Etiket arşivi: küresel toplum

Düzgün TV Programımız- 15 Ekim 2021

Dostlar,

Bu gün, 15 Ekim 2021 gecesi, Türkiye saati ile 21:00’de, Avusturya’da yaşayan kardeşimiz Sn. Kazım Balaban’ın Düzgün TV adlı youtube kanalından yayın yapan programına konuk olacağız. / OLDUK

Twitter ve Facebook erişkeleri (linkleri aşağıda..)
Pazartesi de youtube erişkesini (linkini) koymayı umuyoruz.

Konumuz

  • KÜRESEL İKLİM FELAKETLERİ ve SAĞLIK SORUNLARI

Sayın Kazım Balaban’a daha önce de konuk olmuş ve şu konuyu işlemiştik :

  • 98. YILINDA LOZAN ANDLAŞMASI’na SAHİP ÇIKMAK :
    KRİTİK BİR TARİHSEL GÖREV

1 Ağustos 2021 günü gerçekleştirdiğimiz konuşma erişkesine (linkine) ve kullandığımız 110 yansıya şu adresle, web sitemizden erişilebilir :

98. YILINDA LOZAN ANLAŞMASI’na SAHİP ÇIKMAK : KRİTİK BİR TARİHSEL GÖREV – Prof. Dr. Ahmet SALTIK

2,5 ay sonra bir kez daha DÜZGÜN TV‘deyiz ve konumuz oldukça güncel, yukarıda da yazdığımız gibi..

Unutulmamalı ki, Kovit-19 küresel salgını, özünde bir Çevre Sağlığı sorunu! 

Kovit-19 bir çevresel / çevre kökenli, hastalık, alt küme olarak da bir zoonoz; hayvanlardan insanlara geçen bir hastalık.

Yukarıdaki program görselinin alt bölümünde youtube, facebook, twitter ve instagram logoları var. Yani, bu sosyal medya hesaplarında canlı yayın olarak izlenebilecek. Program sonrasında izlenebilmesi için gerekli erişkeleri (linkleri) burada paylaşacağız.

  • Son OECD toplantısında dikkat çekilen olgu, ardışık küresel afetlerin / salgınların salt zaman sorunu olduğu idi..

Ne var ki doğanın “tanıyacağı” (!?) bu süre belirsiz.
Henüz Kovit-19 pandemisi ile başedilememişken, Küresel toplumun son derece  zorlanacağı açık, apansız bastıracak bir küresel afet karşısında..

Yaklaşık 65 dakikalık TV konuşmamızı izlemek için lütfen tıklayınız..

https://www.facebook.com/duzgunTv/videos/560313098381421

Aşağıdaki erişke, twitter ortamında izlemek için.

Ve youtube ortamında..

PROF.DR.AHMET SALTIK İLE İKLİM FELAKETİ – YouTube

İlgi ve bilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 15 Ekim 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ODA TV Söyleşimiz – 1 Ağustos 2021

“2 kırmızı çizgi çiğnendi”

Nurzen Amuran sordu,
Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık yanıtladı..

Sevgili okurlar,

“Rant uğruna ağaçlarımızı kesmeyin, doğanın dengesiyle oynamayın, sanayi atıklarıyla denizlerimizi kirletmeyin, çevre kirliliğine yol açmayın, doğa sadece insanlara odaklı değildir onun varlığı bizi insan kılar” derken, Kovit 19 gibi bir biyolojik düşmanla uğraşırken, Afgan göçleri gündeme otururken, en acı haberi eş zamanlı başlayan ormanlarımızın cayır cayır yandığını duyduk. Travma üstüne travma. İçimiz yanıyor. Yangınla yitirdiğimiz insanlara mı yanalım, bu doğanın asıl sahibi olan ağaçlarımızın yangınla başlayan feryatlarına sessiz mi kalalım, yanarak kül olan hayvanlarımızın acı çığlıklarına kulak mı tıkayalım? O zaman biz insan olmaktan çıkarız. Son yıllarda artan yangınlara karşı alınan önlemler neden hep aynı? Yangın için, var olan uçaklarımız neden hemen uçamadı, iş birkaç helikoptere kaldı? Olağanüstü hallerde alınacak önlemlerin eksiksiz olması gerekmez miydi? “İtibar” bu acı felaketlere tam donanımlı hazır olmak değil midir?

Prof. Dr. Erdoğan Atmış, basına yaptığı açıklamada toplumun sesi oldu:

Ormanlarımız parçalanıyor tahsislerle. Golf sahası için, otel için, maden sahası için, enerji tesisi için birçok amaç için ormanlar, orman dışı amaçlara tahsis ediliyor.. İnsanlar bu kadar içinde yer aldığı zaman da yangınlar çıkar.” dedi. Öte yandan eşzamanlı yangınlar başka soru işaretlerini de beraberinde getirdi. Terör mü? İlerleyen günlerde nedenler elbette tartışılacak. Şu anda yeni önlemlerin alınması yaraların sarılması zamanı. İnanıyoruz yönetimde bulunanlar da bizim kadar acı çekiyorlardır. Ama isteğimiz, şeffaf olarak kamuoyu önünde özeleştiriler yapılması, dile getirilen eksiklerin tamamlanmasıdır. Artık önlem zamanı. Gelecek haftalarda gelişen olaylar ve yapılan yorumlar değerlendirilerek orman yangınlarını bu işin uzmanlarıyla konuşacağız..
***

Bugün gündemimiz varyantlarıyla vaka sayıları giderek artan Kovit 19. Konuğumuz Prof. Dr. Ahmet Saltık.

Sayın Saltık, 10 günlük bayram tatili süresince duyduğumuz ilk yakınma halkın korunma önlemlerini bıraktığı. Aşı, yalnızca tek bir önlem ama kişilere bağlı diğer önlemler maske mesafe ve hijyende ciddi bir duyarsızlık egemen. Aşı yüzde yüz çare değil. Öbür önlemlerle sonuç alınıyorsa bu bilinç neden oluşturulamadı? Burada yönetimin ciddi, inandırıcı bir bilgi paylaşımının olmaması, halkı gevşemeye (rehavete) mi sürükledi, ne dersiniz? 

