Etiket arşivi: kıdem tazminatı

1 YIL ÖNCE TUTTUĞUMUZ NOTLARDAN BİR AKTARIM..

1 YIL ÖNCE TUTTUĞUMUZ NOTLARDAN BİR AKTARIM..

BirGün, 03.12.2019

Kılıçdaroğlu: Erdoğan ailesi 5 kuruş vergi ödemiyor!

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuştu. Kılıçdaroğlu, Fuat Avni haberlerini girdiği için BirGün gazetesine açılan davaya tepki gösterdi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuştu. Kılıçdaroğlu, “Erdoğan ailesi Man Adası’ndaki kumpas dolayısıyla 5 kuruş vergi ödemiyor.” dedi.

2020’de geçerli olacak asgari ücreti belirleme çalışmalarına da değinen Kılıçdaroğlu, “Türk İş 2580 TL olsun diyor. Asgari ücret 2600 TL olmalı. Ama ben adım gibi eminim, sendikalara şunu diyecekler; haklısınız ama para yok. Bizim sendika başkanları da umarım bu palavraya inanmaz” şeklinde konuştu.

ERDOĞAN AİLESİ VERGİ ÖDEMEMEK İÇİM MAN ADASI’NDA ŞİRKET KURDU

Man adası ile ilgili sunduğu belgelerin tümünün doğru olduğuna dikkat çeken Kılıçdaroğlu, “Bir süredir unuttuğumuz ama geçen salı günü Erdoğan’ın hatırlattığı bir olaya değinmek isterim. Demişti ki; Man Adası konusunda Kılıçdaroğlu mahkemeye gitti ve tazminata mahkum oldu. Yine söylüyorum, kullandığım tüm belgeler yüzde yüz doğrudur. Zaten kimse de bunları yalanlamadı.

  • Senin ailenin 15 milyon $ gelir elde etmesini sağlayan 1 Sterlin sermayeli şirket hangi şirket?” dedi.

Kılıçdaroğlu şunları söyledi: “Erdoğan’ın oğlunun aldığı para, kardeşinin aldığı para.. Bu paralar neden gidip geliyor diye sordum. Dünürü Osman Ketenci, eski özel kalem müdürü. Bütün bu para trafiğini belgelerle açıkladık. Belgelerin tümünü savcıya teslim ettik. Sahtedir dediler. Savcı araştırdı, doğrudur dedi.”

“Erdoğan doğruysa istifa ederim demişti. Etti mi, hayır. Namuslu hakimleri görevden aldı, yerine militan hakimleri yerleştirdi. Sonra diyor ki, haklı olsa tazminata mahkum olmaz. Ama ben haklıyım. Bu para trafiği nedir diye sordum? Erdoğan ‘Bu bir şirket satışıdır?’ dedi. Yani doğruladı. Ama hâlâ istifa etmedi.”

“Yine soruyorum, Bu şirket hangi şirket? Senin ailenin 15 milyon dolarlık gelir elde etmesine hizmet sağlayan hangi şirket? Bu dümeni Türkiye Cumhuriyeti devletine vergi ödememek için çevirdi.

  • “Herkes vergi ödüyor, Erdoğan ailesi Man Adası’nda bu kumpas dolayısıyla 5 kuruş vergi ödemiyor.
  • Bu dümeni Türkiye Cumhuriyeti devletine vergi ödememek için çevirdi.
  • Ben bunları soruyorum diye yeniden tazminat davası açacaklarmış.
    Açmazsanız namertsiniz.”

‘BİRGÜN GAZETESİ’NE DAVA AÇILDI, İDDİANAMEDE DELİL YOK’

BirGün Gazetesine açılan dava ile ilgili de konuşan Kılıçdaroğlu, “BirGün gazetesi hepimizin bildiği bir gazete. Ona da FETÖ soruşturması yaptılar. Savcı diyor ki, gazetede yazanların örgütle bağlantılı olmadıkları açık. Aradım delil bulamıyorum ama talimat geliyor, bir şey yapmak zorundayız demiş oluyor. Mahkeme şöyle bir karar veriyor, gazetecilerin üye oldukları dernek ve sendikalar araştırılsın. Kaldıkları oteller araştırılsın. TV abonelikleri araştırılsın. Talimat gelmiş! Böyle adalet olur mu? İnsanlık denen bir şey yok mu? Daha düne kadar bunlar FETÖ ile kol kola gezmiyor muydu?” şeklinde konuştu.

‘SELAHATTİN DEMİRTAŞ HUKUKSUZ BİR ŞEKİLDE HAPİSTE YATIYOR’

Selahattin Demirtaş’ın hukuksuz bir şekilde tutuklu bulunmasına tepki gösteren Kılıçdaroğlu, “Seversiniz sevmezsiniz. Haksız ve hukuksuz yere hapiste yapıyor. Sebebi “Seni Başkan yaptırmayacağız” demiş olması. Demirtaş beraat ediyor. Başka bir davadan hapsetmeye devam ediyorsunuz. Selahattin bey rahatsızlanmış ve gecikilerek hastaneye kaldırılmış. Acil şifalar diliyorum.” dedi.

‘KİM BU TALİP ÖZTÜRK?’

Aile boyu malı götürüyorlar. Açlık, yoksulluk, sefalet nedir bilmiyorlar‘ diyen Kılıçdaroğlu, “Diyorlar ki, bunu sorma. Ben sorunca kızıyorlar. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını soracağım. Tank Palet Fabrikasını da sormuştum. 50 milyon dolar. Bunu da Katar’a ve Erdoğan’ın akrabalarına verdiler. Kim bu Talip Öztürk?

  • Erdoğan ailesi Türk savunma sanayisini ele geçirmeye çalışıyor.

Siyasetçi halka değil de ailesine hizmet ediyorsa, devletin en büyük fabrikalarını kendi ailesine beş kuruş para almadan veriyorsa bunun adı peş keş çekmektir.” şeklinde konuştu.

‘AKILLARINI SARAY’A KİRALAMIŞLAR’

Termik santral yasasına ‘evet’ oyu verdiği halde Erdoğan’ın vetosunun ardından teşekkür açıklamaları yapan AKP’li milletvekillerini eleştiren Kılıçdaroğlu, “Bir torba yasa gelmişti termik santrallarla ilgili düzenlemeler vardı. Bizim arkadaşlarımız itiraz etmişti. Bunlara baca takın sorunu çözün. Dinlemediler, dediler ki 2.5 yıl daha erteledik. Sonra Erdoğan bunu veto etti. Memnunuz veto ettiği için. Ama merak ettiğim şu; önce el kaldırıp onay verenler nasıl sonra alkış tutuyor. Bunlara akıllarını Saray’a kiralamış kişiler denir.” dedi.

Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından diğer satır başları şu şekilde:

Engelli arkadaşlarımız aramızda. Bizim izlememiz gereken 3 öneri sundular.
Buradan ifade ediyorum tüm önerileriniz CHP tarafından takip edilecektir.”

“Hepimiz her an engelli olabiliriz. Hayatımızı bir engelli vatandaş olarak sürdürebiliriz. Sosyal devletin temel ögelerinden birisi herkese sosyal güvenliği vermektir. Ama anayasamız engeliler için özel bir düzenleme yapmıştır. 61. maddedir bu. Devletin aldığı tedbirler hangileri? Az önce Turan Başkan konuşurken dedi ki; devlette boş engelli kadroları var ve doldurulmuyor. Ben de biliyorum devlette 14 bin engelli kadrosu boş.”

