aile hekimlerinin, toplum hekimlerinin çabası ve özverileri ile memnuniyet algısı ve bu algının medya, siyaset eliyle köpürtülmesi ile iktidar sağlığın geçmiş dönem günahlarının da yaygarası ile tepe tepe kullandı. Bu kadar reklam, performans uygulamaları ve iktidarın skora dayalı politikaları ile sağlık talebi (zorunsuz talep) arttı. Performans dayatmaları ile istenen skorlar oldu ama gereken tedaviler olunamadı. Gereksiz tetkik, gereksiz muayene, zorunlu olmayan girişim, yazılan ilaç, yatılan gün, doktora başvuru sayıları arttı. Öyle ki doktora başvuru sayısı 8 kat artınca, iktidar ek para isteyerek yolu kesmek istedi. Yurttaşlar ek ödeme yapmamak için acil olsun olmasın acil servislere akın etti. Ve ülke kendi nüfusundan daha çok acile başvuru yapılan ülke rekorunu kırdı( 2015 yılında Türkiye’de acile başvuru sayısı 110 milyon – 324 milyon nüfuslu ABD’de acil servise başvuruların sayısı yıllık 130 milyon. 53 milyonluk İngiltere’de bu rakam yılda 25 milyon. 2015 yılında 78.7 milyon nüfuslu ülkemizde bir yılda 110 milyon acil başvurusu yapıldı)

Sağlık Dönüşüm Projesi olmadı “Şehir hastanesi” deneyelim

Sağlığın vazgeçilmez, kullanışlı, karlı bir alan olduğunu anlayan ve deneme – yanılma yöntemleri ile sorunu anlayan iktidar, sağlığın ciddi bir rant alanı olabileceğini gördü.
“Kamu sağlık hizmeti kötüdür, sağlığın özeli iyidir” ön yargısı ve ön koşulu ile AKP, daha önce İngiltere’de denenen ancak başarılı olamayan Kamu-Özel Ortaklık modeli (KÖO) adı altında Şehir Hastaneleri projesini, aynen 2-3 yılda iflas eden “sağlıkta dönüşüm” gibi topluma büyük bir hizmet ve siyasetin yeni algı aracı olarak sundu.

2003 yılında başlatılan Sağlıkta Dönüşüm Projesi için en güzel saptamalardan biri, Şehir Hastaneleri konusunda çalışan, Sağlıkta Dönüşüm politikalarına karşı mücadelesi ile bilinen akademisyen Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın saptamasıdır;

“Sağlıkta Dönüşüm Programı adıyla yürürlüğe konulan neo-liberal sağlık reformları temel olarak, sağlık hizmetlerinin finansmanının genel sağlık sigortası ile sağlanması, kamusal Birinci Basamağın tasfiye edilerek Sağlık Ocaklarının kapatılması ve bunun yerine Birinci Basamağın özelleştirilmesi yaklaşımına uygun bir aile hekimliği modeline geçilmesi ve kamu hastanelerinin işletme haline dönüştürülerek piyasalaştırılması uygulamalarını içermektedir. Sağlıkta Dönüşüm Programının propagandası yapılırken Sağlık Bakanlığı tarafından dile getirilen “Yaygın, erişimi kolay sağlık hizmet sistemi” iddiası gerçekleştirilememiş; Sağlıkta Dönüşüm Programı uygulamaya konduğu ilk on yılda sağlık hizmetlerinde eşitlik ve sağlık hizmetlerine erişim açısından başarısız bir sınav vermiştir.”

“Yap, işlet, kırışalım” mı? Yoksa “bir koy üç al mı?”

Devasa, cafcaflı binalar, ışıl ışıl görüntüler ile bina, inşaat ve maketlerle toplumda algı yaratmayı başardılar. Çok inşaat az insan, büyük ama niteliği (kalitesi) sorunlu projeler bir bir açıklandı.

Önce “yap – işlet – kırışalım” mantığı ile planlanan Şehir Hastanelerinin ayrıntılar sızdıkça (sızdıkça diyorum çünkü iktidar sözleşmeleri gizliyordu) “bir koy üç al” projeleri olduğu anlaşıldı. Üstelik Hazine garantili… İnşaat ve yollardan yolunu bulan, sağlıktaki ballı kazancı gören şirketler, inşaat krizi riskine karşı, kar için yeni yollar ararken, hastane yolunu buldular. Devletin sağladığı tuhaf ve inanılması zor imtiyazlar, inşaat maliyetine sağlık gibi bir tekeli ele geçirme, garantili kazanç ve güvenceler ile, hastalıktan dertten deva değil, kazanç çıkacağını anlayan şirketler bu sisteme “hasta” oldular.

İnşaat dışında deneyimi olmayan bu şirketler zaten bildikleri inşaatı yapıp devlete devretmektense, garantili devlet desteğiyle, yandaş ve taşeron firmalar aracılığı ile bu hastaneleri işletmeyi değil “yap, işlet, kırışalım” modeli ile kazancı kırışmayı, salt inşaat maliyeti ve cefası ile en az çeyrek yüzyıl hazinenin ve işletmenin akıtacağı paranın sefasını sürmeyi planlıyorlar.

Macera ve yağma 2013 yılında çıkarılan yasa ile başladı (AS: 6428 sayılı yasa!). Bu yasa ile yaşama geçen Şehir Hastaneleri ile artık sağlık hizmeti veren devlet yerine, emlakçı ve pazarlamacı devlet modeline geçildi. Devlet temel ve vazgeçilmez görevi olan eğitim, sağlık, güvenlik gibi alanları özel sektöre devrettiği ölçüde devlet olmaktan çıkar.

Kamu Özel Ortaklığı (KÖO) anamalcı Milton Friedman’ın fikridir. KÖO kitleler uyanmadan, üstelik şaşalı hizmet alırken sermayenin çarkını döndürmesi için bulduğu devlet kaynaklarının sermayeye pazarlanmasının incelikli bir yoludur. Neo-liberal yamyamlar için artık

– devletler şirket,
– siyasi erk CEO,
– bürokrasi ve çalışanlar taşeron,
– halk müşteridir.

Küresel sermaye ve pazarlamacıları 1970 – 80 sonrası yoğun bir biçimde kamu kaynaklarına yöneldiler. Ulusal boyuttaki sermaye için büyük lokmalara yönelen Neo-liberal şirketler;

– ulusal şirketlere kazancın kırıntılarını,
– projelerini onaylayan ve ödemelerini yapan erklere de böbürlenmeyi,
– siyasette kullanılacak algıyı,
– siyasetin finansmanını paylaştırdılar.

Pastanın kek tabağını getirip, neredeyse pastanın tümünü alacak (üstelik Hazine güvenceli) şirketler için Şehir Hastaneleri bulunmaz fırsattır.

bursa-sehir-hastanesi

Kamu – Özel Ortaklığı lafın gelişi

Aslında ortaklık yok!

  • İşleten kazanan şirkete karşın her koşulda ödeme yapan devlet var.

Hastane yeri, personeli devletten, üstelik hasta “garantili”, bir de üstüne kira vermeyecekler, kira alacaklar, hastane içindeki tüm işletmeler, tetkikler, laboratuvarlar aklınıza gelen gelmeyen para kazandırabilecek her türlü iş, hizmet ve işletme hastaneyi yapan şirketin olacak. 25 yıl garanti, 49 yıla kadar senin… 1 maliyet 3 kazanç… Güzel iş. Risk yok. Yalnızca inşaatı yap, gerisini devlete bırak. Ödemeni al, keyfine bak. Sistem aksarsa, zarar ederse sorun yok alınan yurt dışı krediler devlet garantisi altında (AS: Kur garantili olarak üstelik!). İşler yolunda giderse de gitmezse de faturayı kim ödeyecek? Elbette halk… Hatta çocuklarımızı da aşarak torunlarımıza dek yansıyacak bir borç olduğu ortada. Kalkınma Bakanlığı’nın Ocak 2016’da yayınladığı verilere göre; 17 hastane için şirketler 9 milyar 869 milyon $ (yaklaşık 10 milyar USD) harcayacaktı. Buna karşın devlet şirketlere (2015 rakamlarıyla) 27 milyar $ ödeyecek (yazı ile yirmi yedi milyar $ – S-400’ler için 2.5 milyar $ ödediğimizi, 50 milyon $ bulunamadığı için Tank Palet Fabrikasının, Şeker Fabrikaları gibi yüzlerce fabrikanın satıldığını anımsayalım).
Örneğin; Isparta Şehir Hastanesi’nin yatırım bedeli dikkate alınırsa, 25 yıllık kira ödemesi ile 50 adet Devlet Hastanesi yapılabilirdi.

Bir başka örnek ise; Erzurum Devlet Hastanesi devlet eliyle tam donanımlı olarak 193 milyon Türk lirasına (TL) yapıldı. Oysa Adana’da aynı çaptaki hastane için şirketler 430 milyon Euro ( dikkat TL değil) fiyat çıkardılar. Buna şaşırmak gerek, şirketler bu hastane işine neden balıklama atlıyor ki? Elbette kazançlı olduğu için. Sermayenin amacı kar etmektir. Gereğini yapıyorlar.

  • Burada sorunlu olan, temel görevi sağlık hizmeti sunmak olan devletin iktidar eliyle devlet hazinesinden bu işleri şirketler aracılığıyla özel sektöre devretmesidir. Hem de yüksek maliyet ve halka çok pahalıya mal olacak bir yöntemle adeta sağlık hizmetini peş keş çekmesidir.

Kamu-Özel Ortaklığı (KÖO) projesiyle kurulmaya başlanılan Şehir Hastaneleri’nin çoğunda yatak sayısı 1500-2000 arasında. Oysa tüm dünyanın kabul ettiği ölçütlere göre, ideal olan hastane yatak sayısı 200 – 600 arasında olmalıdır. Büyüklük övünme ve algı için yararlı olabilir ancak işletme, maliyet ve kolaylık açısından ciddi bir sorun. Düşünün 200 m2 bir ev size yetebilecek ve kolayca maliyetlerini karşılayabilecekken, sizi 2000 m2 bir evde yaşamaya zorlasalar neler olurdu? Daha çok elektrik, daha çok su, daha çok ısınma ve soğutma, daha çok temizlik, daha çok işletme gideri, daha çok, daha çok maliyet… ve 200 m2 evden alamayacağınız verim, konfor ve rahatlık…

Bakanlık verilerine göre, Şehir Hastaneleri’nde bir yatağın maliyeti 243 bin $. Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı’nın 2016 raporunda 150 yataklı bir özel hastane için bir yatağın maliyeti ise yalnızca bunun 1/4’ü kadardır.

Köprüde “geçiş” hastanede “yatış” garantisi!

Şehir Hastaneleri’nde aynen köprülerdeki “geçiş garantisi” gibi “hasta yatış garantisi” de verilmektedir. Sızan bilgilere göre, hacme dayalı hizmetler için verilen %70 “doluluk” garantisi, iki sorun içeriyor. Hastane dolmazsa devletin ödeyeceği ekstra ücretler ve “ihtiyaç dışı, gereksiz hasta yatışı” gibi etik dışı sorunlara yol açacaktır.

  • Arsa ver,
  • personel ver,
  • imtiyaz ver,
  • hasta ver,
  • garanti ver,
  • işletme hakkı ver,
  • rant sağla ve
  • bir de üstüne kira öde!

modelli Şehir Hastanelerinde bir başka sorun ise hastanelerin kent dışına yapılmasından çok kentteki halkın bildiği, tarihi, işlerliği olan devlet hastanelerinin “zorla” kapatılarak, halkın bu hastanelere zorlanmasıdır. Birçoğunda ulaşım sorunu olan hastanelerin ulaşım sorunları belki zamanla çözülebilir. Ancak onca yıldır zorla kapatılan hastanelerin çevresinde oluşan yaşam (esnaf, işletmeler, taksi durakları, eczaneler vb.) ne olacak? Maalesef büyük sermaye tekeli için kent içindeki yaşam ve binlerce insan feda ediliyor.

Taşeronlaşan sağlık çalışanları

Devlet Hastaneleri ve uzmanlaşmış kimi hastanelerin kapatılması ile Şehir Hastanelerinde çalışmaya zorlanan personelin (doktor, hemşire, ebe, sağlık memuru, sağlık teknisyenleri vd.) durumu çok daha ciddi bir sıkıntı. Hem de hiç konuşulmayan sorun. İstekleri veya isteksizlikleri göz önüne alınmayan binlerce sağlık emekçisi bir kalemde özel şirketlerin kucağına bırakılıyor. Bundan sonraki aşama sağlık emekçilerinin iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, ucuz iş gücü haline getirilmesidir. Zaten genç sağlık çalışanlarını sözleşmeli çalıştırmaya başladılar.

  • Mutsuz ve huzursuz sağlık çalışanları ile mutlu ve huzurlu sağlık hizmeti veremezsiniz.

Sağlık çalışanları mutlu olmadıkça, hastaların ve yakınlarının mutlu olması beklenemez. Bu kaygı ve gerilimli çalışma ortamı hizmetleri aksatır, sorun yaratır. Nitekim sağlıkta şiddete giden yolun köşe taşları bu huzursuzluklar ve mutsuz, güvencesiz çalışma ortamıdır.

Sağlık çalışanları idarenin ve hükümetin baskılarından, takdirsiz, tedbirsiz, tedariksiz, plansız, öngörüsüz, hoşgörüsüz, devamlı tehdit ve performans baskısı ile yaşamaktan/çalışmaktan yorgun düştü. Sağlık çalışanlarına yalnızca “taşeron” gözü ile bakan, bu yöntemle kadrolu kadrosuz herkesi, hatta sağlık idaresi ve bürokrasiyi bile taşerona dönüştüren bu işletme modelini bugün en çok savunan, reklamını ve kalfalığını yapanların, bir süre sonra nasıl çırak çıkacağını göreceğiz. Kısa vadede bu sistemin kurbanı olan veya zararını gören birçok insanın, çalışanın ve bürokratın haberini duyacağız.

  • Orta ve uzun vadede en çok bağıranlar, canı yananlar bugün en çok alkışlayanlar olacak.

“Yap, işlet, ben halka ödetirim”

“Senin beton makinan, işçilerin, çimento fabrikaların boşta kalmasın, gel hastane yap, ben sana para ödeyeyim” Beton ve amele ekonomisi için, süslü algı çağı uğruna, bir hak olan sağlık hizmetinin lüks tatil gibi sunulduğu, sağlık hizmetinin niteliğinden çok, lüks otelcilik hizmetlerinin ön plana çıkarıldığı Şehir Hastaneleri maalesef artık bir realite ve ortada yapısı bitmiş, hatta işletmeye başlamış durumdalar. İktidar daha hastanelerin yarısı bitmemişken bazı yanlışlarını fark etti ve Meclise getirdiği bir torba yasada şimdi revizyon yapmaya çalışıyor. Aynen “Sağlık Dönüşüm Projesi” ve Kamu Hastaneleri Birliği gibi daha on yılını doldurmadan bakalım başka ne dönüşler olacak? Elbette sermaye yaptığı yatırımın karşılığını almak isteyecek, kazanç için veya en azından eldekini tutmak için iktidarları, çalışanları zorlayacaklar. Şehir Hastaneleri gerilimli bir iklimde başladı. Başındaki kara bulutlar ve fırtınalar biter mi? Muhtemelen sistem kezlerce revize edilecek. Şirketlerin güvencesi “hazine garantisi” ve uluslararası “tahkim”… Gelecek süreçte şirketler, devlet, iktidar, çalışanları ve bürokrasi ile sürekli bir gerilim, tartışma içinde olacak gibi görünüyor.

Planlanan Şehir Hastanesi yükümlülükleri yarım yüzyıla uzanacak, en azından garanti 25 yıl kira ödenecek, kamucu sağlık hizmetlerinin özele devredildiği, faturasını halkın ödediği ve bugün yaşayanların torunlarının bile borçlu olduğu, Devlet Hazinesine hep yük olacak, sağlık hizmetlerini gelecekte pek çok tartışmalı konu durumuna getirecek bir yapılanmadır. Zaman gösterecek. Ancak haklıysak devlete de halka da çok pahalıya, çok cana mal olacak. Dilerim bizler yanılırız.
====================================
Dostlar,

Yazı epey uzun ve kapsamlı ancak gene de bizim zorunlu söyleyeceklerimiz var..

