Etiket arşivi: IŞİD ve El Kaide

Mehmet FARAÇ  

Suriye, “savaş”, “zulüm!..”

Mehmet FARAÇMehmet FARAÇ  
farac65@gmail.com, 23 Şubat 2020, YENİÇAĞ
Ortada devasa bir çelişki var…

Bağrından kaos fışkıran, öfkesi-şiddeti giderek büyüyen bir sinsi çelişkidir bu…
Nedense bu ezeli çelişkiyi yaratan küresel unsurlar, en başta da Amerika hep geri planda!..

Trump’ın Twitter üzerinden meydan okuması, “petrol için oradayız” demesi, arada sırada Türkiye’ye gözdağı vermesi, bir yandan işgalcilere göz kırpması, öte yandan Avrupa’yı masaya sürmesi sınırımızın yanı başındaki Suriye’de, İdlib ve Halep çatışmalarıyla birlikte büyüyen ve öne çıkartılan bir çelişkiden öteye gitmiyor…

İç savaşın kışkırtılmasıyla birlikte, Türkiye’yi “insani yardım“, “barış” unsuru ve sorun çözücü gibi piyasaya süren ABD ve müttefiklerinin derinleştirdiği Suriye çelişkisi, ne yazık ki öfkenin yeni versiyonlarını gündeme getirmekten öteye gitmiyor…

İşte, 9 yıldır alışılagelmiş kışkırtıcı manşetler dünkü yandaş gazetelerin 1. sayfalarında, bir kez daha “savaş” içeren sözcüklerle dışa vurmuştu…

Suriye bize ne kazandırdı-ne kaybettirdi?

Türkiye’yi bu çıkmaza sokan Amerika ne kaybetti-neler kazanmaya devam ediyor, Avrupa bu sorunun neresinde-ne yapmaya çalışıyor sorgulaması yapılmadan atılan vahim manşetlerdi bunlar…

AKP iktidarının siyasi hırsları ve Esad düşmanlığının peşinden giden; Türkiye Cumhuriyeti’ne hiçbir şey kazandırmayacağı açık olan hesapsız medya propagandalarıydı bunlar… Erdoğan’ın “savaş diyebilirim” şeklindeki açıklaması sınırdaki ateşin yükseleceğini duyururken, yandaş gazetelere dün yansıyan “zulüm durmadan çekilmeyiz” manşeti vardı ki, aynı zamanda ülkemizi geren tehlikenin büyüyeceğini de haber veriyordu!..

İşgalde süren çelişki!..”

Evet; konu AKP ve yandaş medyasının İdlib’e müdahaleye gerekçe gösterdiği “zulüm” olunca da, akıllara yine sarsıcı sorular geliyor:

2 haftada 15 şehidin açtığı yara Türkiye’yi sarsarken ve Türkiye Cumhuriyeti’ne en büyük zulüm Suriye’deki Mehmetçik kayıplarıyken; öbür yandan bir ülkenin emperyalistlerce kuşatılması, terör örgütlerince kan deryasına dönüştürülmesi komşu bir ulusa “zulüm” olarak nitelendirilmeyecek mi?..

Ve bu zulmü dağıtmak, kendi vatanını-insanlarını korumak için işgalciler ve terör örgütlerine karşı savaşan Suriye yönetiminin ve halkının, emperyalizmin baskısı altında tutulması ileride zulüm diye adlandırılmayacak mı?..

ABD ve Avrupa, Suriye’de asker yitirmezken, ekonomik olarak çok darbe almazken, 9 yıl içinde neredeyse 100 milyar $ kaybı olan Türkiye Cumhuriyeti ekonomisinin sarsılması 81 (AS: 83 m!) milyonluk bir nüfusa zulüm değil mi?..

Resmi olmayan rakamlara göre, sayıları 6 milyona ulaşan Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de yol açtıkları demografik kaygılar, sosyal sıkıntılar, güvenlik sorunları ve istihdam haksızlıkları, son yıllarda enflasyon-zam-yaşam pahalılığı içinde ayakta durmaya çalışan milyonlarca Türk yurttaşına yönelik zulüm içermiyor mu?..

