Etiket arşivi: İslâm Hukukunun Eleştirisi ve Savunulması

Lâik Hukukun Kemirilmesi, İslâm Hukukunun Eleştirisi ve Savunulması

Lâik Hukukun Kemirilmesi, İslâm Hukukunun Eleştirisi ve Savunulması

Değerli Meslektaşım,

“İSLÂM HUKUKUNUN DEĞERİ-2: Lâik Hukukun Kemirilmesi, İslâm Hukukunun Eleştirisi ve Savunulması” başlıklı makalemi izleyen linkten okuyabilirsiniz:
http://www.anayasa.gen.tr/islam-hukuku-2.htm

Saygılarımla, Kemal Gözler 

MAKALENİN PLÂNI

I. LÂİK HUKUKUMUZUN KEMİRİLMESİ: SAHTE İSLÂM HUKUKU UYGULAMALARI

A. MÜFTÜLERE VERİLEN EVLENDİRME YETKİSİ

1. Müftülere Evlendirme Yetkisinin Verilmesinin İslâm Hukukuyla Bir İlgisi Yoktur

2. Müftülere Verilen Evlendirme Yetkisi, Modern Hukukumuzu İçten İçe Çürütmektedir

B. HELÂL GIDA SERTİFİKASYONU

1. Helâl Gıda Sertifikasyonu İslâm Hukukuna Aykırıdır

2. Helâl Gıda Sertifikasyonu Lâik Hukukumuzu İçten İçe Çürütmektedir

C. FAİZSİZ BANKACILIK

1. Faizsiz Bankacılık İslâm Hukukuna Aykırıdır

2. Faizsiz Bankacılık Modern Hukukumuzu İçten İçe Çürütür

II. İSLÂM HUKUKUNUN ELEŞTİRİLMESİ

III. İSLÂM HUKUKUNUN SAVUNULMASI

A. Önyargılara Karşı İslâm Hukukunun Savunulması

B. İslâm Hukukundan Modern Hukukumuza Kalan Değerli Miras: Hukuk Dilimiz

SONUÇ    

MAKALEDEN ALINTILAR

16 Aralık 2019 tarihinde yayınladığım “İslâm Hukukunun Değeri” başlıklı makaleme ek olarak bazı şeyler söylemek isterim. Bunları üç başlık altında toplayacağım. İlk başlıkta lâik hukukumuzun kemirilmesi sorununu örnekler göstererek tartışacağım. İkinci başlıkta ise İslâm hukukunun kendisine bir eleştiri yönelteceğim. Üçüncü başlık altında ise İslâm hukukunu bazı önyargılara karşı savunacağım.…

I. LÂİK HUKUKUMUZUN KEMİRİLMESİ: SAHTE İSLÂM HUKUKU UYGULAMALARI

Öncelikle belirtmek isterim ki, önceki makalemde de açıkladığım gibi, Türkiye’de İslâm hukuku tehlikesinin olduğunu, Türkiye’de İslâm hukukuna, belki daha doğru bir deyimle, İslâm hukuku görünümlü sahte bir hukuka geçilebileceğini düşünüyorum. Ancak bu geçişin, birden bire, tek bir gecede, bir hükûmet darbesiyle veya devrim yoluyla olacağını sanmam. Bu geçiş, adım adım, lâik hukuk sistemi kemirilerek, lâik hukukun kurumları tedrici bir şekilde İslâmî veya sözde İslâmî kurumlarla değiştirilerek olacaktır. Nasıl lâik eğitim sistemimiz [1], belli bir ölçüde dinî eğitim sistemiyle adım adım değiştirilmiş ise, pek muhtemelen hukukumuz da adım adım bu sözde İslâm hukuku ile değiştirilecek.

Türkiye’ye İran usûlü devrim yoluyla bir İslâm hukuku getirilmeyeceği açık. Türkiye’de İslâm hukuku, pek muhtemelen lâik hukukun içten içe çürütülmesiyle adım adım gelecek.

Türkiye’de demokrasi nasıl adım adım gerilemiş ise, lâiklik de öyle adım adım geriliyor. Türkiye’de nasıl ifade hürriyetimizi adım adım kaybetmiş isek, lâik hukukumuzu da aynı şekilde adım adım kaybediyoruz.