Dr. Ceyhun İRGİL önceki 26. dönem CHP Bursa milletvekili idi. Çok verimli bir dönem geçirdi TBMM Sağlık ve Sosyal İşler Komisyonunda. Başarılı bir Genel Cerrah olarak iyi sınav verdi. Meslek örgütü TTB ile sürekli iletişim içinde oldu. Sanırız, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyelerinden eşi Prof. Dr. Emel İrgil’in de epey katkısı olmuştur..  Milletvekilliği döneminde Dr. Ceyhun İrgil, zamanın Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ’ın Bakanlığının bütçe önerisini sunarken verdiği Bebek Ölüm Hızı rakamına itiraz etmişti. Bakan Akdağ, binde 7,3’e indirdikleri (!?) bebek ölüm hızı ile övünüyor ve dünyanın bunu nasıl başardığımızı (!?) kendisine hayranlık ve şaşkınlıkla sorduklarını… aktarıyordu.

DB – IMF – ABD – AB dayatması olan kökü dışarıda Sağlıkta Dönüşümde (Health Transformation!) Türkiye, Akdağ’ın Bakanlığı ile öylesine başarılı (!?) olmuştu ki, dünyanın her yerinden Bakan Akdağ konferansa çağrılıyordu bu başarı öyküsü için ve yetişemiyordu!?

Dr. Ceyhın İrgil söz alarak, Bursa’da Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nca yürütülen bir bilimsel çalışmadan veri sundu. Bu çalışmada Bursa’daki mezarlıklar dolaşılmış, bebek mezarları ve mezarlık kayıtları incelenmiş ve bu kentte bebek ölüm hızı, Bakan Akdağ’ın Türkiye için verdiği binde 7,3’ün 4 katı dolayında, binde 28’in üzerinde hesaplanmıştı. Türkiye’nin batısında, ülkenin 4. büyük kenti ve gelişmiş, varlıklı bir kent olan 3 milyonluk Bursa’da bebek ölüm hızı gerçekte en az binde 28 iken, Türkiye genelinde nasıl binde 7,3 olabilirdi ki!? Nitekim izleyen yıllarda bu rakam TÜİK ve Sağlık Bakanlığınca 9-10’un üzerinde yayınlanmaya başlandı. Doğallıkla, Bakan Akdağ’ın verebileceği iler tutar bir yanıt yoktu..
******
Bu gün web sitemize 4-5 belge koyduk ŞEHİR HASTANELERİ TALANI hakkında. Bu söylem bize ait. Türkiye’de ilk olarak;

“Şehir hastaneleri talandır!”

diyen biz olduk. Yineliyor ve AKP iktidarını yıllardır yapageldiğimiz biçimde bir kez daha uyarıyoruz. Hekimlik mesleğinde 43. yılına girmiş, tıbbın Halk Sağlığı dalında yani sağlık hizmetlerinin planlanması, yönetimi, ekonomisi, politikası alanlarında uzmanlaşmış, ek olarak Sağlık Hukuku alanında tezli yüksek lisans yapmış, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi bölümünden de mezun olmuş çok kıdemli bir akademisyen, çeyrek yüzyıllık bir Tıp Profesörü olarak…  eğer bunlar azıcık LİYAKAT anlamına geliyorsa AKP = RTE için, bizleri de dinlemelidirler.

Daha fazla gecikmeden… Kimi çevrelere söz vermedi iseler, açıkları – tutsaklıkları yoksa!

Erdoğan, “Şehir hastaneleri benim hülyam – rüyam..” buyuruyor!??

En iyimser senaryo ile bir kez daha kandırılıyor! Ancak artık bu gerekçeye kimsenin kanası yok. Erdoğan, Şehir Hastaneleri için ivedilikle bir SAĞLIK KURULTAYI toplamalı ve nesnel olarak sonuçlarını değerlendirmeli ve bu hazin kandırılışına (?!) hızla son vermelidir.

2. senaryo; Erdoğan’ın, bunca uyarıya karşın bildiğini okuması durumunda; gerçekte kandırılmadığını ama bu ağır stratejik suça “ortak” olduğu düşünülecektir doğallıkla.

Tarih tanığımız olacak ve herkes yapıp ettiğinin bedelini kuşku yok, ödeyecektir! Ama ne acı ve ne yazık ki olan caaaanım Türkiye’mize ve necip milletimize olacaktır bu arada ve geciktikçe.

Sevgi, saygı ve DERİN KAYGI ile. 26 Temmuz 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

Devalüasyon % 29 enflasyon %1 5

Devalüasyon % 29 enflasyon %1 5

Ege CANSEN
SÖZCÜ, 5.7.18

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Haziran ayı sonunda enflasyon oranları TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) tarafından hesaplanıp yayımlandı. Geçen yılın haziran ayı sonuna göre, TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi) % 15,4, ÜFE (Üretici Fiyat Endeksi) % 23,7 artmış.

Bütün dünyada, bir ülkede enflasyon kaç diye sorulunca cevap olarak, yıllık TÜFE oranı verilir. Buna İngilizcede “Year to Year” CPI (Consumer Price Index) denir. Eskiden buna “Cost of Living Index” yani “Geçim Maliyeti Endeksi” denirdi. Bu endeksin hesaplanmasının amacı da ücretlere yapılacak yıllık zamları belirlemekti.

Halk “Geçim Maliyeti”ne “Hayat Pahalılığı” der.

Bu yüzden enflasyon açıklanınca, kişi kendine “geçim maliyetini karşılayacak kadar gelirim artı mı?” diye sormalıdır. Ancak kişiler böyle düşünmez. Geçen yıl kendi gelirlerindeki (ücret, kâr, kira ve faiz) artışlarıyla, servetlerin (döviz, altın, gayrimenkul) değer artışlarını hesaba katmadan “hayat pahalandı” diye şikâyete başlar.

Hâlbuki gelir ve servet artış oranı, enflasyondan yüksek olanlar için hayat pahalanmamıştır. Mesela döviz geliri veya bankalarda (toplamı 100 milyar dolar) döviz mevduatı olanlar için Türkiye’de “hayat ucuzlamıştır” bile.

ENFLASYON HER ZAMAN VE HER YERDE BİR SARMALDIR

Büyük üstadımız Nobel iktisat ödüllü Chicago’lu profesör Milton Friedman “Enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir oluşumdur (fenomen)” demiş ve onun bu sözü parasal iktisatçılar arasında “nas” (tartışılmaz doğru) kabul edilmiştir. Kadıköylü Nobelsiz iktisat yorumcusu Ege Cansen de “Enflasyon, her zaman ve her yerde bir sarmaldır” demiş ve kimsenin haberi bile olmamıştır. Enflasyon “fiyatlar genel düzeyinin”sürekli artmasıdır. Enflasyon ne bir günde ortaya çıkar ne de bir günde ortadan kaybolur.

Belli ürünlerin (özellikle günümüzde petrolün) fiyatının kısa sürede çok artması, birçok ürünün ve özellikle öbür hammaddelerin fiyatlarında zincirleme bir artışa neden olur.

Fiyatların arttığını gören tüketiciler, bunun altında kalmamak için “ücretlerine” daha genel bir deyişle kendi gelir kalemlerine zam yaparlar. İşte bu davranış tarzı “fiyat-ücret” spirali doğurur ki, bunun için “enflasyon denen fenomen her zaman ve her yerde bir sarmaldır”. 

ENFLASYON DEVALÜASYONU KEMİRİR

Reel devalüasyon, ihracatı artırıp, ithalatı azaltan “yegâne” iktisadi tedbirdir. Ancak devalüasyon, neden olduğu enflasyon tarafından kemirilir. Nitekim yıllığı (YARIM DOLAR  -YARIM EURO) hesabıyla % 29’a varan devalüasyon, %15’lik enflasyon yüzünden şimdiden reel olarak %12’ye düşmüştür. Bu reel devalüasyon daha çok düşmemelidir. Yoksa bu sarmal hız yitireceğine hız kazanır.

Son söz: Milli gelir dolarla düşerse, kişisel gelir de düşer.
======================================

Dostlar,

Yetkin ve kıdemli iktisatçı ABD Wharton Koleji bitirenidir (mezunudur).
O’nun SÖZCÜ’deki yazılarından çok şeyler öğreniyoruz..