Peki; Suriye’ye huzur getirme bahanesiyle, şimdi de İdlib’te girişilen savaş bir zulmü bitirme iddiasındayken, sınırı geçerek Türkiye içinde katliamlar yapan, bombalama faaliyetlerine girişen, aralarında IŞİD ve El Kaide infazcılarının da olduğu binlerce radikal dinci militan Türk Ulusu’nun huzuruna zulüm olmuyor mu?..

ABD ve destekçilerinin Arap Baharı tezgahında; nedense yalnızca Türkiye’nin sosyo-ekonomik, politik gidişatının, güvenliğinin sürekli zarara uğratılması Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik bir zulmü kapsamıyor mu?..

“Evet”le yanıtlanabilecek yukarıdaki sorulara onlarcası daha eklenebilir, sarsıcı sorgulamalar yapılabilir ama başka kaygılara da dikkat çekmemiz gerekiyor…

Barışın çaresi masa…

Evet; bir kez daha vurgulayalım ki; konu Suriye olunca da geçmişin, geleceğin aynası olduğu şeklindeki saptama hiç değişmeyecek…

O halde soralım da, uyanır belki birileri :

Şam’ın içinde debelendiği kaosu daha önce yaşayan Irak ve Libya’da yıllardır dinmeyen keşmekeş, Suriye’nin geleceği konusunda da hoş işaretler vermezken, diplomasi neden öncelikli değil?..

İşgalcilerin, paralı askerlerin, terör örgütlerinin ve dinci örgütlerin kışkırttığı bir kargaşaya ortak olmak yerine, Suriye sorunu neden Şam yönetimiyle “masada” çözülmüyor?..

Yazının başında dikkat çektiğimiz “çelişki”nin; yani girdap ve çıkmazın, işgalin üzerinden 9 yıl geçmesine karşın bitmediğini, tam aksine büyüdüğünü gösteren işaretler niçin görülmüyor?..

Üstelik sormazlar mı;

– Şam’da, üniversite öğrencilerinin duvarlara, “doktor Esad, sıra sende” diye yazarak yaktığı isyan ateşinin Arap Baharı tezgahtarlarınca büyük bir iç savaşa dönüşmesi sırasında, ortada İran var mıydı?..

– ABD’nin sürekli kendine ileri karakol yaratma çabaları sırasında, Orta Doğu‘nun birçok ülkesinin yanı sıra, Irak ve Libya’nın adeta emperyalizmin gözetleme kulesine dönüştürülmesi yetmezmiş gibi, Suriye’yi de petrol bekçisi yapmaya çalışan Amerika’ya karşı Rusya piyasada mıydı?..

– Peki, El Kaide Irak’ta dağıtılmışken IŞİD diye bir örgüt var mıydı, paralı askerler sınırlarımızda dolaşıyor muydu, Suriye’den kaynaklanan terör olayları Türkiye’yi bu denli tehdit edebiliyor muydu?..

Tüm bu soruların yanıtları “hayır” olduğuna göre, “zulüm bitmeden çekilmeyiz” yaklaşımıyla Suriye batağında kalmakta inat etmek Türkiye’ye ne kazandıracak acaba?..

Sorunun özetine bir kez daha dikkat çekelim :

BOP işgalciliğinde Irak ve Libya’yı iç savaşa sürükleyen emperyalist tuzak, beklediğini bulamadı ve Suriye’de sert kayaya tosladı…

ABD ve ortakları işte bu yüzden taşeron (!) kullanırken, İran ve Rusya’nın desteği ile direnen Suriye tüm dış müdahalelere karşın, Halep örneğinde olduğu gibi, teröre, bölücü örgütlere, dinci yapılanmalara teslim edilen topraklarını geri almaya başladı…

Peki ya Türkiye?.. Bu memleketi seven herkesin üzerinde düşünmesi gereken asıl saptama bellidir;

  • Suriye’nin işgalinde yalnızca Türkiye kaybediyor…

Bu sadece 100 milyar dolara yol açan ekonomik kayıptan ibaret değil, vatan evlatlarının Arap Baharı yalanında şehit olması gibi kahredici sonuçları da var…

O halde yeter artık!.. Suriye politikası mantıklı ve akılcı bir plana göre yürütülsün ve Türkiye daha çok yitirmesin…

Aksine; hem sınır ötesi hem sınır içinde huzuru vuran sosyo-ekonomik, askeri ve güvenlik “zulüm”ü hiç bitmeyecek!..

Bilim terörizmin köklerine iniyor

 

Bilim terörizmin köklerine iniyor

Terörist kimdir?
Terör eylemlerinin nedeni nedir?
Terör saldırılarını önceden tahmin etme ve önleme yolları.
Cumhuriyet/Bilim Teknik, 6.2.2015

Haber görseli

Fransa’dan Nijerya’ya tüm dünya, ölümcül terör saldırılarının yarattığı şaşkınlığı ve yıkımı üzerinden atmaya çalışıyor. Teröristlerin hangi etmenlerin etkisi altında bu saldırıları gerçekleştirdiğini anlamaya çalışan bilim insanları, terör eylemcilerinin zihinsel yapılarını, eylemleri önceden tahmin etmenin ve engellemenin yollarını araştırıyor. Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da terörizmin doğasının son 10 yılda büyük değişim geçiriyor olması…

‘DIŞLANAN GENÇLER KAHRAMAN OLMAYA CAN ATIYOR’

Michigan Üniversitesi’nden ve Paris’teki Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nden antropolog Scott Atran, alan çalışmaları çerçevesinde, hüküm giymiş teröristlerle ve terör örgütleri içinde etkinlik gösteren gençlerle görüştü. İzlenimlerini saygın bilim dergisi Nature ile yaptığı söyleşide şöyle aktarıyor:

• Nature- Paris saldırılarının ardında sizce hangi sosyolojik ve kültürel faktörler vardı?

Haber görseli

Scott Atran  : Göçmenlerin ortalama bir sosyoekonomik statüyü ve eğitimi tek bir kuşak içinde elde edebildiği ABD’den farklı olarak, Avrupa’da üç kuşak sonrasında bile -ülkeden ülkeye farklılık gösterse dahi- göçmenlerin % 5-19’u yaşadıkları ülkenin vatandaşlarından daha yoksul ve eğitimsizdir. Fransa’da nüfusun yaklaşık % 7.5’i Müslüman; hapishanelerdeki mahkûmların % 60-70’ini ise Müslümanlar oluşturuyor. Bazı sosyologlar Avrupa’daki Müslümanlarla ABD’deki siyahlar arasında sosyoekonomik açıdan büyük benzerlik olduğunu iddia etse de bu ikisi arasında önemli bir fark var. O da Avrupa’da Müslümanlara çok cazip gelen bir ideolojinin varlığıdır. Bu ideoloji, sanılandan fazla insana cazip geliyor.
Fransa’da IMC Araştırma Şirketi tarafından yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre
18 ile 24 yaşları arasındaki genç Fransızların % 27’si -yalnızca Müslüman olanlar değil-
IŞİD’e olumlu bakıyor. Şu anda Cihat en etkili yegâne sistemik kültürel ideolojidir.
Bu ideoloji yayılıyor, çekici duruma geliyor, kahraman olma şansı yaratıyor.

Temelde genç insanlara şöyle deniyor                           :

“Bak şu anda dışlanmış durumdasın; kimse seninle ilgilenmiyor; ama bize katılırsan
çok önemli şeyler yapabilirsin. Bizler dünyayı değiştirme potansiyeline sahibiz.”

Son Charlie Hebdo saldırıları bu görüşü haklılığını kanıtladı; üç terörist tüm dünyanın dikkatini çekmeyi başardı. Fransız toplumunu harekete geçirdi. Bu da teröristlerin
bakış açısından ortaya olumlu bir maliyet-fayda tablosu çıkarttı.

• Yani bunların IŞİD ve El Kaide’nin eleman gereksinmesini karşılamak üzere hazır bir güç  olarak elde tutulduğunu mu söylüyorsunuz?