Türkiye’de lâik hukukumuzun kemirilmesi süreci çoktan başladı. Ben bu sürece aşağıda üç örnek vereceğim. Bunlardan birincisi “müftülere verilen evlendirme yetkisi”ne, ikincisi “helâl gıda sertifikasyonuna”una, üçüncüsü ise “faizsiz bankacılık”a ilişkin.

A. MÜFTÜLERE VERİLEN EVLENDİRME YETKİSİ

(…)

16 Aralık 2019 tarihinde yayınladığım “İslâm Hukukunun Değeri” başlıklı makalemde açıkladığım gibi İslâm hukukunda “imam nikahı” veya “dinî nikah” diye bir şey yoktur. Keza İslâm hukukunda “müftü nikahı” veya “müftülerin evlendirme yetkisi” diye bir şey de yoktur. İslâm hukukuna göre nikah akdi, kadın ve erkeğin evlenme yolundaki iradelerini iki şahit [2] huzurunda açıklamalarıyla inikat eder. Bu açıklamanın imam veya müftü huzurunda yapılması ve keza dua okunması gibi başka bir şartı da bulunmaz. Evlenme engelleri dışında, Türkiye’de kıyılan her resmî nikah, ister belediye başkanı tarafından, ister müftü tarafından kıyılmış olsun, İslâm hukuku açısından da geçerli birer nikahtır; çünkü resmî nikahta da, taraflar iki şahit huzurunda evlenme iradelerini açıklarlar. 

İlave edeyim ki, müftülere evlendirme yetkisi verilmesinin İslâm hukukuyla bir ilgisinin olmadığı gibi, eski ve köklü bir geçmişe sahip olan ve halk nezdinde hâlâ belli bir ölçüde itibarı kalmış ender kurumlarımızdan biri olan müftülük kurumunun geleneksel fonksiyonuyla da bir ilgisi yoktur. Müftülük bir ifta makamıdır. Tarihte hiçbir zaman evlendirme yetkisine sahip olmamıştır. Böyle bir yetkinin müftülere verilmesi müftülük kurumunun ifsat edilmesi anlamına gelir. Bu yetkinin müftülere verilmesinin, müftülük makamının saygınlığı üzerinde de pek çok olumsuz etkisi vardır. Müftü efendilere nikah memuru gibi kırmızı cübbe giydirmek, onları nikah kıymak için düğün salonlarına göndermek, müftülük kurumunun saygınlığıyla ne derece bağdaşır?…

Müftülere evlendirme yetkisi verildi diye Türkiye’ye İslâm hukuku gelmiş olmaz; ama Türkiye’de lâiklik ilkesi kemirilmiş, içten içe çürütülmüş olur. Keza Türk hukukunun bütünlüğü ve tutarlılığı da bozulmuş olur. Hepsi bu.…

B. HELÂL GIDA SERTİFİKASYONU

Oysa Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasının 2’nci maddesi Türkiye Cumhuriyeti lâik bir devlettir demektedir. Hiç tartışmaya gerek yok ki, Helâl Akreditasyon Kurumu bütün yönleriyle Anayasamızın 2’nci maddesinde öngörülen lâiklik ilkesine aykırıdır.…

1. Helâl Gıda Sertifikasyonu İslâm Hukukuna Aykırıdır

İslâm hukukunda yiyecek ve içeceklere helâl sertifikası verilmesine, yiyecek ve içeceklerin helâl olduğunun belgelendirilmesine asla gerek yoktur.…

İslâm hukukunda, domuz eti ve içki (hamr) gibi çok az sayıda yenilmesi veya içilmesi haram kılınmış yiyecek ve içecek vardır. İslâm hukukunda açıkça haram kılınmış yiyecek ve içecekler dışında her şeyin yenmesi, içilmesi, çiğnenmesi ve tüttürülmesi helâldir [3]. Tereddütlü bir durum var ise, örneğin bir etin domuz eti olup olmadığı bilinmiyorsa, “eşyada aslolan ibahedir” prensibi uyarınca o şeyin yenilmesi helâldir. Bir üründe domuz eti bulunduğu daha ilk bakışta (prima facie) anlaşılmıyorsa, o üründe domuz eti veya domuzdan elde edilmiş katkı maddesi olup olmadığını da araştırmak gerekmez. Zira Mecellenin 75’inci maddesinde denildiği gibi “tevehhüme itibar yoktur”.

