Etiket arşivi: masumiyet karinesi

28 Şubat Davası

Sarıkamış. Dersleri. Yılmadan Yorulmadan Dr. Cihangir Dumanlı - PDF Free DownloadDr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğgeneral

Cumhuriyet, 01 Kasım 2021

İktidar, Türk Silahlı Kuvvelerine (TSK) önemli darbeler vurmuştur :

  • Askeri liseler kapatılmış;
  • Harp okulları kuvvetlerinin bünyesinden ayrılmış;
  • Harp Akademilerinde kurmay subay eğitiminin düzeyi düşürülmüş;
  • Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ve MGK Genel Sekreterliği’nin işlevi zayıflatılmış;
  • Milli Güvenlik Akademisi kapatılmış;
  • Askeri hastaneler kapatılmış; askeri sağlık sistemi bozulmuş;
  • Üst düzey emir-komuta ilişkileri Anayasaya aykırı şekilde bozulmuş;
  • Genelkurmay ve Kuvvet karargâhları etkisizleştirilmiş;
  • Deneyimli subay, general ve amiraller “kumpas davaları” ile tasfiye edilmiş;
  • Jandarma TSK’den çıkarılmış;
  • Elektronik istihbarat sağlayan GES Komutanlığı MİT’e devredilmiş;
  • Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) sivilleştirilerek Ordu’ya siyaset sokulmuş;
  • Genelkurmay Başkanı protokolde Diyanet İşleri Başkanı’ndan sonraki bir sıraya getirilmiş;
  • Ulusal bayramlardaki görkemli geçit törenleri iptal edilmiş;
  • Zorunlu askerlik süresi kısaltılıp ve bedelli askerlik kalıcı hale getirilerek
    eğitim zafiyeti yaratılmış;
  • Ordu’ya türban sokularak üniforma, birlik beraberlik, disiplin anlayışı zedelenmiş;
  • EMASYA Protokolü iptal edilerek askerin güvenlik güçlerine yardımda ve
    afetlerde görev alması engellenmiş;
  • Askeri adalet sistemi kaldırılarak disiplin zafiyeti yaratılmış;
  • Tank Palet Fabrikası TSK bünyesinden çıkarılarak özelleştirilmiştir.

Bunlar topluca değerlendirildiğinde “yeni bir darbe girişiminin önlenmesi” veya
“TSK’nin sivil siyasetçe kontrolü” (AS: denetimi) amaçlarını aşmıştır. TSK ve onun en önemli gücü olan Ordu-Millet bütünleşmesine zarar verici boyuta ulaşmıştır.

TSK’ye yapılan darbeler zincirinin son halkası, 2 Eylül 2013’te, (olaydan 16 yıl sonra) açılan;

  • savcılarının, hâkimlerinin, bilirkişilerinin FETÖ üyesi oldukları,
    sahte delillere dayalı 28 Şubat davası
    dır.

24 YIL SONRA GELEN KARAR

Ankara 13. (AS: Ağır) Ceza Mahkemesi’nin 14 kişi hakkındaki müebbet (AS: yaşam boyu) hapis kararını Yargıtay, olaydan 24 yıl sonra, 9 Temmuz 2021’de onaylamıştır. 19 Ağustos’ta bu kişiler hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. Ömürlerini ülkeye ve TSK’ye hizmetle geçirmiş Komutanlar, sağlık durumlarına (AS: sorunlarına) rağmen (AS: karşın) hapsedilmişlerdir.

Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ve Genelkurmay Başkanlığı vakit yitirmeden,
11 Eylül 2021’de bu komutanların rütbelerinin geri alındığını açıklamıştır.

DEĞERLENDİRME

Bu bir intikam davasıdır.
İç tehdit olarak değerlendirilen irticayla mücadele edilmesini anayasal platformda hükümete öneren generallerden, irtica yanlıları intikam almaktadır.

•Bu komutanların 28 Şubat 1997’de MGK’de hükümete önerdiği şekilde irticayla mücadele edilseydi, 15 Temmuz (AS: 2016) darbe girişimi olmazdı.

Hukuk bir intikam aracı olarak kullanılmıştır.
Suç konusu olan “T.C. icra vekilleri heyetini cebren ıskat ve vazife görmekten cebren men etmek” suçunun (765 sayılı eski TCK md. 147) maddi unsuru olan “cebir” unsuru yoktur.

•Maksat o Komutanların şahsında TSK’ye itibar kaybettirmek, Ordu-Millet bütünleşmesini bozmaktır.

•Yapılan haksızlıklar vicdanları sızlatmaktadır.

28 Şubat davası, iktidarın FETÖ’yle işbirliğinin devam ettiğinin açık kanıtıdır.

•Dava ile ilgili hukuksal süreç henüz sonlandırılmamış, olağanüstü hukuk yolları tükenmemiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın ilgili Yargıtay Dairesinden (AS: Yargıtay Ceza Genel Kurulu’ndan) kararını düzeltmesini isteme yolu açıktır. Hükümlülerin Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru hakları saklıdır. AYM, Gergerlioğlu davasında, hükmün kesinleşmesinin bireysel başvuru davasında AYM kararı ile mümkün olacağını belirtmiştir.

Tarikat mensubu amiral, tard işlemi yapılmadan, aylar sonra tüm haklarıyla birlikte YAŞ kararı ile emekli edilirken, ömürlerini Ordu’ya hizmetle geçirmiş, yaşları 80’in üzerindeki komutanlar hakkında Genelkurmay ve MSB’nin rütbelerinin geri alınması konusundaki aceleciliği dikkat çekicidir.

Asli ceza kesinleşmeden, ona bağlı olan fer’i (AS: İkincil, tamamlayıcı) ceza verilmesi,
masumiyet karinesine (AY md. 38) aykırıdır.

•Bu komutanların “rütbeleri söküldü” ifadesi yanlıştır. Askeri Ceza Kanunu’na göre,
rütbenin geri alınmasıyla fer’i ceza verilmiştir.

Hapsedilen komutanlar, emirlerinde görev yapmış astları için, askeri terbiyemiz gereği, daima komutanımız olarak kalacaklardır.

Mülkiyeliler Birliği’nden 701 s. OHAL KHK’sı Hakkında Basın Açıklaması

Basına ve Kamuoyuna,

Mülkiyeliler Birliği’nden 701 s. OHAL KHK’sı Hakkında
Basın Açıklaması

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

701 Sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi ile 18632 kamu çalışanı mesleklerinden ihraç edilerek toplam ihraç sayısı 130 binin üzerine çıkarılmıştır.

Evrensel hukuk ilkeleri ve temel anayasal güvencelerin ortadan kalktığı bir ortamda hiçbir yurttaşın kendini güvende hissetmesi beklenemez.  Dolayısıyla, Kanun Hükmünde Kararnameler yoluyla,

– hiçbir yargılama yapılmaksızın ve
– hukuk yolları kapatılarak

yapılan bu tasfiyeler ülkemizin demokratik geleceği bakımından kaygı vericidir.

Üniversitelerde eleştirel düşüncenin tasfiyesinde kullanan Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamelerinin sonuncusu olan 701 sayılı KHK ile 18 Barış Akademisyeni daha ihraç edilmiştir. Aralarında Onur Kurulu üyemiz Aydın Arı’nın; üyelerimiz Ayşen Uysal ve Erkin Başer’in de bulunduğu ihraç listesinin hukuka aykırı olarak hazırlandığı, hukuk devletinin en temel ilkelerinin askıya alındığı silinmesi unutulan “gerekçeler” kısmında itiraf edilmiştir.

Anayasa’nın 130’uncu maddesinde yer alan;

– akademik özgürlüğe ilişkin güvencelere,
suç ve cezanın kanuniliği ilkesine,
– idarenin anayasa ve yasalara uygun davranma zorunluluğuna,
masumiyet karinesine

varana kadar hukuk devletinin en temel ilkelerinin askıya alındığı OHAL KHK’leri ile üniversiteden tasfiye edilen hocalarımız; bilimsel, eleştirel, özgür bir akademik alanın ve barışın savunucularıdır. Bugün onlar neredeyse üniversite oradadır.

Olağanüstü hal kararnameleri bir taraftan baskı, korku ve tasfiyeleri yaratıyorsa bir taraftan da özgürce düşünmeyi sürdürme cesaretini ve dayanışmayı büyütüyor.

Mülkiyeliler Birliği dayanışmanın yanında olacak, KHK’lerin değil, hukukun üstünlüğünü; üyelerinin, mezunlarının haklarını ve ülkenin demokratik geleceğini savunacaktır.

Saygılarımızla. 09 Temmuz 2018
Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu

===========================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Mülkiyeliler Birliği‘nin yukarıda aktardığımız basın açıklamasına katılmamak olanaklı mı??

Daha önce de yazmıştık; Barış Akademisyenlerinin “suç sayılan” açıklamasını bütünüyle paylaşıyor değiliz. Ancak düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında görüyoruz olayı..
Gerisi vahimdir..
Demokratik hukuk devletinin sonudur..
En temel insan haklarından ifade özgürlüğünün gaspıdır..

Türkiye hızla normalleşmelidir.
Toplumda basıncı – gerilimleri hesapsız biçimde büyütmenin kimseye bir yararı yoktur ama ülkeye zararı pek büyüktür..