• Örgütler bu gençlerin peşine düşmüyor; tam tersi gençler bu örgütleri buluyor.
IŞİD ve El Kaide aslında doğrudan doğruya komando operasyonları siparişi veren kurumlar değil. Temelde şöyle diyorlar:

“Hey çocuklar, işte size bir fikir. Bu fikri hayata geçirmek size kalmış.
Biz size düdüklü tencereden bombanın nasıl yapıldığını öğretiriz;
insanları terörize edecek olası hedefleri gösteririz; nefret ettiğimiz şeyleri
tek tek ortaya koyarız. Şimdi harekete geçin ve uygun olanı yapın!”

• Söyleşi yaptığınız teröristler bu şablona uyuyor mu?

11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren teröristlerin yaşadığı mahallelerdeki insanlarla ve aileleriyle konuştum. Hiçbiri bu teröristlerin yaptıklarıyla ilgili en ufak bir bilgilerinin olmadığını söyledi. Bunlar teknik üniversitede görevli gençler. Bir şekilde birbirlerine takılmışlar; camiye birlikte gitmişler; aynı apartman dairesinde yaşamışlar;
birlikte videolar izlemişler. Komşuları yaşadıkları yerin koktuğunu söylüyordu,
çünkü daireden hiç dışarı çıkmıyorlarmış.

Bunların hiçbiri titizlikle planlanmış saldırılar değil. Hatırladığımız saldırılarda,
-amacına ulaşanlarda- hedefler çok dikkatlice seçilmişti. Dünya Ticaret Merkezi ve
Pentagon’a yapılan saldırılar
ABD’yi derinden sarstı. Madrid’de (2004 yılındaki
tren saldırısında 191 kişi yaşamını yitirmişti) yapılan saldırı hükümetin devrilmesine yol açmıştı.
Bunlar çok eğitim görmemiş ikinci sınıf suçlular.

Örgütlü anarşi, aslında titizlikle planlanmış komando operasyonlarından daha çok terör yaratır. Kuşkusuz bu adamların pek çoğu şimdi artık kahraman. Bunlar öbür insanlar için de
örnek olacaklar.

Bu radikal güçlerin saldırılarını önceden tahmin etmek için neler yapılabilir?

•İnsanların güvenli bir yaşam sürdürmek için saldırıları önceden kestirmek istediklerini biliyorum. Ama önceden tahminde bulunmak için planın en ince ayrıntılarına dek bilmeniz bir işe yaramaz. Herhangi biri, herhangi bir zamanda, kendi arkadaş çevresinin desteği ile istediğini yapabilir. Bu şuna benziyor : Suyu kaynattığınız zaman baloncuklar oluşur; hangi baloncuğun ilk önce kaynayıp patlayacağını bilemezsiniz. Bu tür şeyleri modellemek için kompleksite kuramı doğru bir seçim değildir. Bununla hiçbir zaman kesin bir tahminde bulunamazsınız.

Kamuoyu araştırmasına bağlı olmakla birlikte, dünya genelinde Müslümanların % 7-14’ü
El Kaide’nin ABD saldırılarını destekliyor. Eğer buna benzer bir destek IŞİD’e de oluyorsa,
bu çok büyük sayıda (100 milyonun üzerinde) bir destek demektir. Ancak aslında kim savaşıp ölmek ister? Burada spesifiklik (AS: özgüllük!) sorunu var. İnsanlar ideolojiye ve değerlere inandırılmış olabilir ama bu teröre bulaşmak için yeterli bir neden olamaz.

Bu doğrultuda en doğru ipucu sizin kimlerle arkadaşlık ettiğiniz ve herhangi bir eylem kümesine dahil olup olmamanız. Kuaşi Kardeşler örneğinde en bağlayıcı etmen hapishane deneyimidir. Ancak bu bir futbol takımı, hatta rafting grubu bile olabilir.

Eğer kimin savaşarak ölmeye hazır olduğunu önceden bilmek istiyorsanız ve eğer belirli bir terör hücresini parçalamak istiyorsanız ne yediklerine ve nasıl giyindiklerine bakın.
Terör eylemleri camilerde planlanmaz. Cami içinde sessiz olmak zorundasınız.

Bütün bu planlar fast-food restoranlarında, futbol sahalarında, pikniklerde yapılır.

• Niçin daha çok sayıda insan sahalarda antropolojik çalışmalar yapmıyor?
Örneğin cihatçılarla ve onların aileleriyle söyleşiler yapmıyor?

• Burada sorun geniş bir örnekleme yapamamanız. Bir şeyin içyüzünü kavramak için
elde edeceğiniz bilgiler anketlerden çıkmaz. Bu bilgilerin derinlemesine yapılan söyleşilerden
ve çok sıkı xdenetimli deneylerden elde edilmesi gerekir. Eğer cihatçılarla bilimsel bir çalışma yapmak istiyorsanız -ki ben yapıyorum- bunları silahlarını bir kenara bırakmaya ikna etmek zorundasınız. Aynıca söyleşi sırasında birbirleriyle konuşmamalılar ve sorularınıza yanıt vermeliler. Örneğin kimi insanlara para karşılığında Allah’a olan inançlarından vazgeçip geçmeyeceklerini sormak gafletinde bulunursanız, çekip sizi vururlar.
Dolayısıyla böyle bir soruyu soramazsınız.

Teröristler üzerinde yeterli araştırmanın yapılamamış olmasının nedeni tehlikeli olması değildir. Gerçek nedeni, üniversitelerin ve özellikle Amerikan Savunma Bakanlığı’nın insan denekler üzerinde yapılan çalışmalara izin vermemesidir. Bunun nedeni araştırmacının yaşamını tehlikeye atması da değildir; tam tersi insan denekleri araştırma etiği ölçütlerinin orta sınıf üniversite öğrencilerini korumak üzere oluşturulmuş olmasıdır. Böyle bir protokolün bulunduğu bir ortamda cihatçılara ne diyeceksiniz? Bu kağıdı imzala mı diyeceksiniz? Eğer herhangi bir konuda şikayetçi iseniz insan denekleri araştırma sekreteryasını aramalarını mı isteyeceksiniz? Bu çok saçma bir protokol ve bu yüzden teröristlerle yeterli sayıda söyleşi yapamıyoruz.

Böyle bir tehlikeli durumla hiç karşı karşıya kaldınız mı?

•Örneğin 3 Bali bombacısı 2002 yılında bir dizi bombalama olayını gerçekleştirmişlerdi) ile idam edilmeden önce bir söyleşi yapmak için izin aldım. Bunlar idam edileceklerdi çünkü
200 kişinin ölümüne yol açmışlardı. Ancak insan denekleri üzerinde çalışma onayını alamadım. Çünkü “Yanınızda avukat bulunması gerek, ayrıca kimsenin mahkûmlarla söyleşi yapmasına izin vermiyoruz” dediler. Ben de nedenini sordum, “Hiçbir zaman onların konuşma haklarını ihlal edip etmediğinizden emin olamazsınız” dediler.

Kaynak: http://www.scientificamerican.com/article/anthropologist-seeks-the-roots-ofterrorism/
http://www.nature.com/news/looking-forthe-roots-of-terrorism

TERÖR EYLEMLERİNİ ENGELLEMENİN YOLLARI 

Haber görseli

Paris saldırıları dünyada önce şaşkınlık ve üzüntüye, daha sonra sorgulama ve yüzleşme çabalarına neden oldu. Şimdi Fransız politikacılar başta olmak üzere öbür dünya liderleri gelecekte bu tür saldırıların önünün nasıl alınabileceğini araştırıyor.

Kriz sonrası süreçleri genellikle kötü yönetilir. Siyasiler “bir şey yapıyormuş” gibi halkı oyalarken, ortaya çok sayıda kısa vadeli çözümler atılır. Bu süreç, dikkatler başka bir olaya çevrilinceye kadar devam eder.

Ne var ki anlık çözümlerin artık işe yaramadığı biliniyor. Şimdi bu tür kriz durumlarında atılması gereken en sağduyulu adımın, risk-yönetimi ile karar alma süreci arasında bir bağlantı kurmak olduğu belirtiliyor. Bu yöntem şimdiden bazı ülkelerde yarar sağlamış durumda. Örneğin 2012’deki Sandy Tayfunu sürecini başarılı bir şekilde yöneten Barack Obama
ikinci kez seçilirken, 2004’deki Madrid terör saldırılarını iyi yönetemeyen İspanyol hükümeti seçimleri yitirdi.

