Etiket arşivi: kadın erkek eşitliği

ALEVİLİĞİ ZEHİRLEMEYİN…

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde kurulan Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, 18-25 yaş aralığındaki Alevi gençleri için Gençlik Kampı düzenlemeye karar vermiş. Ancak bu kamplarda kadın-erkek ayrımcılığına giderek, haremlik ve selamlıklı bir düzenleme yapma yolunu seçmiştir.

Aynı Başkanlık, Alevi toplumunun paydaş kurumları olan Alevi- Bektaşi vakıf ve derneklerinden de Bu ayrımcı düzenlemenin gereklerine uygun olan gençleri seçip listesini ilgili Başkanlığa göndermelerini istemiştir.

Bu genelgenin uygulanması, hem Aleviler ve hem de Alevi inancı açısından kabul edilemez niteliktedir. Şöyle ki :

1- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ya da kısa adıyla AİHM; T.C. Anayasası’nın 2., 10., 24. ve 90. maddelerine dayanarak;

a- Alevi inancının varlığını kabul etmiş ve kesin karara bağlamıştır.
b- Alevi çocuklarına zorunlu din dersinin verilemeyeceğini hukuksal olarak onamıştır.
c- Cemevlerinin Alevi toplumunun ibadethanesi (tapınağı, tapınç yeri) olduğunu, Devletin Alevilere ibadethane belirleyemeyeceğini karar altına almıştır.
d- Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasal temel ilkesi olduğu halde, Alevilerin hukuksal olarak hak yitimine uğradıklarını saptamıştır.
Bu hak yitiklerinin ortadan kaldırılması için; Sünnilere verilen her türlü, eğitim, finansman (akçalı destek), personel ve yer (mekân) desteklerinin aynen Alevilere de verilmesi gerektiğini karar altına almıştır. Çünkü laiklik ilkesi gereği, böylesi bir düzenleme anayasal zorunluluktur.

2- Anayasamızın, başta laiklik ilkesi olmak üzere, emredici (buyurucu) ve bağlayıcı hükümleri ve AİHM kararları kapı gibi ortada iken; Aleviliğin inanç yanı görmezden gelinerek, Aleviliği salt bir kültürel değer ve folklör ögesi olarak tanımlayıp Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde konumlandırmak, Alevi inancının uhrevi (tinsel) ve ilahi (Tanrısal) yönünü görmezden gelmektir. Asla kabul edilemez.

Peki, Alevilik bir kültürden mi ibarettır?
Değilse, bu kültür Aleviliğe nereden ve nasıl gelmiştir?

Aleviliğin inançsal tutumları ve tapınma (ibadet) biçimlerinden doğan bir Alevi kültürünün varlığı doğrudur. Ancak din sosyolojisi açısından kültür bir neden değil sonuçtur. Nasıl ki Yahudi inancı olmadan Yahudi kültürü, Hıristiyan inancı olmadan Hıristiyan kültürü ve İslam inancı olmadan İslam kültürü oluşamazsa; Alevi inancı olmadan da Alevi kültürü oluşamaz. Öyleyse, bilimsel olarak, Alevi kültürünün Alevi inancından doğduğunu kabullenmek gerekir.

3- Alevilik inancında tüm insanlar koşulsuz olarak “EŞİT CAN” sayılır. Kadın-erkek, zenci-beyaz, zengin (varsıl) – yoksul, fıtrat, inanç ve can olarak herkes eşittir.

  • Alevi toplumu kin, nefret, cebir, şiddet, kibir ve eşitliği bozan her türlü ayrımcılıktan
    uzak durur.

Ne diyor Ulu Ozanımız Yunus Emre,

  • Adımız miskindir bizim, düşmanımız kindir bizim..

Tarihsel ve ilahi söylemlerine göre, Aleviler 72 millete hep aynı gözle bakarlar. Laikliği, yani toplumsal inanç demokrasisini, başka bir söylemle din ve vicdan özgürlüğünü savunurlar. Alevi inancının özünde hak, adalet, barış, dostluk, kardeşlik, eşitlik ve sevgi vardır. Adalet, eşitlik, sevgi, ayrıştırma ve kardeşliğe aykırı her türlü düzenleme Aleviliğe de ters düşer.

4- Her türlü dinsel, sosyal, hukuksal, ekonomik, sanatsal, kültürel … ve eğitsel yaşamdaki cinsiyet ayrımcılığı Aleviliği bozar, yozlaştırır ve zehirler. Bu nedenle kadın – erkek, kaç – göç, haremlik – selamlık vb. ayrıştırmalar Aleviliğe sığmaz.

5- Hünkâr Hacıbektaş Veli‘ye, “Kadıncık Ana senin eşin mi?” diye sorduklarında “hayır
O benim EŞİTİMDİR” demiş ve eşini kendisine eşit tutmuştur. Yine Hacıbektaş Veli’ye atfen (gönderme ile) şöyle bir eşit cinsiyet, daha doğrusu cinsiyetsizlik öğretisi vardır :

ERKEK, DİŞİ SORULMAZ ERENLERİN YOLUNDA,
ALLAH’IN YARATTIĞI HER ŞEY YERLİ YERİNDE.
YANLIŞLIK VE NOKSANLIK SENİN GÖRÜŞLERİNDE…

Son söz                        :
Kadın – erkek ayrımcılığı : Yetişkin Alevi gençleri için düzenlenen haremlik – selamlık kurallarına dayalı, eğitim ve gençlik kampları;

Anayasanın laiklik ilkesine aykırıdır.
– Karma eğitim ve öğretimi zorunlu yapan Milli Eğitim Temel Kanunu’na aykırıdır.
– Medeni Kanun’a aykırıdır
– Çağdaş yaşamın gerçeklerine aykırıdır.

Konumuz açısından da, her konuda kadın – erkek eşitliği üzerine kurulan tarihsel ve geleneksel Alevi inanç ve öğretisine aykırıdır.
Alevi inancındaki eşitlik ilkesini bozmak Alevi inancını tam özünden, en can alıcı yerinden zehirleyip yozlaştırmak ve bozmaktır. Sonu asimilasyondur.

  • Aleviği zehirlemeyin!

ADD’den Basına ve Kamuoyuna YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ Çağrısı

BASINA ve KAMUOYUNA

NEREDEN NEREYE?

Akıl ve bilimden ayrılmayan namus ve liyakat esaslı yönetim anlayışı ile onca yoksulluk, yoksunluk, borç ve yıkıma karşın kısa sürede uçak üreten bir sanayi ülkesi ve kendini doyuran 7 ülkeden biri olan Türkiye’yi yaratan, iki Dünya Savaşı arası dönemin ve 1929 Büyük Buhranı’nın bütün kısıt ve zorluklarını aşarak gemiyi limana ulaştıran Cumhuriyet Halk Partisi; kurucusu Atatürk’ü çok erken yitirmesi talihsizliğine eklenen 2. Paylaşım Savaşı’nın yarattığı küresel yıkımın olumsuz etkisi altında girdiği 14 Mayıs 1950 seçimlerini, emperyal güçlerin İslam coğrafyasındaki tek Laik Cumhuriyeti güdümlerinde bir din devletine dönüştürme hedefleri doğrultusundaki (günümüzde BOP’la süren) çabalarının da katkısıyla yitirmiş, iktidarı Demokrat Parti’ye devretmiştir.

Ülkemiz 73 yıldır -kısa süreli birkaç koalisyon hükümeti dışında- genellikle Cumhuriyetimizin “laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak tanımlanmış temel nitelikleri ve Aydınlanma Devrimleri ile sorunlu sağ partiler tarafından yönetilmektedir.

Son olarak 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist darbelerinin solsuz ve soluksuz bıraktığı ortamın ürünü olarak 2002 Kasım’ında iktidara gelen Siyasal İslamcı AKP; Cumhuriyet kazanımlarını geriletmiş, Laik Cumhuriyet düşmanı F. Gülen cemaatinin kamuda kadrolaşmasına olanak sağlamış, “mezardaki ölülere bile oy kullandırın” denilen 12 Eylül 2010 referandumunda yargıyı da aynı cemaate teslim etmiş, yargı ve emniyetteki cemaat kadrolarının kumpasları ile “Türk Ordusu’nun kafeslenmesine” ve 21. yüzyılda demokrasimizin darbe kalkışması ihanetine uğramasına neden olmuş, bastırılan bu hain girişimin ardından diğer tarikat ve cemaatlerle işbirliğini sürdürmüş, şaibeli 2017 referandumu ile rejimi değiştirerek fiilen uyguladığı ‘’Tek Adam’’ yönetimine hukuki meşruiyet kazandırmış, dış borç, yolsuzluk ve yoksullukta rekor kırmış, laiklik ilkesini ağır tahribata uğratmış, kuvvetler ayrılığını yok ederek demokratik hukuk devletini tarumar etmiş, selden yangına, salgından depreme yaşamsal önemdeki tüm sorunları yönetmede başarısız olmuş, ekonomiyi krizden krize sürüklemiş, ama yine de son seçimleri kazanabilmiştir.

