Etiket arşivi: Köy Enstitüleri

CHP’nin 100. yılı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
11 Eylül 2023 Cumhuriyet

 

Cumhuriyet Halk Partisi’nin kökeni, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne dayanır.

Bu cemiyet 4-11 Eylül 1919 tarihlerinde gerçekleşen Sivas Kongresi’nde kurulmuştur. Kurucusu ve lideri Mustafa Kemal Atatürk’tür.

  • Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti,
    Kurtuluş Savaşı’nı, halkın egemenliği ilkesi üzerinden yürüten siyasi örgütlenmedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin de katkılarıyla, 23 Nisan 1920’de kuruldu. Saltanat, yani padişahlık, 1 Kasım 1922’de TBMM tarafından kaldırıldı.

CHP, bir siyasal parti olarak, 9 Eylül 1923’te kuruldu.

CHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisidir.

Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923’te, CHP’nin kuruluşundan yaklaşık yedi hafta sonra kuruldu.

1920’lerdeki, 1930’lardaki ve 1940’lardaki CHP iktidarında büyük devrimler gerçekleştirildi.

3 Mart 1924’te halifelik kaldırıldı, bilimsel eğitim sisteminin temeli olan Öğretim Birliği Kanunu kabul edildi.

17 Şubat 1926’da, kadın ve erkek eşitliği dahil, birçok özgürlüğün hukuk tarafından güvence altına alınmasını sağlayan Medeni Kanun kabul edildi.

15 Ekim 1927’deki CHP Kurultayı’nda;

cumhuriyetçilik,
halkçılık,
laiklik ve milliyetçilik ilkeleri,

10 Mayıs 1931’deki CHP Kurultayı’nda,

devletçilik ve devrimcilik ilkeleri,

parti programındaki temel ilkeler olarak kabul edildi.

Devletin dini İslamdır” ifadesi 10 Nisan 1928’de anayasadan çıkarıldı. Böylece devletin dinselleşmesinin önlenmesi ve din konusunun vatandaşların özgür iradesine bırakılması yolunda bir adım daha atıldı.

5 Aralık 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.

5 Şubat 1937’de laiklik ilkesi anayasa maddesi haline geldi.

1920’li yılların başından 1940’lı yılların sonuna dek, köylünün ve çiftçinin toprak sahibi olmasını sağlayan, toprak reformu olarak da bilinen düzenlemeler gerçekleşti.

Halkın eğitimde, teoriyle pratiği (kuram ve uygulamayı) bütünleştirmesini ve köy ilkokullarına öğretmen yetiştirilmesini sağlayan Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940’ta kuruldu.

Çok partili serbest seçimli sisteme, 14 Mayıs 1950’de geçildi.
***
CHP muhalefette olduğu dönemde de uzun yıllar devrimci ruhunu korudu.

14 Ocak 1959’da CHP Kurultayı’nda kabul edilen “İlk Hedefler Beyannamesi” ile kişi hak ve özgürlükleri konusundaki temel ilkeler geliştirildi. Bunlar, Türkiye’nin en özgürlükçü anayasası olarak bilinen 27 Mayıs 1961 Anayasası’nda yer aldı.

CHP, 29 Temmuz 1965’te ortanın solunda yer aldığını, devletçilik ve halkçılık ilkelerinin ortanın solu anlamına geldiğini açıkladı.

CHP 27 Kasım 1976’daki Kurultay’da demokratik sol ve sosyal demokrat ilkeleri de parti programına ekledi ve Sosyalist Enternasyonel’e üye oldu.
***
CHP, çok partili serbest seçimli düzene geçildikten sonra, 1950 seçimlerinde %39, 1954 seçimlerinde % 35, 1957 seçimlerinde %41, 1961 seçimlerinde %37, 1973 seçimlerinde %33, 1977 seçimlerinde %41 oy aldı.

CHP, parti içi demokrasi sürecini işlettiği ve partinin ilkelerine ve kurumsal kimliğine sahip çıktığı yıllarda, ender olarak %30’un altında oy aldı.

1973 ve 1977 yılında CHP, 1. parti olarak hükümet kurdu.

CHP 12 Eylül askeri darbesi tarafından 1981 yılında kapatıldı.

CHP’nin oyları, 1992 yılında yeniden açıldığından beri %26’nın üzerine çıkmadı. Bu aynı zamanda,
– CHP’de parti içi demokrasinin rafa kaldırıldığı ve
– partinin kendi kurumsal kimliğinden ve ilkelerinden uzaklaştığı

dönemdir.

CHP’nin kuruluşunun 100. yılında alınacak ders bellidir.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

CHP’nin 100. yılı11 Eylül 2023
Politika nedir?4 Eylül 2023

Darülfünun’dan Üniversiteye

Dr. Cihangir Dumanlı
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Yarı sömürge bir duruma getirilmiş ve geri bıraktırılmış Osmanlı toplumundan, ulusal, demokratik, laik ve çağdaş bir topluma geçişi hedefleyen Atatürk devriminin temeli eğitim ve kültür devrimidir.

Bu kapsamda Dilimizin sadeleştirilmesi, Türk alfabesinin (abecesinin) kabulü, Millet Mektepleri, Halkevleri ve Halk Odaları, Köy Enstitüleri, Kız Enstitüleri, öğretimin birleştirilmesi (Tevhid-i Tedrisat), medreselerin kapatılması, karma eğitim, herkese parasız eğitim, dünya klasiklerinin çevirisi (tercümesi), yurt dışına öğrenci gönderilmesi.. gibi adımların yanında önemli bir atılım da, Darülfünun’un kapatılarak çağdaş bir üniversitenin (İstanbul Üniversitesi) açılmasıdır.

Darülfünun Neden Kapatıldı?