Ahmet Saltık – 1 Temmuz 2021’de, 3. dalganın ardından 4. kez salgın önlemleri bütünüyle kaldırıldı. 16 Temmuz akşamı başlayan uzatılmış Bayram dinlencesi (tatili) 25 Temmuz’a dek sarktı. Bu sırada, artık yerleştiği üzere çok sayıda trafik kazası da olaylandı; 50 kişi yaşamını yitirdi, 373 kişi yaralandı. 30 Haziran 2021 akşamı 5496 yeni Kovit-19 olgusu (vakası) ve 45 ölüm kayda alınmıştı. 16 Temmuz 2021 akşamı ise bu resmi veriler, aynı sırayla 6918 ve 35 idi. Günlük yeni tanı alan olgu sayısı %26 artmış ancak beklendiği üzere ölüm sayılarına aynı orana yansımamıştı. Genel olarak önce olgu sayısı artışı, 2-4 hafta ardından da ölümlerde artış gözlenmekte. O arada dış turizm de açılmıştı ve öncekilere göre %60-65 daha bulaşıcı olan Delta varyantı yayılmaya başlamıştı. Özellikle Rusya’da bu mutant tiple bulaş (enfeksiyon) hızla yaygınlaşmıştı. 22 Haziran 2021 günü başlayan uçak seferleri ile özellikle Antalya’ya büyük bir Rus turist akını başlamıştı. Sınır kapılarında Kovit-19’a dönük önlemler çok esnek tutuluyordu turist gelişlerini çeldirmemek için, Antalya’da patlama oldu. On milyonu aşkın insanımız ise ülke içinde bayram dinlencesi, ziyaret, kurbanlık hayvan satışı gibi gerekçelerle hareketlendi, yer değiştirdi. Kovit-19 gibi hava yolu ve yakın temasla bulaşan bir hastalık için son derece olumsuz koşullar yaratıldı. Salgının bittiği havası abartılı biçimde kamuoyuna yansıtıldı. Oysa aşılama oranları, toplum bağışıklığı çok yetersizdi. Uzayan salgın ve kurban bayramı psikolojisi nedeniyle kamuoyunun yükselen gevşeme beklentisi frenlenmedi. İktidar, hem bir erken başarı gereksinimi içindeydi hem de dışarıdan turist çekme çabası baskındı. Özellikle açık havada, kıyı kesimlerinde maske – uzaklık – hijyen önlemleri çok savsaklandı.

Bu arada aşılama çabası özlenen hızda ilerlemedi ve kişisel korunma önlemleri halka çok vurgulanmadı. 29 Temmuz 2021 akşamı ulaşılan günlük 22.161 olgu ve 60 ölüm ürkütücü oldu. Oysa halka gerçekçi bilgi aktarılmalı ve abartılı iyimserlik iletisi, izlenimi verilmemeliydi. Gevşemenin başlatıldığı 1 Temmuz 2021 verilerine göre günlük yeni olgu sayısı 4’e katlandı, ölümler ise %43 arttı. Oysa bir yandan 1-29 Temmuz 2021 arasında aşılama da artıyordu!?

Amuran – Tatilciler döndü memleketlerine. Şu süreçte en çok nelere özen göstermek gerekiyor? Önlemler açısından en önemli kırmızı çizgimiz ne olmalı?

Saltık – Yersiz uzatılan, gerçekte salgın ortamında uzatılmaması gereken 9 günlük Kurban bayramı boyunca yaşanan milyonlarca insanı içeren toplumsal hareketlilik bağışlanmaz bir epidemiyolojik hata olmuştur. Artan aşıla(n)ma oranlarına karşın günlük yeni olgu ve ölüm sayısındaki anormal artışlara 1. sorunuza yanıtta vurgu yapılmıştı. Bu sürede aşılamaya yeter özen gösterilemedi. Özellikle otobüslerle, azalan oranlarda tren ve havayoluyla insanlar uzun süreli yolculuklar yaptılar. Oysa en azından %50 dolayında seyreltilmiş yolcu sayısı sağlanmalıydı, sağlanamadı. 3 yanı denizle çevrili ülkemizde, salgın koşullarında çok daha güvenli olabilecek açık hava deniz yolcu taşımacılığı ise yok düzeyinde idi. Bu riskli yolculuklarda N95 maske kullanımı da sağlanamadı. Kaldı ki, bu maskeler de 4 saati aşan kullanımla değiştirilmesi gerekirdi. Bayramda insanlar ziyaretleri özellikle kapalı alanlarda kısa tutmalı, kucaklaşmamalı, el öpmemeliydi. Bunlar büyük ölçüde sağlanamadı. Giderken yörelerindeki virüs tiplerini götürdüler, dönerken de oralardan getirdiler. İnsanlara, olanak varsa, gittikleri yerde 2 x 14 = 28 gün kalmaları, bayram boyunca da aşılanmaları önerilebilirdi, bu tür yönlendirmeler cılız kaldı. Sağlık Bakanlığı günlük verileri 4 Temmuz 2021’den başlayarak çok daha sınırlı vermeye başladı. Eksiği – yanlışı ile artık o ünlü turkuaz tablo yok! Aşı verilerini öne çıkaran bir yaklaşım öne çıkarıldı. Günlük yeni olguların bulaşı nasıl aldıklarına ilişkin kamuoyuna bilgi verilmedi. Hatta 28 Temmuz 2021 akşamına dek günlük olguların aşılanma durumları da belirsizdi. Sağlık Bakanı Dr. F. Koca, o günkü tweet iletisinde “Vakaların %87’si aşılanması tamamlanmamış kişiler” bilgisini paylaştı. “Mevcut aktif vakalar içinde tam aşılı olup hastalığa yakalananların oranı %5’den az. Hastanede yatan hastalarımızın %95’i de aşısı tamamlanmamış kişiler.” Ek önemli bilgiler olarak toplumla paylaşıldı. Dolayısıyla hem aşılamada beklenen hız ve orana erişilemedi hem de bireysel korunma önlemleri, 2 kırmızı çizgi çiğnendi.

Amuran – Sığınmacılar arasında bayram tatilini geçirmek üzere ülkelerine dönen binlerce kişi var. Yeniden ülkemize geliyorlar… Sığınmacılığın tanımında olmayan bir grup bunlar. Bu ayrı bir tartışma konusu ama bu kişiler dönüşlerinde karantinaya alınıyorlar mı, gelen Afgan sığınmacıların sağlık önlemleri ne derece etkili? Siz yaptığınız açıklamalarda “Doğu ve Güneydoğuda aşılama oranlarının ülke genelinin ürkütücü derecede gerisinde olduğunu söylüyorsunuz.” Beklenen olası riskler neler?

Saltık – Türkiye belki de dünyanın en yoğun – riskli geçiş (transit) coğrafyası… 3 kıtanın kesişim alanında.

Ek olarak kendi başına bela ettiği 5-6 milyondan az olmayan bir yurttaş dışı toplum yükü taşıyor. Özellikle Suriye’den gelenler çoğunlukta ve Bayramda yarım milyona yakın bir kitle çoluk – çocuk ana ülkelerine gittiler. Bu kitle tatil bitimi geri döndü. İki ülke arasında virüs aktarımı – değişimi bu! Suriye’nin sınırda etkili karantina uygulaması yok. Bu saptama Türkiye içinde yakın ölçüde geçerli. Bu tablo uluslararası hukukta “Mülteci – iltica eden” tanımına uymamakta. Suriye’de Kovit-19 ile savaşım da çok yetersiz. Aşılama oranları çok çok düşük ve olgu yakalama da son derece eksik. Üstelik Türkiye açısından Doğu – Güneydoğu kentlerimizde aşılanma oranı öbür kesimlerden çok düşük, bulaş yaygınlığı ise tersine çok yüksek. Sınır kentleri için daha da özenli olmak zorunlu. Aşılama oranlarını Doğu – Güneydoğu (Orta Anadolu’da Aksaray!) kentleri için hızla büyütmek zorundayız. Bayram tatili için ana ülkelerine giden insanlara 2 x 14 = 28 gün kalma kuralı da uygulanmadı. Giderek artan günlük yeni olguların sayısı dışında başkaca özelliklerini, bulaşın kaynağını… Bakanlık açıklamıyor!?

Amuran- Delta varyantının olası sonuçları konusunda yeterli bir bilgiye sahip miyiz? Ülkemiz de ve dünyadaki değişimler bize neyi gösteriyor?

Saltık – Dünya genelinde 28-22 Temmuz 2021 haftasında önceki haftaya göre Kovit-19 olgu – vaka sayısında %7, ölümlerde %8 artış oldu. Bu oranlar aynı sırayla Türkiye için %96 ve %21 olarak belirlendi. Tek sözcükle ÜRKÜNÇ (vahim)! Dolayısıyla, “..salgın Dünyada da tırmanıyor..” savunması yapılamaz! Bir kez daha görülüyor ki, henüz tam yansıması görülmemiş de olsa, uzun bayram dinlencesi ve 1 Temmuz’dan bu yana ölçüsüz gevşeme, çok ağır bir fatura doğurmuştur. Üstelik Temmuz 2021 boyunca aşılama giderek artmıştır. Buna karşın hastalık sayısı ve ölümlerde patlama, AŞIYA KARŞIN yaşanmıştır. Salt AŞI ile korunmanın olanaksızlığı açıktır taa ki Toplum Bağışıklığı %80-90+ olana dek. Mutlaka bireysel ve kitlesel önlemler eşlik edecektir. Bu arada kullanılan aşıların etkililiği de önemli bir etmendir. Türkiye’de SINOVAC ve BioNTech aşıları kullanımdadır. İlkinin etkililik oranı net değildir, yeter kanıt elde yoktur ancak %50’den aşağı olmadığı düşünülmektedir. BioNTech ise yeni Delta ve Delta + (plus) varyantından bir miktar olumsuz etkilenmiştir tüm aşılar gibi (halen Dünyada 11 aşı acil kullanım onayı aldı), % 88 dolayında etkili olduğu belirtilmektedir. Salgın uzadıkça kaçınılmaz biçimde, durdurulması olanaksız mutasyonlar olmakta ve varyant tipler gelişmektedir; bu olgu aşıya direnç sorunu yaratmaktadır. Delta varyantı ülkemizde de yaygın olmak gerekir, çünkü DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) verisiyle 120’yi aşkın ülkeye yayılmıştır, Avrupa ve AB coğrafyasında %90’lara yakındır, İngiltere ve Portekiz’de neredeyse tamama yakın baskın dolaşan tiptir. ABD’de sonbaharda baskın tip olması beklenmektedir. Bu tip ile deneyimlenen Kovit-19 hastalık tablosu, yaz ortasında (Kuzey Yarımkürede) şiddetli soğuk algınlığıdır. Tipik nefes darlığı, tad – koku yitimi görülmemektedir ve insanlar ayakta geçirerek bu süre içinde bulaştırıcı olmaktadırlar. Dolayısıyla toplumda gerçek olgu sayısı yakalanın çok üstünde olabilir, ölümlere yansıması şimdilik olgu sayısı artışına koşut gitmeyebilir. Bulaş toplumda sürer, zincir kırılamaz ve yeni mutasyonlar kaçınılmaz olur.

Türkiye, dünyadaki genel tablodan çok daha ağır bir görünüm sergiliyor ne yazık ki. Örneğin 197.3 milyona ulaşan toplam hastadan ülkemize nüfusu ile orantılı olarak %1,14 oranında 2.25 milyon hasta düşmesi beklenebilecek iken, hastalık yükümüz 5.68 milyona ulaşmıştır. Türkiye, bu “resmi” olgu – vaka sayısıyla dünyada 7. sıradadır, oysa nüfus büyüklüğü bakımından 17. sıradayız.

Küresel toplum bu salgınla başetmede iyi sınav veremiyor. Küresel 7,9 milyar nüfusun 4 milyarı en az 1 doz aşı almış durumda ne var ki; “düşük gelirli” denilen gerçekte emperyalizmin sömürerek geri ve yoksul bıraktığı ülkelerde 1 doz olsun aşıya erişebilenler ne yazık ki salt %1,1 düzeyinde!

Amuran – Kovit 19’a bağlı olan hastalarımıza verilen ilaçlarla ilgili bilgi de az. Koruyucu ve tedaviyi etkili kılacak vitamin ve ilaçlarla da ilgili neler biliniyor? Çünkü ayırım yapılmadan her hastaya aynı ilaçların verilmesi de yan etkileri açısından kişilere göre değişen sıkıntılı sonuçlar doğurdu. Bu konudaki gelişmelerle ilgili siz bir hekim olarak neler diyeceksiniz?

Saltık – Kovit-19’un etmeni SARS-Cov2 adlı bir mutant virüs (Wuhan virüsü). Tıp dünyasının viral hastalıkları sağaltımda (tedavide) elinde çok sayıda ilaç seçeneği yok. Bu salgını yönetmeye çalışırken de hastalara etkene özel / özgü (spesifik) bir farmakolojik sağaltım değil, gelişen belirtilere (semptomlara) ve komplikasyonlara dönük destek sağaltımı verildi. Başlangıçta (ülkemizde ilk olgu, Çin’den 2,5 ay sonra 11 Mart 2020 günü duyuruldu) Favipiravir ve Hidroksi klorokin ağır klinik tablo gelişmesini önleme beklentisiyle hastalarda klinikte ve evde uygulandı. Zamanla 2. ajanın yararlı olmadığı hatta kalpte ritm bozukluğuna (artimiye) yol açtığı belirlendi ve Dünyada durduruldu. Ne var ki Türkiye, kanıta dayanmaksızın bu rejimi uzun süre uyguladı. Halen geliştirilmiş etkin bir özgül ilaç elde yok. Denenen formüller var, örneğin antikor kokteyli. Ama bu sağaltım çok pahalı (1600 $ / hasta). Vitaminlerle özgül bir ilişki de tanımlanmadı. Yeterli ve dengeli beslenme dışında özel bir diyet, rejim önerilmedi. Hareketlilik, yürüme, bol sıvı, uyku, stresten sakınma.. gibi genel önermeler paylaşılıyor.

Amuran – Diyorsunuz ki, “aşılama arttıkça buna koşut olarak hastalık azalmamaktadır. Kritik eşik toplum bağışıklığı sağlanmadan salgını denetim altına almak olanaklı değil.” Devletin bu aşamada alması gereken önlemler neler olmalı? Sözgelimi turizm mevsiminde Batı dünyası, aldığı önlemlerde neleri ön plana çıkardı, biz neyi gözardı ediyoruz?

Saltık – 2. sorunuzu yanıtlarken şu aktarımı yapmıştım: Sağlık Bakanı Dr. F. Koca, 28 Temmuz 2021 günlü tweet iletisinde “Vakaların %87’si aşılanması tamamlanmamış kişiler” bilgisini paylaştı.