NEDEN ?

Çünkü bu süreçte CHP; kuruluş felsefesinden, antiemperyalist özünden uzaklaşmış, Kemalist ideolojisinden utanır olmuş, kendi olmaktan vazgeçmiş, “Son 10 yılda en çok değişen parti biziz”, “30’ların CHP’si değiliz”, “Biz neyi terk ettiysek saray artık tam odur” ve benzeri söylemlerle başkalaşmış, hiçbir dahli olmayan kimi uygulamalar için yapılan -herhangi bir olumlu yanıt da alınamayan- “helalleşme” çağrıları ile zımnen mahkum edilmiştir. Bunlara ek olarak; solculuğu etnikçilik, demokratlığı mezhepçilik sanma cehaletine tutsak edildiği, Kemalizm’e “ırkçılık”, ulusalcılığa “faşistlik”, Atatürk’e “katliamcı” diyen gafillerle anılır olduğu için tabanında ciddi kırılmaya neden olmuştur. O kadar ki; tarihin ilk antiemperyalist ulusal bağımsızlık savaşı meydanlarında doğmuş, kurulduktan 50 gün sonra devlet kurmuş “Atatürk’ün Partisi”; “Benim ömrüm CHP zihniyetiyle mücadeleyle geçti”, “Zamanı geldiğinde Anayasanın ilk 4 maddesini değiştirebiliriz”, “Anayasadan Türklük çıkarılmalıdır”, “Türkiye’nin bugün Said Nursî modeline ihtiyacı olduğunu düşünüyorum”, “İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti 10 misli artırdı” diyen Laik Cumhuriyet karşıtları ile aynı potaya sokulmuş, içine bu sapkın görüşleri savunanlar doldurulmuş, hatta kimliği ile özdeşleşmiş Anayasanın ilk 4 maddesini değiştirmeyeceğine dair protokol imzalamak zorunda bile bırakılmıştır.

Böylelikle CHP, iktidar seçeneği olmaktan çıkmış, diğer partilere benzemiştir.

Bu ortamda, “Millet İttifakı” adı ve “Dostlarımızla İktidar Olacağız” söylemiyle CHP liderliğince bir araya getirilen, ama CHP’nin hiçbir ilke ve değerini benimsemeyen, devamlılığı ancak CHP yönetiminin verdiği ödünlerle sağlanabilen “6’lı Masa”; bütün koşullar mevcut iktidarın aleyhinde iken bileşimindeki uyumsuzluk ve seçimlerin Anayasaya aykırı ve adaletsiz koşullarda (ki tüm uyarı ve çağrılara karşın “mağduriyet yaratmama” gerekçesiyle bunların hiçbirine itiraz edilmemiştir) yapılması yanında, süreçteki vahim hataları, son birkaç aydaki akıl almaz savrulmaları ve çok yanlış tercihleri sonucu hezimete uğramış, coşku ile sandıklara koşan geniş halk kitlelerini hayal kırıklığına uğratmıştır.

Bu arada masayı oluşturan partilerden 4’ü umduklarından fazlasını alıp mutlu olurken seçmeni ve tabanıyla hüsrana uğrayan tek parti CHP olmuştur.

Bu ağır yenilginin ardından doğal olarak güçlü ve haklı bir ‘’Değişim’’ talebi dile getirilmeye başlanmıştır.

NASIL BİR DEĞİŞİM?

Adını aldığı Atatürk’e, kurucularına, onbinlerce üyesine ve aziz milletimize duyduğu sorumlulukla “6’lı Masa”nın 28 Şubat 2022’de yayınlanan ilk “Mutabakat Metni”ne ilişkin eleştirilerini duyurduğu 02 Mart 2022 tarihli basın açıklaması ve gazete ilanlarından itibaren (başlayarak) seçime kadar geçen süreçte yüz yüze görüşmeler, basın açıklamaları ve gazete ilanları ile uyarılarını defalarca (kezlerce) yinelemiş bir demokratik kitle örgütü olarak bu soruyu da -bu kez duyulması dileğiyle- yine dostça bir uyarı ile yanıtlamak isteriz.

Öncelikle değişimden kastedilenin; sadece kişilerin, kurulların değil, onlarla birlikte politikaların da değişmesi, CHP’yi CHP yapan değerlere yabancılaşmanın son bulması, parti programına uyulması, süregelen yenilgilerin nedeni olan yönelişlerden, savrulmalardan kurtulunması olduğu görülmelidir.

Beklenen;

– Yıllardır uygulanan neoliberal politikalarla üretimden kopmuş, fabrikalarını, ulusal varlıklarının önemli bölümünü özelleştirmelerle yitirmiş, milyonlarca geçici sığınmacı ile demografik yapısı bozulmuş, etnik ve dini ayrımcılıkla kutuplaştırılmış insanlarımızın özlemlerine yanıt verecek

– Lider merkezli değil politikaların tabandan tavana oluşturulup örgütlerce halkla buluşturulduğu, parti içi demokrasiyi kurumsallaştıran, emeğin en yüce değer olduğu bilinciyle dünyaya bakan

– Emperyalizmi yenilgiye uğratan ilk ulusun çocukları olmanın özgüvenini taşıyan, gerektiğinde özeleştiriden kaçınmayan, yanlış gördüğünde eleştirmekten korkmayan

– “Yurttaş Hakkı” bilinciyle hukuk devletini kıskançlıkla koruyan, emperyalizmin mikromilliyetçilik ve mezhepçilik oyunlarına gelmeyen, etnik köken ayrılıkçılığını bütünleştirici ulus (millet) kavramı ile çözen, mezhep ayrımcılığını laiklik özgürlüğünde sorun olmaktan çıkaran, üniter ulus devlet yapısından ödün vermeyen bir Demokratik Toplumcu Değişim’dir.

NE YAPILMALI?

Ülkemizin acil gereksinimi; yeniden, laik, bilimsel eğitimdir.

Yeniden, 1921 değil, 1961 anayasasını esas alan demokratik hukuk devletidir.
Yeniden, kuvvetler ayrılığıdır.
Yeniden, üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğüdür.
Yeniden, kadın-erkek eşitliğidir.
Yeniden, ulusal birlik ve iç barıştır.
Yeniden, sınır güvenliğidir.
Yeniden, toplumcu kamucu sağlık sistemidir.
Yeniden, bölge merkezli karşılıklılık esaslı onurlu dış politikadır.
Yeniden, özgür basın, özgür bilim, özgür sanattır.
Yeniden, kendini doyuran, yüksek teknolojili ürün üreten karma ekonomidir.
Yeniden, güçlü demokratik kitle örgütleri, güçlü sendikalar, örgütlü toplumdur.
Yeniden, gençlerimize fırsat eşitliği, iş güvencesidir.
Yeniden, kendi gücü ile kalkınacağına inanan millettir.
Yeniden, tarikat cemaat kuşatmasından kurtulmuş devlettir.
Yeniden, yarınlarına güvenle bakan Türkiye’dir

Kısacası, YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ’dir.

Öyleyse CHP bir an önce; başarısı kanıtlı, günümüzde de geçerli olduğu yaşananlarla doğrulanmış, dünyaca örnek alındığı da pek çok yabancı devlet ve bilim insanı açıklamalarıyla ortada olan ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ yoluna girmelidir. (Bu bağlamda, 23 Nisan 2022 ve 23 Nisan 2023 tarihlerinde iki kez yayınladığımız, demokratik kitle örgütleri ve siyasi partilerle paylaştığımız, diğer uyarılarımız gibi gazete ilanları ile de duyurduğumuz Yeniden Atatürk Cumhuriyeti Manifestomuz’un dikkate alınması talebimizi yineliyoruz.)

Yeni TBMM yapısına bakıldığında; önümüzdeki dönemde Laik Cumhuriyetimizi ve Cumhuriyet kazanımlarımızı korumakta hepimize çok daha zorlu görevler düşeceği ortadadır. En önemli dayanağımız Atamız’dan miras ideolojimiz (Kemalizm), en değerli gücümüz Laik Cumhuriyet’in yetiştirdiği, Ulusumuz’un büyük çoğunluğunu oluşturan nitelikli insan kaynağımızdır. Bu dayanak ve güçle DEMOKRATİK TOPLUMCU DEĞİŞİMİ gerçekleştirmek umuda giden ilk adım olacaktır.

Saygılarımızla… 20.06.2023 (Cumhuriyet, arka tam sayfa, 21.6.23)

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ

Her ölüm acıdır ancak…

Üstün Dökmen
Üstün DÖKMEN
06 Kasım 2022, Cumhuriyet

Dört gün sonra 10 Kasım. Yukarıdaki başlığı nasıl tamamlamak istersiniz? “Her ölüm acıdır ancak bazıları daha acıdır” şeklinde mi, yoksa “Her ölüm acıdır ancak bazı ölümler gerçek bir ölüm değildir” şeklinde mi?

Bence her ikisi de geçerli. Bütün ölümler acıdır, kaybedilen bütün yakınlar için yas tutulasıdır, bütün değerli insanların, iz bırakanların, insanlara hizmet etmişlerin ölümleri acıdır ancak tarihimiz açısından Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü kayıplarımızın en acısıdır ve aynı zamanda bazı ölümler, bu arada onun ölümü de gerçek anlamda bir yok oluş değildir.

EMSALİ OLMAYAN BİR KAYIP

Olaya amatör tarihçi gözüyle baktığımda, bir anlamda öznel (sübjektif) bir değerlendirme yaptığımda, tarihimizde çağdaşlarını ve daha sonra yaşayacakları derinden etkilemiş pek çok ölüm vardır. Kanımca Oğuz Kağan’ın ölümü acıydı, İlteriş Kağan’ın, Kapağan/Kapgan Kağan’ın, Bumin, İstemi, Bilge kağanların, Attila’nın (Atlı Han’ın), milyonluk Haçlı ordularına az sayıdaki askerleriyle karşı çıkan, bir direk gibi Anadolu çadırını ayakta tutan Selçuklu hükümdarlarının, Selahaddin Eyyubi’nin, Sultan Alparslan’ın, Mevlana’nın, Fatih’in, Mimar Sinan’ın, Süyümbike’nin, daha nicelerinin ve Atatürk’ün ölümleri acıydı. Ancak sanırım içlerinde en acısı Atatürk’ün ölümüydü. Onun ölümü üzerinden henüz kısa süre geçti, bu yüzden üzerimizdeki etkisi nedeniyle yeterince nesnel (objektif) değerlendirme yapamıyor olabiliriz. Onun ölümüne ilişkin yargımızın ne ölçüde doğru olduğunu torunlarımız söyleyecekler ve torunlarına ileteceklerdir.

Atatürk’ün kaybının emsali olmayan bir kayıp olduğu görüşü sadece bizlere ait değil, bu konuda bir anekdot da var. 10 Kasım 1938’de öğle saatlerine doğru Atatürk’ün öldüğünü ülkedeki herkes duymuştu. O sırada öğrenci olan annemden ve daha pek çok kişiden dinlediğime göre İstanbul Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olan bir Alman profesör koşup ağlamakta olan dekana gider ve “Atatürk ölmüş, derse gireyim mi, girmeyeyim mi” diye sorar. Dekan ona, “Bu konuda bir kural yok, nasıl isterseniz öyle yapın, sizin ülkenizde böyle birisi öldüğünde ne yapılıyorsa öyle yapın” diye cevap verir. Alman Hoca ise “Benim ülkemde bugüne kadar böyle birisi hiç ölmedi” der.

Dedem, babam doğmadan önce şehit olmuş. Babam, Atatürk’ün naaşının Dolmabahçe’den alınıp Yavuz Zırhlısı’na bindirildiği film televizyonda ne zaman gösterilse ağlardı. Babam, bir de Ayşecik filmlerinde Ayşecik, haksız yere hapse düşen babasının yanağını tel örgüler arkasından öpünce ağlardı ve her defasında çocuksu bir safiyetle, “Yahu böyle şeyleri niçin gösteriyorlar?” diye kızardı. Galiba Atatürk, bütün milletin olduğu gibi babasız büyümüş babamın da atasıydı. Anzaklı (AS: Anzak olacak) anneler, Gelibolu’da ölen oğullarının anısını kucaklayan Atatürk’e yazdıkları cevabi mektupta, “Artık siz bizim de atamızsınız” demişlerdi. Galiba Atatürk’ün ölümü, dünyadaki bütün güzel yürekli insanların bir kaybıydı ve galiba babamın hiç tanımadığı Anzaklı (AS: Anzak bir yer adı değil, bir kabile, Anzak olmalı) kız kardeşleri vardı.

KAYIP SAYILMAYAN BİR KAYIP

Atatürk artık fiziksel olarak yaşamıyor ancak ülkemiz insanı üzerindeki etkisi hâlâ sürüyor. “Bir insanın gerçek ölümü hiç kimse tarafından anılmadığında gerçekleşir” diye bir görüş vardır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan liderlerden hangisi milletinin zihninde ve dilinde onun kadar yaşıyor şimdi? Galiba o liderlerin hemen hepsi sonsuzluğa erişti fakat bir tek o, milletine verdiği sonsuz güzelliklerden ötürü hâlâ, beğeniyle, sevgiyle, teşekkürle anılıyor bugün.

Çünkü O milletine ;

– bağımsız olmayı,
– onurlu yaşamayı,
– kendini değerli hissetmeyi,
– Cumhuriyetle yaşamayı,
– pozitif bilimle yaşamayı,
– kadın-erkek eşitliği dahil eşitlik içinde,
– tebaa olmadan yaşamayı hediye etti.

O, sadece küçük Ülkü’nün elinden tutup yürümedi, yaşamakta olan ve yaşayacak tüm küçük kızların elinden, Türk kadının elinden tuttu. Kadınlarımız ve onların çocukları bu eli bırakmayacaklardır.

Her 10 Kasım’da aklıma gelen bir olay var. Atatürk, ölümünden önceki son Cumhuriyet Bayramı’nda Dolmabahçe’de hasta yatağındaydı, törenlere katılamamıştı. Törene katılan Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri gemiyle okullarına dönüyorlardı, sarayın önünde gemiyi durdurdular, “Atamızı görmek istiyoruz!” diye bağırmaya başladılar. Pencereye çıkan bir hekim eliyle, bağırmayın, yolunuza devam edin işareti yaptı. Gençler susmadılar, Atatürk onları işitti, ne olduğunu sordu. Söylediler. “Beni pencereye götürün” dedi. Artık yürüyemiyordu, kucaklayıp pencere önündeki koltuğa oturttular, eliyle genç askerlerini selamladı. Onu görünce gençler adeta çıldırdılar, o an bazı öğrencilerin postallarını çıkarıp üniformalarıyla suya atladıkları, ona doğru yüzdükleri görüldü. O, yaşarken de öldükten sonra da bir çekim merkeziydi. (Bu olayı yaşayanlardan hayatta olanlar varsa onları bulmak, yoksa bile o günü onlardan dinlemiş çocuklarına, torunlarına ulaşmak çok ilginç olsa gerek.)

ENVER PAŞA’YA ELEŞTİRİ VE ATATÜRK

Enver Paşa’nın ölümünü izleyen aylardan birinde Çankaya’daki akşam sofrasında bir kişi onun ülkeye verdiği zararları saymaya başladı. Enver Paşa’nın hatası gerçekten çoktu. Şimdiki değerlendirmemize göre Enver Paşa yaptığı onca hatanın yanı sıra bir de Mustafa Kemal Paşa’ya büyük ihtimalle bezdiri (mobbing) uygulamıştı ancak buna rağmen Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa aleyhine konuşulmasını istemedi ve “Enver bir güneş gibi tuluğ etmiş (doğmuş), bir güneş gibi de gurup etmiştir (batmıştır). İkisinin arasını tarihe bırakalım.” dedi. Çünkü Enver Paşa, Balkanlar’da “Hürriyet Kahramanı” olarak ortaya çıkmış, Türkmenistan’ın hürriyeti için savaşırken de Bolşevikler tarafından şehit edilmişti. O günün dünyasında çok sevilirdi; pek çok çocuğa, bu arada Enver Sedat’a onun adı verilmişti.

