Etiket arşivi: Laik

“İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ“ nin 65. Yılında Görünüm..


Dostlar
,

Geçtiğimiz yıl, Dünya İnsan Hakları Günü‘nün ya da
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ‘nin 64. yılı nedeniyle kapsamlı bir yazı yazmıştık.. Bu yazıyı anımsayalım istiyoruz..

Gözden geçirerek yeniden paylaşmak istiyoruz..

Aşağıda..

Acıyla vurgulayalım ki, günümüzde kişi hak ve özgürlükleri İngiltere’de Krala karşı 1679’da yürürlüğe konan HABEAS CORPUS rejiminin bile gerisindedir!

Orada, “Habeas Corpus” ta, özce denilmektedir ki;

  •  Korkma, Kralın adamları seni haksız tutarsa, suçsuzsan bağımsız yargıçlar seni ilk fırsatta salıverecektir..

Oysa günümüzde Ergenekon – Balyoz – Casusuluk vb. düzmece davalarda,
sahte ve hatta düzmece oldukları kezlerce kanıtlanan sözde kanıtlarla (delilerle)
masum insanlar yıllardır zindanlarda tutsaktır ve birçoğu da yaşam boyu hapis cezasına çarptırılmıştır. Zindanlarda ölümler / öldürmeler başlamıştır!..

Ayrıca TSK; kurumsal olarak büyük ölçüde güç yitiğine uğratılmıştır!
Bu durum kabul edilemez, çünkü ulusal savunmayı zayıflatarak ülke – ulus çıkarlarına giderimi olanaksız zararlara yol verebilecektir.

Medya tutsak alınmıştır.. Halk gerçekleri öğrenememektedir.
4. güç devre dışıdır, ülkemizde apaçık AKP dinci faşizmi yürürlüktedir!
“Güçler ayrılığı” felç edilmiştir.. Her şey tek adamın 2 dudağı arasındadır.

Bu görünümüyle Türkiye’nin AKP rejimi Platon’on, Aristo’nun, Montesquieu’nun öngörülerinin bile gerisine savrulmuştur ancak 2 yüzlü Batı ve maşası
sözde insan hakları kuruluşları, yakıcı sorunun özünü görmezden gelerek,
insan haklarını “ayrılıkçı” biçimde kullanmayı utanmazca sürdürmektedirler.

Ülkemizde inanç ve etnisite temelli kışkırtıcı ayrımcılıkla kanlı bir iç savaşı ve bölünmeyi hedeflemektedirler.. Yabanıl (vahşi) kapitalist sözde serbest piyasa ile ekonomik Sevr’i uygulamak ve ülkeyi borçlandırarak yoksullaştırmak, özelleştirme ile talan etmek yetmemiştir. Siyasal – coğrafi bağlamda da Sevr; Lozan yırtılarak yürürlüğe konmalıdır; Başbakan RTE, bu süreçte, BOP eşbaşkanı olarak sonuçlarını
bilerek – bilmeyerek Batı’dan bir “görev” almıştır.

Bir ülke halkının kaynaşarak uluslaşması ve yurt tutup uğrunda ölerek vatanlaştırdığı topraklarında dünya uluslar ailesinin eşit haklara sahip onurlu bir üyesi olarak
yaşama hakkını görmezden gelerek o halkı türlü iğrenç oyunlarla iç savaşa sürüklemek insan haklarının neresinde yazılıdır?

İnsan hakları şampiyonu Batı emperyalizminin bu onmaz hastalığı nasıl ve ne zaman düzel(til)ecektir??

İçeriye dönersek; önleyici gözaltı diye hiçbir çağcıl hukuk düzeninde yeri olmayan bir biçimde, Başbakan R.T. Erdoğan’ın gittiği yerlerde TGB (Türkiye Gençlik Birliği) üyesi gençler peşin olarak, potansiyel suçlu ilan edilmekte ve gözaltına alınmaktadırlar..

Başbakan R.T. Erdoğan o kentten ayrılana dek, bu TGB’li gençler,
geceyi polis karakollarının nezarethanelerinde geçirmektedir.

Bu uygulama hangi pozitif hukuk normuna dayalıdır??

Cumhuriyet Savcıları kolluğun (kentlerde polisin / kırsalda jandarmanın) bu istemine hangi yasa maddesine dayanarak izin vermektedir?

Bu hususun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca açıklığa kavuşturulmasını diliyoruz.
Ayrıca HSYK’yı da göreve çağırıyoruz..

