Etiket arşivi: Kemal Derviş

ZAMAN TAM TEŞEKKÜLLÜ HASTANEYE BAŞVURMA ZAMANI…

ZAMAN TAM TEŞEKKÜLLÜ HASTANEYE BAŞVURMA ZAMANI…

Dr. Noyan UMRUK
13.09.2018

Türk Lirası, yılın başından beri öbür ülkelerin para birimlerine göre değer yitiriyor. Ocak 2018’den bu yana Amerikan Doları’na göre olan değer kaybı %60’ı bulduBu durum da ister istemez ihracatın ithalatı 2017’de ancak %67 oranında karşılayabildiği bir ekonomide, kurun fiyat düzeylerine olabilecek etkisini tetikliyor.

Türkiye’de, tüm “yükselen” ülkelerde olduğu gibi, kur-enflasyon ilişkisi yaşamsal bir öneme sahip. Çünkü gelişmekte olan ülkelerin üretim yapabilmeleri için ithalata gereksinimleri var ve dövizin yerli para birimi cinsinden değerinin artması, ithal edilen tüketim malları fiyatlarında ve ithal girdi kullanılan üretim maliyetlerinde artışı da birlikte getiriyor.

Geçen yıl bu dönemde 3,44 TL’ye aldığımız 1 ABD Doları, 6 TL’nın üstüne tırmanmış durumda ki, bu da yıllık artışın %90 oranında gerçekleştiği anlamına geliyor. Kurlardaki bu panik atak öngörülebilir bir ekonomik ortam, reel yatırımlar için büyük engel oluştururken, tüketici için ise ciddi bir yoksullaşma nedeni…

Türkiye’nin döviz kurları ile sorunlu ilişkisi aslında yeni bir durum değil. . Dolayısı ile her zaman büyük bir ciddiyet ve özenle ele alınması gereken bir olgu… 1923’te 1 ABD Doları 1,67 TL’ydi. 1980 yılında ise ortalama 1 ABD Doları 75 TL oldu. Bir başka deyişle, Cumhuriyetin kuruluşundan, 1980’e kadar TL, ABD Doları karşısında yaklaşık 44 kat değer yitirdi..

Türkiye 1980’lere kadar döviz kurlarının değerinin Merkez Bankası tarafından belli zaman aralıklarıyla belirlendiği, sabit kur rejimini yürüttü. Güçlü rezerv gerektiren bu yöntem, kurun sabit tutulamadığı rezervlerin yetersiz kalması durumunda yerel para birimin değeri düşer; bu zaman zaman şimdiki gibi şok devalüasyonlar yaşanarak olur…

1980’lerde geçilen esnek kur rejimleriyle birlikte Dolar ve Sterlin, 1980 öncesi 57 yılda kazandığı oranı yalnızca 11 yılda geçti. 1980-91 arasında ABD doları 54 kat, İngiliz Sterlini ise 41 kat değer kazandı. 1990’larda da döviz kurlarındaki oynaklık en üst düzeydeydi.

Sonunda 2001 krizi gelip çatmış, 21 Şubat 2001’de bankalar arası piyasada gecelik faiz % 6200’e çıkarken, ortalama % 4018,6 olmuştur. Merkez Bankasının döviz rezervi 16 Şubat 2001’de 27,94 milyar Dolarken, 23 Şubat 2001’de 22,58 milyar Dolara inmiştir. Rezerv yitimi 5,36 milyar $ olarak kaydedilmiştir.

Dolar kuru bir gecede % 40 artmış ve 680 bin liradan 960 bin liraya yükselmiştir. Resmi devalüasyon yeterli olmamış, döviz rezervleri hızlı bir şekilde erirken, hükümet 21 Şubat 2001’de kuru dalgalanmaya bırakmıştır. 22 Şubat’ı izleyen iki haftada 1,2 milyon liraya dek yükselmiştir. Bu aşamada gelen dalgalı kur sistemi, döviz piyasalarını iyice karıştırmış; bu karmaşada dalgalı kura geçilmesiyle Doların gerçek değerinin ne olacağı bilinememiş ve alım-satım arasındaki fark artışa geçmiştir. 

Veee 14 Mart 2001’de 3 aşamalı kurtuluş planını açıklanmıştır. Bu plana göre;

– Bankacılık sektörüyle ilgili önlemler alınacaktır.
– Döviz kuru ile faize istikrar kazandırılacaktır.
– Ekonomi dengeleri yeniden planlanacak, 2. yarıda büyümeye geçilecektir.

Kurtuluş planı sonrasında IMF’ye niyet mektubu verilmiştir. Mektupta; iktisadi etkinliği sağlayacak reformların yapılacağından ve enflasyonla mücadelenin gerçekleştirileceğinden söz edilmiştir. Gelir dağılımı ile ilgili adaletsizliğin ortadan kaldırılacağı, sürdürülebilir büyüme ortamının oluşturulacağı taahhüt edilmiştir. Böylece 1980’lerde 24 Ocak (1980) Kararları ile girilen küresel ekonomik alanın gerekleri 2001’de Kemal Derviş yönetiminde yeniden teyid edilmiş oldu.

Kur dalgalanmaları ve enflasyon korelasyonu (doğrusal ilişkisi)

Türkiye’de döviz kurlarının günlük ilanına geçildiği 1981 yılından beri döviz kurlarındaki dalgalanmalar ile enflasyon oranları arasında sıkı ve doğrudan bir ilişki var. Zaten girdi maliyetlerinin egemen para Dolarla yakın ilişki içinde olduğu göz önünde tutulursa, bunu söyleyebilmek için alim olmaya gerek yok…

Örneğin 1994 krizinde Dolar %169 oranında artarken, enflasyon oranı da %130 düzeyindeydi. Kurda ve enflasyondaki azalma veya artış da aynı biçimde öbür değişkeni geçişli şekilde etkiliyor. Fakat bu geçişkenliğin her zaman tek yönlü olduğunu söylemek olanaklı değil. Yapılan nedensellik testlerinde kurdan enflasyona geçiş kadar, enflasyonun da kurdaki artışı tetiklediği çalışmalar var.

İthalata bağımlı bir ülkede döviz kurundaki artış, üretim maliyeti ve tüketim malları fiyatlarında artışa neden olduğu gibi, özellikle kronik enflasyon sorunu olan ülkelerde fiyat düzeylerindeki istikrarsızlık nedeniyle, yerel para birimine olan güvenin azalması da dövize istemi artırarak kur artışına neden olabiliyor.

Yapılan çalışmaların gösterdiği önemli bulgulardan biri de, kurdan enflasyona geçişin zamana yayıldığı, üretici ve tüketici fiyatlarında farklı etkiler ürettiği üzerine. Döviz kurlarındaki değişim, ilk olarak üretici fiyat endeksine yansıyor ve endeksler arası geçişkenlik 11 ayı bulabiliyor. TÜFE ve ÜFE endeksleri arasındaki %10’u aşan farkı bu bulgu ışığında okumak ve ciddi önlemler alınmazsa enflasyonun hiper enflasyona dönüşmesi büyük olasılık

Öte yandan bizzat başına geçilerek, ülkeyi padişahın mülkü görünümüne sokan Varlık Fonu ile elde kalan son varlıkları güvence göstererek borçlanma, uzun vadeli kiralama ve satışların da yaraya pansuman olamayacağı yaygın bir görüş…

Ne yapmalı?

Oyunu, Londra merkezli küresel piyasalarda oynamayı 1980’lerde kabul edip, 2000’lerde Kemal Derviş’le yeniden teyid ve tescil ettirdiğinize göre, ortak akıl, kısa vadede,  yargı ve TCMB başta olmak üzere, özerk olması gereken hukuk ve ekonomiyi yöneten kurumların bağımsızlaştırılması, uzun bir süre tereddütten sonra çok geciktirildiği için, yaratacağı olumlu etki tartışmalı olan bu gün (13.09.2018) gerçekleştirilen sert ve beklenti üstü faiz (artışı) kararını gerektiriyor…

Uzun vadede ise köklü bir eğitim reformu, uluslar arası ilişkilerde başlangıç ayarlarının hatırlanması. AR-GE, teknoloji içeren reel üretimle barışmak, toplumsal kutuplaşmanın yumuşatılması Türkiye’yi ve  toplumu rahatlatacaktır

En önemlisi, tüm bunlar için iyi çizilmiş bir rota doğrultusunda Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) yeniden yapılandırılmalıdır. Ülkenin coğrafi, fiziki ve beşeri anlamda kaynak ve olanak envanterine sahip, bölgesel ve ulusal düzeyde sürdürülebilir bir kalkınma sürecini eşgüdümleyerek, küresel gerçekleri de göz ardı etmeden, en azından optimal ölçek ekonomileri çerçevesinde, selektif-özenle seçilmiş sektörlerde uluslararası düzeyde rekabet edebilecek innovasyon-teknolojik gelişmeyi içeren marka ürünler üretilebilmesini planlayabilen, özel kesim için özendirici ve yol gösterici, kamu kesimi için emredici ciddi bir planlama örgütüne şiddetle ihtiyacı vardır.

Durum, tam teşekküllü bir hastaneye başvurmak yerine, sağlık ocaklarında dolaşılmayacak ölçüde ciddidir…
=================================
Evet dostlar,

Sn. Dr. Umruk yeterince açık ve net koymuş sorunu ve çözümleri..
Ancak son tümcesindeki karşılaştırmalı benzetmede, Hastane – Sağlık Ocağı ikilisinde, bu sözde yerli – milli  AKP iktidarının dış güdümlü SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM programıyla, Temmuz 2010’dan bu yana, ‘dolaşılacak‘ Sağlık Ocakları da yok! Onlardan çoooook yetersiz, 1. Basamak sağlık hizmetlerini de özelleştiren Aile hekimliği sistemi var.. Çağdışı bir sistem..

Ve TCMB, faiz oranlarını %17.75’ten %24,00’a yükseltti..
%6,25 puan (625 baz puan teknik anlatımı kullanılıyor) birden..
Dış ekonomik çevrelerin öneri – beklentisi %4,25 puan dolayında idi..
Dolar 5.90 TL dolayına çekildi.. Bakalım nereye dek.. % 24 faiz ile bankacılık sistemi nasıl dönecek? Mevduata %24 faiz ödeyecek Banka, topladığı parayı % kaç faizle ‘satacak’!? Açıkçası kredi, teminat mektubu vb. işlemlerde faiz kaç olacak? Kimler %30’ları aşan kredi faiziyle bankalardan nakit borçlanacak ve iş kuracak??

Deli bir faiz oranı.. Ne var ki ekonomideki hastalık öyle ağır ki, ateş düşürücü gibi basit önlemler yetmiyor. İlle ağır diyet ödenecek.. Gangren olan organın kesilmesi zorunda kalınması gibi.. Kendimiz ettik (AKP etti!) kendimiz bulduk (Halk bedel ödüyor!); kolumuzu – bacağımızı feda ediyoruz adeta ekonomideki talan yüzünden..

Dileyelim halkımız uyansın bu acı tablo karşısında ve iktidar mutlaka ders alsın.

Sevgi ve saygı ile. 14 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Prof. Korkut Boratav : Yolun sonu IMF!

Hocaların hocası dövizi yorumladı:
Yolun sonu IMF!

İktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, dünyada egemen olan finans kurallarına dikkat çekti ve “Şimdi bu kurallara ya uyacaksınız ya da cezalandırılacaksınız. Sonuç, kurallara teslim olursanız IMF’ye gidersiniz. İşte Türkiye bu noktadadır.” dedi.
CHP’li ekonomist Selin Sayek Böke ise “Bu OHAL devalüasyonudur. Göz göre göre hep birlikte batıyoruz” yorumunda bulundu. (Cumhuriyet, 23.05.2018)

[Haber görseli]

Prof. Dr. Boratav’ın değerlendirmeleri şöyle:

* Şu anda dünyaya egemen olan finans kuralları şunlar:
1- Merkez Bankası’nın kesin bağımsızlığı.
2- Enflasyon üzerinde faiz oranı belirleyen sıkı para politikası.
3- Döviz fiyatları dalgalanmaya bırakılacak, Merkez Bankası müdahale etmeyecek.
4- Hepsinin temeli olan ana kural sermaye hareketleri serbest bırakılacak.

* Şimdi bu kurallar finans kapitalin egemenliğini sağlayan kurallardır. Bununla baştan kavga etmeniz mümkün. Yani “sermaye hereketlerini kontrol edeceğim” diyerek meydan okuyabilirsiniz. Türkiye bundan 1989’da vazgeçti, serbest bıraktı. İkincisi Döviz kurunu kontrol edebilirsiniz. Türkiye bundan da Kemal Derviş döneminde 2001’de vazgeçti. 2002 sonunda iktidara gelen AKP de aynı kuralları kabul etti. Şimdi buna ya uyacaksınız ya da cezalandırılacaksınız.

* Nedir cezalandırma? Fon girişleri durur. Krediler pahalılaşır ya da ana parayı tahsil etmeye başlar bankalar. Bu da Döviz krizine sürükler. Sonuç, kurallara uymaya razı olursanız, teslim olursanız IMF’ye gidersiniz. İşte Türkiye bu noktadadır.

* Cumhurbaşkanı bu kurallara uyma niyetinde olmadığını çeşitli vesilelerle söylüyor. Fakat söylem ortalığı karıştırıyor. Ne söylüyor:

“Yurt dışına para kaçıranlara vergi uygulanacak. Cumhurbaşkanı, yürütmenin başı olarak Merkez Bankası bağımsızlığına tabi olmak zorunda değildir. Son olarak da faiz bütün kötülüklerin anasıdır, düşürmek lazım.”

Bunlar kurallara itiraz anlamına geliyor ama temel kural korundukça yani sermaye hareketlerinin korunması durumunda olanaklı değil. Cezalandırılırsınız.

Prof. Boratav, ekonomideki kötüye gidişin işçiye, memura yansımasının nasıl olacağı konusunda da

  • “Enflasyon yukarı çekilir, sonunda sert krize dönüşürse ekonomi daralmaya başlar.
  • İşsizlik yükselir. Ancak bu nokta daha sonra gelir. Yıl sonunda gelir. Özellikle önümüzdeki yıl gelir.” dedi.
    =========================================

    Teşekkürler Boratav hocamız, saygın üstadımız…
    Dileyelim siyasal partilerin yetkilileri – sorumluları da okur uyarılarınızı..

    Sevgi ve saygı ile. 28.5.18

    Dr. Ahmet Saltık
    www.ahmetsaltik.net  

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA

Ahlatlıbel / A N K A R A

Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN; CUMHURBAŞKANI ADAYI ve OLASI
BAŞKAN ADAYI OLABİLME ŞARTLARINI;
hem HUKUKEN hem de KANUNEN HİÇBİR ŞEKİLDE TAŞIMAMAKTADIR.

Recep Tayyip ERDOĞAN’ın ÜNİVERSİTE (Herhangi bir üniversitenin bünyesindeki en az 4 yıllık fakülte) mezunu olmadığı; kesin bir olgudur. Zaten AKP’yi birlikte kurdukları ve Yüksek Seçim Kurulu ile Siirt İl Seçim kurulları’nın; Recep Tayyip ERDOĞAN’a; ANAYASAMIZI ve YASALARIMIZI göz göre göre açıkça çiğneyerek; gökten zembille indirip bahşettikleri GAYRİMEŞRU SİİRT milletvekilliği payesi MEŞRU FARZEDİLEREK; GAYRİMEŞRU YÖNTEMLERLE kurduğu ilk hükümette yaklaşık 4 yıl boyunca yanı başında başbakan yardımcısı olarak bulunan, sayın Abdüllâtif ŞENER; Recep Tayyip ERDOĞAN’ın üniversite mezunu olmadığını ve
2 yıllık yüksekokul mezunu olduğunu kamuoyumuza bütün içtenliği ile açıklamıştı. Yüce mahkemenizce Recep Tayyip ERDOĞAN’ın SİİRT İL seçim kurulu – İstanbul
il seçim kurulları ile birlikte; Yüksek Seçim Kurulu’na çeşitli tarihlerde sunduğu
TÜM DİPLOMALARI’nın ASILLARI’nın getirtilerek KRİMİLAL incelemeye
tabi tutulmasını
; en derin saygılarımla arz ve talep ediyorum.

Bu başvuruyu yüce mahkemenize benim değil; TBMM’de grubu bulunan CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) ve MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) üst yönetimlerinin yapmaları gerekirdi. İsimlerini verdiğim bu siyasal partilerin görevlerini yapmamaları ve bazı durumlarda da Recep Tayyip ERDOĞAN’ın suç ortağı konumuna düşmeleri nedeniyle; BİREYSEL BAŞVURU HAKKIMI KULLANARAK; DEVLET HAYATIMIZI DERİNDEN ÇOK ÇOK MENFİ YÖNDE ETKİLEYEN; TELÂFİSİ İMKÂNSIZ çok önemli bu başvuruyu, Yüce Mahkemenize ben yapmak zorunluluğunda bırakıldım. YÜCE MAHKEMENİZ’in, DEVLETİMİZ’in GELECEĞİ AÇISINDAN YAŞAMSAL ÖNEMDEKİ ÇOK ÇOK ÖNEMLİ BU KONUYA İÇTİHAT YARATARAK RE’SEN EL KOYMASINI

en derin saygılarımla ARZ ve TALEP EDİYORUM.

RECEP TAYYİP ERDOĞAN; devlet güvenlik mahkemesi savcıları sayın NUH METE YÜKSEL ile sayın ÖMER SÜHA ALDAN tarafından yürütülen ve 12 klasörden oluşan; “İDAMI İSTENEN DOSYALARDAN“ YARGILANIP BERAAT ETTİĞİ İÇİN DEĞİL; ZAMAM AŞIMINA UĞRADIĞI“ gerekçesi ile dosyalar
RAFA KALDIRILARAK örtbas edildiği için kurtarılmıştır.
(STAR GAZETESİ, 30 Ocak 2004, Cuma).

MER’İ (Yürürlükteki) kanunlarımıza göre “İhaleye fesat karıştırma, RÜŞVET, HIRSIZLIK – YOLSUZLUK“ suçlarını işleyenler; Affa uğramış olsalar dahi CUMHURBAŞKANI ADAYI gösterilemezler.

03 Nisan 2014 günü akşamı ULUSAL TV Kanalında sayın Hulki Cevizoğlu’nun sunduğu “CEVİZ KABUĞU“ isimli programa konuk olarak katılan AKP kurucularından ve eski Başbakan Yardımcılarından sayın ABDÜLLÂTİF ŞENER, Recep Tayyip ERDOĞAN ve AKP konusunda dehşetengiz rüşvet – yolsuzluk ve hırsızlık iddialarını gündeme getirmiştir. Sayın Abdüllâtif ŞENER’in açıklamalarının bazıları kısaca şunlardır :

1- Birinin (Recep Tayyip ERDOĞAN) EVİNDE 1.000.000.000 US Doları (BİR MİLYAR Amerikan doları) NAKİT’i var ise; serveti en az 100.000.000.000 (YÜZ MİLYAR) DOLARDIR. En büyük 10 holdingin (KOÇ – SABANCI – DOĞUŞ – ENKA – ECZACIBAŞI – FİBA – BOYNER vb.) holdinglerin toplam varlıkları 100.000.000.000 US dolarından (100 milyar ABD DOLARI) daha azdır.

2- Dış basında Recep Tayyip ERDOĞAN’ın servetinin 127.000.000.000 US Doları
(Yüz yirmi yedi MİLYAR ABD DOLARI) olduğu
na ilişkin yazılar yayınlandı. Yayınlanan bu yazılar bugüne dek yalanlanmamıştır.

3- Bunca TAPE yayınlandı. Ne oldu ki demeyin. En azından MAFYA YÖNTEMLERİYLE DEVLET YÖNETİMİ NASIL OLUR? HERKES BUNU GÖRDÜ. Yaklaşık 2,5 yıl önce dış basında yayınlandığı ve yalanlanamadığı sayın ABDÜLLÂTİF ŞENER tarafından dile getirilen 127 MİLYAR Amerikan doları tutarındaki inanılması imkânsız KORKUNÇ servetin meşru yollardan edinilmesinin imkânı olabilir mi?

MİLLİ İRADE’nin Parlamentoya gerçek anlamda yansımasını çok büyük ölçüde engelleyen çarpık Seçim Kanunu ile birlikte; Yüksek Seçim Kurulu’nun affedilmesi mümkün olmayan; bilinçli ya da bilinçsiz bariz hataları ve ABD’nin çevirdiği envai çeşit oyunlar neticesi; kayıtlı seçmenin sadece %25’inin OYU’nu alabildiği halde, Parlamentodaki üye tam sayısının 2/3’ünden fazlasını ele geçiren eski (fiili)
AKP GENEL BAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN’ın kendi ifadesi ile
24 TEMMUZ 1974’te İETT Altıntepe daire müdürlüğü “TEMİZLİK KADROSU“nda, “VASIFSIZ İŞÇİ“ OLARAK İŞE BAŞLADIĞI’nı; 14 Aralık 2004’te yayınlanan MİLLİYET GAZETESİ’ndeki RÖPÖRTAJI’nda yazar sayın CAN DÜNDAR’ın kaleminden öğrendik.

RECEP TAYYİP ERDOĞAN’ın; HUKUKEN AKP GENEL BAŞKANI OLMADIĞI ve MİLLETVEKİLLİĞİ ADAYLIĞI’nın YSK’ca iptal edilmiş olmasına rağmen;
AKP Genel Başkanı sıfatı ile 2002 genel seçimlerinde İstanbul AKP milletvekili
aday listesinin en başında yer almış olması; Yüksek Seçim Kurulu’nun İŞLEDİĞİ; TELÂFİSİ İMKÂNSIZ ÇOK ÇOK BÜYÜK ÖLÇEKLİ YASA ve ANAYASA SUÇU DEĞİL MİDİR?

Recep Tayyip ERDOĞAN, cümle alemin bildiği gibi, 12 Aralık 1997 tarihindeki SİİRT konuşmasında Minareler süngü, kubbeler miğfer, müminler asker, camiler kışlamız diye bölücü ve kışkırtıcı mahiyette bir şiir okuduğu ve halkımızı alenen kışkırttığı için, kesinleşmiş hapis cezasını da hapishanede bilfiil yatarak çekmiş olmasından dolayı; YSK’nca İstanbul milletvekilliği adaylığı iptal edilmişti.

Recep Tayyip ERDOĞAN‘ın AKP Siirt milletvekilliği adaylığını YASA’larımızı paspas gibi çiğneyerek kabul eden 2002 – 2003 yılları SİİRT İL SEÇİM KURULU başkan ve üyeleri ile birlikte, YÜKSEK SEÇİM KURULU başkan ve üyeleri; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı; telâfisi imkânsız çok çok büyük YASAL ve ANAYASAL suç işlemişlerdir. Haklarında yasal ve ANAYASAL müeyyidelerin tavizsiz uygulanması gerekmektedir.

Arz ettiğim bu gayrimeşru Siirt milletvekilliği ve akabindeki yaklaşık 4 yıllık gayrimeşru Recep Tayyip ERDOĞAN hükümetinde görevlendirilen çok sayıdaki AKP’linin de Cumhurbaşkanı, milletvekili ve Belediye Başkanı seçilebilme istekli adaylıklarının kabul edilmeyerek reddedilmesi gerekirdi. AKP ileri gelenlerinin muhtar adaylıkları dahi kabul edilemez. 2002 Siirt seçimlerinin tuhaf gerekçelerle, sanki sadece RECEP TAYYİP ERDOĞAN’ı önce Parlamentoya sokup; sonrasında da kendisine BAŞBAKANLIK MAKAMI’nın; ALTIN TEPSİ İÇİNDE SUNULMASI amacı ile gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Aynı seçim döneminde YAZ – BOZ TAHTASI gibi önce İstanbul milletvekilliği adaylığı Yüksek Seçim Kurulunca veto ediliyor. Birkaç ay sonrasında ise, devir değiştiği için YASALARIMIZ ve ANAYASA’mız PASPAS GİBİ ÇİĞNENEREK YENİLENEN 2002 SİİRT seçiminde AKP milletvekili aday listesinin en başına İstanbul’dan PARAŞÜT ile getirtilip oturtulabiliniyormuş?

T.C. Devleti’nin başbakanlık makamı; “ZİMMET – İHALEYE FESAT KARIŞTIRMA – KALPAZANLIK – EVRAKTA SAHTECİLİK YAPMA“ suçları başta olmak üzere, hakkında çok sayıda suç isnadı bulunan; ayrıca belediye başkanlığı öncesi ORMAN ARAZİSİ (YEŞİL ALAN) üzerine KAÇAK İNŞAAT YAPTIRMAK SUÇU’ndan l0 AY HAPİS CEZASI’na çarptırılan; (l0 aylık hapis cezası, para cezasına çevrilmiştir) ve de MİNARELER SÜNGÜ – KUBBELER MİĞFER – MÜMİNLER ASKER – CAMİLER KIŞLAMIZ diye, maksatlı şiirler okuduğu için kesinleşmiş hapis cezasını hapishanede bilfiil yatarak çekmiş olan eski mahkûmların; ABD’nin KEMAL DERVİŞ başta olmak üzere, beslediği çok sayıdaki yandaşlarını maşa olarak kullanıp; tezgâhlattırdığı bir karambol seçim ortamında, Türk halkının sadece % 25’inin OYU’nu alabilmiş olmalarına karşın, (kayıtlı seçmenin %25’inin oyu) yerleşebilecekleri bir makam
haline getirilmiş olmaması gerekirdi.

2003 yılında; Başbakanlık makamına oturan T.C. Devletinin lâik düzenini yıkma amaçlı beyanları nedeniyle kesinleşmiş hapis cezasını da hapishanede yatarak fiilen çekmiş olan AKP eski genel başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın; 26 adet yolsuzluk ve usulsüzlük dosyası TBMM’nin KANUN ÇIKARMA ve KARAR ALMA YETKİSİ kötüye kullanılarak, KİŞİYE ÖZEL KANUN çıkarılmak suretiyle işlemden kaldırılarak,
örtbas edilmiştir.

Yüce Mahkemenize arz ettiğim; vatanımızın birlik ve beraberliğini doğrudan ilgilendiren
bu çok çok önemli konularda; ANAYASA MAHKEMESİ’nce İÇTİHAT OLUŞTURULMASINI ve bu çok çok önemli başvurumun bütün yönleri ile incelenerek, KARAR’a bağlanmasını; en derin saygılarımla arz ve talep ederim.

S O N U Ç                :

Recep Tayyip ERDOĞAN’ın; dürüst olmayan yöntemlerle yaptığı ve Yüksek
Seçim Kuruluna kabul ettirdiği anlaşılan CUMHURBAŞKANLIĞI ADAYLIK BAŞVURUSU’nun YOK HÜKMÜNDE KABUL EDİLEREK İPTAL EDİLMESİNİ.
       

  1. Recep Tayyip ERDOĞAN’ın CUMHURBAŞKANI ve olası BAŞKAN SEÇİLME EHLİYETİ’nin olmadığı tesbitinin de yüce mahkemenizce yapılarak; Cumhurbaşkanlığı makamından uzaklaştırılması kararının yüce mahkemenizce alınmasını.
  2. Recep Tayyip ERDOĞAN’ın; işlediği çok sayıdaki SUÇ’tan dolayı; yüce mahkemenizde SANIK SIFATI ile yargılanması kararının da YÜCE MAHKEMENİZ’ce alınmasını;

    en derin saygılarımla arz ve talep ederim. 07 Kasım 2016

    TİMUR EREN
    ISLAK İMZA

Adres : Timur EREN (EMEKLİ lise öğretmeni)                                                          Kâzım Yılmaz Bulvarı 43/2 Mobil : 0543 274 90 22
D A T Ç A / Muğla

D A Ğ I T I M
G E R E Ğ İ  İ Ç İ N                                     B İ L G İ   İ Ç İ N

  1. Anayasa Mahkemesi Başkanlığı                   1- CHP Genel Başkanlığı
    2- Genelkurmay Başkanlığı
    3- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
    4- MHP Genel Başkanlığı
    5- Vatan Partisi Genel Bşk.

Dolar neden sürekli artıyor?

Dolar neden sürekli artıyor?

Mustafa Pamukoğlu

Mustafa Pamukoğlu
pamukoglu@aydinlikgazete.com

AYDINLIK, 19 Nisan 2015

Dolardaki önlenemez artış ekonomik krizi derinleştirmektedir. Bunun ekonomide yarattığı hasarı iki ve üçüncü çeyrekte göreceğiz. Enflasyonun halkı nasıl perişan edeceğini yaşayacağız. Peki Dolar neden yükselmeye devam ediyor?

ABD EKONOMİSİNİN İYİLEŞMESİ

ABD ekonomik göstergeleri son aylarda beklentilerin üzerinde olumlu gerçekleşiyor.

Doların artışı, dolara olan talebin arttığını veya sürdüğünü gösteriyor. Dolara ihtiyaç var.
Bu ihtiyacı doğuran sebeplerin başında ABD ekonomisindeki olumlu gelişmeler ve
FED’in faiz artırımı yapmasına az bir süre kalması geliyor. Çünkü dolar sahipleri
ABD’ye gitmek ve oradaki faiz artırımından yararlanmak isteyecekler.

ÜLKE RİSKİ ARTIYOR

Kürt sorunu, Türkiye’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika olan ile ilişkileri, sözde Ermeni meselesinin sürekli gündeme getirilmesi, komşularla olan ticaretin durma noktasına gelmiş olması, ülke riskimizi artırmış durumda. Dolar sahipleri ülke riski nedeniyle Türkiye’yi
terk etmektedir. Buna sermayenin yurt dışına kaçması da diyebiliriz.

SİYASAL RİSK VE RİSK PRİMİ YÜKSELDİ

Cumhurbaşkanı’nın sürekli başkanlık sisteminden söz etmesi, anayasa ihlali kabul edeceğimiz eylemler yapması, 7 Haziran 2015 seçiminin kritik bir seçim iklimine çevrilmesi,
HDP’nin barajı aşması gerektiği, aksi halde şiddet olaylarının kentlere sıçrayacağına ilişkin tahmin ve tehditler, her türlü koalisyondan söz edilmesi, dolara olan talebi artırıyor. Ülkede güvensizlik ortamı var…

Ülke ve siyasal risk nedeniyle risk primimiz oldukça yüksek. Türkiye’nin 5 yıl vadeli borcunu iflasa karşı sigortalamanın maliyeti olan kredi iflas primi (CDS) mart ayında 11 aydan beri
en yüksek düzey olan 227 baz puana yükseldi. (Ülke risk primleri OECD Uzlaşması kapsamında OECD ülke riski 1 ile 7 arası kategoriler ve geri ödeme dönemi 2 yıl ve daha çok olan ülke kredileri veya orta vadeli sigorta programları için hesaplanmaktadır. Ülke Risk primi hesaplama tablosunda bulunan değerler gösterge niteliğinde olup kredinin sonuçlandırılması aşamasında işlemin ve alıcının durumuna göre değişiklik gösterebilir.)

BORCU BORÇLA ÖDÜYORUZ 

Yıllardan beri dış borçların başımıza iş açacağını söyleyip durduk. Geldiğimiz noktada
borçları çevirmek konusunda zorlanıyoruz. Kısa vadeli borç tutarı 180 milyar dolar,
cari açığı da eklediğimizde 220 milyar dolar parayı 1 yılda bulmamız gerek. Bunun için çılgınlar gibi para arıyoruz. Türkiye’ye artık yabancı sermaye, sıcak para gelmiyor. Oluk oluk para gelme devri bitti. AKP de bunun farkında. Sıcak para ile finanse edilen ekonomimiz
para geldikçe sorun büyüyerek ertelendi. Ertelenmesinin maliyeti daha da ağırdır.
Ama vatandaş bunu fark etmedi. Medya da ekonomiyi iyi gösterdiğinden dış borçlar tartışma konusu bile yapılmadı. Ama devran döndü. Karizmamız çizildiğinden hurmalar da
net hata noksan dışında eskisi gibi gelmiyor. Bu da dolara olan talebi iyice artırıyor.

MERKEZ BANKASI ŞAŞKIN!

Merkez Bankası sürekli dayak yediği için dolardaki artışı durduracak önlemleri almakta
tereddüt gösteriyor. Aslında şu anda faiz indirimi değil faiz artışı yapması gerek.
Ama onu yapmak da öyle kolay değil. Ertesi gün dayak var!

Merkez Bankası her gün piyasaya dolar satarak doların yükselişini engelleyemez.

Hasta ciddi kan yitirdi. Dolar aşağıya inse dahi hastanın eski kan düzeyine ulaşması için
kimi iyileştirici köklü önlemler almak gerek. Bu da seçim sonrasına kalacak.
Koalisyonlar istendiği için bunu da olasılıkla Kemal Derviş yapacak.

Tavsiyemiz doları olanlara; dolarlarınızı 8 Haziran’a kadar bozdurmayın.
Doları olmayanlara ise önerimiz kuru gıda malzemesi biriktirin!..

Soner Yalçın : ASIL MESELE BUDUR

ASIL MESELE BUDUR

Soner Yalçın
Soner Yalçın
Twitter: hsoneryalcin
E-mail: syalcin@sozcu.com.tr

AKP’de neler oluyor?..
Bülent Arınç…  Heyecanını gemleyebilen pratik siyasi zekaya sahip bir taktik adamıdır.
Bülent Arınç…  Patavatsız olmayacak kadar deneyimli bir politikacıdır;
bunca yıldır, ölçer biçer ve öyle konuşur.
Ve bugün çok konuşulan Bülent Arınç çıkışı; AKP’de yaşanan gizli gerilimlerin boşalmasıdır.
AKP gibi politik yapılarda; kurallar, tüzükler, gelenekler bir kez sarsıldı mı; her zaman herkes özgürce konuşmayı hak bilir. Devamı gelecektir. Ve hiç kolay olmayacaktır.
Çünkü… 
Bütün diktatörler bir fikirle yola çıkar.
Fakat bu fikir; biçimini ve rengini onu gerçekleştiren diktatörün kişiliğinden alır.
Örneğin, çocukluğunu, gençliğini doyasıya ve keyif içinde yaşayamamış olan biri,
insanlara daima insanlık dışı davranır.

Evet, diktatör doğası gereği; tek bir görüşe tahammül gösterir, o da kendi düşüncesidir!
Diğer fikirler iğrenç ve günahkardır.
Evet, diktatör doğası gereği; bağımsız düşünen herkesi tahammül edilemez bir hasım görür. Haddini aşana cezasını hemen verir. Yoksa düşman gördüğünün onu yok edeceğini sanır.
Ve… Sürekli tek başına herkesin karşısında duran bu diktatörün,
kaçınılmaz olarak herkesle arası bozulur.

Aşırı kırılgan bir yanı olan bu diktatörün; her türlü muhalefete karşı hassas bir kulağı vardır. Duydukları, sert, delici bir bıçak gibi kullandığı kine dönüşür.
Çünkü ona göre, eleştiri suçtur.
Çünkü ona göre, insan kendi haline bırakılırsa ruhu sadece kötülük üretir.
Çünkü ona göre, insana asla özgürlük verilmemelidir; zira bunu kötülük için kullanır.
Sonuç, müsamahasız bir sertliktir.
AKP’de olan budur.
Ama bu gerçek eksiktir…
Başka, önemli bir neden daha vardır…

Çok rezalet çıkacak

AKP’de yaşananları “diktatöre karşı isyan” olarak değerlendirmek abartılıdır.
Mesele başkadır. Şöyle… Başta, emperyalizmin yedek lastiği “Yetmez Ama Evet”çiler olmak üzere kimi çevreler ne diyor:

– “AKP 2007 yılına kadar iyiydi; sonra bozuldu.”
– “AKP kendine verilen misyonu yerine getiremedi.”
Tüm mesele bu “sihirli” cümlelerde saklı; neydi o “misyon”: Cumhuriyet yıkıcılığı.
70 yıldır büyük darbeler alan Cumhuriyet’e son bıçağı “Brütüs AKP”nin saplamasını istediler.
Kuşkusuz kolay zafer kazandırılan AKP de bıçağı soktu. Kim ne derse desin başardı.  Cumhuriyetçiler mücadeleye devam etse de,
Cumhuriyet neredeyse tüm kurumlarıyla yıkıldı.
AKP, Cumhuriyet’in özgür yurttaşını yok etti!
İnsanın yerinde artık bayağılık, kalitesizlik, değersizlik vardır. Ve fakat…

AKP yıkmakta  gösterdiği başarıyı kurmakta gerçekleştiremedi.
Evet, yıktı ama kuramadı!
Bunun iki nedeni var:.
Birincisi; Cumhuriyetçiler buna izin vermedi.
İkincisi; AKP’nin yaratıcılıktan yoksun olmasıdır. Yıkacak çok adamları vardı ama
kuracak dehaları yok. Gündüz atılan havai fişek gibiler, ışıkları ve parıltıları yok.
Kötülemeyi biliyorlar ama yapıcı değiller!
Yıkmayı biliyorlar ama inşa etmeyi değil!
Evet: Kurnazlar… Pragmatistler… Demagoglar… “Nakilciler”..!
Ve: “Yeni”yi kurmakta yeteneksizler.
Bu nedenle, akılcı ve yapıcı bir tek işleri yoktur.
Oysa:
Mustafa Kemal yıktı ve kurdu…
AKP yıktı ve kuramadı…
Fark budur…
AKP yıktıkları arasında  aciz ve amaçsız dolaşıp durmaktadır; patinaj yapmaktadır.
Misyonu bitmiş; ömrü dolmuştur. Parti, bir “şirkete” dönmüştür.
17-25 Aralık (AS: 2013) bunun somut örneğidir.
Yine siyasal tarihten biliyoruz ki; rezalet çıkmadan “AKP Oyunu”nun perdesi kapanmaz.
Arınç-Gökçek kapışması bunun somut son örneğidir…

Tek yol var

Yıkan ancak kuramayan AKP’ye bu nedenle HDP desteği aranmaktadır.
Misyon görevlendirici emperyalistlerin umudu, HDP destekli AKP’nin bu kez
inşa edebilmesi’dir! 7 Haziran 2015 seçiminin özü budur.
O halde…
AKP’nin iç kapışmalarına sevineceğimize ne yapacağımıza odaklanmamız gerekmiyor mu?
Artık biliyoruz ki:
Halkın çoğunluğunun diktatöre karşı çıkmasının,
tek bir planlı ve bütüncül bir yapı içinde hareket etmediği sürece bir yararı oluyor.
Yani, hoşnutsuzluklar güçsüz bir homurtuya dönüşüyor.
Yani, örgütlenmemiş memnuniyetsizlik, örgütlü bir iktidar terörüyle baş edemiyor.
Bu anlayışta mücadeleye devam edersek; Gezi Direnişi ile başlayıp 17/25 Aralık hırsızlığı ile devam eden ve bugün AKP çatırdamasına neden olan olaylar, diktatör otoritesinin zayıflamasına yol açsa da, çöküşü için yol hâlâ zor ve hâlâ uzun olur.
Çünkü, dağınık grupları dizginlemek kolay oluyor.
İşte bu nedenle…

CHP’nin tarihi misyonu gereği geniş bir ittifak cephesi kurmasını

ısrarla yazıp duruyorum.

Saadet Partisi’nden Vatan Partisi’ne; Birleşik Haziran Hareketi’nden Yurt Partisi’ne dek geniş bir “halk cephesi“ öneriyorum.
Zorbalığa karşı vicdanın sesi olan bir ittifak öneriyorum.
Hoşgörüsüzlüğe karşı hoşgörünün; vesayete karşı özgürlüğün;
fanatizme karşı hümanizmin ittifakını öneriyorum.

Ama ne yapayım ki…CHP, -Ekmel Bey meselesinde olduğu gibi- umudunu
Abdullah Gül’e bağlamış durumda; bir parti kursa da ittifak yapsak bekleyişini sürdürüyor!
Gezi Direnişi’yle başlayan büyük uyanışı, tekrar uyutmasının -dün nasıl Ekmel Bey ile başladı ise yarın da kontenjan adaylarıyla yapmasının- önüne geçmek gerekiyor.
Bezdirici yıpratıcı sistemli eziyetlerin / sindirmelerin olduğu Türkiye’yi değiştirmenin tek yolu budur.

Yoksa tarih CHP’yi;
AKP-HDP ittifakının perde arkasındaki destekçisi olarak yazacaktır.
Demedi demeyin… (25.3.15)
====================================

Dostlar,

Gündelik işlerin yoğunluğu ile arada, web sitemize yeterince zaman ayıramamanın üzüntsünü yaşıyoruz..

Bu yüzden, sıradışı öngörülü yazar Sayın Soner YALÇIN‘ın 25.3.15 günlü SÖZCÜ‘de
yer alan önemli yazısını paylaşmakta geciktik..

Aşağıdaki tümce ve çağrı son derece önemli..
Biz de aynen paylaşıyor ve CHP’nin ısrarla bu yönde davranmasını istiyoruz.

CHP’nin tarihi misyonu gereği
geniş bir ittifak cephesi kurmasını..

YURT Gazetesinde yer alan ve yurttaşı AKP – CHP koalisyonuna kendince psikolojik olarak hazırlamaya dönük haberler insanın midesini bulandırıyor..

Ekonominin dümenine gene Kemal Derviş‘i oturtmak üzere..

Atatürk’ün partisine yakışan tarihsel sorumluluk bu mudur, yoksa ulusal muhalefeti,
yıkıcı AKP karşısında derleyip – toparlayarak Cumhuriyeti savunma hattı örmek midir??

Sevgili CHP’liler, lütfen büyük fotoğrafı görün..
7 Haziran 2015 seçimleri asla sıradan bir seçim değil..
Bir daha demkokratik seçim göremeyebileceğimiz gibi;

CHP’nin de fiili olarak sonu gelebilir ve göstermelik bir stepne partiye indirgenebilir..

Lütfen yazdıklarımızı abartılı bulmayın; bir an için gerçekleştiğini düşünün,
bu tablonun gerçekleşmesi hiç de uzak ve düşük bir olasılık değil..

Lütfen, lütfen, lütfen…
Duyuyor ve anlıyor musunuz??

Duymak – anlamak ve gereğini yapmak zorındasınız!

Başka seçenek yok, anlıyor musunuz??

Sevgi ve saygı ile, 28.03.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Milliyetçiler ile sosyalistleri ne birleştiriyor?


Milliyetçiler ile sosyalistleri
ne birleştiriyor?

portesi
SONER YALÇIN
SÖZCÜ, 18.2.15

“Milliyetçiler, halkçılar, sosyalistler…”
Vatan Partisi böyle bir çağrı yapınca “Cihangir solcuları” ayağa kalktı:
“Faşistler..!”
Soğuk Savaş’ın zehirlediği kafalardan başka türlüsü düşünülemez. Bunlar…
“Türk’üm”diyene ırkçı diyor.
“Ulusalcıyım” diyene faşist diyor.
Bu neoliberalizm yetiştirmeleri her yanda var. Öyle ki…
Dünyadaki gelir dağılımı adaletsizliğini gözler önüne seren “Kapital” adlı kitabın etkisini azaltmak için yazarı Thomas Piketty‘ye “ulusalcısı” dediler.
Küreselleşme taraftarları “ulusalcılığı” küçümseme aracı yaptı! Sadece bu olsa…
Türkiye’de “ulusalcılık” Ergenekon Soruşturması’nın temel sebebi sayıldı! İnsanlar yıllarca Silivri zindanında yatırıldı.
Oysa:
Milliyetçiler, halkçılar, sosyalistler bu topraklarda dün iç içeydi.
Üç kavram da Osmanlı dönemi ürünü.
Veled Çelebi, Necib Asım, Bursalı Mehmet Tahir, Yusuf Akçura, Sadri Maksudi, Mehmet Emin Resulzade, Ömer Seyfettin bilinmeden Türkçülüğün kökeni anlaşılabilir mi?
Ziya Gökalp’i Türkçülüğe yönelten Ahmet Vefik Paşa’nın “Lehçe-i Osmani” ya da
Mustafa Kemal’i derinden sarsmış Askeri Mektepler Nazırı Süleyman Hüsnü Paşa’nın yazdığı “Tarih-i Alem” bilinmeden Türkçülük hakkında söz edilebilir mi?
“Türk Yurdu” ve “Halka Doğru” dergilerinde milliyetçiler, halkçılar, sosyalistler birlikte çalışmadı mı?
“Köycü Doktorlar” Dr. Reşit Galip, Dr. Hasan Ferit (Cansever), Dr. Fazıl (Doğan) bilinmeden Türkçüler’in halkçılık kökü anlaşılabilir mi?
Hepsi…. Avrupa sermayesinin Osmanlı pazarını yok etmesine karşı mücadele vermediler mi? Hanedan‘ın yerini vatan‘ın alması için mücadele vermediler mi?
Bu nedenle:
Emperyalizme karşı savaşmak için Müdafa-i Vatan Cemiyeti‘ni kurmaları,
Ankara’ya gitmeleri tesadüf mü?
Dün olduğu gibi….
Bugün de “Milliyetçiler, halkçılar, sosyalistler“ yan yana geliyor.

Ayrılık nedeni

Bir araya gelmek hiç kolay değil. Çünkü…
İkinci Dünya Savaşı ve ardından Soğuk Savaş, milliyetçileri-sosyalistleri karşı karşıya getirdi.
Önce Almanya ve ardından ABD-NATO, Türkiye’deki düşünsel hayatı “kanlı bıçakla”
ikiye böldü. Örneğin…
Çok yakın arkadaş Sabahattin Ali ile Nihal Atsız‘ın yolları ayrıldı. Görünürdeki neden; Sabahattin Ali’nin yazdığı “İçimizdeki Şeytan” romanıydı! Atsız’a göre “şeytan” dediği milliyetçiler idi. Ardından yazdığı “Dalkavuklar Gecesi” kitabında herkese saldırdı.
Keza Atsız’ın sınıf arkadaşı Pertev Naili Boratav da “Atsız Mecmuası”ndaki yazılarına
son verdi. Hasan Ali Yücel, “Filiz”de yazdığı “Ülkü ve Hayat” makalesine övgüler dizdiği öğrencisi Reha Oğuz Türkkan ile karşı karşıya geldi.
“Görünmez El” birbirine “yoldaş” diyenleri düşman yaptı. “Gök Börü”, “Çınaraltı” ya da “Akbaba” gibi yayın organlarında birlikte çalışanlar gün geldi, birbirleri hakkında yapmadıkları hakaret kalmadı.
Kimi ırkçılığa kadar savruldu.
Kimi istihbarat örgütlerin maşası haline geldi.
Kimi Washington veya Moskova’nın emir eri oldu.
Ayrılıklar her kesimin içinde de yaşanmaya başladı.
Turancı Pantürkçüler ile vatancı Türkçüler bile ayrıldı.
Herkes birbirine düşman yapıldı.
Kimine göre, Sovyetler Birliği sayesinde Türkiye sosyalist olacaktı.
Kimine göre, Almanya ya da ABD sayesinde “Büyük Turan” gerçekleşecekti.
Kimine göre, Türkiye için en büyük tehlike “komünizm” idi.
Kimine göre, Türkiye için en büyük tehlike “faşistler” idi.
Türkiye gerçeklerinden koptular/koparıldılar.
Soğuk savaş ürünü Gladio‘nun tetikçileri kan dökmeye başladı.
Ve gün geldi: 12 Eylül 1980 askeri darbesi hepsini cezaevine tıktı. Doğu Perinçek ile
Yaşar Okuyan Mamak Cezaevi’nde birbiriyle konuşma olanağı buldu.
Ve, Vatan Partisi çatısı altında birleşerek ezberleri bozdular…

Halkçılık birleştiriyor

Hadi “Cihangir solcularını” anladık!
Kendini “milliyetçi” sananlar bu ittifaka niye karşı?
Milliyetçilik 1789 Fransız İhtilali’yle dünyaya yayıldı. Türkiye’de her siyasal çevrenin kendi milliyetçilik tanımı olsa da, terminolojik anlamı net: “Ulusal pazarını/piyasanı korumak.”
Peki…
Adında “Milliyetçi” kavramı bulunan parti bu güne kadar, ulusal pazarını korumak için
ne “Hareket” yaptı?

Örneğin… Özelleştirme adı altında ülkenin değerleri peş keş edilirken hiç sesini duydunuz mu?
Aksine… Hükümet oldukları dönemde; Petrol Ofisi, Zirai Donatım Kurumu, Et- Balık Kurumu, Sek, Petkim, Turban, Seka, Sümer Holding, Kbi, Çantaş, Tungaş, Ankara Halk Ekmek, Öbitaş, Pancar Ekicileri Birliği, Maksan, Man Kamyon, Dosan Konserve, Balıkesir Pamuklu Dokuma, Aydın Tekstil, Güven Sigorta, Türk Otomotiv, Ankara Sigorta, Deniz Nakliyatı TAŞ, Metal Kapak, Ege Et, Tüstaş, Asil Çelik, Köy Tür, Toros Gübre vs. sattılar.

IMF yasaları adı altında çıkarılan pancar ve tütün kanunlarıyla yüz binlerce köylüyü
perişan ettiler.
Tarımın yok edilmesine dayanamayan Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp
partisinden istifa etmedi mi?

Ulaştırma Bakanı Prof. Enis Öksüz yolsuzluklara karşı çıktığı için görevinden alınmadı mı? 1960’lardan beri partili olan Sadi Somuncuoğlu ve Abdulhaluk Çay’ı bakanlıktan ve partiden kovarken, ülkeyi 50 milyar dolar zarara uğratan hortumcular neden korundu?
Kemal Derviş politikalarıyla milliyetçilik nasıl yan yana geldi?
Hangi anti emperyalist mücadelenin içinde oldular? Soru çok…

Meselenin özüne bakın; kim milliyetçi, kim sosyalist anlarsınız.

Halkçı olmayan
 ne milliyetçidir ne de sosyalist!

Bugün… Milliyetçiler ile sosyalistleri halkçılık birleştiriyor.

Umarım…
6 Ok‘undan biri halkçılık olan parti;
umut ve heyecan dolu bu birlikteliği seyretmekle kalmaz; el uzatır.

TOKATLI ZEKERİYA ve Çağrıştırdıkları…


TOKATLI ZEKERİYA ve Çağrıştırdıkları…

Dostlar,

Sayın Habip Hamza Erdem zehir zemberek bir yazı yazmış…

Dileriz DSP koalisyon hükümetinde (57. hükümet; DSP + ANAP Mesut Yılmaz ve MHP Devlet Bahçeli) Ecevit’in Maliye Bakanlığı yapmış olan ve “Nereden buldun?” yasası ile kara para sahiplerinin keyfini fena halde kaçıran Zekeriya Temizel‘e göndermeler, CHP’ye sert eleştiriler ilgililerin kulaklarına erişir..

Dost acı söylermiş..

Biz de kaç zamandır Y-CHP sefaletini bu sitede deyim yerinde ise
yerden yere vuruyoruz…

Kemal Kılıçdaroğlu bizim Tunceli’li hemşehrimiz ve arkadaşımız..
Fakat memleket yurt sorunları hatır  – gönül dinler mi??

1999’da Edirne’de iken, çağrı üzerine (Adıyaman Milletvekili Celal Topkan) katıldığımız CHP Bilim – Kültür – Yönetim Platformu‘ndan, ertesi yıl Deniz Baykal‘ın Genel Başkan olması ve Kemal Derviş‘in bu Kurulun başına getirilmesi nedeniyle hemen ayrılmıştık.

Öncesinde büyük emeklerle, yakın arkadaşımız – meslektaşımız Prof. Haluk Koç öncülüğünde CHP’ye Ulusal Sağlık Politikaları hazırlamış, Ürgüp’te MYK’ya bizzat sunmuş ve Altan Öymen‘in de desteğini almıştık. 6 ay boyuca klasörler dolusu rapor yazmıştık (halen arşivimizdedir); Haluk Koç‘un ricasıyla 1,5 sayfalık bir basın özetini de kaleme alarak Edirne’ye dönüşümüzde Partiye göndermiştik ve CHP Basın açıklaması yaparak Ulusalcı Sağlık Politikasını halka duyurmuştu.

Baykal Genel Başkan olunca da PM’de bu politikayı çalışma grubunun eylemli (fiili) sekreteri olarak Haluk Koç ile sunmuştuk. Kemal Kılıçdaroğlu ise bu ulusalcı politikalara karşı çıkarak ANAP – DYP politikalarını savunmuştu. Aramızda sert bir polemik yaşanmış ve

– “Kemal Kılıçdaroğlu bu işten anlamaz. Olsa olsa, bizim uzmanları olarak geliştirdiğimiz sağlık politikalarının finansmanı için destek verebilir..” demiştik..

Kemal bey GSS’yi (Genel Sağlık Sigortası) ve Aile Hekimliğini savunuyordu.
İkisi de çağ dışı ve IMF – DB dayatması idi.. Birkaç panelde de bu yüzden karşı karşıya gelmiştik..

Bugün Sayın Kılıçdaroğlu’nu tanımakta ve anlamakta zorluk çekiyoruz doğrusu..

Yüce Atatürk’ün kurduğu ve Türkiye’yi kuran CHP‘nin kuruluş yıldönümünü bir kez daha kutlarız..

  • CHP için tek yol Kuvay-ı Milliye köklerine dönmek ve “6 Ok” programını uygulamaktır.. 

Sevgi ve saygıyla.
9.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Not   : Sayın Zekeriya Temizel ile ADD Genel Başkan yardımcılığımız döneminde, (2004-2006) kendisi de Bakanlık sonrasında Cumhuriyet’te çalışırken İlhan Selçuk‘un odasında tanışmış ve epey süre ülke sorunlarını konuşmuştuk.. 

==================================================

TOKATLI ZEKERİYA


Habip Hamza Erdem

On iki yıl aradan sonra Zekeriya Temizel aktif politikaya döndū.
Dersimli Kemal’in Partisi’nin ‘Parti Meclisi’ ūyesi oldu.
Zekeriya Temizel ‘Devlet geleneği’ni kavramıș bir ‘Cumhuriyet çocuğu’dur.
‘Teamūl’leri en ince ayrıntısına değin bilir. Zeki ve çalıșkandır.
Soyadı gibi ‘Temiz’.
Maliye mūfettiși iken, bilgi ve birikim sınavlarını geçmiș ‘mūfettiș adayları’nın önūne ‘mekanizması çözūlmūș’ bir çamașır mandalı koyarmıș.
Yazılı sınavlarda bașarılı olan aday, bakalım mandalı ‘monte’ edebilecek mi diye.

Çūnkū ‘zeki’ olmak ile ‘inekleme’ arasında çok önemli bir ayırım vardır.
Maliye Bakanlığı ile ilgili yasaları ‘ezberlemiș’ olmak yetmez.
‘Zekâ’sını ‘el becerisine’ yansıtıp yansıtamamak da önemlidir.
‘Pratik zekâlı’ olmak değil, ama ‘zekâyı pratiğe çevirebilmek’…

Antik filozoflara göre, zekâ, ‘ruh’un anlamaya olanak veren bölūmūnden önce gelen ‘kișilik öncesi’ bir ilkedir.

Platon’a göre duyumlar dūnyasının ötesine gidebilen, ‘ūtopya’lar kurabilendir.

Spinoza’da ‘ruhun en yūce çabası’dır; o nedenle kendi çalıșmasının bașlığı bile ‘Etik’tir.

Ancak 18. yy’dan sonra ‘zekâ’, ruhlar ve öteki dūnyalardan koparılarak ‘ayakları yere bastırılmıș’, bir anlamda ‘laikleștirilmiș’ oldu.

1912’den bu yana da ölçūlebilir: IQ

Oysa Descartes’la birlikte, insanların ‘zekâ’ları, doğal olarak, eșittir;
farkılık onu ‘kullanım biçimi’nden gelmektedir.

Hegel bile kafatasını ‘boș’ olarak nitelendirmemiș miydi?

Maharet onu  ‘doldurmak’ değil, içindeki ‘en az’ ile ‘çok iș’ yapabilmektir.

Sökūk çamașır mandalını ‘takabilmek’ de bir iștir.

‘Nereden buldun yasası’nı ‘keșfetmek’ de..

Zekeriye Temizel’i Zekeriya Temizel yapan ‘Nereden Buldun?’ yasasıdır.

Sıradan bir ‘ilkokul öğrencisi’nin bile ‘sorabileceği’ bir ‘soru’..

Ancak onu ‘yașama geçirmek’ ve hatta ‘pratiğini’ önermek Zekeriya Temizel’e değin ‘dūșūnūlememiș’ idi.

Diyelim, önceki dönmelerde ‘konjonktūr’ de elverișli değildi ve onuru Zekeriya Temizel’e kaldı.

Ancak bu ‘ad’ ve bu ‘onur’ ve on iki yıllık bir ‘suskunluk dönemi’nden sonra
‘aktif politika’ya dönūș, Zekeriya Temizel beye ‘būyūk sorumluluklar’ da yūklemektedir.

İlk onurlu tutum, ‘Dersimli Kemal’e, ‘Tokatlı Zekeriya’ olarak ilk ‘tokat’ı indirmek olmalıdır.

Dersimli Kemal’in ‘devlet deneyimi’, ‘teamūl gereği’ Zekeriya Temizel‘i ‘dinlemeyi’ gerektirir.

Bu ‘teamūl’ içinde ‘Dersimlilik’ yoktur.

Ancak Kemal Kılıçdaroğlu ‘zıvanasından çıkmıș’ bir durumdadır.

‘Ȫzerklik șartını’, sözde ‘sol’ adına, dillendirmek bir yana, CHP kurultayına ‘önermiș’tir.
Ve ne yazık ki yuhalanmamıștır.

Bu CHP’den de ‘umut’ beklemenin olanağı kalmamıștır.

Bu CHP gitti gider.

Zekeriya Temizel ve kimi ‘aklı bașında’ yöneticilerden, hiç değilse CHP’nin ‘onurunu’ korumaları beklenir.

Yoksa ‘onursuz’ olarak gidecekler.

 

MÜTHİŞ FIKRA

MÜTHİŞ FIKRA

Başbakan Erdoğan, dış destek aramak için İngiltere’yi ziyarete gitmiş.
Ziyareti sırasında Kraliçe tarafından çay içmeye davet edilen Erdoğan,
Kraliçeye kendi liderlik felsefesinin ne olduğunu sormuş.
Kraliçe de “çevremi akıllı insanlarla doldurmak” yanıtını vermiş.

Erdoğan bunun üzerine Kraliçeye çevresindeki insanların
akıllı olup olmadıklarını nasıl ayırt ettiğini sormuş.

Kraliçe, “Onlara doğru soruları sorarak ayırt ediyorum.”
diye yanıtlamış ve “İzin verin göstereyim..” demiş.

Kraliçe hemen Tony Blair‘i aramış ve
Sayın Başbakan, lütfen bu soruya yanıt verin..

Annenizin bir çocuğu var, babanızın bir çocuğu var ve bu çocuk sizin ne kız ne de erkek kardeşiniz. Kimdir bu? diye sormuş.

Tony Blair : “Bu benim, majesteleri” diye yanıtlamış.

Kraliçe:
– “Doğru.Teşekkürler, iyi çalışmalar Mr. Blair..” demiş ve Erdoğan’a dönerek:
– “Gördünüz mü Sayın Erdoğan?”

– “Evet majesteleri, çok teşekkür ederim, bu metodunuzu kesinlikle
kullanacağım..” diyerek oradan ayrılmış.

Yurda dönüşünde hemen Bülent Arınç‘ı yanına çağıran Erdoğan,

– “Bülent abi, sana soracağım bir soruyu cevaplamanı istiyorum..” demiş.

Arınç, “Tabii efendim, nedir?

Erdoğan:

– “Annenin bir çocuğu var, babanın bir çocuğu var ve bu çocuk senin ne kız ne de
erkek kardeşin. Kimdir bu?

Arınç, sağa bakmış, sola bakmış, düşünmüş taşınmış ve en sonunda:

Efendim bunu biraz düşünüp sonra size yanıt versem??” demiş.

Erdoğan kabul etmiş ve Arınç oradan ayrılmış, zaman yitirmeden
Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırmış, saatlerce bu soru üzerinde
düşünmüşler, ama kimse bir yanıt bulamamış.

En sonunda Bülent Arınç, Kemal Derviş‘i aramış ve durumu açıkladıktan sonra:

Annenizin bir çocuğu var, babanızın bir çocuğu var
ve bu çocuk sizin ne kız ne de erkek kardeşiniz. Kimdir bu?

Derviş:

– “Bunda bilemeyecek ne var, tabii ki benim!” diye yanıtlamış.

Yanıtı alan Arınç hemen Tayyip’i arayarak:

Yanıtı buldum efendim, kim olduğunu biliyorum, Sayın Kemal Derviş.” demiş.

Tayyip büyük bir düş kırıklığıyla yanıt vermiş:

Yanlış yanıt Bülent Abi, doğru yanıt Tony Blair idi.”

IMF konusunda atma Recep; din kardeşiyiz!

Dostlar, MM (Milli Merkez) Genel Sekreterliğinden bir duyuru ve ekinde bir basın açıklaması bize de ulaştı. Ekonomiden sorumlu Devlet Eski Bakanı Ufuk Söylemez, IMF’ye borçlar konusunda Başbakan RT Erdoğan’ın gerçekleri nasıl çarpıttığını sergiliyor. İbretle okumak ve yaymak gerek.. Sevgi ve saygı ile. 16.5.2013, Ankara Dr. Ahmet Saltık www.ahmetsaltik.net ========================================= Değerli Dostlarımız, Başbakan’ın “IMF borçlarını kendilerinin ödediği” yolundaki beyanı hakkında Millî Merkez Ankara Temsilcisi, Devlet eski Bakanı Sayın Ufuk Söylemez’in basın açıklaması ekte bilgilerinize sunulmuştur. Saygılarımızla, 16.5.13 Haluk Dural MM Genel Sekreteri

IMF konusunda atma Recep, din kardeşiyiz!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluşundan bugüne değin tüm dış borçlarını ve taahhütlerini aksatmadan geri ödemiştir. AKP iktidarı IMF’ye Türkiye’yi muhtaç ederek 2005 yılında 10 milyar $ borçlanmıştır. Bunu geri ödediği için neredeyse milli bayram ilan edecek bir şamata yapıyorlar. Zeytinyağı, gibi üste çıkıyorlar. IMF’den en çok borcu Kemal Derviş, ikinci büyük borcu ise R. Tayyip Erdoğan almıştır. Son 20 yılda IMF’den borç almayan veya stand-by uygulamayan tek ekonomi bakanı ise, halen Milli Merkez Ankara Temsilcisi de olan Ekonomiden Sorumlu Devlet Eski Bakanı Ufuk Söylemez’dir.

Türkiye IMF ile 19 kez stand-by imzalamış ve borç almış!

 İlk (1.) stand-by  1 Ocak 1961 

 38 milyon $

 Son (19.) stand-by  11 Mayıs 2005

 10 milyar $

Türkiye’yi IMF’ye muhtaç ederek, 2005 yılında 10 milyar $ borca sokan son iktidar, R. T. Erdoğan’ın AKP iktidarıdır. Hem kendisi borç alıyor, hem de başkalarını suçluyor. Pes doğrusu!

TÜRKİYE’NİN TOPLAM DIŞ BORÇ STOĞU

2002

129 milyar $

2012

337 milyar $

 AKP iktidarında 10 YILDA 208 milyar $ dış borç artışı gerçekleşmiş!

Nerede bu paralar? Bu paralarla ne yapıldı?

Üstelik AKP iktidarında hane halklarının borçları anormal biçimde artmış! (Hane halkı borçlarının harcanabilir gelirlerine oranı)

2002 yılında hane halkı borcu

% 5

2012 yılında hane halkı borcu

% 50

NAZİF EKZEN : İyi ki kamu ekonomisi var

NAZİF EKZEN

İyi ki kamu ekonomisi var

Kamuda satılabilecek ne varsa satılıyor. Başbakan açıkladı. Kamuya ait sosyal tesisler de satılacak. Sonunda özelleştirme buraya kadar vardı artık. Gazetelerde yer alan ilk haberlere göre, 2013 yılında sosyal tesislerin satışında 60 milyon TL gelir bekleniyor. Köprülerin ve otoyolların 25 yıllık kullanım hakkının Türkiye’nin en büyük iki sermaye grubuna, yabancı ortakla birlikte satılmasından sonra, sıra memur lojmanlarına ve sosyal tesislere kadar geldi.

O arada Yatağan Termik Santralı’nı ihaleye çıkartmak istediler. İhaleyi yapamadılar. Son otuz yıllık özelleştirme tarihinde Yatağan bir ilk oldu. Çalışanlar-İşçiler ihaleyi yaptırmadılar.

Olağanüstü gelir yaratma politikası

Yetmiyor. Kamunun olağan gelirleri ile bütçenin finansman dengesini kuramıyorlar. Maliye Bakanı 2012 bütçe sonuçlarını açıklarken, müjde vermişti! 2013 yılında 15 milyar dolarlık özelleştirme geliri bekleniyor. 2012 tahminlerin çok gerisinde kalmıştı. 10.5 milyar dolar bekleniyordu, 6.3 milyar dolarda kalmıştı. Hazine ve bütçeye yapılan aktarım da beklenenin çok altında kalmıştı. Açıklar büyümüştü. Çünkü ekonomik büyümede beklenenin ötesindeki yavaşlama, vergi gelirlerini düşürdü. Vergi gelirlerinin artık %70’i dolaylı vergilerden oluştuğu için, ekonomik faaliyet hacmi yavaşlayınca, vergi gelirleri hemen düşüyor. Vergi gelirlerindeki düşüş ve özelleştirme gelirlerinin beklenenin altında kalması, 2012 yıl sonunda bütçedeki açığı 21 milyar liradan 29 milyar liraya çıkarttı. Hep olağanüstü gelir gerekiyor. AKP iktidarının on yıllık döneminde hep öyle oldu. Vergi afları ve özelleştirme gelirleri ile hep olağanüstü gelirler sağlandı. Vergi gelirlerinin arttırılması için AKP iktidarının hiç çabası olmadı.

Şimdi daha çok kamu geliri ihtiyacı var. Türk ekonomisi büyüme hızının düşmesine ve düşük büyüme hızlarının önümüzdeki beş yıllık dönemde bir zorunluluk haline gelmesine karşın, kamunun kaynakları-geliri yetmiyor. Çünkü Türk ekonomisini ayakta tutmak için kamu ekonomisinin harcamalarına-yatırımlarına ihtiyaç çok fazla. Türk özel sektörü yatırım yapamıyor. Yatırım yapacak tasarruf gücünü yitirmiş durumda. Yatırım yapabilmesi için daha fazla borçlanması gerekiyor.

Büyümeyen ekonomi

Aralık ayının başında açıklanan III. çeyrek büyüme sonuçları, 2012 yılında, söylenenlerin, beklenenlerin tam tersi olarak ve istenmediği halde, ekonominin kamu kaynaklı büyüdüğünü göstermişti. İstihdam artışı da devlet istihdamı kaynaklı idi. Şimdi açıklanan 2012 bütçe dengesi sonuçları, bu gelişmeyi yıllık bazda bir kez daha doğruluyor. İyi ki kamu ekonomisinin harcamaları var. Yoksa Türkiye 2012 yılını %1 büyümenin de altında kapatacaktı.

Kamu harcamaları gözde

2012 Büyümesi III. çeyrek sonuçlarında, özel tüketim harcamalarında artışın sıfıra yaklaştığının gördük. Buna karşın, kamu tüketim harcamaları beklenenin çok ötesinde arttı. Toplam yatırım harcamalarında %7.6 gerileme var. Özel sektör yatırım harcamalarında %11 gerileme, kamu sektörü yatırım harcamalarında ise %9.6 artış var.

Yukarıdaki tablo 2012 bütçesinin harcamaları için hazırlandı. Toplam harcamalar beklenenin ötesinde %14.5 oranında artmış. İlk sırada personel harcamaları yer alıyor. Artış %17.7 olmuş. Personel harcamalarının artışı ısrarla memur maaşlarındaki artışa bağlanmak istendi. Gerçek ise farklı. Kamu da istihdamının son yılların en yüksek artışının göstermesinin nedeni şu: 2000 yılından bu yana devlete en çok memur 2012 yılında alınmış olacak. 2012 yılı başından Eylül ayı sonuna kadar, kamuda personel sayısında 145 bin memur artışı olmuş. Son üç aylık dönem ile birlikte bu sayının 220 bini bulacağı ve toplam memur sayısının 3.4 milyon kişiyi aşacağı anlaşıldı. Sonraki en hızlı artış %9 oranındaki artış ile gayri menkul sermaye ve üretim harcamalarında gerçekleşti. 2012 bütçesinde bu harcamalarda yıl içinde, önceki yıla göre %9 oranında daralma olacağı tahmini var. Tam tersi olmuş. Tablonun bu harcama kalemine dikkat edilirse, son beş yıllık dönemde bu harcama kaleminde hep tekrar eden bir durum bu. Beş yıllık bir tesadüf olamaz. kasıtlı bir biçimde bu harcama kaleminde aşağıdan tahmin yapılıyor ve düşük ödenek ayrılıyor ve her sene sürekli ödenek aşımı yaşanıyor. Bu harcamalar, kamunun yaptırmakta olduğu inşaat işleri en hızlı artan harcamalarının ilk sırasında. Hangi inşaat harcamaları mı? Ankara’da başta başbakanlık sarayı olmak üzere, birbiri ardından yükselen yeni bakanlık binaları, Meclis’in arka bahçesinde hızla yükselen “ucube” sayılabilecek örnekler. Sonra alt yapı inşaat işleri. Hep inşaat işleri.

İnşaat kamu desteğine rağmen büyümüyor

Yıl başında bütçeye konmuş ödenek açısından bakıldığında, toplam harcamalarda ödenek üstü artış 9 milyar lira olurken, tek başına Gayri Menkul Sermaye ve Üretim harcamalarında yaşanan artış 6 milyar lira ile ilk sırada. Geçmiş beş yılda da aynı durum yaşanmış. Bütçe inşaat işlerini hep bu yolla desteklemiş. Devam ediyor.

Kamu harcamaları 2012 yılı içinde öngörülenden çok daha hızlı artıyor. Kamunun inşaat işleri nedeniyle artıyor ve kamuya alınan personel nedeniyle artıyor. Kamunun bütün bu desteğine karşın, inşaat sektörü dokuz aydan ancak %1 büyümüş. Kamunun desteği de yetmiyor artık.

‘Kamu ekonomisi kötüdür’

Piyasacılığı yeniden kutsayan neo-liberal köktenciliğin, krize kadar olan dönemde, 1980-2007, bu son saldırısını Washington Uzlaşısı simgeledi. Washington Uzlaşısı’nın tek politika aracı, piyasaların tek tayin edici kılınması değildi. Bu, üç temel araçtan ilkiydi, ikincisi özelleştirme ve üçüncü alan: mali disiplinin sıkılaştırılması idi.

“Gelişmekte olan ülkeler için doğru politikalar” olarak belirlenen bu politikaların üç aracının da temel hedefleri, kamu ekonomik faaliyetlerinin alanını daraltmak. Sıkılaştırılmış mali disiplin ile; kamu harcamalarını azaltmak, özelleştirme ile; kamu ekonomisinin mülkiyetindeki sermaye stokunu özele devir etmek. Bu politik tercihlerin yapılmasının nedenleri, Washington Uzlaşısı’nda; “1970 sonrasında, gelişmekte olan ülkelerde devletler bütçelerin denetimini elden kaçırmıştı ve hızla büyüyen açıkları vardı. Verimsiz Kamu İşletmeleri bu açıkları daha da arttırıyordu. Gevşek para politikaları enflasyonun kontrolden çıkmasına neden olmuştu. Ülkeler büyük açıklara sürekli olarak dayanamıyordu ve sürekli büyüme, sürekli enflasyonla mümkün değildir” vurgusu yapılmaktaydı.

1980 rejimleri

Washington Uzlaşısı ile bu grup ülkeler için getirilen iktisat politikası önerileri ve kullanacakları araçlar; “ğru kaynak tahsisini sağlayacak piyasalar eli ile istikrarlı ve sürekli büyümeyi” gerçekleştirecekti. 1945-1980 arasında çevre ekonomilerinde desteklenen ithal ikameci, müdahaleci (kimi örneklerde planlı) ekonomik yönetimin imkân verdiği sanayileşme, yaygın desteklere dayalı tarım ve dayanışmacı bölüşüm politikaları gibi öğelerinden oluşan düzenleme biçimleri, 1980 rejimleri eli ile adım adım tasfiye edildi. “Kamu Kötüdür. Yanlış-kötü kaynak tahsis eder. Kaynak tahsisi bütünüyle piyasalara bırakılmalıdır”.

Geldiğimiz kavşakta “ulusal ekonomilere dönüş” hızla ivme kazanırken, “iyi ki kamu ekonomisi var” deniyor.