Atatürk’ün Enver Paşa’ya ilişkin yukarıdaki sözü onun yüce gönüllüğünün bir ifadesiydi. Enver Paşa bir güneş gibi doğmuş, bir güneş gibi batmıştı, ikisinin arası tarihe bırakılmalıydı. Bence benzer şekilde Mustafa Kemal Atatürk de bir güneş gibi ancak defalarca doğmuştur, Anafartalar’da doğmuştur, Samsun’da doğmuştur, Sakarya’da, Dumlupınar’da doğmuştur ve ülkesine Cumhuriyeti, özgürlüğü, eşitliği, çağdaşlığı getirdikten sonra bir güneş gibi batmıştır. Enver Paşa olayından farklı olarak bugün bizler Atatürk’ün doğuşuyla batışı arasında yaptıklarını sadece tarihçilere bırakmayacağız, tarihçi olmayan bizler de telaffuz edeceğiz ve yazacağız.

Bakana yakışıyor mu?

‘Eğitim bakanının, başta öğrenciler olmak üzere tüm toplumun sağlıklı bilgiler edinebilmesi için, gerçekleri saptıracak söylem ve eylemlerden kaçınması gerekiyor.’

İktidar kaynaklı gerçek dışı söylemler son yıllarda giderek artıyor. AKP grubu başkanvekilinin Türkçe ve alfabe konusunda söyledikleri canlılığını sürdürürken, siyasetçilerin gerçeklerle bağdaşmayan açıklamaları/ söylemleri devam ediyor. Keyfi olarak İstanbul Sözleşmesi’nden çıkınca kadına karşı olumsuz davranışlar artmışsa da, içişleri bakanı çıkıyor “Kadın cinayetleri azaldı” diyebiliyor! Ulaşım araçlarında, parklarda giysileri nedeniyle kadınlara saldıranlar artıyor. Kayyım rektöre karşı çıkanlar, laik düzeni ve LGBT haklarını savunanlar yaka-paça tutuklanıp yargılanıyor. “Kadın erkek eşitliği tamamen yalan. Namazını kıldırt hanımına, başını örttür. Sokaklar kasap dükkânı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor” diyen imamın sözleri ise yargıya göre  “düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı için” suç oluşturmuyor! Adalet bakanı ise “Hiç kimse ‘Birinin eteğine, içkisine karıştılar’ diyemez” diyebiliyor! Gençlik ve Spor bakanı da, “21 sene önce, … Tesis yoktu, imkan yoktu, sporcu yetiştirecek antrenör bulunmuyordu. Bırakın sahaları, kortları, pistleri, salonları, statları pek çok vilayetimizde bir futbol topu dahi çok değerliydi” diyor!

Gerçek dışı söylemlerin etkisi, söyleyenin bulunduğu makama göre farklı oluyor. Leblebi çekirdek gibi gerçek dışı söylemlere alışılsa da, örneğin benzer bir söylemin bir bakandan gelmesi çok daha şaşırtıcı ve tuhaf oluyor; hele bu bakan profesör unvanını taşıyorsa! Hele hele bu tür söylemde bulunan kişi, ‘milli’ sıfatını taşıyan eğitim bakanı ise!  

Eğitim bakan da, kendini tutamayıp “eğitimde ‘tüm antidemokratik uygulamaların son 20 yıl içinde ortadan kaldırıldığını’” söylüyor! Bu bakana “20 yıldır nerelerdeydin?” diye sormak gerekiyor. Bu bakanın Kasım 2010’da Bülent Ecevit Üniversitesi rektörlüğüne getirildikten sonra AKP ile içli dışlı olduğu, 2017’de ÖSYM başkanlığına, Temmuz 2018’de milli eğitim bakan yardımcılığına ve 6 Ağustos 2021’de de eğitim bakanlığına getirildiği akla gelince, bu sorunun anlamı kalmıyor.

Bakanın açıklamasından 20 yıl içinde ortadan kalkan antidemokratik uygulamaların, türban kullanımının serbest bırakılmasıyla, yükseköğretime geçişte bir süre uygulanmış olan ek katsayı uygulamasının sonlandırılmasıyla ve imam hatip ortaokullarının açılmasıyla ilişkili olduğu görülüyor.

Bakanın açıklamasına göre, inancı gereği türban kullanmak isteyene bu hakkın verilmiş olması demokratik bir uygulama oluyor. Bu açıklamadan bakanın, inancı gereği dört kadınla evlenmek/ kızına bir birim ve oğluna iki birim miras bırakmak/ 15 yaşında bir kızla evlenmek/ köle-cariye almak/ burka giymek/ … istenmesini de demokratik bulduğu anlamı çıkıyor. İlk fırsatta bu konularda da demokratikleşme olup olmayacağı şu aşamada bilinmiyor. Şimdilik AKP’nin anayasa değişikliği kapsamında, inancı gereği burka kullanmak isteyene bu hakkın verilmeyeceği biliniyor. İnanca dayalı isteklerin demokratikliği konusunda kafalar karışık olduğundan, AKP yukarıda değinilen konularda bir açılım getirecek olsa, ana muhalefetten de destek alacağı sanılıyor.

Bakan, katsayı uygulaması konusunda da, “öğrenciler meslek liselerinden uzaklaştırıldı” diyerek, gerçek durumu 180 derece çarpıtmış oluyor. Çünkü 1999 yılı öncesinde üniversiteye giriş sınavlarında, meslek yüksekokulları ile ilahiyat fakültelerini kazananların önemli bir bölümünü, sınavlarda çok daha başarılı olan genel lise mezunları oluşturuyordu. Katsayı uygulamasıyla, daha çok meslek lisesi mezunlarının meslek yüksekokullarını ve imam hatip lisesi mezunlarının da ilahiyat fakültelerini kazanması sağlanmıştı. Katsayı uygulamasıyla pek çok meslek lisesi mezunu eğitim fakültelerinin bilgisayar ve okulöncesi gibi bölümlerinde okuma olanağı bulmuştu.

Eğitim bakanının, imam hatip ortaokullarının açılmasını demokratikleşme olarak sunması da gerçeklerle bağdaşmıyor. Çünkü dünyanın hiçbir gelişmiş demokratik ülkesinde, din adamı yetiştiren ortaokul bulunmuyor. AKP’nin ilk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dediği gibi laik devletlerin inançlar karşısında yansız olması gerekiyor.

Çocukların küçücük yaşta dini öğretime gönderilmesinin çocuk haklarına
karşı olduğu gibi, çocuğun olası gelişimini kısıtladığı da biliniyor.

Herhangi bir inancın topluma dayatılmaması ve her inanç sahibine karşı eşit davranılması gerekiyor. Bu nedenle yerel mahkemelerle

  • AİHM, din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersi zorunlu olamaz diyor.

Yine de eğitim bakanı, çocukların ‘imam hatip’ hayranı olmadığı halde aile zoruyla imam hatip ortaokullarına gitmesini demokratikleşme olarak sunabiliyor.

Eğitim bakanı, dini konuların öğrenilmesi olayını da çarpıtıyor. Dinini öğrenmenin ancak imam hatibe gitmekle mümkün olacağını düşünüyor. İmam hatipte okumamış olanların dinlerini bilmediklerini sanıyor. İnsanların büyük çoğunluğunun, yüzlerce yıldır olduğu gibi bugün de dinlerini aile içinde ve günlük yaşamlarında öğrendiklerini yadsıyor.

AKP’nin eğitim uygulamalarında şu gerçekler göze çarpıyor:

  • Zorunlu eğitim denen dönemde öğrenciler, dini, mesleki ya da genel eğitim görmek; devlet, tarikat eğitimi ya da laik eğitim veren özel okullarda okumak durumunda kalıp farklı düzeylerde gelişim gösteriyor. Zorunlu eğitim içine alınan açıköğretimde de, öğrencilere, bile bile diğer okul öğrencilerine göre sınırlı düzeyde eğitim veriliyor.

  • Küçük yaşta çocukların türbana sokulmasıyla, kuran kursuna, hafızlık kursuna ya da tarikat okullarına/yurtlarına gönderilmesiyle gelecek yaşamları sınırlandırılıyor.

  • Bakanlık hiçbir çağdaş kurumla işbirliği yapmazken, (Danıştay karşı çıktığı halde)
    din toplumu yaratma hedefi olan gerici kuruluşlarla işbirliği yapıyor.

  • Anadili Osmanlıca olan bir Allah’ın kulu olmasa da, Osmanlıca seçmeli ders yapılıyor. 

  • 2017 müfredatı ile öğrencilerin gerçekleri öğrenmesi kısıtlanıyor.
    Öğrencilerin bağımsızlık ve laik Cumhuriyet anlayışını benimsemeleri yerine
    Osmanlı ve padişah hayranı olmalarına çalışılıyor.

  • Bakanlığa bağlı kurumlarda, sık sık Cumhuriyet karşıtı, laiklik karşıtı söylem ve eylemler oluyor. Bu tür eylemlerde bulunanlar cezalandırılacaklarına terfi ettiriliyor.

  • Bakanlığın kendisi, ‘nitelikli lise’ ayrımı yapıyor.

  • Liseye geçiş sisteminde (LGS), DKAB ve yabancı dilden soru sorularak, dinini yeterince bilmeyenlerle devletin niteliksiz dediği okullarda yabancı dil öğrenemeyenlerin eğitim hakkı engelleniyor.

  • Öğrenciler, LGS uygulaması ile istemeye istemeye, imam hatiplere,
    açık liseye ya da özel okula gitmek zorunda bırakılıyor.   

  • Yoksul ve dar gelirlilerin okuduğu okullarda veliden katkı payı, boya parası, cam parası, … isteyen bakanlık, ailesinin gelir düzeyi yeterli olduğu için özel okula gidebilen öğrenciye
    para desteği yapıyor.

  • Demokratik haklarını kullanıp bir şeyler isteyen öğrenciler, AKP’nin yaptıklarına karşı çıkıyorsa, cop, gaz ve plastik mermi yiyor, yaka-paça gözaltına alınıyor; yargılanıyor, tutuklanıyor ve gelecekleri karartılıyor. Tutuklanan öğrencilerin sayısı bile bilinmiyor.

  • Binlerce askeri lise öğrencisi, sırf emirlere uydukları için tutuklanmış bulunuyor ve pek çoğunun tutukluluğu 6 yıldır devam ediyor.

  • On binlerce öğretmen ‘Fetöcü’ damgasıyla, yargılanmadan meslekten atılmış bulunuyor ve çoğu görevine dönmeyi bekliyor.

  • Binlerce akademisyen ‘Fetöcü’ damgasıyla ve de yüzlerce akademisyen de ‘Barış Bildirisi’ni imzaladıkları için yargılanmadan meslekten çıkarılıyor. Anayasa Mahkemesi,
    Barış Bildirisini imzalamanın suç olmadığına karar verdiği halde
    ,
    imzacı akademisyenlerin görevlerine dönmesine izin verilmiyor.

  • Öğretmenleri sınıflandıracak ‘Öğretmenlik Meslek Kanunu’, öğretmen örgütlerinin tepkilerine aldırmadan çıkarılıyor.  Öğretmen örgütlerinin tepkileri devam ederken ve öğretmenler itilip kakılırken, bakanlık duymazdan ve görmezden geliyor.

  • Öğrenciler zorla ya da “teknoloji etkinliğine gidiyoruz” denilerek AKP’nin etkinliğine götürülüyor.

Bakan, bazılarında, öğretmenlik meslek kanunu gibi, kendisinin de sorumlu olduğu bu uygulamaları bile bile “eğitimde ‘tüm antidemokratik uygulamaların son 20 yıl içinde ortadan kaldırıldığını’” söyleyebiliyor!

Gerçekleri saptırmak yerine tüm bakanların ve özellikle de eğitim bakanının, başta öğrenciler olmak üzere tüm toplumun sağlıklı bilgiler edinebilmesi için, gerçekleri saptıracak söylem ve eylemlerden kaçınması gerekiyor.

Dil Derneği : “BİZ CUMHURİYETÇİYİZ!”

SESLENİYORUZ : “BİZ CUMHURİYETÇİYİZ!”

Dil Derneği ile Çankaya Belediyesi, 3 Mart 1924‘teki Hilafetin, Şer’iye Evkaf Vekâletinin Kaldırılmasının ve Öğretim Birliği Yasasının Kabulünü onaylayan 3 devrim yasasının 98. yıldönümünü kutlamak için bir açıkoturum düzenledi. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesinde kitle örgütlerinin temsilcisi kadınlar,

  • Biz Cumhuriyetiz” diye seslenecek.

Açış konuşmasını Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen’in yapacağı oturumu Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel yönetecek. Sunuşunu, Ankara Tiyatro Yapımcıları Derneği Başkanı olan Sanatçı Ali Nihat Yavşan’ın yapacağı açıkoturumda Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü; Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı ve Trabzon Barosu Başkanı Av. Sibel Suiçmez ile Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Ayşe Yüksel konuşacak.

Ülkemiz uzun zamandır laik cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün öncüsü olduğu 3 Devrim Yasasıyla birlikte tüm devrimlerin yaralandığı bir sürece saplanmış bulunmaktadır. Özellikle öğretim birliğini önceleyen “Eğitim ve Öğretim Birliği Yasası”ndan çok uzaklaştığımız bir dönemde çocuk ve gençler aklın öncülüğü, bilim ve sanatın ışığıyla beslenmesi gereken çağdaş eğitimden yoksun kalmaktadır.

  • Yüzyıllık Cumhuriyet deneyiminin geçmişe özlemle zedelenmesi,
  • eğitimin dinselleşmesi,
  • bilimsel akıl ve verilerle öncü olması gereken üniversitenin suskunluğu,
  • basının tekdüzeleşmesiyle yargısal olumsuzluklar
  • en çok çocukları, gençleri ve kadınları etkilemektedir.

Kadın-erkek eşitliği gibi temel bir hakkın hukuksal ve bilimsel akıldan uzaklaşarak dinsel bakışla siyasallaştırıldığı, çocuk yaştaki kadınların bile öldürüldüğü, çocuklarla kadınlara cinsel saldırıların sıradan haberlere dönüştürüldüğü bu sıkıntılı süreçte tüm yurttaşlara, bütün siyasetçilere, özellikle de kadınlara önemli görevler düşmektedir.

Hangi inanç ve düşünceden olursak olalım, yurttaşlık bilinciyle akılcı, bilimsel ve sanatsal olanda birleşmek zorundayız.

4 Mart 2022 Cuma günü, saat 18.00’de,
Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezindeki etkinlikte duygu ve düşüncelerimizi paylaşacağız.

Salgın sürdüğü için maske-mesafe kuralına uyulması ve HES sorgulaması zorunludur.

En içten saygılarımızla.

Dil Derneği Yönetim Kurulu

TÜRKLERİN İSLAMİYETİ KABULU, KÜLTÜREL ASİMİLASYONU, ALEVİLER VE ATATÜRK

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Baskın olan görüşe göre, Türklerin anayurdu Orta Asya’dır. Ancak tarihin belli bir aşamasından sonra, kuraklık, nüfus artışı ve Moğol baskısı… gibi nedenlerle Türklerin Orta Doğu’ya, Batıya ve hatta günümüz Avrupa’sına doğru yüzyıllar süren bir göç dalgası içinde oldukları bilinmektedir.

Güneşin doğduğu yer anlamına gelen Horasan Bölgesi ve suyun öte yakası anlamına gelen Maveraünnehir coğrafyası da yine Türkler için uzun süreli bir yerleşim ve yaşam bölgesi olmuştur. Günümüzde Tunceli Yöresi dahil, nerede yaşarlarsa yaşasınlar, Alevi Türkmenler, Anadolu’ya Horasan’dan geldiklerini söylerler.

Peki bu tarihsel yolculuk sürecindeki Türk kavimleri dinsel ve kültürel kimlik yitimine uğradılar mı? Yani asimile oldular mı? Evet; Macar ve Bulgar Türkleri bunun günümüzdeki en somut örnekleridir. Macar ve Bulgar Türklerinin asimilasyonu dil, din, gelenek, töre gibi tüm kültür alanlarını kapsar.

Acaba asimilasyon ne demektir?

Asimilasyon insanların, bireylerin, toplulukların, toplum ya da ulusların (milletlerin) kendi öz kültürel kimliğinden, kültürel tarihinden, kültürel geçmişinden, anadilinden, dininden, gündelik yaşam alışkanlığından kopup başka bir toplumun kültürü içinde eriyip yok olması anlamına gelir.

Asimilasyon, zorla çeşitli azınlıklara dayatılan bir politika olabileceği gibi, baskın kültürün öbür etnik ve azınlık kültürlerini zamanla eritip yok eden yumuşak ve gizli politika süreçleri de olabilir. En hızlı asimilasyon devlet eliyle zorla yapılmaya çalışılan asimilasyondur.

