Etiket arşivi: maliyet enflasyonu

Piyasalarda sürü içgüdüsü

Piyasalarda sürü içgüdüsü

Erinç Yeldan
Cumhuriyet, 07.11.18
Ekim ayı enflasyonu açıklandı. TÜİK kestirimlerine göre tüketici fiyatlarında yıllık enflasyon %25.24; üretici fiyatlarında ise %45.01 ile yüksek seyrini korudu. Halbuki enflasyonla “topyekûn mücadele” sloganları arasında alınan “sert” ve “kararlı”(!) tedbirler sayesinde “en kötüsünü” geride bıraktığımızı sanıyorduk. TÜİK’in ilgili basın bülteninde yer alan şu satırlar bile idari tedbirler ve hamasi afişler aracılığıyla “malların fiyatlarını topyekûn düşürmeye” kimsenin gücünün yetmeyeceğini açıkça ifade ediyordu:
“Ekim 2018’de endekste (TÜFE) kapsanan 407 maddeden; 42 maddenin ortalama fiyatlarında değişme olmazken, 328 maddenin ortalama fiyatlarında artış… gerçekleşti.” 
Yani TÜİK’in tüketici fiyat sepetinde takip ettiği her 4 malın, 3’ünde ortalama fiyatlar artmaya devam etmiştir.
– Enflasyonla mücadele, duvar afişleriyle veya zabıta tedbirleriyle değil, iktisat biliminin deneyim ve yöntemleriyle sürdürülmek zorundadır.
Enflasyonun yapışkan bir kararlılıkla direnç göstermesinin ardındaki önemli etkenlerin başında, kuşkusuz, döviz fiyatlarında yaz aylarında gözlenen yükselişin ithal girdi mallar üzerinden yarattığı maliyet enflasyonunun sürmesi yatmaktadır. Bunun yanında, vergi indirimleri aracılığıyla uygulanması tasarlanan genişleyici maliye politikası ile birlikte bütçe dengelerinin daha da bozulacağı beklentisi ve Merkez Bankası’nın uygulamakta olduğu para politikasının siyasi müdahaleler altında süregelen belirsizliği fiyat davranışlarına olumsuz yansımakta, enflasyonun süreceği beklentilerini güçlendirmektedir.
Bütün bunların ardında vurgulamamız gereken ana öge,
* Türkiye ekonomisinin 2014’ten bu yana içine sürüklendiği seçim konjonktürü ve yaratılan siyasi gerginlik ortamı ile birlikte her ne pahasına olursa olsun hızlı büyüme” saplantısıyla idare ediliyor olmasıdır.
Ulusal ekonomi, yapay yöntemler aracılığıyla, potansiyel büyüme hızı olan %4 – 4.5 eşiğinin üstünde büyümeye adeta zorlanmaktadır. Bu amaçla
– her biri birer çevre ve ekoloji kıyımı olan kentsel imar rantları,
– kaynağı belirsiz sermaye girişleri,
– yüksek dış borçlanma ve
– hukuk dışı / keyfi özelleştirmeler yanında;
– ucuz ve garantili kredi fonları,
– ödeme garantili büyük kamu projeleri vb. uygulamalar ile

kamu kaynakları ipotek edilmiş;

– imar barışı,
– bedelli askerlik harçları

gibi ek yöntemler ile de bütçe gelir kalemleri makyajlanmaya çalışılmıştır.


Ekonomik “altyapıda” yaşanan bütün bu gelişmelere koşut olarak, siyasi “üstyapıda”  bürokrasideki atamaların (üniversitelerin idari birimleri de dahil olmak üzere) liyakat yerine yandaşlık kaygıları ön plana çıkartılmış, Türkiye’nin idari yapısına vasatlık, endişe ve güvensizlik egemen olmuştur.
***
Öte yandan, bu yazının yazıldığı saatlerde döviz piyasalarında Türk Lirası’nın değeri, nedenleri “iktisadi öğelerle” açıklanamayacak biçimde yukarı yönlü hareket içinde görülmekteydi. Oysa enflasyonun süregelen baskısı altında, makro ekonomik normal fiyatlama davranışı dövizin fiyatının da artmasını gerektirmekteydi. 