Bir yiyeceğin ve içeceğin helâl olması için delil gerekmez; tersine haram olması için delil gerekir. İslâm hukukunda “helâl sertifikası” diye bir şey olamaz. Bu bir saçmalıktır. İslâm hukukunda olsa olsa “haram sertifikası” olur. Eğer İslâm’a hizmet etmek istiyorsanız, “helâl akreditasyon kurumu” değil, “haram akreditasyon kurumu” kurun! 

İslâm hukuku özgürlükçü bir hukuktur. İslâm hukukunda Kur’an ve hadisle açıkça yasaklanmamış her şey serbesttir. İslâm hukukunda helâlin sertifikasyonu olmaz; olsa olsa haramın sertifikasyonu olur. Helâl sertifikasyonu, İslâm hukukunun bir ürünü değildir. Bu uygulama İslâm hukukunun temel kabullerini tepe taklak eden, İslâm hukukunu özgürlükçü bir hukuk olmaktan çıkaran, İslâm hukukunu yasakçı bir hukuk hâline getiren, İslâm hukukunu özünden saptıran, İslâm hukukunu ifsat eden bir uygulamadır.

Helâl sertifikasyonunun dinî veya fıkhî bir sebebi yoktur. Bunun tek sebebi ticarîdir.…

Helâl sertifikasyonunun dinî veya fıkhî bir sebebi yoktur. Bunun tek sebebi ticarîdir. Ticarî sebeplerle İslâm hukukunun temel ilkesi olan “eşyada aslolan ibahedir (in favorem libertatis)” ilkesi tersine çevrilmiştir. Tacirler kazanmış, İslâm hukuku ise özünü kaybetmiştir.…

Helâl gıda sertifikasyonu İslâm hukukuna zarar verdiği gibi, lâik hukukumuza da zarar vermektedir. Helâl sertifikasyonunun İslâm hukuku ile bir ilgisi yoktur. Ne var ki bunun İslâm hukuku ile bir ilgisi olmasa da, uydurma da olsa, dinî inanışlarla ilgisi olduğu bir gerçektir. Lâik bir hukuk sisteminde dinî düşüncelerle hukukî düzenlemeler yapılması lâiklik ilkesine aykırılık teşkil eder. Bu şekilde lâik hukukun iç tutarlılığı bozulur; sistem içten çürür. Örneğin Türkiye’de lâik devletin bir parçası olan bir kamu tüzel kişisi (Helâl Akreditasyon Kurumu), dinsel içerikli hukukî düzenlemeler yapar hâle gelmiştir. Gerçi yukarıda açıklandığı gibi helâl sertifikasyonunun getirilmesiyle Türkiye’ye İslâm hukuku gelmiş olmuyor, ne var ki, helâl sertifikasyonu konusunda kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve yönetmelik çıkararak modern hukukumuzun kendi içinde bütünlüğü bozuluyor; lâiklik ilkesi içten içe çürütülüyor.…

C. FAİZSİZ BANKACILIK

“Faizsiz bankacılık” İslâm hukukuna bütünüyle aykırıdır. Zira İslâm hukukunda, hiç şüphe yok ki, “faiz (riba)” haram kılınmıştır. Kur’an’da faiz yasağına ilişkin pek çok açık ayet var.…

Türkiye’de “faizsiz bankacılık” veya “katılım bankacılığı” denen şey, ne yaparsa yapsın, faiz yasağı kapsamına girer. “Faizsiz bankacılık” veya “katılım bankacılığı” denen sistemde, faiz yasağını aşmak için asıl sözleşmeyi gizler nitelikte araya satım sözleşmesi benzeri uydurma sözleşmeler konulur. Araya konulan bu sözleşmelerin hepsi göstermeliktir; tarafların gerçek niyetleri başkadır. “Faizsiz bankacılık” veya “katılım bankacılığı” çok ileri, çok sofistike bir hile-i şeriyye teorisidir. Dahası bu teori sadece devleti değil, Allah’ı da aldatmaya matuftur.