“Mevcut aktif vakalar içinde tam aşılı olup hastalığa yakalananların oranı %5’ten az. Hastanede yatan hastalarımızın %95’i de aşısı tamamlanmamış kişiler.” Ne var ki, Türkiye’de 1 Temmuz 2021’den bu yana olgu sayısında artışların Dünya genelinden çok yüksek olduğu göz ardı edilemez. Bu yüzden, verilen oranlar anlamlı olmakla birlikte, çarpıcı olan, Türkiye’de aşılamadaki artış, hasta sayısı tırmanışını durduramamıştır. Kuramsal olarak, böyle olmasa idi hasta sayıları çok daha hızlı artabilirdi denebilir ancak bu bir varsayımdır. Gerçeklik (realite), sorunuzda vurguladığınız çelişki eksenindedir. Bu sorunsalın birkaç nedeni var:

– Başlangıçta uygulanan, halen de süren SİNOVAC aşısı öbürleri oranında etkili değildir.
– Aşılananlarda 3-6 ay içinde bağışıklık zayıflayıp sönümlenmektedir, bu durum hastalığı geçirerek doğal bağışıklık geliştirenler için de geçerlidir.
– Türkiye’nin saptanan ve saptanamayan hastalık yükü çok yüksektir ve bulaş zinciri kırılamamaktadır.
– Aşılamaya geç başlanmış, ardından uzun süren sağlama (tedarik) sorunu yaşanmıştır.
– Gelişen varyantlar belli ölçülerde aşı direnci / aşıdan kaçış doğurmuştur.
-Türkiye transit bir coğrafyadır.
– 6-9 milyon arasında kestirilen geçici koruma (statüsü) altındaki yabancılarda aşılama sorundur.
– Komşu ülkelerden başta Rusya ve İran olmak üzere çok olumsuz etkilenilmiştir.
– Aşılama iyi – kötü sürerken toplum bağışıklığı havuzu kaçaklar yüzünden doldurulamamaktadır. 

Biraz önce denildiği gibi, tamamlanmış aşılılık ülkemizde kağıt üstünde %32’ye yaklaşmıştır ancak Sağlık Bakanlığı 61 milyon hedef nüfus alarak bu oranı vermektedir. Gerçek nüfus 90 milyonu aşkındır ve açıklanan oranları 1/3 indirimli okumak gerekir. Üstelik güncel aşı oranı aynı gün bağışık nüfus oranı değildir. 2 hafta geriden gelmektedir.

16 yaş altı çocuklar henüz ülkemizde aşılanmamakla birlikte gerçekte risk altındadırlar; olanaklı olsa da onları da aşılayabilsek. 90 milyon de facto nüfusta ¼ oranında 16+ yaş nüfus vardır. Kullanılan aşılar %100 etkili değildir, varyantlar aşı direnci yaratabilmektedir. Ülkemizde çok yaygın yoksulluk ve özellikle proteinden yoksul beslenme bozukluğu bağışık yanıt vermeyi olumsuz etkileyebilir. Bu nedenlerle 16+ yaş nüfusta %100 aşılama yapılsa bile toplum geneli için bu oran ideal olarak %80’de kalacaktır.

  • Her aşılama bağışıklama değildir, gerçek biyolojik / immünolojik bağışıklık, kağıt üstündeki orandan her zaman daha geridedir.

Türkiye’de bu tablo yaşanıyor, verili (mevcut) aşılama hızı ile gerekli en az %80 gerçek biyolojik toplum bağışıklığına erişemiyoruz ve bulaş zinciri kırılamıyor, salgın sürüyor!

Amuran – Peki çare?

Saltık

  • Çare; toplumsal seferberlik bilinci ile yaygın – hızlı – etkin aşılama yapmaktır. Bu süreç boyunca kişisel – toplumsal korunma önlemleri ve sosyal devlet desteği zorunludur.

Aşılar, bulaşı almamızı engellemedeki başarısından daha yüksek oranda ağır hastalığı ve ölümü önler. Aşılı olmak virüsü almamızı ve bulaştırmamızı tümüyle kaldırmaz. Buna ikincil olarak aşılılar da kişisel korunma önlemlerini sürdürmelidirler.

Keşke özellikle ülkeler arası turizm küre genelinde olabildiğince sınırlanabilseydi. Küresel kapitalizm buna yanaşmadı. 24 Ekim 2020’de BM’nin 75. kuruluş yıldönümünde “14 gün eşzamanlı küresel kapanma” önermiştik ancak yapılmadı. Aşıya erişimdeki korkunç adaletsizlik de temel bir engel.

Amuran – Biraz da sağlıkla ilgili farklı konularda da konuşalım sizinle. Kovit-19 ve varyantları dünyada sağlıkta özelleştirmenin olamayacağını sizce kanıtladı mı? Sağlığın ticari bir hizmetle sınırlı kalacak bir konu olmadığını gösterdi mi, ne dersiniz? 

Saltık – Bu çok çarpıcı bir sorunsal. Neo-liberal küreselleşTİRmeciler sağlıkta da ölçüsüz bir özelleştirmeyi dayattılar. Kamusal sorumluluk giderek daraltıldı ve kazanç (kâr!) getirmeyen koruyucu sağlık hizmetleri çok tavsadı (ihmal edildi). Salgında sağlık güvencesi aranmadan tüm hastalara, topluma hizmet verilmesi zorunlu. Bunu da elbette kamu yapacak. Özellikle 1. Basamak sağlık örgütlenmesi ülkemizde Sağlık Ocaklarından Aile Hekimliğine geçişle çok zayıfladı. Şehir hastaneleri adeta bir talana dönüştü. Salgın savaşı hastane öncesinde toplum içinde 1. Basamak eliyle verilir; şaşmaz altın Epidemiyolojik ilke – kural budur. Türkiye, salgını hastanelerde göğüslemeye çalıştı gerçekte ön cephe muharebesini yitirerek. 2. ve 3. Basamak hastanelerde hastalara yer – yatak – yoğun bakım hizmeti verilebildiği ölçüde de sistem – iktidar kendisini başarılı saydı. Bu büyük bir yanılgı. 250 bin dolayındaki toplam hastane yatağının 1/5’ine ve yoğun bakım yataklarının 1/3’üne sahip özel sağlık sektörü kurulu kapasitesinden gereğince ve yeterince yararlanılamadı. Salgının çok azgınlaştığı dönemlerde yoğun bakım hizmeti için “hasta seçme trajedisi” bile ülkemizde yaşandı.

Kimlerin hastalandığını, öldüğünü Sağlık Bakanlığından bir türlü öğrenemedik ama genel geçer kural şaşmaz : Yoksullar daha çok hasta olur – ölür; iyileşirse daha da yoksullaşmıştır… Dünya verileri, Kovit-19’un da kaçınılmaz olarak sınıfsal özelliğini ortaya koyuyor. Emekçiler, işsizler, kırılgan toplum kesimleri, yoksullar… En önce yakalanan ve ölen kurbanlar oluyor.

  • Sağlık, gebelik planlamasıyla başlayan bir temel insanlık hakkı ve kamusal güvencede olmalı.

Düzenin, sağlık siteminin temel amacı hastalananları sağaltmak (tedavi etmek) değil, sağlıklı toplum yaratmak olmalı tüm boyutlarıyla : Beslenme, çevre, aile planlaması, yeterli gelir…

Amuran – Cumhuriyetin ilk kazanımlarından biri de sizin de değindiğiniz gibi, sağlıkta yaşatılan devrim olmuştu. Bugün pandemi yüzünden yaşanan süreçte tarikatlarla dini eğitim veren kurslarla işbirliği yapılarak yürütülen eğitim politikasının, bilim dünyasına katkı sağlamayacağını bir kısım siyasiler sizce anladı mı? Laik eğitimin önemini bilimsel araştırmaların gereğini devlet bütçesindeki en büyük payın sağlık eğitim ve bilimsel araştırmalara verilmesi gereği anlaşıldı mı?