Döviz fiyatlarındaki gerilemenin, kısmen ABD’nin İran’a uygulamayı planladığı ekonomik yaptırımlardan Türkiye’nin muaf tutulacağının açıklanması; kaynağı belirsiz sıcak para akımlarının gelmeye devam ettiği / edeceği beklentisi ve benzeri bir dizi ekonomi-dışı, günlük siyasi söylenceye dayalı olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, döviz fiyatlarında görülen gerilemenin, bir anlamda, piyasaların “olumlu bir haber lütfen” algısının sonucu olduğu söylenebilir. Piyasaların beklentilerine dayalı günlük coşku ve tasa devreleri Türkiye ekonomisinde dalgalanmaların ve dolayısıyla belirsizliklerin şiddetini artırmaktadır. 

  • Türkiye, idari yetkinsizlik ve vurdumduymazlık ile birlikte, yerli ve uluslararası finans sermayesinin kaprislerine boyun eğen bir ekonomi konumuna sürüklenmiştir.

Ekonomide Analitik Düşünme Dersleri Türkiye Örneği: Enflasyonun Kökeninin Araştırılması

 

KENDİME YAZILAR

Ekonomide Analitik Düşünme Dersleri 4
(Türkiye Örneği: Enflasyonun Kökeninin Araştırılması)

Portresi

Mahfi EĞİLMEZ

06 Ağustos 2015

Ekonomik olay incelemesi için örnek: Türkiye’de son dönem enflasyonu

Piyasada enflasyon konusunda birçok yorum var. Kimine göre talep enflasyonu, kimine göre maliyet enflasyonu söz konusu. Kimisi enflasyona faizin neden olduğunu, kimisi dövizdeki artışın neden olduğunu anlatıyor.

Benim bu konuyu nasıl analiz ettiğimi 14 Ocak 2015 günlü
‘Talep Enflasyonu mu Var Maliyet Enflasyonu mu?’ başlıklı yazımı buraya alarak göstereyim.

Önce enflasyonu, sonra talep ve maliyet enflasyonunu tanımlayarak başlamışım analize. Bu tanımları yapmak çok önemli çünkü neye baktığımızı neyi aradığımızı bilmezsek olayı analiz edemeyiz. Konuyu ne kadar iyi bilirsek bilelim bir olayı analiz etmeden önce onun tanımına bir kez daha bakmakta yarar var.

Enflasyon nedir?

Bir ekonomide fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak artması haline enflasyon diyoruz.
Bu tanımdaki iki noktaya dikkat çekmek istiyorum:

(1) Tek tek fiyatlar değil genel olarak fiyatların düzeyi artmış olacak. Birkaç malın fiyatının artması enflasyon değildir.
(2) Artışın sürekli olması gerekecek. Bir kez görülen fiyat artışına enflasyon demiyoruz.

Bir ekonomide enflasyonun kökeninin bilinmesi enflasyonla ilgili soruları doğru yanıtlamak için gereklidir. Enflasyon iki kökenden beslenebilir:

(1) Talep kökenli enflasyon,
(2) Arz (maliyet) kökenli enflasyon.

Talep kökenli enflasyon : Eğer bir ekonomide talep kökenli sorunlar varsa yani örneğin arz miktarı değişmediği halde talep miktarı artıyorsa o zaman ekonomide talep kökenli enflasyon oluşur. Yalnızca 100 ekmek üretilen ve 1 TL’den satıldığında ekmeklerin tümü tüketilen bir ekonomi düşünelim. Varsayalım ki, bir sonraki dönemde talep miktarı 110’a çıkmış fakat ekonomi bu kadar ekmek üretememiş olsun. Bu durumda talep sahipleri ekmeğe daha çok fiyat vermeye razı olacaklar ve ekmeğin fiyatı artacak, örneğin 1,10 TL’ye yükselecektir.
Eğer bir sonraki dönemde arz yine 100 adet ekmekte kalırken talep miktarı 120 ekmeğe yükselirse, ekmek fiyatı da örneğin 1,20 TL’ye çıkacaktır. Bu, talep enflasyonudur.

Talep enflasyonu çeşitli nedenlerle ortaya çıkar. Örneğin nüfus artmışsa talep de artar.
Ya da her şey sabitken Merkez Bankası piyasaya daha fazla para sürmüş ve bu para tüketicinin eline geçmişse talep yine artar. Talep enflasyonunu önlemenin yolu, insanları daha çok tüketimden vazgeçirip tasarrufa yönlendirmekten geçer. Bunun da yolu faizlerin artmasını sağlamaktan geçer.

Arz (maliyet) kökenli enflasyon : Eğer bir ekonomide arz yönlü sorunlar varsa,
örneğin arzda daralma ya da maliyetlerde artış oluşmuşsa o ekonomide arz yönlü enflasyonist baskıdan söz edilebilir. Arzda daralma, talep düşmediği halde üretim miktarında düşüş olması halidir ki bu, fiyatların yükselişe geçerek enflasyon oluşmasına yol açabilir.

Maliyetlerde artış 3 biçimde ortaya çıkabilir:

(1) Üretim faktörlerine ödenen bedellerde artış olabilir (ücret artışı, kira artışları, finansman maliyetleri ve dolayısıyla faizlerde artış.)
(2) Girdi fiyatlarında artış olabilir (üretimde kullanılan hammadde, ara malı, sermaye malı fiyatları artabilir.)
(3) Kurlarda artış ortaya çıkabilir. Bu durumda üretimde kullanılan ithal (AS: dışalım) girdilerin fiyatları artabilir. Petrol, doğalgaz fiyatlarında artışın etkilediği enerji fiyat artışlarına ek olarak kurda ortaya çıkan artışlar, bu tür girdilerin ithal fiyatlarını dolayısıyla firmaların üretim maliyetini artırır.

Yalnızca 100 ekmek üretilen ekonomimize geri dönelim. Diyelim ki bütün bu ekmekleri bir tek fırın üretmektedir. Bu fırında bir işçi bulunduğunu, fırının, ithal doğalgazla çalıştığını, ekmek üretimi için un, maya, su kullanıldığını, ekmek üreten makinenin değişken faizli banka kredisiyle alınmış olduğunu varsayalım. İşçinin ücreti sürekli artıyorsa, bu üretim faktörleri bedellerindeki artışın yarattığı bir maliyet enflasyonuna yol açar. Kurlar sürekli yükseliyor ve o nedenle ithal doğalgazın fiyatı ve elektriğin fiyatı sürekli artıyorsa o zaman bu maliyetlere de yansır ve ekmek fiyatları da buna uyum göstererek sürekli artar ve enflasyona neden olur. Ekmek üretiminde girdi olarak kullanılan un, maya ve suyun fiyatı sürekli artarsa bu da maliyetleri artıracağı için enflasyona yol açar. Aynı biçimde bankadan alınan değişken faizli kredinin faizi de sürekli artış gösterirse, bu da maliyetleri artırıcı bir etki yapar ve enflasyona neden olabilir. Burada saydığım bütün artışların sürekli olması durumunda “Enflasyon” olarak adlandırılır. Bu artışlar bir kezlik ortaya çıkmışsa enflasyon olarak adlandırılmaz, fiyat artışı olarak kabul edilir.

Ondan sonra Türkiye’deki duruma bakmış ve Türkiye’deki enflasyonun bu tanımlardan hangisine uyduğunu araştırmışım.

Türkiye’de durum

Türkiye’de 2014 yılında yıllık ortalama manşet enflasyon (TÜFE ile ölçülen enflasyon) %8,9 oldu (yılsonu enflasyonu yüzde 8,17 olmakla birlikte bu hesaplarda yıllık ortalama enflasyona bakılır.) Bu enflasyonun kökeni nedir? Talep enflasyonu mu yoksa arz enflasyonu mu yoksa her ikisin de bulunduğu bir karma enflasyon mu söz konusu? Bu soruya yanıt verebilmek için önce talebi etkileyen ögelere bakalım.

Türkiye’deki durumu ele alırken Türkiye’de yaşanan enflasyon olgusunun
talep enflasyonu tanımı ile uyumlu olup olmadığını analiz etmişim.

Talep enflasyonu var mı?

İlk sorumuz, “Para arzında talepte artış yaratabilecek bir yükselme oldu mu?” sorusu olacaktır. Para arzını çeşitli şekillerde ölçüyoruz. Geniş para arzına (M3) baktığımızda
2013 yılsonuna göre %14 dolayında bir artış olduğunu görüyoruz. Büyümenin % 4 beklendiği bir yıl için %14 dolayındaki bir para arzı artışının makul karşılanması zordur. Para arzındaki bu 10 puanlık artışın talepte bir artışa neden olup olmadığını inceleyebilmek için talep cephesine bakalım. Öte yandan para arzındaki artış oranı, aşağı yukarı kurdaki artışla örtüşüyor.

Talepte bir artış olup olmadığını yanıtlayabilmek için ilk olarak tüketicilerin eğilimlerini izlediğimiz anketlere bakmamız gerekiyor. Bu anketlere baktığımızda talebin arttığını gösteren bir değişim göremiyoruz. Örneğin tüketici güven endeksi 2013 sonunda 75 iken 2014 sonunda 67’ye gerilemiş görünüyor. İkinci bir gösterge olarak hanehalklarının nihai tüketim harcamalarının GSYH içindeki payına bakıyoruz. 2013 yılında GSYH’nın %71,2’si hanehalklarının nihai tüketim harcamalarından oluşurken, 2014 yılında bu oran %70,5’e gerilemiş görünüyor. Demek ki 2014’te talepte artış olmamış, tam tersine düşüş yaşanmış. Bunlara ek olarak Kalkınma Bakanlığı’nın Ekonomik Gelişmeler başlıklı raporlarında ve TCMB’nin Enfasyon Raporlarında iç talepte 2014 yılında elle tutulur bir kıpırdanma olduğunu gösteren bir saptamaya rastlayamadık.

O halde 2014’de yaşanan enflasyonun, Para arzındaki artışa karşın, talep kökenli olduğunu söylemek olanaklı görünmüyor.

Yaptığım analiz Türkiye’deki enflasyonun talep enflasyonuna benzemediğini göstermiş ve bu kez maliyet kökenli bir enflasyon (arz enflasyonu, maliyet enflasyonu)
yaşayıp yaşamadığımızı analiz etmeye başlamışım.

Arz enflasyonu mu söz konusu?

Gelelim işin arz (maliyet) yönüne.. Buradaki sorumuz şu olacak:

2014’de maliyetlerde artışa neden olan bir gelişme oldu mu?

Yani üretim faktörlerinin giderleri (ücretler, kiralar, faizler ve karlar) arttı mı?
Üretimde kullanılan girdilerin fiyatları yükseldi mi? Kurlar arttı mı? Bu soruların yanıtları
bizi Türkiye’de yaşanan enflasyonun arz enflasyonu olup olmadığına götürecek. Bunlara
tek tek bakalım. Ücretlerin, ortalama olarak, enflasyon kadar artış gösterdiğini ve bu şekilde enflasyona katkı yaptığını genel olarak söyleyebiliriz. Ne var ki ücretler geçmiş enflasyona göre artırıldığı için, gelecek enflasyonu artırıcı yönde katkı yapabilmesi için geçmiş enflasyonun üzerinde artmış olması gerekiyor. Ücretlerde bu tür istisnalar olsa da,
genel olarak ortalama ücretlerin, geçmiş enflasyona göre ayarlandığı için ücretlerin enflasyona katkısının sınırlı kaldığını düşünüyorum. Kurlardaki artış için sepet kura (½ USD + ½ Euro) bakıyoruz. 2013 yılı sepet kurun ortalaması 2,31 iken 2014 yılında 2,55 olmuş. Yani %10’un üzerinde artış sergilemiş. Faizlerdeki artış da aynen kurdaki artış gibi %10’un biraz üzerinde gerçekleşmiş.

Şimdi de bu giderlerin toplam firma maliyetlerindeki ağırlıklarına bakalım. Aşağıdaki tablo Yüncüler ve Öğünç’ün, Firma Maliyet Yapısı ve Maliyet Kaynaklı Enflasyon Baskıları, TCMB Çalışma Tebliği No: 15/3 adlı çalışmalarından alınmıştır. Bu tablonun hazırlanmasında yazarlar, 20’den çok işçi çalıştıran firmaları hesaba katmıştır. Hesaba aldıkları firma sayısı 38.997’dir. Hesaplamayı, 2006 – 2011 yılları ortalamasını esas alarak yapmışlardır.)

Maliyet Kalemleri Giderlerin Ağırlığı (%)
Personel giderleri 23,6
Hammadde giderleri 41,5
Elektrik giderleri 2,0
Yakıt ve akaryakıt giderleri 3,6
Kira (bina + makine, teçhizat kiraları) 3,1
Finansman giderleri (faizler, komisyonlar vd) 3,6
Faaliyetle ilgili öbür giderler 15,2
Diğer 7,4
Toplam 100,0

Görüleceği üzere Türkiye’de tarım dışında (sanayi, hizmet ve inşaat sektörleri) yer alan firmalarda maliyetlerin ağırlığı hammadde ve personel giderlerinde toplanmaktadır.
Demek ki fiyat artışlarında en etkili iki kalem hammadde (yani girdi) fiyatları ve üretim faktörlerinden emeğin fiyatı olan ücretlerdir. 2014 yılında ücretlerdeki artışın enflasyon düzeyinde olduğunu, buna karşılık hammadde fiyatlarındaki artışın kurlardaki artış da
dikkate alındığında en az %10 dolayında olduğunu hesaplıyoruz. Elektrik giderleri, yakıt ve akaryakıt giderleri kalemlerini de hammadde gibi kurla yakın ilişkili kalemler olarak düşünmek gerekir.