Kelime (sözcük) anlamı “Bilimler Kapısı” demek olan Darülfünun, 1839 Tanzimat Reformları kapsamında 1863 yılında açılmış, bir yıl sonra kapatılmıştır. 1900 yılında “Darülfünun-u Osmaniye” adıyla yeniden açılmıştır

İmparatorluğun ilk ve tek yükseköğretim kurumu olan Darülfünun’da dini ilimler, edebiyat ve doğa bilimleri bölümleri vardı. 1908 Devrimi ile tıp ve hukuk bölümleri de açıldı. Dini bilimler bölümünde medreselerden farksız,  Ortaçağın skolastik yaklaşımıyla din alimlerinin görüş ve öğretileri ezberletilmekte idi. Öğretim elemanları bilimsel yeterliliğe göre değil, kişisel ilişkilere göre atanıyorlardı. Öğrenciler yalnızca hocaların verdiği veya derslerde tutturdukları notlara bağımlı idi. Onlar da genellikle Batıda basılmış kitapların çevirilerine dayanıyordu. Araştırma yapabilecek yeterli kaynak yoktu. Günah sayıldığı için, Üniversite yerleşkesinde fotoğraf çektiren öğrencilere ve hocalara ceza veriliyordu. Üniversite kavramına uygun özgür düşünme ve tartışma ortamı yoktu. Darülfünun bu durumuyla, Batıdaki çağdaş üniversitelerin çok gerisinde kalmış, düşünce üretme ve bilimsel araştırma merkezi olmaktan çıkmıştı. Devrimlere ilgisiz kalmış, yazı ve dil devrimlerine açıkça karşı çıkmıştı.

  • Kısaca Darülfünun, karşı devrimci bir tutum takınmıştı.

Bu durum çağdaş uygarlığa erişmeyi hedefleyen ve bunun için bilimi “En gerçek yol gösterici” olarak gören genç Cumhuriyetin amaçlarına uymuyordu.

Hazırlık

Yukarıda açıklanan nedenlerle bir üniversite reformunun yapılması gereksinimi ortaya çıkmıştı. 1931’de Cumhuriyet Halk Fırkası tüzüğünde Bu gereksinim belirtildi. Aynı yıl, Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip İsviçreli pedagoji profesörü Albert Malche’ı davet ederek kendisinden bu konuda bir rapor istedi.

Malche, gözlemlerinin sonunda hazırladığı raporda, Batı Avrupa’da geçerli olan üniversite kavramından hareketle; sorunun özünün üniversite deyince işi salt bilgi dağıtmak olan kurumların anlaşılmasında yattığını; bunun yanlış olduğunu, üniversitenin bilimsel düşüncenin yöntemlerini öğreten, yalnızca bilgi veren değil, bilgi üreten bir kurum olması gerektiğini bildirdi. Üniversite bilimsel bir yaklaşım ortaya koymalıydı. Bunun için de özgür fikir (düşün) üretme ve tartışma ortamı sağlanmalıydı. Eğer bir kurum bilime gerek duymaz, hatta bilime aykırı gelişme gösterirse, o kurum kapatılmalıydı.

Reform: 

Profesör Malche’ın raporuna uygun olarak 31 Temmuz 1933’te çıkartılan 2252 sayılı yasa ile Darülfünun kapatıldı.1 Ağustos 1933 tarihli yasa ile İstanbul Üniversitesi kuruldu.

1 Ağustos 1933 tarihli Cumhuriyet gazetesi bu haberi manşetten şöyle veriyordu:

  • İrfan hayatımızda bir inkılap: Üniversite açıldı.”

Yeni üniversitenin öğretim kadrosu üç kümeden oluşuyordu:

  1. Darülfünun’un 151 öğretim elemanından eski kafalı, devrimlere karşı çıkan 100 hoca tasfiye edildi, bu nitelikte olmayan 51 kişiye İstanbul üniversitesinde görev verildi.
  2. Cumhuriyetin kurulmasından başlayarak yurt dışındaki seçkin üniversitelere gönderilmiş gençlere yeni üniversitede görev verildi.
  3. Hitler rejiminden kaçarak o zaman Avrupa’nın tek demokratik ülkesi olan Türkiye’ye gelen Alman hocalardan yararlanıldı.

Bu yolla genç cumhuriyetin gereksinimi olan çağdaş bir üniversite sisteminin temeli atılmış oldu. Üniversitelerimiz zamanla gelişti.

Değerlendirme ve Sonuç:

Üniversite reformu ile Atatürk devriminin temeli olan eğitim ve kültür devriminde önemli bir atılım yapılmıştır.

İstanbul üniversitesinden sonra  açılan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Ankara Hukuk Fakültesi, Ankara Fen Fakültesi gibi fakülteler, Devrimlerin yapılmasına ve geliştirilmesine önemli katkı sağlamışlardır.

Çağdaş üniversite sisteminin kurulmasında Almanya’dan kaçan bilim insanlarının önemli katkıları olmuştur.

Çağdaş üniversite sisteminin kurulmasında büyük emeği geçen Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in adı, bir üniversiteye verilmelidir.

Üniversitelerimizin kuruluşundan gelen temel niteliği devrimciliktir.

Zamanla, karşı devrim sürecinde üniversite sayısı artmış, “her ile bir üniversite” takıntısı uygulanmış ama üniversitelerin niteliğinde genel bir düşüş meydana gelmiştir. Öğrenci sayısı ve üniversite sayısı hızla artarken, öğretim elemanı sayısında buna koşut artış olmamıştır.

Üniversitelerimizin çoğu meslek edindirme işlevine odaklanmış olup; düşünce üretme, bilimsel araştırma, özgür tartışma ve kültürel yaşam ortamı açısından Darülfünun düzeyinde hatta gerisindedir.

Bilim üretmek için ön koşul olan bilimsel özgürlük ve yönetsel-akçalı (idari-mali) özerklik, özgür düşünme ve tartışma ortamı ülkedeki genel özgürlük düzeyi ile sınırlıdır.

Çağdaş uygarlığa ulaşmanın ve geçmenin ön koşulu 1930’lardaki devrimci anlayışla günün koşullarına ve gereksinimlerine uygun, özgürlüğün egemen olduğu çağdaş üniversiteleri yeniden kurmaktır.

Aydın nefreti

Anasayfa - Prof. Dr. Can CEYLAN
Prof. Dr. Can CEYLAN
03 Ağustos 2023, Cumhuriyet

 

  • “Bir memleketteki azınlık, eğer menfaatini çoğunluğun cehaletinde ararsa umumi felaket muhakkaktır.” Atatürk, 1923

Kurtuluş ve Kuruluş yıllarında, okulu olan köylerin parmakla gösterildiği, nüfusun %90’dan çoğunun okuma-yazma bilmediği bir coğrafyadan bugünlere geldik.

Gönül, okul sayısının artması, eğitimin yaygınlaşması ve aydınlarımızın çoğalması ile hedeflenen noktaların daha da ötesinde olduğumuzu söyleyebilmeyi çok isterdi.

Ancak, nicelik nitelikle birleşmediğinde, kötücül odakların sinsi planları devrede olduğunda; bunun olası olmadığını deneyimlemek suretiyle (yoluyla) bugünleri görme gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Başa dönecek olursak; söz konusu yıllarda ülkenin kalkınabilmesi için, öncelikle cehalet ve eğitimsizliğe karşı savaşım verilmesi yadsınamaz bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştı.

CEHALETLE SAVAŞ

Mustafa Kemal’in, Cumhuriyet henüz ilan edilmemişken 1921’de Ankara’da “Maarif Kongresi” düzenlemesi de bu eksikliğin bir an önce giderilmesi kaygısından kaynaklanıyordu. Osmanlı döneminde yüz yıllarca, padişaha kulluk ederek yaşamaya alışan ya da alıştırılan kuşakların, eğitimli bireyler durumuna getirilmesi, günümüz koşullarına göre kuşkusuz çok daha zordu. Kaldı ki; kısıtlı eğitimin toplumun dinsel ögelere dayalı, evrensel değerlerden uzak medrese eğitimi ile veriliyor olması, halkın prangalarından kurtulması için gerekli çağdaş eğitim atılımını daha da çetrefilli bir çembere sokuyordu.

Koşullar ne denli zor olursa olsun, bu açmaz; en yakın dava-silah arkadaşlarının bile, Kurtuluş için manda altına girmekten başka seçenek olmadığını düşündüğü zor yıllarda, bunu Sivas Kongresi’nde kesin bir dille reddeden Mustafa Kemal gibi bir deha için olanaksız değildi. Bu çerçevede “Tevhidi Tedrisat Kanunu”, Dil Devrimi, medreselerin, tekke-türbe ve zaviyelerin kapatılması; Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip, İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Âli Yücel gibi öncü eğitim neferleri; yurt dışından getirilen Prof. Kühne, Prof. Malche gibi eğitim danışmanları, millet mektepleri, halk odaları, Halkevleri ve sonrasında açılan Köy Enstitüleri; hep halkı, kitlendiği çağdışı çıkmazlardan kurtararak çağdaş düzeylere getirme çabalarının sonucu olarak yaşama geçirilmişti.

Öyleyse, bu denli önemli eğitim devrimleri ile üst düzeylere getirilen ülke ve toplum, nasıl oldu da günümüzde, en az baştaki karanlık yıllar ölçüsünde olumsuz noktalara sürüklendi. Gerçekte geçmişte de çağdaş eğitim modelleri; “fuhuş yuvası olma”, “kökü dışarıda olma” gibi us dışı suçlamalarla, dinsel ögelere dayalı, evrensel ilkelerden uzak medrese modellerine geri dönülmesi, kız çocuklarının eğitim kulvarında (yolağında) yer almaması biçiminde gerici yaklaşımlarla sekteye uğratılmaya çalışılmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olunmuştu.

Aydınlarımız, gazetecilerimiz, akademisyenlerimiz, öğretmenlerimiz bu süreçte kimi zaman sürgün yiyerek, meslekten çıkarılarak, darbeci-terörist yaftası yiyerek, mahkeme kapılarında aklanmaya çalışarak, cezaevlerinde gün sayarak ve kimi zaman da yurtsever duruşlarının bedelini canları ile ödeyerek bu suçlama ve saldırılardan paylarını almışlardır.

Geldiğimiz son noktada, siyasal parti önderlerinin anti-demokratik (demokrasi karşıtı) yaklaşımları, Kuruluş ilkelerinden uzaklaşılması, siyasal kadrolara gerçek yurtsever aydınlar yerine, önemli ölçüde aydın kisvesine bürünmüş, koltuk ve çıkar peşinde koşan parti yöneticileri ve milletvekillerinin dadanması; toplumsal yozlaşmanın doğruya evrilmesinin ve düze çıkılmasının önünde, örseleyici engeller olarak tüm çıplaklığıyla durmaktadır.

83. yılında bir daha: Köy Enstitüleri

Nazım Mutlu | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLMNAZIM MUTLU
Emekli Öğretmen

17 Nisan 2023, Cumhuriyet

 

Gerek kuruluş yıldönümleri nedeniyle gerekse başka gerekçelerle dönüp dolaşıp Köy Enstitülerine değinmenin, onları anımsamanın gerçek nedeni, eğitim sistemimizdeki çürümenin her geçen yıl daha da artmasıdır. Son 70 yıldır eğitimimizde her açıdan nicel artışa karşın nitel çöküş yaşanmaktadır. Milyonlarca genç beyni kuru ezberlerle “doldur-boşalt” düzeneğine bağlayıp robotlaştıran sözde “eğitim sistemi” var olduğu sürece Köy Enstitüleri elbette usumuzdan çıkmaz.

Bu okulların ilk tohumları, II. Meşrutiyet aydınlarından Kastamonu milletvekili İsmail Mahir Efendi’nin dünyasında görünür, 1914-15’lerde. Bu “iş içinde iş” öğreten yoksul yuvalarının er geç yaşam bulacağının güçlü belirtileri, Kurtuluş’la Kuruluş’un önderi Mustafa Kemal’in 1921’de, büyük savaşın (Sakarya!) orta yerindeyken topladığı Maarif Kongresi’nde, Vasıf Çınar’ın ışıklı ellerinde biçimlenip 3 Mart 1924’te çıkan Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) Yasası’nda verildi.

Bu bozkır güllerinin çok sürmeden tomurcuklanacağını genç Kuvayı Milliyeci bakan Mustafa Necati’nin Millet Mektepleri uygulamasında, ödünsüz Cumhuriyet devrimcisi Dr. Reşit Galip’in Halkevleri ve halk okuma odalarındaki Aydınlanma denemelerinde görebiliriz.

O yıllarda (1940’lar) %80’in üstündeki ülke nüfusunun yaşadığı kuş uçmaz kervan geçmez yerler için “köye yarayışlı insan yetiştirme” işini üstlenen bu ocakların bacalarından çok geçmeden dumanların yükseleceği, askerliğini çavuş olarak yapan okuryazarlardan eğitmen yetiştirmeyi akıl eden Atatürk’ün yönlendirmesiyle yaşama geçiren Saffet Arıkan’ın köy öğretmen okullarını da işe katmasından belliydi. Sonra, 17 Nisan 1940’ta 3803 sayılı yasayla kuruldu Köy Enstitüleri.

10 YILIN VERİMLERİ

Gerçekte 6 yıl, budanmış durumlarıyla 10 yıl, uzatmalarla 14 yıl yaşayabilen bu 21 “okul”dan hem eğitim – öğretim alanı için hem de örgütlü toplumsal yaşam için becerikli, yetkin öğretmenler yetişti. Önce sözlü saldırılarla kara çalınıp sövülen, sonra da ağır hakaretlerle tekme tokat kapı dışına atılan bu 21 okulda Fakir Baykurt’tan Osman Şahin’e, Mahmut Makal’dan Pakize Türkoğlu’na, Talip Apaydın’dan Mehmet Başaran’a, Adnan Binyazar’dan Ayşe Baysal’a, Ali Yüce’den Ahmet Kocaman’a, Ümit Kaftancıoğlu’ndan Osman Bolulu’ya, Dursun Akçam’dan Ali Dündar’a, Abdullah Özkucur’dan Hacı Angı’ya dek bir dolu yazar, şair; İsmail Gümüş, Yalçın Gökçebağ, Zafer Gençaydın, Hasan Pekmezci gibi ressamlarla Gürer Aykal, Ali Uçan gibi müzik emekçileri çıktı.

Burada sayılan adların içinde kadınların bir elin parmakları kadar bile olmaması bizi şaşırtmamalı. Çünkü dönem, genç Cumhuriyetin yüzyıllar ötesinden birikip gelen kör inanışları, henüz yumuşatamadığı, taşlaşmış hurafeleri kıramadığı dönemdir. Yüzyıllarca eğitimsiz bırakılan halkın gözünde laiklik temelli okullar “gâvur mektepleri”dir. En çok da kızlar için!

Köy Enstitüleri’nin çanına ot tıkanalı 69 yıl oldu. Şu soruyla kapatalım konuyu:

Her şey bir yana, Köy Enstitüleri dışında hangi okullardan 10-14 yıl içinde bu sayılanların onda biri kadar yazar, şair, ressam, müzisyen çıkmıştır?

CHP’nin onurlu tarihi

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

CHP, 9 Eylül 1923’te kuruldu. CHP’nin kökeni, 7 Eylül 1919’da Sivas Kongresi’nde kurulan ve emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı’nı yürüten Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’dir. İki örgütün de kurucusu ve ilk genel başkanı Mustafa Kemal Atatürk’tür.

TBMM 23 Nisan 1920’de, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin katkılarıyla da kuruldu. Saltanat, yani padişahlık, 1 Kasım 1922’de TBMM tarafından kaldırıldı.

  • CHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisidir.

Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923’te, CHP’nin kuruluşundan yaklaşık yedi hafta sonra kuruldu.

3 Mart 1924’te Halifeliğin kaldırılması ve bilimsel eğitim sisteminin temeli olan Öğretim Birliği Kanunu’nun kabul edilmesi, CHP’nin öncülüğünde gerçekleşti.

Kadının ve erkeğin hukuk önünde eşit kılınması dahil, birçok özgürlüğün hukuk tarafından güvence altına alınmasını sağlayan Medeni Kanun, 17 Şubat 1926’da CHP’nin öncülüğünde kabul edildi. (AS: 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girdi..)

CHP 15 Ekim 1927’deki Kurultay’da,

  • Cumhuriyetçilik
  • Halkçılık
  • Laiklik
  • Milliyetçilik

ilkelerini, 10 Mayıs 1931’deki Kurultay’da,

  • Devletçilik
  • Devrimcilik

ilkelerini, parti programındaki temel ilkeleri olarak kabul etti.

Devletin dini İslamdır ifadesi 10 Nisan 1928’de, CHP’nin öncülüğünde anayasadan çıkarıldı ve böylece devletin dinselleşmesinin önlenmesi, laikliğin uygulanması ve din konusunun vatandaşların özgür iradesine bırakılması yolunda bir adım daha atıldı.

5 Aralık 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı, CHP’nin öncülüğünde tanındı.

5 Şubat 1937’de laiklik ilkesi, CHP’nin öncülüğünde anayasa maddesi haline geldi.
***
1920’li, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda, köylünün ve çiftçinin toprak sahibi olmasını sağlayan, toprak reformu olarak da bilinen düzenlemeler, CHP’nin öncülüğünde gerçekleşti.

Halkın eğitimde, teoriyle pratiği (kuram ve uygulamayı) bütünleştirmesini ve köy ilkokullarına öğretmen yetiştirilmesini sağlayan Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940’ta CHP’nin öncülüğünde kuruldu.

Çok partili serbest seçimli sisteme, 14 Mayıs 1950’de CHP’nin öncülüğünde, CHP iktidarında geçildi.

14 Ocak 1959’da CHP Kurultayı’nda kabul edilen İlk Hedefler Beyannamesi ile kişi hak ve özgürlükleri konusundaki temel ilkeler geliştirildi. Bunlar, Türkiye’nin en özgürlükçü anayasası olarak bilinen 27 Mayıs 1961 Anayasası’nda yer aldı.

CHP, 29 Temmuz 1965’te ortanın solunda yer aldığını, devletçilik ve halkçılık ilkelerinin ortanın solu anlamına geldiğini açıkladı.

