Etiket arşivi: KAMUSAL ALANDA KILIK

KAMUSAL ALANDA KILIK ve ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ

Lütfü  KIRAYOĞLU
Elektrik Müh. (İTÜ)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti kurullarının kararı olmadan birdenbire ortaya attığı “Türban Yasası Teklifi” herkesi şaşırttı. AKP lideri RTE, bu açıklamanın üzerine balıklama atladı ve “gollük pas” olarak değerlendirdi, gollük pası Anayasa Değişikliği Yasa Tasarısına dönüştürdü. Dahası bu tasarıyı Meclis’ten geçirebilmek için HDP ile görüşmeyi bile “göze aldı”. Bu kez CHP haklı olarak kılık düzenlemesinin Anayasa maddesi olmaması gerektiğini söylese bile kaldırdığı taşın altında kaldı.

Böyle bir konuyu tartışırken öncelikle bir BÜYÜK YALANI sonlandırmak gerekiyor. Cumhuriyet tarihinde hiçbir dönemde devlet, kendisine başvuran bir yurttaşın işini yaparken yurttaşın kılığından dolayı ona engel getirmemiştir. Tartışma, kamu adına iş gören, yani devleti temsil eden kişinin kılığı ile ilgilidir ki burada kılık derken olayın özünün yakın geçmişe dek giyim kuşam geleneğinde bulunmayan TÜRBAN olduğunu söylemek gerekir.

Kamu adına hizmet veren görevlilerden asker, polis, bekçi, jandarma, belediye zabıtası, hemşire, ormancı, korucu dışındaki kişilerin temsil ettikleri devlet adına bir otorite sağlamalarının adıdır kamusal kılık. Bir devlet dairesine girdiğinizde kiminle muhatap olacağınızı seçme kolaylığıdır her şeyden önce. Bir hastaneye gittiğimizde kimin hekim, kimin hemşire, kimin hasta yakını, kimin güvenlik görevlisi olduğunu nasıl anlayacağız? Okullarda öğrenci kılığının serbest bırakılmasının ardından “özgürlük” adına (için) öğretmen ve okul yöneticilerinin de kılıklarının serbest bırakılması tam bir kargaşa yarattı ve bir karış sakallı öğretmenden, kara çarşaflısına,  şalvarlısına dek her tür yakışıksız kılıkları eğitim için gönderdiğimiz yavrularımızın okullarımızda görür olduk.

Kamu çalışanlarının kılıklarının henüz devlet terbiyesine uygun olmasının zorunlu olduğu dönemlerde kimi kadın öğretmenlerin ders zili çalmadan önce bahçede türban ile dolaşmaları o yıllarda buna göz yuman sözde okul yöneticileri tarafından “o gördükleriniz öğretmen değil öğrenci velisi” aldatmacası yaptıklarını çok iyi anımsıyoruz. Türban da benzeri yöntemle bir oldu-bitti biçiminde kamusal düzenin içine yerleştirildikten sonra TBMM’de görüldü ve kabullenildi.

OSMANLI’DA NASILDI?

Altı yüz yıl yaşayan Osmanlı Devletinde kılık kıyafet düzenlemesi var mıydı ve nasıldı? Osmanlı Devleti’nin kurucusu adını aldığı Osman Gazi olarak bilinse de devletin esas kurucusu Orhan Bey’dir. Devletin gerçek simgesi olan düzenli ordu ve sikke (devlet adına para) Orhan Bey ile başlar. Osman Gazi’nin oğullarından Alââddin Bey yaşça büyük olmasına karşın bir çeşit rıza ile, kurulmakta olan devletin başına kardeşi Orhan Bey geçer. Alââddin Bey Vezir olur. Alââddin Beye Bursa’nın batısında bulunan Kite bölgesi yurt olarak verilir ve burası yakın zamana dek Alââddin Bey Köyü (şimdi Büyükşehirin mahallesi) olarak anılır. Kendisi Bursa’nın kurulu olduğu Tophane semtindeki Hisar içinin batısında, Cilimboz vadisine bakan Alââddin mahallesinde oturur. Burada kendi adına bir Cami yaptırılır. (Bu dizelerin yazarı, Hisar’daki Alââddin Mahallesi nüfusuna kayıtlıdır).

Alââddin bey vezir olarak devleti örgütlemeye koyulur. Askeri sivilden ayırmak için özel giysi (kıyafet) giymelerini sağlar. Beyaz bir külah giyilir. Bu aynı zamanda askerin şerefini de simgeler.. İlk sikke (para) bastırılır. Devlet bürokrasisinin temelini oluşturan Enderun Mektebi‘nin ve devşirme askerlerin başlangıcı, sürekli ordunun temeli Yeniçeri Ocağı oluşturulur. Savaş zamanı devreye giren Sipahilerin temeli de bu sırada atılır. Bütün bu görevlilerin kılık kıyafeti belirlenir. Vezirlerin, askeri komutanların, Enderun’dakilerin derecelerine göre sarıkları ayrı ayrı belirlenir. Alââddin bey bu yapılanmayı Çandarlı Kara Halil Paşa ile birlikte yapar. Kara Halil Paşa, Osmangazi’nin kayınpederi Edebali’nin bacanağı olur. Devlet görevlileri böylece, halktan insanlarla kılıkları ile ayrılmış olur.

Aynı yapılanmayı, bizim Deli Petro dediğimiz Rus imparatorluğunun örgütleyicisi Büyük Petro da yapar. Öbür ülkelerde de düzenlenmiş kılık, kamusal simge durumuna getirilmiştir. Kıravatın bulucusu Hırvatlar, XIV. Lui döneminde Fransa’da paralı askerlik yaparlarken kendilerini öbür askerlerden ayırmak için kıravat takarlardı. Mustafa Kemal Atatürk de Cumhuriyet’i kurarken 1925 yılından başlayarak salt kamusal görevlerdekilerin kılıklarını düzeltmeye yönelik değil, halkın da düzgün bir kılıkla dolaşması için yoğun bir çabaya girişti ve kendisi bir rol modeli oluşturdu. Bu modeli oluştururken folklorik bir kılık oluşturma çabasına girişseydi, yüzlerce yerleşim yerindeki farklı kılıklar yine birlik oluşturamayacaktı. Erkeklerde de kravatı simgelerden biri haline getirdi.

Cumhuriyet devrimlerine saldırılar sistemli duruma gelmeden önce Atatürk’e ve devrimlerine cepheden saldıramayanlar, kılık – kıyafet devrimlerine karşı saldırıya geçti. TBMM İçtüzüğünde “Meclis toplantılarına kıravatla girilir” hükmünü akılları sıra delmek isteyen ve artık adları unutulmuş 2 milletvekili, farklı zaman aralıklarında kıravatı boynuna değil bellerine bağlayarak oturumlara katılmayı denediler. Zaman içinde tutucu partiler bile kıravata alışmışken, bu kez halkçılığın kıravatı atmaktan geçtiğini sanan bir genel başkan adayı, Atatürk’ün partisine Genel Başkan adayı olduğu kurultayda kravatı attı ama sırtına geçirdiği gömleğin fiyatının o günkü bir aylık asgari ücretten pahalı olduğunu unuttu. Cumhuriyet devrimlerine en ağır saldırıların başladığı 12 Eylül faşist darbesinin ürünü Turgut Özal plaj şortu ve şıpıdık terlik ile askeri birlik denetlemeye kalktığında, tören kıtasına komuta eden subayın, birliğine “geriye dön, marş!” komutu vermeyip selam durması, bu yoldaki adımları hızlandırdı ve bugünlere geldik.

TÜRBAN BİR ÖZGÜRLÜK DEĞİL ESARET (TUTSAKLIK) SİMGESİDİR

Gelelim konunun çıkış noktası olan türban sorununa. Kutsal kitap yorumcuları bu konuda net bir ayet gösteremeseler bile, türban savunucuları kadınların saçının başkaları tarafından görülmesinin dince yasak, günah olduğunu söylüyorlar. Buradan hareketle de türban takma “özgürlüğünü” yıllarca ısrarla savundular ve oldukça önemli yol aldılar. İnsan aklı ile alay ederek, dinsel bir yasağa uyma “özgürlüğü” mücadelesi verirken, kadınların diledikleri gibi giyinme özgürlüğünü neredeyse ellerinden aldılar. Hiç kimse bu özgürlük ve yasak çelişmesi (paradoksu) üzerinde yeterince durmadı.
(AS: İlahiyatçı Prof. Dr. Zekeriya Beyaz; “Başörtüsü Fetvaları tümüyle düzmecedir!“)

Her şeye karşın kadınlarımız  çalışma yaşamında ve özellikle kamusal alanda büyük ilerleme ve kazanımlar elde ettiler. Tarihin tekerleğinin ilerlemesinde geçici duraksamalar olsa da, kadınlarımız yaşamın her alanında yeniden yer alacaklar ve gelecek kuşakların yetiştiricileri olarak kendilerinin önünü açan Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkacaklardır.