Etiket arşivi: Maliye Bakanı Mehmet Şimşek

Ekonomik Büyüme Dolara Yenik Düştü!


Ekonomik Büyüme Dolara Yenik Düştü!

Türkiye ekonomisi yılın 2. çeyreğinde %3.8 büyüdü. Büyüme tüketim, kamu harcamaları ve yatırımlardaki artıştan sağlandı. Ancak Dolar bazında (AS: temelinde) ulusal gelir %10.7 azaldı.

AYDINLIK, 11 Eylül 2015

Ekonomik büyüme dolara yenik düştü

Recep Erçin

recep@aydinlikgazete.com

Ekonomik büyüme verisi açılandı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) dün yayımladığı verilere göre Türkiye ekonomisi 2015 yılının 2. çeyreğinde (Nisan, Mayıs, Haziran) %3.8 büyüdü. Finans “Büyüme Beklenti Anketi”ne katılan ekonomistler, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYH) 2. çeyrekte %3.4 artmasını bekliyordu. Bloomberg’in anketine göre beklenti ise
%3.1 düzeyindeydi. Buna göre büyüme verisi beklentilerin üzerinde oluştu.

DOLAR BAZINDA ERİME

Türkiye ekonomisi, Türk lirası olarak sabit fiyatlarla %3.8 büyüse de Dünya sıralamasındaki yerine etki eden Dolar temelli Ulusal gelir 2. çeyrekte %10.7 gibi çok yüksek bir oranda azaldı. Yani ekonomi Dolar ölçeğinde daraldı. Ulusal gelir Dolar olarak ilk çeyrekte %2.7 daralmıştı. Buna göre yılın ilk 6 ayında Dolar olarak gerileme %6.9 olarak gerçekleşti. İlk 6 aydaki ulusal gelir büyüklüğü 361.4 milyar Dolara ulaştı (AS : .. Dolarda kaldı!)

YATIRIMLARDA ARTIŞ

Büyüme verilerini incelediğimizde 2. çeyrekte yatırımlarda görülen olağanüstü artış dikkat çekti. Buna göre 2014 yılı boyunca %1.3 oranında gerileyen ve 2015’in ilk çeyreğinde yalnızca %0.4 artan yatırımlar, 2. çeyrekte %9.7 yükseldi. Aynı dönemde Devletin tüketim harcamaları %7.2 ve hane halkı tüketim harcamaları da %5.6 arttı. Mal ve hizmet ihracatı %2.1 gerileyerek büyümeye eksi etki yaptı. İthalat da %1.6 artarak yine ulusal gelire negatif etki etti.

KİŞİ BAŞINA YILIK GELİR 10 BİN DOLARIN ALTINDA! 

Türk lirası olarak Ulusal gelir son altı ayda 926 milyar Dolara ulaştı. Ocak-Haziran döneminde ekonomi %3.1 büyüdü. Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış GSYH değeri ise,
bir önceki çeyreğe göre %1.3 arttı. TÜİK’in açıkladığı verilere göre GSYH 2014’te 1.7 trilyon TL’ye ulaştı. Dolar olarak ulusal gelir de 2013’e göre %2.9 azalarak 799 milyar Dolarda kaldı. Kişi başına gayrisafi yurtiçi hasıla değeri 2014 yılında cari fiyatlarla 22.7 bin TL, ABD doları cinsinden ise 10 390 dolar olarak hesaplandı.

2014’te 10 bin Doların üzerinde kalan ulusal gelir kurdaki hızlı yükselişle bu yıl 10 bin Doların altına düşecek. Son 4 çeyreklik Dolar ölçekli ulusal gelir rakamını ele aldığımızda 772.4 milyar $ ediyor. Nüfus artışı sabit kalsa bile (AS: 1 milyondan çok artacak!) kişi başına düşen gelir
9 940 dolara gerilemiş durumda.

Temmuz ayında sanayi üretiminde görülen durgunluk, artan enflasyon ve dolardaki
hızlı tırmanışı dikkate aldığımızda 3. çeyrekte büyüme verilerinin pek umut verici olmayacağını şimdiden söyleyebiliriz.

%6.3 AÇIK VERDİK

Bunun yanında ekonomi 2. çeyrekte %3.8 büyümeye karşılık ulusal gelirin %6.3’ü oranında
açık verdi. İlk 6 ayda oluşan 361.4 milyar Dolarlık ulusal gelir verisiyle yine ilk 6ı aydaki 22.2 milyar Dolarlık cari açığı oranladığımızda %6.1 gibi çok yüksek bir rakam çıkıyor.

YURT DIŞINDA 3.8 MİLYAR HARCADIK

Yurt içinde ikamet eden hanehalklarının yurt dışı harcamalarında yılın 2. çeyreğinde %26.9 gibi çok yüksek bir oranda artış görülmesi dikkat çekti. Bu tutar cari fiyatlarla 3.8 milyar TL oldu. Devletin tüketim harcamaları %7.2 oranında artmasına karşın maaş ve ücretlerdeki artış %1.9’da kaldı. Devletin mal ve hizmet alımları %11.6 oranında yükseldi. Kamunun makine ve teçhizat (AS: donanım) yatırımları 2. çeyrekte %21.2 oranında çok yüksek artış gösterdi.
İnşaat yatırımları ise %2.8 daraldı. Öte yandan özel sektöre baktığımızda makine ve donanım yatırımlarının %15.5 ve inşaat yatırımlarının da %3.4 oranında yükseldiği görüldü.

‘YÜZDE 4’ÜN ALTINDA KALACAK’

Büyüme verilerine ilişkin bir açıklama yapan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek,
siyasal belirsizlikler ve olumsuz dış konjonktür nedeniyle büyümenin Orta Vadeli Programda (OVP) öngörülen % 4’ün altında kalmasının olası olduğunu belirtti. Şimşek,

“Ancak otomotiv, konut ve beyaz eşya gibi kimi temel sektörlerdeki güçlü satış trendi ekonominin 3. çeyrekte ılımlı da olsa büyümeye devam edeceğini göstermektedir. Hiç kuşku yok ki orta-uzun vadede sürdürülebilir yüksek büyüme patikasına geçebilmek için öncelikli yapısal reformları hızla uygulamaya koymalıyız. Bunun için de güçlü bir siyasi irade olmazsa olmaz koşuldur.” dedi.

UĞUR CİVELEK: TARTIŞMALI BİR VERİ

Büyüme verilerini değerlendiren yazarımız ekonomist Uğur Civelek, şunları söyledi:

“Seçime giden dönemde bankaların kredi genişlemesiyle bu yatırımlar birbirini tutuyor mu? Burada bir saçmalık var. Seçimden sonra koalisyon kurulsun kurulmasın, kurun yükseleceği pazarın daralacağı belliydi, konuşulması istenmiyordu. Bankalar kredi vermekte istekli değildi. Böyle bir ortamda özel yatırımların % 15 olması mümkün değil. Benim kanaatim Türkiye’yi olduğundan daha iyi göstermek için büyüme 2’nin altına indi demek istemiyorlar şişiriyorlar.
Bir şeyleri şişirmek gerek, tüketimi şişirsen kimse inanmaz, dış ticaret belli. Ne oldu 2. çeyrekte diye bakarsak konut satışı ve otomobil satışı çok arttı? Ben bunu sabit sermaye yatırımı olarak görmüyorum. Birileri inşaat yapıyor, para ödemiyor, iki daire veriyor. Bunların tapuları devredilmiş olabilir.”

UZUNOĞLU: HARCAMALAR ÖNE ÇEKİLDİ

Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu da, bu büyümenin özetle iç tüketime dayalı, istihdam yaratmayan ve cari açık oluşturan
bir yapıda olduğunu anlattı. Prof. Dr. Uzunoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:

“Seçim öncesi dönem olduğu için kamunun harcamalarındaki artış dikkat çekici. İç talep canlı görünüyor ama yatırımlarda artış var. Fakat ihracat iyi değil. Demek ki Türkiye ekonomisi
yılın 2. çeyreğinde iç talebe dayalı olarak büyüdü. Zaten bunun sonucunu cari açıkta gördük.
Bu yatırımlarında da ne kadarının kamudan kaynaklandığını veya kamu ihaleleriyle ne kadarının özel sektörce yapıldığını görmek gerek. Ama kamu destekli ihalelerin yatırımlarda artış olabilir. İkincisi kredilerdeki artış % 20’ler düzeyinde. Tüketicilere vermiyorsuz diyorlar ama, tüketici finansman şirketlerini de kattığın zaman çünkü otomotiv satışları bunun üzerinden yapılıyor; konutta %20 artış. Ama yalnızca ihtiyaç kredilerinin frenlenmiş olması, demek ki insanlar seçimden sonra otomobil vb. gibi dayanıklı tüketim malları zamlanabilir diye almışlar.
Fiyatlarda artış beklentisi, krediler ve kamu harcamaları etkili olmuş. Harcamalar öne çekildi. Oradaki yatırımı araştırmak gerek. Eğer 3. köprü gibi şeylerse kamu ihalelerinden kaynaklı ise bu normal. Yine bu da kamu itişli oluyor. Demek ki iç talep itişli bir büyüme süreci var.
Öne çekilen harcamalar var. Tarımda işler iyi gibi, %6.5 artış var. Tarımda üretim arttığı halde
bunun gıda enflasyonuna düşüş olarak yansımaması maliyet katılığı var demektir.”

================================Dostlar,

Ekonomi cephesinde ülkemiz serveti hızla erimekte..
Geçtiğimiz yıl ilk 6 ay sonunda ulusal gelir 385 milyar $ idi.
2015’in ilk 6 ayında ise 361.4 milyar Dolar’da kaldı. Azalma 23,6 milyar $ ve geçen yılın aynı dönemine göre

(385 – 61,4) / 385 = % 6,1 düzeyinde..

6 aylık nüfus artış hızı da yaklaşık % 0,65 olarak dikkate alınırsa, toplam “küçülme”
% 6,75’e ulaşıyor. Bu, apaçık %6,75 oranında yoksullaşma demektir. (TÜİK %6,9 veriyor)
Gelir dağılımının daha da bozulması, yoksulun daha yoksul, varsılın daha varsıl olması,
emek ücretlerinde gerileme, işsizlikte artma, kamu harcamalarında daralma… sömürünün en yabanıl (vahi) biçimde sürdürülmesi demektir..

Ve bunlar ekonominin denetlenemeyen dışsallıklarından değil; içerideki kötü yönetimden,
üretim yetersizliği, büyük yolsuzluklar ve kaynakların verimli kullanılamayışı kökenlidir.

3 Kasım 2002 seçimlerinde iktidar olan AKP – RTE, 1 Doları 1,58 TL’den devraldı.
Toplam ülke borcu 221 milyar $ idi. 12 Eylül 2015 günü Türkiye’nin borcu 600 milyar $’ı aşarak 13 yıl öncesinin 3 katına erişmiştir. Dolar kuru ise 1,58 TL’den kalkarak 3 TL’yi aşmıştır ve
2 katına koşmaktadır. AKP – RTE, Dolar kurunun 2’ye varan katlanma hızından daha hızlı olmak üzere ülkeyi borçlandırmıştır. Ulusal gelir son birkaç yıldır inişe geçmiş, yeniden 800 milyar Doların altına çekilmiştir. Nüfus ise %1,33 (binde 13,3) dolayında bir hızla her yıl yaklaşık 1 milyon net olarak büyümektedir. (2 milyonu aşan Suriyeliler dışında!)

İyimser hesapla 2015’in 2. yarısında ekonomi kararlı (stabil) giderse, daha çok bozulma olmazsa -ki bu olanaksız görünüyor, 1 Temmuzdan bu yana Dolar ve € %10’a varan değer kazandı ve
bu eğilim sürüyor, ülke seçime gidiyor ve ciddi bir terörle savaş harcaması var-
2015 sonunda Ulusal gelir, en iyimser hesapla 361,4 x 2 = 722.8 milyar $ olabilecektir. Nüfus ise 1 milyon artışla (2014 içinde 1 milyon 29 bin artış olmuştu) 78,7 milyona erişecektir.

722,8 milyar $ / 78,7 milyon = 9 184 Dolar / kişi / yıl (pc / pa) gelir demektir ki,
2008’de aşılan 10 bin $ eşiğinin yeniden gerisine düşülmüş olacaktır.
2008’de kişi başına 10 438 olan ulusal gelir, 6 yıl sonra 2014’te 10 404 dolara gerilemiştir!

Bu verilerle 2015 – 17 Dönemi OVP (Orta Vadeli Plan) beklentileri suya düşmüştür.
Hele 2023’te Dünyanın 10. büyük ekonomisi olma masalı, başından beri masal olmakla birlikte, iyice buharlaşmıştır. Bu ekonominin dümeninde İktisat okuduğu söylenen bir Başbakan vardır. İlgili Ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcısı 13 yıldır görevindedir ve ODTÜ İşletme bitirenidir (mezunudur). Bu ne perişanlıktır??

2002 sonunda AKP – RTE iktidar olduğunda 230 milyar Dolar olan toplam ulusal gelir (3492 $ kişi başına / yılda), 13 yıllık tek başına AKP – RTE iktidarında 2015 sonunda 723 milyar Dolara ancak erişebilecektir (?!). Bu, yaklaşık olarak 230 / 722,8 = 3,18 kat büyümedir ancak 400 milyar Doları aşkın bir bölümü, toplam ülke borcuna eklenmiştir. Toplam borç yerinde sayarak
-ya da azaltılarak!?- gerçekleştirilen bir ekonomik başarım (performans) değildir.

