Etiket arşivi: kitle bağışıklığı

Salgında yeni moda: Yerinden yönetim mi, kuralsız yönetim mi?

Salgında yeni moda:
Yerinden yönetim mi, kuralsız yönetim mi?

Salgın yönetiminde yeni yıldızımız yerinden yönetim. Kulağa hoş geliyor ama uygulama keyfi yönetimden ibaret. Üstelik salgın yönetimi yine sonunda merkezin keyfine kalıyor.

SOL – SAĞLIK, 03.03.2021

https://sol.org.tr/haber/salginda-yeni-moda-yerinden-yonetim-mi-kuralsiz-yonetim-mi-27191 

Buna göre salgın hastalıkla mücadelede alınması gereken kararlar valilik düzeyinde oluşturulacak kurula bırakılacak. İl düzeyinde tespit edilen yüz bin kişide görülen vaka sayısına göre önlemler artırılabilecek ya da gevşetilebilecekti.

İlk elden çok da uygunsuz olmayacağı düşünülen bu karar ülkemiz için birden fazla çelişkiyi içinde barındırıyor. Zaten bu çelişkiler nedeniyle 1 Mart’ta okulların ve esnafın ne olacağını yine merkezi sistem belirlemek zorunda kaldı.

1 Mart’ta ne oldu?

Açılacağı ilan edilen okulların ve ne olacağı belirsiz olan kafe, restoran gibi yerler hakkındaki karar Bakanlar Kurulu’na devredildi. İşleyiş Cumhurbaşkanı tarafından açıklandı. Kararlar artık biliniyor. Kısaca iller bir risk kategorisine ayrılıyor ve buna göre alınacak önlemler belirleniyor. Bundan sonra haftalık oluşan vaka sayısına göre il idareleri inisiyatif alacak. 1 Mart’ta neden yapılamadığını ise bilemiyoruz.

Yerelden yönetim işleyişi uygun mu?

Aslına bakılacak olursa çağrıştırdığı siyasi anlam bir yana tüm ülkeye yayılmış bir salgın hastalıkta bölgesel karar almak akla oldukça uygun. Örneğin interneti olmayan hatta tek bir vaka bile görülmeyen köy okullarının kapalı kalmasının bir izahı yok. Ya da kitle bağışıklığı gelişmiş yerlerde sosyal alanların kapalı olmasının…

Bu kararlar bölgesel olarak, ilden köylere kadar değişik düzeylerde alınabilir.

Kararların işlevsel olması için gerekli uygulama ortada yok

Öte yandan, bölgeler kendi dinamikleri çerçevesinde karar alacaksa bu bölgeler arasında geçiş de kontrollü olmak zorunda. Yoksa risk haritalandırması yapmanın bir anlamı yok. Hatta yüksek riskli bölgelerden düşük riskli bölgelere doğru haliyle bir akış beklenebilir. Bunun için iller arası seyahatin yasaklanması alınacak tek, zorunlu karar değil. En başından beri her düzeyde gerekli olan filyasyon çalışmaları ile kontrollü bir biçimde geçişler mümkün. Bunun yapılmadığı yerde sistemin sağlıklı işlemesi olanaksız.

Oluşturulan risk haritası gerçeği yansıtıyor mu?

Salgının ilk gününden itibaren gizlenen vakalar, eksik sunulan sayılar, alınmayan zorunlu önlemler veya alınan keyfi kısıtlamalar haliyle bir güven sorunu yaratıyor. Türkiye’de salgının en başından beri test yapma kriterlerinin tartışmalı olduğu ve yeterince yapılmadığı da bir gerçek. Hele sağlıkta eşitsizliğin ampirik verilerle dahi gözlenebildiği ülkemizde yetersiz yerel olanakların sonuçlarıyla hareket edilmesi haliyle güvensizlik yaratıyor. Düşük riskli illerin sayıları gerçeği yansıtıyorsa, başarının ardındaki nedeni bulmak için bile bir açıklamaya ihtiyaç var. Aynısı yüksek riskli yerler için de geçerli. Vaka sayısındaki artışın sebebinin AKP kongreleri olup olmadığının açıklanması sadece siyasi değil aynı zamanda salgın yönetiminde bilimsel bir  zorunluluk. 

Yerinden hangi kurul yönetecek?