Mecellenin daha 2’nci maddesinde “bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir”; 3’üncü maddesine göre “ukudda i’tibar makaasıt ve meâniyyedir, elfaz ve mebâniye değildir (Sözleşmelerde itibar maksatlara ve manayadır, laflara ve beyanlara değildir)” denir. Bunlar İslâm hukukunda sözleşmelerin yorumuyla ilgili en temel ilkelerdir.

“Faizsiz bankacılık” veya “katılım bankacılığı” denen şey, Mecellenin ikinci ve üçüncü maddelerinde dile getirilen bu en temel ilkelerle çelişki halindedir.

Sözleşme, iki tarafın iradesiyle kurulur. İrade, belli bir sonuç doğurmaya yönelik arzudur. Para ödüncü sözleşmesinde, ödünç alan kişinin amacı, ihtiyaç duyduğu belli miktar bir paraya ulaşmak, ödünç veren kişinin amacı ise verdiği ödünç para karşılığında belli bir kazanç elde etmektir. Burada ödünç verilen paraya istediğiniz adı koyun, sözleşme sonucu ödünç verenin elde edeceği kazanca istediğiniz ismi verin, isterseniz bu sözleşme “satım sözleşmesi (bey’ akdi)”dir deyin, değişen bir şey olmaz. Bu sözleşme, hukukun gözünde bir “ödünç sözleşmesi (karz akdi)”dir. Dahası sadece hukukun gözünde değil, Allah’ın indinde de değişen bir şey olmaz; zira Allah, insanların kalbinden geçenleri bilir. Faizsiz bankacılık veya katılım bankacılığı yapanlar, herhâlde Türkiye Cumhuriyetini kandırdıkları gibi Allah’ı da kandıracaklarını sanıyorlar.…

Faizsiz bankacılıkla Türkiye’ye İslâm hukuku gelmiş olmaz; çünkü bunun İslâm hukuku ile bir ilgisi yoktur. Ama faizsiz bankacılık sayesinde modern hukukumuzun iç tutarlılığı bozulur; hukukumuzun temeli olan lâiklik ilkesi yara alır.…

II. İSLÂM HUKUKUNUN ELEŞTİRİLMESİ

Neden Türkiye’de ve İslâm ülkelerinde “faizsiz bankacılık” diye oxymoron bir kavram var? Bunun sebebi çok basit. Malum iktisatta üretimin bir unsuru sermayedir. Sermaye kullanmadan üretim olmaz. Sermayenin karşılığı da faizdir. Sermaye sahipleri, gelir elde etme beklentisi olmadan neden sahip oldukları sermayeyi müteşebbislere ödünç versinler? Ellerindeki parayı neden riske atsınlar? Faizin olmadığı yerde müteşebbisler sermaye bulamazlar. Dolayısıyla üretim ve gelişme için, sermaye bulmak gerekir; bunun için de faiz vermek gerekir. 

Ne var ki bu açıklama iktisadî bir açıklamadır. Faizin iktisaden gerekli olması, onun hukuken meşru olduğunu göstermez. İslâm hukukuna göre de faiz tartışmasız haramdır. 

İktisadî gereklilikten hukukî sonuç istihraç edilemez. Hukukta sonuç normdan çıkarılır. Faiz iktisaden ne kadar gerekli olursa olsun, fıkhen haramdır. 

İslâm hukukçularının faizi meşrulaştırmak gibi bir görevi yoktur. Hukuk bir bütündür. Kendi içinde tutarlı olmalıdır. İslâm hukukçuları, faizi meşrulaştırmak için hokkabazlık yapmaktan kaçınmalıdır. 

Oysa sadece şimdi değil, geçmişte de, hatta İslâm hukukunun ilk yıllarından bu yana, İslâm hukukçuları arasında hep faize bir kılıf bulmak, faiz yasağını bir şekilde aşmak, yasağı dolanmak konusunda bir çaba olmuştur. Neticede İslâm’da faiz hukuku konusunda gelişmiş, çok sofistike, hacim olarak çok geniş bir literatür ortaya çıkmıştır. İslâm hukukunda faizin binbir çeşidi vardır. Bunları okursanız, neyin faiz, neyin faiz olmadığı konusunda dahi kafanız karışır. Tüm gelişmişliğine rağmen, İslâm faiz hukuku literatürü baştan sona hile üzerine, samimiyetsizlik üzerine kuruludur. İslâm faiz hukuku, çok ileri düzey bir hile-i şeri’yye teorisidir [9].