13 yılda 400 milyar doları aşan bir borçlanmaya karşılık –ki 1923’ten 2003’e dek 80 yıllık Cumhuriyet döneminin toplam borcu 221 milyar Dolardır; hatta 1923-38 Atatürk döneminde ülke borçlandırılmamıştır– IMF’ye olan 23,5 milyar Dolar tutarında borcun tasfiyesi
insafsızca seçim propagandasına alet edilmiştir.

Yaygın Halk kitleleri bu rakamlardan habersiz olabilir ama;

– yaşam düzeylerindeki gerilemenin (refah yitiği),
– kişisel borçlarının – icra dosyalarının,
-geçim darlığının – kredi kartları felaketinin
-yaşam pahalılığının (enflasyonun)
– işsizliğin
– düşük ücretlerin, komik asgari ücretin (2015’in 2. yarısında 1000 TL, 12.9.2015’te 333 $!)

– Sağlık, eğitim, kira, gıda ve ulaşım giderlerinin artan yükü
– Azalan turizm ve dışsatşım (ihracat) gelirleri
– AKP – RTE’nin israflarının (Maliye Bakanı’nın 3 milyar TL’yi aşan lüks makam aracı alımına “çerez parası” demesi; Kaçak Saray’a giden milyarlarca Dolar ve 12. CB RTE’nin Başbakan’a
ek dev örtülü ödeneği, CB’lığı ve Başbakanık bütçesinin artan hızla giderleri ve ek ödenek çıkarılması..)
– …….

Maliye Bakanı Mr. Mehmet Simsek’in bile “çifte açık” uyarısı! yaptı..
Hem cari açık hem bütçe açığı! (AS : Biz ekleyelim; 3. açık dış ticaret açığı!)
Enflasyonun 2 basamaklı olabileceğini belirtti..
Orta Vadeli Planı güncelleyeceklerini söyledi.. ve ekledi :
(http://www.haberturk.com/ekonomi/ekonomi/haber/1126294-simsek-onumuzdeki-en-onemli-risk-uzun-donemli-siyasi-belirsizlik)

– … “2000-2007 arasında gelişmekte olan ülkelerin büyümesi ile bu ülkeler,
gelişmiş ülkelerle
36 yılda arayı kapatıyorlardı. Şimdi gelişmekte olan ülkeler için
2014 büyümesini temel alırsak arayı kapatmak 125 yıl gerekecek! …”

Nerede kaldı 2023’te 10. büyük ekonomi olmak??
Halka utanmadan yalan söylemek siyaset ahlakında yeri olan bir davranış mı?

—–

Bunlar, pek çok iktidarı silip – süpürecek ağır makro ekonomik verilerdir.
Türkiye’de “hiçbir şey” olmasa bile, bu ekonomik yıkım halkı sokaklara dökecek ve
AKP – RTE iktidarını silip süpürecektir. Ekonomide onarım ise uzun yıllar alabilecektir.

1 Kasım 2015 seçimi sonrası iktidar olacaklar, kucağında belki PKK’nın kahpe mayınlarını değil ama iç talanın ve neo-liberal politikaların hilkat garibesi devasa bir “ekonomik mayın” bulacaklardır..

Vah halkım vah…
13 yıldır AKP – RTE’ye kaç seçim kazandırdın cömertce??..
Şimdi öde bakalım ağır bedelini..
En azından, 20 Temmuz Akçakale IŞİD (?) kırımından sonra ödemeye başladığın kanlı faturaya ek bir de aşın – ekmeğin çalınıyor sofrandan ve yoksulluğa / sadakaya mahkum ediliyorsun..

Bunları görmen ve 1 Kasım’da AKP – RTE’yi artık iktidardan indirmen gerek..
Daha çok dayanabilir misin, yastık altında, çıkında, bankada, zulada, eş-dostta….
kaldı mı yedek akçelerin?

Sevgi ve saygı ile.
12.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Türk ekonomisi ileri teknolojinin neresinde?

Türk ekonomisi ileri teknolojinin neresinde?

portresi2

Onur ÖYMEN

 

CHP’nin “Merkez Türkiye” projesi geniş yankı yaptı. Başbakan bu projenin daha önce kendileri tarafından ortaya atıldığını iddia etti. Basın önce ilgiyle karşıladığı bu projenin hedefleri ve ayrıntıları üzerinde çok durmadı. Bu proje hakkında daha fazla bilgi verilmesi kuşkusuz kamuoyunun ilgisini de artıracaktır.

Bütün bu ve benzeri projelerde üzerinde durulması gereken en önemli ögelerden biri,
bence Türkiye’nin ileri teknoloji alanındaki geri kalmışlığını gidermenin yollarını aramak olmalı. Bugün kimilerinin özlemini çektiği Osmanlı İmparatorluğu‘nun son dönemlerindeki çöküşünün en önemli nedenlerinden biri, askeri ve sivil teknoloji alanlarında çağdaş ülkelerin gerisinde kalması olmuştu. Ne yazık ki, bugün de benzeri bir durumla karşı karşıyayız.

Dünya Bankası rakamlarına göre toplam imalat sanayii ihracatı içinde ileri teknoloji ürünlerinin oranında Türkiye pek çok ülkenin gerisinde kalıyor.

2013 rakamlarına göre kimi ülkelerin toplam imalat sanayii ihracatında ileri teknoloji ürünlerinin payı yüzde olarak şöyle:

Arjantin 10
Avusturya 14
Brezilya 10
Bulgaristan 8
Çin 27
Çek Cumhuriyeti 15
Fransa 26
Almanya 16
Yunanistan 8
Macaristan 16
Hindistan 8
İsrail 16
Romanya 6
Tayland 20
Türkiye 2

Türkiye’nin gerisinde kalan kimi ülkeler şunlar:
Arnavutluk, Mısır, Jamaika, Kuveyt, Suudi Arabistan.

İşin ilginç yanıı Türkiye’de bu oranın 2000 yılında %5 ve 2001 yılında % 4 iken
sonraki yıllarda %2’nin üzerine çıkamamış olması.

Eurostat’ ın verilerine göre, Türkiye’de son yıllarda ileri teknoloji (AS: High Tech) alanında çalışanların sayısında yükseliş olmakla birlikte, hala toplam işgücünün salt %0,3’ü ileri teknoloji alanında istihdam ediliyor. Bu Makedonya’yla birlikte  Türkiye’yi Avrupa’nın en alt sıralarında bırakıyor.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, asgari ücretin yükseltilmesi için muhalefet partilerinin yaptıkları vaatlere karşı çıkarken, bunun ihracatımızı olumsuz yönde etkileyeceğini, çünkü bizim
rekabet gücümüzün ucuz işgücünden kaynaklandığını açıklamıştı. Yani ülkemizde çalışanlara ulusal gelirden yeterince pay veremememizin nedenlerinden biri, belki de birincisi teknolojik alanda geri kalmamız ve gelişmiş ülkelerle rekabet edemememiz. Bu alandaki eksikliğimizin bedelini, işçilerimiz düşük ücret alarak ödüyorlar.