Acaba Türkler, İslamiyetin kabulü ile birlikte, bir kültürel asimilasyon süreci içine girdiler mi, yani ana dillerini ve öbür kültür kodlarını, örneğin kadın – erkek eşitliğine dayanan aile yapısını… yitirdiler mi? Ünlü Orta Doğu uzmanı Bernard Lewis; 

  • Türklerin gelişi, bozkır halklarının Orta Doğu’ya nüfuz etmelerinin ilk aşamalarıydı… Türkler dalga dalga gelmiş ihtida ederek (Islamı kabul edip din değiştirerek) asimile olmuşlardı” (1).

Bernard Lewis’in bu saptaması doğru mu, kanımca evet, büyük oranda doğru. İslam dini kabul edilip Selçuklu Devleti kurulduktan sonra devletin resmi ve edebi dili Farsça, din dili de Arapça olarak kabul edilmişti.

Türk kültürü Acem ve Arap dilleri ile harmanlamaya, Türk aile düzeni de Arap aile düzeni olmaya, Arap kültür kodları, dinsel inancın ötesine geçerek, Türklerin binlerce yıllık aile ve toplum düzenini yeni baştan değişime uğratmaya başladı… Tek eşlilik, kadın – erkek eşitliği ortadan kalktı.

Uzun yıllar sonra, Anadolu Selçuklu Beyi Karamanoğlu Mehmet Bey,

  • “Bundan böyle divanda, dergahta ve bargahta Türkçe’den başka dil konuşulmayacak”

yani resmi dil, din dili ve konuşma dili Türkçe olacak buyruğunu verdikten kısa bir süre sonra öldürüldü..

Bu Arap ve Acem kültürlerinin asimilasyon sürecine direnen en önemli kesimler ise Alevi Türkmenler oldular. Gündelik yaşamlarında Türkçe’den asla vazgeçmediler. En önemli olarak da Arapça dayatılan din dilini Türkçeleştirip ibadetlerini Türkçe yapmayı, kanları ve canları pahasına günümüze dek sürdürmeyi başardılar.

Hiç kuşkusuz, Türk Dili’ne, Türk kimliğine ve Türk kültürüne, hem adıyla ve sanıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran ve hem de Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumunu hayata geçiren M.K.Atatatürk olmuştur.

Atatürk’ün ölümünden, özellikle de 1950’lerden sonra giderek tedavüle (AS: dolaşıma) sokulmaya çalışılan ve günümüzde de hızlanarak süren siyasal İslamcı, sünni mezhebine dayalı kültür politikaları, yeniden, baskı ile  asimilasyon özlemlerini çağrıştırmaktadır.

Dilimize, tarihimize ve öz kültürümüze sırt çevirmek kanımca yanlış ve bozuk bir rotadır. Bu yanlış, akıl ve bilim dışı, rota her anlamda çıkmaz yoldur. Modern ve laik Cumhuriyetin yolu değildir. Mutlaka geri dönülmelidir.

(1)- BERNARD LEWIS, İSLAM, Akılçelen Kitapları, Çeviren Çağdaş Sümer. s.89. Ankara 2020.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 10 Mart 2021

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 10 Mart 2021 

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Haftanın tüm iğneleri:

  1. İnsanın biyolojik yapısı ile toplumsal varlığını ayırt edemeyerek kadın erkek eşitliğinin fıtrata (doğaya) aykırı bulanlara,
  2. Kadını cüzdanındaki paradan, tapusundaki arsadan ayıramayanlara,
  3. “Ya benimsin ya kara toprağın” diyen, gerçek sevgi ve insanlıktan payını alamayanlara,
  4. Atatürk’ün açtığı çağdaş kadın olma yolunu tıkayanlara.

8 Mart Dünya kadınlar günü tüm kadınlarımıza kutlu olsun. Kadınlarımız mutlu olsun.

YARGIÇ

AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan, açılmış bir dava bile yokken, ”Biz inşallah HDP’yi kapatacağız” dedi.

Bağımsız yargıç…

GEÇİCİ

Gaziantep Araban’daki Ardıl Barajı’nın işletmesi, belediye seçimini CHP kazanınca DSİ’ye, belediye başkanı AKP’ye geçince tekrar belediyeye verildi.

Ar damarı çatlamış, yüzler kararmış, gözler körelmiş; ne demeli?…

GELİYOR

RTE/AKP, insan hakları, özgürlükler gelecek diye reklama başladı.

18 yıldır neredeydi?…

ÖZGÜRLÜK

İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıklayan RTE, “Hiç kimse eleştiri ve düşüncelerini açıkladığı için özgürlüğünden mahrum bırakılamaz.” dedi.

İki noktayı unutmayalım:

  1. Uygulamaya daha iki yıl var,
  2. RTE’ye karşı olanlar dışındadır…

MİMARİ

Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Halil İbrahim Şimşek, Mimarlık Fakültesi dekanı oldu.

Müspet ilim yuvalarında ahiret inşası öne geçiyor …

TÜİK

Bir yılını doldurmadan değiştirilen TÜİK başkanının yerine getirilen başkan da 15 günü dolduramadan görevden alındı.

Enflasyonu tutturamıyorlar ama başkanlık enflasyonundan tam not alıyorlar…

BÜYÜME

RTE, %1.8 büyüme oranımız ile şişinmekten patlayacak.
Enflasyon (pahalılık) almış başını gidiyor,
Dış borç rekor üstüne rekor kırıyor,
Paramız pul olmuş eriyor,
Kişi başına düşen milli gelir sürekli geriliyor,
Üretim bitiyor, her şey dışarıdan geliyor,
Vatandaş çöpten yiyecek çıkarıp yaşama savaşı veriyor.
Küçülsek mi  acaba?…

FATİH

2010 yılında başlatılıp 2014’te tamamlanacağı vaat edilen FATİH Projesi 4.8 milyar TL harcandı hala bitirilemedi.
Hiç olmazsa Fatih adı kullanılmasaydı…

SOYKIRIM

İletişim Yayınları, Hans-Lukas Kieser’in “Talat Paşa – İttihatçılığın Beyni ve Soykırımın Mimarı” kitabını yayımladı. Yayınevi kitabın tanıtımında Talat Paşa’yı “Soykırımcı” ilan etti.

İletişim yayınları yönetimi hangi soydan?..

SLOGANİK

Laiklik karşıtı Ayasofya İmamı Boynukalın, “Sürekli ‘kadın cinayetleri‘ vurgusu, kadını erkeğe düşman etmeye çalışan bir sloganik medya propagandasıdır” yazdı.

Adamın salt boynu değil, boynunun üstü de kalın…

İŞBİRLİKÇİ

Milli Eğitim Bakanlığı, bu yıl yine Nakşibendi tarikatının “Hak Yolcular” olarak bilinen kolu İskenderpaşa Cemaati’ne yakın Server Yaşam Vakfı ile işbirliği yaptı.

Vakıf, “9. Ufka Yolculuk Bilgi ve Kültür Yarışması” etkinliği düzenleyecek.

Mars’a mı Kars’a mı?…

Cumhuriyet ve Demokrasi

Cumhuriyet ve demokrasi

Av. Nazan Moroğlu ile ilgili görsel sonucu
Av. Nazan Moroğlu
İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı

Cumhuriyet, 29 Ekim 2019
Mustafa Kemal’in önderliğinde emperyalist güçlere karşı verilen tam bağımsızlık mücadelesinin zaferle sonuçlanmasının ardından, 96 yıl önce 29 Ekim’de ilan edilen Cumhuriyetimiz, ulusal egemenlik temeline dayandırılmıştır.

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında yapılan devrimlerle toplumun her alanda çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırılması ve devletin laik hukuk temelinde yapılandırılması hedeflenmiştir. Günümüzde demokrasinin temel kriteri (AS: ölçütü) olan kadın – erkek eşitliği, Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi olarak kabul edilmiştir.

Cumhuriyet bir kadın devrimidir

Cumhuriyetle başlayan büyük toplumsal dönüşümün temel ekseni “kadın – erkek eşitliği” olmuştur. Henüz “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”; “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi – CEDAW” gibi uluslararası sözleşmelerin dünya gündeminde bile olmadığı bir dönemde, Türkiye’de kadınlara siyasal haklar tanınmıştır. Atatürk’ün önderliğinde doğrudan kadın haklarına yönelik yapılan devrimlerle demokratikleşme yolunda kararlı adımlar atılmaya başlanmıştır.

Eğitimde eşit haklar:

3 Mart 1924’te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile ülkede eğitim ve öğretimde birlik (AS: öğretimde birlik) ilkesi temel alınmıştır. 20 Nisan 1924 tarihli (Teşkilatı Esasiye Kanunu) Anayasamızın 87. maddesinde “İptidai tahsil bütün Türkler için mecburi ve devlet mekteplerinde meccanidir.” (AS: ücretsizdir) denilerek kadın ve erkek herkes için temel eğitimin zorunlu anayasal bir görev olduğu hükmüne yer verilmiştir.

Yurttaş olarak eşit haklar:
1926’da Medeni Kanunun kabulüyle kadınlar, evlenme, boşanma, mal varlığı, miras gibi özel yaşamlarına ilişkin haklarda erkeklerle eşit konuma getirilmişlerdir. Örneğin Medeni Kanun’la “erkeğin birden çok kadınla evlenebilmesi yerine” “tek eşlilik” ve “resmi nikâh”; erkeğin “boş ol” demesiyle boşanma yerine “hâkim kararıyla boşanma”, kız ve erkeklere “eşit miras payı” kabul edilmiştir.

Çalışma yaşamında eşit haklar:
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren (AS: başlayarak) kadınların meslek sahibi olması teşvik edilmiştir. 1930 yılında doğum izni düzenlenmiş, 8 Haziran 1936’da yürürlüğe giren İş Kanunu ile kadınların çalışma ilkeleri benimsenmiştir. 1945 yılında 4772 sayılı yasa ile “analık sigortası ile doğum yardımı” hakları tanınmıştır.

Siyasette eşit haklar
Kadınlar, 3 Nisan 1930’da belediyelere; 1933’te muhtarlık ve ihtiyar heyetine seçilme ve seçme hakkına sahip olmuşlardır. Yalnızca erkeklere tanınan milletvekili seçme hakkı, 1924 Anayasası’ nın 10. ve 11. maddesinde 5 Aralık 1934’te yapılan değişiklikle kadınlara da tanınmıştır. Anayasanın söz konusu 10. ve 11. maddeleri değişikliklerine uygun olarak İntihabı Mebusan Kanunu’nda (Milletvekili Seçimi Kanunu’nda) yine aynı tarihte değişiklik yapılmış ve anayasayla tanınan eşit haklara seçim yasasında da yer verilmiştir. Hem anayasa değişikliği hem seçim yasasındaki değişikliğin 11 Aralık 1934 tarihli Resmi Gazetede birlikte ilan edilmesi, kadın – erkek eşitliğinin yaşama geçirilmesindeki kararlılığın çok değerli bir örneğidir.

Laiklik kadın haklarının güvencesi!

1924 Anayasası 2. maddesinde “Türkiye devletinin dini İslamdır” hükmü 10 Nisan 1928’de anayasa değişiklikliğiyle çıkarılmış ve hukuk devrimine temel oluşturması hedeflenen laiklik ilkesine ilk adım atılmıştır. Bununla, anayasanın 88. maddesinde yer alan “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese ‘Türk’ denir” hükmüne de uyum sağlanmış ve yurttaşlara dine dayalı ayrımcılığı önlemek üzere anayasal temel oluşturulmuştur.

5 Şubat 1937’de, kadın haklarının da güvencesi olan “laiklik” ilkesine Anayasada yer verilmiş, günümüzde ise, her ne kadar yasalarda eşit haklar tanınmış ve kadın – erkek eşitliğine yönelik uluslararası sözleşmeler onaylanarak taahhüt (AS: yüküm) altına girilmişse de; ülkemizde hukukun, laikliğin çok yönlü göz ardı edildiğine tanık oluyoruz. Özellikle kadını birey olarak görmeyen yönetimin uygulamaları karşısında Cumhuriyetimizin aydınlığını yeniden yaşatmak için mücadeleye devam diyoruz.

MÜFREDAT VE FETVALARDA MEDENİ KANUN KARŞITLIĞI

MÜFREDAT ve FETVALARDA
MEDENİ KANUN KARŞITLIĞI

Mustafa SOLAK
Tarihçi – yazar

Medeni Yasa; Ulus egemenliğini, laikliği, kadın-erkek eşitliğine dayalı bir aile birliği içermesi, yargıca takdir yetkisi tanıması, dilinin sadeliği gibi nedenlerle 17 Şubat 1926’da kabul edilir, 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girer.

Medeni Yasanın getirdiği önemli haklar

1) Resmi nikâh zorunlu hale getirildi.
2) Tek eşli evlilik zorunlu hale getirildi.
3) Mirasta kız ve erkek çocukların eşit pay almaları sağlandı.
4) Tek yanlı olarak erkeklerin olan boşanma hakkı eşit koşullarla kadınlara da tanındı.
5) Kadınlara istedikleri işte çalışabilme hakkı tanındı.
6) Patrikhane ve konsoloslukların yargı yetkileri sona erdi.
7) Laik hukuk anlayışı toplumun her kesiminde uygulanır duruma geldi.
8) Türkiye’de hukuk birliği sağlandı.

Müfredat, ders kitapları ve Diyanet’in fetvalarında da eşitlik ve kadın hakları konusunda geriye gidildi. Ders kitaplarında ve fetvalarda Medeni Yasaya ve bu kanunun kadın-erkek eşitliği, milli birliği sağlama amaçlarına aykırı şu anlatımlar yer almaktadır:

  1. Kocaya 4’e dek çok eşli olma hakkı.
  2. Anneleri ile zifafa girilmeyen üvey kızlarla evlenilebilir.
  3. Boşama yetkisi kocaya verilmiştir, koca yetkisini başkasına devredebilir.
  4. Boşama için kocanın mahkemeye gitmesine gerek yok, “boş ol” demesi yeterli.
  5. Boşamadığı halde kasten yanlış beyanda bulunan Maliki ve Hanbeli eşini boşamış sayılıyor.
  6. Zifaf gerçekleşmeden yapılan boşama geçerlidir.
  7. Kadını âdetli iken boşamak geçerli.
  8. Çocuk olmaması boşanma sebebi sayılıyor.
  9. Mirastan kız çocuklara, erkeğin yarısı kadar pay verilir.
  10. Evlatlık ile evlat edinen arasında mirasçılık ilişkisi yoktur
  11. Kadının “açmasına izin verilen avreti; yüzü, bilekleriyle birlikte elleridir”,
  12. Mezheplere göre avret yeri, farklı düzenlendi.
  13. Elbise, karşı cinsin dikkatini çekmemeliymiş.
  14. Mirasçı, farklı dinden ise mirastan pay alamaz.
  15. Kadına bakmak haram.
  16. Kürtaj “cinayettir” yaklaşımı var.
  17. Estetik yasak.
  18. Tekfir eden (dinden çıkan) erkekse Müslüman bir kadınla evlenemez.
  19. Dinini ve ahlakını beğendiğiniz dünürün oğluna kızınızı vermezseniz yeryüzünde fitne ve bozgunculuk olurmuş.
  20. Kadın, eşinin sevmediği kimseleri evinize sokmamalı ve hoşlanmadığı kimselerle konuşmamalı imiş.
  21. ….

Milli birlik ve emperyalizme direnmek için mücadele edilmeli

Eğitimdeki ve fetvalardaki bu ifadelere karşı son 1,5 yıldır CKD ve Türk Kadınlar Birliği dışında çaba sarf edene rastlamadım. Kadının özgürlüğü erkeğin özgürlüğüdür. Erkeği önce ana yetiştirir. Dahası ülkemiz, ABD ile enstrümanları PKK ve FETÖ ile mücadele ederken milletin arasına ayrılık sokmak yanlıştır. Kadını erkeğiyle milli birlik halinde emperyalizme direnebiliriz. Mücadele edelim.

Kadın-erkek eşitliği için şunlar yapılabilir:

a. Müfredat ve ders kitapları kadın-erkek eşitliği yönünden incelenmeli ve cinsiyet eşitliğine uygunluğunun denetimi yapılmalı.
b. Kadınlara yönelik ayrımcılık içeren ifadeler müfredat ve ders kitaplarından çıkarılmalı.
c. Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimin tüm kademelerinde zorunlu ders olarak yer almalı.

NOT: Müfredat ve ders kitaplarındaki Medeni Kanun’a karşıtlığa ilişkin, “Gayrimilli Eğitim” ve “Diyanet’in Fetvaları” kitaplarım okunabilir. Daha da önemlisi mücadelede değerlendirelim.

ABD’YE DİRENMEDE MEDENİ KANUN’UN ÖNEMİ

ABD’YE DİRENMEDE MEDENİ KANUN’UN ÖNEMİ

Mustafa SOLAK
Tarihçi – Yazar

Medeni Kanun’un amacı dine göre değil güncel ihtiyaçlara dayalı, kadını erkeğiyle çağdaş bir toplum yaratmaktır. 17 Şubat 1926’da kabul edilir, 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girer.

Ziya Gökalp’e göre eski yaşam ve geleneklerin yerini yeni bir yaşam almalıydı. Ziya Gökalp, evlilikte, boşanmada ve mirasta kadın-erkek eşitliğini savunmuştur. [1] Mustafa Kemal Paşa, 7-8 Temmuz 1919 gecesi Mazhar Müfit Kansu’ya tesettürün ve fesin kalkacağını söyler. [2]

Cumhuriyet’in ilk yıllarında çabalar

Mahmut Esat Bozkurt, Mecelle olmak üzere kimi temel yasaları yeniden düzenlemek üzere kurulan komisyonların ıslahatın sosyal ve ekonomik sisteme dokunmadığını belirterek Adliye bakanını, büyük bölümü “13 yy. önce Bağdat çöllerinde yazılmış ve bir bölümü de Frenk kokan yasalar” diyerek eleştirir. [3] Daha sonra Adliye Bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt, Şükrü Kaya [4] ile birlikte “Avrupa’dan medeni yasa almak” fikrini Atatürk’e iletirler.[5]

Sonuçta İsviçre Medeni Kanunu’nun ve Borçlar Kanun’unun, kimi değişikliklerle, bütün olarak alınıp benimsenmesine karar verilir.

Mahmut Esat’ın Medeni Kanun’a yazdığı gerekçe

Medeni Kanun’a yazdığı gerekçede Mahmut Esat Bozkurt, yeni yasaya gereksinimin dinin değişmez doğasının bütün gereksinimleri karşılaşmaktan uzak olduğundan dolayı gerek duyulduğunu açıklar:

  • Mecelle‘nin temeli ve ana çizgileri dindir; oysa insanlık yaşamı, her gün, hatta her an köklü değişimlerle karşı karşıyadır. Bunun değişimleri, yürüyüşü, hiçbir zaman bir nokta çevresinde saptanamaz ve durdurulamaz. Yasaları dine dayalı devletler kısa bir zaman sonra yurdun ve ulusun isterlerini karşılayamazlar. Çünkü dinler, değişmez kurallar kapsarlar. Yaşam yürür; gereksinimler hızla değişir; din yasaları, her ne olursa olsun ilerleyen yaşamın karşısında, biçimden ve ölü sözcüklerden ileri bir değer, bir anlam taşıyamazlar. Değişmemek, dinler için bir zorunluluktur. Bu nedenle dinlerin yalnız bir vicdan işi olarak kalması, çağdaş uygarlığın temellerinden ve eski uygarlıkla yeni uygarlığın en önemli ayırıcı niteliklerinden biridir. Köklerini dinlerden alan yasalar, uygulandıkları toplumları ilkel çağlara bağlarlar ve ilerlemeleri engelleyici belli başlı neden ve etkenler arasında bulunurlar. Türk ulusunun alın yazısının, bugünkü çağda bile ortaçağ düzen ve kurallarına bağlı kalmasında, dinin değişmez kurallarından esinlenen yasalarımızın en güçlü etken olduklarından kuşku duyulmamalıdır.”

Medeni Kanun’un getirdiği önemli haklar

1) Resmi nikâh zorunlu duruma getirildi.
2) Tek eşli evlilik zorunlu kılındı.
3) Mirasta kız ve erkek çocukların eşit pay almaları sağlandı.
4) Tek yanlı olarak erkeklerin olan boşanma hakkı eşit koşullarla kadınlara da tanındı.
5) Kadınlara istedikleri işte çalışabilme hakkı tanındı.
6) Patrikhane ve konsoloslukların yargı yetkileri sona erdi.
7) Laik hukuk anlayışı toplumun her kesiminde uygulanır duruma geldi.
8) Türkiye’de hukuk birliği sağlandı.

Medeni Kanun’un öncesine dönüyoruz!

Emine Bulut’un eski eşi tarafından, çocuğunun önünde öldürülmesi gibi her yıl binlerce kadının eşi tarafından öldürülmesi, yaralanması hangi eğitimsel ve kültürel ortamından besleniyor anlamamız gerek ki çözüm üretelim.

Bunlar arasında ders kitapları ve Diyanet’in fetvalarından, Medeni Kanun’un hükümlerine ve amaçlarına aykırı kimi örnekler sunalım.

  1. Nişanlılar flört edemezler, el ele tutuşamazlar.
  2. Kocaya 4’e dek çok eşli olma hakkı.
  3. Boşama yetkisi kocaya verilmiştir, koca yetkisini başkasına devredebilir. Boşama için kocanın mahkemeye gitmesine gerek yok, “boş ol” demesi yeterli.
  4. Mirastan kız çocuklara, erkeğin yarısı pay.
  5. Kadın, göstermediği sürece saçını siyaha boyayabilir,
  6. Cariyenin kendi sahibesini doğurması kıyamet alameti sayılıyor,
  7. Anneleri ile zifafa girilmeyen üvey kızlarla evlenilebilir,
  8. Kadının “açmasına izin verilen avreti; yüzü, bilekleriyle birlikte elleridir.”

Dindar gençlik yetişiyor mu?

Dindar gençlik yetiştirmek amacıyla bu ifadeler müfredata ve fetvalara eklense de saha araştırmaları da gösteriyor ki, hiç de dindar gençlik yetişmediği gibi ruh dengeleri bozulmuş gençler yetişiyor. Örneğin “Atatürk’ü toprak kabul etmedi, betona gömdüler” diyen öğrencim; başka bir zaman da  “Allah çarpsın en iyi içki Jack Daniels” demişti. Neyi savunduğunu bilemeyen gencin ruhi dengesi yerinde midir?

Neredeyse her davranışı vicdan, emek, akıl bağlantısından kopararak sevap, günah, haram, helal kavramlarına sıkıştıran anlayış psikolojik sorunları artırır. Nitekim çocuğunu, “çocuğum artık anaokulundan başlayarak dinini öğrenecek” gerekçesiyle sıbyan mektebine gönderen aileler yakınmaya başladılar. Gazeteden okuyalım:

“Evde ne yapsak ‘günah’ demeye başladı. Örneğin resim yapmak istiyor, ‘ama resim yapmak günah’ diyor…sorunlar giderek büyüdü. Doktora götürdüm. Çocuk çok ciddi psikolojik sorunlar yaşıyormuş. Neyin günah olup neyin olmadığının çelişkisini yaşadığı için depresyona girmiş. En çok da kardeşinden hırsını almaya çalışıyor. Çocuk gece altını ıslatmaya başladı. İçine kapandı, evdeki eşyalara zarar verdi. 5 yaşındaki çocuk bir gün dedi ki: ‘Annelerin çalışması günah. Anne ne olur günah işleme, lütfen çalışma. Babam bize baksın, senin paran da günahmış, o parayla bana sevdiğim şeyleri alma.’”

Aile en sonunda şunu diyor: “en doğrusu çocuğa dinsel bilgiyi ailesinin vermesi.”

ABD’ye etkili mücadelede Medeni Kanun’un önemi

Bunları söyleyen bir çocuğun annesine, kardeşine davranışı bu ise siz başka kadınlara, millete, ulusal birliğe, kendi dininden, mezhebinden olmayana davranışını düşünün!

Ülkemiz ABD tarafından Suriye’nin kuzeyi, Kıbrıs, Ege’den sıkıştırılır ve FETÖ, PKK aracılığıyla ulus devletimiz parçalanmak istenirken Medeni Kanun’a aykırı müfredat ve fetvalar Ulusal birliğimizi zedeliyor. Dolayısıyla emperyalizme karşı birleşmiş bir millet için bundan vazgeçilmelidir. Sendikalar, dernekler, partiler bunun için birbirlerini ve milleti görüşmelerle, panel, konferanslarla uyarmalıdır.

NOT: Müfredat ve ders kitaplarındaki kadın düşmanlığına ilişkin ifadeleri “Gayrimilli Eğitim” ve “Diyanet’in Fetvaları” kitabımı mücadelede değerlendirebilirsiniz.

[1] Ziya Gökalp, Yeni Hayat–Doğru Yol, (haz: Müjgan Cumhur), Kültür Bakanlığı, Ankara, 1976, s. 32.
[2] Mazhar Müfid Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.I, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1986, s. 131-132.
[3] TBMM Zabıt Ceridesi, 2. Dönem, C.X, s. 175-177.
[4] Şükrü Kaya’nın hukukun laikleştirilmesine yönelik çabaları için bkz. Mustafa Solak, Atatürk’ün Bakanı Şükrü Kaya, Kaynak Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2013.
[5] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1969, s. 370.