Finansman giderlerinin toplam maliyetler içindeki payı yalnızca %3,6’dır. Bunun tamamı
faiz değildir. Yaklaşık 0,5 puanıının öbür giderler olduğu düşünülmektedir. Demek ki faizin toplam maliyetlerdeki payı %3’ten ibarettir.

Türkiye’deki enflasyonun ağırlıklı olarak maliyet yönlü olduğu bu analizimden ortaya çıkmış bulunuyor.

Maliyet kalemleri içinde en ağırlıklı olanı hammadde olarak karşımıza çıkarken,
faizin payının çok düşük olduğu gerçeğini görmüşüm. Türkiye, üretimde kullandığı hammaddeyi ağırlıklı olarak ithal ettiği için kur değişikliklerinin maliyet enflasyonu üzerinde önemli etkisi olduğu kanısına ulaşmışım ve bunu araştırmaya girişmişim.

Kur ile faiz ilişkisi

Türkiye gibi yüksek dış finansman ihtiyacı olan ekonomilerde yabancı paraların yerli para ile olan ilişkisi büyük ölçüde faiz – risk dengesiyle belirleniyor. Eğer bu tür bir ekonomide riskler yüksekse (örneğin cari açık yüksek, dış finansman ihtiyacı yüksek, siyasal belirsizlikler
söz konusu, mali disiplinde sorunlar var
sa) o zaman yabancı para çekebilmek için faizlerin yüksek tutulması gereği vardır. Aksi takdirde dış finansman girişi azalır ve kurlar yükselir. Kurlar yükselince riskler yükselir, dış finansman kaynaklarının gelmesi azalacağı gibi içeridekiler de dışarı çıkmaya başlar. Kurların yükselmesi yukarıda ayrıntısıyla değindiğim gibi enflasyonun yükselmesine yol açar. Dalgalı kur rejimi uygulayan açık bir ekonomide paranın iç değeriyle dış değeri birlikte hareket eder. Yani enflasyon oluşmuşsa paranın dış değeri de düşer ya da paranın dış değeri düşmüşse enflasyona yol açar. Bu durumda tek çözüm faizi yükselterek dış finansman için yeniden çekim alanı yaratmaya çalışmaktır.
Böylece yabancı kaynaklar içeri çekilmiş ve kurlar düşürülmüş, enflasyon da
denetim altına alınmış olur.

TL’nin değer yitiğinin yarattığı maliyet artışlarının enflasyonu tetiklediği gerçeğine ulaşmışım. Ve iddia edilenin tersine, faizin artmasıyla eğer kur düşecekse
bunun enflasyonu düşürücü etki yapacağı kanısına varmışım.

Sonuç

Buraya dek yaptığımız açıklamalardan çıkardığımız ilk sonuç 2014 yılında Türkiye’de yaşanan enflasyonun ağırlıklı olarak yüksek kur ve yüksek petrol fiyatlarının yarattığı
maliyet artışlarından kaynaklandığı sonucudur.

İkinci olarak faiz giderlerinin, toplam maliyetler içindeki payının düşüklüğüne bakarak
tek başına enflasyona neden olmasının olanaklı olmadığını net bir biçimde söyleyebiliyoruz.

Vardığımız bu ikinci sonuç, ‘yüksek faizin enflasyona neden olduğu’ biçimindeki tezin yalnızca bir şehir efsanesinden ibaret olduğunu ortaya koyuyor.

Sonuç bölümünde de ekonomik olayla (Türkiye’de enflasyonun nedeni) ilgili bulgularımı ortaya koymuşum. Analizim, bize Türkiye’de 2014 yılında yaşanan enflasyonun
talep değil maliyet kökenli olduğunu, maliyet enflasyonunun da faiz değil
kur kökenli olduğunu göstermiş.

================================

Dostlar,

Sayın Mahfi Eğilmez Hazine Müsteşarlığı da yapmış birikimli bir Ekonomist ve Maliyeci.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi – Mülkiye (İktisat ve Maliye bölümü) mezunu ve Gazi Üniversitesi’nden doktoralı.

Son derece yalın ve öğretici, çok kolay anlaşılır bir dille, doğası gereği karmaşık bir konuyu irdelemiş. Bize kalırsa, temel ekonomik sorunları kavramak isteyen herkes özenle okumalı.

Sayın Eğilmez, “KENDİME YAZILAR” adı altında bu tür yazılarını web sitesinde paylaşıyor ve bizim gibi sürdürümcülerine (abonelerine) ayrıca e-ileti ekinde ulaştırıyor.

Sevgi ve saygı ile.
07 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com