Etiket arşivi: Kemal Anadol

Kemal Anadol şiiri : NEFRONİA

ŞİİR KÖŞESİ

Kemal ANADOL
CHP eski İzmir MV

Yazdığım son şiiri sunuyorum:

 

 

NEFRONİA (**)

İyi bak bedenime
Deli kurşun yarası
Sakın bana inanma
Gördüklerine kanma
Onlar kurşun değil
Bahtımın karası
Beter mi beter
Göğsümde…
Yalancı bir madalya gibi
Duruyor
Kateter… Kateter…
*
Yapay bir köstebek
Girer damarımın içine
Kanımı çeker de çeker
Doyması için
En az dört saat yeter
İşte onun adı
Kateter… Kateter…
*
Hastayım sana Nefronia
Allah’ın cezası
Başımın belası
Soyup soğana çevirdin beni
Artık yaptıkların yeter
Bu kaçıncı kateter?
*
Anladım kurtulmak olası değil
Senin korkunç esaretinden
Ne olur sevdam bitmeden
Dostlara selam göndermeden
Canımı yakma
Dünyamı karartma
Nefronia…
Kaltak Nefronia…

(**) Böbrek hastalığı

TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?

 Suay Karaman

16 Ocak 2023’te Cumhuriyet Gazetesi’nde Sayın Kemal Anadol’un “CHP’nin Sorumluluğu” adlı uyarıcı bir ders niteliğindeki yazısının sonu “Tehlikenin farkında mısınız?” diye bitiyordu. “Tehlikenin farkında mısınız?” sözü beni 2006 yılına götürdü.

8 Nisan 2006’da Cumhuriyet Gazetesi’nde “Tehlikenin Farkında Mısınız?” adıyla yazdığım yazının üzerinden 17 yıl geçti. Yazı şu sözlerle başlamıştı:

  • Ülkemiz belki de, tarihinin en ağır siyasal bunalımlarından birini yaşamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’ nin kurtuluş ve kuruluş süreci, hep karalanmak istenmektedir. Ulusal değerler ayaklar altına alınmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’e, ilkelerine ve devrimlerine karşı savaş açılmıştır. Laiklik karşıtı dinci kadrolar, devletin her kesimini ele geçirmek üzeredir.

Yazı şöyle bitmişti:

  • Ne yazık ki, ülkemizde bir muhalefet boşluğu da yaşanmaktadır. Topluma umut olacak bir lider ve parti, ne solda, ne sağda vardır. Bu koşullar altında yapılacak seçim, umutsuzluğu daha da derinleştirmekten öte gitmeyecektir… Hala tehlikenin farkına varamadık mı? Tehlikenin farkına vardığımız zaman, her şey çok geç olabilir…

Bu yazıdan 17 yıl sonra aynı adla bir yazı yazmak, ne benim, ne de başkalarının aklına gelirdi kuşkusuz. Ülkemiz her geçen yıl aydınlığa doğru ilerleyeceğine, karanlığa doğru yol aldı. Bu durumdan özellikle toplumda kendini aydın görenlerin, kısaca hepimizin sorumlu olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.

Kuşkusuz bugün de ülkemizde bir muhalefet boşluğu vardır. Bu boşluğu doldurması gereken Cumhuriyet Halk Partisi, başka sularda gezinmektedir. Halbuki CHP, Ulusal Kurtuluş Savaşımızdan, onun Kuvayı Milliye’sinden, onun Müdafaa-i Hukuk’undan,  Halk Fırkası’ndan doğmuştur. CHP, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve ilkeleri (6 Ok!)

Cumhuriyetçilik,
Ulusçuluk,
Halkçılık,
Devletçilik,
Laiklik,
Devrimcilik

olan Türkiye’nin en köklü partilerindendir.

Yeni CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 10 Ocak Salı günü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi:

  • “Sevgili arkadaşlarım, sevgili halkım; açık söylüyorum, biz değiştik, biz halkın partisiyiz. Biz hangi yanlışları terk ettiysek, artık saray tam odur. Statükocu, anti-reformcu, anti-özgürlükçü Kenan Evren kafasına geldiler bunların tamamı, Kenan Evren’in hizasındalar.”

Biz değiştik” diyen Kılıçdaroğlu, statükocu, anti-reformcu (yenileşme karşıtı), anti-özgürlükçü (özgürlük karşıtı) olarak nitelediği kendisinden önceki CHP’yi eleştirmektedir. Hangi CHP’yi eleştirdiğini de açıkça söylemelidir. Atatürk’ün mü, İnönü’nün mü, Ecevit’in mi, Baykal’ın mı, hangisi? Ya da kendisinin genel başkanı olduğu 2010 Mayıs’ından önceki tüm CHP’yi mi eleştirmektedir?

Bu sözlerden CHP’nin daha önce, bugün AKP’nin yaptığı yanlışların sahibi olduğu anlamı çıktığı gibi, anti-reformcu, anti-özgürlükçü Kenan Evren kafasında olduğu belirtiliyor. Bu sözlere hiç tepki gelmemesi, son derece düşündürücüdür. Eminim ki, bu sözlerden rahatsızlık duyan birçok CHP’li vardır. Ama genel seçimde milletvekili adayı olmak için ya da yerel seçimde belediyelerde aday olmak için susmaktadırlar.

Laiklik tehlikede değildir” diyen Kılıçdaroğlu ile CHP’de gerçekleştirilen bu değişimi, liberaller, numaracı cumhuriyetçiler, aydın insan taklitleri ve muhafazakârlar (tutucular) olumlu bulmakta. Başta milletvekilleri ve parti yöneticileri olmak üzere, bu değişime teslim olanlar ise, gelecekte ihanetle anılacaklarının farkında mıdırlar?

İşte CHP’nin ve ülkemizin getirildiği acıklı durum budur.

  • Gerçekten tehlikenin farkında mıyız?

Azim ve Karar, 23 Ocak 2023.

Cumhuriyetin serencamı (2002-2021)

Kemal ANADOL
29 Ekim 2021
Kemal ANADOL – Cumhuriyetin serencamı (2002-2021) (egedesonsoz.com)

3 Kasım 2002 gecesiydi. Genel seçimlerde seçmen merkez sağ partilerini cezalandırmış, kıl farkıyla DYP, az bir farkla MHP ve oldukça düşük oyla ANAP baraj altında kalmışlardı. Seçimlerde bize sürpriz yapan Cem Uzan’ın Genç Parti’si ise %7,25’e kadar yükselmişti. Gerçi o da baraj altında kalmıştı ama kendisiyle birlikte DYP ve MHP’yi de suyun dibine çekmişti. Başbakan Ecevit’in partisi DSP ise yüzde ikiyi bile bulamamıştı. Eğer DYP ve MHP Meclise girebilseler ülkenin tarihi değişecek ve koalisyon hükümeti kurulacaktı. Genç Parti İzmir’de CHP’nin arkasında ikinci partiydi. %17 oy almayı becermişti.

Toplumu şoka sokan bu sonuçların etkisi yurda dalga dalga yayılıyordu. Mili Nizam Partisi’nden Refah’a uzanan milli görüş çizgisini unutuveren toplum, yeni bir heyecanla AKP’ye sarılıyor, Türkiye siyasetinde yeni bir sayfa açılacağına inanıyordu. O günlerde İzmir’de en çok izlenen bölge televizyonu Ege TV akşam haber bülteninden sonra yeni seçilen milletvekillerine ekranlarını açıyordu. AKP ve CHP’den seçilen birkaç vekil programdaydık. AKP milletvekili arkadaş heyecanlanarak sonucu yorumladı: “Bu bir devrimdir!” Adeta bir refleksle müdahale ettim: “Doğru devrimdir ama karşı devrimdir!” Bu yargımda hiç yanılmadım. 1973 CHP-MSP koalisyonu sırasında Zonguldak Milletvekili ve MYK üyesiydim. Hareketi yürütenleri ve lider kadrosunu yakından tanıma olanağı bulmuştum.

İki partiden oluşan Meclis, ilginç tartışmalara sahne oluyordu. AKP sözcüleri “biz milli görüş gömleğini çıkardık” diyorlardı. Tutanaklara geçen yanıtımda “Gömlek değiştirmek kolay ama deri değiştirmek imkânsız” demiştim. “Gömleğinizi çıkarınca derilerinizin üstündeki dövmeler görünüyor!” Aslında AKP hiç değişmedi. Sadece Osmanlıca deyimle “takiyye” yapıyordu. AB’ye girdik diye İ. Melih’in arabasına binip saat 15.00’te Kızılay’da tur ve havai fişek atanlar bunlar değil mi? Şimdi nerede hangi kompartımandalar? Sözü uzatmaya gerek yok. AKP’nin önemli ismi Numan Kurulmuş, partisinin 25 Ocak 2021’de yapılan Üsküdar 7. Olağan kongresinde konuyu aydınlığa kavuşturmuş:

“Türkiye’de iki farklı siyaset yolu var. Bu yollardan biri Genç Türkler, İttihat ve Terakki, CHP ile bugünkü CHP’ye gelmiş siyasi çizgi. (…) Bundan 60 sene evvelki tartışma da hatta 150 sene evvelki tartışmalar da aynı. Diğer yol ise milletin inandığı yoldur. Milletin istikametidir.”

Aydınlığa kavuşturmuş ama noksan bırakmış. Diğer yolun temsilcileri kimler? Amerikan mandacılarının, İngiliz muhiplerinin, din adamı kılığı altında provokasyon yapan İngiliz casuslarının, Arap, Arnavut, Kürt, Rum ve Ermeni ayrılıkçılarının yuvalandığı melânet yuvası Hürriyet ve İtilâf Fırkası değil mi? Ordunun içinde cuntalar oluşturan ve darbe yapan Halâskâr Zabitan grubu değil mi?

Yunan kuvvetlerine karşı vatan savunması yapan ve her gün şehit üstüne şehit veren TBMM Orduları için “Siz Allah’ın emrine, halifenin fermanına uyarak bu canileri bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla mükellefisiniz” diyen ve bu bildiriyi 30 Ağustos 1920 günü Yunan uçaklarıyla Anadolu köy ve kasabalarına attıran İskilipli Atıf’a son günlerde resmi makamlar başta olmak üzere bu kadar itibar gösterilmesi de aynı yolun yolcularının eseri değil mi?

Artık Atatürk düşmanlığı imalı, gizli kapaklı olmaktan çıkıp açık hale geldi. “İki ayyaş”“80 yıllık reklam arası”“150 yıldır başkasının hikâyesini yazdık, artık kendi hikâyemizi yazacağız” tanımlarını alt alta yazmaya kalksa buna sütunlar yetmez.

Bugün Cumhuriyete ve onun kurucularına karşı iki akım vardır piyasada. Birinci Hürriyet ve İtilâf Fırkasının bugünkü temsilcileri, Mustafa Sabrilerin, İskilipli Atıfların ve mütareke basını yazarlarının manevi torunları! İkincisi de numaracı cumhuriyetçiler! Bu ittifakın ideolojik yanını oluşturmak görevi eski solculara verilmişti. Onlara göre Cumhuriyet, asker ve sivil bürokratlar tarafından kurulmuştu.

Doğrudur, antiemperyalist mücadeleyi destekleyecek burjuvazi mi vardı? İstanbul’daki bir avuç burjuva da padişahın eteği dibinde İngiliz uşaklığı yapıyordu. Gerçekleştirilen aydınlanma devrimi demokratik değilmiş! Tarihe dünün değil bugünün gözlüğüyle bakan ve hep yanlış sonuçlar çıkaran bu takıma sormak gerek:

  • Gazi Mustafa Kemal ve TBMM, Cumhuriyet ilânını referanduma mı götürseydi?

Beyler yapılan işin adı devrimdi! 1789 Fransız ve 1917 Bolşevik devrimlerinden etkilenen ve mazlum dünyaya bağımsızlık yolunu açan Anadolu İhtilâliydi…

“Kemalizm resmî ideolojiydi. Atatürk resimleri devlet dairelerinin duvarlarında asılı duruyor” diyorlar. Bu da doğrudur. Ama günümüzde değil! 12 Eylül cuntası ve faşist Evren’in Atatürk’ün saygınlığına zarar veren uygulamaları geçmişte kaldı.

Ulusal bayramlarda Anıtkabir’e gitmemek için o güne mahsus hasta olan devlet ricali, yine ulusal bayramlarda Atatürk anıtlarına çelenk koymayı bile engellemek için konan acayip yasaklar hatta para cezaları. Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığının yurttaşı küstüren ve öfkelendiren konuşmaları…

Çarpıcı bir örnek vereyim: Karşıya ADD Başkanı Ufuk Yıldırım üyeleriyle birlikte Afyon’da 26 Ağustos Zafer törenlerine katılır. Milletvekilleri, valilik görevlileri, güvenlik güçleri oradadır. Bir din adamı şehitler için dua okur. Saydığı sıfatlar içinde Atatürk yoktur! Başkan hocaya “Niye Atatürk’ün adını anmadınız?” diye sorunca aldığı yanıt ilginçtir. “Şehitler için okudum. Onların içinde o da var!” ADD Başkanı “Olmadı” der. “Atatürk şehit değil gazi ve şimdi aramızda değil. Neden böyle yapıyorsunuz?”

Düşünebilir misiniz? Büyük Taarruzun komutanı ve zaferden sonra Mareşal rütbesi alan Atatürk yok sayılıyor! Bu zavallı tertiplerle halkımızın bağrındaki Mustafa Kemal’i unutturacaklarını mı sanıyorlar?

Ama ben bu örneklerden şikayetçi (AS: yakınmacı) değilim. Çünkü AKP sayesinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk devlet korumasından çıktı halkın, yığınların sevgi seli içine yerleşti. Anıtkabir’i her bayram dolduran yüz binlerce yurttaşın elinden bu sevgiyi almaya kimsenin gücü yetmez, yetmeyecek!

Tam bağımsız Türkiye diyenlerin, aydınlanmacıların, çağdaşların, Atatürkçülerin ve Kemalistlerin Cumhuriyet Bayramını yürekten kutluyorum.

 

9 Eylül’ün perde arkası!

Kemal ANADOL
9 Eylül 2021, Ege’de Son Söz
http://www.egedesonsoz.com/yazar/9-eylul-un-perde-arkasi/16358

Bugün 9 Eylül 2021. İzmir’in kurtuluşunun 99. Yıldönümü. Bir yıl sonra zaferin yüzüncü yılını kutlayacağız. 15 Mayıs 1919’da Hasan Tahsin’in şehadetiyle başlayan ve 9 Eylül günü muzaffer Türk Ordusunun kente girmesiyle biten büyük Yunan macerası üzerine çok eser, makale, araştırma ve inceleme yapıldı; yapılmaya ve yazılmaya devam edilecek. Bizim “Kurtuluş Günü” Yunanlıların (AS: Yunanların) ise “Küçük Asya Felâketi” (Mikrasiatiki Katastrofi) olarak adlandırdıkları 9 Eylül gününün perde arkasını anlatmak istiyorum.

Önce 1. Dünya Savaşını doğru tanımlamak gerekiyor. İnsanlık tarihinde dünyaya yayılan ilk büyük savaşın gerçek sebebi nedir? Kanımca bunun yanıtı tek sözcükle petroldür! Tarih bugün de yinelenmiyor mu? Irak, Suriye, Libya’daki savaşların nedeni petrol ve enerji kaynakları değil mi?

O dönemde düveli muazzama denilen büyük emperyalist devletlerin dilinde Osmanlı hasta adamdı! Hastanın çevresini saran kurtlar son darbeyi vuracakları günü bekliyorlardı. Daha sonra onu parçalayacak ve yutacaklardı! “Batmayan Güneş İmparatorluğu” olarak tanımlanan İngiltere, bugünkü Irak, Arabistan yarımadası, Suriye gibi Orta Doğu ülkelerindeki petrol rezervlerini çoktan belirlemiş, haritalarını çoktan çıkarmıştı. Bölgenin tamamı Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeydi. Bu coğrafya Osmanlıyla yakınlaşan Almanlara bırakılmamalıydı.

Müttefik devlet liderlerine bir göz atmakta yarar var. İngiltere’nin ünlü devlet adamı Lord Curzon bugün de dünyanın en büyük petrol şirketlerinden olan Shell’in kurduğu Turkish Petroleum’un en önemli hissedarıydı. Fransa Başbakanı Clemenceou, Societe Generale des Houilles ile iç içeydi. Fransa Cumhurbaşkanı Poincare ise Cartel des Dix’in adamıydı. Bu kuruluşlar o günlerin en büyük petrol tröstleriydi. Savaşa sonradan giren ABD’nin ünlü Başkanı Wilson’un danışmanlarının başında, ilerde soğuk savaş döneminin Dışişleri Bakanı olacak John Foster Dulles bulunuyordu. Dulles da Rockefeller tröstünün beyin takımı içindeydi! Bu savaşı petrol savaşı olarak nitelemekte haksız mıyım?

Hemen yeni ittifaklar kuruldu. İngiltere Kralı ile Rus Çarı pazarlığı çoktan bitirmişlerdi. İstanbul Rusya’nın sınırları içine girecekti. Ruslar adını bile koymuşlardı. İstanbul artık Çarigrad olarak anılacaktı! Fransa ve İtalya ile gerçekleştirilen gizli anlaşmalar da tamamlanmıştı. 29 Haziran 1914 günü Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdı Ferdinand’ın, Gavrilo Princip adlı bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi ise tarih kitaplarında yer alacak bir bahaneden ibarettir. Savaş güya bu olaydan sonra çıkmıştır!

Müttefikler karşısındaki cephe de Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan’dan oluşuyordu. Savaşları uzun uzun anlatmaya gerek yok. Günümüzde ansiklopediler, belgeseller bu görevi ayrıntı ile yerine getiriyorlar. 1914’te başlayan savaştan üç yıl sonra, İstanbul lokmasının Rus Çarının boğazında kaldığını yazmadan geçemeyeceğim. Birincisi, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını geçip yardım için Rusya’ya ulaşmak isteyen İngiliz/Fransız donanması ve Anzak askerleri Çanakkale’yi geçemediler. Mustafa Kemal, yıldızının parladığı bu savaşla tarih sahnesine çıktı. İkincisi, Karadeniz’den yardım alamayan 2. Nikolay’a son darbeyi de yine tarih sahnesine çıkan ve 1917 Ekim Devrimini gerçekleştiren Lenin vurmuştu. Artık Rusya savaş dışı kalmış, Çarlık rejimi tarihe karışmıştı.

Savaş bildiğiniz gibi müttefiklerin zaferi ile sonuçlanmıştı. Almanya ve Avusturya Macaristan imparatorları tahtlarına veda etmek zorunda kalmışlardı. Osmanlı ise kurtlar sofrasındaydı. İngiltere ve Fransa lokmaları paylaşmak için hırlaşıyorlardı! Daha savaş bitmeden İngiltere adına Mark Sykes, Fransa adına Georges Picot’un imzaladıkları ve haritasını yaptıkları gizli anlaşma yürürlükteydi (AS: Sykes-Picot Anlaşması). İlerde Fransa kazık yediğini ileri sürecek ve Kurtuluş Savaşı sırasında işgal ettiği Anadolu topraklarından çekilecekti.

Kurtlar sofrası Paris’te kurulmuştu. Düzenlenen konferansta, ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya liderleri Osmanlı’nın cesedi başında toplanmışlardı. Kanlı ağızlarıyla parçaladıkları coğrafyanın paylaşımını yapıyorlardı. Orta Doğu’dan sonra sıra Küçük Asya’ya gelmişti. ABD Başkanı Wilson ünlü prensiplerini yayınlıyor, Anadolu’da kurulacak Pontus, Ermenistan ve Kürdistan devletlerinin sınırlarını çiziyordu.

Kurtlardan arta kalan parçalara da çevrelerinde dolaşan çakallar göz dikmişti. Bunlar İtalya ve Yunanistan’dı. Venizelos ve emrindeki diplomatlar Paris’te ünlü Mercedes Oteline yerleşmişlerdi. Galip ülke liderlerinden iştahla göz diktikleri İzmir ve çevresini istiyorlardı. Otelin en önemli ziyaretçisi Basil Zaharov adlı silah tüccarıydı. Muğlalı bir Rum olan Zaharov, İstanbul’da amcasını dolandırıp Avrupa’ya kapağı atmış ve işlerini büyütmüştü. Artık dünyanın en büyük silah firması İngiliz Vickers şirketinin patronuydu. Fransa Radyo ajansı ve Exelsior Gazetesinin sahibiydi. Her iki devletten aldığı nişanlara sahipti. Hem Loyd George (AS: David Lloyd George) hem Clemenceau’nun yakın dostuydu. Konferansa İngiltere Dışişleri Bakanı olarak katılan Balfour, Vickers ile Zaharov’un savaş gemileri yapan şirketinin murahhas üyesiydi.

İtalya’ya gelince… Sofradan payının karşılığı olarak Batı Anadolu’yu istiyordu. Oysa 1912’de Trablusgarp’ı ele geçirdikten sonra On İki Ada’yı işgali en çok İngiltere’yi kızdırmıştı. İtalya’nın Doğu Akdeniz’i kontrol etmesine daha o zaman karşı çıkan Lloyd George bu işgale yüz karası demişti. İtalya şimdi de Ege’ye talipti. Eğer dedikleri olursa Çanakkale Boğazını bile kapatabilecekti. Oldukça güçlü bir donanması vardı. İngiltere bu bölgeyi kendi işgal etmek isterdi ama durumu pek uygun değildi. Savaştan yorgun çıkmıştı. Londra’da savaş karşıtı güçlü bir hareket vardı ve kamuoyunu müthiş etkiliyordu. Hazine ise tamtakırdı! Ordunun maaşı güç belâ ödenebiliyordu. Bu durumda Ege bölgesi, güçlü olmayan ve doğrudan kendisine bağlı bir devlete bırakılmalıydı. Yunanistan bu iş için biçilmiş kaftandı.

Mercedes Oteli tarihsel bir olaya tanık olmuştu. Zaharov salona girmiş ve Venizelos’la kucaklaşmıştı. Konferansın İzmir’i işgaline izin verdiğini müjdeliyordu. İtalya’nın payına da Kuşadası’ndan başlayan ve Antalya ile Konya’ya uzanan topraklar düşüyordu.
***
Yunan 1. Piyade tümeni, Venizelos’un Paris’ten General Paraskevopulos’a çektiği 10 Mayıs 1919 tarihli telgrafla nakliye vapurlarına bindirilmeye başlanmıştı. 12 Mayıs günü gemiler harekete hazırdı. Venizelos aynı gün Dışişleri Bakanlığına “çok ivedi” notlu 4425 numaralı şifre telgraf gönderiyordu: “Yüksek Konsey bugünkü toplantısında ordunun derhal İzmir’e hareket etmesinin kararlaştırıldığını bildirdi. Yaşasın millet.” 15 Mayıs 1919 sabahı saat 07.30’da on sekiz gemiden oluşan Yunan konvoyu çıkarma yapılacak rıhtıma yanaşmaya çalışıyordu. Bu sırada Türkler, müvezzilerin sattığı Köylü gazetesinde Vali İzzet Bey’in demecini okuyorlardı: “Bazı bedbahtlar İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceği tarzında şayialar çıkarmışlardır. Yalandır, tekzip edilir.” Aynı sabah İzmir’de yayınlanan Rum gazeteleri ise 1. Yunan Piyade Tümen Komutanı Albay Zafirios’un şehrin işgalini duyuran bildirisini yayınlıyorlardı.
***
9 Eylül 1922 günü İzmir’e giren Türk süvarileri Kordon’da ilerliyordu. Atları ve kendileri zayıflamış, avurtları çökmüş, iyice derinleşen çukurları içinden gözleri parlayan askerler yorgunluk ve mutluluk karışımı bir ifadeyle kaldırımlardaki kalabalığa bakıyorlardı. On beş gündür at üstündeydiler ve Kordon’a savaşarak ulaşabilmişlerdi. Peşlerinden merasim yürüyüşüyle yine yorgun ama kıvançlı piyadeler geliyordu. Yaşlı bir Türk hıçkırarak söyleniyordu. “Allah bana bugünü de gösterdi!” Pasaport rıhtımında kaçmak için tekne arayan bir Rum ihtiyar da eşya yığınları üstünde ağlıyordu; “Mikrasiatiki katastrofi… Küçük Asya felâketi bu! Tanrı bize bugünü de gösterdi!”
***
Özetlersek                  :

  • Kurtuluş Savaşımız gerçekte Türk-Yunan değil, Türk-İngiliz savaşıdır.
  • Kurtuluş Savaşımız dünyada ilk kez başarıyla sonuçlanmış antiemperyalist bir zaferdir.
  • Kurtuluş Savaşımız yalnızca ülkemizde değil tüm dünyada heyecan ve umut yaratmıştır.
  • Hindistan bağımsızlık mücadelesinin önderi Mahatma Gandi durumu çok açık bir ifadeyle tanımlamıştır:

“Türk Orduları bir devir kapatmıştır. Şimdi mazlum ve tutsak devletler artık vazgeçilmez bir reçeteye sahiptirler. Mustafa Kemal’in utkusu, dünya için özgürlük ve bağımsızlık sancağıdır.”

SEVR ANLAŞMASININ 101. YILI

SEVR ANLAŞMASININ 101. YILI

BUGÜN ULUSUMUZUN KARA GÜNÜ, 10 AĞUSTOS 1920 SEVR ANTLAŞMASININ YILDÖNÜMÜ!
MUSTAFA KEMAL ÖNDERLİĞİNDE VERİLEN VE DÜNYADA İLK KEZ BAŞARIYLA SONUÇLANAN KURTULUŞ SAVAŞI SONUNDA 1923 LOZAN ANTLAŞMASIYLA TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE ATILAN BU ONURSUZ ANTLAŞMA, BUGÜN EMPERYALİST GÜÇLER TARAFINDAN HORTLATILMAK İSTENİYOR!
O GÜNLERDE

  • “YUNAN ORDUSU PADİŞAHIN ORDUSUDUR. ONA DİRENENLER KAFİRDİR”

DİYEN İSKİLİPLİ ATIF HOCALAR VARDI. BU SÖZDE DİN ADAMININ FETVASI YUNAN UÇAKLARIYLA ANADOLU KÖY VE KENTLERİNE ATILMIŞTI.
BUGÜN ATIF HOCAYA İTİBAR KAZANDIRMAK İÇİN TÖRENLER DÜZENLEYEN KAMU GÖREVLİLERİ VAR!

YİNE BUGÜN “KEŞKE YUNAN GALİP GELSEYDI
DİYEN SÖZDE TARİHÇİLER VAR. (AS: Fesli Kadir Mısıroğlu)

AMA KENDİNE ATATÜRK’ÜN BÜYÜK NUTKU İLE BURSA NUTKUNU REHBER EDİLEN ULUSAL BAĞIMSIZLIKÇI BİR KUŞAK VAR.

NE YAPARLARSA YAPSINLAR…

  • SEVRE HAYIR!

    TÜRKİYENİN İKİ TAPUSU LOZAN VE MONTRÖ’YÜ SONUNA KADAR YAŞATMAK İSTEYEN YURTSEVERLER VAR!
    SELAM ONLARA…

    SELAM TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYEYE…

    KEMAL ANADOL

BİZİM TV PROGRAMIMIZ – 5 HAZİRAN 2021 DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ VE SALGIN

Dostlar, 

Bu gün 5 Haziran.. Dünya Çevre Günü!
Homo sapiens” olarak bir yandan sözde aklımızla kaykılırken (!?), tam anlamıyla “içine ettiğimiz” dünyanın günü! Şimdi sıra “sağkalım / beka (survival) savaşımında” biz zorunlu parazitler için.


HİÇ UNUTULMAMALI : Kovit-19 bir çevresel hastalık..
Alt tip olarak da bir zoonoz, ya da zoonotik hastalık; hayvanlardan insanlara bulaşan.

BM Çevre Programı UNEP, 2015’te aşağıdaki görseli (posteri) paylaşmıştı..
7 milyarın rüyası.. 1 tek Dünyamız..
Özenle yararlanalım  (“tüketelim” diye çevirmek istemedik..)

World Environment Day - 5 June | United Nations at Expo Milano 2015
****
Geçen yıl (2020’de) ise; 

World Environment Day 2020 celebrated on 5th June 2020 across the world. World Environment Day 2020 iconic activities are hosted by Colombia in partnership with GermanyThe theme of World Environment Day 2020 is ‘Time for Nature’ explore nature around iconic spots with a focus on its role in providing the essential infrastructure that supports life on earth and human development with the message Celebrate Biodiversity.

World Environment Day 2020 | Time for Nature, Theme of World Environment Day 2020

The theme of World Environment Day 2020 is ‘Time for Nature’ explore nature around iconic spots. According to the IPCC, 2019: Climate Change and Land report, 75% of Land on the planet and 66% of oceans have severely altered by humans. Approx. one million animal and plant species are threatened with extinction, due in large part to a loss of their natural habitat. Now we should take to safeguard the natural world and help restore ecosystems to be whole and functioning. We can only achieve ecological balance when the native species that have gone extinct are restored. Now it is time to help nature heal by rewinding the Earth. By healing the nature and ecosystems life-supporting functions they provide, including clean air, unpolluted water, and healthy soils can be reestablished.
****
Bu yıla, 2021’e gelince                               ;  

World Environment Day 2021 Theme and Host Country 

World Environment Day is celebrated across the world on 5th June every year. Since 1974, World Environment Day is the most remarkable day for environmental action. The UN Environment Program (UNEP) organizes events for Environment Day every year to encourage worldwide awareness and action for the protection of environment.
Word Environment Day was established by UN General Assembly on the first day of the  Stockholm Conference on Human Environment which was held in Stockholm Sweden from June 5- 6  in 1972. In 1974, the first Word Environment Day was celebrated with the theme “Only One Earth”. Since then Word Environment Day is celebrated annually on 5th June and various activities for awareness and protection of Environment are carried out. In 1987, it is decided to rotate the host of Environment Day activities by selecting a host county for the Environment Day activities celebration.
World Environment Day 2021 will be celebrated on 5th June 2021 across the world
World Environment Day 2021 iconic activities are hosted by Pakistan.
  • The theme of World Environment Day 2021 is ‘Ecosystem Restoration’. 
Ecosystem Restoration denotes assisting in the recovery of ecosystems that have been degraded by activities like pollution and deforestation. Ecosystem Restoration can also be promoted by conserving the ecosystems that are still intact.
Healthy ecosystem and rich biodiversity yield greater benefits such as more fertile soils, bigger yields of fish and timber.
World Environment Day 2021 | World Environment Day 2021 Theme and Host Country, Theme of World Environment Day 2021, Host Country of WED 2021
The theme of World Environment Day 2021 is Ecosystem Restoration.
Ecosystem Restoration can happen by actively planting trees or by removing pressures on the ecosystem by protecting environment and reducing the increasing level of pollution.
(https://www.selfstudymantra.com/2020/05/world-environment-day.html, 5.6.21)

****

Çevreyi; özellikle, insanlık düşmanı yabanıl (vahşi) kapitalizm, ölçüsüz bir açgözlülük ve kâr hırsı ile öylesine talan eyledi ki, şimdi sıra “ekosistemin restorasyonunda”!
Gelin görün ki, talan hala sürmekte!
Türkiye’den çok acı örnekler, Sn. Kemal Anadol bu sabah what’s up iletisi olarak yollamış :

*KAZDAĞLARI, İKİZDERE, KOZAK YAYLASI, ISTRANCALAR, ERGENE NEHRİ, CANIM ANADOLU VE TRAKYA….
*CAN ÇEKİŞEN MARMARA, YAKIN TEHLİKEDEKİ KARADENİZ, KİRLENEN VAN GÖLÜ VE KURUYAN GÖLLERİMİZ…
*ZEHİR SAÇAN TERMİK SANTRALLER
*HES’LERLE KELEPÇE VURULAN DERELER…
*”ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR” DİYE VERİLİP AÇILAN YÜZLERCE TAŞ OCAĞI
*YANLIŞ YER SEÇİMİYLE KÖYLERİN ORTASINA KURULAN RES’LER…
*EN GÜZEL KOYLARDA KURULAN BALIK ÇİFTLİKLERİ..
*BETONLARLA ÇİRKİNLEŞTİRİLEN KENTLER…
*CİĞERLERİMİZİ YAKAN ORMAN YANGINLARI…
*ÖNLEMSİZ VE ÖZENSİZ DİKİLEN VE TEHLİKE SAÇAN BAZ İSTASYONLARI…
*GDO’LU ÜRÜNLER CENNETİ ÜLKEMİZ…

SAYMAKLA BİTMİYOR ÇEVRE DÜŞMANI UYGULAMALAR…
*VE… GÖZÜMÜZE SOKULAN DENİZ SALYASI!
BU KOŞULLARDA 5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜNÜ KUTLAMAK YOPLUMUMUZ İÇİN UTANÇ, GELMİŞ GEÇMİŞ İKTİDARLAR İÇİN UTANMAZLIKTIR!
***
Öte yandan KOVİT-19 tam da bir Çevresel Hastalık..
Çevreye aşırı yüklenen insanoğlu, böylesi bir mutasyona neden oldu doğada ve Pangolin & Yarasa ürünü Yeni Koronavirüs (SARS-KOV2), insanlarda bulaş (enfeksiyon) yapma yeteneği kazandı ve de Aralık 2019 sonunda Çin’de başlayarak hızla tüm dünyaya yayıldı, bir Pandemiye (kıtalararası salgına) yol açtı. Salgında 18. aya girdik Küresel toplum – Dünyalılar olarak.

Çok ağır bedeller ödedik, uzun yıllar boyunca da ödemeyi sürdüreceğiz.

Hiç ama hiç unutulmasın              :
Mistik ritüeller – inanışlar, “eşref-i mahlukat“… teraneleri bir yana, insanoğlu yeryüzünde SAĞKALIM (BEKA) tehdidi yüz yüzedir.
Üstelik bu tehdit açık ve yakındır.
İklim faciası, hava – su kirliliği, kuraklık ve tarımsal üretimde azalma, türlerde azalma, deniz kirliliği, buzulların erimesi, hala %1,05 dolayındaki muazzam yıllık nüfus artışı… Her yıl 81 milyon daha ekleniyor dünyaya..

İNSANOĞLU, SANA SORUYORUZ                              :

Dünya “sonlu” olduğuna göre, sen, yeryüzünde, son derece sorumsuz biçimde, akıl almaz biçimde sonsuza dek çoğalabileceğini nasıl düşünebilir ve frene basmazsın?
Üstelik yeryüzünde son yıllarda tüm türer sayıca azalırken sen nasıl ha bire ürersin?!

  • Aklını başına almalı ve “HER AİLEYE 1 ÇOCUK!” can simidine sarılmalısın hemen’

Hiç aklından çıkarma, bu Dünya sana mahkum değil ama tersi doğru. sen ona mahkumsun. Yeyüzünde, biyolojik anlamda zorunlu parazitsin.. Dünya yakasını senden kurtulsa rahatlayacak.
Derhal NÜFUS PLANLAMASI, DERHAL! Nüfusu hızla azaltmak zorunayız.
Çevreyi bir fahişe gibi görme ilkelliğinden kurtulmak..
O’nunla ancak Doğa’nın şaşmaz  – bağışlamaz kuralları içinde BARIŞ İÇİNDE BİRLİKTE (peacefull co-existence) olabiliriz; bu “komünal” yaşamdır, doğa yasalarına mutlak saygı ile. Bilim bu yasaları keşfetme ve birlikte yaşam koşullarını oluşturma amaçlıdır; yoksa Doğaya hükmetmenin ilkel – akıldışı araçları değil!

***
Salgında, Türkiye’de eriştiğimiz son “resmi” durum aşağıda. Ne ölçüde gerçek, bilmiyoruz.


Ancak hala çok ürkütücü. Her gün an az 6 bin PCR + olgu yakalıyoruz, bunları 1/10’u bulgu veren hasta. 100’e (yüz!) yakın insanımızı kurban veriyoruz..  Yine resmi verilerle 5,3 milyon insanımız hasta oldu, toplam 48 bine varan “resmi” kovit ölümü var…
Aşılamaya 14 Ocak’ta başladık, 6 ay geçti, 2 doz aşı alan insan sayısı hala 12 milyon dolayında. Gerekli toplumsal bağışıklığın çooookkk uzağındayız.
Dünya da rahat değil…
Türkiye’ye turistik sınırlamalar  sürüyor AB ve Rusya, İngiltere başta olmak üzere.
İyimser beklentiler 20 milyon turist.. Oysa 2019’da 50 milyona yakın idi bu rakam.

Ve AKP’li CB Erdoğan kalkıp, “3. aşımı oldum, antikor testimi de yaptırdım, oldukça yüksek çıktı…” Keyfi gıcırında demek ki Reis hazretlerinin.. 2 bilimsel yanlış birlikte; 3. aşı ve yersiz  – anlamsız antikor testi. Halka böyle mi örnek olunacak? 60 milyon insan (20 milyon 0-18 yaş çocuk düşülürse) 40 milyon insanımız daha tek doz aşıya erişememişken (Dünyada 13. sıradayız), masum insanlar ölürken.. bu nasıl bir ayrıcalık ve içine sindiriş, lider rolüdür (!), anlamak olanak dışı.

Tüm bunları Sn. Lale O. Arslan ile bu akşam 20:00’de BİZİM TV youtube kanalından canlı yayınlanacak programda değerlendireceğiz.
Sn. Ozan ile 2 Nisan 2021 günü programımız rekorlar kırarak 225 bini aşkın izleyici yakaladı.

izlemek için lütfen tıklayınız (reklamlarla 1 saat 26 dk.)

https://youtu.be/Wm567nUXUk8 

Bilgi ve ilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 05 Haziran 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’ndan çok sert referandum açıklaması

Metin Feyzioğlu’ndan
çok sert referandum açıklaması

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu, İzmir Barosu’nun düzenlediği toplantıda TBMM’de kabul edilen yeni anayasa değişikliğine ilişkin yaptığı konuşmasında, “Millet demokrasiye ve vatanına sahip çıkmanın erdemini, herkese gösterecektir. O günden sonra kimse Türk milletine tepeden bakmaya cesaret edemeyecektir. Türk milletinin elinden demokrasiyi almayı aklından geçirmeye cesaret dahi edemeyecektir.
Onun için bu referanduma umutla yaklaşalım.” dedi.

TBMM’de dün (AS: 20.01.17) kabul edilerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın onayına sunulan anayasa değişikliği, İzmir Barosu’nun, ‘Anayasa değişikliğini tartışıyoruz’ toplantısında konuşuldu. Toplantının açılış konuşmalarını İzmir Barosu Başkanı Avukat Aydın Özcan ve Türkiye Barolar Birliği Başkanı Avukat Metin Feyzioğlu yaptı. Hukukçu, siyasetçi Kemal Anadol, Özyeğin Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Korkut Kanadoğlu, Girne Amerikan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Meltem Dikmen ve hukukçu, siyasetçi Prof.Dr. Süheyl Batum da yapılan değişiklikleri ve getireceği sonuçları anlattı.

“KİMSEYİ GERMEK İSTEMİYORUZ”

Anayasa değişikliklerinin anlatıldığı toplantıda ilk konuşmayı İzmir Barosu Başkanı Avukat Aydın Özcan yaptı. Değişikliklere karşı olduklarını söyleyen Aydın Özcan, şöyle dedi:

– “TBMM’de 550 milletvekilinin kuvvetler ayrılığından ayrılmamasını, TBMM’nin asli görevini yerine getirmesini hep ifade ettik. Milletvekillerine içtikleri anda sahip çıkmalarını istedik. Kimseyi germek değil, doğruları siyasilere göstermek istedik. Bunları hiç çekinmeden yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz. Bazı arkadaşlar, ‘Meclis konuşmaları bitti, her şey bitti’ anlayışında. Ben onlara katılmıyorum.”
“PARÇALANMA AÇIK TEHDİT HALİNE GELİR”

Aydın Özcan’dan sonra Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu konuştu. Millete inandığını söyleyen Metin Feyzioğlu,

“Türk milleti, bu projeyi izin vermeyecektir. Vekillerin sahip çıkmadığı yüce Meclise asil Türk milleti sahip çıkacaktır. Davasına inanan kazanır. Biz hem davamıza inanıyoruz,
hem asil Türk milletine inanıyoruz”
diye konuştu.

Değişiklikler için “Niçin bölünme anayasasıdır?” sorusunu yönelten Metin Feyzioğlu, şöyle konuştu:

– “Cumhurbaşkanı Türk milletinin tamamını temsil eder. Cumhurbaşkanı sadece parti genel başkanı olursa, yalnızca partisinin il ve ilçe teşkilatlarını temsil eder bir makama indirilir. Cumhurbaşkanı milletin tamamını temsil edemez konuma indirilirse, millet parçalanır.
Millet parçalanırsa vatan topraklarının parçalanma olasılığı açık ve yakın bir tehdide döner. Türk milleti bu parçalanmaya, bölünmeye asla izin vermeyecektir. Milletimize inancımız tamdır. Milletine inanan, davasını her zaman kazanmıştı. Mustafa Kemal Duatepe’den bakıp milletine inancını korumaya devam etmeseydi bugün iş işten geçmişti.”

“MİLLET, VATINANA SAHİP ÇIKMAYI HERKESE GÖSTERECEKTİR”

Referandum için millete inandığını vurgulayan Metin Feyzioğlu, şöyle dedi:

– “Millet demokrasiye ve vatanına sahip çıkmanın erdemini, herkese gösterecektir. O günden sonra kimse Türk milletine tepeden bakmaya cesaret edemeyecektir. Türk milletinin elinden demokrasiyi almayı aklından geçirmeye cesaret dahi edemeyecektir. Onun için bu referanduma umutla yaklaşalım” dedi.

Anayasa değişikliklerinin istikrarsızlık getireceğini de savunan Metin Feyzioğlu,

– “Bu yapılanlar, kalıcı istikrasızlık projesidir. Nedeni basit. Halkı bölünmüş devlette istikrar olur mu? Bir partinin ilçe başkanlarının yönettiği devlette istikrar olur mu? Yatırımların hukuki güvencesinin olmadığı, insanların gelecekleri, özgürlükleri, mal varlıkları parti ilçe başkanlarının iki dudağı arasına terk ettiği ülkede istikrar olur mu? Millet bu değişikliğin istikrar değil, kalıcı istikrarsızlık getirdiğini, projenin bu olduğunu çok iyi bilmektedir. Bunun için millet asla izin vermeyecektir. TBMM, Türk milletinin kendisini bulduğu, temsil edildiği
en yüce makamdır. Milletin Mecliste temsil edilmediği, o Meclisin ülkenin kaderine hakim olmadığını bir ülkede istikrar olur mu dostlarım? Bu anayasa değişikliği projesi hem bölünmenin hem de kalıcı istikrarsızlığın projesidir. Bu değişiklikler, milletin kararıyla
tarihin çöp sepetine atılacaktır. Ondan sonra yolumuz çağdaş uygarlığın yoludur.”

“MESELE TÜRKİYE CUMHURİYETİ MESELESİDİR”

Değişiklikler sonrasında partinin il ve ilçe başkanlarının etkisinin artacağını ifade eden Metin Feyzioğlu şöyle devam etti:

– “Türkiye Cumhuriyeti, varımız, yoğumuz, namusumuz; il ve ilçe başkanlarının altında ezilir. Mesele kişi meselesi değildir. Mesele bugün aday olabilecek şu kişinin ya da bu kişinin,
bu yetkilerle bir devlet başkanı olması hiç değildir. Mesele Türkiye Cumhuriyeti meselesidir. Türkiye Cumhuriyeti meselesine, 79 milyon yurttaşımız sahip çıkacaktır. Bizim geleneğimizde, göreneğimizde, ecdadımızda vatanımızı parçalatmak yoktur. Devletin tapusunu bir kişiye vermeyi asla kabul etmeyecektir. Hiçbiri zaman etmemiştir. Devletin tapusu millete aittir.
Bu millet, bu tapuyu şehit kanıyla en ağır bedelleri ödeyerek almıştır. Şehit kanıyla alınan tapu, öyle Mecliste birkaç kişi elini kaldırdı diye hiç kimseye, aileye teslim edilemez. Tapu bizimdir, Türk milletinindir. Türk milleti sizsiniz, biziz, 79 milyon hep birlikte Türk milletidir.”

15 Temmuz darbe girişimi süreci üzerinden değerlendirme yapan Metin Feyvioğlu,

– “Cumhurbaşkanı 15 Temmuz’da, bir partinin başkanı olsaydı, kendisine il ve ilçelerin başkanlarından başka sahip çıkan olur muydu? Milleti bölecek hiçbir değişikliğe bu sebeple de izin vermeyiz. 79 milyon Mustafa Kemal Atatürk’ün evlatlarıyız. 79 milyon hep birlikte Türk milletiyiz. Önümüzdeki mesele torunlarımızın, torunlarımızın çocukları meseledir. Konu bir siyasi partinin ya da partilerin meselesi değildir, konu sadece Türk milletinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalması konusudur. Herkesin vücudu bir gün toprak olacaktır ama Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve Atatürk ilkelerine bağlı olarak ilelebet payidar kalacaktır. Yüz bin avukatın temsilcisi olarak size söz veriyorum;
Türk milleti bu değişikliklere izin vermeyecektir. Gelecek umuttur, aydınlıktır,
gelecek bizimdir
” dedi.

Toplantıya katılan konuşmacılar da yeni anayasa değişikliklerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Tarihten örnekler verilerek yapılmak istenen değişiklikler eleştirildi. (DHA, 21.1.17)
=============================
Dostlar,

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Sayın Prof. Metin Feyzioğlu’nun söylemlerini bütünüyle paylaşıyoruz. Halkımız, kim olursa olsun, geçmişte olduğu gibi Kurtuluş Savaşı koşullarında bile ATATÜRK dahil vermediği egemenliğini TEK BİR KİŞİYE asla teslim etmeyecektir. Ülkenin Meclisi, TBMM rejimin Kâbesidir ve her şey orada enine boyuna tartışılmalı, konuşulmalı, ortak akılla uzlaşarak kararlar verilmelidir. Gerektiğinde çok hızlı kararlar da TBMM’de alınabilir, TBMM İçtüzüğü buna elvermektedir.

Şimdi yapılacak en akıllı şey:

* Olumsuz kara – gri propagandalara kapılmadan, bu Anayasa değişikliğinin ülkemizi diktatörlüğe – bölünmeye – federasyona.. sürükleyeceği sabırla anlatılarak halkımızın bilgilendirilmesi ve halk oylamasına mutlaka katılarak HAYIR oyu kullanmasını sağlamaktır..
* AKP’nin kazandığı bütün seçimlerde, RTE’nin CB seçilmesinde, 12 Eylül 2010 anayasa değişikliği halkoylamasında başlıca belirleyici, seçimlere katılma oranının düşüklüğüdür.
AKP – RTE yanlılarının neredeyse tamamı sandığa taşınmış, oy kullandırılmıştır..
Anımsayalım; FETÖ, ölüler bile oy kullanacak! talimatı vermişti ABD’den!
%90’ın altına inmeyen bir katılımla halkoylamasından EVET çıkması olanaksız gibidir.
Ne yazık ki oy kullanmada tembellik edenler AKP seçmeni değil..
Hele halkoylamasına katılım %95’i aşarsa, HAYIR oyları hemen hemen kesinlikle çoğunluğu alacaktır..

Ulusumuza güveniyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
24 Ocak 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

AKP’yi Yıkacak Formül : BİRLİK!

AKP’yi Yıkacak Formül : BİRLİK!

Başta CHP ve MHP olmak üzere, parlamento dışındaki İşçi Partisi ve öbür karşıt parti ve hareketler ana amaçları demokrasi ve çağdaşlık olan güçlerle birlikte hükümet seçeneği olabilir

KEMAL ANADOL
ESKİ CHP GRUP BAŞKANVEKİLİ

Kemal_Anadol
AKP iktidarı hangi güçle yıkılabilir?

AKP iktidarı elbette halkın gücü ile yıkılacaktır.

Bu tarif muğlak görünse de gerçek, AKP’den hoşnut olmayan herkesi kapsamaktadır.

Yani;1923’te kurulan çağdaş, demokratik ve laik Cumhuriyeti bu gün düştüğü durumdan kurtarmak isteyenler, ülkeyi yöneldiği ortaçağ karanlığından çıkarmak isteyenler,
hızla gittiği “tek adam yönetimi ve diktatörlüğü” yolundan döndürmek isteyenler, sabah yatağından kalkan yurttaşlara günlük yaşamının her anında müdahale eden zorbalıktan rahatsız olanlar, bir zamanlar saflıkla kullandıkları “yetmez ama evet” söyleminden pişmanlık duyanlar, kısaca AKP’den kurtulmayı ülkenin geleceği için yaşamsal ve zorunlu gören herkesin gücünün birleşmesiyle doğacak birikim bu yıkım işini başarır kanısındayım.

MİLLİ MERKEZ AYAĞA KALKIYOR!


MİLLİ MERKEZ AYAĞA KALKIYOR!

Mustafa MUTLU
Vatan Gazetesi, 20.4.13

İki yıl önceki genel seçimlerden hemen sonra Meclis çatısı altında bir
Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurulmuştu. Kimi sivil toplum kuruluşları da
bunun üzerine aynı günlerde Milli Anayasa Forumu altında
toplantılar düzenlemeye başladılar.

Bunun için kimi milletvekilleri, TBMM dışındaki kimi siyasal partilerin temsilcileri, uzmanlar, akademisyenler, meslek odaları, sendikalar, dernekler ve vakıflar gibi demokratik kitle örgütleri ile kimi gazeteciler bir araya geldi.

İlk toplantı 22 Ekim 2011’de İstanbul’da yapıldı. Bunu 75 bin kişinin katıldığı
151 toplantı daha izledi. Toplantıların 50’si illerde, 92’si ilçelerde, 10’u da mahalle
ve köylerde gerçekleştirildi.

Atatürk’te birleşmek!

Forum, Türkiye çapında düzenlediği etkinliklerle, “bölücü Anayasa girişimi”ne karşı önemli bir kamuoyu oluşturmayı başardı. 28 Nisan 2012’de Ankara’da
“Atatürk’te Birleştik” sloganıyla ve 3 bin kişinin katıldığı bir toplantıyla “resmi bir kimliğe” bürünmeye başladı.

O toplantının sonunda oy birliğiyle yayınlanan bildiride,

  • “Günümüz Anayasası’na göre seçilmiş olan bu Meclis’in, tümüyle yeni bir Anayasa yapmaya hakkı ve yetkisi yoktur. İktidarın tek amacı, 1982 Anayasası’nı bahane ederek, ‘bölünme anayasası’nı topluma dayatmaktır.’ denildi.

Başkanlığını deneyimli siyasetçi ve hukukçu Hüsamettin Cindoruk’un üstlendiği
Milli Anayasa Forumu, bu 23 Nisan’da ise yeni bir kimliğe bürünecek. O gün saat 14.00’te Ankara’daki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek olan
Milli Merkez Kurultayı’nda yapılanmanın statüsü de belirlenecek.

Milli Anayasa Forumu Başkanı Hüsamettin Cindoruk,

  • “Bu anayasayı ihlal etmeye, bu anayasayı değiştirmeye güçleri yetmeyecek.” diyor ve ilerleyen yaşına karşın tüm Türkiye’yi adım adım dolaşıyor.

Milli Merkez yapılanmasına CHP’den ve MHP’den kimi milletvekilleriyle genel merkez ve örgüt yöneticileri, İşçi Partisi, DSP, DP, Atatürkçü Düşünce Derneği, Türkiye Gençlik Birliği, Cumhuriyet Kadınları Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Eğitim-İş Sendikası gibi pek çok demokratik kitle örgütü destek veriyor.

Bu Kurultay’da, Milli Anayasa Forumu’nun 152 toplantısını kapsayan faaliyet raporu sunulacak. Ayrıca Merkez Yürütme Kurulu seçilecek…

Seyirci kalmamak…

Mevcut partilerde bir araya gelemeyen muhalefeti toparlamak amacıyla yola çıkan
Milli Merkez’in “partilerüstü bir halk hareketi” olarak mı kalacağı ya da yola siyasal parti olarak mı devam edeceği bu toplantıda belli olacak…

Açıkça yazmakta yarar var:

Bu hareket başarılı olur ya da olmaz…

Ama en azından bunca insan taşın altına elini koyuyor ve olup bitene seyirci kalmıyor!

İktidar korkusundan herkesin saklanacak delik aradığı bir dönemde tek başına bu bile az şey mi?

Öncüler!

Milli Merkez’in Düzenleme Kurulu’nda yer alan adlar ise şöyle:

  • Hüsamettin Cindoruk, Yekta Güngör Özden, Mümtaz Soysal, Ali Topuz, Ufuk Söylemez, Kemal Anadol, Şahin Mengü, Necla Arat, Kemal Alemdaroğlu, Ferit İlsever, Zekeriya Beyaz, Ümit Ülgen, Haluk Dural, Fevzi Durgun, Sönmez Targan, Ataol Behramoğlu, Göksan Soner, Türker Ertürk, İlker Yücel, Erdoğan Özer…