“Parlamento yasa çıkarmış mı, evet çıkarmış. Kamuda ve özel sektörde şu kadar engelli çalıştıracaksın. Engellilerin yanında olduğu AKP iktidarı neden bu 14 bin engelli kadrosunu boş bırakıyor! Gelip bize yalvarsın diyorlar. Engelliler de alın teri dökmek, sosyal devletten faydalanmak istiyor.”

“Biliyorsunuz Beşiktaş’ta bir saldırı olmuştu. Orada ölenler için bir bağış kampanyası açıldı. 52 milyon lira para toplandı. Soruyorum bu para nereye gitti?”

  • “15 Temmuz şehit ve gazileri için para toplandı. Bu paralar nereye gitti?”

“46 vatandaşımızın yaşamını yitirdiği saldırıdaki bir aileye aylık bağlanıyor. 52 milyon lira para topluyorlar, bağışladıkları para 121 lira 96 kuruş. Bütün anneleri sesleniyorum; anne çocuğunun üzerine titrer. Terör dolayısıyla bir anne çocuğunu yitirmiş ve 121 lira maaş bağlanıyorsa, bu Saray’da oturanlara bir ders verin!

  • Aile boyu malı götürüyorlar.
  • Açlık, yoksulluk, sefalet nedir bilmiyorlar.
  • Diyorlar ki; bunu sorma. Ben sorunca kızıyorlar.
  • Tüyü bitmemiş yetimin hakkını soracağım.”

“Hürriyet gazetesi çalışanlarını sendika kurmak istedikleri için işten çıkardılar. Hürriyet gazetesinin 45 çalışanını işten attılar. Niçin? İşletmesel nedenler. Aslında gerçek neden sendikalı olmaları.”

“Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da ayrılmaya zorlanamaz. 45 çalışanı işten attın. Ee haklarını ver. Bunlar yıllarını verdiler gazeteye. Haber peşinde koştular… İşten atıyorum, kıdem tazminatı yok! Neden yok.”

Ahilik Haftası her yıl kutlanır Kırşehir’de. Ahi Evran yalnızca bizim dünyamızda değil tüm dünyada saygı gören bir insandır. Esnafın etik değerlerini belirleyen Ahi Evran‘dır. Her yıl etkinlikler düzenlenir. Bu yıl bunları bir telaş sardı. Kırşehir’de Belediye Başkanı CHP’li diye Konya’da kutladılar. Merak ediyorum İstanbul’un Fethi‘ni nerede kutlayacaklar! Herhalde İstanbul’un Fethi’ni de Bursa’ya alırlar. ”
=====================================
Dostlar,

Minik bir ekleme yapalım.. Son 13 yılda kişi başına düşen ortalama Ulusal gelir :

2007 : 9.656 $
2008 : 10.931 $
2009 : 8.980 $
2010 : 10.560 $
2011 : 11.205 $
2012 : 11.588 $
2013 : 12.480 $
2014 : 12.112 $
2015 : 11.019 $
2016 : 10.883 $
2017 : 10.602 $
2018 : 9.632 $
2019 : 9.042
2020 : ?????? 2019’dan da düşük çıkacak ve bu kez SALGIN’a bağlanacak!?

Dikkat edilirse, 13 yıl önce 2007’nin kişi başına yıllık gelir rakamı 9.656 $, geçtiğimiz yıl 2019’un ise 9.042 $ ile daha da geridir!

AKP = RTE ile uçuyoruz… 

13 yıldır yerinde sayan bir ekonomi..

İşsizliğin azaltılamayıp büyüdüğü ağır hastalıklı bir ekonomi. Gelirin değil borcun artması ile hastalıklı biçimde şişen ve son çeyrekte %0,9 “büyüyen” (!) Türkiye ekonomisi… Ailelerin siyanür içerek topluca özlerine kıydıkları (intihar ettikleri) “tuhaf” bir ekonomi.. 10 ayda 100 milyar TL’yi aşan açık veren bir bütçe.. 961 milyar TL öngörülen 2019 bütçesinde 117,6 milyar TL kamu (devlet) borcu faizi!
Yurttaşının gelirini, gönencini (refahını), erincini (huzurunu) büyütemeyen bir iktidar.. Ve necip milletimiz bu siyasal kadroyu iktidarda tutuyor!??

Ne diyelim, Stockholm Sendromu” (Celladına aşık olmak) bu demek herhalde..
Ancak 31 Mart ve 23 Haziran İstanbul BŞB Başkanlığı seçiminde halkın tepkisi anlamlı. Hiçbir halk / ulus sonsuza dek aldatılamaz..

Sevgi ve saygı ile. 18 Aralık 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye)
Hekim, Sağlık Hukuku Uzmanı
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

 

 

Diriliş ittifakı temiz olmalı

Zafer Arapkirli
Cumhuriyet, 10 Temmuz 2020

Diriliş ittifakı temiz olmalı

Ülkemizin bugün geçmekte olduğu zorlu dönemeçten çıkışı için önce durum iyice tespit edilmeli, bir yandan da bir “Diriliş-silkiniş reçetesi, yol haritası” yazılmalı, çizilmelidir.

Son 18 yıldır ezilen, horlanan, sömürülen itilen, kakılan ve mevcut iktidarın ısrarla sırt çevirdiği, mağdur ettiği tüm kesimleri, artık “bıçağın kemiğe dayandığı” bir çizgide hissediyorlar ve seslerini giderek daha da cesurca yükseltiyorlar.

Bir meydanda kıdem tazminatı hakkının ahlaksızca, vicdansızca gasp edilmeye çalışılmasına tepki veren emekçilerin feryadı, az ötede başka bir meydanda özgürce ve “diktatörlük sopasından vareste” örgütlenme haklarına el uzatılmasına karşı direnen avukatların, doktorların, mühendis ve mimarların sloganları, birbirine karışıyor.

Güdümlü hukukun balyozu altında ezilmeye ve özgürlüklerinin boğazlanmasına artık tahammülü kalmayan milyonlarca mağdurun; gazeteci, televizyoncu, akademisyen, yazar, kamu ve özel sektör çalışanı insanın “Yeter artık” haykırışları, hemen ötedeki meydandan onların sesine ekleniyor.

“İş kazası” diye yutturulmak ve dosyası kapatılmak istenen toplu işçi cinayetlerinin, “trafik kazası” diye unutturulmak istenen toplu taşıma cinayetlerinin kurban ve yakınları da bu hak ve adalet arayışını devasa bir “kreşendo”ya dönüştürmek üzere seslerini yükseltmekteler.

Akademik özgürlükleri boğazlanan, her yaştan pırıl pırıl bilim insanları “Böyle gitmez” şiarı ile artık üzerlerindeki ölü toprağını silkelemek için yerlerinden doğrulmaktalar.

Özetle (aslında özeti mümkün olmayan muazzam bir çığ kütlesini andıran) bu dirilişin bir tek şeye ihtiyacı var. O da bilinçli, dürüst, kararlı ve en önemlisi de “temiz” bir önderlik. Bu “temiz” tanımlamasını biraz aşağıda açmaya çalışacağım.

Tarih bizlere (tabii ki ders almasını bilenlere) göstermiştir ki, bir önceki cümlede temel ve vazgeçilmez özelliklerini saymaya çalıştığım evsafta bir önderlik, yaygın örgütlü bir siyasi önderlik olmalıdır. Yazının en başında tarifini yaptığım bu olağanüstü dönemden geçerken de bu tür bir önderlik, bir siyasi parti olabileceği gibi, çeşitli siyasi örgütlenmelerin bir koalisyonu da olabilir.

Bu köşenin yazarını düzenli okuyanlar ve görsel-işitsel yaygın medyada dinleyenler-seyredenler gayet iyi bilir. Lafı eveleyip geveleyenlerden olmadım hiç.

Bu tür bir örgütlenme, bugün Türkiye’de Cumhuriyet Halk Partisi tarafından üstlenilebilir. Bu tezime en sağlam gerekçe de CHP’yi yönetenlerin ve üyelerinin hep savunageldikleri “Cumhuriyeti kuran parti” olmalarıdır. Tam da bu gerekçeden yola çıkılarak “Cumhuriyeti yıkan (iç ve dış) siyasi ittifakların” karşısına dikilecek bir ideolojik malzemeyi, yani antiemperyalist, yani halkçı malzemeyi (harcı, çimentoyu, demiri, kumu, çakılı) ihtiva ettiği gerçeğinden söz edebiliriz. Bunun yanına, CHP’nin bu ülkenin en eski ve en yaygın siyasi teşkilatı olduğu gerçeğini koyunca, “adres” daha da iyi şekillenmektedir.

Ancak bunun en az yukarıdaki 2-3 cümlede saydığım gerçekler kadar önemli (ve asla taviz verilmemesi gereken) bir koşulu vardır.

Bu “koşul” da CHP’nin el ele vermesi gereken kol kola girebileceği unsurların, (yukarıda vurguladığım üzere) “bilinçli, dürüst, kararlı ve temiz” olmasıdır.

Uzun uzun altını çizerek sıraladığım “mağdurlar kitlesi”ni arkasına alıp “Cumhuriyeti yıkım ekibi”ni iktidardan uzaklaştırabilecek bir ittifakın başarısı ancak ve ancak buna bağlıdır. CHP, bugün maalesef yaptığı üzere “Geçmişin emperyalist işbirlikçisi dış siyasetlerin mimarları, geçmişin sömürgen ekonomi siyasetlerinin tasarımcıları, geçmişin faşist ve özgürlük düşmanı siyasi muhtevalı isimleri ile kol kola girerek” bu işlevi asla ve kat’a yerine getiremez. Bu yanlış ve felaket anlamına gelecek “Zehirli ittifaklar reçetesi” de maalesef, 2002 faciasının mimarı “Hain, Yetmez Ama Evetçi, emperyalist işbirlikçisi liboş tayfası ve Cumhuriyeti yıkım ekibinin eski tayfaları ve miçoları” tarafından yine-yeniden sinsice yazılmaktadır.

Bir önceki cümlede kimleri kastettiğimi, isim isim, kurum kurum saymama gerek kaldı mı?

Koluna girilecek, birlikte yürünecek unsurla, geçmişte emekçi kitlelerin, ezilmiş ve ezilmekte olan mağdur halkın, bu vatanı seven, asla demokratik, laik hukuk devleti ilkelerine ihanet etmemiş, etmeyi aklından bile geçirmemiş, geçirmeyecek “tertemiz” yani kirlenmemiş unsurlar olmalıdır. Emekten yana, demokrasiden, laiklikten ve özgürlüklerden yana kişi ve kuruluşlar olmalıdır. Sendikalar, kitlesini nüvesini, halkın temsilcilerinin oluşturduğu örgütler olmalıdır.

Aksi takdirde, büyük bir enerji ve demokratik diriliş-silkiniş potansiyeli boşa harcanmış, heba edilmiş olur.

Biz yine-yeniden böyle nice “tarihi dönemeçler” bekler dururuz.

CHP, yaklaşan kurultayında, bu nedenlerle sadece “parti organı” seçimlerine değil, bu muhtevaya ve bu muhtevayı ete kemiğe büründürecek gelecek yol haritalarına odaklanmalıdır.

HAVAİ FİŞEK !

HAVAİ FİŞEK !

İşaret fişeği olarak da okuyabilirsiniz!

Dr. Ceyhun BALCI
https://cumhuriyetciyorum.wordpress.com/2020/07/04/havai-fisek/

Son zamanlarda havai fişek tüketiminin arttığını fark ediyorduk. Çocukluğumuzda maytap ve çatapatla sınırlı olan bu türden tüketimin hızla havai fişeğe yöneldiği belliydi. Hemen her alanda üretimden vazgeçen Türkiye’nin havai fişek ürettiğini Hendek’te yaşanan ölümcül patlamayla öğrenmiş olduk.

Özel günlerde tüm toplumu ilgilendiren kutlamalarda havai fişek geceyi aydınlatan, ona renk katan öğe. Kullanımı kişiselleştikçe görsel ve işitsel kirlilik kaynağı olduğu da kesin.

Adliyemiz bu ve benzeri önceki olaylarda olduğu gibi ihmali görülenleri tez zamanda derdest ederek kamu vicdanını rahatlatacaktır. Sorumlu tutularak sanık sandalyesine oturtulacaklar gerçek nedenden çok kâğıt üstündeki sürecin tamamlanmasına yönelik sürecin kurbanları olacaktır. İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı ilk akla gelenlerdir.

Dün patlamaya ilişkin haberlere göz atarken bir başka önemli ayrıntıya değinildiğini gördüm. Emek ortamında her geçen gün kısıtlanan sendikal örgütlenme de önemli bir eksiklik olarak bu ve benzeri iş cinayetlerinde önemli rol oynuyor. Kuşun bir kanadı demek olan sendikal örgütlenme olmayınca Hendek’te olduğu gibi kuş yere çakılıyor.

Türkiye’de hız kazanmış olan ve artık önü alınamaz coşkunlukta akan bir ırmağa benzetebileceğimiz dinselleşme emek alanında da önemli işlev görüyor.

Belleğimden bir kırıntıyı paylaşmak yararlı olur. On yılı aşkın süre önceydi. İzmir Basmane’deki Tek Gıda İş binasına asılmış dev bir pankart çekmişti dikkatimi. Birebir değilse de anlam olarak aktarıyorum.

“Müslüman işverenin, Müslüman çalışanlarının sendikal örgütlenmeye gereksinimi olamaz!”

Müslüman patron, Müslümanlığı bir yana ülkenin hızla yol aldığı dinselleşme ortamında keskin zekâsını kullanarak durumdan yararlanmayı seçmişti belli ki! Tanınmış süt ürünleri üreticisi YÖRSAN kaynaklı inciye eşdeğer sözler ibret alınsın diye sendika yapısını boydan boya kaplayacak şekilde asılmıştı.

Hendek’te emekçilere mezar olan havai fişek fabrikasında da sendikal örgütlenmeye göz açtırılmadığını okuyoruz haberlerden. Sendikal örgütlenme emekçi kanadının olmazsa olmazı. Onun olmadığı yerde işçi sağlığı ve işyeri sağlığından (AS: ve güvenliğinden!) elbette söz edilemez.

Yine dünkü haberlerden birinde Cumhurbaşkanının önlemler alındı sözü yer almaktaydı. Basra yıkıldıktan sonra önlem almak neye yarar diye sormaktan kaçınılabilir mi? Önlem alınsaydı dünkü patlama yaşanmazdı. Sendikal örgütlenme olsa işvereni önlem almaya hem yasal hem de vicdani açıdan zorlamayı göz ardı etmezdi.

