Etiket arşivi: Kürt siyasal hareketi

SEÇİMLER ÖNCESİNDE UYARILAR (2)


SEÇİMLER ÖNCESİNDE UYARILAR (2)

portresi2

 


Ataol BEHRAMOĞLU

 

Geçen haftaki yazımda yaklaşan seçimlerle bağlantılı olarak merkez sağ, liberal vb. olası oluşumlarla (daha da somut olarak TÜSİAD’la) ve iktidar partisinin TBMM’deki temsilcileriyle ilgili düşüncelerimi paylaşmıştım.
Bu kez MHP konusunda düşündüklerimi özetlemek istiyorum.

***

Günümüzdeki MHP hangi toplumsal sınıf ve tabakaların partisidir?
Bu partinin, söylemde kıyasıya eleştirmesine karşın en kritik zamanlarda
destekçisi olduğu AKP’yle benzerlikleri ve benzemezlikleri nelerdir?

Soldaki parti ve örgütler seçimlerde MHP ile güç birliği yapabilir mi?
Ülkenin ve dünyanın değişen koşullarında herhangi bir siyasal örgütün otuz yıl, kırk yıl, yarım yüzyıl önceki gibi, değişmeksizin kalması olası mıdır?
Sovyetler Birliği dağıldıktan, Orta Asya ve Kafkasya’daki halklar şu ya da bu ölçüde ulusal bağımsızlık elde ettikten sonra, MHP ideolojisinin omurgasını oluşturan Türkçü, Turancı milliyetçi görüşler ne ölçüde yandaş bulabilir?

Bu ve benzer soruların yanıtlarını birbiriyle bağlantıları içinde araştırmak gerekir.
Öncelikli soru, bu partinin günümüzde hangi toplumsal sınıf ve tabakaların partisi olduğudur.

Bu gibi soruları sormaya ve yanıtlamaya çalışmaksızın MHP’yi soğuk savaş yıllarının, seksenli yıllar öncesinin MHP’si olarak görüp dışlamakta ısrar etmek, solun temel düşünce yöntemi olması gereken irdeleyici düşünceyle bağdaşmaz.

***

MHP’nin kuruluşundaki ideolojik taban günümüzde varlık nedenini yitirmiştir ve bu parti kanımca bu anlamda bir arayış içindedir.

Buna karşılık, bu partinin seçmenleri arasında, ülkenin bugün karşı karşıya bulunduğu bölünüp parçalanma tehdidi karşısında derin ve içten kaygı duyan yurtseverlerin, genellikle orta tabakalardan, serbest meslek sahibi, esnaf ve az gelirli memurların küçümsenemeyecek sayılarda bulunduklarını öngörebilmek gerekir.
Yine, yurtsever duyarlıklı genç insanlar, lise ve üniversite öğrencileri, çeşitli iş kollarında çalışan az öğrenimli ya da öğrenimsiz gençler arasında çok sayıda sempatizanı bulunması da doğaldır.

Sol, bu partiyi şabloncu ve toptancı bir akılla yadsımayıp; orta tabakaları gitgide yoksullaştıran, özellikle de AVM’leriyle küçük esnafı yok eden dizginsiz bir kapitalizme ve ulusal varoluşun düşmanı emperyalizme karşı onu uyarmaya, önümüzdeki seçimlerde ve genel olarak onunla güç birliği yapmanın yollarını bulmaya çalışmalıdır…
Yurtseverliğin ırkçı bir milliyetçilik değil, Cumhuriyetin evrensel aydınlanma değerleri temelinde, emperyalizme ve emek sömürüsüne karşı, barışçı, birleştirici bir ulus sevgisi olduğu, bu partinin özellikle genç kuşaklardan seçmen ve sempatizanlarına sabırla anlatılmalıdır…

***

Laik yaşam tarzını, evrensel aydınlanma değerlerini içselleştirmeyen bir MHP,
uzak ve yakın geçmişin kanlı, karanlık izlerinden hiçbir zaman kurtulamayacak, AKP karşıtlığı inandırıcı olamayacak, varoluş nedenini olsa olsa bu kez bölücü akımlara karşı, ırkçı, şoven ve böylece de bir başka yönden bölücü söylemlerde bulmaya çalışacaktır…

Kapitalist sömürünün ve emperyalizmin karşısında, aydınlanma değerlerini benimsemiş bir MHP ise zaten kaçınılmaz olan bir ideolojik çatışma ve ayrışma sürecinde şoven unsurlardan kendini arındıracak; orta tabakaların, esnaf ve gençliğin bir bölümünün temsilcisi olarak, küçük fakat toplumsal yaşamda söz sahibi bir parti kimliğiyle varlığını sürdürebilecektir…

Önümüzdeki seçimler bu anlamda da bir denek taşıdır…

***

Gelecek hafta Kürt siyasal hareketi üzerine düşündüklerimi yazacağım…

Akil insanlar ve aydın sefaleti!

Dostlar,

YURT Gazetesi’nin kurucu genel yayın yönetmeni, yiğit gazeteci – yazar dostumuz sevgili Merdan Yanardağ, Bodrum Cezaevinde 10,5 yıla hükümlü bir
“düşün suçlusu”!?

Geçtiğimiz hafta sonu, zindana konulmadan önce iki arada bir derede acele ile yazımını tamamladığı “TÜRKİYE NEDEN FEDA EDİLDİ” başlıklı kitabı Destek Yayınları eliyle servis edildi.

8 Ekim 2013 günü AKP hükümeti Laik Cumhuriyet’e oy kaygısı (30 Mart 2014
yerel seçimleri) ile ve de ABD-AB güdümünde PKK – BDP pazarlığı ile
tarihsel bir darbe daha indirdi..

Akiller” (!) de çanak tutan raporlarıyla kamuoyunu hazırlamaya çabalamışlardı.
(Bu rapora ve eleştirisine sitemizde yer vermiştik:
AKİL ADAMLAR ve Raporları Üzerine..5.7.13
Akillerin raporu Bumerang oldu, halkı uyandırdı, RTE ve AKP’yi vuruyor! 5.7.13
63 AKİL ADAMA KRİTİK SORULAR.. 11.7.13)

  • Artık Türban kamuda serbest ve ANDIMIZ ilkokullarda da yok..

Üstelik bir yönetmelik – genelge ile..

Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın kararlarına karşın..
AİHM Büyük Dairesi’nin temyiz ürünü kararlarına karşın..

De facto, yani fiilen!
Hukuku göz göre göre ayaklar altına alan açık bir darbe ile..

  • RT Erdoğan hükümeti artık dinci-faşist bir rejim inşa ederken
    hukuksal kayıt tanımıyor.
  • Nerede duracağı da kestirilemiyor..
  • Canhıraş biçimde, sonun başlangıcı olabilecek yerel seçimlerde
    bir hezimetten kaçınmaya çabalıyor.

Çok tehlikeli bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz.

Sevgili Merdan Yanardağ’ın aşağıdaki makalesi (Akil insanlar ve aydın sefaleti!)
bu günleri nasıl da öngörmüştü..Bu yüksek çözümleme ve öngörü yeteneği üzerinden kamuoyunu uyarma ve yön verebilme yetisi değil miydi ki, Merdan AKP’yi ürküttü ve “gereken yapıldı”??

Sevgi ve saygı ile.
09..10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

Akil insanlar ve aydın sefaleti!

Akil insanlar ve aydın sefaleti!
Hükümetin hazırladığı “Akil İnsanlar” listesi ağırlıklı olarak, “Yetmez ama evet” çizgisindeki liberallerle iktidarın organik bir parçası olan muhafazakâr, İslamcı ve
diğer faydacı-yandaş isimlerden oluşuyor.Hukuksal zemini hazırlanmamış, yasal çerçevesi oluşturulmamış, dolayısıyla
siyasal güvencelerden yoksun olan bu girişimin diktatörlük anayasasının kabulü için toplumsal bir rıza/onay üretimi amacıyla kullanılacağı açık.Oluşturulan bu heyet Türkiye’yi temsil etmiyor. Anlaşılan AKP muhalif toplum kesimlerinin, yurtseverlerin, cumhuriyetçilerin ve solcuların arasında pek “akil insan” bulamamış.  Durum böyle olunca bu girişimden ne adil bir barış ne de demokrasi çıkar. Bir ülkede ana muhalefet partisinin bile dışında tutulduğu bir “toplumsal barış”
olabilir mi?

Heyette KESK Genel Başkanı Lami Özgen gibi bazı demokratik kitle örgütleri yöneticilerinin, solcu ve sosyalist kimliğiyle tanınan birkaç aydının ya da politikacının bulunması tabloyu değiştirmiyor. Listenin yüzde 90’ını iktidara yakın ya da AKP’nin izlediği politikaları destekleyen isimler oluşturuyor.

  • Listedeki isimler arasında kendisini solda tanımlayanlar, diktatörlük anayasasına “hayır” diyenler, yurtsever ve gerçekten demokrat olduklarını düşünenler varsa derhal heyetten çekilmelidir.

Çünkü AKP iktidarı soyut ve belirsiz bir “barış süreci” karşılığında, faşizan yetkilerle donatılmış bir başkanlık rejimine ve gerici anayasaya “evet” dememizi istiyor.
Bu, müstehcen bir tekliftir. Şantajdır! Reddedilmelidir.

Türküyle Kürdüyle solcular, yurtseverler, cumhuriyetçiler ve gerçek demokratlar
bu şantaja boyun eğmemeli, AKP’nin oyununa gelmemelidir. Çünkü bu girişim toplumsal muhalefeti teslim almayı hedefleyen bir operasyondur. Dolayısıyla
“Akil İnsanlar” heyeti de bu oyunun sefil bir aracından başka bir şey değildir.

Gerçekte AKP, anayasa referandumundan sonra her an bu girişimden vazgeçecek bir çizgide durmayı tercih ediyor. Bu nedenle süreci hukuksal olarak düzenleyecek yasal ve kalıcı bir zemin hazırlamıyor. Meclisi devreye sokmuyor. Muhalefet partilerini içerecek bir adım atmıyor. Her şeyin iktidar partisi ve liderinin inisiyatifinde gelişeceği bir plan hazırlandığı anlaşılıyor.

  • AKP, “Önce başkanlık rejimi ve yeni anayasa, sonra barış” diyor.

Bu tabloya bakıldığında Erdoğan’ın BDP’ye kazık atmaya hazırlandığını görmek için yüksek bir analiz yeteneğine sahip olmak gerekmiyor. AKP önce diktatörlük anayasasını geçirip, sonrası için “Allah kerim” diyor. Bu tutum hiç samimi görünmüyor.

Oysa yurtseverlerin, cumhuriyetçilerin, solcuların, sosyalistlerin olmadığı bir siyasal girişim ve “akil insanlar” topluluğu ile “barış” sağlayamazsınız. Bu girişimin sağlıklı yürümesi, Türk halkının ve kendilerini “Türk” sayanların da sürece dahil edilmesi ve desteğinin sağlanması halinde mümkün görünüyor.

Çünkü bu ülkeyi yalnız AKP ve BDP oylarıyla kabul edilmiş bir anayasa ile yönetemezsiniz.

Tayyip Erdoğan geçen hafta “Akil İnsanlar” ile Dolmabahçe’de yaptığı toplantıda,
‘İkinci Cumhuriyet’i gayri resmi olarak ilan etti. Yeni rejimin anayasasının çok kritik olan başlangıç maddeleri de önceki akşam basına servis edildi. Buna göre eski anayasanın laiklik, cumhuriyet ve egemenlik gibi ilkelerinin düzenlendiği bölümünün değiştirilmesinin dahi teklif edilmesini yasaklayan 4. maddesinin iptal edildiği ortaya çıktı. Yürütme erki ise tümüyle “başkanlık” denilen yeni bir mevkiye bırakılıyor. Bundan sonra gelecek hamlenin ne olacağını tahmin etmek zor değil.

  • Yeni anayasa kabul edildikten sonra laikliğin şeklen de kurucu metinden çıkarılması mümkün olacak.

***

Ülke genelinde giderek katılaşan ve dışlayıcı olmaya başlayan koyu dinsel söylem, bugüne kadar AKP’nin siyasal hegemonyasını kurmasına destek veren
bazı liberal çevreleri bile ürkütüyor. Kendi değerlerine ihanet ederek AKP iktidarına katkı sağlayanlar, yarattıkları sonuçtan korkuyor.

Kuşkusuz ortada inanılması zor bir aymazlık, aldatılmışlık ve bunun yarattığı bir hayal kırıklığı var. Ancak mevcut tabloyu sadece “aymazlık’ ile açıklamak da mümkün değil. Çünkü ortada sadece bir aymazlık yok, insanlığın ilerici birikimine, bu ülkeye ve topluma karşı bir ihanet de söz konusu.

  • AKP iç dinamiklere dayalı bir siyasal hareket olsa da, onun esas olarak
    ABD tarafından projelendirildiği, desteklendiği ve iktidara taşındığı
    fantastik bir komplo teorisi değil, artık bir olgudur.

Çünkü AKP, ABD ve Batı ile çatışarak değil, ancak uzlaşarak iktidar olunabileceğini gören siyasal İslamcıların partisidir. Erbakan’ı bu nedenle terk ettiler.

ANAP hükümetlerinde bakanlık yapan ve Süleyman Demirel döneminde Cumhurbaşkanlığı Danışmanı olan eski MHP’li Namık Kemal Zeybek, Bayburt’ta yaptığı bir konuşmada “Tarihi bir sırrı açıklıyorum” diyerek son derece çarpıcı bir tanıklığını şöyle anlattı:

  • “Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi kurucusu ve başkanı olarak görevimin başındayken, ABD Büyükelçiliği siyasi müsteşarı beni ziyarete gelmek istediğini söyledi. Yanında heyetle geldi. Bana üniversiteyle ilgili sorular sordu, cevaplar verdim ama asıl geliş sebepleri başkaymış. O zaman AKP diye bir hükümet yoktu, 57. Koalisyon Hükümeti vardı. ‘AKP diye bir parti kurulursa nasıl olur’ dedi.
    ‘İyi olmaz’ dedim. ‘Biz onu destekleyeceğiz, siz de içinde var olur musunuz?’ diye sordu. Ben bu sırrı açıklamak için çok düşündüm. ABD ve yandaşları tarafından verilen bu görevle AKP iktidara getirildi.” (Namık Kemal Zeybek, 9 Mayıs 2011, Bayburt)

                                                     ***

Bütün iktidarı isteyen ve sonuçta ele geçiren, ılımlı da olsa Batı’nın ve ABD’nin desteğinde İslami bir rejim kurmaya yönelen AKP, ‘I. Cumhuriyet’i sonlandırmış durumda. Liberallerin ürkmeye başladığı ve şaşkınlıkla izlediği eğitimin ve toplumun dinselleşmesi, totaliter eğilimlerin güç kazanması, devletin laikliği koruma refleksinin kırılması, salt AKP ve Cemaatin yarattığı bir sonuç değildir. Liberallerin nicel (sayısal) gücüyle ters orantılı olan etkisi, toplumdaki direniş refleksinin kırılmasında oynadıkları belirleyici rolden kaynaklanıyor.

Oysa liberallerin fark etmediği gerçek şu; Türkiye iddia edildiği gibi zaten “katı laik” bir ülke değildi. Bu iddia, entelektüel ortamı terörize eden İslamcıların hiçbir temele dayanmayan ve fakat sürekli olarak tekrarladıkları için genel kabule dönüşen palavranın ötesine geçemez. Tam tersine Türkiye zaten ılımlı bir İslam ülkesiydi. Bundan sonra ancak ya daha demokratik ve laik bir ülke olabilirdi ya da daha İslamcı bir devlet ve dinselleşmiş bir toplum… İkincisi oldu.

  • Türkiye, ucu iç savaşa kadar gidebilecek tehlikeli bir yeni çözülme ve çatışma dönemine giriyor.

Çünkü ülkenin 200 yıllık bir derinliğe sahip ilerici, aydınlanmacı, cumhuriyetçi ve devrimci damarları kesilmek, toplum bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilmek isteniyor. Kürt siyasal hareketi de bu toprakların ilerici ve aydınlanmacı geleneğiyle bağlarını koparıyor. Solla arasındaki mesafe derinleşerek bir uçurum boyutuna ulaşıyor. Daha da önemlisi, seküler bir karaktere sahip olan Kürt siyasal hareketi, Türkiye ve Ortadoğu gericiliğinin bir parçası olmanın eşiğinde duruyor.

Oysa Türk halkının, solun, yurtseverlerin, cumhuriyetçilerin içinde yer almadıkları ve destek vermedikleri bir barış sürecinin başarılı ve kalıcı olması mümkün değildir. Durumu “Akil İnsanlar” heyeti de kurtaramayacaktır.

Ömer Faruk Eminağaoğlu : Demokraside barajlar sorunu!


Demokraside barajlar sorunu!

portresi

Ömer Faruk Eminağaoğlu

Ele aldığım bir konuyu yer sorunu nedeniyle tek yazıya sığdıramayınca, konuya seri yazılarla devam ederim diyorum. Bu düşünceyle yazmaya başlayınca bazen ayrıntıya da dalıyorum. Ancak hızlı değişen gündem karşısında, gündeme ilişkin de birkaç söz etme gereksinimi, önceki her bir yazının öylece kalmasına neden oluyor. Bu hafta da böyle oldu… Seçim barajlarının kaldırılmasına yönelik bir yasa teklifi, bu hafta AKP’nin engellemesi nedeniyle TBMM gündemine giremedi. Açılımlar yapan iktidarın kafası nedense çok karışık…

Avrupa’ya bakıldığında genel kabul gören uygulama, bir ülkede ya seçim barajı olmaması veya bu barajın % 5’in altında olması yönünde. Türkiye % 10 olarak en yüksek baraj öngören tek örnek. AKP, her nedense ısrarla bu oranın korunmasından yana. Bu barajla nasıl bir demokrasi ortaya çıkabilir ki! Siyasi partilere ve seçimlere ilişkin yasalar, 12 Eylül döneminden kaldığı için, siyaset ve seçimler de, seçim barajları da dahil olmak üzere hala daha 12 Eylül kurallarıyla yapılıyor ve demokrasi de
o mantıkla işliyor.

12 Eylül, % seçim barajını öngörürken yegane amacı, merkez düşünceler ekseninde örgütlenen partilerin yasama organına girebilmesiydi. Bu yolla daha az sayıda parti yasama organına girecek ve güç de bölünmeden kullanılacağı için, yönetimde istikrar unsuru öne çıkarak koalisyon düşüncesi dışlanmış olacaktı. Radikal, sert, kutuplarda siyaset yapan görüşler ise, baraj nedeniyle yasama organı dışında kalacaktı. İşte bu baraj uygulamasıyla, siyasetin dinamik yapılanmalarının önüne set çekildiğinden,
böyle partiler yasama organı dışında kaldı. Genelde merkezde siyaset yapan partiler yasama organında temsil edildi. Baraj nedeniyle ortaya çıkan temsil, söylendiğinin aksine hiç bir zaman temsilde adalet ilkesiyle bağdaşmadı. Aksine hem aşkın temsillere hem de barajı aşamayan partilere verilen oyların boşa gitmesine neden oldu.

* * *

Demokrasi için, siyasi partilerin ve partiler arasında da eşit rekabet ortamının varlığı kaçınılmazdır. Ortak yaşama kültürü olan demokrasi, uzlaşının ve çoğulculuğun
öne çıktığı bir sistemdir. Toplumsal yaşamdan başka, yönetimlerde de çoğulculuk gereği koalisyon söz konusu oluyorsa, bu durum gücü kullanmada, yönetimde de uzlaşıyı zorunlu kıldığı için, demokratik gelecek yönünden kuşkusuz olumlu izler bırakmaktadır.

Çok partili yaşam içinde çoğulculuktan ve koalisyondan kaçıp, aşkın temsilleri yaratan barajlı seçim sistemleri ile gücü tek elde – tek partide toplama amacı, demokrasinin ve çok partili yaşamın görünürde sürdürülmesi demektir.

Tek parti varken yönetimin tek parti eliyle yürütülmesi ile çok partili yaşamda yönetimi tek parti eline terk etme anlayışı özde birbirinden çok da farklı değildir. Çünkü her ikisi de çoğulculuğu olabildiğince dışlamaktadır. Şu an Türkiye bu sancıyı yaşamaktadır.

* * *

  • Seçim barajı için başlangıçta doğrudan düşünülmese de, bu uygulama zamanla Kürt siyasal hareketini de etnik bir siyasete sıkıştırmıştır.
  • Bu da etnik konu ve sorunlardan hareketle kürt siyasal hareketinin, ilgili siyasal düşüncelere ait ilgili siyasal partiler içinde değil, aksine baraj ve dışlanmışlık, ötekileştirme, temsil dışı bırakma anlayışı nedeniyle, siyaset / ideolojik temeli ve bütünlüğü olmayan tümüyle etnik paydada yani alt kimlik temelinde yapılanan partilerde örgütlenmelere neden olmuştur.

Böyle partilerde de, bir siyasi parti disiplin ve düşüncesine aykırı olarak her türlü siyasi düşünceden kişi bulunabilmektedir. Bu yapılanmalar, siyasetsiz parti yani 12 Eylül anlayışıyla örgütlenen parti demek olup, etnik temelde ortaya çıkan böyle partileri de
çok partili yaşamda iktidar gücünü elinde tutan tek parti modelinin temelini de,
yine 12 Eylül atmış ve yaratmıştır.

12 Eylül, siyasi partilere Hazine yardımı yapılabilmesini de % 7 ülke barajının aşılması koşuluna bağlamış olup, büyük partilere yapılan yardımlar göz önüne alındığında, seçimlerin eşit koşullardaki rekabet ortamında ve adalet anlayışıyla gerçekleştirildiği de söylenemez.

  • İşte bu gibi 12 Eylül barajları demokrasiyi kurutuyor ama dinleyen kim…

Avrupa Konseyi’nde 2007’de alınan bir kararda seçim barajının %3’ü aşmaması önerilmişti. Aynı yıl Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, Türkiye’de istikrar sağlandığı için, seçim barajı konusunun ele alınabileceğini söylemişti. Bu fotoğrafa rağmen seçim barajına ilişkin yasa teklifinin gündeme alınmamasını nasıl yorumlamak lazım…

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/omer-faruk-eminagaoglu/demokraside-barajlar-sorunu-74116