Espri, ironi yüklü ve aşırı alçakgönüllü bir niteleme ile kendisi için

  • Kadıköylü Nobelsiz iktisat yorumcusu Ege Cansen..

demiş.. “İktisatçı” bile çok gelmiş! Oysa Reis, hiç beis görmeden “Ben Ekonomistim” buyurmakta.. Dümende Ekonomist olunca ülke batıyor. Çiller de ekonomistti.. Hem de çifte kavrulmuşu.. Ağdalısı.. Hem Boğaziçi Üniversitesinde hem de profesör dereceli..

Başbakanlığı döneminde ülkeyi 5 Nisan (1994) kararları denen batağa sürüklemiş; enflasyon o yıl %154 olmuştu’

Biz ekonomistin Kadıköylüsünü, Nobelsizini..tercih ediyoruz “Chicago boys / girls” yerine..

Ege Cansen’in adı örn. “Agean Johnson” olsaydı (!), kendisinin tanımı

  • enflasyon denen fenomen her zaman ve her yerde bir sarmaldır

söylemi de herhalde küresel sarmalın önde gelen akademi sözcülerinden Milton Friedman’ın

  • Enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir oluşumdur (fenomen)

fetvası ölçüsünde ünlenir ve uluslararası iktisat yazınında (literatüründe) yer bulurdu.

Ege Cansen üstadımız bizleri aydınlatmayı sürdürsün lütfen..

Ya da adını 70’inden sonra Agean Johnson yapıp devam etsin..

Yeter ki Anadolu’da yeni M. Friedman’lara yer olmasın!..

Sevgi ve saygı ile. 07 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Isparta Şehir hastanesi Açılıyor

Değerli site okurlarımız;
15 Ocak 2017’de sitemizde yayımlanan bu yazıyı, bu gün, 03 Şubat 2017 günü, Mersin’de açılan Şehir Hastanesi nedeniyle öne çekerek bir kez daha kamuoyunun bilgisine – dikkatine sunuyoruz. Sırada Yozgat vd. var..  / 03 Şubat 2017, Dr. Ahmet Saltık
========================================

Şehir Hastaneleri Özelleştirilmiş Birer Ticarethanedir
Isparta Şehir hastanesi açılıyor..

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Isparta Şehir hastanesi bugünlerde açılıyor.
Bu nedenle Isparta da hizmet veren Devlet Hastaneleri kapatılıyor.

ISPARTALILARIN GÖZLERİ AYDIN!
BUNDAN BÖYLE HİÇ AMA HİÇBİR SAĞLIK HİZMETİNE
BEDELİNİ ÖDEMEDEN ULAŞAMAYACAKLAR!

“Kaybedeceğimi bile bile “Isparta Şehir Hastanesi” başlıklı yazım 05 Ocak 2015’te
(2 yıl önce) kaleme alınmış ve çok sayıda e- gazetede yayınlanmıştı (yazı aşağıdadır).
O yazıda yazdığımız her şey birer birer gerçekleşiyor. Yazımızın bir yerinde;

“Demek ki “Isparta Şehir Hastanesi” Isparta ve bölge halkına sağlık hizmeti sunmak amacı ile değil;

Birincil olarak; Bölgemizdeki parasız tüm sağlık hizmetinin tasfiyesi, devlete ait sağlık kurumlarının tümüyle özelleştirilerek sağlık alanının yerli ve yabancı büyük sermaye açısından kârlı bir yatırım alanı haline getirilmesi ve böylelikle bütçeden bu kamu hizmetine ayrılan kaynakların da büyük sermayeye farklı biçimlerde aktarılması amaçlı kurulmaktadır.

İkincil olarak, sağlık emekçileri (doktor, hemşire ve diğer) iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, esnek çalışmaya uyum sağlamış ucuz işgücü haline getirilecektir”demişim.

Herkesin anlayacağı biçimde bir kez daha yazalım :

  1. Isparta Şehir hastanesi bir “Kamu Özel Ortaklığı” projesidir. Isparta şehir Hastanesinin işletilmesi 25 yıllığına AKFEN Holding tarafından yapılacaktır. Yani Isparta’da halk sağlığı tümden özelleştirilmiştir. Özel sağlık sektörünün, kurumlarının tek amacı sağlık hizmeti üretiminden para kazanmaktır.
  2. Sağlık hizmetleri, kamu hizmeti olmaktan çıkartılmış bireysel ve özel hizmet haline dönüştürülmüştür. Bunun anlamı şudur. Herkes ancak parası kadar sağlık hizmetinden yararlanabilecektir. Eğitimde, enerjide, iletişimde olduğu gibi sağlık alanında da devlet devreden çıkmış, hasta ile – hastadan para kazanma dışında bir amacı olmayan özel şirket karşı karşıya bırakılmıştır.
  3. Şehir Hastaneleri özelleştirilmiş birer ticarethanedir. Ticarete konu olan ise insan sağlığıdır. 2006’da AKP hükümetince yaygın medya propagandasıyla tezgahlanan “Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın sağlık alanındaki yarattığı yıkımın son noktasıdır Şehir hastaneleri.
  4. Asgari ücretin net 1404 TL olduğu ülkemizde toplumun ezici bir çoğunluğunu oluşturan yoksullar zaten temel yaşamsal gereksinmelerini (beslenme, ısınma.. vb.) karşılama olanaklarından yoksunken, sınırlı da olsa alabildiği sağlık hizmeti elinden alınacak,
    kendi yazgısı ile baş başa bırakılacaktır.

Devletin temel, vazgeçilmez temel görevi olan hizmet alanını (Eğitim, sağlık, güvenlik)
özel sektöre devrettiği ölçüde devlet olmaktan çıkmıştır/çıkar.
 

Özellikle 1980’li yıllardan sonra iktidar olanlar “vergi/prim gelirlerinin sağlık- eğitim-güvenlik” hizmetlerinin maliyetini karşılamaya yetmediği, bu nedenle bu alanların özelleştirilmesi ve hizmet alanların katkı ödemelerinin zorunlu ve gerekli olduğu yolundaki söylemleri kocaman bir kuyruklu yalandır!

Çünkü Türkiye’de nüfusun en zengin %10’luk kesiminin toplam servetin %70’ten fazlasına sahip olduğu devletin resmi kayıtları ile belgelidir. (AS: En varlıklı %20 nüfus kesimi 2015 sonunda %46,5 pay alıyor; TÜİK 2015 yılı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması)

Öyleyse sağlık, eğitim vb. hizmetleri için gereken kaynak; işte bu gelir dağılımındaki adaletsizlik ve eşitsizliktedir. Siyaset bu adaletsizliği ve eşitsizliği düzeltmek yerine, hizmetlerin tüm yükünü vatandaşların omuzlarına yıkmak için tertip ve düzenbazlıklarla ortaya çıkmaktadır. Bugün ülkemizde herkese parasız ve kamucu sağlık, eğitim hizmeti olanaklıdır. Hizmeti parasız verme niyetini, gücünü ortaya koyabilecek tek yapı kamu ve onun günümüzdeki somut temsilcisi olan devlettir. İşte sorunun çıkmazı da buradadır. Hizmetleri kamucu, parasız ve eşit sunma “niyet ve gücünü” devlet adına elinde tutan siyasal aktörlerin hemen tümü
“hizmetlerin tüm yükünü vatandaşların omuzlarına yıkma” konusunda fikir ve görüş birliği içindedirler.

Eğitim – Sağlık – güvenlik hizmetlerinin (AS: + ADALET!) parasız sunulması olanaklıdır. Üretilen toplumsal zenginlikten sağlık için, eğitim için daha çok kaynak ayırmak da olanaklıdır. Sorun kaynağın olmaması değil, toplumsal gelirin eşitsiz dağıtılmasıdır. Sorun, düzen içinde kalarak, düzene sözde muhalefet eden partilerin de bu durumu değiştirmek istememeleridir.

Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği Isaprta Şb. Bşk.
03.01.2017
*****************

Kaybedeceğimi bile bile “Isparta Şehir Hastanesi”

Akfen Holding tarafından kamu-özel sektör ortaklığı (PPP) modeli ile 755 yataklı Isparta Şehir Hastanesi’nin proje tanıtımı 09-10 Ekim 2014’te yapıldı. Proje tanıtım toplantısına, Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin yanı sıra Isparta Valisi, kumu kurum ve kuruluşları, özel sektör, sivil toplum örgütleri, meslek odaları ve basın kuruluşlarının temsilcileri katıldı. Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin verdiği bilgiye göre, özelleştirilerek kapatılan Sümer Halı Fabrikasına ait ve bedelsiz olarak Akfen Holdinge tahsis edilen 198 bin m2 Hazine arazisine yapılacak olan Isparta Şehir Hastanesinin İnşaat süresi 2 yıl olacak.