Ummak istiyoruz, artık taç giyen baş akıllanmalıdır

Sevgi, saygı ve büyüyen kaygı ile.
10 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

AB: Yargı bağımsızlığı konusunda endişelerimiz daha da artıyor

AB: Yargı bağımsızlığı konusunda endişelerimiz daha da artıyor

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
AYM’nin Mehmet Altan ve Şahin Alpay kararına alt mahkemelerin uymamasına AB Komisyonu sözcüsünden de tepki geldi. Sözcü, karara uyulmamasının Türkiye’deki hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı konusundaki endişeleri artırdığını hatırlattı.

AYM’nin gazeteciler Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın serbest bırakılması için verdiği kararı
alt düzeydeki mahkemelerin uymamasına
AB Komisyonu sözcüsünden tepki geldi. Sözcü, karara uyulmamasının Türkiye’nin hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı konusundaki ciddi endişeleri artırdığını anımsatırken, Türkiye ile ilgili Nisan ayında yayınlanacak raporu anımsattı. AB, OHAL’in bir kez daha uzatılmasına da tepki gösterirken
“adil yargılama” hakkına saygı duyulmasını istedi ve “OHAL Komisyonu’nun etkin şekilde faaliyet göstermesi yaşamsaldır.” dedi. AB’nin yanı sıra BM ve AGİT’ten de benzer açıklamalar geldi.

Artık Türkiye ile müzakerelerin adını anmayan AB, “İlerleme Raporu” olarak bilinen rapor için de “yıllık rapor” tanımlamasını kullanırken, Türkiye’den AİHS ve AİHM içtihatlarına uyması istendi. AB Sözcüsü, AYM’nin, Altan ve Alpay’ın temel haklarının ihlal edildiğine karar verdiğini ve yerel mahkemelerin bunu uygulamadığının anımsatılması üzerine “AB’nin, Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ile ilgili ciddi endişelerini daha da artırıyor” dedi. Türk yetkililerden, masumiyet karinesinin yanı sıra tutuksuz yargılama konusunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarına uyulmasını beklediğini anımsattı.

AB Sözcüsü OHAL’in 3 ay daha uzatılması kararını da not ettiklerini belirtirken, “Daha önce de belirtildiği gibi, her türlü koşulda Türk yetkililerin; tüm vatandaşların adil yargılanma hakkı dahil olmak üzere; hukukun üstünlüğü, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı duyması önemlidir” denildi. AB’nin OHAL’deki uygulamaları yakından izlemeye devam edeceğini belirten Sözcü, “OHAL Komisyonu’nun etkin şekilde faaliyet göstermesini sağlamak önemlidir” dedi. AB, Türkiye’yi, OHAL konusunda Avrupa Konseyi’nin dile getirdiği endişe ve tavsiyelere uymaya çağırdı.
=====================================
Dostlar,

Böyle giderse Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye’yi Konsey üyeliğinden çıkarmayı ya da üyeliğini askıya almayı, dondurmayı… vb. önlemleri gündeme alabilir. Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden olan Türkiye’nin yarım yüzyılı aşkın bir süre sonra dışlanması ne hoş (!) olur değil mi? AKP kalkar gene bin dereden su getirir.. Örn. Konsey Bakanlar Komitesi üyelerine “sizi gidi monşerler” diye çıkışabilir. Uygar dünyadan giderek soyutlanmamızı şizofrenik biçimde “değerli yalnızlık” diye niteleyebilir.. Hatta yağmur yağdırabilir, şimşek çaktırabilir!

  • Ülkemizin temel direkleri çatırdar aşamaya sürüklenmiştir devr-i AKP’de.
    Rejim ve sistem daha çok zorlanmamalıdır!

Anayasa Mahkemesi’nin kararların yerine getirilmemesi kimin aklından geçebilirdi
AKP despotizminden önceki yıllarda??

Dünya alem yanılmakta, yanlış yapmakta fakat en doğrusunu AKP = RTE mi bilmektedir?!
Geçelim böylesine bir yargıyı ve eylemi, bunu aklından geçirmek bile ciddi bir patolojidir.

Dış tehditlerin de çok boyutlandığı bir aşamada ULUSAL BİRLİK yaşamsal önemdedir.
Siyasal iktidar bu sorunu çok ama çok ciddiye almak zorundadır..

  • Bir de Suriye topraklarında sıcak çatışma eşiğinde iken, iktidar partisi AKP’nin milletvekillerinin, parti üst düzey yöneticilerinin, Bakanlar Kurulu’nun, A sınıfı yüksek bürokrasinin askerde olan / olması gereken çocuklarının görev yerlerinin açıklanmasını istiyoruz.. Hangilerinin paralı askerlik yaptıklarını da..
Geldiğimiz yer tam bir hukuk devleti bunalımı.
Bize göre bu yargıçlar reddedilmeli, HSK’ya suç duyurusunda bulunulmalı, HSK kendiliğinden harekete geçerek gereğini yapmalı ve AYM kendi hukukunu uygun yöntemlerle savunmalıdır; her ne denli OHAL KHK’larını denetleyemeyeceği kararı ile kendi ayağına sıktı ise de, toparlanma çabası göstermelidir. Diyanetin – imamların siyaset yapmasını engelleme, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri yasasındaki sınırlamayı kaldırma gibi olumlu adımlar atmışken..
Ayrıca AİHM’ne ivedi kaydıyla başvuru yapılmalıdır.

* Anayasa Mahkemesi Kararının uygulanmaması, 
sanıldığından öte ağır bir bunalımdır! Bu tıkanmaya hızla, hukuk devletinin gereği çözüm getirilmelidir.

Yineleyelim; Şahin Alpay ve Mehmet Altan’ın politik görüşlerini büyük ölçüde paylaşmıyoruz. Ancak her-ke-sin anayasal hak ve özgürlüklerini dokunulmaz görüyoruz. Hiç kimse ama
hiç kimse bir demokratik hukuk devleti olmak zorunda olan Türkiye’de (Anayasa md. 2)
hak ihlaline uğramamalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 19 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Eğitim Sen: Akademisyen Mehmet Fatih Traş İntihar Etti

Eğitim Sen: Akademisyen Mehmet Fatih Traş İntihar Etti!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Eğitim Sen Adana Şubesi, geçen sene Çukurova Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Ekonometri Bölümü’nde işten çıkarılan akademisyen Mehmet Fatih Traş’ın intihar ettiğini duyurdu.

Açıklamada, “Çukurova Üniversitesinde Barış imzacısı üyemiz Arş. Gör. Mehmet Fatih Tıraş, barış imzacısı olduğu için görev süresi uzatılmadığı ve birçok üniversite tarafından kabul edilmediğiden geçirdiği psikolojik travma nedeniyle yaşamına son verdi” dendi.

“Dışardan ders vermesi bile engellendi”

Eğitim Sen Genel Merkezi de yaptığı açıklamada şöyle dedi:

“23 Haziran 2016 tarihinde doktorasını başarıyla bitiren üyemiz, doktor unvanını alır almaz imzacı olması nedeniyle işten atılmıştır. Üstelik bölümde akademisyen ihtiyacı bulunmasına rağmen kendisine kadro verilmemiş ve işine son verilmiştir. Üyemiz Mehmet Fatih Traş’ın
işten atılmasının ardından, bölümdeki hocaları kendisine sahip çıkarak dijital ekonomi ve
tarım ekonomisi gibi dersleri vermesi sağlanmıştır.

“Ancak üyemizin ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ bildirisine imza atmış olmasını, barış talep etmesini ‘suç’ olarak görenler, Fakülte Yönetim Kurulu’na ve Üniversite Senatosu’na baskı yaparak bu dersleri vermesini de engellemiş, üyemizin üniversiteyle tüm bağlarını kesmişlerdir. Öğretim üyesi olarak çalışabilmek için farklı üniversitelere başvurular yapan üyemiz,
imzacı olması nedeniyle makbul görülmeyerek iş başvuruları reddedilmiştir.

“İşsizliğe mahkum edildi”

“Özetle doktorasını başarıyla bitirmiş gencecik bir bilim insanı, 50/d ile istihdam edilmesi nedeniyle bu başarısının karşılığını işten atılmakla almış, barış talep ettiği için de
işsizliğe mahkum edilmiş ve içimizi yakan bu acı sona sürüklenmesi sağlanmıştır.

  • “Mehmet Fatih Traş’ın aramızdan ayrılmasının sorumluları, Cumhurbaşkanı’ndan hükümete, YÖK’ten üniversite yönetimlerine kadar her fırsatta barış imzacılarına karşı
    kin ve nefret söylemiyle yaklaşanlardır. Ayrıca, üyemizin dışarıdan ders görevlendirmesiyle bölümünde
    iki ders vermesini dahi kabul etmeyen, insanlıktan nasibini almamış kişiler de
    bu üzücü olayın diğer sorumlularıdır!”

Traş, 2010-2016  arasında Çukurova Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Ekonometri Bölümü’nde araştırma görevlisiydi. Traş’ın cenazesi bugün saat 16:00’da Adana Kabasakal mezarlığına defnedilecek.

312 imzacı ihraç edildi

Barış İçin Akademisyenler’in öncülüğünde Türkiye devletine şiddete son verme ve müzakere koşullarını hazırlama çağrısı yapan bildiriye Türkiye’den 89 üniversiteden 1128 akademisyen ve araştırmacının imzasıyla yayınlandı.