Bu konuda sistematik bir yaklaşım gereklidir. Paris saldırısını köktendinci ideolojileri benimsemiş olduğu düşünülen iki kardeşin, İslam dininin kutsallarına saygısızlık edildiği gerekçesiyle karikatüristleri öldürdüğü iddiası, gerçekleri yansıtıyormuş gibi görünse de
yeterli değildir.

YENİ YAKLAŞIM

Şu anda stratejik risk-yönetimi uzmanlarının dünya liderlerine ve şirket yöneticilerine danışmanlık yapması en doğru yol gibi duruyor. Ancak etkili bir işbirliği nasıl oluşturulabilir? Modern risk-yönetimi, bunun 6 evrelik yenilikçi bir süreç sayesinde gerçekleşebileceğini söylüyor:

1) Yalnızca en iyi bildiğiniz riski hesaba katmayın. Tek bir tip risk konusunda uzman olanlar –köktendincilik gibi- önür etmenleri göz ardı etme eğilimindedir. Bu tuzağa düşmemek için
farklı risk tiplerinde uzmanlaşmış danışmanlarla çalışın.

2) Niteliğin yanında niceliği de değerlendirin. Bilgisayar modelleri niceliksel analizlerde başarılıdır, ama karar verme evresinde duyguları ve algıları da hesaba katın.
Bir denge kurun ve belirsizliği göz ardı etmeyin.

3) Riskleri birbirinden kopartmayın; birbirlerine olan bağlantılarının haritasını çıkartın.
Birbirini tetikleyen tehlike eğilimlerini denetim altına alın.

4) Yarından ötesini düşünün. Aklı gelecek seçimlerde olan siyasetçilerin ve gözü
mali tablolardan başka bir şey görmeyen iş adamlarının kısa vadeli (AS: erimli) düşünmeleri normaldir. Riskler bir gecede ortaya çıkmaz. 10 yıl önceki eğilimlerin nasıl evrildiğini ve gelecek 10 yıldaki beklentileri birlikte değerlendirin.

5) Tekrarlayın.. Risk analizleri tekrar tekrar değerlendirmeye tabi tutulmalı. Örneğin her yılı yeniden ele alın. Uzmanların bir araya gelip sonuçları açık bir şekilde tartışmalarını sağlayın.

6) Riskleri açıkça belirtin, çevrenize bildirin. Bilim insanlarının bilimsel jargona (AS: dile) başvurmadan, herkesin anlayacağı bir dille konuşması bu evrede çok önemlidir.

World Economic Forum’un yılda bir kez yayımladığı Küresel Risk Raporu,
küresel riskleri 30-50 küme altında topluyor. Bunlar

– Ekonomik,
– Çevresel,
– Jeopolitik,
– Toplumsal ve
– Teknolojiktir.

Rapor bunların şiddetini ve olasılığını 10 yıllık bir geleceği kapsayacak biçimde karşılaştırıyor ve bunların birbiriyle olan bağımlılıklarının haritasını çıkartıyor. Bu arada akademisyenlerin,
iş adamlarının, siyasetçilerin, sivil-toplum örgütlerinin arasından seçilen 1.000 liderin
risk-algılama anketlerine verdikleri yanıtlar birleştiriliyor.

Risk-yönetimi konusundaki gelişmeler, tüm krizleri önleyemeyebilir, ama riskleri azaltma
ve esnekliği artırma yönünde daha gerçekçi bir kafa yapısı yaratabilir.

http://www.nature.com/news/effective-riskresponse-needs-a-prepared-mindset

TERÖR SALDIRILARINI ÖNCEDEN TAHMİN ETMENİN YOLLARI

Saldırı riskini hesap etmek için analistlerin daha önceki olayların dökümüne erişimleri sağlanmalıdır. Bu düşünüldüğü kadar kolay bir iş değildir. Çünkü terörizmin net bir tanımı yoktur. Kaba terör eylemleri ile şiddet içeren ayaklanmalar arasındaki sınır bulanıktır.

Haber görseli

Maryland Üniversitesi’nden Erin Miller, bugüne dek yaşanmış terör eylemlerinin kayıtlarını bilim insanlarının kullanımına açık hale getirerek çok önemli bir eksikliği giderdi. Bunun için Miller ve ekibi terörizmin tanımına açıklık getirdi: Devlet ile bağlantısı olmayan insanların siyasi, ekonomik, dini veya toplumsal bir çıkar için yasadışı güç ve şiddet kullanmaları veya kullanacakları yönündeki tehdididir. Miller ve ekibinin hazırladığı Küresel Terörizm Veritabanı (Global Terrorism Darabase-GTD), terörizmin son birkaç on yıl içinde nasıl değiştiğini ortaya koyuyor (Bknz: grafik).

Özet olarak bildirilen terör eylemlerinin milenyumun ilk yıllarından bu yana belirgin biçimde arttığı görülüyor. Bu olayların çoğunluğu Ortadoğu, Afrika ve Güney Asya’da meydana gelmiş. Son 10 yılda küresel terör saldırılarının % 50’i, ölenlerin % 60’ı yalnızca şu üç ülkede görülmüş: Irak, Afganistan ve Pakistan. Oysa ABD’deki 11 Eylül saldırılarından sonra Avrupa ve Kuzey Amerika çok az sayıda saldırıya maruz kalmış.

KÜÇÜK ÇAPLI SALDIRILAR

Antiterör önlemleri ülkeden ülkeye değişir. Afgan Taliban, ISİD veya Boko Haram gibi militan örgütlerinin denetimindeki bölgelerde anti-terör önlemlerinin yetersiz kaldığı, hatta hiç olmadığı görülüyor. Oysa Batı’da bu önlemler 11 Eylül saldırılarından sonra büyük ölçüde artırılmış durumda.

Miller’a göre Batı’da önüne geçilmeyen terör eylemlerinin -2004’teki Madrid saldırısı, 2005’teki Londra saldırısı, 2011’deki Norveç katliamı ve en son Paris’teki Charlie Hebdo ve Pasüpermarket saldırıları- önlenememesinin nedeni büyük bir olasılıkla terör örgütlerinin
tek bir aktör veya küçük hücreler tarafından gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Bu da planlı saldırının ayrıntlarının dışarı sızmasını büyük ölçüde azaltan bir durumdur.

GTD yalnızca saldırıların izlenmesini değil, bir sonraki seferde nerede, ne zaman ve kimler tarafından yapılacağı konusunda tahminler yürütülmesine de yardımcı oluyor. Colorado Üniversitesi’nden bilgisayar bilimcisi Aaron Clauset 2013 yılında terörist saldırıların olasılığının ve şiddetinin “güç yasası” olarak isimlendirilen bir olguya bağlı olduğunu keşfetti.
Güç yasasına göre az sayıda ölüme yol açan küçük saldırıları -Paris’te olduğu gibi- er veya geç 11 Eylül örneğindeki gibi daha şiddetli ve kanlı terör eylemleri izler (A. Clauset and R. Woodart Ann. Appl. Stat. 7, 1838-1865; 2013).

Clauset bu yasayı kullanarak, küçük ölçekli saldırıları büyük yitiklere yol açan saldırıların izleme olasılığını gelecek 10 yıl içinde, dünyanın herhangi bir yerinde % 30 olduğunu saptadı.

Ne var ki Pennsylvania Üniversitesi’nden Erwann Michel-Kerjan, bu tür çözümlemelerin güvenilmez olduğunu söylüyor. Michel-Kerjan düşüncesi şöyle:

“Modelleme poker oyununa benzer. Bu oyun, değişken insan davranışları ve eksik bilgiler üzerine kuruludur. Spesifik (özgül) bilgiye erişim olmadan terörizm riskini güvenilir bir biçimde hesaplayamazsınız.”

http://www.nature.com/news/attempts-to-predictterrorist-attacks-hit-limits-1.16755

Derleyen: Reyhan Oksay