  • Bu savcılar yasaları çiğneyerek suç işlemektedir.

Türk Hukuk Kurumu ve Türkiye Barolar Birliği sorunu üzerine gitmelidir.

Türkiye, yüz kızartıcı bu hukuk dışı uygulamadan kurtarılmalıdır.
İnsan haklarının en başında “kişi dokunulmazlığı” gelmektedir.
Hiç kimse keyfi biçimde özgürlüğünden alıkonulamaz.

Anayasa madde 19 : Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

Fakat 19882 Anayasası’nın kişi hak ve özgürlüklerini oldukça sınırlayıcı dokusu kapsamında temel hak ve özgürlükler ülkemizde pervasızca çiğnenmektedir.
Bu hukuk tanımaz ürkünç durum, AKP iktidarında katlanılmaz düzeye tırmandırılmıştır.

Habeas Corpus’tan bu yana aradan 344 yıl geçmiştir ve ülkemizde
AKP, hukuku bir toplumsal terör aracı olarak kullanmaktadır.

Geçtiğimiz hafta emekli olan bir Yargıtay Daire Başkanı yüksek yargıcın bu yöndeki sözleri kulaklarda yer etmiştir.. Bu sayın yargıca göre hukuk Türkiye’de adaletin aracı değil, terörün silahına dönüştürülmüştür.

65 yıl sonra Dünya İnsan Hakları Günü‘nde Türkiye’nin dökülen görünümü
(hal-i pür melali) özetle böyledir..

Sevgi ve saygı ile.
10.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================

“İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ“ nin 64. Yılında Görünüm..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
profsaltik@gmail.com,   www.facebook.com/profsaltik,  www.ahmetsaltik.net  

     2. Büyük Paylaşım Savaşı’nın ardından ciddi yıkım yaşayan insanlık, bir daha bu çapta savaş olmasın özlemiyle Birleşmiş Milletler (BM) örgütünü kurar (1945) ve 3 yıl sonra 10 Aralık 1948’de uluslararası bir Bildirgeyi benimser: İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ (İHEB)..

Türkiyemiz de, BM’nin kurucu üyelerinden biri olarak, söz konusu İHEB’ne imza koyar. Bu Bildirge, insan hakları tarihinde son derece önemli bir dönemeçtir. MÖ 1760’a uzanan Hammurabi Yasalarından, 1215’e tarihlenen Magna Carta’ya, 1679’da yayınlanan Habeas Corpus’a, 1776 ABD ve 1789 Fransız Devrimi Yurttaş Hakları Bildirileri’ne, Osmanlı’da 1839 “güdükTanzimat Fermanı’na, giderek 1. ve 2. Meşrutiyet’e (1876 ve 1908) dek, oradan da 1923’te Atatürk’ün Cumhuriyetimizi kurmasına, 1944’te Filadelfiya Bildirgesi’ne, 1950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS, Türkiye’nin onayı 1954) dek uzanan en azından 4 bin yıllık çook uzun bir tarihsel süreç. Paris’te Louvre Müzesi’nde sergilendiği üzere, İnsan Haklarının temel metni olan Anayasalara erişmek hiç ama hiç kolay olmamıştır. Egemenler insan haklarını tanımamak üzere çok direnmişlerdir. Sonuçta temel özgürlükler metni anayasalar adeta “insan derisi ile kaplı” dırlar! Ne mutlu ki; İHEB, ilk maddesinde “Tüm insanlar özgür; onur ve haklar bakımından eşit doğar.” diye gürler.
Bunun anlamı, binlerce yıllık “köleliğin son bulması” dır.

Büyük ATATÜRK, -çağında henüz telaffuz edilmemekle birlikte- gerçek bir insan hakları eylemcisi olarak, Sevr ile yok edilmek istenen Türk Ulusunun yaşam hakkını sağlayarak tarihte benzersiz bir destan yazmıştır.

İronik olarak da, “şanlı” (!) Batı uygarlığının çok ağır bir insanlık suçu (soykırım, jenosit) işlemesine engel olmuştur! Daha sonra Anadolu halkına Cumhuriyet’i armağan ederek çağdışı saltanat ve halifeliğe son vermiş ve egemenliğin kaynağını “sözde” gökyüzünden yeryüzüne indirerek, ulusu egemen kılarak Türkiye’de insan haklarına dayalı çağcıl bir devlet kurmuştur. Aşağıdaki sözleri, 1944’te benimsenen
Filadelfiya Bildirgesi’nde öz olarak yer almıştır:

     “ Eğer sürekli barış isteniyorsa, insan yığınlarının durumlarını iyileştirecek uluslararası önlemler alınmalıdır. İnsanlığın tümünün gönenci, açlık ve baskının önüne geçmelidir. Dünya yurttaşları çekememezlik, aç gözlük
ve kinden uzaklaşacak biçimde eğitilmelidir.”