  • “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiri 11 Ocak 2016’da açıklandı. 

Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında ilan edilen Kanun Hükmünde Kararname’ler (KHK) ile Barış İçin Akademisyenler’in “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi imzacısı 312 kişi ihraç edildi.

7 Şubat 2017 tarihli 686 sayılı KHK ile imzacı 184 akademisyen kamu görevinden çıkarıldı.

Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında ilan edilen Kanun Hükmünde Kararname’lerin (KHK) beşi ile 112 üniversiteden toplam 4811 akademisyen ihraç edildi.
Bu akademisyenlerden 16’sı başka bir KHK ile göreve iade edildi. (26.2.17, http://bianet.org/bianet/toplum/183975-egitim-sen-akademisyen-mehmet-fatih-tras-intihar-etti)
===================================
Dostlar,

Daha önce de bu sitede yazmıştık (20.01.1016) :
Akademisyenlerden soruşturmalara tepki..

Barış İçin Akademisyenler’in öncülüğünde 11 Ocak 2016’da imzalanan Bildiriye içerik olarak katılmadığımızı ancak düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında görülmesinin uygun olacağını belirtmiştik. Bu gün de aynı görüşteyiz. Bildiri içeriğini “suç” olarak kabul etmenin zorlama ve hukuku eğip – bükme olduğunu düşünüyoruz. Açıklamayı cezalandırmanın iç barışımız açısında sakıncalı olduğunu artık görüyor ve yaşıyoruz. Olağan olan, karşı görüşlerle demokratik tartışmayı uygar hoşgörü içinde sürdürmektir. Birilerine “en aykırı” gelen görüş ve düşüncelerin bile demokratik ortamda ifade edilmesine tahammül etmek gerekir. Demokrasinin erdemi de buradadır.

12 Eylül döneminde de Barış Davası nedeniyle çok sayıda aydınımızın birkaç yıl hapiste tutulduğunu acı duyarak anımsıyoruz.

  • OHAL dönemi ve KHK’lar birer giyotine dönüştürülmüştür.
    Bu kabul edilemez uygulamaya derhal son verilmeli ve hukuk devletinin tüm gereklerine özenle uyulmalıdır. Bunda başta AKP- RTE olmak üzere herkes için “hayır” vardır.
  • Cezaların “giderimi (telafisi) olanaksız”, “dönüşümsüz”, “orantısız”, “insan onuruyla bağdaşmaz” ve insanları çaresizlikten tüketen niteliklerde olmaması gereklidir.
    Kişisel olası ve mutlaka, bağımsız yargının kesinleşmiş hükmüne dayanması gerekir cezalarım. Suçu hükmen kesin olarak kanıtlanıncaya dek herkesin masum olduğu da (masumiyet karinesi)!
  • Türkiye, bu “SİVİL ÖLÜM” e ya da “post-modern idam” cezasına
    derhal son vermelidir.

Sevgi ve saygı ile. 26 Şubat 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Dr. Benan Koyuncu’ya destek

ttb_logosu

Dr. Benan Koyuncu’ya destek

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi ve Türk Tabipleri Birliği Asistan Hekim Kolu Üyesi Dr. Benan Koyuncu’nun açığa alınmasına karşı görev yaptığı Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisi’nin önünde bir basın açıklaması düzenlendi. Ankara Tabip Odası Asistan Hekim Komisyonu’nun çağrıcılığını yaptığı basın açıklamasına Türk Tabipleri Birliği İkinci Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, ATO yöneticileri ve hekimler katıldı. Açıklamaya Cumhuriyet Halk Partisi Ankara Milletvekili Dr. Murat Emir de destek verdi.

Dr. Sinan Adıyaman, Dr. Benan Koyuncu’nun açığa alınmasına ilişkin olarak Üniversite Rektörü ile yapılan ve olumlu geçen görüşmeye vurgu yaparken, Dr. Murat Emir, bir hekimin hiçbir soruşturma yapılmadan açığa alınmasının kabul edilemez olduğuna dikkat çekti.

BASINA VE KAMUOYUNA

Bundan tam bir hafta önce asistan arkadaşımız Dr. Benan Koyuncu acil serviste görevli olduğu saatlerde KHK’nın 4. maddesi gereğince açığa alındı. Hakkında daha önce herhangi bir soruşturması olmayan arkadaşımızın apar topar görevinden alınması bizler açısından kaygı ile karşılanmıştır.

Yalnızca DR. Benan Koyuncu değil, kısa bir süre önce de Dr. Mihriban Yıldırım arkadaşımız da benzer iddialarla görevinden alınmıştır. Haklarında belki birçok şey duymuşsunuzdur! Ama gelin bir de bizden dinleyin; kimdir bu arkadaşımız, kimdir Asistan Hekim Komisyonu üyeleri?

“Önce okulunu bitir sonra bu işlerle uğraşırsın” diyenlere inat, okurken de çalışırken de “bu işler”le uğraştılar. Öğrenciyken de asistanlıklarında da halkın sağlık hakkının yanında tavır aldılar. Yeri geldiğinde öğrenci, yeri geldiğinde hekim ve sağlık hizmeti alan hasta olarak halkın sağlık hakkının yanında oldular. Emeğimize yabancılaşmamızı isteyenlere inat, sağlık politikalarının üretiminin de yönetiminin de uygulanışının da izleyicisi olmayı seçtiler.

Asistanlıkları boyunca arkadaşlarını sorunlarında yalnız bırakmadılar; “Eğitim değilse işimiz değil” (!) deyip nitelikli uzmanlık eğitiminin peşine düştüler, “Gına geldi” dediler, asistanlık eğitimi adı altında angaryaya ve mobbinge karşı durdular.
Savaşa karşı barışı, yaşam hakkını savundular.

Bu asistan arkadaşlarımızdan ikisi 15 Temmuz’daki darbe girişimi sonrası başlatılan cadı avına maruz bırakıldılar. Haksız kadrolaşmalara karşı çıkan; bilimsel, demokratik, laik eğitim, sağlıklı bir ülke isteyen aydınlık yüzler iktidarın hedefine oturtuldular.

En çok soruşturma konusu edilen sosyal medya paylaşımları açığa alınma nedeni gösterildi, yetmedi; daha yaşanılabilir bir dünya hayalinin ifadesi olan bu paylaşımlar üzerinden çeşitli internet sitelerinde hedef gösterildiler, asılsız haberler ile masumiyet karinesini çiğnediler.

KHK’lar aracılığıyla işten atılan bu denli çok kamu emekçisinin bulunması ve bunların hatırı sayılır bir bölümünün, sözü geçen asistan arkadaşlarımızın suçlanmasında sendikal grev ve eylemler gibi anayasal haklar dışında hiçbir gerekçe bulunmaması, aslında bu KHK’ların esas amacını göstermektedir.

Dr. Benan Koyuncu arkadaşımız yalnız değildir.
Bu haksız uygulamalara karşı birbirimizi yalnız bırakmayacağız!
Dayanışmayı büyüteceğiz. (07 Ekim 2016)

Ankara Tabip Odası Asistan Hekim Komisyonu
=======================================
Dostlar,

Bu hazin hukuk katliamları katlanılmaz boyutlara ulaştı.
Tek 1 kişinin hukuku bile, uğruna dünyaları vermeye değer..
AKP iktidarının bu OHAL sürecini bahane ederek yıllardır gizli gündeminde olan SİVİL DARBEYİ açıkça sahnelediği değerlendirmeleri yaygınlaşmaya başladı ve biz de buna kuvvetle katılıyoruz.

Devlet memurlarının – kamu görevlilerinin disiplin ve ceza soruşturmaları ve yargılanmaları özel mevzuata ve hukuk kurallarına tabidir. Oysa OHAL Kararnamaleri ile tüm bu kamu görevi güvence hakları görmezden gelinerek hukuk ayaklar altına alınmaktadır.

Hukukun yaygın kabul gören, yerleşik en genel ilkelerinden biri, yaptırımların ölçülü – zorunlu olmasıdır. Koşullar gerektiriyorsa = yeterli somut kanıt varsa önce geçici olarak görevden el çektirme (açığa alma),

– suç ve cezanın kişisel olduğu ve
– kesin hükme dek herkesin masum olduğu karinesi evrensel ilkeleri asla unutulmaksızın

bu süre içinde özlük haklarının başta aylık – maaş – ücret olarak kısıntılı ödenmesi (asla toptan kesilmemesi!), oturuyorsa kamu lojmanından çıkarılMAması… ve hızla adil bir soruşturma ile, vazgeçilmez ve evrensel olan kutsal SAVUNMA HAKKI mutlaka usulüne uygun kullandırılarak.. işlem yürütülmesi gerekir. İdari işlemle kamu görevine son verilecekse, mutlaka idari yargı yolu açık kalmalıdır (Anayasa md. 125/1). Ceza yargılamasını gerektirecek hukuka uygun toplanmış kanıtlar varsa, konu yetkili – görevli yargı yerine dosyasıyla sunulmalıdır.

