Etiket arşivi: kimlik siyaseti

Emeğinden başka serveti olmayanların sesi!

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
30 Nisan 2023, Cumhuriyet

 

1 Mayıs İşçi Bayramı, bu yıl her zamankinden daha büyük önem taşıyor. Çünkü iki hafta sonra Türkiye’de AKP rejimi ve “Şahsım Devleti” oylanacak.

21 yıllık AKP dönemi öyle bir yıkım yarattı ki, Türkiye’de gericilik şahlanırken alın teri ile yaşama tutunmaya çalışan emekçiler ezildikçe ezildi. Yalnızca kimi oranlara ve sayılara bakmak bile durumun korkunçluğunu ortaya seriyor.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporuna göre, 2022’de en az 1843 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti (yaşamını yitirdi). Patronların, beşli çetelerin cepleri dolarken binlerce işçi ailesinin evine ateş düştü.

  • AKP’nin iktidar yılları boyunca iş cinayetlerinde 30 bin 546 işçi yaşamını yitirdi!

“Yerli ve Milli Ekonomi” denilerek Türkiye, buğday ithal eder duruma, dar gelirliler soğan alamayacak hale getirildi. Ücretler yıldan yıla değil, aydan aya, hatta günden güne eridi, yasakçı uygulamalarla emek hareketinin önü kesildi.

2016-2018 arasındaki OHAL süreci ve sonrasında COVİT döneminde işten çıkarmalar artarken güvencesiz çalışma koşulları yüzünden çok sayıda işçi işini yitirdi, hak gaspına uğradı.

2022’de yaşamını yitiren işçilerin en az 64’ü çocuktu! AKP dönemi boyunca 14 yaş ve altında çalışırken ölen çocukların sayısı arttı. 

Okulda olması gereken çocukların hakları ihlal edilip çalıştırılırken 60’lı ve 70’li yaşlarına geldikleri halde ağır işlerde çalışmak zorunda kalan işçiler de düşerek, zehirlenerek ya da trafik kazalarında yaşamını yitirdi. 2022’de 50 yaş ve üzeri en az 527 emekçi ölümü kaydedildi.

Tarım, eğitim, ticaret, büro, metal, taşımacılık, sağlık, konaklama ve genel işler işkollarında 108 kadın işçi ölümü kaydedildi. Tarımda sigortasız çalışan kadın işçi ölümlerinin çoğunlukla kaydı tutulmadığı için, çok daha fazla olduğu tahmin edilebilir (kestirilebilir).

İŞSİZ GENÇLERİN UMUDU YOK OLDU

Öte yanda ise milyonlarca insan hiperenflasyona karşı işsizlik ile mücadele ediyor.
AKP iktidarı döneminde işsizlik ortalaması (oranı) %10’un üzerine çıktı.

Son verilere göre 15 ve üzeri yaştaki 1 milyon 648 bin kişinin iş bulma ümidi kalmadı. Üstelik bu sayının 352 bini 15-24 yaş arasındaki gençlerden oluşuyor. Başka bir ifadeyle (anlatımla), 100 ümitsiz işsizden 21’i genç!

DİSK Araştırma Merkezi’nin TÜİK verileriyle yaptığı çalışmaya göre, genç işsizliği AKP döneminde yaklaşık 5 puan arttı, her dört gençten biri ne eğitimde ne istihdamda. Ne eğitimde ne istihdamda olan kadınların oranı ise %32.4…

YAŞASIN 1 MAYIS!

  • Böylesine yürek yakan bir ortamda, 1 Mayıs’ta işçiler, yaşam hakkı ve emeğin hakkı için, bağımsızlık, adalet, laiklik ve hakça bir düzen için meydanları dolduracak.

İşçiler, asıl sorunlara acil çözümler önermek yerine camide miting yapıp, kürsüden seccade ve Kuran gösterenlere gereken yanıtı verecek. 

İşçiler, dini, mezhebi, etnik kökeni kullanıp kimlik siyasetiyle halkı uyutmaya kalkanlara dur diyecek, sınıf siyasetinin önündeki engelleri kaldırmak için laikliğin sahiplenilmesini isteyecek.

İşçiler, ülkenin kendi kaynaklarıyla ayakta kalmasını sağlayacak devletçi politikalara dönülmesini isteyecek. 

İşçiler, 1 Mayıs’ta emeğinden başka hiçbir serveti olmayanların sesini haykıracak, dayanışmayı örgütleyip güçlendirecek, sömürü düzenine son verilmesi için var gücüyle direnecek.