Salgın dönemi boyunca vali, kaymakam, belediye başkanı gibi yerel idarecilerin aldıkları kararlardan çok “denetçilik” eylemlerine tanık olduk. Sokakta yürüyen vatandaşlara mesafe komutu veren de vardı; dönerciyi azarlayan da. “Sağlıkçılara barınma olanağı sunduk kıymetini bilmediler, birbirlerine hastalık bulaştırdılar” diyen de… Bakanın kalabalık cenazelerde poz verip özürle geçiştirdiği, iktidar partisinin “dudak dudağa” kongrelerine göz yuman bir merkezi anlayışın yerel unsurlarından başarı beklemenin yersiz olacağı açık. Ancak dediğimiz gibi yerele gelmeden, var olan sorunlar çözülmeden atılacak adımların potansiyeli de sınırlıdır.

Ayrıntılarına dair resmi bir açıklama yapılmayan yerinden yönetime dair bilgilerimiz basın organlarına verilen mülakatlar düzeyinde kalıyor. Anladığımız İl Pandemi Kurullarının ya da İl Hıfzıssıhha Meclislerinin süreci yönetecek kurumlar olacağı yönünde.

İl (AS: Umumi) Hıfzıssıhha Kanunu 1930 yılında ülkede görülen salgın hastalıklarla mücadele için oluşturulmuş bir kanun. İşleyiş mantığı oldukça güncel ve koruyucu halk sağlığı tedbirlerinin süreklileştirilmesi için yapılacak idari düzenlemeleri açıklıyor. 23. maddesinde açıklanan İl Hıfzıssıhha Meclislerinin birleşimi ise dönemin olanakları ile sınırlı kalmış. Hastane baştabibi, hükümet tabibi, serbest sanat icra eden bir tabip, bir eczacı gibi asil (AS: asıl) üyeler var. Döneminde zaten birden fazla olması mucize olan üyelerin bugün kim olacağına siyasi iktidarın yönetim anlayışı karar veriyor. Eğer kaldıysa AKP politikalarına mesafeli hastane veya tıp fakültesi yöneticilerinin yer bulması günümüz koşullarında sürpriz olur. Tabip Odası, sendika veya ilgili dernek yöneticilerinin ise katılma taleplerinin bir karşılığı olmadığı da biliniyor.

İl Pandemi Kurulları da bu salgın döneminde geliştirilen bir araç olup il vali veya yardımcılarının başkanlık ettiği sağlık, emniyet, orman vb. müdürlüklerin yöneticilerinin bileşimini oluşturduğu yapılar. Kendilerini illerde yapılacak hak arama mücadelelerine getirdikleri yasaklamalarla hatırlayabiliriz.

Yine çeşitli sağlık meslek örgütleri yöneticilerince verilen mülakatlarda yerel sağlık meclislerinin oluşum ve işleyişinin demokratik olmadığı, alınan kararların merkezi iktidarınkileri onaylamaktan başka bir işe yaramadığı, yönetimde özellikle sunulan verilerde şeffaflık sağlanmadıkça işleyişin olumsuz sonuçları olacağı belirtiliyor.

Normalleşme, okulların açılması ve yerinden yönetimin sonuçları ne olur?

En başından itibaren salgını tamamen ortadan kaldırmak yerine hastanelerin yükünü sınırlama üzerinden kurulan salgın yönetimi anlayışına tanık olduk. Bu yüzden dalgalanan bir seyir izleyen salgının bundan sonra yükselme eğilimine girse dahi neden girdiğini anlayabilmemizi sağlayacak verilere ulaşamayacağımız açık.

Ancak unutmayalım ki belli bir biyolojik sürece işaret eden viral salgın hastalıklar kötü yönetimlere rağmen bir “felakete” gitmek zorunda değil. Diğer yandan en başından alınacak koruyucu halk sağlığı önlemleri ile kurutabileceğimiz, ölümcül sonuçları olan bir hastalıkla geçirdiğimiz her gün toplum açısından bir “felaket”.

Hangisini hissettiğimiz, süreci dönüştürmek üzere aldığımız sorumluluğa bağlı olarak değişecektir.

TELE1 Programımız – 07 Şubat 2021

Dostlar,

Dün, 06 Şubat 2021 günü akşam 19:00’da haber bülteni içinde TELE1‘in konuğu olduk.

Sayın B. Begüm AYDOĞAN’ın sorularını yanıtladık (yaklaşık 15 dk.)

