Etiket arşivi: İnsan Hakları Hukuku

Yeni cumhurbaşkanı için yasama çoğunluğuna sahip olmanın önemi

Şule Özsoy Boyunsuz

Şule Özsoy Boyunsuz

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiştir. Aynı Üniversitede kamu hukuku yüksek lisansı yapmış; University of Essex’de (İngiltere) insan hakları hukuku alanında doktora (Ph.D) derecesi almıştır. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde araştırma görevlisi olarak çalışmış, 2002 yılında İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nde hukukçu olarak görev yapmıştır. 2004 yılında Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne yardımcı doçent, 2011 yılında anayasa hukuku doçenti, 2017 yılında da profesör olarak atanmıştır. Halen Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Anayasa Hukuku Anabilim Dalında öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Avrupa insan hakları hukuku, İnsan hakları teorisi, hükümet sistemleri, Türk anayasa hukuku başlıca akademik çalışma alanlarıdır. “1982 Anayasasının Yapım Süreci”, “Measuring Compatibility with the European Convention on Human Rights: The Turkish Example in the Free Speech Context”, “Başkanlı Parlamenter Sistem”, “Dünyada Başkanlık Sistemleri” adlı kitapları, yerli-yabancı çok yazarlı kitap-dergilerde yayınlanmış makaleleri vardır.

Bizimki gibi yozlaşmış başkanlık sistemleri için bölünmüş hükümetler mutlak siyasal kriz anlamına gelmektedir. Bu, ciddi ekonomik sorunlarla mücadele eden bir ülke için çok zorlayıcı bir yönetim modelidir. Tam bu nedenlerle varolan hükümet sisteminin değiştirilmesi bir o kadar yaşamsaldır.

Bir önceki yazımda Millet İttifakını bir araya getiren en önemli amaçlardan biri ve seçim vaadi olan güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilebilmesi için TBMM içinde nitelikli bir çoğunluğa erişmesinin gerekli olduğunu, bu çoğunluk ne denli büyük olursa o zamanın muhalefeti içinden destek elde edebilme arayışlarının o denli gerçekçi olacağını yazmıştım. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş amacı dışında da Meclis çoğunluğunu elde edebilmek önemlidir.

Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı Sayın Kılıçdaroğlu seçimleri kazanmaya oldukça yakın görünüyor. Seçimi kazanması durumunda TBMM’de farklı çoğunluk senaryoları ile yapabilecekleri ya da yapmakta zorlanacakları üzerine düşünelim. Millet İttifakının TBMM çoğunluğuna sahip olamaması durumunda olası senaryolar nelerdir?

Her şeyden önce kim Cumhurbaşkanı seçilirse seçilsin, seçim vaatlerinden bir bölümünü gerçekleştirebilmek için yasal düzenlemelere ve yasa yapacak destekleyici bir çoğunluğa da ihtiyaç duyacaktır. TBMM yasa yapmak için en az 200 Milletvekili ile toplanır ve toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile 151 kabul oyun altına düşmemek kaydıyla yasayı yapar. Cumhurbaşkanının buradaki rolü uygun bulmadığı yasayı veto edebilmektir.

Vetoyu aşacak çoğunluk ise 301’dir. Dolayısıyla rahat bir şekilde yasa yapabilecek çoğunluk 301’dir. Cumhurbaşkanı adayları politikalarını yaşama geçirebilmek için bu çoğunluğun desteğine ihtiyaç duymaktadır. Üye tam sayısının salt çoğunluğu olan 301, karşı ittifaka ait olduğu takdirde, mevcut yasalarda değişiklik yapılmasının çok güçleşeceği ortadadır.

Elbette Cumhurbaşkanı, TBMM çoğunluğuna sahip olmasa da, Anayasada münhasır kanun alanı olarak belirlenmeyen ve açıkça yasayla düzenlenmeyen konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK) ile düzenleme yapabilir. Üst kademe yöneticilerini atayabilir ve görevlerine son verebilir. Atanmalarına ilişkin usul ve esasları CBK ile düzenleyebilir. Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri, örgütlenme yapısı, merkez ve taşra örgütlerinin kurulmasını cumhurbaşkanlığı kararnameleri çıkararak yapabilir. Bunlar hiç de yabana atılır yetkiler değildir.

Ancak unutulmamalıdır ki; AY 104. md uyarınca bir konu açıkça yasayla düzenlenmişse o konuda CBK çıkarılamaz veya sonradan aynı konuları yasayla düzenlerse CBK hükümsüz duruma gelir. Bugün CBK ile düzenlenen tüm konuları, TBMM çoğunluğu yasayla düzenleyerek cumhurbaşkanının düzenleme yapma yetkisini bir oldukça kısıtlanmış duruma getirebilirler.

Ancak bu durumda da cumhurbaşkanı uyuşmazlığın Anayasa Mahkemesince çözümüne değin açıklık bulunmadığını ileri sürdüğü durumlarda kendi CBK düzenlemelerini uygulamaya devam edebilecektir. Bu da hukuki yetki çatışma ve tartışmalarına Anayasa Mahkemesinin de dahil olması anlamına gelecektir. Mahkemenin tamamı AKP döneminde atanmıştır ve basına yansıdığına göre AKP Genel Başkanı telefonla arayarak bu yargıçların beğenmediği kararları için hesap sorabilmektedir.

Bütçe kanunu, TBMM salt çoğunluğunun cumhurbaşkanını zorlayacağı bir konudur. Plan ve Bütçe Komisyonu, Bütçe Kanununda değişiklikler yapabilir ve bu konudaki komisyon raporu genel kurulda benimsendiğinde Cumhurbaşkanının bütçe önerisi değiştirilmiş olur. Bu durum reddetmekten daha fazla sıkıntıya neden olabilir.

Cumhurbaşkanının istediği yasaları çıkarmakta çok zorlanacağı ancak istemediklerini de engelleyebileceği bir senaryo ile karşı karşıya kalınacaktır. Mevcut mevzuat çerçevesinde en geniş cumhurbaşkanlığı kararnamesi kullanımını göreceğimiz durum bu olacaktır.

Ret durumunda (geçici bütçe kanunu çıkmazsa) yeniden değerleme oranına göre geçen yılın bütçesi kullanılabilecekken, bu durumda farklı bir bütçe düzenlemesi dayatılmış olacaktır. Böyle bir dayatmanın, ekonomik politika tercihlerine de en azından bozucu bir etkide bulunulması olasıdır.

Peki, bu çıkmazdan nasıl kurtulabilir Cumhurbaşkanı? Çoğunluk olabilmek için ihtiyaç duyduğu milletvekillerini karşı ittifak çoğunluğundan koparmaya çalışabilir. Partiler arasında milletvekili transferleri beraberinde gelebilir. Öte yandan 301 sayısını elinde tutan blok cumhurbaşkanı ile anlaşmak yerine kendi politika tercihlerini yasalarla dayatmayı, cumhurbaşkanını çalışamaz hâle getirmeyi ve en uygun zamanda erken seçime gidilmesini de zorlayabilir. Elbette erken seçim kararı ancak 360 ile alınabildiği için bu kararı alamaz ancak Cumhurbaşkanını bu yönde sıkıştırabilir.

Yasama çoğunluğunun bir ittifakta, yürütme gücünün başka bir ittifakta bulunduğu bölünmüş hükümet senaryosu, ülkenin birbiri ile çatışan iki ayrı koalisyon tarafından yönetilmesi anlamına gelmektedir. Taraflardan birisi kendi politika tercihlerini dayatırken, öbürü de kaçınılmaz olarak politika tercihlerini yaşama geçirebilmek elindeki anayasal yetkileri kullanmaya çalışacaktır.

Bizimkine benzer bozulmuş ve yozlaşmış başkanlık sistemleri için bölünmüş hükümetler mutlak siyasal kriz anlamına gelmektedir. Hâlihazırda ciddi ekonomik sorunlarla mücadele eden bir ülke için çok zorlayıcı bir yönetim modeli olacağı açıktır. İşte tam bu nedenlerle, mevcut hükümet sisteminin değiştirilmesi bir o kadar yaşamsaldır.

Bu denli sıkıntı yaratmayacak bir başka olasılık hiçbir İttifakın 301 çoğunluğuna ulaşamamasıdır. Bu durumda İttifaklar arası ittifak arayışları, farklı yasama süreçlerinde farklı partilerin anlık bir araya gelişleri olabilecektir. Üçüncü ittifakın önemi belirginleşecektir. Küçük partilerin sayısal ağırlıklarının üzerinde bir etkisinin oluşacağı da söylenebilir.

Bu durumda Cumhurbaşkanının istediği yasaları çıkarmakta çok zorlanacağı ancak istemediklerini de engelleyebileceği bir senaryo ile karşı karşıya kalınacaktır. Mevcut mevzuat çerçevesinde en geniş cumhurbaşkanlığı kararnamesi kullanımını göreceğimiz durum bu olacaktır. Yasayla düzenlenmesi zorunlu olamayan alanlarda Cumhurbaşkanı kararname yetkisini kullanacaktır.

Meclis, yasa yapamadığı için buna müdahalesi olamayacaktır. Zorunlu yasa alanlarında değişiklik yapılamayacak mevcut mevzuatla hareket edilecektir. Bütçe yasası dayatılamayacak, reddedilse bile bir önceki yılın bütçe yasası yeniden değerleme oranına göre kullanılabilecektir.

Yürütmenin bir hayli ön plana geçeceği, TBMM’nin karar süreçlerinin büyük ölçüde tıkandığı bir durum oluşacaktır. Bu durumda Cumhurbaşkanı, seçimleri yenileme yetkisini kullanarak en uygun zamanda erken seçimi de zorlayabilecektir. Bunu yapmasa da yetkilerini kullanarak yasa değişikliği gerektirmeyen birçok politikayı yaşama sokabilecektir.

Rona Aybay ne diyor…

Rona Aybay ne diyor…

Emre Kongar

– Rona Aybay, uluslararası yargıçlık görevi yapmış, övündüğümüz bir akademisyendir. 
Avrupa Konseyi Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Savaşım Komisyonu ile Bosna Hersek’teki insan hakları ihlallerini incelemekle görevli AGİT komisyonu üyeliklerinde bulunmuştur. 
Ayrıca, Bosna Hersek İnsan Hakları Mahkemesi’nin kurulduğu 1996’dan, kapandığı 2003’e dek Avrupa Konseyi tarafından seçilmiş uluslararası yargıçlık görevi yapmıştır. 
Çalışmaları arasında “İnsan Hakları Hukuku” en önemli kitaplarından biridir. 
Anlı şanlı hukuk profesörlerinin dillerini yuttuğu haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik dönemlerinde, temel hak ve özgürlüklerin yılmaz savunucusu olarak sürekli sesini yükseltmiş olan bu değerli hukukçu, AİHM’nin son Demirtaş kararı konusunda bir mektup yolladı:

1) Bu kararın bizi “bağlamadığı” kesinlikle söylenemez
a) Uluslararası Hukuk açısından AİH Sözleşmesi’nin 46. maddesi, taraf devletlerin, taraf oldukları davalarda, Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı yükümlenmiş olduklarını, en açık bir dille belirtmiştir. 
b) İçhukuk açısından 
Anayasanın 90. maddesine göre AİHS, “kanun” hükmündedir (son fıkra). 
Türk kanunuyla, uluslararası antlaşma hükmünün çatışması halinde, antlaşma hükmü “esas alınır” (aynı fıkra). 
2) Türkiye’nin yapacağı “hamleler” ne olabilir: 
Türkiye, AİHS madde 43’te düzenlenen koşullarla ‘Büyük Daire’ye başvuru (temyiz) yoluna gidebilir (3 aylık süre içinde). 
O yolla da, lehte bir sonuç alınamazsa, karar kesinleşmiş olur. 
3) Karar kesinleştikten sonra ne olur ? 
Bu aşamadan sonra, kararın infazı Bakanlar Komitesinin yetkisine girer. Bakanlar Komitesi, fiilen Avrupa Konseyi üyesi devletlerin Strazburg’daki B. Elçilerinden oluşan bir siyasal kuruldur. Bu kurul, kararın içeriğiyle ilgili hiçbir yetki kullanamaz; görevi, kararın ilgili devletçe uygulanmasını sağlamaktır. 
Burada, teknik birtakım ayrıntılar devreye girer; diplomatik pazarlıklar, oylamalar yapılır, konu tekrar Mahkeme’nin incelemesine sunulabilir ama sonuç değişmez. Er-geç Mahkeme’nin vereceği kararın uygulanması zorunludur
4) Bütün bunlara karşın, Türkiye, kararı uygulamazsa ne olur? 
Diplomasi devreye girer, diplomatik yoldan bir çözüm de bulunamazsa, sonuç Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinden “ihracı” ya da kendi kararıyla çekilmesidir. 
Avrupa Konseyi diplomatları arasında, şaka yollu, bir devlet için “ihraç” kararı alınması “nükleer silah kullanımına” benzetilir; yani, diplomatik süreç olabildiğince uzatılır. 
Şu anda Avrupa kıtasında Avrupa Konseyi üyesi olmayan tek devlet Belarus’tur. Yunanistan, “Albaylar Cuntası” döneminde “ihraç” tehdidi ile karşılaşmış, kendisi üyelikten çekilmiştir ki, bu tek örnektir.
***
Ciddi bir hukukçu olduğu için, elbette Aybay’ın dile getirmediği bir çözüm daha vardır ki, o da Demirtaş’ın “tutukluluk” halinin sona erdirilmesi için, “yıldırım hızıyla” yargılanıp “mahkûm” edilmesidir… 
Dilerim adalet mekanizması, bir de, tüm hukuk sistemini altüst edecek olan böyle bir “yıldırım hızıyla yargılama” ayıbının altına imza atmaz.