Saltık – Evet demek çok güç. Küresel kapitalizm azgın sermaye birikimi sürecini hala acımasızca dayatmakta. Salgın boyunca küresel gelir dağılımı daha da adaletsizleşti. Yoksulluk ve işsizlik arttı, küresel gelir 2020’de geriledi. Türkiye gibi gelişmekte olan çarpık kapitalist birikim rejimli ülkeler ve halkları çok daha ağır bedel ödediler.

Cumhuriyetimizi kuran Mustafa Kemal ATATÜRK ile dava – silah arkadaşları sağlığı temel insan hakkı olarak görmenin yanı sıra, Devrimlerin yapılması ve yaşatılması için de ulusun sağlığı – sağlamlığı temel koşul – veri olarak alınmıştı. Erken Cumhuriyet yıllarında çok ağır ve çok yaygın bulaşıcı hastalıklarla dünyaya örnek başarılar göstererek savaştılar. Kurumlaştılar, örn. Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kurdular. Tekke – tarikat – türbedarlık – zaviye gibi gericilik kurumlarını kapattılar. En gerçek yol gösterici bilim ve uygarlık idi. İstanbul Üniversitesini kurdular, sağlık ve eğitime bütçeden başat payları ayırdılar. Özellikle son 19 yıldır tam bir gerici karşıdevrim yaşamaktayız. Bilimsel Tıp karşısına hurafeler, hocalar, muskalar, ziyaretler sözde alternatif tıp dayatılmakta. Oysa Bilimsel Tıbbın seçeneği (alternatifi) yine bilimsel tıbbın ta kendisidir.

Amuran – Üniversitelerde bilimsel araştırmaları çalışmaları yürütecek ciddi bir potansiyelimiz var. Ancak yeterli olanaklar verilmediği için gençlerimiz kadar bilim insanlarımız da yurt dışına gitme çareleri arıyorlar. Özellikle hekimlerimiz. Hem sağlık çalışanlarımıza kaldıracakları yükün üstünde sorumluluklar yüklüyoruz hem de onların yaşam standartlarını koruyacak koşulları sağlamıyoruz. Yeni bir sağlık reformuna ihtiyacımız yok mu?

Saltık – Sayısı iki yüzü (200!) aşan sözde üniversitemiz var. Her ilde 1 üniversite yaklaşımı alaturka ve ilkel, gerçekleştirilmesi de olanaksız, tabela üniversiteler dışında. Özellikle dışa hekim göçü doruğa vurdu ve yakıcı bir sorun.

  • Beyin göçü, yeni sömürgeciliğin (neo-koloniyalizm) en vurucu araçlarından.

Öte yandan sayısal olarak yeterli sağlık çalışanlarımız yok. 1,1 milyon dolayında sağlık sektörü çalışanı 80 kişiye 1 sağlık emekçisi demek. Oysa ABD’de 21 milyon sağlık emekçisi var ve 333 milyon nüfusta 16 kişiye 1 sağlık çalışanı düşmekte; Türkiye ile karşılaştırınca katsayı 5! Ek olarak emeğin karşılığı, insanca ve onurlu bir yaşam sürdürmek için gerekli gelir de sağlanmıyor. Daha da acısı, salgın sürecinde Kovit-19’a yakalanan sağlık emekçilerinin bu durumu iş kazası ya da meslek hastalığı sayılmadı AKP iktidarınca. Tüm ısrarlar boşa çıktı ve bu doğal hak tanınmadı. Türkiye salgında en çok sağlık emekçisini kurban veren ülkelerden biri. Sağlık çalışanlarında yüksek hastalanma – ölüm oranlarını, “Sağlıkçılar kendini koruyamıyor..” diye açıklayan Valiler bile oldu!

Özelleştirmeci – piyasacı – sağlık hizmetlerini bir meta gibi gören ve sağlık hizmetinin onurlu – saygın özneleri olarak insanları müşterileştiren yabanıl (vahşi) ilkel anamalcı (kapitalist) yapı yıkılmalı. Sağlıklı yaşam tüm insanlara hak, devlete ödev.. Temel ilke bu olmalı. Türkiye,

AKP iktidarının “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında 2003’ten beri dayattığı piyasalaştırma son bulmalı. Bu ideoloji ne yerli ne de milli; tümüyle Dünya Bankası – IMF dayatması, AKP Ulusumuzu aldatıyor. Sağlık sektöründe de yandaş tarikatlara ve yabancı sermayeye ulusal kaynaklarımızı aktarıyor.

Daha az harcama ile daha sağlıklı bir topluma erişmek olanaklı. Devlet, sermayenin sopalı tahsildarı olamaz!

Amuran – Özel bir iki sorum daha olacak. Okuyucularımızın bir bölümü biliyor ama bir bölümü de bilmiyor.. Bizim hayran olduğumuz bir özelliğiniz daha var. Yaşam boyu iyi bir öğrenci olduğunuzu kanıtlayan ilginç bir eğitim programını gerçekleştirdiniz. Önce Tıp daha sonra Mülkiye ve Hukuk. Ankara Üniv. Hukuk Fakültesini bitirmek için 4 dersinizin kaldığını öğrendik. Hukuk öğrenimini anlamak mümkün adaletin tartışıldığı süreçlerde en önemli savunmanın hukuk olduğu bir gerçek. Ama neden Mülkiye? Devletin önemini daha iyi analiz etmek için miydi? Bundan sonraki projeniz nedir? Biraz da kendinizden söz eder misiniz?

Saltık – Babam küçük bir devlet memuru idi, liseyi Van’da bitirdim (1971) ve çok çalışarak Hacettepe Tıp fakültesine girebildim. Hacettepe, Londra, İstanbul Tıp Fakültesi ve 1977’de tıp doktoru oldum (MD). Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği alanında uzmanlaşarak enerjimi Sağlıklı Toplum, koruyucu sağlık hizmetlerine verdim. Bu dalda profesör oldum 1996’da. ABD, Edirne Tıp ve son olarak Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde çalıştım ve geçtiğimiz yıl (2020) emekli oldum. Sağlık hizmeti ve Tıp eğitimi vermeyi aşkla sevdim. Başka alanlarda da kendimi geliştirmek istedim. Hacettepe Tıp Fakültesinde Biyoistatistik master derslerini tamamladım, Biyomatematiği çok sevdim, derslerini verdim. 2016’da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi = Mülkiye’den de mezun oldum (BSc). Sanırım Türkiye’de Tıbbiye + Mülkiyeli tek kişi olabilirim. Sağlık Hukuku alanında tezli yüksek lisans eğitimi aldım, 2018’de MSc derecesi edinerek bu alanda da uzmanlaştım. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden de bu dönem mezun olacaktım salgınla boğuşmak tüm zamanlarımı almasa idi. Birkaç ders kaldı, 2022 yazında bitirmiş olurum. Ayrıca Anayasa Hukuku öteden beri çok ilgimi çeken bir alan ve halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Anayasa Hukuku Doktora (PhD) öğrencisiyim, ders dönemini tamamladım.. Önümde yeterlik sınavı ve tez yazımı var. Amacım, emeklilik yaşamımda SAĞLIK HAKKI – HUKUKU çalışmak. Bu alan çok disiplinli (mülti-disipliner)  yaklaşım istiyor. Sanırım yakında İngilizce eğitim veren bir vakıf Tıp Fakültesinde akademik yaşamımı sürdüreceğim.

Amuran – Sayın Saltık, Pandemi sürecinde yürekli çıkışlarınız oldu. Aileden gelen bir anlayışın aileden edindiğiniz kazanımların sonucu mu? Babanızın şehit bir emniyet mensubu olduğunu okumuştum. Size ve kardeşlerinize verdiği en önemli öğüt ne olmuştu? 

Saltık – Salgınlar toplumlar için çok ağır örselenmelerdir (travmalardır). 44+ yıllık hekimlik yaşamımda epey deneyimledim. Masum insanların ölümünü önlemek olağanüstü yakıcı bir görev. 11 Mart 2020’de ilk Covid-19 olgusu ülkemizde resmen duyurulduktan sonra sürekli ve günün büyük çoğunluğunu salgına ayırarak bir savaşı (mücadele) vermekteyim. Salgın Yönetimi doğrudan, 1. derecede Tıbbın Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği dalının işi. Çok kıdemli bir öğretim üyesi olarak üzerime düşen sorumluluğu üstlendim. 358 radyo, TV, webinar… konuşması yaptım geçen Mart’tan bu yana. Web sitemde sürekli, yazdım, etkinlikleri duyurdum, TV konuşmalarımın erişkelerini (linklerini) koydum. Sosyal medya, telefon vb. araçlarla gelen yüzlerce soruyu yanıtladım. Sağlık Bakanlığına, Bilim Kuruluna (hepsinden daha kıdemliyim) yol ve seçenek gösterdim. Şimdiye dek tek 1 hecemiz bile yanlışlanamadı, tüm öngörülerimiz doğrulandı.

  • SALGIN YAZILARI adlı kitabımız çok yakında Kırmızı Kedi yayınevince basılacak.

Babamızı 47 yaşında bir emniyet başkomiseri olarak görev şehidi verdik. Bize “Yeter ki okuyun, ceketimi satar sizi okuturum..” derdi. Sanırım O’nu bu bağlamda üzmedik. 2 oğlunun hekim olduğunu gördü, kızı ise hukuk öğrencisi idi aramızdan koparıldığında.

Amuran – “Bize cahil insan lazım” diyen bir zihniyetin siyasete yansımasının sonuçlarını hep birlikte izliyoruz. Biraz önce değindiğimiz gibi üniversitelerde bilim özerkliği kalmadı. Özerklik adına yapılan demokratik hak olan gösterilerde özellikle gençlerimize emniyet güçlerinin orantısız güç kullanması hepimizin içini acıtıyor. Babanız, bugün yaşasaydı bu görüntülere ne derdi?

Saltık – Evet, kendince “cahilin ferasetini (!?)” diplomalıya – eğitilmişe yeğleyen “Prof.” Sanlı (unvanlı) insanlar da gördük bu ülkede ne yazık ki. Ben 1979’da Hacettepe Tıp’ta asistan iken asistan temsilcisi seçildim, 1750 sayılı Üniversiteler Yasası yürürlükte idi. Dış güdümlü 12 Eylül gerici darbesi yaşamın her alanını dumura uğrattı kurgulu olarak. YÖK düzeni üniversiteleri cendereye aldı 6 Kasım 1981’den bu yana. Bilimsel özgürlük ve yönetsel – akçalı akademik özerklik yok edildi. Babam olağanüstü insancıl idi. Neredeyse, görevi gereği bile olsa hiç hukuksuz ve orantısız şiddet kullandığını, hele insan onurunu zedeleyecek bir davranışı olabileceğini düşünemiyor, hayal bile edemiyorum. 21. Yüzyılın şafağında özerk – demokratik üniversiter sistemi yeniden örgütlemeden ve bilimsel akılcılığı temel yol gösterici edinmeden, insan haklarına dayalı bir demokratik – laik – sosyal hukuk devleti kurmadan Türkiye’nin uygarlaşması olanaklı değil.

  • Türkiye’nin, kurucu ayarlarına, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Kemalist İdeolojisi 6 Ok’a sarılma dışında tutarı da yok.

Amuran – Evet son olarak salgınla ilgili okurlarımıza anımsatacağınız farklı bir uyarınız olacak mı?

SaltıkHerkes, hemen, gecikmeden, oyalanmadan Aşıya! Uzat kolunu Türkiye!

Salgın ancak Epidemiyolojik ilkelere tam bağlı, insancıl, katılımcı, güven veren, saydam, demokratik sosyal devlet yaklaşımı ile yenilebilir. Toplum katılımı yaşamsaldır; “ben bilirim, yaptım oldu” çıkmaz sokaktır. Ticari, ekonomik, politik, popülist.. dürtüler kesinlikle dışlanmalıdır. Küresel toplumla uluslararası

DAYANIŞMA + İŞBİRLİĞİ + EŞGÜDÜM

zorunludur. Bu 3 büyülü sözcüğün İngilizce ilk 2 harflerini alarak bir savsöz (slogan) geliştirebiliriz:

  • SO – CO – CO
  • SO – CO – CO
  • SO – CO – CO…

Tüm insanlar bu sloganı haykırarak ayağa kaldırılabilse, KOVİT-19 pandemisi (kıtalararası salgın) olabildiğince hızla denetim altına alınabilir ve dahası, benzer ardışık afetler de önlenebilir, geciktirilebilir.

• Daha adil başka bir dünya olanaklıdır ve 21. Yüzyıl bitmeden kurulacaktır.

Amuran – Sayın Saltık, açık yürekle yapılanları ve alınması gereken önlemleri sıraladınız. Sürekli yinelediğiniz gibi sağlık hakkı temel bir insan hakkıdır. Onu korumak da “Bilimin ve Devletin işidir.” Çok teşekkür ederiz.

Saltık – Ben teşekkür ederim. ODATV’ye ve okuyuculara da en iyi dileklerim ve saygılarımla.

Nurzen Amuran
Odatv.com

YÖN RADYO PROGRAMIMIZ – 13 Temmuz 2021

Dostlar,

13 Temmuz 2021 Salı günü sabah saat 10:3’da YÖN Radyo‘nun konuğu olacağız.. / OLDUK..

Yurtsever Radyo YÖN Radyo ve başarılı – saygın programcı Sn. Selen Kartay‘ın sorularını yanıtlayacağız.. / YANITLADIK..


Delta varyantı ciddi bir sorun.. Sağlık Bakanlığı hala 200 (iki yüz) dolayında olgudan söz etmekte; başta İngiltere, Avrupa, ABD, Hindistan, Avustralya, İsrail, Taylan… delta varyantı bulaşı (enfeksiyonu) ile kaynarken. Ağustos’ta Avrupa’da dolaşan baskın tip olacağı öngörülürken. Sonbaharda ABD’de de dolaşan baskın (dominant) tip olması beklenirken.