Yaşasın 1 Mayıs!

KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN ALEVİLİK vb. KİMLİK AÇIKLAMALARINI NASIL ANLAMALIYIZ?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Konunun en kısa özeti ve özü şudur:

1- Siyasal iktidarı elde etme, koruma ve sürdürebilme açısından ,topluma ve devlete; ırk, soy, cinsiyet, asalet, din, mezhep, tarikat, cemaat… vb. etnik kimlikleri ayrıştırıp düşmanlaştırarak hizmet edilemez. Artık bu tür yaklaşımlar çağdışıdır ve zamanı geçmiştir.

2- Tarihsel ve sosyolojik açıdan bakıldığında, İslam toplumları, küçük istisnalar dışında, 1400 yıldan beri, kültürel olarak doğuştan hazır buldukları bu alt kimlikleri ayrışma ve düşmanlık konusu yaparak birbirleri ile çekişmeler ve savaşmalara devam etmişler, tüm enerjilerini ve ekonomik güçlerini boşa harcamışlardır.

3- Sürekli olarak kimlikleri ayrıştırma ve düşmanlaştırma siyaseti Müslüman ülkelerini çalkantılara, savaşlara, iç ve dış huzursuzluklara sürüklemiştir. Bu ülkelerde, uzun erimli ve kalıcı barış ortamı oluşamamıştır. İslam ülkelerinin en önemli ekonomik, sosyal ve kültürel istikrarsızlıkları ve geri kalmış olmalarının temelinde de ayrıştırma ve düşmanlaştırmaya dayalı bu hatalı ve işe yaramaz kimlik siyaseti vardır.

4- İslam ülkelerinin, toplumsal açıdan acilen (ivedilikle) çoğunlukçu bir yapıdan kurtulup çoğulculuğu keşfetme zorunluluğu vardır. Çoğulcuk, yani ötekilerle birlikte barış içinde yaşayabilme sanatı gerçek laiklik ve gerçek demokrasi demektir.

5- Bir insan için, A kentinden B kentine giderken, bineceği otobüs sürücüsünün dini, ırkı, mezhebi… mi, yoksa kişinin sürüş yeteneği ve yol ustalığı mı daha önemlidir. Hangisi? Siz hangisini seçersiniz? Aynı biçimde, yine A ülkesinden B ülkesine uçarken, acaba uçak kaptanının ırkı, dini, mezhebi mi sizce önemli yoksa kaptanın uçağı salimen (esenlikle) uçurma yeteneği mi? Bozulan buzdolabınızı ya da çamaşır makinenizi onarıma gelende ırk, din, mezhep mi ararsınız yoksa işinin ehli (ustası) olmasını mı?

6- İslam kültüründe bu durum “EMANETİ EHLİNE VERME” olarak adlandırılır. Ehline verilmeyen emanetleri büyük riskler ve yitikler bekler.

7- Peki toplumu fiilen (eylemli olarak) yönetenlere ya da yönetecek olanlara emanet edilen nedir. Toplumun varlığı, dirliği, yaşam niteliği ve bekasıdır (sağkalımıdır). Kul hakkı yemeden, toplumu, topyekun (bütünüyle)  huzur (erinç), barış, esenlik, refah (gönenç) ve mutluluk içinde bir arada tutmak ve yaşatma arzusudur. Kırk kez düşünüp doğru karar vemeyi gerçekten her yönüyle en liyakatlı (yaraşır) olanı bulabilme süreci ve kararıdır.

8- Peki seçim nedir? Dinine, ırkına, cinsiyetine, mezhebine, tarikatına… yani doğuştan kazanılan alt kimliklerine bakmadan “a” dan “z” ye toplumun geleceğini gönül rahatlığı ile emanet edecek en üstün yetenekli, yaraşırlığı ve dürüstlüğü tartışmasız birini bulup seçebilmektir.

9- Eğer Türkiye’yi yönetenler ve yönetecek olanlar Kürt /Türk, Alevi / Sünni … vb. doğuştan gelen alt etnik ve din – mezhep kimlikleri üzerinde siyaset yapmayı Ülkenin gündeminden düşürürlerse bu durum hem ülkemize rahat bir nefes aldıracak, hem de öbür İslam ülkelerine örnek olabilecektir.

10- Çağımızın çağdaş toplumları genelde heterojen yani çoğulcu (pluralist) toplumlardır.
Halbuki etnik ya da dinsel kimliklere dayalı homojen (türdeş), tekçi (monist) toplumlar teokratik, aşiretci, feodal, cemaaçı toplumlardır. Cemacılıktan cemiyetçiliğe yani topluluk olmaktan toplum olma evresine yükselememişlerdir. Halbuki çağımızda, monist-tekçi yani, tek ırk, tek din, tek mezhep… tek önder dönemleri kapanmıştır.

11- Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, herkesin kendi özelinde kalması gereken ve siyaseten de çağdışı olan etnik kimlikleri siyaset dışına itip, liyakat (yaraşırlık), hukuk, adalet ve dürüstlük.. gibi evrensel temel değerleri siyaset iklimine taşıyarak kanımca demokrasimize ve geleceğimize büyük bir katkı sunmuştur. Birlik, bütünlük ve geleceğimiz açısından Toplumumuz ve devletimizin buna çok gereksinmesi vardır.

12- Çağdaş ve hukukun üstünlüğüne dayanan toplumlarda ötekilerle yani bizden farklı olanlarla birlikte barış işinde yaşayabilmenin temel anahtarı laiklik ve demokrasi, toplumu topyekun (bütünüyle) kalkındırma ve refaha (gönence) kavuşturmanın itici gücü ise özgür akıl ve pozitif bilimdir. Laiklik, demokrasi, özgür akıl ve pozitif bilim anlayışı içinde kalarak oluşan siyasal yönetimlerde hiçbir etnik ve dinsel kimlik istismarı (sömürüsü) yoktur.

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Türkiye’de, başta kamu ve devlet yönetimi olmak üzere, her yerde, her işte ve her alanda etnik kimlik siyasetine son” diyen bu önemli açılımı ve0 katkılarından dolayı yürekten kutluyorum.

AKP-HDP BULUŞMASI

Suay Karaman

Kasım ayı başında adalet bakanı, genel başkan yardımcısı ve grup başkanvekilinden oluşan AKP heyetinin, türban konusundaki anayasa değişiklik paketi için HDP ile görüşme yapması, siyaset sahnesinde hararetle konuşulmaya başlandı. Daha önceleri açılım yaptıkları HDP’ye şimdilerde terörist diyen AKP’nin, çıkarları kesişince HDP’ye sarıldığı görülmektedir. Bu konuda olumlu ve olumsuz eleştiriler yapılmaktadır. 

24 Haziran 2018 genel seçimlerinde %11,7 oranında oy alan HDP, üçüncü parti olarak TBMM’de 67 milletvekili ile temsil edilmiştir. Ancak HDP, üçüncü parti olmasına karşılık asla Türkiye partisi olamamıştır. Çünkü söylemleriyle ve eylemleriyle PKK terör örgütünün TBMM’deki uzantısı bir görünüm çizmektedir. Hiçbir HDP yöneticisi, PKK için ‘terör örgütüdür’ diyemiyor. HDP içindeki bazı milletvekillerinin PKK terör örgütüyle ilişkileri ortaya çıkmıştır, bazı yöneticilerinin bebek katili Öcalan için söyledikleri belleklerdedir. Şeyh Said, Seyit Rıza (AS: çekince koyuyoruz), Said Nursi gibi vatan hainlerini el üstünde tutmaktadırlar; adlarını caddelere, parklara vermekte sakınca görmemektedirler. 

2 Kasım Çarşamba günü grup toplantısında HDP eş genel başkanı Pervin Buldan, “Cumhuriyet, 100 yıllık bir yıkım projesidir” diyerek, cumhuriyet yıkıcılarıyla, şeriatçılarla aynı yerde durduklarını bir kez daha göstermiştir. HDP’ye bakanlık vermeyi düşünen CHP, Pervin Buldan’ın bu sözlerine sessiz kalmıştır. Ulusal ve resmi bayramlarda yer almayan, Anıtkabir’i ziyaret etmeyen HDP yönetimi, cumhuriyet düşmanlarıyla birlikte olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak TBMM’de hakkı olmadan milletin vergileriyle verilen paraları almakta da bir sakınca görmemektedir. 

HDP;
– 24 Nisan 1915 tarihini planlı bir etnik kimlik ve inanç soykırımı olarak değerlendirerek, sözde Ermeni soykırım iddialarını desteklemektedir ve konu hakkında açıklama yapmaktan, eylemde bulunmaktan çekinmemektedir.
– Benzer biçimde 19 Mayıs Pontus Rum Soykırımı anma günü diye açıklamalar yapmaktadır.
– Dağlık Karabağ işgalinde Ermenistan’ın, Kıbrıs sorununda Yunanistan’ın yanında yer almaktadır.
– Irak ve Suriye’deki işgallerde ABD’yi savunan bir parti, Türkiye’nin partisi olamaz.
 

Doğunun neden kalkınmadığıyla ilgili hiçbir söylemi olmayan, şeyhlik, ağalık düzeninin bitirilmesinden söz etmeyen, toprak ve tarım reformunu dile getirmeyen, yoksul köylüyü sömüren ve ezen HDP, Kürt milliyetçiliği yaparak emperyalizme hizmet etmektedir. 

Eşsiz liderimiz Atatürk‘e karşı tavır takınan HDP, şovenizmin bataklığındadır ve kendilerini Türk Milletinin unsuru olarak görmemektedir. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı için ‘it sürüsü’ diyen HDP’nin nerede durduğu bellidir. Tüm bu söylem ve eylemleriyle HDP, asla Türkiye partisi, asla halkın partisi, asla yoksulun partisi, asla demokrasi yanlısı bir parti olamaz; şiddet yanlısı bir parti olarak kalmaya mahkûm olacaktır. 

Bugün Anayasa Mahkemesi’nde hakkında kapatma davası açılan HDP, yasal bir siyasal partidir ancak meşru değildir. Çünkü bugüne kadar elli binden fazla insanımızı öldüren PKK terör örgütünün siyasal kanadı olarak hareket eden, terör ve terör örgütü ile arasına mesafe koyamayan, cumhuriyetin değerlerine saldıran HDP, hukuk devletinde asla meşru olarak kabul edilemez. 

Ülkemizin bölünmesi için emperyalist güçler tarafından bilinçli biçimde
icat edilen ‘Kürt sorunu’ ifadesinin kullanılması,
Kürt kökenli yurttaşlarımızı ötekileştirip hedefe koymaktadır;

  • Kürt kökenli yurttaşlarımız da ülkemizin eşit ve onurlu yurttaşlarıdır.

Ülkemizde Kürt sorunu yoktur, Kürtçülük ve PKK terör örgütü ile siyasal uzantılarının sorunu olduğunu açıkça ortaya koyamazsak, emperyalizme maşa olduğumuzun da farkına varamayız.

Kürt kökenli yurttaşlarımız ile PKK terör örgütünü ve HDP’yi bir tutmak, ülkemize yapılan kötülüklerin başında gelmektedir; bu çok büyük bir yanlıştır.

Bütün Kürt kökenli yurttaşlarımızın oylarını HDP’ye verdikleri de doğru değildir. Yetmez ama evet diyen aydın insan taklitleri de, liboşlar da, kendilerini solda gören tatlı su entelleri de HDP’ye oy vererek, bilinçsizce bu partiye destek olmuşlardır. 

Yıllar önce Oslo’da PKK terör örgütüyle görüşen, Habur’da çadır mahkemeleri kuran ve açılım yapan AKP için, yeniden HDP ile görüşmek normaldir çünkü her ikisi de cumhuriyet düşmanlığında buluşmaktadır. MHP’nin de bu görüşmeyi onaylaması doğaldır çünkü emperyalizmin emrinde olanlar, verilen görevleri yerine getirmektedir. Terör örgütünün uzantısı denilen bir partiyle görüşmek ve destek istemek, siyasal fırsatçılık ve tutarsızlıktır. İşte yapılan tutarsız siyaset ile dün doğru olan bugün yanlış, dün yanlış olan bugün doğru olabiliyor. Yanlışlar ve doğrular siyasal gereksinimlere göre her an değişiklik gösterebiliyor. Böylece siyasetçilere olan güvenilmezlik algısı da topluma yerleşiyor. 

Yıllardan beri HDP, muhalif kesim tarafından sürekli şımartılan, normalleştirilmeye ve meşrulaştırılmaya çalışılan, Atatürk ve cumhuriyet karşıtı değilmiş gibi gösterilen, AKP’den farklıymış gibi davranılan bir partidir. Bağımsızlıktan, aydınlanmadan, cumhuriyetten, ulusallıktan, eşitlikten yana olmayan, feodalizme karşı durmayan, emperyalizmin güdümünde kimlik siyaseti yapan HDP ile ortak değerlerde buluşulamaz. Kısaca cumhuriyet düşmanları ile işbirliği yapılarak cumhuriyet kurtarılamaz. Bunu herkesin aklında tutması gerekir.

 Azim ve Karar, 14 Kasım 2022

Bağımlı ekonomiden bağımsız siyaset çıkar mı?

Bağımlı ekonomiden bağımsız siyaset çıkar mı?

Barış Doster

Türkiye üretmiyor. Sanayisi eridi. Tarım ve hayvancılık ülkesi olan Türkiye, mercimek, fasulye, et, saman ithal ediyor. Çarşı-pazardaki ürünlerin büyük bölümü dışarıdan geliyor.

Hayat pahalılığı yurttaşın belini büküyor.
İşsizlik dayanılmaz boyutlarda.

  • Büyüdüğü dönemlerde bile istihdam yaratamayan; üretime değil tüketime, ihracata değil ithalata dayanan model iflas etti.
  • Sanayileşme hamlesini, planlı ekonomiyi, bütüncül kalkınmayı unutmanın bedeli ağır oldu.

Seçim dönemlerinde, iç siyasete yönelik, “Eyy Almanya”“Eyy Hollanda” diye başlayan tümceler kurulsa da, bu ülkeler önemli dış ticaret ortaklarımız, ülkemize en çok yatırım yapan ülkeler arasındalar.
Sorunumuzun dönemsel değil yapısal olduğunu kavramak için, tarihe uzanalım. İkinci Dünya Savaşı sonrasına, Soğuk Savaş’ın başladığı döneme bakalım. ABD’nin Türkiye’ye, Marshall Yardımı kapsamında süttozu, krem peynir yolladığı yıllar…
O malların ambalajlarının görüntüleri hafızalardadır: Tokalaşan iki el. Üstünde ABD bayrağındaki yıldızlar, altında ABD bayrağındaki şeritler. ABD yardım yaparken bir de şart koşmuştur: 

  • “Sanayileşmekten vazgeç, demiryollarına yatırım yapma.”

Yardım yaparken, neyi, nasıl, ne kadar üreteceğimizi de dayatmıştır. Tahribatı ağırdır. Misal; ulusal savunma sanayisi konusunda aklımız başımıza, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle konan ambargo sonrasında gelmiştir.
ABD – Türkiye arasındaki bu ilişki biçimi, ülkemizin tam bağımsızlık, ulusal egemenlik, onurlu dış politika, güçlü ekonomi konusundaki kıskançlığını, kısacası Atatürkçü geleneğini de zayıflatmıştır. Seçkin aydınımız Niyazi Berkes’in şu saptaması önemlidir: 

“Batı’da Atatürk dönemini Batıcılık düşmanlığı sayarlar. Onlara göre, Batıcılık sevgisini başlatan Adnan Menderes’tir”.

Ülkeler ve sınıflar arası eşitsizlik

Diplomaside baskı çok boyutludur; siyasi, hukuki, askeri, iktisadidir. İç siyasette de ekonomik baskı, yalnızca yoksulluk, eşitsizlik, sömürü doğurmaz. Zorbalık da doğurur.

  • Kapitalizm, ülke içindeki sınıfsal eşitsizliği de, ülkeler arası eşitsizliği de derinleştirir.

Sınıf” kavramının, sınıfsal mücadelenin, yurttaş kimliğinin, toplumsal bilincin yerine etnik, dinsel, mezhepsel, cinsel duyarlılıkları koyar. Kimlik siyasetini öne çıkarır. Kapitalist düzenin, liberal düşüncenin, kâğıt üstünde önerdikleriyle, özgürlük vaadiyle, hukuk önünde eşitlik söylemiyle, gerçek yaşamda yaşananlar örtüşmez.

  • Ekonomik eşitsizlik, siyasal ve toplumsal eşitsizliği besler.

İç siyasette bunlar yaşanırken, dış siyasette de benzer uygulamalar öne çıkar. Pazar ve hammadde için, ülkeler birbirine kırdırtılır, işgal edilir. Gelişmiş, merkez, kapitalist, emperyalist ülkelerin silah sanayisi, siyaset, bürokrasi ve bilim dünyasıyla birlikte çalışır.

  • Azgelişmiş ülkeler de gerek duyduklarından değil, haraç vermek zorunda olduklarından, gelişmiş ülkelerin silah şirketlerinin en önemli müşterileri olurlar.

Yurttaşları açlığın, yoksulluğun, eğitimsizliğin girdabında kıvranan Ortadoğu ülkeleri bunun somut örneğidir.

Kıssadan Hisse: Kapitalizmde kâr, şirketin kasasına girer. Zarar emekçilere, yoksullara yüklenir. Dış politikada da bu kural geçerlidir.