R.T. Erdoğan’ın “mağdur yok!” sözü dehşet vericidir.. (Basın, Hakim – Savcı kura çekimi töreni, 12.10.16) Erdoğan 241 şehidin hesabını sorarken “yüzlerce kez 241 kişi” yaşarken ebedi ölüme mahkum edilebilmektedir. Bunun savunulabilecek yanı yoktur. Erdoğan’ın zerrece hukuk – insan hakları nosyonu yok mudur ki; böylesine sorumsuz ve hukuku katleden, Yargı dahil Yasama ve İdareye açık talimat anlamına gelebilecek sözler etmektedir kamuoyu önünde?? Aynı Erdoğan Ergenekon – Balyoz vd. kumpas davaların savcılığını açıkça üstlenmiş; Anayasa Mahkemesi’nin bu davalarda sanıkların haklarının çiğnendiği (ihlal edildiği) kararını ise “tanımadığını – saygı duymadığını” ileri sürecek derecede hukuk ve Anayasa dışına düşmüştü.. Ağır Ceza Mahkemelerine Anayasa Mahkemesi’nin kararına direnerek uygulamamaları telkininde dahi bulunabilmişti! Kaymakamlara, mevzuatı bir yana bırakın anlamında açıkça suç işlemeye azmettiren konuşmaları da olmuştu. Hedef açıkça, az eğitimli seçmen kitlesi olmalı!

Erdoğan’ın bu söz ve davranışları, ne yazık ki, Türkiye için büyük bir risk, handikap ve talihsizliktir..

Yineleyelim : Kin ve intikam ile devlet yönetilmez..
Yalnız Ülkenin değil, insanlığın da temeli ADALETTİR!

Suça bulaştığı kanıtlanan her-ke-se, hukuka uygun – bağlı kalmak koşuluyla hak ettiği yaptırım elbette  uygulanmalıdır. Buna kimsenin itirazı ol(a)maz, olsa da hükmü olmaz. Ancak;

Herkes, başta Hükümet edenler olmak üzere sağduyulu, hukukun üstünlüğüne sonuna dek ve sadakatle bağlı kalmak zorundadır. Bu tutum hepimizin kısa erimde de uzun erimde de en yüksek yararına olacak tek yoldur.

Sevgi ve saygı ile.
12 Ekim 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Tabip Odası Üyesi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Not : Yazımızın pdf biçimi için tıklayınız..
ohal_kararnameleri_-ile_akp-_insan_haklarini_bicmeyi_surduruyor

Doğu Perinçek AİHM’de Savunma Hakkını Kullanmalıdır!


Doğu Perinçek,
AİHM’de Savunma Hakkını Kullanmalıdır!


İP Genel Başkanı Doğu Perinçek
‘in AİHM’nde (Fransa, Strasburg) 28 Ocak 2015 günü Büyük Daire’de yapılacak temyiz duruşmasına katılmasının mutlaka sağlanması gerekir.

Bu dava, geldiği aşamada salt Doğu beyin değil Türk Devleti’nin,
Türkiye’nin davası olmuştur.
AKP hükümetinin yapmadığını / yapamadığını bir yurtsever T.C. yurttaşı başarmıştır.
Engin tarih, hukuk, siyaset bilimi, yabancı dil … bilgisi ile..
Harman yüreğiyle.. Hiçbir şey beklemeden ama çok şey vererek..
Bu aşamadan sonra Türkiye bir bütün olarak, kale gibi bu davaya sahip çıkmalıdır.
Başlangıçta Dışişleri’nin çekinceleri vardı.. Dava açılsın mı açılmasın mı??
Bu riski göze alamadı AKP hükümeti.. (?)

– “Ya AİHM de aleyhte karar verirse? Ne yaparız?” kaygısı ağır bastı sanırız (?).

Son 2 tümceye “?” koyduk çünkü 23 Nisan 2014 günü dönemin Başbakanı RTE, Ermenilerden neredeyse soykırım özürü anlamına gelecek saçma sapan tümceler kurmuştu.
Bu bakımdan AKP’nin niyetinin / çekincenin içtenliğini sorguluyoruz ister istemez..

AKP iktidarının bu endişeleri artık geride kalmıştır.

AİHM, en azından, bu kararı ile İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN arkasında net olarak durmuş ve

“ERMENİ SOYKIRIMI EMPERYALİST BİR YALANDIR!”

bağlamında tümcelerin kurulmasının yasaklanamayacağını, eylemin düşünce ve
onun ayrılmaz uzantısı olan düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereğini vurgulamıştı.

Her şeyden önce SAVUNMA HAKKI KUTSALDIR ve SON SÖZ SAVUNMANINDIR..

Savunma son sözünü söylemeden karar verilebilir mi?

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu gerçekten içtenlikli ise,
Adalet Bakanlığı’na başvurmalı ve

  • Doğu Perinçek için Yargıtay’dan özel izin istenmelidir.

Böylesi bir istemin ceza muhakemeleri hukukuna aykırı bir tarafı yoktur, olağandır.
İnsanlar tutuklu – hükümlü iken bile cezaevinden gerektiğinde izinle dışarı çıkabilmektedir..
Adalet Bakanı da kendiliğinden harekete geçebilir, geçmelidir.
Gerektiğinde kefaletle de bu izin verilebilir.
Bildiğimiz kadarıyla dosya Yargıtay’dadır ve ilgili 9. Daire’ye doğrudan ya da
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı üzerinden yapılacak yazılı bir başvuru ile

– yurt dışına çıkış yasağının bir güvenlik tedbiri olarak sürdürülmesinin gereğinin olmadığı
– ya da bu özel, meşru, yerinde, hukuka uygun, gereği yapılmadığında doğacak olumsuz durumun gideriminin (telafisinin) olanaksız olması,
– bu önlemden beklenen yararın daha büyük bir sakıncaya yol açabileceği,
– ülkenin ulusal çıkarları karşısında sürdürülmesinin akla – hukuka uygun tarafının kalmadığı…
-… gereğinde kefalet koşuluna bağlanarak
– … gereğinde güvenlik görevlileri eşliğinde
– …..

gibi gerekçelerle yurt dışına çıkış yasağı (özü bakımından geçici bir güvenlik önlemidir)
– geçici
– sürekli
– ya da bu olaya özgü olarak kaldırılması İVEDİLİKLE istenmelidir.

Gereği de aynı duyarlık ve ivedilikle yerine getirilmelidir.

Bay RTE Başbakan iken MİT Müsteşarı savcılıkça ifadeye çağrıldığında,
hukukun ırzına geçilerek “kişiye özel yasa” çıkarılmıştı Yüce TBMM’den birkaç gün içinde..
Oysa hukukun genel ilkelerindendir; yasalar soyut ve genel olmak zorundadır.

Aynı başvuruyu Doğu Perinçek de Yargıtay’a ve ilgili 2 Bakanlığa yapmalıdır.

Eğer dosya Yargıtay’dan AYM’nin “hak ihlali yapılmıştır” kararı üzerine yeniden ve
tutuksuz yargılama amacıyla görevlendirilen Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi ise (bilindiği gibi Özel Yetkili Ceza Mahkemeleri kapatılınca dosyaları Ağır Ceza Mahkemelerine dağıtıldı), yazılı yasal başvuruların bu mahkemelere yapılması gerekecektir.
Kuşkusuz Sn. Perinçek kamu hukuku alanında Doktora yapmış bir hukukçu olarak ve
saygın avukatları bizden çook daha fazlasını ve doğrusunu bileceklerdir.. Türkiye Barolar Birliği’nin de (TBB) tüm hukuksal desteği vereceğini açıklamış olması ferahlık sağlamıştır. TBB başkanı Av. Sayın Prof. Dr. Metin Feyzioğlu da, İstanbul Barosu Başkanı
Sn. Doç. Dr. Ümit Kocasakal da ülkemizin önde gelen Ceza Hukuku uzmanlarıdır.

Hukuk düzeni çaresizlik rejimi değildir.
Son çözümlemede hukuk adaletin aracıdır;
temel işlevi budur,
dolayısıyla bu bağlamda üretmek zorunda olduğu çözümler meşrudur. 

Sivas katliam hükümlülerinin cezaevinde iken çocukları oldu!
İmralı’daki katilin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası İnfaz Yasası kurallarına uygun mu ?

Bizim önermelerimiz yanlışı örnek göstererek değildir.
Eski deyimle “sui misal misal değildir.(kötü örnek örnek değildir..)

Tümüyle meşru, hukuka uygun ve yasaldır. Kişiye değil olaya / olguya özgüdür ve
ortada ülkemizin yaşamsal çıkarları söz konusudur. AİHM’de tezini en ustalıkla savunacak kişi, favayı açan ve bu aşamaya dek taşıyan Hukuk Doktoru / Avukat Dr. Doğu Perinçek’tir.
Sn. Perinçek, yaşamsal önemdeki AİHM temyiz duruşmasında kendisini değil,
80 milyonluk Türkiye’nin onurunu savunacaktır.

Ulusumuza atılan hayasız soykırım iftirasının engellenmesi için boğuşmaktadır.
Bu kesitte üzerine düşen yapmaktan kaçınanlar, olası ağır olumsuz sonucun da
1. dereceden sorumlusu olacaklardır.

Yarın 12 Ocak’tır.. 28 Ocak’a (2015) dek daha 2 hafta vardır.
İstenirse 1 gün içinde bile olumlu sonuç alınabilir, yurt dışına çıkış izni sağlanabilir.

Böylesi olumlu bir adım, ülkemizin çok gerildiği bir ortamda sosyal psikoloji bakımından da çok yerinde ve yararlı bir adım olacaktır.

Ayrıca unutulmasın; Perinçek hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı, bir hüküm yoktur. Anayasa, AİHS ve evrensel hukuk kuralları gereği yalnızca “sanık” tır ve masumiyet karinesi” gereği henüz suçlu değildir!

Dilerseniz tersini düşünelim bir an için :

* AİHM Büyük Daire’de temyiz kararında Ermeni diyasporasının / İsviçre hükümetinin tezini kabul ederse,

“ERMENİ SOYKIRIMI EMPERYALİST BİR YALANDIR!”

tümcesi artık kurulamayacaktır. Sanırız 45 dolayında ülke bu tümcenin kurulmasını yasaklamış ve ceza yaptırımına bağlamıştır. Bu ülkeler daha da artabilecek,
Tarih uzmanları bile bilimsel veriler doğrultusunda bu yönde bir yargı ileri süremeyecek, makale – kitap vb.  yazamayacaklardır.

Fransız tarihçi Jean Michel Thibaux’nın aşağıdaki davranışı örnek alınmalıdır.

Fransız_tarihci_Jean_Michel_Thibaux_Turk_vatandasi_olmak_istiyor

Dolaylı olarak, reddedilemeyen, reddedilmesi yasaklanan bir olgu “doğruymuş “gibi
kabul görecektir. Bu dolaylı ama yanlış çıkarım, de facto olarak bizim soykırım yaptığımız yönünde dayatılarak bu kez AİHM, Uluslararası Ceza Mahkemesi, BM Genel Kurulu gibi uluslararası zeminlerde tazminat ve giderek toprak isteme boyutlarına taşınabilecektir!

AKP’nin bir “proje” partisi olduğunu, ülkemizi BOP kapsamında parçalamak için,
95 yıl sonra SEVR’i yeniden dayatmak için Başbakan iken RTE’nin 30+ kez
“BOP EŞBAŞKANI” olduğunu itiraf ettiğini hiç unutmamakla birlikte;
AKP’li vicdan sahibi ve yurtsever vekil, yönetici ve özellikle AKP üyesi ve oy vereni yurttaşlarımızdan umudumuzu kesmiş değiliz..
Onlardan yüzü aşkın milletin vekili, 1 Mart 2003 tezkeresine red oyu vererek
ülkemizin ABD tarafından sıcak işgalini engellemişlerdi..

AKP iktidarına bir kez daha sağduyu ve yurtseverlik çağrımızı yineliyoruz.

Her – ke – si üzerine düşen yurt görevini İVEDİLİKLE yapmaya çağırıyoruz.

Hiç kimse zerrece endişe etmesin, Doğu Perinçek kovsanız da, ülkesini 70’i aşan yaşından sonra terk edecek değildir. O, vatanına aşık, yaşamını devrimci savaşıma adamış bir insandır. Yaşamının en az 1/7’si, 11+ yıl hapislerde geçmiştir. AİHM’de tarihsel savunmasını
hukuk ustalığıyla ve gibi aslanlar gibi savunacak, davayı kazanacak ve onurla yurduna dönecektir.

Herhalde bu çok prestijli tablodan salt Doğu Perinçek’i yoksun bırakmak için
ülke çıkarları riske sokulmaz!?

Haydi Türkiye, ilkel kimi dürtüleri bir yana atarak sağduyunun gereğini, sana yakışanı yap..

Not : Makalenin pdf örneği (formatı) için lütfen tıklayınız :

Dogu_Perincek_AIHM’de_Savunma_Hakkini_Kullanmalidir

Sevgi ve saygı ile.
11.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran’dan Haşim Kılıç’a “Adalet Nöbeti” mektubu


Dostlar,

CHP’nin çalışkan ve üretken İstanbul Milletvekili Sayın Umut Oran,
Anayasa Mahkemesi Başkanı Sn. Haşim Kılıç’a aşağıdaki gibi etkili bir mektup yazdı.
(Bu arada geçen hafta CHP’nin MYK’ndan neden alındığını anlayamadık?!..)

Kimse bu mektubu Yüksek Mahkemeye telkin – tavsiye vb. olarak yorumlamaya kalkışmasın. Bize göre bu mektup adeta, “bir an önce adalet” için haykıran bir dilekçedir ve Anayasa’nın 74. maddesinde güvenceye alınan bir haktır.

Son derece dengeli ve haklı, somut kanıtlara – hukuksal gerekçelere dayanmaktadır.

Bu tertip davalarla yaratılan istendik adaletsizlik ortamında,
zaten ülkemizde yıllarca, yeterinden çok fazla gecikmiştir.
Karanlık bir Balyoz – Ergenekon 10 Yılı‘ndan söz edebiliriz.

7+ yıldır sürdürülen kökü dışarıda bu kurgulu zulmün neden olduğu acı ve
geri döndürülemez ardışık (seri) ölümler – katiller bir yana, son derece olağan olan
rutin ADALET REJİMİNE geri dönüş bir türlü olanaklı olamamaktadır.

Bu tablonun sürdürülebilirliği artık kalmamıştır.
Süreç, seri katillik suçu üretmiştir!

  • Türkiye’de “birileri” artık bu tertip davalar nedeniyle seri katildir!

Oysa ADALET ÜLKENİN TEMELİDİR.

Adalet yoksa, ülkede barış da olamaz ve kaçınılmaz olarak doğacak karmaşa (kaos) ortamı herkesi boğar.

Sorun AİHS bağlamında AİHM’ne taşınmadan ve yıllarca daha uzatılmadan ülke içinde ADALETLE ve hızla çözülmelidir. Gecikme yeni can yitikleri, hastalıklar, özekıyımlar ve kanayan toplumsal vicdandır.. Toplumsal gerilim ve ayrışmadır ki; ülkeye ve ulusa zararları kestirilemeyecek ölçüde derindir.

Anayasa Mahkemesi tarihsel bir dava, sorumluluk ve sınavla yüz yüzedir.

BALYOZ, artık adaletsizliğe inmeli, indirilmelidir..

Sevgi ve saygı ile.
12 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran’dan Haşim Kılıç’a
“Adalet Nöbeti” mektubu

portresi

 

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’a mektup yazarak, mahkeme önünde başlayan Adalet Nöbeti’ne karşı duyarsız kalınmamasını istedi. Oran mektubunda Kılıç’ın 27 Nisan (AS: 2014) konuşmasına gönderme yaparak

– “Kaleyi işgal edenler” ve
– “rakiplerinden intikam alma aracı” şeklindeki sözlerini anımsattı.

– “Geçen süre Albay Özenalp gibi geri dönülemez acılara yol açmakta.
ÖYM’lerde insanların itibarları toplum önünde linçe uğratılmıştır.
” diyen Umut Oran,
AYM’ye bu davalar nedeniyle yapılan bireysel başvuruların sonuçlanmadığına işaret etti.
Oran, mektubunda “Mahkemeniz bu sorumluluğu yerine getirmemiş, bu davaların mağdurlarının başvuruları gündeme alınmamış, hak ihlallerinin devam etmesine
göz yumulmuştur… Hapishanelerde bugün yargıyı bir bıçak gibi intikam almak için kullananların mağdurları hala adalet beklemektedir. Bu çağrı cevapsız bırakılamaz, bu talepler yok sayılamaz… Bu nedenlerle, bu davaların biran önce ele alınarak görüşülmesi için gereğini sunar, Türkiye’de milyonlarca insanın vicdanını kanatan uygulamaların son bularak, adalet ve demokrasi yolunda gerekenin yapılmasını temenni ederim.
” dedi.

CHP Parti Meclisi Üyesi ve İstanbul Milletvekili Umut Oran, ÖYM ve TMK’nun
10. maddesiyle görevli (AS: özel yetkili) mahkemelerdeki davalarda duruşmalarını
en başından beri izlediği davalar kapsamında bu kez Anayasa Mahkemesine başvurarak yaşanan sıkıntılara dikkat çekti.

CHP’li Oran’ın, 7 Mayıs 2014’te doğrudan Haşim Kılıç’ın Özel Kalemine elden
teslim edilen (7 Mayıs 2014) mektubu şöyle:

**********

Sayın Haşim Kılıç,
Anayasa Mahkemesi Başkanı 

Hasim_Kilic
Tarafınızca da bilindiği üzere Terörle Mücadele Kanunu (TMK) 10. maddesiyle görevli mahkemelerce görülen davalarda büyük hak ihlalleri yaşanmış, hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olan adil yargılanma hakkı,
masumiyet karinesi ve savunma hakkının sistematik ihlalleri gözlenmiştir.

Bu davalar hemen hemen aynı usul ve yöntemlerle hayata geçirilmiş, isimsiz ihbar mektupları, internet üzerinden yapılan bildirimler veya aramalarla şahıslar zan altında bırakılmış, yapılan araştırmalarda bu ihbarlarda bulunanların kimliğini gösterebilecek hiçbir bilgiye ulaşılamamıştır.

Davalarda gizli tanıkların ifadelerine yer verilmiş, hakkında çok ağır suçlardan mahkumiyet kararı olan şahısların hiçbir delile dayanmayan ifadeleri suç isnatlarının (AS: atılmasının) temelini oluşturmuştur. Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin yaşadığı gibi “sehven yüklenen” delillerle de sanıklar aleyhine kanıt oluşturulduğu görülmüş,
bütün bunların tüm kanıtlarıyla ortaya çıkmasına karşın yargılanan kişilere yönelik uygulamalar sürmüş, hatta sehven yüklendiği kabul edilen deliller gerekçe gösterilerek hüküm oluşturulmuştur.

Yine bu davalarda soruşturma aşamasında elde edilen kimi bulgular çeşitli medya organlarına sızdırılmış, haklarında soruşturma yürüten kişiler kendileriyle ilgili dosyaları göremezken, bu kişiler hakkında birçok iddia kamuoyunu yönlendirmek için kullanılmış, bir hukuk devletinde mutlaka korunması gereken masumiyet karinesi ihlal edilerek,
insanların itibarları toplum önünde linçe uğratılmıştır.

Balyoz davasında ise tüm bunlara ek olarak, hiçbir imza veya geçerliliği olmayan dijital veriler delil kimliği kazanmış, bu dijital verilerin sahte olduğunu gösteren 30 kadar ulusal ve uluslararası rapora itibar edilmemiştir. Davanın temeli olan 5 numaralı hard diskin sahte olduğuna ilişkin TÜBİTAK tarafından hazırlanan 20 Ocak 2014 tarihli dijital adli analiz raporu da dikkate alınmamış, bu şekilde oluşturulan delillerle hüküm kurulmuştur.

Davada sanıkların lehine 1466 hata, çelişki gerçekliğe aykırılık saptanmıştır.
Örneğin Başsavcılığa 30 Ocak 2010’da bavulla verilen belgeler ve 19 CD ile dava açılmış, söz konusu CD’lerden 11 ve 17 No’lu olanlarla ilgili bilirkişi raporunda CD’lerin en erken 2006 ortasında oluşturulmuş olabileceği ifade edilmiş, bu CD’lerde yer alan toplam 66 dokümanın Calibri yazı fontu tipi ile yazıldığı Yıldız Teknik Üniversitesi bilirkişilerince tespit edilmiştir. Halbuki Calibri yazı tipi Microsoft tarafından 2007 yılı sonunda piyasaya sürülen Office programında kullanılmış olup, herhangi bir belgenin
bu yazı tipi ile 2006 yılında kullanılması olanaksızdır.

Özellikle Balyoz davasında uzun tutukluluk süresi de hak ihlallerine neden olmuş,
Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Grubu (UN-GWAD) vermiş olduğu
6/2013 No’lu 22 Temmuz 2013 tarihli kararında, Balyoz davası kapsamında özgürlüğünden alıkonulan 250 sanığın keyfi olarak tutuklandığına hükmetmiştir.
Yapılan bu uygulamanın Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 9 ve 14. maddeleri ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 9, 10 ve 11. maddelerini
ihlal ettiği karara bağlanmıştır. Bu kararın gerekleri de hâlâ yerine getirilmemiş olup,
hak ihlali sürmektedir.

Dava kapsamında savunma hakkının da kısıtlandığı görülmüş, “silahların eşitliği ilkesi” çerçevesinde savunma hakkını kullanmak isteyen avukatların görevlerini yapması engellenmiş veya bu olanaktan yoksun bırakılmıştır. Bütün bu hak ihlallerinin yanı sıra, 12 Haziran 2011’de yapılan milletvekili genel seçimlerine katılarak, milli iradenin vermiş olduğu kararla milletvekili olarak seçilen Sn. Engin Alan’ın da hâlâ tutukluluğu sürmekte, kendisi yasama görevinden alıkonulmakta, milletin verdiği görevi yerine getirememektedir. Anayasamıza göre millet adına yasama yetkisini kullanan TBMM’nin bir üyesi bugün özgürlüğünden yoksundur.

Bu durum çeşitli araştırma önergeleri ile de gündeme getirilmiştir. Balyoz Davası’nda yaşanan hukuk dışı uygulamaların tespiti için 29 Kasım 2013’te TBMM’ye verdiğim araştırma önergesi TBMM’de halen görüşülmeyi beklemektedir. Geçen zaman içinde yürütme organının üyeleri bu davaların birer ‘katakulli’ ve ‘kumpas’ olduğunu ifade etmiş, yargı organı içinde yer alan kimi ögelerin Devletin organlarına karşı komplo kurduğunu da söylemiştir. Bu iddialar yanıtlanmayı bekleyen çok ciddi iddialardır.

TMK’nun 10. maddesiyle görevli (AS: özel yetkili) mahkemelerde görülen davalarda yaşananlar ve özellikle Balyoz Davası ile ilgili olarak Başkanlık görevini yürütmekte olduğunuz Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı kapsamında yapılan
birçok başvuru bulunmaktadır. Bu başvuruların önemli bir bölümü bugün hâlâ görüşülmemiş olup, burada yaşanan hak ihlalleri de sürmektedir. Albay Murat Özenalp’ın ölümünde gördüğümüz gibi geçen süre geri dönülemez zararlara da
neden olmakta, birçok insan kalıcı hastalıklarla uğraşmakta, ailelerinden ve özgürlüklerinden yoksun kalmaktadır.

Bu başvuruların ivedilikle ele alınarak karara bağlanması Anayasamıza ve hukuka karşı çok ciddi bir zorunluluktur. 27 Nisan 2014’te yapmış olduğunuz konuşmada belirttiğiniz gibi;

  • Evrensel değerlerin ağırlıklı olarak uygulandığı,
    (AS: İdarenin) tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi tutulduğu, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlet,
    hukuk devleti olarak tanımlanmıştır.” ve
  • Kaleyi işgal edenler de yargıyı, siyasal düşüncelerine ve ideolojilerine
    lojistik destek sağlamak için ya da rakiplerinden intikam alma aracı olarak kullanmışlardır
    .”

Hukukun üstünlüğünü ve temel insan haklarını korumak, yargı organını rakiplerinden intikam alma aracı olarak kullananların yapmış olduğu uygulamaları da
boşa çıkarmak, bir hukuk devletinin tüm organlarının asli sorumluluğudur.

Yargı intikam almak için kullanılamaz. 

Politik, ideolojik veya kurumsal bağları nedeniyle kimse ayrımcılığa uğratılamaz.
Bir görüşün veya kimi kişilerin tasfiye edilmesi için yargının bir bıçak gibi kullanılması demokratik bir hukuk devletinde normal karşılanamaz.

Bu kapsamda, mahkemeniz önünde bekleyen bireysel başvuruların bir an önce görülerek, Anayasamızda yer bulan hakların korunması tarihsel bir sorumluluk olarak önünüzde durmaktadır.

Bu zamana dek mahkemeniz bu sorumluluğu yerine getirmemiş, bu davaların mağdurlarının başvuruları gündeme alınmamış, hak ihlallerinin sürmesine
göz yumulmuştur. Ne yazık ki Türkiye hapishanelerinde bugün yargıyı bir bıçak gibi
intikam almak için kullananların mağdurları hala adalet beklemektedir.

Bu çağrı yanıtsız bırakılamaz, bu istemler yok sayılamaz.

Bu nedenlerle, bu davaların biran önce ele alınarak görüşülmesi için gereğini sunar; Türkiye’de milyonlarca insanın vicdanını kanatan uygulamaların son bularak,
adalet ve demokrasi yolunda gerekenin yapılmasını temenni ederim.

Saygılarımla,
07 Mayıs 2014, Ankara

Umut Oran
CHP İstanbul Milletvekili

Soner YALÇIN : 19 TUTSAK


Dostlar
,

Soner Yalçın, Türkiye’nin son yıllarda yetiştirdiği en yetenekli gazeteciler içinde önlerde geliyor.

Özellikle hapisten çıktıktan sonra yazdıkları -görkemli SAMİZDAT kitabı sonrası-
büyük bir özenle izlenmeli ve değerlendirilmeldir.

Aşağıda, birkaç gün gecikmeyle “19 Tutsak” yazısı.. (28.2.14, SÖZCÜ)

Ergenekon tutsaklarından Oktay Yıldırım‘ın şu sözleri üzerinde
bir kez daha hep birlikte düşünmeliyiz :

  • “..Böyle bir düşmanlık yok bu topraklarda.
    Biz savaştığımız düşmanımızı esir aldığımızda üzerine parkamızı verdik,
    yemeğimizi-suyumuzu paylaştık
    .”

Sevgi ve saygı ile.
4 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

19 TUTSAK..

portresi_kasketli
Soner YALÇIN

Gündem, Erdoğan-Gülen kavgası
Cezaevindeki tutsakların/esirlerin gündemden düşmesine izin vermeyeceğim. Her daim, fırsat buldukça onların sesini bu köşeye taşıyacağım…
Çünkü:
Türkiye’nin gerçekle bağı koparıldı;
ülke toplumsal travma/sosyal şizofreni yaşıyor.

Baksanıza:
Yasada “hüküm özlü” diye hukuksal bir statü yok.
Yani, masumiyet karinesi gereği; hüküm kesinleşinceye dek herkes suçsuz.

Bu değişti; yerel mahkeme karar verince kişi “hüküm özlü” oluyor!
Oysa yargı süreci bitmiyor; bunun Yargıtay gibi safhaları var.
Yok dinlemiyorlar; yasayı filan umursamıyorlar. Şark kurnazlığı yaparak, uzun tutukluluk konusunda Türkiye’yi sıkıştıran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni kandırmaya çalışıyorlar.

Şimdi…
Yeni demokratikleşme paketiyle 5 yılı aşkın cezaevinde bulunan Ergenekon sanıklarının serbest kalmasının önündeki tek engel -bu Türkçe özürlü- “hüküm özlü” statüsü!

Ziyaretine gittiğimiz Silivri Cezaevi’ndeki gazeteci Tuncay Özkan isyan ediyor.
Haklı. Demokratikleşme paketi adı altında nice yasalar değişti; katiller yararlandı. Tuncay Özkanlar yararlanamadı. Yeni pakette de bu uyduruk “hüküm özlü” statüsüyle özgürlükleri engelleniyor.

Gazeteci Deniz Yıldırım hep olduğu gibi bir ayrıntıya dikkatimizi çekti:

“Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, yeni yasa düzenlemesiyle 149 kişinin tahliye olacağını açıkladı. Sonraki konuşmalarında bu rakamı 130’a indirdi. 19 kişi azalmıştı.
Bu 19 kişi 5 yılı aşkındır cezaevinde yatan ve yasa değişikliğinden yararlanacak Ergenekon sanıklarıydı!”

4 yılı aşkındır cezaevinde yatan gazeteci Yıldırım, bir de istihbarat verdi:

“Sayının azalmasının nedeni olarak, başta Hüseyin Çelik ve Şamil Tayyar gibi
20’yi aşkın AKP milletvekilinin karşı çıkmaları gösteriliyor.”
Hüseyin Çelik ile Şamil Tayyar’ın bu kini hiç bitmeyecek görünüyor.

AKP’ye “örtülü” destek

Silivri Cezaevi’nde ziyaret ettiğimiz gazeteci Hikmet Çiçek,
konuşmasına CHP’yi eleştirerek başladı:

“Cemaat’in devlet içindeki gücünü kıracak her türlü girişim desteklenmelidir.
28 Şubat dahil, hiçbir siyasal iktidar Cemaat’in üzerine bu derece gitmedi.”

Hikmet Çiçek, Cemaat konusunda bilgili üç gazeteciden biridir. Yıllarca bu konuda haberler yaptı. Silivri Cezaevi’nden CHP’ye sesleniyor;

“Kafanızı karıştırmayın, Türkiye için son derece tehlikeli olan Cemaat’in devlet içindeki olağanüstü gücünü kırmak için siz de mücadele edin.”

Gazeteci Turan Özlü de aynı fikirde:

“AKP-Cemaat kavgası Türkiye’nin lehinedir. Cemaat’in inine girenin elini kimse tutmasın; tüm pislikler tek tek ortaya çıksın. Kimileri tribüne çıkarak, ‘birbirlerini yesinler’ diyor; bu tavır da yanlıştır. Tamam yesinler birbirini; dünya tarihinde tüm ittifaklar böyle parçalanıp yok oldu. Ama seyirci olmak doğru değildir; öncelik Cemaat tehlikesinin
yok edilmesidir.”

Turan Özlü’nün bir de sitemi var:

“Türkiye, AKP yolsuzluklarını Cemaat sızdırmalarıyla mı öğrendi?
Aydınlık’ta yaptıklarımız ortada; biz hırsızlıkları ortaya döken telefon kayıtlarını yayınlamadık mı? Bu sebeple zindanda değil miyiz? Keza Wikileaks ortada.
CHP İstanbul İl Başkanı rahmetli Mehmet Bölük’ün mücadelesini CHP’liler unuttu mu? Unuttular ise yazdığı ‘El Tayyip’ kitabına baksınlar; orada tüm hırsızlıklar yazılı.”

6 yıl 8 aydır cezaevinde bulunan; Erdoğan hakkında yazdığı kitaplarla bilinen yazar Ergun Poyraz,

“Dünyanın tüm Atatürkçüleri bir araya gelse Cemaat’in yaptığı tezgahları bu kadar ortaya çıkaramazdı. Erdoğan’ın en büyük hatası, Cemaatçi polislere inanması oldu; ‘seni öldürecekler’ yalanına kandı.”

Hurşit Tolon Paşa ise Cemaat olgusuna daha geniş perspektiften bakma taraftarı. O’na göre

  • Cemaat; Sevr’i diriltmek, ulusal birliği parçalamak isteyenlerin,
    uzaktan planlı programlı yöntemlerini harekete geçiren piyon.
  • “Biz Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı çıktığımız için buradayız.
    Hedef biz değil Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.”

Bana ve Balbay’a eleştiri

Gazetecilik böyledir; hep tenkit edilirsiniz. Olsun, eleştiriye zenginlik olarak bakmak gerekir. Hikmet Çiçek, Cemaat’in kirli tezgahlarını az yazdığım için eleştirdi.
Prof. Dr. Yalçın Küçük ise Cemaat’i tek yanlı suçlu gören yazılarımı eleştirdi.
Prof. Küçük’e göre iki taraf da kirliydi; birini destekleyip diğerini yazmak doğru değildi.
Erdoğan’ın yeni müttefik arayışında olduğunu söyleyen Prof. Küçük, “tek yanlılık” eleştirisini Ulusal Kanal için de yaptı; “Ulusal Kanal, AKP televizyonu oldu!”
Görünen: AKP Silivri’yi böldü!..

Prof. Yalçın Küçük, “Sosyal Demokrat Merkez Partisi” dediği için Mustafa Balbay’ı
ve; “buradan çıkmamızı istemiyorlar” diye CHP’yi, sertçe eleştiren makaleler yazdığını söyledi. Evet dedim ya; eleştiri zenginliktir.

“Hocam giden belli; AKP. Peki gelen ne?” diye sordum.

“Ne geldiğini göremiyoruz; ipuçları yok.” diye yanıt verdi.

Çok etkilendiği Gezi direnişini bir orta sınıf kalkışması olarak değerlendirdiğini;
hapisten çıktığında bu konuda araştırma yapmak istediğini söyledi.
Türkiye’de bu kadar milyarderin nasıl çıktığını da merak ediyordu.

Son görüştüğümüz kişi, 2 yıl cezaevinde benim kahrımı çeken koğuş arkadaşım
Oktay Yıldırım idi. Cezaevinde yazdığı üçüncü kitabı,

“Başımıza Gelenler; Kumpastan Direnişe” yakında çıkacaktı.

Sözlerine, pankreas kanseri Muzaffer Tekin’le başladı;

  • “Hepiniz lütfen kolları sıvayın, ne yapılacaksa bir an önce yapılmalıdır;
    hemen serbest bırakılmalıdır. Böyle bir düşmanlık yok bu topraklarda.
    Biz savaştığımız düşmanımızı esir aldığımızda üzerine parkamızı verdik, yemeğimizi-suyumuzu paylaştık.”

Silivri Cezaevi’nden ayrılırken şunu düşündüm:

Geleceğin en önemli niteliği şaşırtıcı olmasıdır; var olanın sürgit devam edeceğine inananlar; yalnızca görmek istediklerini görenler; en çok düş kırıklığına uğrayanlardır ve tarihe hesap verenler hep onlar olmuştur…

YÜCE MAHKEME; SEHVEN ve HODRİ ADALET


YÜCE MAHKEME; SEHVEN ve HODRİ ADALET

portresi_kucuk


Naci BEŞTEPE

BALYOZ hükümlüsü silah arkadaşlarımdan bir mektup aldım. Adaletten umutları kesilmemiş, kendilerine yapılan hukuksuzlukları anlatıyorlar.


Haklılar tabi.

Yargı siyasetin silahı haline getirilmemiş olsa buralara gelinmezdi zaten.

Özetleyerek aktarıyorum.

  1. Yargıtay, BM İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun ”keyfi tutuklama yapıldığı ve adil yargılama haklarımızın elimizden alındığı”  kararını tanımadı. AYM de görmezden geldi.
  2.  Yerel Mahkeme’nin,”temyiz sonuna kadar tutukluluk” kararına itirazımız
    AYM tarafından “YETKİSİZLİK” gerekçesi ile reddedildi.
  3. AYM, AİHM’ne gidecek dosya başvurumuzu tam 10 ay sonra, süre dolumuna iki gün kala “SÜREÇ TAMAMLANMADIĞI İÇİN” reddetti.
  4. YÜCE DİVAN, kararını yazarken yerel mahkeme gibi kes –yapıştır yöntemi uyguladı. Adına yakışmayacak özensizlik yaptı. Sanıkları birbirine karıştırdı.
    AİHS’ne aykırı karar verdi.
  5. Yargılama yenilenmelidir.
  6. Yaklaşık 150 kişi AİHM’ne “ adil yargılanma hakkının ihlali” davası açtı, kazanılacak.

YİNE  SEHVEN 

ERGENEKON sanıklarından Mahir AKKAR, karar duruşmasında, iki adet tabedilmiş film negatifi ile 52 adet fotoğrafın kendisine ait olmadığını beyan etti.

Mahkeme Terörle Şube MD.lüğüne yazıyla sordu.” Akkar’a ait” yanıtı verildi.

Malzeme getirtildi. Açıldı. Başkasına ait olduğu tespit edildi. Tutanağa geçirildi.

Sehvenler emniyeti, Teğmen Çelebi’yi yalnız bırakmadı.