Teknolojide ileri ülkelerin düzeyine yükselmeden çağdaş uygarlık düzeyini yakalamamız olanaklı değildir.

Saygılar, sevgiler.

==========================================

Dostlar,

İyi de Sayın Öymen, artık “sürdürülebilir kalkınma” dönemi geride kaldı!
“Sürdürülebilir yaşam” aşamasına geldik..
Dünyayı öyle çok kirletik ki, eskisi gibi hırçın bir üretim temposu ve doğaya yüklenme olanağı kalmadı.

Çooook tasarruflu yaşamak,
nüfus artışını ciddi biçimde frenlemek = HER AİLEYE 1 ÇOCUK
Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek
Özetle YEŞİL EKONOMİ (Green Economy) dönemindeyiz..

Yazınıza özetle bunları ekleme gereği duyduk..

Sevgi ve saygı ile.
25 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com


İKTİDARA SORUYORUZ : “2023 HEDEFİ” NEREDE KALDI??


Dostlar
,

CHP eski milletvekillerinden ekonomist Sayın Algan Hacaloğlu, önemli bir derleme yaparak Türkiye Ekonomisinin AKP eliyle ne denli zora sokulduğunu verilerle sergilemiş.
Özene okunması gereken bir makale ve iktidarın yapageldiği gibi yapay gündem oyunlarının peşine takılmak yerine asıl bu sorunların tartışılması gerek. AKP iktidarı da sorunun ne denli ciddi – ağır bir aşamaya sürüklendiğinin ve sürdürülebilirliğinin kalmadığının ayırdında.. O yüzden de karanlıkta (ya da mezarlıkta!) ıslık çalmakta.
Ancak çaresi yok.. Türk insanı ağır ekonomik bunalımı her gün yaşıyor ve bedelini ödüyor. Bir parça gecikse de, sandığa yansıması mutlaka olacak ve 2015 Haziran seçimlerinde etkisi görülecek, AKP iktidarı 13 yıllık sorumsuzluğunun / hovardalığının bedelini mutlaka ödeyecektir. Doğallıkla ülkemiz ve halkımız da.. Çok yazık..

Hiç endişe etmeden masallar uydurdular halka.. 2023’te ilk 10 ekonomi içine girecekti Türkiye.. Dış satımımız (ihracatımız) 500 milyar $’a ulaşacaktı.. Bu hesap bilmez ve halkı aldatmaya dönük politika için biz de bir hesaplama yapmış ve sitemizde yayımlamıştık :

TÜRKİYE 2023’te EN BÜYÜK 10 EKONOMİDEN BİRİ OLABİLİR Mİ?
(http://ahmetsaltik.net/2013/09/19/top-10-biggest-economies-in-the-world-2013/)

Yukarıdaki erişke tıklanarak ulaşılabilecek yazımız oldukça kapsamlı ve somut verilere dayalı matematiksel bir öngörüye dayalı.. Bu yazımızda son soru olarak şunu sormuştuk :

Son soru : Yıllık % 19-20 büyüyen ve bunu 10 yıl boyunca istikrarla sürdüren tek bir ülke dünya iktisat tarihinde var mı? Çin bile % 10’lar dolayında ve azalan marjinal verimlilik / fayda yasası uyarınca bu hızı sürdürmek giderek zorlaşıyor..

Teşekkürler Sn. Hacaloğlu..

Sevgi ve saygıyla.
23.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

=========================================================

Bilgilerinize sunarım. Yeni yılda size ve ailenize sağlık, esenlik ve başarılar dilerim. Selam ve saygılarımla. 23.12.14
Algan HACALOĞLU

İKTİDARA SORUYORUZ :
“2023 HEDEFİ” NEREDE KALDI!!!

Algan HACALOĞLU (23 Aralık 2014-İstanbul)

Dönemin Başbakanı R. Tayyip Erdoğan, 28 Ocak 2011’de yaptığı ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasında, “Önümüzdeki 12 yıl içinde, Millî Gelirimizi en az 3 kat artırarak, 2023 yılında ‘2 trilyon Dolar’ seviyesine, ‘kişi başına düşen Milli Gelirimizi’ de ‘25.000 $’ düzeyine ulaştırmayı hedefliyoruz.” demişti…

Yani dönemin Başbakanı, eğer AKP iktidarı devam ederse, nüfusun 2023 sonunda 82 milyon olacağı varsayımı ile, Cumhuriyetimizin 100. yılında kişi başına GSMH’nın 25.000 Dolara tırmanarak, yaklaşık olarak bugünkü Yunanistan veya Slovenya yurttaşlarının gelir düzeyine ulaşılacağını vaat etmişti…

Ancak bu vaadi izleyen son dört yılda işler, ne R.T. Erdoğan’ın dediği, ne de Ali Babacan ve kurmaylarının kurguladığı gibi gitti…

2011’de, uygun dış konjonktürün ve ülkeye giren yabancı paranın da (15,9 milyar $) katkısıyla, %8,8 gibi yüksek bir hızla büyüyen Türkiye ekonomisi, izleyen üç yılda ise ortalama olarak ancak %3,2 hızla (2012’de 2,2; 2013’te 4,0; 2014’te 3,3) büyüyerek, beklentileri boşa çıkarttı.

AKP iktidarı tarafından empoze edilmiş olan ekonomimizin “mevcut kuralsız, yolsuzluklara açık, stratejik planlama vizyonundan ve  sürdürülebilir bir makro stratejiden yoksun yapısı” ile, 2023’te 25 bin dolarlık kişi başı gelir düzeyine ulaşmamız kesinlikle olanaklı değildir. Son 7 yıllık performansa bakarsak, bunun olanaklı olduğunu söylemek ancak aşırı hayalperestlik olur.

2023’te 25.000 Dolarlık Kişi Başına GSYİH hedefine ulaşılabilmesi için, Türkiye’nin kişi başına GSYİH’sını cari fiyatlarla her yıl yaklaşık  1.535 $ artırılması gerekiyor.

Oysa ülkemizin Kişi başına GSYİH değerleri, bir önceki yıla göre,
cari fiyatlarla
;

2003’te 1.067 $,
2004’te
1.205 $,
2005’te
1.258 $,
2006’da
564 $,
2007’de
1.654 $,
2008’de
1.196 $,
2009’da (
)1.980 $, (azalma);
2010’da
1.627 $,
2011’de
365 $,
2012’de
53 $,
2013’te
285 $,
2014’te ise kestirilen olarak
300artış gösterdi.