CHP 27 Kasım 1976’daki Kurultay’da demokratik sol ve sosyal demokrat ilkeleri de parti programına ekledi ve Sosyalist Enternasyonel’e üye oldu.
***

  • CHP, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki statükoyu, yani monarşiyi, teokrasiyi
    ve feodalizmi yıkan, devrimci bir partidir.

CHP aynı zamanda, kapitalizmin yol açtığı ekonomik ve sosyal adaletsizlikleri asgari düzeye çekmek için mücadele veren merkez sol bir partidir.

CHP, çok partili serbest seçimli düzene geçildikten sonra, 1950’li, 1960’lı ve 1970’li yıllarda, kimi seçimleri yitirmiş olsa da, 1992’den sonra aldığı oyların çok üzerinde oy alan bir siyasal partidir. CHP 1950 seçimlerinde % 39, 1954 seçimlerinde % 35, 1957 seçimlerinde % 41, 1961 seçimlerinde % 37, 1973 seçimlerinde % 33, 1977 seçimlerinde % 41 oy almıştır.

CHP 1992 yılında yeniden açıldığından beri, %26’nın üzerine çıkamamıştır!

AKP iktidarının, CHP’nin tarihine yönelik iftiralarla ve yalanlarla seçim kampanyası yürütme hazırlıkları yaptığı bir dönemde, CHP yönetiminin ve CHP üyelerinin, bu olguların ışığında hareket etmesi gerekir.

CHP, AKP’nin gölgesinde siyaset yaparak, İslamcıların, neoliberallerin ve ikinci cumhuriyetçilerin söylemleri üzerinden, kendi tarihini çarpıtarak ve inkâr ederek (yadsıyarak) seçim kazanamaz.

CHP yönetimi, örgütünü harekete geçirmek, seçmen tabanının başka partilere kaymasını önlemek ve oyunu daha da yükseltmek istiyorsa; tarihine, kurumsal kimliğine, ilkelerine sahip çıkmalıdır, halka gerçekleri anlatmalıdır.

Günümüzdeki başarısızlıkların üzeri, geçmişteki başarılar yok sayılarak örtülemez.

Cumhuriyetin 100 Yaşında, Yaşa Mustafa Kemal Paşa!

Dostlar,

Bu gün, ADD web TV’de (Youtube ortamında yayın yapan), ADD Bilim Kurulu Başkanı Sn. Prof. Dr. D. Ali ERCAN ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Söyleşimizin başlığı ya da konusu,

Cumhuriyetin 100 Yaşında; Yaşa Mustafa Kemal Paşa!

idi.. 1 saat 12 dakika süreyle Prof. Ercan ile karşılıklı söyleşimizde;

Mustafa Kemal Paşa‘nın Türkiye Cumhuriyeti’ni hangi olağanüstü zor koşullarda kurduğunu,
– 15 yıl gibi çok kısa sürede inanılmaz Devrimleri nasıl bir azim ve kararlılıkla yaşama geçirdiğini
– Osmanlı’dan devralınan enkazı, örneğin belimizi büken borçları (ödenmesi 1954’te bitti!)
– Devrimleri kurumlaştırmak için atılan somut adımları : Halkevleri, Halkodaları, THK, TDK, TTK, MTA, Köy Enstitüleri, Etibank, İş Bankası, Ankara Hukuk Mektebi, İstanbul Üniversitesi, Şeker Fabrikaları, Osmanlı’nın sattığı 4 bin km Demiryollarının millileştirilip devletleştirilmesini ve kol gücüyle binlerce km eklenmesini, 15 yılda ortalama %6,6 ekonomik büyümeyi, dışarıdan hiç borç alınmamasını, bütçe denkliğini, güzel sanatlara ve ulusal eğitime yapılan yatırımları, dünyanın Türk devrimini örnek almasını…..

  • Günümüzdeki Cumhuriyet karşıtı siyasal kadroların ülkeyi sürüklediği ağır bunalımı
  • Bu kuşatmadan nasıl çıkılabileceğini..
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk seçimde AKP ayracını (parantezini) kapatarak çağdaş uygarlık yolunda sonsuza de ilerleyeceğini, şan – şeref – onurla – başı dik yaşatılacağını.. konuştuk..

Cumhuriyetin 100 Yaşında; Yaşa Mustafa Kemal Paşa!

diye bağladık.

İzlenmesini, paylaşılmasını ve gereklerinin yapılmasını diliyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 10 Kasım 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Dil Devrimi ve sanatımızın gelişimi

Şair yazar Günay Güner: - Antakya GazetesiGünay GÜNER
İSMAİL HAKKI TONGUÇ BELGELİĞİ VAKFI ÜYESİ

27 Eylül 2022, Cumhuriyet

Cumhuriyetimizin başat dayanaklarından biri Dil Devrimi’dir. Dünya tarihi incelendiğinde görülür ki en zor başarılabilecek bir devrimdir. Ulusun yazdığı abeceyi, kullandığı sözcükleri değiştiriyorsunuz. Başarının altında ulusun özdilini yazın alanına taşımak, yüceltmek yatar. Altı yüzyıl horlanmış, aşağılanmış Türkçeye, hak ettiği saygınlığı kazandırılmıştır. Devrimin, sömürülen sınıflarca coşkuyla, sömürücü sınıflarca ise nasıl tepkiyle karşılandığı açıkça görülür.

OKURYAZARLIK ARTTI

Atatürk’ün isteğiyle 12 Temmuz 1932’de kurulan Türk Dil Kurumu, dolaylı da olsa kapatıldığı 1980 darbesine kadar eşsiz değerde çalışmalar yapmıştır. TDK tarafından 12 cilt Derleme Sözlüğü, 8 cilt Tarama Sözlüğü yayımlanmış, Türkçenin çağrışım yüklü sözcükleri yazılı kültüre kazandırılmıştır. Atatürk, tarih ve dil kurumlarının özgürlük ortamında çalışabilmeleri amacıyla dernek yapısında kurmuştur. TDK’nin kurulmasından hemen sonra, 26 Eylül 1932’de, Dolmabahçe’de ilk Türk Dili Kurultayı yapıldı. Atatürk, on gün süren kurultayı büyük bir dikkatle izledi; yaşamı boyunca Türkçenin doğru işlenmesi konusundaki çalışmalarını aynı kararlılıkla sürdürdü. Yazdığı Geometri adlı kitapta türettiği sözcüklerin tümü ulusun gönlünde yer etmiştir ki bu benzersiz bir başarıdır. Ayrıca geçen zaman, Atatürk’ün kuramsal yaklaşımını da doğrulamaktadır.

Türk Devrimi, aydın gözüküp ulusun kafasını karıştırmaktan medet umanlara bırakılmayacak kadar değerlidir. Dil Devrimi’nin temeli Mustafa Kemal ile Agop Dilaçar’ın yıllar önce cephede karşılaşıp görüşmelerine dek dayanır. 1 Kasım 1928’de Latin abecesinin benimsenmesiyle Türkçenin yapısına uygun yazı ortamına ulaşılmıştır. Osmanlı’dan yaklaşık %7 oranında alınan okuryazarlık (ki buna salt okurluk demek daha doğru) aşama aşama hızla yükseldi. Yeni abece, Batı’nın eleştirel, bilimsel dünyasıyla ilişki kurmamızı sağladı; bu yönde gelişen bir insan yapısı yetişmeye başladı.

Osmanlı’nın son döneminde dil, yazım, edebiyat, sanat alanlarında arayışlar yoğunlaşsa da doğru düşünceler üzerine eylemler Cumhuriyetin, özellikle laiklik ilkesinin sonucudur. Devasa atılımlar kısa süre içinde gerçek kılınmıştır. Yazın akımları doğmuş, nitelikli düşünceler geliştirilmiştir. Garip, ilk şiir akımımızdır; kurucuları yetkin ozanlarımız Melih Cevdet Anday, Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat’tır. Garip akımı ilk olduğundan, Muzaffer Erdost’un adını koyduğu ve Cemal Süreya, İlhan Berk, Ece Ayhan, Turgut Uyar gibi usta adlarda belirginleşen akım İkinci Yeni’dir. Ceyhun Atuf Kansu Bağımsızlık Savaşımızı, yoksulları, çocukları, şiirle, öyküyle, düşün yazılarıyla destanlaştırmıştır. Birbirinden varsıl romanlar, öyküler, oyunlar sökün etmiştir.

Köy Enstitülerinin yetiştirdiği yüzün üzerinde yazar, toplumcu gerçekçi anlayışı yazınımıza sokmuştur. Resim, yontu gibi sanat alanlarının hızla gelişmesi de bir yanıyla Dil Devrimi’yle ilgilidir.

  • Dil, düşüncenin evidir.

Bilgi, düşünce sevgisi halka yayıldıkça, halk özgürleştikçe görsel sanatlar olumlu biçimde etkilenmiştir. Oyun sanatındaki ilerleme olağanüstüdür.

Dil Bayramımız kutlu olsun!

Eğitimin hedefi ne olmalı? 

PROF. DR. ULAŞ KAPLAN
LESLEY ÜNİVERSİTESİ

24 Eylül 2022, Cumhuriyet

 

Düşüncesi özgür, vicdanı özgür nesiller (kuşaklar) yetiştirmekten giderek uzaklaşan Türk eğitimi Cumhuriyetin 100. yılına doğru dönüm noktasındadır. Emperyalizm güdümlü dinciliğin hipnozu altındaki kitlelerin, yavaşça kaynayan sudaki kurbağa misali (örneği), tehlikenin farkında olmaları beklenemezdi.

Sonuç olarak eksik yetişen nesiller (kuşaklar) çağın gerisinde kalarak heba olmaktadır. İnsan kaynağının bu talanı ülkenin gönencini ve egemenliğini tehlikeye atan bir ulusal güvenlik riskidir. Karşı çıkmak yetmez; yeni bir vizyon gerekir.

Eğitimin hedefi ne olmalıdır?

Üç ayrı yaklaşım vardır:

Romantik yaklaşımda doğuştan gelen olumlu niteliklere serbestlik tanınır. İnsan müdahaleden uzak kalmalıdır ki iyi hissetsin ve içindeki cevher ortaya çıksın. Gölge etme başka ihsan istemez!

Kültürel aktarım yaklaşımı topluma uyumlu “piyasa insanı” yetiştirmeye odaklanır. İnsan aklı, malzemeyi alacak boş kaptır; çocuk makinedir. Romantik yaklaşımda ise çocuk üzerine titreyeceğiniz bitkidir, çiçektir.

Gelişimsel yaklaşıma göre çocuk sanatçıdır, filozoftur, bilim insanıdır, emekçidir. Bilimsel veriler ve felsefi idealler doğrultusunda bireylerin mümkün (olanaklı) olan en üst gelişim düzeylerine erişmesi hedeflenir. Atatürk’ün davetiyle (çağrısıyla) 1924’te Türkiye’ye gelen John Dewey’nin gelişimci felsefesinde eğitim hayat (yaşam) becerileriyle, üretimle, yörenin ve toplumun kalkınmasıyla bütünleşmiştir ki Köy Enstitüleri bu anlayışı yansıtır.

İÇSEL YETERLİK

Gelişimsel yaklaşımda ruhsal sağlamlığın artması amaçlanırken, gelişim bireyin iç dünyasındaki yeterlik temelinde tanımlanır. Ebeveynin (anababanın) ve eğitimcinin etkin rolü, gerekli yetkinlik ve becerileri geliştirebilmesi için çocuğa uygun olanakları, zorlu fırsatları ve desteği hazırlayıp sunmaktır. Bu vizyonla uyumlu olarak Çiğdem Kağıtçıbaşı iki gelişimsel sentez önermişti:

(a) özerkliğin ve bağlılığın sentezi olan özerk-bağlı benlik,
(b) sosyal zekâ ile bilişsel gelişimin sentezi olan sosyal-bilişsel yetkinlik.

Okul öncesinden başlayarak her aşamada eğitim sistemi bu iki sentezin (bireşimin) gelişimine göre yeniden yapılandırılmalıdır.

GÖREV BİLİNCİ

Gelişimci yaklaşımın esin kaynaklarından Immanuel Kant’a göre “Saf görev fikri” ve “göreve saygı” güdüsü “insan kalbi üzerinde diğer tüm teşviklerden daha güçlü bir etkiye sahiptir”. Görev bilinciyle yaşayan kişi için yaşam görevlerini yerine getirmek başlı başına anlam ve huzur kaynağıdır. Günlük yaşantıdaki irili ufaklı görevlerin yanı sıra, yaşam boyu her gelişim dönemine özgü görevler vardır.

Görev hissi ansızın doğup, bireyi kendi çıkarları pahasına eyleme yöneltebilir. Bu hissin kalıcı bilince dönüşmesi ise bir süreçtir. Görevi benimsediği ölçüde insan, etkinliği görev olduğu için yerine getirir, ödül ya da cezaya bağımlı kalmadan… Görev odaklı bu içsel güdülenme işin kalitesine (niteliğine) yansımakla kalmaz, bireyin esenliği ve yaratıcılığı üzerinde belirleyicidir.

  • Ailede, okulda ve çalışma hayatında (yaşamında) eğitimin öncelikli hedeflerinden biri,
    görev bilincinin gelişimi olmalıdır.

Bunun için gerekli destek ortamının nitelikleri Kağıtçıbaşı’nın iki sentezinde bulunabilir.

Köy Enstitülerini John Dewey mi önerdi?

Cengiz ÖKSÜZ
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği İstanbul Şb. Bşk. 

Cumhuriyet, 17 Nisan 2022

Köy Enstitülerinde uygulanan eğitim, toplumda giderek daha çok ilgi görüyor. Bu, iyidir; ancak Köy Enstitüleriyle ilgili doğru olmayan bilgilerin yayılmasının da önüne geçmek gerekir.

Köy Enstitülerini kurma düşüncesi kimin? “Bu okulları Amerikalı eğitimci John Dewey önerdi” diyenler olduğu gibi, “Bu tip okullar Bulgaristan’da vardı; İsmail Hakkı Bulgaristan’dan geldiği için, orada gördüklerini Türkiye’de uyguladı” diyenler de var.

TONGUÇ’UN YOLU

İsmail Hakkı Tonguç’un yaşamöyküsü iyi bilinmeden Köy Enstitülerinin kuruluş süreci de iyi bilinemez.

İsmail Hakkı, İstanbul Öğretmen Okulu’ndan 1918’de mezun oluyor. Eylül ayında bir grup arkadaşıyla Almanya’ya gönderiliyor. Öğrenciler Almanya’daki karışıklıktan dolayı 19 Mayıs 1919 tarihinde ülkeye dönüyorlar. Dönüşte Eskişehir Öğretmen Okulu’na atanıyor. Eskişehir işgal edilince arkadaşlarıyla Ankara’ya geliyor.

Ankara hükümeti onu (AS: O’nu) yeniden Almanya’ya gönderiyor (10.07.1921). 30.06.1922’de yurda dönüyor. İsmail Hakkı iyi derecede Almanca biliyor ve başta eğitbilim kitapları olmak üzere tarih, toplumbilim, felsefe, coğrafya ve biyoloji alanında yazılmış kitaplarla geliyor.

Konya, Adana, Ankara öğretmen okullarında görevlendiriliyor.

1925’te yeniden Avrupa’ya gönderiliyor.

11.03.1926 tarihinde Okul Müzesi Müdürlüğü’ne atanıyor. Bir süre sonra bu görevinin yanında Bakanlık Yapı İşleri Komisyonu’nda da görevlendiriliyor.

ÖNEMLİ ÇEVİRİLER

Bakanlık, ders araç ve gereçlerinin alımı için onu bir kez daha Avrupa’ya gönderiyor (1.10.1929). İsmail Hakkı, bu görev gezisinden de daha öncekilerde olduğu gibi bir yığın kitapla dönüyor.

31.12.1929’da Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nün kurulması görevi de kendisine veriliyor. 1934-1935 eğitim öğretim yılında da Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü’ne atanıyor.

Tonguç, ülkemizin ünlü eğitimcilerini inceler. Dewey, Pestalozzi, Kerschensteiner gibi önde gelen yabancı eğitimcileri de yakından izler. Onlardan çeviriler yapar ve yayımlar.

YILLAR SÜREN HAZIRLIK

Tonguç, yabancı eğitimbilimcilerin kendi ülkelerinin gelişkinlik durumlarına göre eğitimi planladıklarını anlar. 1930’lar Türkiyesi’nin köyünde doğru dürüst ne ziraat aracı ne de teknoloji vardır. Gelişmiş kapitalist ülkelerin gereksindiği insan ile Türkiye’nin gereksindiği insan aynı değildir. Köye yönelik planlanacak eğitim, yalnız “okumaz yazmazlığı” yenmek için değil, köye öğretmen dışında yararlı eleman yetiştirmek için olmalıdır.

“İş ve Meslek Eğitimi”  ile “Canlandırılacak Köy” kitaplarını okumak bile Tonguç’un iş eğitimi konusunda yıllardır nasıl hazırlandığını anlamaya yeter.

KURSLAR, EĞİTİMLER, ENSTİTÜLER

CHP’nin 4. kurultayı 1935’te yapılır. Bu kurultayda köy eğitimi konusu gündemin en önemli maddesidir. Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne atar. Tonguç kısa süre içinde köy eğitimiyle ilgili raporu yazar. Bu raporu Atatürk, İnönü, Arıkan bir gece sabaha dek inceler ve raporun uygulanmasını isterler.

1936 yılının temmuz ayında ilk eğitmen kursu açılır ve daha sonra da arkası gelir.

İsmail Hakkı Tonguç incelemelerde bulunmak üzere 1938’de bir kez daha Avrupa’ya gider.

Köy Enstitüleri kuruluşları tamamlanmadan kapatılmıştır. 1943 programı 1947’de kaldırılmıştır. Buna karşın Tonguç’un uyguladığı “iş içinde, iş aracılığıyla, iş için özgün eğitim anlayışı” dünya eğitim tarihinde hak ettiği yeri almıştır.

  • Köy Enstitülerinin kuramcısı ve uygulayıcısı Tonguç’tur;
  • Köy Enstitüleri özgün eğitim kurumlarıdır.
  • Hasan Ali Yücel’in dediği gibi, Köy Enstitüleri bizimdir.

Yarın 23 Nisan!

Hikmet Altınkaynak

Geçen cumartesi Köy Enstitülerinin kuruluşunun 81. yıldönümü kutlandı. Gazetemizin “Olaylar  ve Görüşler” sayfasında da bu konuyu Mustafa Gazalcı, Erdal Atıcı, Hadi Olcay Taşlı, Hilmi Taşkın, aydınlatıcı yazılarıyla ele aldılar, okumuşsunuzdur. Ellerine, yüreklerine sağlık. (Kutlama bu gün de Cumhuriyet Kitap’ta var.)

Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı, yazar Erdal Atıcı’nın yazısı birinci sayfadan “79 yıllık fotoğrafın hikâyesi” başlığıyla öne çıkıyordu. Çünkü Enstitü tarihinde çok önemli bir belgeydi. Atıcı’nın aktardığı fotoğraf ve anlattığı hikâye de Köy Enstitülerinin önemini canlı tanıklarıyla, görsel olarak da gündeme taşıyordu. Çok sevdim.

Bu fotoğraf, 17 Nisan 1942’de Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde öğrenci Aşir Bölük tarafından çekilmiş. Fotoğrafta kutlama için Enstitüye gelen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ile okul müdürü Hürrem Arman var. Fotoğrafı çekenin kardeşi, 13 yaşındaki Meliha Bölük, konuklar için yazdığı şiiri defterinden okuyor. Her iki kardeş de yıllarca öğretmenlik yapmışlar, ikisi de 90’ı aşan yaşta, yaşıyorlar.

İşte bu fotoğrafın/hikâyenin ortaya koyduğu gerçek eğitime, kız öğrencilere, sanata, edebiyata, kültüre önem veren bir anlayışın öğrenciden cumhurbaşkanına kadar içtenlikli/yücegönüllü tablosuydu, Cumhuriyet yönetiminin başarısıydı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün mucizesiydi…

Hasan Âli Yücel

Cumhuriyet yönetiminin efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel şairdi, yazardı, dilciydi, eğitimciydi, felsefe öğretmeniydi. Alev Coşkun’un bir kitabına verdiği adla “Aydınlanmanın Devrimcisi”ydi.

Yücel, Köy Enstitülerini kuran Bakandı. Atatürk’ün yaptığı devrimlerin kökleşmesini, kurumsallaşmasını sağlamak için uğraştı. Eğitimde, üniversitede reformun, “Anadolu  Rönesansı” nın mimarıydı.

  • Dünya klasiklerini Türkçeye kazandırandı.
  • Türkiye O’nun çabalarıyla UNESCO’ya üye oldu.

Yarın kutlayacağımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için “23 Nisan” şiirini yazandı:

Yirmi üç Nisan…
Yurdu koruyan
Yarını kuran
Sen ol çocuğum!..

Eskiyi unut,
Yeni yolu tut.
Türklüğe umut
Sen ol çocuğum!..

Bizi Kurtaran
Öndere inan.
Sözünü tutan
Sen ol çocuğum!..

Küçücüksün bugün,
Yarın büyürsün.
Her işte üstün
Sen ol çocuğum!..

Çalışıp öğren;
Her şeyi bilen,
Yurduna güven
Sen ol çocuğum!”

TBMM’nin açılışı

  • TBMM, 23 Nisan 1920’de, 101 yıl önce Milli Mücadele sırasında açıldı ve babadan oğula geçen 700 yıllık Osmanlı hanedanlığı, tarih sahnesinden silindi.

Ardından 29 Ekim 1923’te “Cumhuriyet” ilan edildi ve TBMM ilk cumhurbaşkanı olarak Mustafa Kemal Atatürk’ü seçti. Böylece,

  • 23 Nisan hem ulusal egemenliğin tek kişiden millete geçmesinin hem de yıllardır savaş yüzünden kimsesiz kalan çocuklarımızın bayramı oldu.

Cumhuriyet, henüz ilan edilmeden Mustafa Kemal, 2 Kasım 1922’de Petit Parisien muhabirine “Yeni Türkiye’nin Eski Türkiye ile hiçbir alakası yoktur. Osmanlı hükümeti tarihe geçmiştir. Şimdi yeni bir Türkiye doğmuştur” demecini verdi. (Atatürk, Söylev ve Demeçler, c.3, s 50-51, TTK Yayınları, 1954)

Bir yıl sonra, 17 Şubat 1923’te de İzmir İktisat Kongresi’ni açarken Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopuşu şu sözlerle açıkladı:

  • “…Teşkilat-ı Esasiye Kanunu da Osmanlı İmparatorluğu’nun, Osmanlı devletinin öldüğünü idrak ve ifade eden ve onun yerine yeni Türkiye Devleti’nin kaim olduğunu ilan eyleyen bir kanundur ve bu devletin hayatının bilakaydüşart hâkimiyetin milletin uhdesinde kalmasiyle mümkün olacağını ifade eden bir kanundur.” (Atatürk, Söylev ve Demeçleri C.2, s.106, 1952)

Ama hâlâ Osmanlı Devleti’nin öldüğüne inanmayan, dogmatik uykusunda uyuyanlar var!?

Bir de şimdi Söylev’i (Nutuk) yasaklama cüreti gösterenler çıktı! Tam bir kâbus!

İşte bu bayram, ulusal egemenliğin tek kişinin değil milletin olduğunu belgeleyen bir bayram.

İşte bu bayram, çocukların geleceğimiz demek olduğunu, onlara verilen değeri gösteren bir bayram.

Hangi ülkenin böylesine güzel, bir günde yaşadığı çifte bir bayramı var ki?

Bayramımız hepimize kutlu olsun!