Yapanlara ne mi oldu? Güldürmeyin…

İTİBAR SOYKIRIMI

17 Aralık’tan beri ülke sallanıyor.

“Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu” ülkeyi sarstı.

Adamlar pişkin, 7.4 şiddetindeki depremde bile koltuğu bırakmıyor,
istifa denen onurlu davranışa yanaşmıyorlar.

“Arkamızda ALLAHIMIZ var” diyorlar. Sanki ALLAH yolsuzların koruyucusu.

Paraların İmam Hatip, İlahiyat gibi hayırlı işler için toplandığını söyleyerek
yine din sömürüsü yapan var. Millet yiyor nasıl olsa.

Masumiyet karinesi akıllarına geldi, Teoman Koman Paşa öldüğü gün
“Hesabını vermeden gitti” diyen vicdansızların.

“İtibar cinayeti işleniyor” dediler.

Askerlerin ve aydınların özel hayatları çarşaf çarşaf sergilenirken yapılan neydi?

“İtibar soykırımı” denmez mi?

Emniyet ve savcıların önceki davalarda da aynı tutumu izlediği hatırlatıldığında,

“O operasyon başka, bu başka” diyorlar utanmadan.

Fark ne? AKP’lilere yapılmış olması.

Asıl farkın hırsızlık olduğunu görmezseniz.

HODRİ ADALET

Başta Başbakan RTE olmak üzere tüm AKP’lilere sesleniyorum.

Adınız ADALET ile başlıyorsa,

Kendinize AKP değil de AK parti dedirtiyor ve pislikten kararmadığınıza inanıyorsanız,

Gerçekten dindarsanız, ALLAH’a  ve suçsuz olduğunuz için sizi koruyacağına inanıyorsanız,

Meydanlarda gümbürdediğiniz kadar yiğitseniz,

Uluorta duygulanıp ağlayacak kadar temiz duygulara sahipseniz,

Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemediyseniz, yedirmediyseniz, dürüstseniz,

Bırakın emniyeti ve yargı görevini yapsın.

Ne savcı olun bu davada ne avukat.

Hodri adalet!

HESAP KESİLECEKTİR

Görevlileri çil yavrusu gibi dağıtarak, yolsuzlukların derinleştirilmesini engelleyecek kararlar çıkartarak, medyayı yasaklayarak DENİZ FENERİ gibi halkın gözünden ve denetimden kaçırarak kurtulamazsınız.

Şu ana kadar ortaya çıkanlar yeter de artar bile.

Başka babalarla oğulların da hesabı elbette sorulacaktır.

Az kaldı…
(AYDINLIK, 25.12.13)

Türker ERTÜRK : ERGENEKON..

ERGENEKON..

portresi_sade

Türker ERTÜRK

Silivri’ye halkın toplanmasını istememişlerdi.
Çünkü kararların büyük bir infiale ve önü alınamayacak bir halk hareketine döneceğinden korkuyorlardı.
Ergenekon denen operasyonel dava daha başlarken sonucu kurgulanmıştı.
Bu nedenle gayri hukukilik, masumiyet karinesi, delil, kanıt ve adalet kimsenin umurunda değildi.

O gün orada gözlemledim, bunlar halkın üzerine ateş bile açabilirler!

Ne yazık ki, bugün ülkemiz, kindar, dinci, faşist, acıma duygusu olmayan, Cumhuriyetimize ve Aydınlanmaya düşman olan,
yaşamı bir getirim paylaşımı olarak gören, demokrasiden zerre kadar nasibini almamış ve iktidarda kalmak için
her türlü melaneti yapabilecek insanlar tarafından yönetilmektedir.

“Oh olsun” demişlerdir

Sanıyorum gözlerinizden kaçmıyordur, komşumuz Suriye’de kutsal ay Ramazan’da bile bombalar patlıyor yüzlerce masum canlar yok oluyor ama bizden bir üzüntü mesajı bile gitmiyor. Biliyorsunuz daha önce Suriye’de bir terör saldırısı sonucunda bu ülkenin
bakan seviyesinde üst düzey dört temsilcisi havaya uçurulmuştu. Fakat ne Başbakan Erdoğan, ne de başka bir yöneticimiz terörden
çok çekmiş ülke olarak komşumuza bu nedenle de baş sağlığı dilemedi ve geride kalanlar için Allah sabır versin demedi.

Ne dersiniz belki de “ Oh olsun “ demişlerdir.

Bu ruh halinin Türk’ün ve ecdadımız diye övündükleri Osmanlı’nın savaşta düşmanına bile reva görmediği ruh hali ile benzeşir durumu var mıdır?

“Ergenekon davası Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasının adıdır” diyen
Başbakan Danışmanı Yalçın Akdoğan

“Bu dava ile 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan’dan süzülüp gelen müdahale ruhundan hesap sorulmuştur. Bu Türk
demokrasisinin geleceği açısından önemli bir dönüm noktasıdır.” açıklamasında bulunmuştur.

Asker istedi diye darbe olmamıştır

Bu açıklamanın en büyük çelişkisi, demokrasiyi arzu edilen durakta inilecek tramvay olarak gören zihniyetin demokrasiye
referans yapmasıdır.

Geçmişte yapılan askeri darbelerin demokratik bir ülke olma yolunda ilerlemeye çalışan Türkiye’de acılar çektirdiği ve bu süreci olumsuz olarak etkilediği bir vakadır. Ama şu da bilinmelidir ki, bu ülkede asker istedi diye darbe olmamıştır.
Dış ve iç dinamikler Türkiye’yi belli hedeflere doğru yönlendirmek için darbelerin alt yapısı hazırlanmıştır.

Ayrıca demokrasi ve iktidarın darbe yolu ile değil normal yollarla el değiştirmesi uzun süreli bir birikimin ve kültürün işidir. Türkiye Cumhuriyeti aydınlanma ve demokrasi projesidir ama teslim aldığı miras bunun tam zıddıdır.

Tecavüz etmek bile var

Osmanlı tarihi neredeyse bir darbeler tarihidir.

Üvey ananın oğula, kardeşin kardeşe, oğulun babaya, babanın oğula darbesi vaka-i adiyedendir.

Darbelerden sonra Padişah ve Halife konumundaki insanı katletmek hatta tecavüz etmek bile vardır Osmanlı’da.

Bu açıdan bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti çok masum kalır.

Peki, Yalçın Akdoğan’ın dediği gibi Ergenekon davası darbeler ile bir hesaplaşmadır denebilir mi?

Kesinlikle hayır!

Ergenekon, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurucu ilkelerinden, ideolojisinden, kırmızıçizgilerinden uzaklaştırmak ve rejim
değişikliği yapmak için planlanan darbe sürecine yönelik muhalif siyaseti baskı altına almak ve sindirmek gerekçesiyle
emperyalizm tarafından planlanmış ve işbirlikçisi AKP ve Cemaat vasıtası ile kotarılmıştır.

Balyoz ve Casusluk gibi davalar ise bu sürece itirazı olacak Türk Silahlı Kuvvetleri için sahneye konulmuştur.

Bugün ülkemiz, darbecilerle hukuken mücadele ediyoruz diyen gerçekte kendileri darbeci olan emperyalist işbirlikçilerle karşı karşıyadır ve gerçek darbe süreci devam etmektedir.

Bu darbenin askeri darbeler gibi kısa sürede tamamlanmamasının ve uzun sürmesinin nedeni, demokratik görünümlü ve ana operasyonel silahının hukuk olmasıdır.

AKP ve Cemaat ikilisi

Bu darbenin arkasında esas güç emperyalizmdir. Nedeni ise ülkemize ve bölgemize yönelik çıkarları ve planlarıdır.
Bu dış dinamiği görmeden olayın sorumluluğunu AKP ve Cemaat ikilisine indirgemek saflık veya en hafif deyimi ile
büyük analiz hatası olur.

O zaman bu kötüye gidiş nasıl durdurulur?

Bunun için iki çözüm var.

Birincisi emperyalizmle anlaşmak “Aynı projeleri ben de yaparım, merak etme” demek.
Adlarını şimdilik vermeyeyim ama bu seçeneğe oynayanlar var.

ABD’nin onayı var

İkincisi ise, Ekim’den sonra yükselecek halk hareketini de arkasına alan geniş cepheli bir siyasi hareketle
AKP’ye sandıkta hasar aldırmak ve süreç içinde iktidara gelmek.

Ben bu seçeneğin geçer akçe olduğunu değerlendirmekteyim.
Aksi emperyalist projenin ekmeğine yağ sürer!

Halen yaşadığımız bölünme ve iç savaş sürecini durdurmak için;

Mısır’da yaşananlar Türkiye için farklı koşulları, tarihi geçmişi ve deneyimleri nedeniyle iyi bir örnek olamaz.
Ayrıca Mursi’nin devrilmesinde bir şekilde de olsa ABD’nin onayı olduğunu kıymetlendirmek lazım.

Hiç değilse bugün size daha iyi şeyler yazabilseydim.
Ama olmadı!
Bulunduğumuz coğrafyada yaşamanın maliyeti ne yazık ki, çok yüksek.

İyi bayramlar diler saygılar sunarım.

(Not : Bu yazı sitemizde 9.8.18 günü de yayımlanmıştır.
http://ahmetsaltik.net/2013/08/09/turker-erturk-ergenekon/, A. Saltık)