Kurban bayramı büyük riskler barındırmakta, milyonlarca insan hareketlenecek, yer değişecek ve geri dönecek..  Ciddi başağrısı..
Ammann dikkat : Bu bayram da kucaklaşmayalım, uzak duralım, maskeye devam kapalı alanda, açık alanda maske takılmayacaksa en az 2 m uzaklık.

Hangisini bulursak 3. doz aşıya devam.

3. doz aşı tartışılmakta..

Nereye dek??

Küresel toplum gerekli dayanışma – işbirliği – eşgüdümü başarabiliyor mu?

SO – CO – CO sloganları atmayı sürdürmeliyiz..

Solidarity – Cooperation – Coordination!

Youtube’a görsel kaydı konduğunda erişkeyi (linki) burada paylaşacağız / aşağıda..

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 13 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

SALGIN YÖNETİMİNDE TIKANAN TÜRKİYE… NE YAPMALI?? 

07 Şubat 2021 Günü Yazdıklarımız…
48 Gün Sonra Neden Hala Geçerli??

Çoook zor günlerden geçmekteyiz Türkiye ve uluslararası / küresel toplum olarak.
Özellikle Türkiye’de sorunlar çok boyutlu ve derin.
Yaşanan sorunların çok önemli bir kesiminin doğrudan nedeni ise, tek başına iktidarının 19. yılındaki AKP’nin demokrasi ve hukuk karşıtı ölçüsüz baskıları, din sömürüsü, kötü yönetimi.

Doğallıkla KOVİT-19 Salgını da bu genel olumsuz tablodan payını ağır biçimde almakta.

Örn. Aşı kıtlığı – yoksunluğu sorunu içindeyiz ve bu sorun mutlaka, yeterince irdelenmeli.

Buna ek 3 milyon doz ilk bölüm aşının 14 Ocak’tan bu yana 24 günde bitirilemediği, günde yaklaşık 110 bin doz uygulama yapılabildiğini, bu durumun kabul edilemezliği vurgulanmalı.

Oysa yaygın – hızlı aşılama (roll out) için mutlaka “seferberlik” mantığı ile düzenleme gerekliydi, AKP iktidarı bu kapsamda hiçbir ek önlem almadı. “Yavaş” gitmek işine geliyor galiba!?
Elimizde aşı var, sırası gelene yapıyoruz, gelen insanlar bu denli..” denmek isteniyor galiba!?

Hiç aşı teşviki kamu duyuruları (spotları) göremiyoruz TV’lerde, niçin acaba!?
***

Çin Üretimi Aşıyı Olmalı mıyız?

Kaplumbağa hızı ile aşılama… yeterli toplum bağışıklığına hızla erişme olanağı yok bu gidişle!

Bunu sağlayamazsanız, geçelim sönümlendirmeyi, salgını denetleyemezsiniz bile.

Öte yandan Türkiye’de uygulanan Çin kökenli SİNOVAC aşısının hastalığa yakalanmayı önleme gücü %50,65 olarak açıklandı ilgili firma tarafından. Kıl payı %50’nin üstünde. İlgili makale The LANCET‘te yayınlandı (Evre 3 ara raporu). DSÖ ve CDC, salgın nedeniyle, %50 koruyucu aşıya bile ivedi (acil) kulanım onayı vereceğini açıklamıştı daha önce.

Oysa Sağlık Bakanlığı, bu aşının Türkiye ayağında yürütülen Evre-3 çalışmasını çooooook erken sonlandırdı Çin kökenli aşıyı hemen uygulamaya geçmek için. %91,25 koruyuculuk oranı açıklandı. Bu oranın tümüyle “bilim dışı, geçersiz, yok hükmünde” olduğunu, ülkemizde söz konusu aşının koruyuculuk oranını bil(e)mediğimizi duyurmuştuk o gün(lerde) TV konuşmalarımızda, web sitemizde. Bilimsel, matematik temelli tartışma çağrısı yapmıştık ancak buna yanaşan ol(a)madı..

Bu arada, yaygın ve ciddi mutasyonlar nedeniyle (3 varyant tip 70’i aşkın ülkede görülmekte), mRNA aşıları ve viral vektör aşıların koruyucu etkinlikleri henüz bilinmeyen / açıklanmayan ama ciddi oranda azalmış olabilir.

  • Zaman aleyhimize, mutasyonlar istenmeyen yönde.

Öte yandan 100 doz aşıdan 75’i, 10 varsıl ülkece gasp edilmiş durumda! Küresel ölçekte salgın nasıl denetlenir bu durumda?? DSÖ’nün COVAX girişimi işletilemedi, aşıya adil erişim hakkı çiğnendi.

Koruyuculuk oranı yüzde kaç olursa olsun, aşı olup Kovit-19’a yakalananlar hastalığı hafif – belirtisiz geçirmekte ve yoğun bakıma vb. ağır sağaltıma pek gerek kalmamakta, ölümler çok azalmaktadır.

Aşı sonrası yan etki oluşma riski, Kovit-19 hastası olma riskine göre çok çok düşüktür. Yan etkiler bakımından da mRNA tabanlı ve viral vektör tekniğine dayalı aşılar ile ölü aşı arasında önemli farklılık yoktur.

  • Aşı olmak bedensel, ulusal korunma ve özgürlüklerimizi geri kazanmak, olağan yaşama dönmek için tek yoldur.

Kitle aşılamaları hızla ve gereken oranda toplumsal bağışıklıkla sonuçlanmazsa, birkaç ay içinde virüste olası kaçınılamayan mutasyon (Evrim!) nedeniyle, eldeki aşıların da yeterince koruyamayacağı yeni tip Kovit-19 salgını ile yüzleşebiliriz.

Bu nedenlerle aşı olmak / aşıya erişim hakkı yalnızca bireysel korunma yolu değil; bir yurttaşlık, ulusalcılık, insan haklarına saygı ve küresel dayanışma gereğidir. BM bunu mutlaka sağlamalıdır.

Anayasa md. 12 :Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.”

Anayasa md. 56 :Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.”

Dolayısıyla Anayasal bir yükümlülüktür de aşı olmak; keyfi – sınırsız – gerekçesiz bir “aşı reddi” ya da çekincesi kabul edilemez, savunulamaz. Hele salgınlarda! Kaldı ki, Umumi Hıfzıssıhha Yasası’nı 72. maddesi, salgınlarda İdare’ye zorunlu aşı uygulaması yetkisi tanır.

DSÖ’nün çabaları yetersiz kalıyor, BM ise suskun

Bu tablo nasıl açıklanabilir? Oysa BM etkin rol üstlenmeli ve salgının küresel ölçekte yönetimine hakkaniyet temelli dayanışma için ağırlık koymalı. Hep söyledik, yazdık BM’nin 75. Kuruluş yıldönümü olan 24 Ekim 2020’den bu yana;

  • BM Genel Kurulu, tüm dünyaya 2-4 hafta eşzamanlı bir küresel kapanma çağrısı yapmalı.

Ancak böylelikle yangının azgınlığı baskılanabilir, salgınla savaşım zamana yayılarak sürdürülebilir.

Zaman geçtikçe aşılara direnç, dezenfekten – antiseptiklere direnç, sağaltımda (tedavide) kullanılan destek ilaçlara (anti-viral birkaç antibiyotik) direnç gelişebilir – gelişmektedir;
üstüne üstlük daha kolay yayılabilen – bulaştırıcılığı artmış, daha öldürücü yeni varyantlar (mutasyon geçirmiş türler) ile yüz yüze geliyoruz. 3 ciddi mutant tip 70 ülkeye yayılmış durumda.

  • Çözümsüzlüğe sürükleniyoruz!

Okullar bu koşullarda açılabilir mi?

Pek çok ülkede sıkı sıkıya kapalı iken!? Türkiye’de böylesi bir yol, yangına benzin dökmek anlamına gelebilir.

  • Aklınızdan bile geçirmeyin!

Öğretmenler ve tüm okul çalışanları aşılansa bile %50 bağışıklık! Bu yarıyıl böyle gitsin.. bir giderim (telafi) yolu bulunur ama giden canlar geri gelmez!

Sağlık Bakanlığına Çağrı

Ayrıca, Çin firması SİNOVAC’ı yeter hız ve miktarda aşı üretemiyorsa, lojistik tedarik sıkıntılı ise, -ki apaçık öyle- Reis Hazretleri Çin’li mevkidaşını telefonla arayıp desin ki:

  • Türkiye’de uluslararası yetkilendirilmiş (akredite) GMP ve GLP standartlı farmasötik ürün kuruluşlarımız var, sizin lisansınız altında burada da üretelim, hız kazanalım…
    ***
    O halde yapılacak daha çoook iş var..

Sonuç olarak;

Refik Saydam Hıfzıssıhha (Koruyucu Sağlık) Enstitüsü AKP iktidarınca 663 s. KHK ile Kasım 2011’de kapatılmıştır. Oysa bu Kurum 1928’de Atatürk döneminde kurulmuş ve Anadolu’da bulaşıcı hastalıklarla savaşta olağanüstü başarılara imza atmış çok yetkin, sıra dışı bir Bilim kurumu idi. Çin’e, ABD ordusuna aşı sağlamış üretken ve saygın bir Kurumdu.

KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm dayatmaları ile, dünyada uzmanlaşma ve işbölümü aldatıcı gerekçeleri ile, “ucuza üretenden satın alırım” kolaycılığı ile Ulusal stratejik sorunlar çözülemez. Bu Kurum stratejik işlevdedir ve hızla, bir yasa ile bilimsel açıdan özgür, yönetsel ve akçalı bakından özerk bir konum (statü) ile yeniden açılmalıdır. Batı’da Almanya’da Robert Koch, Fransa’da Louis Pasteur, İngiltere’ de Edward Jenner Enstitüleri uluslararası ölçekte parlak örneklerdir. Bu Kurum açılmalı ve Salgın Yönetimi oraya bırakılmalıdır. Türkiye görüldüğü gibi parası olsa bile yeterli aşıya erişememektedir!

  1. Aşılamayı mutlaka hızlandırmak ve 0-18 yaş dilimi dışında kalan 70 milyon tüm nüfusu hedeflemek zorunludur. Çünkü %50 koruyucu aşı ile ancak 35 milyon insanı bağışık kılabilirsiniz. Yine de 35/90 milyon, %39 toplum bağışıklığı ile bu salgın baskılanamaz.
  2. Okulları bu ortamda açmak yangına benzin dökmektir, bu yarıyıl böyle kapanmalıdır.
  3. İlaç devi Merck-S&D bile aşı geliştiremedi havlu attı; Çin’e Sinovac lisansıyla Türkiye’de üretim önerilmelidir GMP-GLP standartlı ilaç fabrikalarımızda. Refik Saydam açılmalı, aşı üretmelidir.
  4. 2-4 hafta tam kapatma hala zorunludur, ülkeyi A.Ş. gibi yöneterek direnmek boşunadır!

Salgınları siyasetçiler değil Bilim insanları yönetir. Oysa Türkiye’de araba atın önünde; bu olmaz!

Sevgi ve saygı ile. 26 Nisan 2021.
(DİKKAT: 07 Şubat 2021 günü yazılmıştır)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
ADD Genel Başkan Yrd. / Vekili (2004-2006)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

“SAĞLIKLI YAŞAM” ve TOPLUM SAĞLIĞI AÇISINDAN ÖNEMİ

“SAĞLIKLI YAŞAM” ve TOPLUM SAĞLIĞI AÇISINDAN ÖNEMİ

Sevgili Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 2 öğrencilerimiz,
Asistanlarımız, lisansüstü öğrencilerimiz ve sitemiz okuyucuları,

Sağlıklı Yaşam Biçimi“, kişi ve toplum sağlığı açısından temel belirleyicilerden biri.

Sınırlı ekonomik olanaklarla da “bir yere dek” sağlıklı yaşam biçimi sürdürülebilir.

Üstelik, “sağlıklı yaşam biçimi“, uygulanabildiği ölçüde daha sağlıklı bir topluma erişilmesine elverdiği gibi, toplumsal kaynak tasarrufu da sağlayabilir.

Kritik ve vazgeçilmez olan ise;

  • Sağlığın / Sağlıklı Yaşamın her – kes için doğuşta kazanılan temel bir insan hakkı olduğunu benimsemek. (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi md. 25 ve pek çok ulusal – uluslararası norm..)

Bu temel ilke ancak koruyucu sağlık hizmetlerio arada  sağlıklı yaşam biçimi– öncelenerek ve kamusal sorumlulukla sosyal devlet eliyle yaşama geçirilebilir.

Türkiye ve Dünya / Uluslararası toplum – sistem; sağlık alanında yabanıl (vahşi) özelleştirme politikalarından artık vazgeçmek zorundadır. Özellikle 1975 sonrası dayatılan KüreselleşTİRme süreçleri ile olabildiğince piyasalaştırılan sağlık hizmetleri, küresel toplumun sağlık düzeyi göstergelerinde beklenen iyileşmeyi sağlamaktan çok uzak kaldığı gibi, sağlıkta eşitsizlikleri kabul edilemez ve sürdürülemez biçimde artırmıştır.

  • Çok uluslu / trans-nasyonel hastane zincirleri,
  • Farmasötik teknololji tekelleri (ilaç devleri) ve
  • Tıbbi teknoloji tekellerinin oluşturduğu şeytan üçgenine insanlık yenilmemeli, tutsak olmamalıdır.

Bu ders bağlamında hazırladığımız 74 yansıdan oluşan (3,16 MB) power point sunumlarını pdf olarak izlemek için lütfen tıklayınız..

Saglikli_Yasam_Nedir_Toplum_Sagligi_Acisindan_Onemi_AHMET_SALTIK_AUTF_D2

Paylaşalım, bilgilenelim ve en temel insanlık hakkı olan YAŞAM HAKKI‘nı anlamlı kılan sağlık hakkımıza sahip çıkalım..

J. J. Rousseau‘ya şükranla, sahip olduğumuz TOPLUMSAL SÖZLEŞME (1762) gereği Devletten, vergilerimiz karşılığında 4 temel kamu hizmetini mutlaka bekliyor, istiyoruz :

  1. Sağlık hizmetleri
  2. Eğitim hizmetleri
  3. İç ve dış güvenlik hizmetleri (can ve mal güvenliği)
  4. Adalet hizmetleri..

Sevgi ve saygı ile. 07 Mart 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
Hekim, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF – Mülkiye)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com