Akfen Holding projenin tasarım, finansman, inşaatı, donanım tedariki de dahil olmak üzere işletmeye hazır duruma getirilmesi karşılığı olarak 25 yıl süre ile hastaneyi işletecek. Başka bir anlatımla, devlet hem bu binanın (hastanenin) kiracısı hem de hizmet satın alıcısı olacak.
Yani kendi binasında kiracı, hizmetinde taşeron Sağlık Bakanlığı’nın “devlet hastanesini” Akfen Holding yönetecek.

  • Akfen Holding’e biraz daha yakından bakalım :

Başında Hamdi Akın’ın olduğu Akfen Holding’in özellikle AKP hükümetleri döneminde gösterdiği hızlı gelişme dikkat çekiyor. İhsan Doğramacı’nın sahibi olduğu Bilkent Holding’le ortak kurulan TAV (Tepe-Akfen Ventures) ile çok sayıda havalimanı işletmesini alan Akfen, liman özelleştirmelerinin de değişmez adı oldu. Akfen aynı zamanda, Irak’ın işgaliyle semiren ve ABD ordusuna hizmet için yanıp tutuşan şirketlerin başında geliyor. Akfen’e ait tanıtımlarda okuyana, işbirlikçiliğin ve onursuzluğun bu kadarı da olmaz, dedirten şu ifadeler kullanılıyor:

  • Akfen İnşaat Irak’ta Amerikan Askerlerine hizmet vermekte olup, Kellogg, Brown & Root firması ile yapmış olduğu sözleşmeye dayanarak atık arıtma, çelik konstrüksiyon işleri yapmakta, yemekhane, çamaşırhane işletmekte ve yüksek kalite internet teknolojisi kullanımını sağlamaktadır. Firmamız, Amerikan Ordusunun Askeri Kamplarına tam destek vermek ve büyük ölçekli Hükümet Projelerinde yer almak, deneyimlerini daha geniş bir yelpazede sunmak arzusundadır.

İşgal güçleri Irak’ta sömürü amacıyla yıkım-yağma-ölüm saçacak, yüzbinlerce insanı katledecek, AKFEN HOLDİNG bu katliama “yeşil dolarlar kazanmak” adına sınırsız destek sağlayacak, hizmet sunmak için yanıp tutuşacak… Biz de Isparta “Şehir Hastanesi’nin ölü soyucusu
Akfen Holding tarafından inşa edilecek olmasını alkışlayacağız öyle mi? Akfen Holding konusunda bu kısa açıklamadan sonra konumuza dönelim ve soralım :

Peki, nedir bu Kamu Özel Ortaklığı? Kamu-Özel Ortaklığı, uluslararası alanda bilinen adıyla PPP (Public Private Partnership), bir finansman modelidir. Devletin sunacağı mal ve hizmetlerin yapım işlerinin bütçe yetersizliği (AS: ??!!) nedeniyle ertelenmesinin veya yapılamamasının önüne geçmek amacıyla kullanılmaktadır.

Kamu Özel Ortaklığı’nın fikir babası emperyalizmin kurnaz mimarlarından biri olan (AS : Nobel ödüllü Prof.) Milton Friedman’dır. Friedman, Emperyalist sistemin tıkandığı, geniş halk yığınlarının sömürüye karşı başkaldırdığı 70’li yıllarda, “kitleler uyanmadan” sömürü çarkının yürütebilmesinin “inceliklerini” ortaya koyduğu modelin adıdır “Kamu Özel Ortaklığı”

Friedman’ın ortaya atıp olgunlaştırdığı bu yok etme projesinin ilk laboratuvarı ise 11 Eylül 1973’te faşist ve kanlı darbe (AS: CIA eliyle!) ile Salvador Allende’yi katleden Şili diktatörlüğü oldu. Friedman, Askeri Diktatör Pinochet’nin danışmanı olarak ilk elden uygulamayı denetledi.
Şili diktatörlüğünde test edilen “Kamu Özel Ortaklığı” projesine, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği(AB) uluslararası kaynak desteği sağladılar.
İşte Türkiye’deki Sağlıkta Dönüşüm Programı, “Kamu Özel Ortaklığı” projesi RTE’nin
8 yıllık rüyası” değil, bir IMF, DB ve AB (AS : dayatma) projesidir.

Bu çıkarsamayı doğrulamak için Türkiye’nin AB’ye verdiği taahhütlerden oluşan, adına neden “Ulusal Program” dendiği belli olmayan belgeden okuyalım :

  • Sağlık Bakanlığının yeniden yapılandırılması, devlet hastanesi, sigorta hastanesi ve kurum hastanesi ayırımının kaldırılarak tüm hastanelerin tek çatı altında toplanması ve hastanelerin idari ve mali yönden özerk bir yapıya kavuşturulmasına yönelik olarak başlatılan çalışmaların tamamlanması amaçlanmaktadır.”(Ulusal Program, 2002)

Şimdi anlaşıldı sanırım bu “Kamu Özel Ortaklığı”nın kimin rüyası olduğu…
Türkiye’de Kamu Özel Ortaklığı 09.03.2013’te yürürlüğe giren (RG :28582) 6428 sayılı “SAĞLIK BAKANLIĞINCA KAMU ÖZEL İŞ BİRLİĞİ MODELİ İLE TESİS YAPTIRILMASI, YENİLENMESİ VE HİZMET ALINMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN” a göre yürütülmektedir.

Ancak “Kamu Özel Ortaklığı” projesini yalnızca bu Yasa ile ele almak bizi yanılgıya götürür. Yasal dayanakları, kuruluş amaçları bakımından “Kamu Özel Ortaklığı” projesi, AB’nin kurnaz mimarlarınca dayatılan, aynı zamanda“bölgeselleşmiş devlet” projesi olan “Kalkınma Ajanslarının” önemli, ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçasıdır.

AB-15’te toplam 65 milyon insan, yoksulluk sınırında AB-25’te bugün yaklaşık 20 milyon işsiz, AB-15’te toplam 37 milyon yardım gereksinimli yoksul, bedensel ve zihinsel engelli, 3 milyon evsiz insan dururken; İspanya’da 20 bin, İtalya’da 78 bin, Almanya’da 7.789, Belçika’da 3.445, Fransa’da ise 1.200 doktor işsizken.. AB’nin kurnaz mimarları niçin, Türk halkının sağlığına “yatırım” (?) yapılması için kredi (AS :kredi = borç!) musluklarını sonuna dek açar?

Türk halkının sağlığı Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği (AB)’nin hiç umurunda değil. Türkiye’de sağlık ciddi, bakir bir rant kapısıdır.

Türkiye’de bir yıl içinde özel-kamu tüm sağlık kuruluşlarına 2010’da 539 milyon başvuru gerçekleşirken, 2011’de bu sayı 72 milyon artarak 611 milyona çıkmıştır.

2013’te Kamu Hastaneleri Kurumu’na toplamda günlük ayakta başvuran hasta sayısı 766 bin, acil servise gelen sayısının ise 232 bin.

Yalnızca 2011’de hastanelerde yapılan muayene ve reçetelerden alınan katkı payı 3 milyar 512 milyon TL dolayında. Katkı paylarına yapılan %23,6 oranındaki artış sonunda 2012’de vatandaşın cebinden 831 milyon 329 bin TL fazladan para çıkmıştır. Böylece toplanan katkı payı miktarı 4 milyar 344 milyon TL’ye ulaşmıştır.

2014 Ocak-Haziran döneminde sağlık hizmetlerine ulaşma %4,26 zamlandı.
SGK anlaşmalı özel hastanelerde hastadan alınan fark %200’e çıkarıldı. (AS: 2008’de başlangıçta %20 iken 6 yılda 10 katına çıkarıldı!)

Türkiye’de sosyal devletin çökertilmesi ile ortaya çıkan bu tablo, dizginsiz biçimde azami kar hırsıyla dünyanın her yerinde kan döküp, savaş çıkaran emperyalizmin doyumsuz iştahını kabartmaktadır. Demek ki “Isparta Şehir Hastanesi” Isparta ve bölge halkına sağlık hizmeti sunmak amacı ile değil;

Birincil olarak; Bölgemizdeki parasız tüm sağlık hizmetinin tasfiyesi, devlete ait sağlık kurumlarının tümüyle özelleştirilerek sağlık alanının yerli ve yabancı büyük sermaye açısından kârlı bir yatırım alanı durumuna getirilmesi ve böylelikle bütçeden bu kamu hizmetine ayrılan kaynakların da büyük sermayeye farklı biçimlerde aktarılması amaçlı kurulmaktadır.

İkincil olarak, sağlık emekçileri (doktor, hemşire vd.) iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, esnek çalışmaya uyum sağlamış ucuz işgücü haline getirilecektir.

Konuya biraz daha yakından bakalım :

  1. Akfen Holdinge 198 bin m2 Hazine arazisi (Kapatılan Sümer Halı Fabrikasının arazisi)
    25 yıllığına ücretsiz verildi.
  2. Akfen Holding yapacağı hastaneyi donatacak, ancak cerrahi dallardan, morg, restoran işletmesi, hastalara dağıtılan yemekler, hastaneye ulaşım, güvenlik, temizlik, kantin, otel, eczane, radyoloji hizmetleri ve gasilhane vb. hizmetler ihaleyi alan Akfen Holding tarafından verilecektir
  3. Akfen Holdinge 25 yıl boyunca hem bina kirası hem de bu “kamu hizmetleri”karşılığında hizmet bedeli ödenecek. (Burada kısa bir açıklama yapalım… Akfen Holding 25 yılda sabit yatırımlarının 5,5 – 11,5 kat kadarını devletten “kira” adıyla alacak. Yani Akfen Holding 30 ay içinde veya en geç 60 ay içinde sabit yatırımlarını amorti edecek.) Anlayacağınız devlet 2,5-5 yıllık “kira” bedeliyle aslında bu binaları ve donanımları kendisi yapabilirdi.
    (AS: Kira artırımı her yıl ÜFE + TÜFE ortalaması olacak)
  4. Akfen Holding hastanenin etrafında yapacağı taksi durağından kreşe dek tüm ticari alanları da işleterek gelir elde edecek.
  5. Yetmiyor. Akfen Holding, hizmet ve mal alımları dahil olmak üzere KDV’den, Damga Vergisinden ve harçlardan bağışık tutuluyor.
  6. Yetiyor mu? Yetmiyor, Akfen Holdingin bu binaları yapmak için aldığı/alacağı uluslararası kredilere devlet tam Hazine güvencesi sağlıyor.
  7. Yetiyor mu? Yetmiyor. Devlet, “Isparta Şehir Hastanelerinin” %70 doluluk oranıyla çalışacağını, yani “müşteriyi” garanti ediyor. Eğer doluluk %70’in altına düşerse, boş yatak bedelleri Devlet tarafından ödenecek.
  8. Yetiyor mu? Yetmiyor. Akfen Holding hastanede kullanacağı tıbbi teknoloji, ilaç, vb. hepsini dışarıdan getirecek. Bu işlem Holding için ayrıca bir “rant” sağlayacaktır.
  9. Yetmiyor. Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, rakip olmaması için Isparta Devlet Hastanesi ve eski SSK hastaneleri kapatılacak, tüm bina ve arazileri Akfen Holdinge bedelsiz tahsis edilecektir. Akfen Holding bu arazileri büyük bir olasılıkla AVM veya 7 yıldızlı otel yapımı için kullanacaktır.

Peki, bu paralar kimin cebinden çıkacak? Bizim ödediğimiz vergilerden sağlanacak.
Neden dünyanın en pahalı benzinini kullandığımızı sanıyorsunuz?

Daha bitmedi! Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, Isparta halkının sağlık giderleri 4-5 kat artacak. Neden diye soracağınızı biliyorum. Çünkü: Sistemin gereği olarak Hastane ticarethaneye, hasta ise müşteriye dönüştürülmüştür. Bu durumda daha çok para kazanma hırsıyla hastalara gereğinden çok tetkik ve ameliyat dahil tedavi yöntemleri uygulanacak, hastalar hastanelerde gereğinden çok yatırılacak.

Artık Devlet Koruyucu sağlık hizmetlerine yatırım yapmayacak. Bu nedenle de artık adını unuttuğumuz Salgın hastalıklar (verem, tifo, tifüs, sıtma, çiçek vb.) yeniden hortlayacak.

Öte yandan Şehir hastanesi açıldıktan sonra özel hastaneler ile SGK arasındaki anlaşma iptal edilecek. SGK getirisi çok olmayan klasik kimi dallar dışındaki, muayene ve tedavi giderlerini özel hastanelere ödemeyecek. Örneğin Kalp Damar Cerrahisi, onkoloji, organ nakilleri vs… Böylece ilimizdeki özel hastanelerin birer birer kapılarına kilit vurulacak. Buralarda çalışan sağlık personeli ya işsiz kalacak ya da en düşük ücreti kabul ederek Şehir hastanesinde (iş bulabilirse) çalışacak. Büyük bir olasılıkla bu açıklama 2015 seçimi sonrası yapılacaktır.

İşin en acı yanı bütün bu planlar ülkemiz insanlarının geleceğini daha sağlıklı kılmak için değil, İnsanımızın daha çok hasta olması, ulusötesi sermayenin ve Türkiye’deki taşeronlarının daha çok kazanması için yapılıyor. Halbuki çok basit ve ucuz önlemlerle çok daha sağlıklı bir Türkiye oluşturulabilir. ” Her şey daha iyi ve güya ucuz” diyerek yurttaşlarımız “sağlıkta dönüşüm”“şehir hastaneleri” hapı ile uyutuluyor. Kaba yalanlarla, gerçekler alçakça çarpıtılarak, soygun ve sömürünüm kanlı dişlisi çevriliyor.

Kamu Özel Ortaklığı adı altında “torunlarımızın bile ödeyemeyeceği” milyarlarca liralık (AS: hatta Dolar!) borçların altına imzalar atılarak sağlığımız uluslararası konsorsiyumlara kurban ediliyor. Daha önce Ispartalıların bir kesimi, hatta kimi sözde Atatürkçüleri tarafından “Kalkınma Ajanslarına karşı çıktı”, “Kent Konseylerine de karşı çıktı” denerek şiddetle eleştirildiğimi, hatta kınandığımı biliyorum. “Isparta Şehir Hastanesine” bu karşı çıkışım da eleştirilecek. Ancak tüm bunlara Özdemir Asaf‘ın özlü bir sözü ile yanıt vereyim.

  • “Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi,
    öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an… Bozmadım” 
    Mahmut ÖZYÜREK
    Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şb. Bşk.
    05.01.2015 Isparta
    ====================================
    Dostlar,

Saygıdeğer dava insanı, ADD Isparta Şubesi’nin kurucu başkanı, yıllarca ADD’de ölçüsüz bir özveri ile hizmet eden Mahmut Özyürek dostumuzdan epey uzun ve kapsamlı bir yazı sunduk. Kendisi emekli Tarih öğretmenidir ancak bu çok teknik konuyu emek vererek işlemiştir.
Metindeki ufak – tefek maddi hataları –sayın yazarın hoşgörüsüyle– ayraç içine alıp düzelttik.
Bu sitede daha önce de ŞEHİR HASTANELERİ adıyla katmerli uluslararası soygun anlatıldı :

Şehir Hastaneleri’nde Skandal İtiraf
 SAĞLIKTA KAMU-ÖZEL ORTAKLIĞI VE ŞEHİR HASTANELERİ
Şehir Hastaneleri İçin “Yargı Engelini Aşma Yasası” Çıkarılıyor

Yoruma gerek yok, bu konuyu düzenleyen yasa Yüce TBMM’den çıkarıldı :

  • “SAĞLIK BAKANLIĞINCA KAMU ÖZEL İŞ BİRLİĞİ MODELİ İLE TESİS YAPTIRILMASI, YENİLENMESİ VE HİZMET ALINMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN” (09.03.2013’te yürürlüğe giren 6428 sayılı yasa, RG :28582)..

Böylesi bir soygun ve talan insanlık tarihinde görülmemiş olsa gerektir..
Küresel Emperyalizm 21. yy’da Nirvana’ya ulaştı ölçüsüz ve kanlı sömürü yöntemlerinde!
Postmodern, hayalötesi soygunda o ülke içinde kraldan çok kralcı yandaş – taşeron çook bol!
Bu alçakça soygun yöntemlerini yaygın kitlelere anlatmanın etkin bir yolu bulunmalı mutlaka. Bu işler ayrıca merkezi yönetim bütçesi dışında ve 5018 sayılı yasa ile Sayıştay denetimi yok!! Tam hukuksuzluk, tam keyfilik, tam de-regülasyon ve tam ahlaksızlık!