Birçok bakımdan zordayız…
Aşı çok kıt, parça parça geliyor. Öngörülen 50 milyon doza erişim çok sarkacak korkarız; dahası, belirsizlik egemen.. Türkiye’nin yaklaşık 150 milyon doz aşı gereksinimi var!

Çin ile yapılan anlaşmanın içeriğini, Reis Hazretleri = AKP halktan gizliyor.. oysa bizim  vergilerimizle bu ödeme yapılıyor. Hiçbir demokratik ülkede hayal bile edilemeyecek bir karartma sürdürülüyor ısrar ve inatla. Örn. 1 doz aşı kaç Dolar? Swap anlaşması mı yapıldı? Aşı sağlama (tedarik) aksarsa bir giderim (tazminat) hükmü var mı sözleşmede?? AKP = RTE ödemeyi düzenli yap(a)madığı için mi aşılar zamanında ve yeterli yollanmıyor?? Bu anlaşma hemen kamuoyuna açıklanmalı eğer iktidarın gocunacak yanı yok ise..
***

  • Damla damla da olsa gelen aşılar gerekli hızla yapıl(a)mıyor! Çıldırmamak elde değil!

TV’lerden aşıya çağrı duyuruları yok.. Hiçbir ek aşılama hazırlığı yok. Aile hekimlikleri ve hastanelere yıkıldı yük ve 14 Ocak’tan bu güne, 6 Şubat’a dek 24 günde ortalama 110 bin doz / gün uygulama yapılabildi. Oysa bunun en az 10 katına erişmeliyiz. Bu hızla gidersek her ay yaklaşık 3,3 milyon kişiyi aşılayabiliriz. 0-18 yaş arası 20 milyon nüfusu düşersek, 2,5 milyon da hastalığı geçiren, bir miktar aşılanması uygun bulunmayanları… çıkarırsak, en az 65-66 milyonluk bir kitleyi 66/3,3=20 ayda ancak aşılayabiliriz! Bu durum kabul edilemez ve salgın da asla bastırılamaz. Bu yaz da turizm sezonu yitirilirse, akçalı (mali) yükü belimizi büker.
Üstelik bu hesap tek doz için yapıldı. 4 hafta ara ile 2 doz gerekli… bu hesap tutmaz, işlemez.

  • İVEDİLİKLE, seferberlik koşullarında yaygın – hızlı aşı yapılması sağlanmalıdır.
  • Okulların açılması akıldan geçiriliyorsa, 1 milyonu aşkın öğretmen ve öbür okul çalışanları, servis çalışanları… öncelikli aşılama dilimine alınmalıdır. Bu kesim sayıca rahatlıkla 2 milyona yakındır ve bu hafta aşılanıp bitirilse (!!??), 4 hafta sonra 2. dozu alsalar, bu tarihi izleyen 10-15 sonra ancak %50’si bağışık olabileceğinden (bizde uygulanan Çin kökenli aşının etkinliği %50,65!), en iyimser Mart sonunda erişilebilecek en yüksek kitle bağışıklığına ulaşılabilir. Bu oranın en ideal ve hızlı koşullarda ve Mart sonunda, %50 olabileceğini akıldan çıkarmadan OKULLARIN AÇILMASINI tartışabiliriz ancak.. Başka koşullar da var elbette..
  • Unutulmasın, 0-18 yaş dilimine elde aşı yok ve bu kesim en bulaştırıcı olanlar; ayakta, sessiz – belirtisiz geçiriyorlar KOVİT-19‘u ama bulaştırıcılar, hastalığı ev-okul ekseninde yaymaktalar!

Bir başka olgu, toplum bağışıklığı hesapları alt üst olmuştur. Sağlık Bakanlığının politik kaygılarla, denetleyemediği salgında “aşılamaya geçiyoruz” algı yönetimi ile Bilim Kurulunu etik ve bilim dışı biçimde zorlamasıyla açıklanan %91,25 etkinlik oranı, SİNOVAC firmasının resmi açıklaması ile suya düşmüştür; zaten bilimsel olarak YOK HÜKMÜNDE idi!. Resmi etkinlik oranı %50,65’tir. Yukarıda da açıkladığımız üzere, 90 milyona yakın insanın yaşadığı Türkiye’de hedef kitle 70 milyondur ve en ideal koşullarda, büyük bir hızla, 2’şer doz aşılama çoooook ütopik beklenti ile Haziran-Temmuz sonunda firesiz gerçekleşse bile (ki bu olanaksız görünüyor!), verili koşullarda (mutant tiplerin hızla yayılması nedeniyle eldeki aşının etkinliği daha da düşmezse!?), sağlanabilecek toplum bağışıklığı oranı 70 m X %50.65 = 35,5 milyon kişi olacaktır ve bu kitle Türkiye nüfusunun 35,5 / 90= %39.4’üdür. Pratik hesapla her 5 kişiden 2’sidir. Bu düzeyde bir toplum bağışıklığı, geçerli koşullarda (dünyada yaygın, Ro >1, mutasyon çok yaygın ve hızlı!) salgını bastırmak için kesin olarak yeterli değildir. Ancak bir miktar yavaşlatılabilir / hafifletilebilir ancak sürer, gider salgın.

Uzayan salgın Endemikleşebilir (yerleşir kalır..)..
Uzayan salgın her an yeni dalgalar doğurabilir..
Uzayan salgın ortamında mutasyon (Evrim!) olasılığı artar. Bu mutasyonların yönü ve sonuçları kestirilemez.. İlaçlara, aşıya, dezenfektanlara, antiseptiklere direnç gelişebilir, daha bulaştırıcı ve öldürücü olabilir..
Uzayan salgın turizm sezonunu öldürür, on milyarlarca Dolar akçalı bedeli belimizi büker..
Uzayan salgın toplum yapısında çok eşitli sosyal, psikolojik, tıbbi, ekonomik…. yıkımlara yol açar… Masum insanlar, önlenebilecek iken ölür; oysa Devletin en temel görevi can güvenliğidir,
……………..
…………………….
***
Görünen o ki, ufukta aşı çeşitlendirmesi olanağı yok gibidir. Egemenler gasp etmişlerdir!
Ancak yeni aşılar geliştirilebilir ve kullanıma girerse, AKP = RTE de bunlara para bulup alabilirse ek seçenekler doğabilir..

  • Türkiye’nin aşı kıtlığından – yoksunluğundan ve doğrudan – dolaylı sonuçlarından hiç kuşkusuz, AKP = RTE doğrudan ve 1. derecede siyaseten ve kamusal olarak sorumludur.

Yerli – Milli aşı yılan öyküsüne dönüşmüş durumda. Onyılların Dünya devi Merck-Sharp& Domes geçtiğimiz ay aşı geliştirmede başarılı olamadığını açıklayarak yarıştan çekildi, antikor kokteylleri üzerinde yoğunlaşacak. Türkiye’nin 8-16 merkezde birden aşı geliştirme gücü yok. Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi korunsa idi bu şansımız olur hatta dışsatım bile yapardık! Dolayısıyla bu Merkez hızla ve Yasa ile özerk bir yapı ile yeniden açılmalıdır.
***
Erdoğan’a çağrı..

Aşı geliştirme sevdasını şu koşullarda erteleyerek, GMP – GLP yeterlikli (uluslararası akredite) yerli / fason ilaç üreticisi kuruluşlarımızda aşı üretimini düşünebiliriz! Erdoğan, Çin ile görüşerek, SİNOVAC lisansı altında bu aşının Türkiye’de de üretimi için öneri götürebilir. Bu durumda aşı sağlama artabilir, hızlanabilir. Ancak öncelikli olarak YAYGIN – HIZLI aşılama altyapısı mutlaka iyileştirilmelidir. DSÖ Başkanı da ilaç üreticilerine aşı üretimini artırmak için destek çağrısı yaptı.

  • 2-4 hafta bir tam kapanma hala zorunludur, kaçınılmazdır ve önlemler asla ölçüsüz, hızla gevşememelidir. Tam kapatma yapmamanın akçalı bedeli, yapmayı çoktaaan katlamıştır.
  • Sosyal Devlet sorumluluğu salgında tam olarak yerine getirilmelidir.

***
Site okurlarımız 15 dakikada bunca konuyu nasıl konuştuğumuzu merak edebilirler.
Doğallıkla, bu yazılı aktarımlarımız, TELE1’de mot a mot (sözcük sözcük) söylediklerimizle eş değil.

Aydınlanma kazanacak.. savaşımı sürdüreceğiz…
Salgını siyaset – siyasiler değil Bilim – Epidemiyoloji ilke ve kuralları yönetmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 07 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Yüzde 25-30 kitle bağışıklığı oluşmuş görünüyor

Bilim Kurulu Üyesi:

%25-30 kitle bağışıklığı oluşmuş görünüyor

Güncelleme notu                                                  :
27 Nisan 2020 sabah 10:32’de Sn. Muharrem Sarıkaya ile yaptığımız görüşmede, sorumuz üzerine, S. Prof. Alpay Azap’ın sözlerini yanlış anladığını söyledi. Alpay hoca COVID19 için tanı testi olan PCR testinin %25-30 yanlış / hatalı sonuç verdiğini söylemiş ama Sarıkaya yazının başlığındaki gibi anlamış her nasılsa.. Bu yazısını geri çektiğini belirtti bize.. Yeni başlık aşağıdaki gibi.. 26.04.2020, saat 02:00’de güncellemiş 21:00’de yayınladığı yazısını. (https://www.haberturk.com/yazarlar/muharrem-sarikaya/2659302-pik-goruldu-egri-yatayda-karari-mayis-sonu-belirler)

Pik görüldü, eğri yatayda… Kararı Mayıs sonu belirler

Ne diyelim, Sarıkaya gibi çoook deneyimli yazrlar da ciddi yanlış anlamalara düşebiliyormuş..

Dr. Ahmet SALTIK (27.04.2020, 16:55)
==========================

Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alpay Azap, sosyal medyada bir hesap tarafından paylaşılan grafik-analizlerin kendi ellerindeki verilerle örtüştüğünü söyledi. Azap ayrıca, Tükiye’de %25-30’luk bir kitle bağışıklığının olduğunu söyledi.

Bilim Kurulu Üyesi: Yüzde 25-30 kitle bağışıklığı oluşmuş görünüyorKoronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alpay Azap, Türkiye’deki koronavirüs rakamlarını günlük olarak analiz ederek paylaşan @lagaribey adlı Twitter kullanıcısının vardığı sonuçlarla kendi ellerindeki verilerin benzeştiğini söyledi. Azap ayrıca, Tükiye’de % 25-30’luk bir kitle bağışıklığının olduğunu söyledi.

Habertürk yazarı Muharrem Sarıkaya, bugünkü yazısında Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alpay Azap’la yaptığı sohbeti yazdı. Yazısında, Azap’ın sohbet sırasında bir Twitter hesabından bahsettiğini belirten Sarıkaya, “Kendilerindeki veriler ile burada yapılan hesaplamaların benzeştiğine dikkat çekti” ifadelerini kullandı. Sarıkaya, yazısının devamında şunları söyledi:
“Matematiksel modellemede hem lojistik hem de SIR yönteminin kullanan @lagaribey isimli sitenin yayınlarına dikkat çekti. Belirli bir eğilimin yakalandığını, en küçük bir gevşetmenin ikinci bir dalgaya yol açabileceğini belirtip uyarısını da yaptı:
‘Her şey yavaş yavaş olmalı. Seyahatte, bazı yerlerin açılmasında olabilir ama ikinci dalgaya neden olmadan…’
Prof. Dr. Alpay Azap’ın verilerini gösterdiği twitter hesabının modellemesi de aslında Türkiye’de iyi bir yöne doğru direksiyon kırıldığını gösteriyor.”

@lagaribey‘in paylaştığı grafiklerden bazıları şöyle:

bilim-kurulu-uyesi-yuzde-25-30-kitle-bagisikligi-olusmus-gorunuyor-722672-1.

bilim-kurulu-uyesi-yuzde-25-30-kitle-bagisikligi-olusmus-gorunuyor-722674-1.

‘%25-30 KİTLE BAĞIŞIKLIĞI OLUŞMUŞ GÖRÜNÜYOR’

Yazıda Azap’ın söz ettiği bir başka dikkat çekici konu ise kitle bağışıklığının oluşumuna ilişkin. Sohbetin söz konusu kısmını Sarıkaya şöyle aktardı:

“Prof. Dr. Azap’ın dünkü sohbetimizde dikkat çektiği nokta ise toplumda bağışıklık oluşumunun henüz çok yüksek bir düzeye çıkmamış olması…

‘%25-30 düzeyinde kitle bağışıklığı oluşmuş görünüyor, bu bir yandan üzücü ama ölüm vakasının azlığı da avantajlı’ deyip sözlerini sürdürdü:

‘Türkiye’nin geneline bakıldığında toplam vakada azalma var ama iller bazında (AS: ölçeğinde) alındığında durum biraz daha farklı. Ankara 2-3 hafta geriden İstanbul’u takip ediyor gibi. Diğer bazı illerde de yasaklara çok dikkat edilmiyor gibi bir manzara var, gevşeme olmamalı. 65 yaş üstü evde sıkıldı biliyoruz, bazıları alışverişini yapmak için AVM’ye gitmek istiyor ama hastalık bunların hepsinin önünde bir durum…’”
=============================

Dostlar,

TOPLUM BAĞIŞIKLIĞI %25-30’u BULDU NE DEMEK??

Birkaç TV programımızda, toplam hasta sayımızın kayıtlara giren olgu (vaka, hasta) tanısının 10 (on) değil 100 (yüz!) katı olduğunu, toplumda saklı kaldığını belirttik.

COVID19 salgınında, klasik buzdağı örneği / modeli geçerli değil.. Saklı olgular, tanı konanın 1/10’u değil..

Toplumda milyonlarca olgu birikiyor sağlık kuruluşlarına başvurmayan… yönünde açıklamalar yapmıştık..

Milyonlarca başvurmayan hasta” ya da resmen kayda alınanın 100 (yüz) katı ayakta geçirilen bulaş (enfeksiyon) var… savımız kimilerini ürkütüyordu..
****
Prof. Azap %25-30 düzeyinde toplum bağışıklığından söz etmekte..
Türkiye nüfusu halen 83 + 5 milyon sığınmacı ile 88 milyon dolayındadır..
Bu nüfusun %25’inde yeni koronavirüse bağışık yanıt oluştu ise, 88 m X .25 = 22 milyon insanımızın COVID19’a yakalandığı ve bunlardan ancak 110 bininin kayda alındığı anlaşılır..

Dikkat buyurulsun, 22 milyon ayakta geçiren COVID19 olgusu!

Toplum bağışıklığı %30’a erişti ise, 88 m X .30 = 26,4 milyon insanımızın COVID19’a yakalandığı ve bunlardan ancak 110 binine tanı koyduğumuz anlaşılır.. (PCR + olanlar)

Rakamlar üzerinde bir kez daha düşünmek ve yüzleşmek gerekir..

  • Gerçekten 22 – 26,4 milyon arasında insanımız bu hastalığı geçirerek bağışık olmuş mudur?

Bizim kestirimimiz, resmi olgu sayısı X 100 idi.. Yani son veri 110 bin hasta dikkate alınırsa 11 milyon dolayında, bulaşı hastaneye başvurmadan geçiren insanımız olduğunu öngörmekteydik..
***
Şimdi yapılacak iş, yaklaşık son 10 gündür dile getirdiğimiz ANTİKOR ARAŞTIRMASIDIR..

Toplumsal bağışıklığın ne düzeye eriştiğini kestirmek üzere uygun büyüklük ve bileşimde bir örneklem üzerinde yeni koronavirüs antikorlarına bakılmalıdır (sero-prevalans çalışması). COVID-19’un serodinamisi iyi bilinmediğinden, bağışık (anti-korona antikor seropozitif) olanlarda bağışıklığın hızla sönümlenebileceği (sero-negatif konversiyon) dikkate alınarak, bu saha araştırması için gecikilmemelidir. Ayrıca kazanılan bağışıklığın koruyucu gücü de bilinmediğinden, salgın yönetiminde bu noktalar gözönünde tutulmalıdır.

Ek olarak; yaygın beslenme sorunları / yetersizliği (PKM, PEM) dikkate alınırsa, korona enfeksiyonunu her nasılsa geçirmiş ama yeter bağışık yanıt verememiş nüfus hiç de az değildir Türkiye’de.. Bir kısıttır toplum bağışıklığı hızını (rate, prevalance) hesaplamada.

Saptanacak bağışık kişilerin plazma bağışçısı (donörü) olarak arşivlenmesi, kritik işlerde iseler göreve başlatılması… bakımlarından ek kazanım olacaktır. 

Türkiye’de dolaşan yeni koronavirüs serotiplerinin moleküler olarak izlenmesi ve gen diziliminin tanımlanması son salgın yönetiminde derece önemlidir.

Sevgi ve saygı ile. 27 Nisan 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com