Bu teori, gerçek niyeti gizleme, şekil, lafız, muvazaa ve hile üzerine kurulu bir teoridir. Bu teori İslâm hukukunun saygınlığını en çok zedelemiş teorilerden biridir. Öyle ki bu teori yüzünden İslâm hukuku denince artık insanın aklına samimiyetsizlik ve hile-i şer’iyye geliyor. İslâm kültürü hile kültürüyle özdeşleşiyor [10]. Oysa İslâm hukukunun bunlarla bir ilgisi yoktur; İslâm hukuku bu dünyada insanların gerçek niyetlerine itibar eder. İslâm dininde de insanların gerçek niyetleri önemlidir. İslâm dininde Allah, insanların sadece yaptıklarını değil, kalplerinden geçenleri de bilir.

III. İSLÂM HUKUKUNUN SAVUNULMASI

Son olarak, burada, İslâm hukukunu bazı önyargılara karşı savunmak ve İslâm hukukunun modern Türk hukukuna dil konusunda yaptığı katkının önemine dikkat çekmek istiyorum.

A. ÖNYARGILARA KARŞI İSLÂM HUKUKUNUN SAVUNULMASI

Türkiye’de maalesef belirli bir kesimde İslâm hukukuna karşı oldukça olumsuz önyargılar vardır. İslâm hukukunda kadınların dövüldüğü, esir kadınların pazarda köle olarak satıldığı iddia ediliyor. İslâm hukukunun gayri medenî bir hukuk olduğundan dem vuruluyor.

Kanımca İslâm hukukuna karşı bu tür önyargıların başlıca üç nedeni var:…

B. İSLÂM HUKUKUNDAN MODERN HUKUKUMUZA KALAN DEĞERLİ MİRAS: HUKUK DİLİMİZ

İslâm hukuku günümüzde Türkiye’de yürürlükte olan hukuk değildir; ama modern hukukumuzun terminolojisi İslâm hukukundan bize tevarüs etmiştir.

Osmanlı’nın son döneminde ve keza Cumhuriyetin başlarında Batıdan iktibas edilen temel kanunlarımızda kullanılan terimler hep İslâm hukukunun ürettiği, bize İslâm hukukundan miras kalan terimlerdir.

Avrupa kanunlarından Türkçeye çevrilmiş 1926 tarihli Türk Medenî Kanununun, 1926 tarihli Borçlar Kanununun, 1926 tarihli Ticaret Kanununun, 1926 tarihli Türk Ceza Kanununun, 1927 tarihli Hukuk Usûlü Muhakemeleri Kanununun, 1929 Tarihli Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun kullandığı hukuk terimleri hep İslam hukukunun terimleridir.

İsviçre kanunlarından iktibas edilmiş olan 1926 tarihli Türk Kanun-u Medenîsi ve 1926 tarihli Borçlar Kanununun dili ile İslâm hukukunun kurallarının derlendiği 1868-1876 yılları arasında ısdar edilen Mecelle-i Ahkam-ı Adliyenin dili arasında en ufak bir fark yoktur. Aynı hukukî kavram, kurum, işlem ve sözleşmeler için hep aynı terimler kullanılmıştır.

….

Görüldüğü gibi Batı kanunları Türkçeye İslâm hukuku terimleri kullanılarak başarıyla çevrilmiştir. Eğer Türkiye’de yerleşik bir İslâm hukuku terminolojisi olmasaydı, Batı hukukunu iktibas etmek belki mümkün olmayacaktı.

Hukuk dili günümüzde 2000 sonrası çıkarılmış temel kanunlar yüzünden çok büyük ölçüde İslâm hukuku terminolojisinden kopmuştur. Koparken de fakirleşmiştir. Eski kanunlarımızdaki hukuk dili, öğrenilmesi zor da olsa, oldukça zengindi. Bu dildeki terimler, kendisi için kullanıldığı kavram, kurum ve nesneleri tam ve sarih olarak ifade ediyordu. Örneğin …

Belirtelim ki, İslâm hukuku terimleri Türkiye’de 2000’li yıllarda mevzuatımızdan tasfiye edilmiştir. Bu tasfiyeyi yapan -2001 tarihli Türk Medenî Kanunu dışında-, muhafazakar olduğunu iddia eden AKP iktidarıdır.