Anılan Bildirge’nin öz içeriği ise; “Dünyanın hangi köşesinde yoksulluk ve sefalet varsa; bu, Dünyanın gönenç içindeki köşeleri için büyük tehdittir.“ yönündedir. Doğumunun 100. yılına (1981) armağan için UNESCO’da 156 ülkenin oybirliğiyle onanan karar ise, ATATÜRK hakkında şu değerlendirmeye yer vermektedir;
altı çizili sıfata lütfen dikkat :

  • Uluslararası anlayış ve barış için çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü
    bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder,
    İNSAN HAKLARINA SAYGILI,
    dünya barışının öncüsü, insanlar arasında
    hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı;
    Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu.”

İnsan hakları, tarihsel zamanda 3. Kuşağa erişmiştir :

– Temel hak ve özgürlükler ilk kuşaktır.

– 2. Kuşak Haklar sosyal ve ekonomik hak ve özgürlükleri içerir.

– Günümüzde ise sağlıklı-güvenli bir çevrede yaşama, tarihsel kalıtın korunmasını isteme … vb. haklar 3. Kuşak İnsan Hakları kümesindedir.

Günümüzde İHEB ne yazık ki, tüm dünyada yaşama geçirilememiştir.
Dahası, giderek özü boşaltılmakta ve kendisini “Küreselleşme” diye zihinlere
-retorik- tuzak kurarak sunan yeni emperyalizm, insan haklarının en büyük engeli
hatta düşmanı durumuna gelmiştir.

ABD eski Dışişleri Bakanı, Küresel Elit devletinin örtük Başbakanı Dr. Henry Kissinger açıkça,

  • Küreselleşme; Amerikan hegemonyasının öteki adıdır.” diyebilmiştir!

Dünya ağır bir sömürü, işsizlik, yoksullaştırma, sağlıksızlaşma, sosyal güvencesizlik, eğitimsizlik, adaletsizlik, soğuk ve sıcak çatışma, “post-modern 3. kuşak savaş” ortamına sürüklenmiştir. Oysa Atatürkçülük = Kemalizm; “Yurtta barış dünyada barış!”ı öğütlemektedir. İkiyüzlü Batı, insan haklarını bölücülük yaparak sömürmektedir!

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün; şu önermelerine ne demeli, ne denebilir ki??
Ders, hedef alınmalı elbette..

– “Resmi makam ve üniformaya sığınarak mücadele devri bitmiştir.
Artık açıkça ortaya çıkmak ve milletin hakları adına gür sesle bağırmak gerekir.
– Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü bir siyasal düşünceye sahip olmak, seçtiği bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak
hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına egemen olunamaz.
– Bu ülkenin halkı üzerinde kimsenin egemenlik kurma hakkı yoktur; ama bu ülkeyi başkalarına el açmadan geçindirmek ve yaşatmak da size düşen bir ödevdir.”

Gönül isterdi ki, 10 Aralık 1948’den günümüze dek geçen 64 yılda İHEB “eskisin” ve
3. Binyıl türevini yapalım.. Bunun için ise “aklın ve bilimin egemen kılınması” gerek. Tıpkı Atatürk’ün bize bıraktığı tinsel (manevi) kalıt gibi :

Yaşamda en gerçek yol gösterici akıl ve bilimdir.”

Kemalizm’in = Atatürkçülüğün gerçek özü olan bu ilke, yalnız Türkiye’yi değil,
tüm insanlığı kurtaracak, insan haklarının gerçek anlamda yaşanmasını sağlayacak evrensel bir ilkedir.

Dolayısıyla başta ülkemizde, “her-ke-si” –özellikle iktidarı– , kapitalizmi akla-bilime, adalete davet ederiz.

Tarih, insanların er-geç haklarını aldığının tanığıdır; insana yakışan, bu akışa karşı koymak değil, savunmaktır.

“İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ“ nin 64. Yılında İstemlerimiz       : 

  1. İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ (İHEB), tüm kavram, kural ve kurumlarıyla yaşama geçirilmelidir. “Her-ke-sin, ülkesinin kamu hizmetlerinden
    eşit olarak yararlanma hakkı vardır.” (md.21).
    KüreselleşTİRmeciler, insanlığın binlerce yılda oluşturduğu uluslararası
    hukuk metinlerini; başta İHEB, BM ve Dünya Sağlık Örgütü Anayasaları,
    ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü)  özleşmeleri, Avrupa Sosyal Konvansiyonu..
    vb. kazanımları pervasızca çiğniyorlar. Kendi eylemsel (de facto) hukuklarını (sözde!?) dayatıyorlar..
    Bunun ilk ve vazgeçilmez koşulu Yeni Emperyalizmin = KüreselleşTİRmenin yeryüzünden yok edilmesidir.
  2. Büyük ATATÜRK bu tarihsel olguyu görmüş ve “bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve yutmak isteyen kapitalizme karşı ulusça savaşımı
    meslek edinmemiz
    ” gerektiğini vurgulamıştır. Bu amaçla, M. Kemal Paşa’nın mazlum anti-emperyalist Türkiye’si, dünyaya öncülük ederek KüreselleşTİRmecilere (ABD-AB’nin yeni emperyalistlerine)
    yem olmamalı 
    ve benzer durumdaki ülkelere çağrıda bulunarak;
    DİRENİŞİN KÜRESELLEŞTİRİLMESİni örgütlemelidir.
  3. Post-modern ekonomik çökertme savaşı 1. öncelikli tehdit olarak tanımlanmalı ve tüm ulusal refleksler bu bağlamda canlandırılmalıdır. ÖZELLEŞTİRME, emperyalizmin yıkıcı, ideolojik bir talan aracı olup,
    kesinkes son verilmeli, kritik satışlar geri alınmalıdır. İç ve dış borçta konsolidasyona gidilerek vadeler uzatılmalı,  1 kezlik Servet-varlık vergisi konulmalıdır. Gelir dağılımı iyileştirilmeli, işsizlik çözülmelidir.
  4. Anayasamızın 2. maddesinde yer alan ve Cumhuriyetimizin değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek 6 temel niteliği,
    – toplumun huzuru /
    – ulusal dayanışma ve
    – adalet
    içinde ödünsüz uygulanmalıdır :

1. İnsan haklarına saygılı,
2. Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
3.
Demokratik,
4. Laik
5. S o s y a l bir
6. Hukuk Devleti..

  1. Avrupa Birliği, Gümrük Birliği, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi emperyalist kurumlarla yapılan tüm teslimiyetçi 2’li ya da çok yanlı anlaşmalar halka açıklanmalı ve köktenci biçimde gözden geçirilmelidir.
    Dış politika ve dış ticarette yeni seçenekler yaratılmalı, Türkiye yüzünü Batı dışındaki ülkelere de çevirmelidir. AVRASYA, BRICS ülkeleri gibi yeni stratejik seçenekler üzerinde gecikmeden ve büyük ciddiyetle durulmalıdır.
  2. Yaşayageldiğimiz yıkım süreci göstermiştir ki, devletimiz, milletimiz, vatanımız ve çağdaşlaşma kazanımlarımız, ancak Atatürk Devrimi temelinde yaşatılabilir. Atatürk Devrimi, Türkiye için herhangi bir seçenek değil, tek seçenektir.
    Atatürk önderliğindeki kurucu irade, Türk Devrimi’nin deneyimlerine göre Cumhuriyet’imizin temel niteliklerini 1937’de Anayasa’nın en başına koymuştur. İnsan haklarının ülkemizde ve dünyada yaşama geçirilmesinde 6 Ok’u; denenmiş, başarmış evrensel bir model olarak görüyor ve kararlılıkla savunuyoruz.
  • “Türkiye Devleti;Cumhuriyetçi,
    – Milliyetçi,
    – Halkçı,
    – Devletçi,
    – Laik ve
    – Devrimcidir.”

     

  1. Batı’dan devşirme emperyalist ezberleri bırakarak, ulusal devrim sürecimizde ürettiğimiz ve dünyaya model bu temel stratejik formülü, yeniden Anayasamıza koymak koşuldur. Atatürk Devrimi temelinde Cumhuriyeti yeniden örgütlemek amacıyla aşağıdaki ilkelere dayalı yeni Anayasa, “kurucu iktidar eliyle” yapılabilir:

– Bağımsız ve güçlü devlet,
– Etkin hükümet,
– Hızlı adalet,
– Örgütlü halk,
– Özgür ve eşit yurttaş,
– Planlı, halkçı, karma ekonomi,
– Bölgelerarası denge,
– Çalışan ve üreten Türkiye.