Yandaşlarrın çocukları ve torunları da bu peş keşi çeken siyasetçilerin olduğu gibi servete boğulurken; halk yığınlarının çocukları hatta torunlarının gelecek onyıllardaki olası gelirlerine
bile el konup çalınarak yapılıyor talan! Yoksullaştırma gelecek kuşaklara zoraki yükleniyor! 

Bunu durdurmanın çaresi nedir??
“İSYAN’dır” = Meşru direnme hakkını kullanmadır.. dersek suç mu işlemiş oluruz?
TCK’dan çoook suçlar çıkarılır mı zoraki biçimsel yorumlarla ?
Peki bu kalleşçe kitlesel küresel soygun hangi yasaya uygun ya da hangi insanlık yasalarına aykırı??
Vicdan, ahlak, etik, moral, töre, eşitlik, hakkaniyet, erdem, evrensel insan hakları masalı, adalet…. bunun neresinde, neresinde??
TBMM’de bu yasaya oy verenler işin vahim içyüzünü anladı mı, suça ortak mı yoksa
gafilce el mi kaldırdı?? Hangisi, hangisi ?? Ve bu 2 seçenekten biri için mi oradalar??

Sevgi, saygı ve isyan ile.
15 Ocak 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD  – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

12 Eylül Darbesinin Yıldönümünde SAĞLIK KONSORSİYUMLARA KURBAN EDİLİYOR!


Dostlar,

Sağlık hizmetlerinin binası ve personeliyle birlikte tümüyle yerel (ulusal diyemiyoruz!) ve uluslararası sermaye ortaklıklarına (konsorsiyum) devri, SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM masallarının AKP eliyle adım adım uygulamaya konduğu Haziran 2003’ten bu yana 11. yılına girdi. AKP, kendisini iktidar yapan uluslararası güçlerin istemlerini sadakatle yerine getirmeye çabaladı. Politik alanda yer yer başarılı olamadı.. (Kürt açılımı, Suriye’ye savaş açma, 1 Mart 2003 Tezkeresi vb.). Ama ekonomik düzlemde =
rant dağıtımı alanında (yandaşlarına ve uluslararası ortaklarına) doğrusu
son derece atak ve “başarılı” (!) oldu.

11 yılda sağlık giderleri katlanarak büyüdü, devasa SGK açıkları borçlanılarak sübvansiyone edildi. Kamu eliyle yerli – yabancı yandaş sermayeye on milyarlarca dolarlık kaynak aktarıldı, haksız kazanç sağlandı. Ama halkımızı sağlık düzeyi
90. sıralarda kaldı, kıt ulusal kaynaklar talan edildi.

Artık finale gelindi bu alanda. “Tarikatlar koalisyonu”nun, aç kurtları doyurması gerekiyor. İktidarda kalabilmesinin ağır diyetini yine bu yoksullaştırılan halk ödeyecek, ödüyor. Prof. Erinç Yeldan’ın şu saptaması ne denli acı ve yerindedir :

  • “…Sağlıkta Dönüşüm Programı özünde, gerek IMF’ye gerekse ulusal ve uluslararası sermaye çevrelerine aktarılacak yeni kaynak arayışı içinde olan tarikatlar koalisyonu AKP‘nin kısa dönemde gerçekleştirmeye çabaladığı
    bir
    rant transferi ve güven tazeleme operasyonu olarak değerlendirilmelidir.”
    (Sağlıkta Dönüşüm Programı ve Gerçekler. Prof. Dr. ErinçYELDAN,
    Ekonomi Politik,
    www.cumhuriyet.com.tr, 12.01.2005)

Kamu – özel ortaklığı hakkında bu sitede epey teknik yazı yer aldı.
Uygun anahtar sözcüklerle tarandığında erişilebilir.

TBMM’deki muhalefetin halka bu sorunu etkili biçimde aktarabilmesi gerekiyor.

TTB, doğrusu son derece başarılı bir karşı duruş, halkın sağlığından yana tavır sergilemekte. Ancak kuşatılmış, satın alınmış yandaş (besleme!) basın
bu kritik uyarıları görmezden geliyor.

Eski deyimle; bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete..

  • AKP iktidarından bir “an” önce kurtumak,
    Türkiye için acil bir stratejik öncelik durumuna gelmiştir.

Tüm ulusal çıkarlar, dönüşü çok zor biçimde talan edilmektedir.

Öyle ki, Maliye Bakanı Mr. Mehmet Simsek, “SATILACAK DEVLET MALI KALMADI” buyurmuşlardır.

  • Gelinen yer; ülkenin tam da bekasıyla ilgilidir!
    Asimetrik küresel tehdit yaşamın her alanındadır..
    Tek çare TOPYEKUN SAVUNMADIR..
    Hattı müdafa yok, sathı müdafa vardır, o satıh tüm vatandır (ATATÜRK).
    TBMM’deki muhalefet olayın ciddiyetinin ayrımında mıdır?
    Topyekun toplumsal muhalefeti örmek ve örgütlemek zorundadırlar..

Bu son tümcemiz son derece kritik bir belirleme, uyarı ve çağrıdır..

Duyuluyor mu acaba??

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 13.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TTB’nin çok önemli basın açıklaması – uyarısı aşağıda, tarihe not düşüyor..

=========================================================

12 Eylül Darbesinin Yıldönümünde SAĞLIK (Eski Sütlüce Mezbahası’nda)
KONSORSİYUMLARA KURBAN EDİLİYOR!

alt

Sağlık Bakanlığı, 12 Eylül günü (bugün) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla İstanbul’da Haliç Kongre Merkezi’nde (Eski Sütlüce Mezbahası) yapılan törenle 14 ilde inşa edilecek 15 “Şehir Hastanesi” ile Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Binası inşaatı için, 25 yıllığına hem şirketlerin kiracısı olması hem de tüm hizmetleri taşerona devretmesinin altına imza attı!

TTB Merkez Konseyi tarafından ise törenin yapıldığı gün ve saatte İstanbul Tabip Odası’nda basın toplantısı düzenlendi. Toplantıda yapılan basın açıklamasında;

  • “12 Eylül darbesinin 33. yıldönümünde, bugün, AKP hükümeti tam da
    12 Eylül’cülerin açtığı yolda önemli bir adım atıyor.”

denilerek, AKP hükümetine “Kamu Özel Ortaklığı adı altında ‘torunlarımızın bile ödeyemeyeceği’ katrilyonlarca liralık borçların altına imza atıp sağlığı uluslararası konsorsiyumlara kurban ederek, kime hizmet ediyorsunuz?” sorusu yöneltildi.

TTB_logosu

12.09.2013
Basın Açıklaması

12 Eylül Darbesinin Yıldönümünde
SAĞLIK (Eski Sütlüce Mezbahası’nda) KONSORSİYUMLARA KURBAN EDİLİYOR

Bugün Türkiye’de, ABD yapımı 12 Eylül askeri darbesinin otuz üçüncü yıldönümü.

(Dün de, Şili’de halkın oylarıyla seçilmiş ilk sosyalist Devlet Başkanı’nı deviren,
gene ABD yapımı askeri darbenin kırkıncı yıldönümüydü. Aynı zamanda meslektaşımız olan Salvador Allende’yi sevgiyle, saygıyla anıyoruz.)

Otuz üç yıl önce bugün yönetime el koyan CIA’nın “Bizim Çocuklar”ı siyasal partileri, sendikaları, aralarında Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) de bulunduğu meslek odalarını kapattılar; işçilerin-emekçilerin haklarını gasp ettiler / sofralarındaki ekmeklerini çaldılar; toplumu büyük bir terör dalgasıyla susturdular ve piyasacı-özelleştirmeci düzenlemeleri içeren 24 Ocak “Acı Reçetesi”ni halka zorla içirdiler.
(A. Saltık’ın notu; 24 Ocak 1980 kararları için sitemizde yer alan dosyaya bakılabilir.. http://ahmetsaltik.net/2013/01/28/24-ocak-1980-kararlari/, 28.1. 2013)

12 Eylül darbesinden sağlık da nasibini(!) aldı.

1961 Anayasası’nda sağlık hizmetini devletin görevi olarak düzenleyen madde
(A.S. md. 49) kaldırıldı, sağlıkta özelleştirmenin önü açıldı.

12 Eylül darbesinin 33. yıldönümünde, bugün, AKP Hükümeti tam da 12 Eylül’cülerin açtığı yolda önemli bir adım atıyor.

Sağlık Bakanlığı bugün saat 14.00’de geniş katılımlı bir imza töreni yapılacağını duyurdu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla İstanbul’da Haliç Kongre Merkezi’nde (Eski Sütlüce Mezbahası) yapılacak törende, aralarında Ankara, İstanbul ve Kayseri’nin de bulunduğu 14 ilde inşa edilecek 15 “Şehir hastanesi” ile Türkiye
Halk Sağlığı Kurumu binası inşaatı için Sağlık Bakanlığı’nın 25 yıllığına hem şirketlerin kiracısı olması hem de tüm hizmetleri taşerona devretmesinin altına imza atılacak.

Protokolü imzalanacak şehir hastaneleri şunlar:

Adana,
Ankara Bilkent, Ankara Etlik,
Elazığ,
Gaziantep,
İstanbul İkitelli,
Kayseri,
Mersin,
Yozgat,
İzmir Bayraklı,
Konya-Karatay,
Manisa,
Bursa,
Kocaeli,
Isparta ve
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu binası.

İmzalanacak sözleşmelerin konusu Kamu Özel Ortaklığı ile yapılacak şehir hastaneleri.

Peki nedir bu Kamu Özel Ortaklığı?

Geçmişi eski. Kamu Özel Ortaklığı teorisinin müellifi Milton Friedman, 70’li yıllarda olgunlaştırdığı bu yapının “hızla” ve “kitleler uyanmadan” gerçekleştirilmesi gerektiğini savunuyordu. Friedman’ın ilk laboratuvarı ise 11 Eylül 1973’te darbe yapılan Şili oldu. Askeri Diktatör Pinochet’nin danışmanı olarak ilk elden uygulamayı denetledi.

Biliyoruz ki, 20 yıldan fazla zamandır bu yöntemi uygulayan İngiltere’de şu an itibariyle
7 hastane resmen iflas etti, tüm sağlık sistemi mali krize girdi.

Türkiye’de ise ilk ihale 2011 yılı Nisan ayında Kayseri için yapıldı. (Eylül 2011’de
temel atma töreni yapılan Kayseri Entegre Sağlık Tesisi’nin 2.5 yılda bitirileceğine ilişkin tören esnasında yapılan anlaşma açısından yalnızca 6 ay kalmasına karşın henüz inşaatın temelinin atılamadığı, tahsis edilen arazinin bataklık çıktığı biliniyor.)

  • TTB’nin açtığı davalarda Ankara-Etlik, Ankara-Bilkent ve
    Elazığ şehir hastanelerinin ihalelerinin yürütmesi durduruldu.

Sağlık Bakanlığı kararlara itiraz etti, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu itirazı reddetti. Bu üç ihaleye ilişkin Danıştay’ın yürütmeyi durdurma gerekçesine uygun yeni bir ihale yapmadan sözleşme imzalanması yargı kararına uymamak, dolayısıyla
suç işlemek anlamına gelecek.

TTB’nin önceki tüm açıklamalarında da belirtildiği gibi,
Kamu Özel Ortaklığı bir özelleştirme yöntemidir.

Üstelik Sağlık Bakanlığı bu yöntemle yaptığı şehir hastaneleri ile aslen yatak sayısını artırmıyor yalnızca yenileme yapıyor, yani aslında yatırım yapılmıyor.
(Bunu Sağlık Bakanlığı da kabul ediyor.)

Ekteki tabloda da görüleceği gibi, Sağlık Bakanlığı’nın bütün bu binaları kendisinin yap(tır)masının, Kamu Özel Ortaklığı Modeli ile yaptırmasından çok daha ucuza geleceği biliniyor.

Bu tesislerden vatandaşların ancak çok yüksek ücretler ödeyerek yararlanabileceği, burada çalışan hekimlerin-sağlık çalışanlarının güvencesiz taşeron işçisi haline getirileceği, bu hastanelerde eğitim alacak hekimlerin çalışma koşullarının belirsiz hale geleceği, katrilyonlarca liralık kamu kaynağının yalnızca bina  yenileme adı altında şirketlere dağıtılacağı, ihalelerin içine gömülü modern kapitülasyonlarla
sağlık hizmetlerinin özelleştirileceği de biliniyor.

Bütün bunlar bilindiği halde, 14 ilde 15 “şehir hastanesi” ile Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Binası inşaatı için sözleşmeler imzalanıyor.

TTB olarak; bu hastanelerde çalışacak hekimler-sağlık çalışanları adına,
bu hastanelerden hizmet alacak hastalar adına soruyoruz  :

* Etlik, Bilkent ve Elazığ ihalelerinin yürütmesi durdurulmasına karşın nasıl sözleşme imzalanıyor?

Soruyoruz  : Kayseri’nin sözleşmesi 10 Ağustos 2011’de imzalanıp temeli 10 Eylül 2011’de atıldı. Bu durumda sözleşme mi yoktu yoksa kira sözleşmesi mi yenileniyor?

Soruyoruz   : Yozgat’ta sözleşme imzalanmaksızın mı temel atma töreni yapıldı?

Soruyoruz  : Türkiye Halk Sağlığı Kurumu binasına ilişkin ihale, içinde Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu da bulunan bir kampüs. İhale ikiye mi bölündü ki sadece Türkiye Halk Sağlığı Kurumu için sözleşme imzalanıyor?

Soruyoruz  : Türkiye Sağlık Bakanlığı eliyle Somali’de kamu özel ortaklığı ile yapılacak hastane için görüntüleme ve laboratuvar hizmetleri “kamu” eliyle yürütülecekken, neden Türkiye için yapılan ihalelerde bu hizmetler şirketlere veriliyor?

Halk adına soruyoruz      :

KAMU ÖZEL ORTAKLIĞI ADI ALTINDA “TORUNLARIMIZIN BİLE ÖDEYEMEYECEĞİ” KATRİLYONLARCA LİRALIK BORÇLARIN ALTINA
İMZA ATIP SAĞLIĞI ULUSLARARASI KONSORSİYUMLARA KURBAN EDEREK, KİME HİZMET EDİYORSUNUZ?

CEVAP VERİN!

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
MERKEZ KONSEYİ

Tablo: Sağlık Bakanlığı’nın Klasik İhale Yöntemi ve Kamu Özel Ortaklığı Modeliyle Yaptırdığı Bazı Sağlık Tesislerinin Maliyet Karşılaştırması

KLASİK İHALE
(Hak ediş olarak 1 kez ödenen)
KAMU ÖZEL ORTAKLIĞI
(25 yıl ödenecek)
333 yataklı Aydın Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesini donanımı ile birlikte toplam: 37 Milyon 797 Bin 556 TL Ankara-Etlik (3566 yataklı)276.000.000 (Bina kirası)256.288.181,53 (Hizmet bedeli)

532.288.181,53 (Toplam 1 yıllık kira)

400 yataklı Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi donanımı ile birlikte toplam: 80 Milyon 115 Bin 600 TL Ankara-Bilkent (3660 yataklı)240.000.000 (Bina kirası)233.881.598,64(Hizmet bedeli)

473.881.598,64(Toplam1yıllık kira

1200 yataklı Erzurum Devlet Hastanesi
193 Milyon TL
Elazığ (1040 yataklı)94.837.104 (Bina kirası)58.451.037(Hizmet bedeli)

153.288.141,00 (Toplam 1 yıllık kira)

İl sağlık müdürlüğü, diyaliz merkezi, ağız ve diş sağlığı merkezi, 112 komuta kontrol merkezi ve istasyon ile toplum sağlığı merkezi içeren Yalova Sağlık Kompleksi: 10 Milyon 30 Bin TL Manisa (558 Yataklı)64.250.000(Bina kirası)(Hizmet bedeli henüz öğrenilemedi)
Bu 4 ihalede kira ve hizmet bedellerinin yanı sıra kapatılarak bu hastaneye taşınacak mevcut hastane binalarının da şirketlere verilmesi öngörüldü

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/12eylul-4009.html, 13.9.2013