SONUÇ

2. Faiz yasağına ilişkin İslâm hukukuna yöneltilmesi gereken iki eleştiri var. Birinci eleştiri İslâm hukukçularına yöneliktir: Kur’anda faiz açıkça haram kılınmıştır. Oysa İslâm hukukçularının azımsanamayacak bir kısmı, geçmişte de, günümüzde de, bu yasağı dolanmak için enerjilerini tüketiyorlar.

İkinci eleştiri bizzat İslâm hukukunun kendisine yöneliktir: Faiz yasağı, İslâm normlar hiyerarşisinin en tepesinde yer alan Kur’an’da yazılıdır. Dolayısıyla bu yasağı değiştirmek mümkün değildir. Bu yasağı değiştirmek mümkün olmayınca da, modern iktisadî yaşamın ihtiyaç duyduğu tutarlı bir hukuk sistemi oluşturulamıyor. Neticede samimiyetten uzak, hile üzerine kurulu bir sistem ortaya çıkıyor.

İslâm hukuku, geçen makalemde belirttiğim sorunları ve keza bu makalemde belirttiğim faiz sorununu çözememiş bir hukuktur. Bu gibi sorunları çözememiş bir hukukun modern bir dünyada uygulanamayacağını ve uygulanmaya kalkılmasının da felakete yol açacağını düşünüyorum.

3. Türkiye’de belirli bir kesimde İslâm hukukuna karşı oldukça yaygın olumsuz önyargılar var. İslâm hukukunu bu önyargılara karşı savunmak gerekir. Bu önyargılar, bir yandan teori ile uygulama arasında ayrım yapılmamasında, diğer yandan da İslâm hukukunu değerlendirirken, onun ait olduğu zamanı dikkate almamaktan kaynaklanmaktadır. İslâm hukukunda eleştirilen pek çok hususun daha kötüsü Roma hukukunda da vardır. Bu hususlar Roma hukukunu değersiz kılmıyor. Ama kimse de bugün Roma hukukunu iki bin yıl önceki hâliyle uygulanmasını talep etmiyor. Bugün dünyada pek çok ülkede Roma hukuku kaynaklı hukuk yürürlüktedir. Ama yürürlükteki hukuk ile klasik Roma hukuku arasında başta insan hakları, kadın-erkek eşitliği olmak üzere pek çok konuda önemli farklar vardır. Roma hukuku donmuş, gelişime kapalı bir hukuk değildir.

İslâm hukukunda ise durum farklı. Bugün uygulanması talep edilen İslâm hukuku ile 1300 yıl önceki İslâm hukuku arasında çok büyük bir fark yok. İslâm hukukunda normlar hiyerarşisi dinamik değil. Teori, belli bir seviyedeki normlardan daha yukarısındaki normlarda değişikliğe müsaade etmiyor. Bu nedenle de karşılaşılan modern sorunlar çözülemiyor veya bunları çözmek için hile-i şer’iyye yöntemlerine başvuruluyor. Bu hâliyle İslâm hukukunun günümüzde uygulanmaya teşebbüs edilmesi felakete yol açar.

Sonucun Sonucu

İslâm hukuku bırakın modern toplumun sorunlarını çözmeyi, kendi içindeki sorunları bile çözmeyi başarabilmiş bir hukuk değildir.
İslâm hukukunda pek çok konuda belirsizlik, işin içinden çıkılamayacak ölçüde tartışma vardır.
Örneğin İslâm hukuku, faiz meselesini çözmüş bir hukuk değildir. Bu mesele bizzat İslâm hukukunun kendi içinde tartışmalıdır.
Kendi sorunlarını bile çözememiş bir hukuk sisteminden modern toplumun sorunlarını çözmek için medet ummak ne büyük bir saflıktır!
===============================
Dostlar,

Makalenin tümünü okumak için lütfen tıklayınız..

ISLAM_HUKUKUNUN_DEGERI-2

Sevgi ve saygı ile. 27 Ocak 2020, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com