Dünkü patlamanın yaşandığı, fabrika demeye dilimin varmadığı kurum daha önce iş güvenliği gereklerini yerine getirmediği için kapatılmış. Görünmez el devreye girerek kilidi açmış ve sendikasız daha doğrusu dikensiz gül bahçesindeki üretim sürdürülmüş. Rastlantı mıdır bilemem! Hendek’teki kurumun paydaşları MÜSİAD Sakarya Şubesi’nin ileri gelenleriymiş. Başka deyişle, yandaşın yandaşı kimseler!

YÖRSAN’ın yıllar önce din üzerinden tırmandırdığı sendika düşmanlığı her geçen yıl güç kazandı. Din yalnızca yaşam biçimini değil iş ortamını da etkisi altına alan bir aygıta dönüştü. Uzak olmayan gelecekte sendikal örgütlenme din düşmanı bir olgu olarak tanımlanırsa hiç kimse şaşırmasın!

Dinselleşme insan yaşamını ucuzlatan, insan yaşamının hesabının sorulmasının önüne duvar ören, iş güvenliğini ortadan kaldıran ve bugüne dek çok da sorgulanmayan bir başka yanıyla karşımıza çıkmış oldu. Bundan böyle işin bu yanıyla daha sık karşılaşacağımızı söylersek falcılık yapmış olmayız!

Dinselleşme siyasetin oy, iş dünyasının para deposu olarak da bir kapı açmış oldu. Bu kapıdan girmeye hevesli çok kişi olacağı kuşkusuzdur. Kayıtlara kaza olarak geçecek olan bu iş cinayetinin işlendiği yer bir süre sonra yeniden üretime geçerse kimseler şaşırmayacaktır.

Emekçinin biricik güvencesi olan “kıdem tazminatı”na göz dikenlerin de aynı yolun yolcusu oldukları akıldan çıkartılmasın! Bizler uyanıp, sorgulamayı akıl edene dek…

1 Mayıs ve tarihsel anlamı

1 Mayıs ve tarihsel anlamı

Dr. Engin Ünsal
Girne Amerikan 
Üniversitesi Öğretim Üyesi

  • Emekçiler üretim güçlerini siyaset alanına da taşımalıdırlar. O nedenle işçiler her 1 Mayıs’ta nasıl iktidar olacaklarını da dile getirmeli ve artık cesur türküler söylemelidirler.

[Haber görseli]

4 Mayıs 1886’da Amerikan İşçi Federasyonu (AFL) 15 saatlik çalışmanın 8 saate indirilmesi için Chicago’da Haymarket alanında bir toplantı düzenliyor ve polis bomba kullanarak bu toplantıyı dağıtmak istiyor. İşçilerden ve polislerden 14 kişi ölüyor. Sorumlu olarak dört işçi lideri yargılanıyor ve 1887 yılı Kasım ayında asılıyor. AFL 1888 yılında 8 saatlik çalışma günü kabul edilinceye kadar her yıl 1 Mayıs’ta grev yapılmasını kararlaştırıyor. 1889 yılında Paris’te toplanan 2. Enternasyonal 1 Mayıs’ın işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanmasına karar veriyor. Bizde ise 1 Mayıs 2008 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kabul edildi ve ulusal bayram ve genel tatil yasasında yapılan değişiklikle resmi tatil ilan edildi.

İşçinin gücü var ama sınıf bilinci yok
1 Mayıs bir bayram değildir. Geçmişte yaşanan acıların, emekçilerin yaşadığı zulmün anıldığı çok önemli bir gündür. 1820’lerde Sanayi Devriminin başlaması ile toplumun gündemine oturan işçiler ve sorunları ilkel sermaye sınıfı ve onların yanlısı siyasiler tarafından hiç önemsenmemiş ve emekçiler büyük acılar yaşamış, sonraki yıllarda hakları için verdikleri mücadelelerde büyük bedeller ödemişlerdir. Kapitalizmin sömürü vetiresi bitmediğinden işçinin sömürüsü de devam etmiştir. Aradan bunca yıl geçmiş olmasına karşın çalışanlar çalışma ortamlarında insanlık onuruna yakışan bir yaşama henüz ulaşamamıştır.

1 Mayıs bizde ve bütün dünyada emekçilerin dayanışma günü olarak coşku ile kutlanmaktadır. Ülkemizde bu anlamlı günün üzerinde bir başka açıdan durulması hiç düşünülmeden renkli kutlamalar yapılmaktadır. 1 Mayıs bir bayram değil emekçilerin geçmişte yaşadığı acıların anıldığı bir gündür ve ülkemizde bu acılar halen yaşanmaktadır.

Ülkemizde işçi, memur, esnaf, kendi hesabına aile işletmelerinde çalışanlar, taşeron işçilerini de kapsayan kayıt dışı çalışanlar olmak üzere 2018 verilerine göre 25 milyon insan çalışmaktadır.

  • İşverenlerin olumsuz tutumundan, yasaların zorluklarından ötürü işçilerin ancak 800 bini memurların ise yaklaşık 1.5 milyonu reel sendika üyesi olabilmiştir.

Özellikle işçiler;
– iş güvencesinin olmadığı,
– sendikalı olanın işten atıldığı,
– işe iade davalarının en az iki yıl sürdüğü,
– arabuluculuk sisteminin işçinin aleyhine işlediği,
– asgari ücretin, işsizlik ödeneğinin yetersiz olduğu,
– sendikaların çifte baraj nedeni ile işçiler çoğunluğu adına sözleşme yapamadığı,
– yapma olanağı bulanların önünde grev yasakları, grev ertelemeleri gibi nedenlerle işçilerin haklarını koruyamadığı,
– kamu görevlileri sendikalarının grev hakkının olmaması nedeni ile memur sendikalarının etkisiz kaldığı,
– kayıt dışında çalışanların asgari ücretin bile altında ücretlerle çalıştırıldığı,
– kıdem tazminatının yok edilmek istendiği,
– Özel İstihdam Büroları ile sendikalaşmanın altına dinamit konulduğu,
– hükümetin özgür sendikalar yerine biat eden sendikalar yarattığı,
– bunlara benzer daha birçok olumsuzluğun yaşandığı bir çalışma ortamındayız.

  • 1 Mayıs ülkemizde bir bayram günü değil, protesto ve uyarma günü olarak anılmalıdır.

Üreten, yöneten olmalıdır
Bu karamsar ortamdan çıkış yolu var. Çalışanların bakmakla yükümlü oldukları insanlarla birlikte sayıları 60 milyona yaklaşmaktadır. Bu sayının demokrasilerde çok büyük anlamı ve siyasal gücü vardır. Çalışanların yaşadığı tüm olumsuzlukların kaynağı parlamentodur ve böylesine sayıca güçlü olan çalışanların parlamento üzerinde hiçbir gücü yoktur. Çalışanlar suyun başına gitmeden, orada etkili olamadan insan onuruna yakışan bir yaşamın asla sahibi olamazlar. Siyasette etkili olabilmek için çalışanların siyaseten bilinçlenmeleri gerekir.

  • Çalışanlar “Oy” güçlerini bölmeden aynı yönde “oy” kullanmalarının yüceliğine erdikleri zaman aydınlığa çıkabileceklerdir.

Düşünme günü
1 Mayıs işçi ve memur sendikalarının, emekçilerin neden siyasal güç fukarası olduklarını düşünme günü olmalıdır. Sokaklara çıkıp, pankartlar açıp, sloganlar atarak hak isteyenler yaşadıkları olumsuzluğun en büyük sorumluluğunun, sınıf sendikacılığına uzak durdukları, işçi hareketini siyasallaştıramadıkları için kendilerinde olduğunu bilmeleri gerekir.

Böylesine büyük bir “oy” gücü olan emekçiler üretim güçlerini siyaset alanına da taşımalıdırlar. Bir siyasi partide saf tutmalı, o partinin yönetiminde olmalı veya yönetimini etkilemeli ve mutlaka parlamentoda temsil edilmelidirler.

  • Üretenler bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olmak zorundadırlar!

Aktif siyasetin içinde yasaların oluşumuna yön vermelidirler. Hiçbir siyasi parti onların sorunlarına işçinin kendisi kadar sahip çıkamaz. O nedenle;

  • İşçiler her 1 Mayıs’ta nasıl iktidar olacaklarını da dile getirmeli ve artık cesur türküler söylemelidirler.

KAĞITTA OYNANAN OYUN

KAĞITTA  OYNANAN OYUN

Konuk yazar :
Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Son günlerde kâğıt fiyatlarında inanılmaz artışlar oluyor. Fiyatlar adeta çıldırmış durumda. Bu durum pek çok Anadolu basınını vurdu. Kimi gazeteler bir süre çıkamaz oldu. Basından okuduğumuza göre, çok sayıda yerel gazete – dergi.. kapanmak zorunda kalacak. Zaten az okuyan bir toplumuz, kitap fiyatlarına gelen – gelecek zamlarla kitap, gazete, dergi almak ve okumak giderek lüks olacak.

Bu sorunun temelindeki yakıcı gerçekleri ne derece araştırıyoruz ve dikkat ediyoruz acaba? Yargı kararları hiçe sayılarak yaşanan skandal boyutunda bir soruna dikkat çekmek istiyorum. 28 Nisan 2012’de Milliyet Gazetesinin “Gece yarısı geçen kritik karar” başlığı ile verdiği haberi aynen aktarmak istiyorum. Aslında Milliyet, malum yandaş gruplara geçti özel imtiyazlarla. Bugün olsa bu skandal haberi zaten okuyamayacaktık, o gün kısmen de olsa basın etiği sorumluluğu ile verilen haberi okuyalım.

“AKP dün gece yarısı çok kritik bir yasayı Meclis’ten geçirdi. Bazı üst kurul başkanlarının görev sürelerini düzenleyen yasa görüşülürken, son dakika verdiği önergeyle tartışılacak bir düzenlemeyi yasalaştırdı. Ekonomiservisi.com‘un haberine göre, yasaya eklenen maddenin özeti şöyle: Özelleştirme ihaleleri konusunda yargının verdiği kararlar bundan böyle yok sayılacak, son sözü Bakanlar Kurulu söyleyecek. Bu yasa bir medya grubunu çok yakından ilgilendiriyor:

13 Mayıs 2003’te yaklaşık 1800 dönümlük arazisi, 185 lojmanı, sosyal tesisleri ve diğer varlıkları ile Balıkesir SEKA Kağıt Fabrikası 1.1 milyon dolara satıldı.Özelleştirme ihalesi öncesinde 51 milyon $ değer biçilen Balıkesir SEKA, ihalede tek teklifi veren Yeni Şafak gazetesinin sahibi Albayraklar’a Özelleştirme Yüksek Kurulunun onayıyla 24 Haziran 2003’te devredildi.”

“Bursa 2. İdare Mahkemesi 28 Temmuz 2003´te, satılmasında kamu yararı ve özelleştirmenin amacına uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı ve sonra da iptal kararı verdi. Karar temyiz edildi ve başka yargı organları Balıkesir SEKA’nın iadesi için 5 karar daha aldı. Ancak o tarihten bu yana yani tam 9 yıldır Balıkesir SEKA, Albayraklar’dan geri alınamıyor.

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın Balıkesir SEKA’yı geri alamamasının nedeni ise Albayraklar’ın açtığı 700 bin liralık tazminat davası. Bu dava nedeniyle SEKA’nın kapısına kilit vurulmuş durumda. Kısacası, Devlet kendi malını 9 yıldır çalıştıramıyor. Albayrak Turizm Seyahat İnşaat Ticaret A.Ş., kendisine devredilen tüm taşınır – taşınmaz mallar ile irtifak ve kullanım hakları üzerine ihtiyati tedbir koydurmuştu.

Gece yarısı Meclis’ten geçen yasaya göre özelleştirme uygulamalarına yönelik açılan davalarda, ihaleyi kazanan yatırımcıya devrin ardından iptal kararı verilmesi nedeniyle oluşacak fiili imkânsızlık karşısında geri dönülemeyecek bir yapının ortaya çıkması halinde Bakanlar Kurulu, yargı kararını uygulamayabilecek. “

Sayın muhalefet milletvekilleri Mecliste şekerleme yaparken gece yarısı kararları ile ve yargı kararları hiçe sayılarak devletin malı kimlere peş keş çekiliyor, ibret için görelim.

“Yeni yasayla birlikte 9 yıldır kapısı kilitli bulunan ve Danıştay’ın iptal kararına karşın 9 yıldır devlete iade edilmeyen Balıkesir SEKA, Bakanlar Kurulu kararıyla Albayraklar’a devredilebilecek.

AKP Grup Başkan Vekili Nurettin Canikli’nin dün Meclis’te “Özelleştirilen yere yatırım yapıldıktan sonra onun devlet tarafından geri alınması mümkün değil.” sözleri, Balıkesir SEKA konusunda hükümetin Albayraklar lehine karar vereceği beklentisini güçlendirdi. Böylece Albayraklar 51 milyon $ değer biçilen ancak 1,1 milyon dolara aldıkları kâğıt fabrikası sayesinde rakipleri karşısında büyük bir avantaj elde etmiş olacak.

Kâğıt fiyatları neredeyse %300 artarak 3’e katlanırken önce bu durumu sorgulamayan toplumun hiçbir şey söyleme hakkı olmadığını sanıyorum.
=============================================
Dostlar,

Değerli dostumuz eğitimci – yazar Sayın. Mustafa AYDINLI, son derece yakıcı bir konuyu işliyor yukarıdaki yazısında. Geçtiğimiz günlerde bu soruna ilişkin yazılar yayınladık sitemizde.

Sn. Prof. Erinç Yeldan’ın makalesinin altında biz de kapsamlı katkılar koyduk.. Bu yazımızın okunmasını, yayılmasını dileriz..

Hatta manşette hala tuttuğumuz bir çığlığımız var :

Anayasa md. 138/son :

“Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”

Yapılanlar son derece net ve açık bir ANAYASAYI İHLAL SUÇUDUR.

Bu suç işlenerek TÜRKİYE YAĞMA VE TALAN EDİLMEKTEDİR!

  • Bugün 2/3’ü özel sektöre ve bankalara ait 467 milyar $ dış borç, AKP politikaları sayesinde küpünü dolduran küçük bir azınlığın borcudur.

– Sendikal örgütlenmenin engellendiği, 
– onbinlerce kamu emekçisinin ihraç edildiği, 
– grevlerin yasaklandığı, 
– kamu emekçilerinin yandaş konfederasyonla birlikte yoksulluğa ve yoksunluğa mahkum edildiği, 
– hak aramanın bastırıldığı…

bir ortamda elde edilen yüksek kâr oranlarını halkla paylaşmayanlar, bugün zararlarını ve borçlarını halkın sırtına yıkmakta. “Nimete” kimseyi ortak etmeyen %1’lik bir kesim, külfeti nüfusun %99’unun üzerine yıkmaya çalışmakta. Krizi yaratanlar fırsattan istifade İşsizlik Fonunu yağmalamanın, kıdem tazminatına el uzatmanın ve zorunlu BES adı altında emekçinin cebinden finans tekellerini beslemenin yolunu aramaktalar.

…….
Bunlar son derece ağır suçlardır ve gün olur bu mazlum halk uyanır, ayağa kalkar ve beka refleksi ile kadim tokadını atarak, sorumlularından hesabını meşru direnme – savunma – isyan etme hakkı bağlamında hukuk katında sorar..

Kalmaz kimsenin yanına.. Tüm haramilere bir kez daha duyurulur!

Sevgi ve saygı ile. 27 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

SGK’nın artan bütçe açığı dudak uçuklattı

SGK‘nın artan bütçe açığı dudak uçuklattı

Doğrusu bir hekim ve bir vatandaş olarak korkuyorum.
Devlet emekli maaşlarını ödeyemez duruma düşebilir.
SGK sistemi çökebilir. Sovyetlerin çöktüğü yıllardaki rezil hallerini yaşayabiliriz.
Bunlar gerçek riskler. Bence aklı olan korkmalı. Tedbir almalı, ön almalı.

Dr. Oraj POYRAZ
oraj.poyraz@openmail.cc
22-11-2016, YURT Gazetesi
*****
2015 yılında 11.4 milyar lira açık veren SGK’nın bu yıl sonundaki açığının 20 milyar
14 milyon lira
ya çıkacağı belirtildi. Gelecek yıl SGK‘nın açığının ise 21.6 milyar liraya ulaşması bekleniyor.

Cumhuriyet’ten Mustafa Çakır’ın haberine göre, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Müezzinoğlu komisyonda milletvekillerinin sorularına yanıt verdi. Görüşmeler bakan Müezzinoğlu toprak altındaki işçileri çıkarma çalışmalarının sürdüğü Şirvan’a gideceği için kısa tutuldu. Muhalefet milletvekilleri Müezzinoğlu’nu madene gitmekte geç kalmakla eleştirdi. Müezzinoğlu eleştirilere, hükümet olarak ilk günden bu yana orada olduklarını savunurken, 17 Ağustos depreminin ardından o dönemdeki hükümetin daha geç sürede bölgeye ulaştığına dikkat çekerek yanıt verdi. Müezzinoğlu, kamuda
340 bini belediyelerde olmak üzere toplam 720 bin taşeron işçisi olduğunu söyledi.

Müezzinoğlu, memur sendikalarının iş güvencesinin ortadan kalkacağı, performansa dayalı ücretlendirmenin geleceği gerekçesiyle karşı çıktıkları kamu personel reformu hakkında da, “Kısa sürede yapabilmemiz, kısa vadede sonuç alabilmemiz zor gözüküyor” dedi. Müezzinoğlu, reform yerine “ilave bir yama daha” yaparak taşeron işçileriyle ilgili düzenlemeyi yıl sonuna dek getirmeyi planladıklarını söyledi. Müezzinoğlu, emeklilere promosyonda ortaya çıkan rakamların arzu edilen rakamlar olmadığını, son olarak konuyu Başbakanın müdahalesine bıraktıklarını, bir ay içinde sonuçlanmasını ümit ettiklerini bildirdi. Müezzinoğlu, gelecek yıl için belirlenecek olan asgari ücrette de yıl sonunda vergi nedeniyle herhangi bir kayıp olmayacağını söyledi.

Asgari ücret sorusu

Yeni asgari ücretin ne kadar olacağı konusunda ise Müezzinoğlu, ülkeyi krize sokmadan, istihdamı daraltmadan belirleme yapılacağını belirtirken, “Gönlümüzün istediğini değil, yapabileceğimizin iyisini yapmak durumundayız” dedi. Müezzinoğlu, kıdem tazminatının fona dönüştürülmesi konusunda ise “Sendikalar karşı diye süreci tıkarsak sendikasız olup da kıdem tazminatı alamayan %84’ün hak ve hukukunu görmezden gelmiş oluruz.” dedi.

Muhalefet milletvekillerinin terörle mücadelede şehit olanlar ile 15 Temmuz darbe girişimi sırasında şehit olan yurttaşlar arasında ayrım yapıldığı eleştirileri konusunda da Müezzinoğlu, mesleğini, görevini yaparken şehit olanlar ile 15 Temmuz’da hiç görevi olmadığı halde tankların önüne yatan, şehit olan vatandaşlar olduğuna dikkat çekti. Bunun üzerine muhalefet milletvekilleri, “Şehitler arasında ayrım yapmanız ayıp bir şey” diyerek tepki gösterdi. Müezzinoğlu, iş kazalarında Türkiye’nin 7. sırada olduğunu, bunun da iyi bir sıra olmadığını da söyledi.

Rakamlarla SGK!

-2015 yılında 11.4 milyar lira açık veren SGK’nin bu yıl sonundaki açığı 20 milyar 14 milyon liraya çıkacak. Gelecek yıl SGK’nin açığının ise 21.6 milyar liraya ulaşması bekleniyor.

-Sigorta prim teşviklerine 2004 yılından 2016 Ağustos dönemine kadar 69 milyar 62 milyon lira kaynak aktarıldı.

2 452 249 memurdan 1 756 934’ü sendikalı. Memurlarda sendikalaşma oranı % 71.64. Toplam işçi sayısı 13 038 351. Sendikalı işçi sayısı ise yalnızca 1 499 870. İşçilerde sendikalaşma oranı da %11.50.

-Kasım 2016 itibarıyla yabancı çalışma izni başvuru sayısı 72 167. Verilen izin sayısı ise 59 873.

-Kamuda, memur, hâkim-savcı, öğretim elemanı, sözleşmeli personel, işçi, geçici personel ve askeri personel olmak üzere toplam çalışan sayısı 3 291 846.

-Genellikle yakınmaların aktarıldığı Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi ALO 170 bilgi hattına toplam 39 304 320 çağrı geldi. Hatta gelen çağrılarda ilk sırayı SGK aldı. Çağrıların %68.8’ini SGK ile ilgili konular oluşturdu.

-Çalışma Bakanlığı’nın 2017 bütçesinden SGK’ye işveren prim indirimi için 15 milyar 300 milyon 915 bin lira kaynak aktarılacak. İşverene asgari ücret desteği için de SGK’ye 8 milyar lira kaynak verilecek.
(http://yurtgazetesi.com.tr/sgk-nin-artan-butce-acigi-dudak-ucuklatti/17019/)
============================
Dostlar,

SGK’nın aktüaryal denge sorununu biz de kaygıyla izliyor, sitemizde zaman zaman yazıyor, ders ve konferanslarımızda paylaşıyoruz. 80 milyına koşan devasa nüfus çook genç. Ortanca yaş 31 gibi. 0-18 yaş arası 24 milyon, üniversite eğitiminde 6+ milyon genç var. Bu 30 miyonluk kitle SGK primi öedemiyor.. Resmen işsiz olan 3,5  milyon da.. 9 milyonu aşan emekliler ve bir bölümü 65 yaş üstü 6,5 milyona varan yaşlılar.. Aylık geliri brüt asgari ücretin 1/3’ünden, 1650 /3 = 550 TL’den az olan milyonlarca SGK yoksulu.. Silah altındaki erler….. SGK’ya prim = ek vergi ödemiyor.. Böylesi bir sosyo – ekonomik yapıda Türkiye, Batı dayatması ile, çok pahalı olan GSS (Genel Sağlık Sigortası) finansman sistemini yürütmeye çabalıyor.. Önemli açıklar veriyor ve merkezi yönetim bütçesinden aktarımlar zorunu oluyor. Bu aktarımlar bütçe açığı yaratsa da!

Özetle SGK finansal yoğun bakımda.. Adil, dolayısıyla etik olmayan birçok yönü var.. Sürdürülebilir gözükmüyor.. 12 Kasım 2016 günü Vatan Partisi Çankaya İlçe Başkanlığının çağrılısı olarak Cumhuriyetin Halkçı Sağlık Politikalarından Günümüzün Piyasacı Düzenine Savruluş’u işlerken sorunun ne denli yakıcı olduğunu aktardık. 10 Aralık 2016 günü de Ulusal Eğitim Derneği’nde “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 68. Yılında En Temel İnsan Hakkı SAĞLIK” konferansımızda da sorunu değerlendireceğiz. On milyarlarca dolar ulusal servet yerli – yabancı sermayenin kasasına aktarılıyor, harcamalar artmayı sürdürüyor ama halkın sağlık düzeyi göstergeleri harcama ile orantılı iyileşmiyor..

SGK sistemi büyük bir karabasan! Çünkü Devlet; halkın sırtında sopalı tahsildar!

  • Çare, sağlıkta piyasacılıktan – özelleştirmeden vazgeçip,
    KORUYUCU SAĞLIK HİZMETİ ODAKLI Ulusal Kamucu Sağlık Sistemine geçiş..

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
    Mülkiyeliler BirliğiÜyesi
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Taşeronlaşma işçi kıyımıdır


Dostlar
,

4857 sayılı İş Yasası (2003) tümüyle işverenlerin çıkarları doğrultusunda biçimlendirilmiştir.
Esnek ve kuralsız çalışmayı, işçileri başka işverenlere kiralamayı, taşeronlaştırmayı yasal duruma getiren, kıdem tazminatlarını, fazla mesai ücretlerini, sendikal hak ve yetkileri budayan bu yasa yerine, bütün tarafların katılımı ile yeni bir demokratik iş yasası çıkarılmalıdır. 
– İş mevzuatı, ekseni “insan” olan çağdaş bir yapıya kavuşturulmalıdır.

TMMOB de bizimle benzer görüştedir.
(09.05.08, 22. İSAGÜ Haftası, www.mmo.org.tr/)

Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın Zonguldak’ta -2’si maden mühendisi-  30 madencinin yaşamını yitirdiği “kaza” raporunda, Ocaktaki eksikliklere dikkat çekildi.
Rapor ile Çalışma ve S.G. Bakanı Ömer Dinçer’in belirttiği gibi işçilerin
güzel ölmediği büyük bir ihmal sonucu öldükleri anlaşıldı.

Anımsanacağı üzere Başbakan RT Erdoğan da, bu mesleğin (madenciliğin) kaderinde “ölüm” olduğunu belirtmişti!

Böyle yaklaşılırsa nasıl önlem alınacak??

Rapora göre asıl iş veren TTK Genel Müdürlüğü %30, alt işveren = taşeron Yapı-Tek İnşaat Sanayi ve Ticaret AŞ’% 70 kusurlu; işçilerin hiçbir kusuru yok!

Sevgi ve saygı ile.
14.4.13, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================

Taşeronlaşma işçi kıyımıdır

Yasalarda “alt işveren” diye geçiyor. Yaşamdaki karşılığı, güvencesizlik,
12 saati bulan esnek çalışma saatleri, eksik iş güvenliği, üzerine yatılan
kıdem tazminatı… Taşeronlaşmaya dair kesin bir sayı vermek olanaklı değil ancak milyonlarca çalışanı etkilediği kesin. Üstelik AKP, İş Yasası’nda yapacağı değişiklikle taşeronlaşmanın önünü daha da açmayı planlıyor. İşçiler yaşadıklarını ve isteklerini anlatıyor…

Taseonluk_kolelik

Modern dönem köleliği: Taşeronlaşma

Kölelik 19. yüzyılın başlarında yasaklanmadan önce, savaşta tutsak düşenler,
borcunu ödeyemeyenler ve korsanlar tarafından kaçırılanlar için geçerliydi.
Ticareti resmen yasaklandıktan sonra onlara bir de gün ithaf edildi.

  • 23 Ağustos “Köle Ticaretini Yasaklama Günü”

olarak tüm dünyada kabul gördü. Gümüzde artık gemilere doldurulup pazarlarda satılan kölelerden söz etmek olanaksız. Onun yerini taşeron şirketlerde emeği üç on paraya satılan köleler aldı. İzin hakkı yok ya da yeni efendisinin insafına bağlı.
Ücreti ancak karın doyurmaya yetiyor. İş güvencesi ve kıdem tazminatı ise sıfır.

Koç Üniversitesi’nde birkaç haftadır hararetli günler yaşanıyor. Gündemde, üniversitede taşeron olarak çalışan ve işten çıkarılan işçiler var. Aslında her şey bir işçinin,
kötü çalışma koşullarına dikkat çekmek için imza toplamasıyla başladı. Hastayken çalıştırıldıkları, iş kaynaklı sağlık sorunları yaşadıkları, çanta arama, zorla belgelere imza attırma, savunma yazdırma gibi muamelelere maruz kaldıkları yazıyordu
imza metninde. Yaka paça dışarı atıp “ücretli izne” yolladılar işçiyi. Sonra da işten attılar. Taşeron firmayla Koç Üniversitesi’nin anlaşamaması üzerine 161 işçiye ulaştı çıkarmalar. İşçiler, konuya tepki gösteren bir grup öğrencinin, öğretim üyelerinin ve yönetsel personelin desteğini alarak harekete geçti. Tek istekleri okuldaki işlerine üniversite bünyesinde kadrolu olarak devam etmekti. Siz bu satırları okurken verilen söz tutulmuş olacak mı bilemiyoruz ama üniversite işçilere yarın işe döneceklerine ilişkin
söz verdi.

Taşeronlaşmanın mağdur ettiği işçiler salt onlar değil… Trabzon’da belediyede taşeron işçi olarak çalışıyordu Mustafa Canbakkal. 12 Şubat’ta işten çıkarıldı. Kırk yaşından sonra nerede, nasıl iş bulacaktı. Çıkmazdaydı. Belediye binasının çatısından kendini atmaya karar verdi. Belediye Başkan Yardımcısı Ergin Aydın tarafından ikna edildi. Ancak geçen hafta yine belediye önündeydi Canbakkal, elindeki pet şişede bulunan benzini üzerine döküp çakmağına bastı… Kurtarıldı ama şimdilik…

DİSK Araştırma Enstitüsü’nün (DİSK-AR) araştırmasına göre,
Türkiye’de altı milyon insan iş güvencesinden yoksun bir şekilde taşeronlar eliyle çalıştırılıyor ve taşeronlaşma tüm işkollarının yaklaşık % 60’ına yayılmış durumda. Üstelik en çok da inşaat, maden gibi “iş cinayet”lerinin yoğun yaşandığı sektörlerde var.

Anlayacağınız;

– 2010’da Zonguldak Karadon’da 30 işçiyi diri diri madene gömen de,

– İstanbul Esenyurt’ta bir şantiyede işçi yatakhanesi olarak kullanılan çadırlarda çıkan yangında 11 işçinin diri diri yanmasına neden olan da o.

İş hukukunda “alt işveren” olarak adlandırılan taşeron işverenler, her alanda faaliyet gösteriyorlar. Oysa İş Yasası’nın 2. maddesi diyor ki,

“Asıl işveren kendi asıl işini taşeron işverene devredemez. Sadece asıl işe yardımcı nitelikte olan; temizlik, taşıma, güvenlik, yemek gibi işler ile asıl işin teknik anlamda uzmanlık gerektiren kısmını taşerona devredebilir.”

Ama ne yazık ki, bırakın özel sektörü, pek çok kamu işi de “hizmet alımı” adı altında ihale yöntemiyle taşeronlara devrediliyor. Milli Eğitim Bakanlığı’na 2003-9 arasında alınan 478 bin personelin 150 bini sözleşmeli, 240 bini ise taşeron firmalar eliyle çalıştırılan geçici personel statüsündeydi örneğin. AKP’nin 2003’ten bu yana yürüttüğü “Sağlıkta Dönüşüm Programı” çerçevesinde sağlıkta hizmet alımı ile temin edilen personel sayısı 11 binden 116 bine çıktı.

Eski DİSK Genel Başkanı Erol Ekici’nin 2013’ü taşerona karşı kadrolu, sigortalı, sendikalı bir iş isteminin haykırış yılı olacağını dile getirmesi boşa değil. Üstelik AKP,
İş Yasası’nda yapmayı planladığı değişiklikler taşeronlaşmanın önünü daha da açacak.

Taşeron İşçileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Cemal Bilgin ve
dernek çalışmalarında yardımcı olan İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan durumu, taşeron işçilerse yaşadıklarını anlatıyor. Söz Bilgin ve Kılıçaslan’da :

– Önce dernekle başlayalım. Taşeronlaşma pek çok iş alanında mevcut, çalışma koşulları kötü, hak gaspı çok olduğu halde işçiler ancak son birkaç yıldır örgütlenmeye başlayabildi. Ancak taşeron işçileri derneklerinin büyük bölümünün iktidar çevreleri tarafından desteklenerek kurulduğu söyleniyor. İstanbul’da Taşeron İşçileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ni kurma fikri nasıl gelişti? 

Prof. Zeki Kılıçarslan : Evet, Anadolu’da pek çok yerde bakanlık destekli dernekler kurularak konu çarpıtılmaya çalışılıyor. İşçi bile olmayıp yalnızca örgütleme amaçlı çalışan elemanları var. Açılış kurdelelerini bakanlıktan yetkililer kesiyor, düşünün.
İktidar süreci yönetmek istiyor, çünkü taşeronlaşmanın ne denli can yakıcı bir konu olduğunun farkında. İstanbul Üniversitesi’nde 2001’den başlayarak ciddi bir taşeronlaşma başladı. Ne yönetimin, ne burada yetkili iki sendikanın, ne öğretim üyelerinin haberi vardı bu taşeron işçilerden. Mücadele ederek seslerini duyurdular.”

Cemal Bilgin: 1998’den beri İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde hasta bakıcı olarak çalışıyorum. Çalıştığım firmanın sayısını hatırlamıyorum, o kadar çok değişiyor ki, son üç yılda on firma değiştirdim örneğin. Her değişimle haklarımız gasp ediliyordu. Düşünün, son on yılda bir kez bile yıllık izin kullanamadım. Bu kötü koşullarımıza karşın sendikalar bize dönük bir örgütlenmede bulunmuyordu. Biz de kendi aramızda bir örgütlenmeye gidelim dedik. Nasıl bir köy derneğinde 3-5 kişi bir araya gelip dayanışıyor, öyle bir şey oluşur, diye düşünmüştük. Ama üyelerimiz 150’ye çıktı,
her gün de artıyor. Dernek büyük bir gizlilik içinde oluştu. Başta baskılar çoktu ancak kalabalıklaşınca gücümüzü gördüler. Şimdi rahatlıkla basın açıklamamızı yapıyor, sıkıntılarımızı dile getiriyoruz.”

– Üyeleriniz daha çok hangi sektörlerden?

C. Bilgin: Sağlıktan, belediyelerden, Emniyet’ten, adliyeden, karayollarından işçiler yoğunlukta. Ancak taşeronlaşma bu alanlarla sınırlı değil, çalışma şartlarından ve olanaksızlıklardan dolayı henüz her sektöre ulaşamadık. Yoksa taşeronlaşma artık yaşamın her alanında. İş Yasası’nın 2. maddesi “asli işler taşerona verilemez” dediği halde taşeronlaşma artık denetlenemeyen bir güç.

Prof . Z. Kılıçarslan : Evet, bu 2. madde kilit bir öneme sahip.
AKP oradaki “asli işler” ibaresini kaldırıp her işi taşerona vermeye çalışıyor.

C. Bilgin: Meclis görüşmelerimiz oldu. Dört partiye de gittik. Hepsi taşeron sorununu ele aldığını söyledi. Ancak dördüne de güvenmiyoruz. Seçim zamanında “taşerona son” vaatlerinde bulunuyorlar ama sonra temsil bulamıyoruz.

– Taşeronlaşmadaki tıkanma nerede başlıyor?

C. Bilgin: Önce şunu söylemeliyim, derneğin amacı taşeronu iyileştirmek, maaşımız düzenli yatsın filan değil; biz taşeron kaldırılsın istiyoruz. Taşeron firmalar son 10-15 yıldır çok arttı; bir patronun 5-10 firması var. Hızla birini kapatıp, yenisini açıyorlar. Böylece maaşlarımız ödenmese bile muhatap bulmakta zorlanıyoruz.

Prof. Z. Kılıçarslan : Çapa Tıp Fakültesi’ndeki taşeron işçilerin açtıkları davalar bu konuda bir dönüm noktası niteliğinde aslında. İş müfettişlerinin tuttuğu rapor sonucunda mahkemeden 1112 kişi için asli iş yaptıkları, dolayısıyla üniversitenin çalışanı olmaları gerektiğini belirten karar çıktı. Yargıtay da onadı. İşçilerin tescilinin İstanbul Üniversitesi’ne yazılması gerektiği belirtildi bu kararla. Ancak hâlâ yapılmadı bu.
Çünkü iktidardan baskı var, düşünün Bakanlar Kurulu’nda bile bu karar tartışılmış
çünkü bu tüm kamu kuruluşlarına örnek oluşturacak. Bunu nasıl durdurabiliriz
diye düşünüyorlar. Yakında yeni yasa yapılacak.

C. Bilgin: Daha önceleri davalar taşerona açılıyordu. Bu karar,  muhatabımızın doğrudan İstanbul Üniversitesi olduğunu ortaya çıkardı. Öbür çalışanlar için de
ana firmaya dava açabilme yolu açıldı. Ancak 2011’de alınan karar hâlâ uygulanmadı. Üniversiteyle toplantı yaptığımızda hukuk profesörleri “Sonuna kadar haklısınız ama bizim yapacağımız bir şey yok, hükümet bunun önüne geçiyor.” diyorlar.
Yerel seçim sürecine girilmişken eylemlerimizi yükseltip bunu kamuoyunun gündemine sokmak istiyoruz.

ESRA AÇIKGÖZ
esraacikgoz@cumhuriyet.com.trCumhuriyet Pazar Dergi, 14.4.13