  1. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” tanımı temelinde Ulus Devlet pekiştirilmeli hiçbir etnik, mezhepsel, dinsel, sosyal, kültürel vb. nedenle ayrışmaya izin verilmemelidir. Sorun, bu alt aidiyetlerin sorunu olmayıp; insan haklarının en üst demokratik standartlara çıkarılması ile çözülecektir.
  2. Gönül isterdi ki, 10 Aralık 1948’den günümüze dek geçen 64 yılda İHEB “eskisin” ve 3. Binyıl türevini yazalım.. Bunun için ise “Dünyada us ve bilimin egemen kılınması” gerek. Tıpkı Atatürk’ün bize bıraktığı tinsel (manevi) kalıt gibi :“Yaşamda en gerçek yol gösterici, us (akıl) ve bilimdir.” Kemalizm’in = Atatürkçülüğün gerçek özü olan bu “bilimsel akılcılık” ilkesi, yalnız Türkiye’yi değil, tüm insanlığı kurtaracak, insan haklarının gerçek anlamda yaşanmasını sağlayacak evrensel bir ilkedir. Başta ülkemizde, “her-ke-si” -özellikle iktidarı- akla ve bilime, ülkenin temeli olan toplumsal adalete, Silivri ve Hasdal’dan başlayarak, BOP’u derhal bırakmaya çağırırız.Gelir dağılımını iyileştirmeye, işsizliği azaltmaya, Batı’nın insan haklarını sömüren ikiyüzlülüğüne ödün vermemeye çağırırız.

    Çevreye saygıya, hayvan halkLarına, doğaya hürmete;

    Büyük Atatürk’ün YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ’ına çağırırız.

Tarih, insanların er-geç haklarını aldığının aynasıdır; insana yakışan, doğala karşı koymak değil, omuz vermektir. Türkiye’nin insan hakları sicili kapkaradır ve sorumlular; kritik muhasebe için geç kalmaktadır. (10.12.2012)

İHEB, Anayasamızın 90. maddesinin son fıkrası uyarınca yasa gücündedir;
ek olarak

* İç yasalarla çelişmesi durumunda üstün hukuk normudur,

* Anayasaya aykırılığı ileri sürülemez…

Mahkemeler karar gerekçelerinde bu Bildirge’ye giderek daha çok dayanmaktadırlar.

30 maddelik Bildirge’nin tümünü (İngilizce ve Türkçe) okumak için erişkeyi (linki) tıklayabilirsiniz..

Universal_Declaration_of_Human_Rights_UDHR

INSAN_HAKLARI_EVRENSEL_BILDIRGESI

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 10.12.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Ulusal Egemenlik Aydınlığı…

Av. Ertuğrul KAZANCI 
Eğitimci – Hukukçu
ADD Önceki Genel Başkanı

Ertugrul_Kazanci_portresi

Ulusal Egemenlik Aydınlığı…

*Cumhuriyet ve devrimin ‘kayıtsız-koşulsuz’ benimsediği duyarlılık, ulusal egemenlik erkine yönelik ilerici bir önemsemedir. Kişi, zümre veya hanedanlık yönetimleri; akıl, bilim ve çağcıllıktan yana ideallere set çekerlerken, bilinçli bir halk da elindeki egemenlik erkine ancak toplumcu ölçütlerle sahip çıkabilir.

Egemenlik, siyasal anlamda bir ülkenin yaşamsal bütünlüğü üzerine ilke, esas ve kurallar getirme erkidir.

Bu erk, kendi hukukunu da yaratır. Demokratik nitelikli etkin güç kaynağı, doğrudan doğruya halktır. Böyle bir kudret, yönetsel iradeyi oluşturarak, yasalarla şekillenen hukuksal düzenlemeyi de temsil eder.

Öyleyse ulusal egemenlik erki, halk adına devletteki varlığını;
yasama, yürütme ve yargı yoluyla kamusal alanlarda gösterir.

Egemenlik hukukuna, baskı ve şiddet yoluyla el atanlar; monarşilerden tutunuz da
dikta rejimlerine doğru tarihsel sahneden hiç eksilmezler. Aidiyeti halk olan egemenlik iradesi adına tekeller bile kurmaya kalkışırlar. Ama Atatürk’ün deyişiyle:

  • “Ulusal egemenlik öyle bir aydınlıktır ki; karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yıkılır. Tutsaklıklar üzerine kurulmuş kurumlar da yıkılmaya mahkûmdurlar.”
Anadolu ihtilali

Saldırganlık hedefi olan bir halk, “tam bağımsızlık” ilkesinde yükselen görkemli kalkışmayla Cumhuriyeti, kan ve ateş pahasına kurmuştur. İç ve dış siyasetini
ulusal egemenlik üzerinde yoğunlaştıran bir kuvvet, “antiemperyalist” direncin de öncüsü olmuştur.

Tarih, Anadolu ihtilali çapında; devrimci nitelikli ve insanlık hukukuna saygın mücadeleleri bulmakta zorlanır. Çünkü mücadele; sömürgecilere karşı olduğu kadar “saltanat-hilafet” yöntemiyle ulusal egemenlik erkine el koyanlara karşı da yapılmıştır. Emperyalizmi ters yüz ettikten sonra, hanedanlık eksenli “biat” rejimini söndürerek bir de “meşruiyetçi” yola gitmek ayrıcalıklı başarıdır.

Kurtuluş Savaşı’nın, içinden kimi kez yaman muhalefetlerin de belirdiği ama her şeye karşın halk iradesinin yansıdığı “Meclis” kurumuyla gerçekleştirilmesi dikkat çekicidir. Ulusun var oluşunu saptayacak anlarda; siyasal karşıtlık ve engellemeler üretenlere bile dayanılmışsa, demokrasiye saygı işte orada kanıtlanmıştır.

Demokratik işleyişin çatılarını çatmak ve gözetmek, kapsamlı bir beceri olarak “Kemalist” aydınlanma sürecinin onurudur. Halk yönetimini kuran anlayış, ağırlıklı “nirengi” olan ulusal egemenlik felsefesinden esinlenmiştir. Devletin kamu yararına
işlev taşımasını öngörerek devrimciliğin, kitlesel ivmenin enerjisi olduğunu da sergilemiştir. “Halkçı-devletçi” bakışın önderliğinde ulaşılan bu amaçlar, toplumsal çabanın kendisine özgü cevheridir.

1925, 1930 ve 1945’li yılların çok partili tablosuna yol açan çaba, Cumhuriyetin kurucu iradesinde saklı değil midir? Ama feodalite ve emperyalizmin içli-dışlı işlerine bulaşanlar, demokratik gelişmeyi yozlaştırarak, devrime karşı saf tutmuşlardır.
1950’ler sonrasının çoğunluk “sultaları” eliyle de hak ve hukuku kıyasıya zedelemişlerdir.

Anayasal süreç

  • 1921 Anayasası, ulusal egemenlik düşüncesini;
    yüzyılların zincirlerinden çekip çıkaran devrimci bir hukuk portresidir.
1924 yılı anayasası, Cumhuriyetin başlangıç döneminin ürünüdür. Temel hak ve özgürlüklerden tutunuz da yargı bağımsızlığına dek geliştirilmiş aşamalar taşır.

Ayrıca 1937 tarihli değişiklik;
egemenliğin anayasal ilkelerini;

“Cumhuriyetçi,
Halkçı,
Ulusalcı,
Laik,
Devletçi ve
Devrimci” nitelikli “Altı ok” demetiyle olgunluğa erdirir.

1961 yılı anayasası da; egemenlik erkinin “ulusa ait” olduğunu belirterek, halkın temel hak ve özgürlüklerini, “sosyal devlet” kavramıyla birlikte pekiştirerek öne çıkarır. Anayasanın 1982 tarihlisi; “yarı başkanlık” sistemine özenen ve ulusal egemenliği, yürütme öğesi hesabına boyun eğdirmeye çalışan çabayı içerir.

Günümüzde kimi çevrelerce estirilen devrim karşıtı rüzgâr; kurtuluş ve kuruluş yıllarının ulusal egemenlik bilincinden uzaklaştırıldığı sanılan toplumu biçimlendirmek içindir.

Kimliksiz, duyarsız ve coşkusuz bırakılmış insan yığınlarının yaratılmasıyla,
her sunulanın kabul edileceği tasarlanmaktadır. Anayasal değişikliklerle de Cumhuriyet kazanımlarının ortada bırakılacağı hayal edilmektedir.

Sonuç                           :

Emperyalist tahakkümün yanı sıra monarşinin yüzyıllarca sürdürdüğü yetkisel “gasp” da savrularak atılmıştır. Cumhuriyet değerlerini özümseyen bir halkın, demokratik devrimci dayanak olan egemenlik erkini, “ulusal namus” emaneti olarak; içte ve dışta koruyacağı kuşkusuzdur.