Yani, AKP iktidarının (2003-14) dönemini kapsayan 12 yıllık iktidarı döneminde Kişi Başına Gayri Safi Yurt İçi Hasılası, cari fiyatlarla her yıl ortalama ancak 640 $ arttı. Görülmektedir ki, AKP’nin ekonomi politikaları altında Türkiye, Cumhuriyetin 100. yıldönümüne dek 2015-2023 döneminde) 9 yıl süresince, geçmiş 12 yıllık performansı göstermesi ve “iç/dış ekonomik konjonktürün” benzeri yapıda gelişmesi durumunda, 2023 sonunda ülkemizin Kişi başına GSYİH değeri ancak 17 bin $ olabilecektir.

AKP iktidarının Orta Vadeli Programı‘nın büyüme konusundaki öngörüleri de (2015’te 4,0; 2016’da 5,0; 2017’de 5,0 oranlarında) dikkate alınırsa, dönemin Başbakanı R.T. Erdoğan ile başta Ali Babacan ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek olmak üzere AKP ekonomi kurmaylarının, 2023 hedeflerinin, ‘AKP iktidarı ve politikalarının sürdürülmesi durumunda’ içi boş bir “balondan” öteye hiçbir anlam taşımayacağı açıkça ortaya çıkmaktadır.

Bu durumun farkında olan “Ekonominin  Eşgüdümcüsü, Başbakan Yard. Ali Babacan”, geçenlerde TBMM Bütçe görüşmelerinde, durumu geçiştirmek, kamuoyunun  aklını çelmek için, AKP iktidarının göstermelik 2023 hedeflerini rafa kaldırarak, “Yüksek gelirli ekonomi olmaya (cari fiyatlarla) 2 bin dolar kaldı, 2015 yılı 2014’e göre daha iyi bir yıl olacak, inşallah birkaç seneye kadar bu farkı da kapatırız.” demiş. Bu durumun, reel fiyatlarla yurttaşlarımızın refahına gerçek katkısının ne olacağından ise hiç söz etmemiş.

Bilindiği gibi, Dünya Bankası’nın 2012 Dünya Kalkınma Raporu’nda; Kişi Başına Yıllık GSYİH’sı, ‘3.976 ile 12.275 $’ arasında olan ülkeler “Üst Orta Gelirli Ekonomiler”, bunun üzerinde olanlar ise “Yüksek Gelirli  Ekonomiler” olarak tanımlanmıştır.

Halen Türkiye (2014 yılı sonunda yaklaşık 11.100 dolarlık kişi başına GSYİH’sı ile); “Çin, Tayland, Malezya, Sırbistan, Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, Makedonya, Belarus, Rusya, Brezilya, Arjantin, Meksika, Cezayir, İran, Azerbaycan, Güney Afrika” gibi ülkelerle birlikte
‘Üst Orta Gelirli Ekonomiler’ diliminde yer almaktadır…

Ekonominin aksak topal yürüdüğü çok belirginleşince, Ali Babacan durumu,  30 Eylül 2014’de Wall Street Journal’de yayınlanan  “Türkiye Orta Gelir Tuzağından Nasıl Kurtulacak?” başlıklı yazısı ile kurtarmaya çalıştı. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de, sonraki açıklamaları ile O’na eşlik etti…

Son dönemde içeride ve dışarıda iktisatçıların üzerinde görüşlerini sıkça duyurdukları ‘Orta Gelir Tuzağı’; “kişi başına GSYİH’nin belirli bir aşamadan öteye artamaması, orada sıkışıp kalması” anlamına geliyor. Günümüzde bunun ölçütü olarak da, ABD’nin yıllık kişi başına GSYİH değerinin % 20′si, yani yaklaşık “10 bin $” alınıyor.

Bu ölçüte göre Türkiye ekonomisi, 2007’den beri “Orta Gelir Tuzağı” kıskacındadır; Kişi başına GSYİH’sı yaklaşık 10 bin $ düzeyinde patinaj yapmaktadır. Türkiye Kişi Başına GSYİH’sının, ABD’nin Kişi Başına GSYİH’sına oranı (2007’de %19,9; 2008’de % 21,9; 2009’da % 18,8; 2010’da % 21,4; 2011’de % 21,4; 2012’de % 21,0; 2013’te ise % 20,4) olmuştur.

Bunun temel nedenine yönelik genel akılcı kanaat ise, Türkiye’nin;
ucuz emek veya “ileri teknoloji” temelinde ihracata odaklanmış ülkelerle rekabet edememesidir. İstikrar içinde uzun süreli, yüzde 7’ler düzeyinde yüksek bir hızla “ileri teknolojiye dayalı kalkınma hamlesini” gerçekleştirememesidir.

“Orta Gelir Tuzağında” uzun yıllar kalan Çin ve Güney Kore, bu durumdan, “yıllık ortalama %7,0’nin üzerindeki” yüksek büyüme hızı gerçekleştirerek çıktılar… Bunu başarırlarken, Çin ‘ucuz emek’ etmeninden güç aldı, Kore ise ‘bilgi çağı teknolojilerine’ yönelerek rekabet yeteneğini artırdı…. 

Türkiye ekonomisi ise AKP iktidarı altında; son 11 yılda, sabit fiyatlarla, ortalama ancak %4,5 hızla büyüdü. Son 6 yılda yıllık ortalama büyüme hızı %3,7 ile, 2014’de ise % 3,3 ile sınırlı kaldı. “AR-GE, teknolojik yapılanma da, eğitimin niteliğinde, bilgi teknolojilerinden yararlanmada ve yenilikçilikte (inovasyonda) ise, sınıfta kaldı… 

“Orta Gelir Tuzağından” çıkış için uluslararası odaklar tarafından genelde önerilen reçete “yapısal reformların” gerçekleştirilmesi olarak özetlenmekte… Doğru, ancak hangi yapısal reformlar…?

Özellikle bu tür odaklar ile yerel ve uluslararası sermaye kesimleri tarafından, “çıkış” için Türkiye’ye dayatılmak istenen, emek piyasasında sözde yapısal reformlarla ‘daha ucuz emek’ koşullarının gerçekleştirilmesidir. Oysa ülkemizde;

· “İşgücüne Katılım Oranı”, Batılı ülkelerde %70’ler düzeyinde iken, ülkemizde %50’yi aşmamakta… “Kadınların işgücüne katılım oranı” ise, gelişmiş ülkelerde %50’nin üzerinde iken, bizde ancak %30 düzeyinde …

· Çalışanların % 35,7’si “kayıtdışı”, herhangi bir sosyal güvenceden yoksun… Bu oran, Avrupa’nın en yüksek düzeyi…

· Ülke ekonomisinde, çalışanların yaklaşık % 40’nın, kayıt içindekilerin ise yarıya yakının asgari ücretten gösterildiği bir çarpık yapı egemen…

· 15-29 yaş diliminde, çalışmayan, iş aramayan, okumayan, stajda ve askerde olmayan insanların oranı %34,6.. Bu ibretlik konumu ile Türkiye, ILO’nun 40 ülkelik listesinde 1. sırada. Türkiye bu “rezerv emek gücünden” yararlanamamakta…

· Gelir dağılımının bozukluğu, ortalama gelir düzeyinin yetersizliği  ve kurumsal eksiklikler nedenleriyle “Ulusal Tasarruf Oranı” %13,0 gibi
çok düşük düzeyde. O nedenle, yatırımlara yeterince iç kaynak ayrılamıyor… Oysa, bu oranın OECD ülkeleri ortalaması
% 26,0

· 2003-12 arasında, önemli bölümü vurgun niteliğinde, toplam 36,2 Milyar Dolarlık  özelleştirme yapıldığı halde, yeni yatırımlarda bir artış sağlanamadı; “toplam sabit sermaye yatırımlarının” GSYİH içindeki payı %20’nin altında seyretti…

· Sürdürülen dış borçla büyüme modelinin şirketler açısından doğal sonucu “döviz açık pozisyonunun” ve kırılganlığın artması oldu…  2002’de 6,5 milyar $ olan reel sektör döviz açık pozisyonu 2013 sonunda 173,2 milyar $’a dek çıktı.

· “Düşük kur – yüksek faiz” sarmalındaki ekonomimizde son 12 yılın lokomotifi olma işlevini kayıtdışı kent rantları üzerinden beslenen
inşaat ve konut sektörleri oluşturdu; tarım ve sanayi sektörlerinde gelişme ve verimlilik artışı sağlanamadı…

· İmalat sanayisi içinde “yüksek teknoloji sektörlerinin” payı % 2-3 düzeyinde. Gelişmiş ekonomilerde ise bu oran, çift haneli.

Ülkelerin birbirleri ile yoğun rekabet koşulları altında yarıştığı küresel ortamda büyüme hedefleri ve stratejilerinin belirlenmesi büyük önem kazanmıştır. Süreç ve sorunlar, siyasal iktidarların kamuoyunun gözünü boyama veya oyalama taktikleri ile göğüslenemez.

Örneğin AB, uygulamaya koyduğu ‘LİZBON II- Avrupa 2020 Büyüme Stratejisi’ çerçevesinde öngördüğü yapılanma ile sorunlarını aşmaya çalışmaktadır. Bu strateji çerçevesinde, AB ülkelerinin “istihdam, verimlilik ve sosyal gelişme/uyumda” yüksek düzeylere ulaşmaları hedef alınmaktadır. Bu kapsamda, 10 yıl içinde; 20-64 yaş diliminin %75’ine istihdam olanağı yaratılması ile her yıl Araştırma ve Geliştirme (R&D) alanına AB GSMH’sının %3,0’ü düzeyinde yatırım yapılması da hedeflenmektedir.

Bu hedeflere yönelik olarak, AB Komisyonu; 26 Kasım 2014’de, önümüzdeki üç yıl (2015-17 dönemi) için toplam 315 milyar € düzeyinde kaynağı, özellikle, “altyapı, araştırma ve geliştirme ile eğitim” alanlarında
yeni yatırımlar için tahsis etti

Bu anlayışla, bizim de öncelikli hedefimiz;

· “Özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi ile çağdaş sosyal hukuk devleti normları, Kopenhag Ölçütleri temelinde, “toplumumuzu, devletimizi, Türkiye’yi her alanda yenilemek olmalıdır.

· Ülkemiz ve toplumumuzun güvenlik içinde “refaha, huzura” ulaşmasını, ülkede “erdemli şeffaf siyaset ve yönetimin” her kademede kurala dönüşmesini,  her alanda çağın paylaşmasını, sağlamak olmalıdır…

· Erkler ayrılığının ve yargı bağımsızlığının sağlanması,
makro
istikrarın korunması, ekonomi hukukunun çağdaşlaştırılması, yatırım ortamının iyileştirilmesi, finansa erişimin kolaylaştırılması, devlet idaresinin etkinleştirilmesi, bürokratik işlemlerin enaza indirilmesi olmalıdır…

Bu amaçlarla, Cumhuriyetimizin 100. yılına değin;

· Teknolojik yapılanma, yüksek rekabet ve verimlilik ile inovasyona” dayalı etkin bir üretim ortamına, Bilgi Ekonomisine geçilmesine; bu doğrultuda, halen % 1,0 altında olan, “toplam AR-GE harcamalarının GSYiH’ya oranının”, en az %2,0’ye çıkartılmasına,

· Yıllık ortalama “% 7 sürdürülebilir reel hızla” büyüyerek,
Ukusal Gelirimizin, genel refah düzeyimizin, sabit fiyatlarla
on yılda
ikiye
katlanmasına, 

· Sanayimizi, tarımda yeniden yapılanmanın eşliğinde, “sürdürülebilir dengeli büyümenin” lokomotifine dönüştürmeyi; teknolojik düzeyi, verimliliği ve dış rekabet gücü yüksek bir ileri üretim yapısına geçişi, sağlayacak dönüşümün, enerji ve işgücü verimliliğini artıracak atılımların gerçekleştirilmesine,

· “Vergi tabanını genişletip, kaçakları önleyecek, %65 düzeyinde olan dolaylı vergilerin payını AB ülkeleri düzeyine çekecek, ekonomide çok yüksek düzeyde olan kayıt dışılığı azaltacak” adil ve etkin Reformların,
bir an önce devreye sokulmasına,

· Yüksek Öğretimde bilimsel nitelik artışının sağlanmasına, Orta Eğitimde öğretmen niteliğinin ve yaratıcı düşüncenin öne çıkartılmasına,
nitelikli işgücünün eğitilmesine özel önem ve ağırlık verilmesine,

Ekonomi yönetimimiz, siyaset dünyamız ve toplumumuzun bütünüyle odaklanması, yaşamsal öncelik taşımaktadır…

DİLEĞİM: TÜM BU ve ÖBÜR NEDENLERLE AKP İKTİDARI İLK GENEL
SEÇİMLERDE, HALKIN İRADESİ İLE SANDIKTA İKTİDARDAN UZAKLAŞTIRILMALI, SN. CUMHURBAŞKANI R.T. ERDOĞAN’IN “YÜRÜTME, YARGI ve YASAMAYA” YÖNELİK, ANAYASANIN ÇİZDİĞİ SINIRLAR ÖTESİNDEKİ MÜDAHALELERİNE SON VERİLMELİDİR.

Algan HACALOĞLU
(23/Aralık/2014- İstanbul)

Naci BEŞTEPE : NEREYE KADAR HÜSEYİN MÜMTAZ ?


Dostlar,

Em. Tümg. Naci Beştepe Paşa çok haklı olarak epey “içerlemiş” halk deyimiyle..
Ve aşağıdaki epey uzun yazıyı yazmış..
Bir belgesel gibi.. Uzunca ama bir solukta olunuyor ve insana greçek tarih dersi veriyor.

Son gelişmeler gerçekten sabır zorlar dereceye ulaştı.
Ülkemizdeki önemli etnik kümelerden biri adına sözde etnik milliyetçilik yapan birilerinin artık frene basmaları ve hadlerini görmelerinin zamanı gelmiş ve geçmektedir.

Ülkenin hükümeti ve başbakanı, Batı güdümünde, bu etnik kümeye – kardeşlerimize, hiçbir ulus devlette görülmemiş ölçüde ödünler verdiler. Hazret yerel seçim kazansın, Cumhurbaşkanı olsun… diye %5 dolayındaki oy için ülkenin %95’inin geleceği
tehlikeye atılıyor.

Artık gerçekten yeter,, duyuyor musunuz, yeter, artık yeter!

Yazu zaten yeterince uzun.. Biz daha çok uzatmayalım..

Sevgi ve saygı ile.
7 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================

NEREYE KADAR HÜSEYİN MÜMTAZ ?

portresi_kucuk

 

 

Naci BEŞTEPE
4 Haziran 2014 

 

220px-KazimKarabekirPasha

15. Kolordu Kom. Kazım Karabekir Paşa

Belliydi..

2012 “Newroz”unda Van’da açılan “Bizi 7.2 yıkmadı, TC’nin ne haddine!” pankartı
kara saplı bir hançer gibi belleğimde saplıdır.
Oysa depremden sonra Türkiye’nin her köşesinden Türkler yardıma koşmuştu,
bakın depremin gazetelerine.

Türkiye’nin her köşesindeki o Türkler; 1999’da Türkiye’nin batısını yıkan depremde, doğudan otobüslere doluşup deprem bölgesine üşüşen yığınlara rağmen
bunu yapmıştı..

Bakın zamanın gazetelerine..

Demek “TC”, “Van’ı yıkmak” istiyordu ha?
Ama belliydi..
Kışlalardan Muğlalı’nın (AS. Org. Mustafa Muğlalı) adı kaldırıldığı zaman
yeteceğini mi zannetmiştiniz?
Dağlardan
“Ne Mutlu Türk’üm Diyene” yazısının kaldırıldığı zaman
yeteceğini mi zannetmiştiniz?
Memleketin bir köşesinde, devlet dairelerinde Türk Bayrağı asılıyor mu, asılamıyor mu?
Türk askerini kışlanın içine çekince yeteceğini mi zannetmiştiniz?

Sıra geldi anıtlara, heykellere..
Ağrı’nın yeni seçilen Belediye Başkanı Sakık (AS:
HDP’li Sırrı Sakık),
kentin merkezinde Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan ve “Utanç abidesi” dediği pilotlar anıtını kaldıracaklarını; Kazım Karabekir’in adının yer aldığı mahalle, cadde
ve k,m, sokakların da adını değiştireceklerini söylemiş.

AĞRI MERKEZDEKİ ABİDE (Hava şehitliği anıtı)

Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan hava şehitliğinin kaldırılacağını söyleyen Sakık, 1930’larda düşen ve içindeki iki pilotun öldüğü uçağın Kürtleri bombalamak için havalandığını savunmuş. Anıtın Kürtler arasında, “Utanç abidesi” olarak anıldığını belirten Sakık, “Bu kentte ilk gözüme batan bu utanç abidesidir. Sordum dediler ki, ‘Evet, bu 1930’larda Kürtleri bombalayan pilotların abidesidir. Kimileri övünç abidesi olarak alabilir, biz utanç abidesi olarak görüyoruz. Buralarda çok acılar yaşanmış. 1930’larda burada insanlar katledilmiş. Katliamı gerçekleştirenlerin anıtları,
uçakların pervaneleri bir abide olarak burada, Ağrı halkının her gün yüzleştiği ve
her gün Ağrı halkının gözünün içine batan o pervaneleri, o utanç abidelerini bu kentten kaldıracağız.” demiş.

“Mustafa Muğlalı Kışlası da parlamentodaki tepkiler, halkımızın tepkisi nedeniyle kaldırıldı. Mustafa Muğlalı’nın Muğla’da bir caddede hâlâ adı var. Biz, bunlara müsaade etmeyeceğiz. Kürt çocukları o abideleri gördüklerinde, ‘eğer çare yoksa yol çaredir’ diyerek kendilerini isyanın adresi olan dağlara atıyorlarsa, barışı inşa edeceksek, bunları bir an önce ortadan kaldırmalıyız. Bu konuda herkesin duyarlı olması gerekir. Herkes barışı büyütecek adımlar atmalıdır. Bu kentte buna benzer caddeler var. Kazım Karabekir gibi, onlarcası var. Bu coğrafyanın ruhu ile örtüşmeyen cadde ve sokaklardır, bu tür utanç abidelerinin kaldırılmaları gerekir.” diye de devam etmiş..

Önce Muğlalı, sonra Karabekir.. Sırada kim var?

“Coğrafyayı” ayırıyor, “Bu coğrafyanın ruhu ile örtüşmeyen cadde ve sokaklar,
utanç abideleri” diyor..

Muğla’daki caddenin adına bile karışıyor.
Bir buçuk yıla sıkışan Yerel, Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimleri sürecinin;
içine sokulduğumuz bu duruma değeceğini mi düşünüyorsunuz?

Hüseyin Çelik, Milli Eğitim Bakanlığı döneminde Van’a önemli eğitim yatırımları yaptı. Yörede sevilen bir isimdi. Geçen hafta Van Ticaret Odası’nın öncülüğünde,
rekorlar kitabına girecek “Van kahvaltısı” planlandı.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ile birlikte alana kalabalık bir koruma ordusuyla geldi. Çelik, konuşma yapması için kürsüye davet edildi. Davet edilişi, konuşması ve oradan ayrılışı 6 dakika bile sürmedi.
Çünkü, Çelik konuşurken, yuhalanıyor, taşlanıyor, PKK’nın başı Abdullah Öcalan lehine sloganlar atılıyor, zafer işaretleri yapılıyordu.

Kahvaltı için gelenlere kumanya dağıtıldı. Orada, adeta BDP’nin mitingi yapılıyordu.

Hüseyin Çelik; zamanında “yöre halkının duygularına tercüman olarak” Muğlalı’nın adını askerin kışlasından kaldırtan isimdir. Şimdi o da “çözüm süreci” diyor.
Diyor ama bir zamanlar törenlerle karşılandığı, halkın arasında rahatlıkla dolaşabildiği Van’da; şimdiki “çözüm süreci”nde maruz kaldığı muamele budur.

Geliyoruz “sürecin” Ulu Hakan Abdülhamit Han versiyonuna,
çağdaş
“Hamidiye Alayları” paragrafına..

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 1 Haziran’da yenilenecek belediye başkanlığı seçimlerinde partisinin adayına destek vermek için Bitlis’in Güroymak İlçesi’ne gitmişti.

Muş’tan karayoluyla Güroymak’a gelen Davutoğlu, önce bir kahvede partililerle kahvaltı yaptı. Daha sonra İlçe Başkanlığı balkonundan konuşarak; Güroymak’ın kendileri için çok önemli olduğunu belirtip seçimi kazandıkları gün şükür secdesine kapanacaklarını söyledi.

Güroymak’ın Kürtçe adı Norşin’i kullanan Bakan Davutoğlu, Güroymak’ın ilim irfan diyarı olduğunu belirterek, “Norşin bizim kalbimizin mübarek diyarıdır. Burayı kaybetmeye tahammülümüz olamaz.” dedi.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de benzer nedenlerden dolayı bölgede idi.

Seçim bölgesi ve memleketi Batman’da incelemelerde bulunan Maliye Bakanı
Mehmet Şimşek, Seyit Bilal Türbesi’nin bulunduğu Gercüş’ün Vergili Köyü’ne
eski adının verildiği tabela takma törenine katıldı. Şimşek, törende şöyle dedi:

“Türkiye’nin farklılıklarını zenginlik görüyoruz. Temel, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve demokratik hakların genişletilmesi konusunda mesafe katettiğimize de inanıyorum. Bugün sembolik bir adım atıyoruz. Hükümetimizin Meclis’te kabul ettiği demokratikleşme paketinde isimleri zamanla değiştirilen ve Türkleştirilen köylerimize eski isimlerin iadesini sağladık.

Yâni “zamanla Türkleştirilen” köylerimiz tekrar “Kürtleştiriliyor”..

Maliye Bakanı Şimşek, Kürtçe’de “Vergisiz” anlamına gelen Becirman köyüne
uzun yıllar büyük haksızlık yapıldığını da belirterek, şöyle konuştu:

“Osmanlı döneminde Becirman vergiden muaf tutulan bir yerdi. Ancak, bu isim daha sonra Türkçe olarak Vergili diye değiştirilmiş. Orjinal ismiyle ters bir anlam taşıyordu. Köylülerin verdiği kararla, Bakanlar Kurulunda bu ismin onaylanmasıyla bu köy
tekrar orjinal ismine kavuştu.”

“Haksızlık” nerede? Köyün Osmanlı döneminde vergiden muaf tutulması mı, Cumhuriyet döneminde Türkçe tabela asılması mı, Türkçe isminin “vergili” olması mı?
Elin değmişken Sayın Bakan, köyü “eskisi” gibi şimdi de vergiden muaf tutsaydın ya!

Lâfı hiç dolandırmayalım.

Bakan kendi eliyle Kürtçe tabela asarken; başka bir bakan bambaşka bir terminoloji
ve düşünce örgüsü içinde “Norşin’i kaybetmeye tahammülünün olmadığını”
ifade ederken…

Neyin mücadelesini, tartışmasını, kavgasını yapıyoruz?

Peki; Türkiye’nin Erbil Başkonsolosu Mehmet Akif İnam’ın, Erbil’de düzenlenen
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin lideri olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin 39’uncu kuruluş yıldönümü törenine katıldığını;

Aynı “törene” KCK’nın Kandil’deki lider kadrosunda yer alan isimlerden
Zeki Şengali’nin de katılmış olduğunu…
.

..biliyor muydunuz?

Biz daha neyin ve nasıl mücadelesini, tartışmasını, kavgasını yapıyoruz?
Dün Muğlalı, bugün Karabekir..
Duracaklarını mı zannediyorsunuz?
Yarın kim bilir sıra kimde ve nerede?

Karabekir neden önemlidir ve Karabekir’in “en büyük suçu/yanlışı” nedir,
biliyor musunuz?

Mustafa Kemal; “Kurtuluş Savaşı-TBMM Hükümeti-Türkiye Cumhuriyeti” amacıyla çıktığı kutlu yolun Erzurum durağından önce “Padişah Fermanı” ile 9’uncu Ordu Müfettişliği’nden azledilir.
Artık “sivil”dir.
Erzurum Kolordu Komutanı Karabekir’e; “Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklaması”nı emreden bir telgraf çekilir.
Karabekir, “sivil” Mustafa Kemal’i üniformasıyla karşılar, “dimdik ve asla eğilmeden,
tam bir asker gibi” selamlayarak;

“Kumandamda bulunan zabitin ve efradın hürmet ve tâzimlerini arza geldim. Siz bundan evvel olduğu gibi bundan böyle de bizim muhterem kumandanımızsınız. Emrinizdeyim Paşam.”

der ve Erzurum Kongresi’nin düzen ve askeri güvenini sağlar.

Cumhuriyet’e giden yol açılmıştır.. Karabekir’in “suçu” işte budur.

Kars İstasyonu’nda bir vagon sergilenir.
Rusya ile 13 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Kars Antlaşması’nın ardından
Rus heyetince dönemin 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’ya hediye edilmiş “Beyaz Vagon”dur, o vagon.

1878′de “93 Harbi” sırasında Rus Çarlığına kaybettiğimiz Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin ve Batum’u Eylül 1920′de kurtarıp, Türkiye’nin doğu sınırlarında Misak-ı Milli’yi gerçekleştirdikten sonra kendisine TBMM tarafından 31 Ekim 1920′de Ferik (Korgeneral) rütbesi verilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa,

“Kâzım Karabekir Paşa ve adamları Kurtuluş Savaşı’nda
canları pahasına savaşarak galip geldiler. Bu galibiyet sadece onların değil,
bütün Türk milletinin galibiyetidir” demiştir.

Doğu’da, halk arasında adı “Doğu Fatihi”dir.

Bu satırların yazarı, ortaokul öğrencisi iken Erzincan ve Erzurum’da “sâde vatandaşın” evlerinde duvarlara asılı Karabekir fotoğrafları görmüştür.

İşte Sakık’ın; Karabekir’i “coğrafyanın ruhu ile örtüştürememesinin” asıl nedeni budur.

Hâlbuki Karabekir, “Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin ve Batum’u Eylül 1920′de” Cumhuriyet coğrafyası ile bütünleştirmiştir.

Karabekir’in, “son durak” mı olduğunu zannediyorsunuz?

Dün Muğlalı, bugün Karabekir; yarın sırada kim var? 

4 Haziran 2014

57’İNCİ ALAY HER YERDE! HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ!