Etiket arşivi: İnönü Vakfı

Mudanya Mütarekesi’nin 100. Yılı

Dr. Onur ÖYMEN
Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı

Çok değerli Mudanya Belediye Başkanı Sayın Hayri Türkyılmaz, çok değerli İnönü Vakfı Başkanı Sayın Özden Toker, Çok Değerli ADD Genel Başkanı Sayın Hüsnü Bozkurt, değerli siyaset arkadaşım Gürhan Akdoğan, çok değerli Mudanyalı dostlar.

Mudanya Mütarekesinin 100. yıldönümünde burada değerli arkadaşım Uğur Mumcu’nun adını taşıyan bu kültür merkezinde sizlerle bir araya gelmek, görüşlerimi sizlerle paylaşmak benim için büyük bir onurdur.

Mudanya Mütarekesine nasıl gelindi.?  Kurtuluş Savaşının büyük bir zaferle sonuçlandırılmasından ve İzmir’in düşman işgalinden kurtarılmasından sonra Yunanların Anadolu’yu terk etmekten başka bir çaresi kalmamıştı. Herkes bu gerçeği kabul etmişti. Bir kişi dışında : İngiltere Başbakanı Lloyd George.

Yunanlar Türklerle mütareke yapılmasını istediklerini İngilizlere bildirdiler. Ancak Başbakan Lloyd George bunu erken bulmuştu. 30 Ağustos Başkomutanlıık Meydan Muharebesinde Atatürk’ün önderliğinde Türk ordusunun büyük bir zafer kazanmasından sonra bile, Lloyd George Türk ordusu İzmir’e ulaşıncaya dek geçecek zaman içinde Yunanların toparlanıp yeni bir cephe kuracaklarını ve mütarekeyi mutlak bir yenilgiye uğramış değil, Türklere direnebilen bir ordu olarak talep edebileceklerini düşünüyordu. Ancak Türk ordusunun büyük bir hızla İzmir’e ulaşması bu hesapları alt üst etti.

Artık Anadolu kurtarılmıştı. Peki hala düşman işgali altındaki Trakya nasıl kurtarılacaktı? İzmir’de halk coşku içinde kurtuluş zaferini kutlarken Atatürk, İnönü ve arkadaşları harita başında bundan sonra atılacak adımı planlamaktaydılar. Edirne dahil Trakya’nın kurtarılması için de gerekirse savaşılacaktı. Ama askeri gücü bir caydırma unsuru olarak kullanıp bu hedefi diplomasi yoluyla gerçekleştirmek her bakımdan daha uygun olacaktı. Atatürk ve İsmet İnönü böyle düşünüyordu.

Atatürk ve arkadaşları bu hedefe ulaşmak için İzmir’in işgalinden sonra boşta kalan 1. Orduyu İzmit bölgesine, 2. Orduyu da Çanakkale bölgesine doğru yönlendirdiler. 2. Orduya verilen talimat şuydu: Çanakkale’de İngilizlere mümkün olduğu kadar yakın bölgeye gelinecek ancak Türk askeri ateş açan taraf olmayacaktı. Askerlerimiz bunu başarıyla gerçekleştirdi. Tek bir mermi atmadan İngiliz mevzilerine 20-30 metreye kadar yaklaştılar. Silahlarını sırtlarına asmaları ateş açmaya niyetli olmadıklarını gösteriyordu.

O günlerde Atatürk İzmir’de yabancı gazetecilere verdiği demeçlerde Türkiye’nin derhal görüşmelere başlamak istediğini, hedefimizin 8 gün içinde İstanbul’a ulaşmak ve daha sonra Doğu Trakya’yı ele geçirmek olduğunu söyledi. “Mücadelemiz Yunanistan’ladır. Barış planlarımız var ama savaş planlarımız da var” dedi.

İşgal kuvvetleri İstanbul’un çevresinde İzmit’in batısından Çanakkale’nin kuzeyine kadar bir tarafsız bölge ilan etmişlerdi. Bu bölgeyi İttifak devletleri koruyacaktı ve Padişah da bunu kabul etmişti. Yunanlar iki ay önce bu bölgeyi ele geçireceklerini söyleyince, Fransızlar ve İtalyanlar İngilizlere destek olmak için o bölgeye asker göndermişlerdi. Bunu Boğazların güvenliği için yaptıklarını söylüyorlardı. Ancak Ankara hükümeti böyle bir tarafsız bölge kurulmasını kabul etmiş değildi ve şimdi Çanakkale’de Türk askerleri bu tarafsız bölgenin sınırlarının içine girmiş bulunuyordu.

İngiltere Başbakanı ve o tarihlerde emperyalist ülkelerin lideri durumundaki Lloyd George, Türklerin hiçbir koşulda Avrupa topraklarına ayak basmalarına izin verilmeyeceğini, gerekirse bunun için savaşılacağını söylüyordu. Bölgedeki İngiliz komutanına Türkler askersiz bölgeye girdikleri takdirde ateş açılmasını ve savaşın başlatılmasını emretti. Türk askerleri İngiliz hatlarına kadar yanaşmıştı. İngiliz komutan, aldığı emre karşın ateş açtırmadı.

Fransızlarla İtalyanlar Türkiye ile yeni bir savaşa girmek istemiyorlardı. İngiltere’nin asker göndermelerini istediği dominyonlar, yani Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Afrika buna  istekli değildi. Türklerle savaşmanın bedelinin ağır olduğunu görmüşlerdi.

İngilizlerin İstanbul’daki komutanı General Harrington Fransız askeri temsilcisi Pellé’ye baskı yapmak istedi ama O, çoktan bir savaş gemisine atlayıp Atatürk’le görüşmek üzere İzmir’e gitmişti. Türk Hükümetiyle 1921 yılında Ankara Antlaşmasını imzalayan Fransız diplomat Franklin Bouillon da İzmir’e gitti.  O da Atatürk’ü Türk askerinin tarafsız bölgeye girmemesi için ikna etmeye çalışacak, buna karşılık düzenlenecek konferansta Türkiye’ye destek vereceklerini söyleyecekti.

Atatürk bu önerilere şu yanıtı verdi:

  • Mütareke, askeri harekatı durdurmak anlamına gelir, oysa Türk tarafı mütareke yapılmasının Trakya’nın boşaltılmasına bağlı olduğunu defalarca vurgulamıştır. Ayrıca o ortamda ateş kesilirse Trakya’da Yunan birlikleri yeniden toparlanıp savunma tertipleri almaya çalışacaklardır. Zafer kazanmış bir komutanın görevi, düşmanı kovalayarak böyle bir durumun ortaya çıkmasına fırsat vermemektir.”   

Yeni bir savaş ihtimali dünyada, hatta İngiliz kamuoyunda kaygı uyandırıyordu. Daily Mail gazetesi büyük harflerle “Yeni Bir Savaşı Durdurun” diye manşet attı. İngiliz kamuoyunun da hükümetin tutumuna desteği kalmamıştı. Pointcaré’nin Başbakanlığındaki yeni Fransız Hükümeti, Fransız askerlerinin Çanakkale’den ve İzmit’ten çekilmesi için İstanbul’daki temsilcisine talimat gönderdi. İtalyanlar bu koşullarda tarafsız kalacaklarını Mustafa Kemal’e bildirdiler. Artık Çanakkale’de İtilaf devletleri safında yalnızca bir bayrak kalmıştı: İngiliz bayrağı. O sırada İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon Fransız Başbakanı Poincaré’yi ikna etmek amacıyla Paris’e gitti. Paris görüşmeleri çok sert geçti. Fransızların tutumlarından geri adım atmaya ve yeni bir savaş başlatmaya niyetleri yoktu.  

Londra’da Başbakan Lloyd George savaş yanlısı tutumunda ısrar ediyordu. Ama bunun çıkar yol olmadığını düşünenlerin sayısı giderek artıyordu. Dışişleri Bakanı Lord Curzon da artık savaş fikrini desteklemiyordu.

Atatürk Doğu Trakya’nın Türklere teslimi koşulu ile ateşkes müzakerelerini kabul edebileceğini söyledi. Ancak  İstanbul’un işgal kuvvetleri tarafından en kısa zamanda boşaltılması Ankara hükümetinin temel koşullarından biriydi.

İtilaf devletleri 23 Eylül 1922’de Ankara hükümetine bir nota göndererek barış konferansı toplanıncaya dek bir ateşkes antlaşması yapılması için başvuruda bulundular. Notada İtilaf devletlerinin tarafsız bölge olarak tanımladıkları alana Türk tarafının asker göndermemesi koşuluyla Türkiye’nin Meriç’e ve Edirne’ye kadar Trakya’yı işgal etmek hakkındaki arzusunu olumlu biçimde değerlendirdikleri, bu konuda Türk tarafıyla müzakereye hazır oldukları bildirilmekte ve Barış Konferansının yürürlüğe girmesiyle birlikte İtilaf devletlerinin İstanbul’daki kuvvetlerini geri çekecekleri ifade edilmekteydi. Bunun için İzmit veya Mudanya’da derhal ateşkes müzakerelerine başlanması önerilmekteydi. Bu nota Türkiye’nin başlıca beklentilerinin kabul edildiği ve barışın kapısının açıldığı anlamına gelmekteydi.

Aslında ateşkes isteminin Anadolu’da Türklerle savaşan Yunanlardan gelmesi gerekirdi. Nota’nın İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından gönderilmesi Türkiye’nin gerçek muhatabının kim olduğunu gösteriyordu.

İtilaf devletlerinin Notasına Türk tarafınca verilen yanıtta Doğu Trakya’nın Edirne de dahil olmak üzere Meriç’in batısına kadar Yunanlar tarafından derhal tahliyesi kaydıyla mütareke görüşmelerinin 3 Ekim 1922 tarihinde başlaması önerilmekte ve bu müzakerelerde Türkiye’yi Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa’nın temsil edeceği bildirilmekteydi.

Sonunda İngilizler geri adım atmıştı. Örneğin Churchill şöyle diyordu:

  • Türklerin yeniden Avrupa’ya girmeleri İtilaf devletleri için en kötü aşağılanmadır.
  • İtilaf devletlerinin zaferi hiçbir yerde Türkiye’deki kadar tam olmamıştı. Şimdi galibin gücü hiçbir yerde Türkiye’deki kadar gösterişli bir şekilde aşağılanmamıştır.
  • Ve sonunda başarılı bir savaşın bütün meyveleri, uğrunda binlerce askerin hayatını verdiği Gelibolu, Filistin, Mezopotamya başarıları, bunların hepsi bir utanç içinde sona ermiştir”  

Ateşkes müzakereleri 3 Ekim’de Mudanya’da başladı. Ateşkes Müzakereleri doğal olarak savaşan taraflar arasında yapılırdı. Bu kez öyle olmadı. Türklerle savaşan Yunanistan’ın temsilcisi Mudanya’daki görüşme masasında yoktu. Yunan General Mazarakis ve Albay Sariyanis, açıkta bulunan bir Yunan gemisinde, görüşmeleri uzaktan izleyeceklerdi!

Türkiye’nin karşısında İngiltere, Fransa ve İtalya’nın temsilcileri yer alacaktı. Peki Konferansın başkanlığını kim yapacaktı? Bu konuda önceden bir görüşbirliğine varılmamıştı. İsmet Paşa görüşmeler başlarken fiili durum yarattı. Başkanlık koltuğuna oturdu, İngiliz Generali Harrington’u sağına, Fransız Temsilcisi General Charpy’yi soluna, İtalya Generali Mombelli’yi karşısına oturttu. Bu düzenlemeye kimse itiraz etmedi. Mudanya’da bulunan Franklin Bouillon da görüşmeleri gözlemci olarak bir köşeden izleyecekti.

Sonradan anlaşıldığına göre Başbakan Lloyd George sonuna dek Yunanistan’ın beklentilerinin gerçekleşmesi için çaba göstermiş ve Türk askerleri Çanakkale’deki İngiliz hatlarına doğru yürüyüşe geçtiği sırada Türk tarafına bir ültimatom verilmesi ve Türk askerleri durmadığı takdirde üzerlerine ateş açılması için General Harrington’a emir vermişti. General Harrington bu emrin uygulanmasını kendi inisiyatifi ile 24 saat geciktirmiş, böylece bir savaşın başlamasına fırsat vermemişti.

Müzakereler esas olarak İsmet Paşa ile General Harrington arasında yürütüldü. Fransızlar ve İtalyanlar görünürde Harrington’u desteklediler ancak çeşitli vesilelerle Türk tarafının görüşlerine yakınlık gösterdiklerini hissettirdiler. Atatürk İsmet Paşa’ya gerekli talimatı vermişti ve müzakereleri günü gününe takip etmekteydi. Atatürk’ün talimatının özü şöyleydi:

  • Kırkağaç bir Türk mahallesidir. Yunan kuvvetleri tümüyle Edirne’nin batısına çekilmeli ve orada TBMM Hükümeti oluşturulmalıdır.
  • Trakya’nın boşaltılması ve Türklere teslimi derhal başlamalı, aralıksız sürdürülmeli ve en geç 30 gün içinde tamamlanmalıdır. İtilaf devletlerinin temsilcileri tarafımızdan teslim alınan her noktadan derhal çekilecek ve 30 günün sonunda Trakya’nın hiçbir yerinde kalmayacaktır. Yunan ordusunun Anadolu’dan alıp götürdüğü sivil ahali derhal geri verilecektir.
  • Azınlıklar konusu Mudanya Konferansının konusunun dışındadır.
  • Doğu Trakya’nın boşaltılmasından sonra bu bölgede İtilaf devletlerinin herhangi bir denetimi söz konusu olamaz. Ancak Batı Trakya’nın bir bölümünün Fransızlar tarafından işgali güven verici olur.
  • İlkelerde görüş ayrılığı olup da görüşmelerin sürdürülmesi durumunda Boğazlarda tahkimat ve askeri önlemlerin alınmasından kaçınılmasını isteriz.
  • Ateşkes antlaşmasından sonra bile, İstanbul ve Çanakkale’de İngilizlerin bulunması kabul edilemez.

    6 Ekim tarihli toplantıda Harrington Hükümetinden talimat alamadığını bildirdi. Buna karşılık İtalyan temsilcisi Mombelli Hükümetinin Türkiye’nin görüşlerini kabul ettiğini açıkladı.
    General Harrington’un Türk teklifleri karşısında direnmesi Ankara’da tepkilere neden oluyordu. 6 Ekim 1922’de İsmet Paşa, Atatürk’ten iki talimat aldı. Bunlardan birincisinde Yunan askerlerinin çekileceği Trakya’nın bize teslim edilmesinin şart olduğu, buna karşılık barış yapılıncaya kadar Trakya’ya asayiş ve inzibat kuvvetlerinden başka birlik geçirmeyeceğimizi bildirilmekte ve “Bugün 14.30’da toplanacak konferansta belirtilen esaslar taraflarca ilke olarak kabul edilmediği takdirde daha sonra sürdürülecek görüşmeler sırasında askeri harekatımızın durdurulması telafi edilemeyecek sakıncalar doğuracağından, harekatın durdurulmasına ilişkin yetkiniz 6 Ekim saat 18.00’den itibaren kaldırılmıştır.” denilmekteydi

    İkinci talimatta ise “Trakya’nın İzmir’de belirlediğimiz esaslar çerçevesinde TBMM Hükümetine geri verilmesi kabul edilmediği takdirde, 6/7 Temmuzda derhal İstanbul üzerine harekete geçiniz” ifadeleri yer almaktaydı. Bu talimatta ayrıca, “Müzakereler olumsuz sonuçlandığı takdirde Trakya’daki düşmanı takip için İstanbul ve Çanakkale üzerinden harekete geçecek kıtalarımızla İngiliz kıtaları arasında herhangi bir yanlış anlamaya meydan bırakmamak için gerekli önlemlerin alınmasını istediğimiz bildirilmelidir.” denilmekteydi.
    ,
    General Harrington, Dışişleri Bakanı Lord Curzon Paris’e gittiği için Hükümetiyle iletişim kuramadığını bildirerek toplantının ertesi güne bırakılmasını istedi. 9 Ekim’e kadar toplantı olmadı. Atatürk antlaşmanın gecikmeden imzalanmasını istiyordu. O gün Harrington Mudanya’ya geldi. Hükümetinden talimat aldığını bildirerek şunları söyledi: “İtilaf devletleri Hükümetleri Doğu Trakya’yı size bırakıyorlar. Meriç’in batısındaki Karaağaç da size verilecektir. Askerlerimiz barıştan sonra İstanbul’u terk edeceklerdir. 45 gün içinde yönetiminiz Trakya’ya yerleşmiş olacaktır. Trakya’da bulunduracağınız Jandarmanın sayısını birlikte saptayacağız. 

İsmet Paşa İngiliz generalinin verdiği antlaşma metnini dikkatle inceledi. Sözlü olarak söylenen bazı hususların yazılı metinde yer almadığını, örneğin Karaağaç’ın Türklere verileceğinin yazılmadığını gördü. Trakya’nın bize teslimi için belirttiğimiz süre 30 günden 45 güne çıkartılmıştı. Maddeler üzerinde uzun görüşmelerde bulunuldu.. Metinde kimi düzeltmeler yapıldı. Tahliye için önerdikleri 45 günlük süre indirildi. Bütün Trakya 30 gün içinde Türklere teslim edilecekti. Trakya’ya 8.000 Jandarma geçirmemiz kabul edildi. İstanbul ve Çanakkale bölgelerindeki askerlerimiz bulundukları yerde kalacaklardı.

Mütareke 11 Ekim 1922 sabahı imzalandı. Yunanlar bu metni imzalamaya yetkili olmadıklarını belirtmişlerdi. General Harrington İsmet Paşa’ya bunda bir sakınca olmadığını, Yunanlar imzalamasa bile antlaşmanın yürürlüğe gireceğini söyledi. Bu ifadeler Yunanistan’ın Anadolu’da yürüttüğü savaşta esas söz sahibinin İngiltere olduğunu göstermekteydi.

Ateşkes antlaşması Türkiye’nin istemleri doğrultusunda tek bir mermi bile atılmadan kabul edilmişti. Trakya’nın Yunanlar tarafından boşaltılması gibi konular Mudanya’da kararlaştırılmadığı takdirde, esas Barış Konferansında bu gibi sorunlar gündemin önemli bir bölümünü kapsayacak ve dikkatler bizim esas olarak görüşülüp karara bağlanmasını istediğimiz konular yerine Mudanya’da ihtilaflı kalan sorunlara çekilecekti. Böylece bu sakınca ortadan kaldırılmış oldu.

Mudanya Mütarekesi bütün bu nedenlerle Türkiye açısından büyük bir diplomatik başarı oldu ve Barış Konferansının yolunu açtı. Artık Boğazlarda kalacak olan yalnızca İngiltere’ydi. Zira İtalyanlar daha önce Anadolu’nun tamamından çekilmişler, Fransızlar da Mudanya Antlaşmasından önce Çanakkale’yi terk etmişlerdi. Atatürk’ün önderliğinde Türkiye’nin verdiği mücadele yalnız Yunanistan’ı Türk topraklarından atmakla kalmamış, İngiltere’deki devlet yönetiminde kalıcı sonuçlar verecek bir depreme yol açmıştı.

Lloyd George Başbakanlıktan istifa etmek zorunda kaldı. 

İngiltere hükümetinde yer alan Muhafazakar Parti, 19 Ekim 1922’de Carlton Club bildirgesiyle  hükümetten ayrıldı. İngiliz hükümeti düştü. Austen Chamberlain Parti Başkanlığından çekildi. Lloyd George da, Liberal Parti de bir daha iktidara gelemedi. Muhafazakar Parti’den Bonar Law Başbakan olarak hükümeti kurmakla görevlendirildi. Law, The Times gazetesine gönderdiği bir mektupta, “İngiltere İtilaf devletlerinin yardımı olmadan salt kendi ulusal çıkarlarını koruyabilir… Tek başımıza dünyanın jandarması rolünü oynayamayız dedi. Bu İngiltere’nin tarihinde dönüm noktası olacak yeni bir yaklaşımı yansıtıyordu. Artık İngiltere, uluslararası ilişkilerde tek başına ağırlık sahibi olamayacaktı.

Lloyd George’un Türk Kurtuluş Savaşından sonra yaptığı bir konuşmada Atatürk ile ilgili olarak şu sözleri söylediği yabancı kaynaklarda yer almaktadır:

  • “İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor.
  • Şu talihsizliğimize bakın ki, böyle bir dahi Küçük Asya’da karşımıza çıktı.
  • Hem de bize karşı! Elden ne gelebilirdi ki?[1]

Mudanya Mütarekesinden sonra Atatürk yakın arkadaşlarıyla beraber Bursa’ya geldi. Orada General Refet Bele’yi Ankara Hükümeti’nin İstanbul Temsilciliğine ve Trakya’daki Türk birliklerinin komutanlığına atadı. İsmet Paşa’yı da Lozan Konferansında Türk Heyeti Başkanlığına atama kararını orada kesinleştirdi. Bunun için İsmet Paşa’nın Dışişleri Bakanlığına atanması gerekiyordu. Atatürk o görevde bulunan Yusuf Kemal Tengirşek’e, bu görevi İsmet Paşa’ya devretmesini rica etti. İtilaf devletleri 13 Kasım’da Lozan’da başlayacak Barış Konferansı için davette bulundular.

Lozan müzakerelerinde İsmet Paşa her vesileyle Mudanya’da sağladığımız sonuçları dile getiriyor, buna karşılık Konferansa başkanlık eden İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon ise “Siz Mudanya’dan geldiniz ama biz Mondros’tan geldik. Siz Yunanları yendiniz ama İtilaf Devletlerini yenemediniz..” diyordu. Oysa Atatürk, Kurtuluş Savaşının İngiltere’nin liderliğindeki emperyalist ülkelere karşı yapıldığını ancak Yunanistan’la savaşıldığının söylendiğini” vurgulamıştır. Gerçekten Mudanya’da Yunan delegesinin masaya bile oturamaması, gerçek durumu ortaya koymuştu. Türkiye’nin masadaki muhatabı İtilaf devletleriydi ve Kurtuluş Savaşı gerçekte o devletlere karşı yapılmış, Yunan kuvvetleri 1919 Paris zirve toplantısında İtilaf devletlerince Türkiye’ye saldırmaya yönlendirilmişti ve Lozan’da Venizelos da bu gerçeği İsmet Paşa’ya açıkça söylemişti.

İşin esası Mudanya Mütarekesi bir ateşkes antlaşmasının boyutunu çok aşan ve Lozan Barış Antlaşmasının zeminini hazırlayan bir antlaşmaydı ve Atatürk’ün liderliğindeki Türkiye, Mudanya ve Lozan’da peş peşe iki siyasal zafer kazanmıştı. Bu diplomasi zaferlerinde İsmet Paşa’nın rolü büyüktü.

Bütün bunlar, Mudanya Belediyesi’nin Mudanya Barış Yolu Ödülü koymasının ve bu yıl bu ödülün Mudanya Mütarekesinin 100. yılı vesilesiyle Atatürk’ün en yakın arkadaşı İsmet İnönü’ nün kızı ve İnönü Vakfının kurucu başkanı çok değerli Özden Toker’e verilmesinin ne denli doğru olduğunu gösteriyor. Hem Mudanya Belediyesini hem de değerli dostumuz Özden İnönü’yü bu vesileyle içtenlikle kutluyorum.

Kuruluşunun 80. yılında yaşayan efsane: Köy Enstitüleri

Kuruluşunun 80. yılında yaşayan efsane: Köy Enstitüleri

Ayşe Gülsün Bilgehan kimdir? - Yeni Akit Gazetesi

Gülsün Bilgehan
İnönü Vakfı Başkan Yardımcısı
18 Nisan 2020, Cumhuriyet

2020 yılında koronavirüs salgını dünyaya ilim ve bilime olan gereksinimin önemini tekrar hatırlattı. Her şeyi yeniden düşünüp geçmişten ders almanın tam zamanı.

Bundan tam bir yıl önce, Köy Enstitülerinin kuruluşunun 79. yıldönümü etkinliği, eğitimci-müfettiş Mehmet Ayhan’ın girişimi ile Pembe Köşk’te yapıldı.

“Atomu parçalamaktan zor olan halkın aydınlatılmasını ve geliştirilmesini amaçlayan bu kurumların yaşama geçirilmesinde, eğitime, sanata yönelik tutum ve davranışıyla 1. derecede yetkili ve etkili 2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün bıraktığı canlı kültür ortamında, yaşadığı evde ve piyanosu başında, ona saygı ve şükranlarımızı sunmak içindir” diye açıklamıştı günün programını Ayhan. 80. yılda buluşmak üzere sözleşirken, dünyayı kasıp kavuracak bir virüsün tüm yaşamları vuracağını kimse bilmiyordu.

Halk imecesi katkısı

1939 yılının son günlerinde, Türkiye yine büyük bir doğal felaket yaşamıştı. Erzincan depreminde 16 bin can kaybı vardı. Diğer yandan dünya yeni bir büyük savaşın içine girmişti. 17 Nisan 1940 Çarşamba günü, 429 kişilik TBMM’den 287 milletvekilinin oyları ile kabul edilen 3803 sayılı Köy Enstitüleri yasası bu zor koşullarda hazırlanmıştı.

Atatürk’ün direktifleri ile köylere hizmet götürmek için 1936’da başlatılan Köy Enstitüleri hareketi, ülkenin o günkü gerçeklerinden ve gereksinmelerinden yola çıkılarak, kendi yönetici ve eğitimcilerimizce, öğretmen öğrenci katılımı ve halk imecesi katkısıyla, kalkınmayı ve demokratikleşmeyi destekleyici yerli bir eğitim düzenlemesiydi. Yasa tasarısı İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in gayretleriyle hazırlanmış, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün büyük desteği ile güç kazanmıştı. Tonguç, “O’nun konuyu benimsemesi, desteklemesi, siyasal ağırlığını koyması, tarihsel bir önem taşıyordu. Bu olmadan Köy Enstitülerini, ilköğretim atılımını gerçekleştirmek söz konusu olamazdı.” diyordu. Erdal İnönü, “babasının Köy Enstitüsü raporunu günlerce yanında taşıdığını, tekrar tekrar incelediğini” anlatacaktı.

‘Kamuoyunda bir değer’

“İyi niyetli, maksadı belli olan bir eğitim yasasına kimsenin karşı çıkmayacağını sanmıştım. Ama akşam sofrada Yücel’den duyduk ki bazı milletvekilleri yasanın uygulama planına itirazlar yöneltmişler. Bu eleştirileri değerlendirirken Yücel’in de babamın da vardıkları ortak kanı, bu itirazları yapanların aslında büyük bir vatandaş kitlesinin okumasını, aydınlanmasını istemedikleri şeklinde idi. ‘Asıl engel yine aydınlardan geliyor’ demişti babam ve ben bu söze çok şaşırmıştım. ‘Aydın olur da halkının iyiliğini istemez mi?’ diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum. Sonradan çıkar çatışmalarının çeşitli etkilerini gördükçe bu şaşkınlığım geçti ve eğitimcilerimizin hangi zorluklarla karşı karşıya olduğunu daha iyi anladım” diye yazacaktı yıllar sonra anılarında.

İnönü, tarihten edindiği deneyimlerle, sürecin ne kadar acil olduğunu görüyordu. İki yıl sonra Tonguç’a: “Köy Enstitülerinin sayısı neden 25’e kadar çıkarılıp orada kalacak?” diye sordu. “Enstitü sayısını 60’a çıkarmak gereklidir. Buralarda bir kısım öğrenciler tarımcı olarak yetiştirilmelidir. Para sorunu diye bir şey ileri sürme” dedi ve en çok önem verdiği konuyu belirtti: “Köy kızlarını, köy kadınını işte bu feci durumdan kurtarmak için haysiyetli insanlar olarak yetiştirmemiz lazım. Bu kızları çok tutacağız gerekirse. Cumhuriyet kızları gibi özel bir ad vererek onları kamuoyunda bir değer durumuna sokmaya çalışacağız.”

‘Bir iz, bir söz’

Cumhurbaşkanı İnönü, özellikle Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne eşi Mevhibe Hanım ve kızı Özden’le birlikte gidiyordu. “İnönü’nün konukluğu, Enstitülere büyük bir zenginlik katar, gittiği her Enstitüde bir iz, bir söz bırakırdı. Bu zengin görünümün bir yanı, devletçe bize önem verildiğini yansıtan bir güven yaratmasıydı. Bunu duyumsamak biz öğrencilerin yurt ve ulus sevgimizi kamçılar, gururlanırdık” diye anlatıyor Aksu ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunu Pakize Türkoğlu. “O yıllarda gerek İnönü’nün, gerek öteki büyük adamların eşlerinin hali tavrı da başkaydı. Bu bizim çok ilgimizi çekerdi kız öğrenciler olarak. Giyim kuşamlarında bile başkalık vardı. Devlet büyüğü eşi olduklarını yansıtan bir tavır içinde olurlar, şapkalarıyla, taranmış açık başlarıyla eşlerinin yanında saygıyla yer alırlardı.

Özellikle Mevhibe Hanım, modernlikle kendi kültürümüzün bireşimini kişiliğinde olduğu kadar, giyim kuşamıyla da yansıtan bir örnekti. Eğitmenler, öğretmenler, öğrenciler enstitülerde canla başla, şevkle çalışıyorlardı. O günleri unutmadılar: “Genç, yaşlı, kadın ve erkek profesörlerin, doçentlerin, ses telleri kıymetli şan ustalarının, piyanistlerin, tiyatrocuların, bilim kültür ve sanat insanlarının, değerli eğitimcilerin, karda kışta, Hasanoğlan kırına nasıl koştuklarını hâlâ konuşuruz arkadaşlarımızla.” Hasan Âli Yücel, Cumhuriyet tarihinin görevde en uzun süre kalan Milli Eğitim Bakanı oldu (1938-1946). İsmail Hakkı Tonguç, 11 yıl boyunca bütün Türkiye’yi gezdi.

En büyük pişmanlığının, İnönü’nün enstitülerin çoğaltılması ve tarımcı yetiştirilmesi konusundaki beklentisini karşılayamamak olduğunu söyleyecekti: “Bir süre sonra, Yücel’le birlikte, İnönü’ye işin ne yazık ki olamayacağını bildirmek zorunda kaldık. İnönü’nün yanıtını yaşamım boyunca unutmadım: İleride çok pişman olacaksınız. Savaştan sonra bu işlerin hiçbirini bize yaptırmayacaklardır. En önemli olanağı kaçırıyorsunuz!”

İlk kurban Köy Enstitüleri

Sıcak savaş bitmiş, Soğuk Savaş başlamıştı. CHP içindeki fikir ayrılıkları özellikle Toprak Reformu görüşmelerinde belirginleşmişti. Bu sıralarda Stalin liderliğindeki Sovyet Rusya’nın Boğazlar üzerinde egemenlik hakkı istemesi ve doğu sınırımızdan toprak talepleri eğitim çabalarının sürdürülebilmesi için gerekli ortamı değiştirmişti. Erdal İnönü’ye göre: “Köy okullarının yapımında köylülerin bazı yerlerde zorla çalıştırılmış olmaları, Köy Enstitülerinde verilen kültürün evrensel ve hümanist karakterinin yadırganması, solculuk hatta komünistlik suçlamaları, hepsi bir araya gelince çok partili rejimin ilk kurbanlarından biri Köy Enstitüleri oldu.”

Ders alma zamanı

İsmet İnönü de, yıllar sonra, gazeteci Mustafa Ekmekçi’ye, “Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve sevgilisi” diye nitelediği Köy Enstitüleri konusunda şunları söylemişti: “Ben Köy Enstitüsü düşününe inanmışımdır. İnanmış bir insan, sonuna kadar bunu yürütür; idealizmde, felsefede bu böyledir ama ben politikacıyım, uygulayıcıyım. Ben gücüme göre, gücümün var olduğu yerde, gücümü gösterebilirim. Ben dâhi değilim, gücümle, deneyimimle, ülke çıkarlarını en üst düzeyde tutarak sorunlara çözüm bulurum.

Köy Enstitüsü konusu da böyle olmuştur. Benim gücüm o zaman nereden geliyordu? Partiden, parti meclis grubundan. Bu konuda, tüm organlarda gücümü yitirmiştim. Ordunun üst kademesinde de huzursuzluk başlamış, onun için bir süre, bu konuda en çok saldırıya uğrayan, Yücel’le Tonguç’u, onların da gönlünü alarak, bir süre için bu şimşekleri bu olay üzerinden uzaklaştırmak istedim. Fakat sonradan demokratik hareketler de başlatılınca, olaylar öyle gelişti ki, kendi akımında yürüdü ve bir an geldi ki artık Köy Enstitülerini eski gücüyle, eski ruhuyla sürdürmek olanakları benim elimden çıktı. Bugün, şimdi yeniden bu kurumları, daha gelişmiş, aradan geçen zaman içinde, daha bugüne uygun bir biçimde kurmak için hep birlikte çalışacağız.” Kim bilir, belki de o gün gelmiştir!

  • 2020 yılında koronavirüs salgını dünyaya ilim ve bilime olan gereksinimin önemini tekrar hatırlattı.
  • Her şeyi yeniden düşünüp geçmişten ders almanın tam zamanı.

14 Nisan 2019; Sn. Alev Coşkun’un “Asker İnönü” kitabı

14 Nisan 2019; Sn. Alev Coşkun’un
Asker İnönü” kitabı


Değerli Dostlarımız,

Yakın tarihimiz hakkında merak edilen bütün soruların cevabını gerçekçi bir şekilde açığa çıkaran değerli Araştırmacı-Yazar, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Alev Coşkun‘dan, bugünlerde çok dikkat çeken “Asker İnönü kitabını bizimle paylaşmasını rica ettik.

Kendisi bizi kırmadı.

Sizlerle birlikte,  14 Nisan 2019 Pazar günü saat 16.00’da,
Pembe Köşk’te onu dinlemekten mutlu olacağız.

Saygılarımızla,

Özden TOKER
İnönü Vakfı Başkanı

Yer: Pembe Köşk, Şehit Ersan Cd. No:14 Çankaya-ANKARA
Tel: 0 312 428 18 41
Eposta: inonuvakfi@ismetinonu.org.tr 

asker inönü kitabı ile ilgili görsel sonucu

İNÖNÜ VAKFI : Lozan Barış Antlaşması’nın 95. Yıldönümü

İNÖNÜ VAKFI’ndan ÇAĞRI

Lozan Barış Antlaşması’nın 95. Yıldönümü Hakkında

 

Lozan Barış Antlaşması’nın 95. Yıldönümü nedeniyle, 24 Temmuz 2018 Salı  günü İnönü Vakfı, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği  ve Adalar Belediyesi’nce saat: 15.00’de Heybeliada İnönü Müze Evi’nde

  • “Lozan Barış Konferansı ve Antlaşması’nın 95. Yıldönümü”

konulu toplantı düzenlenecektir. Konuşmacı olarak TBMM Önceki Başkanlarından ve Dışişleri Önceki Bakanlarından Sayın Hikmet Çetin katılacaktır. Konusu:

  • Hikmet Çetin : “Lozan ve İsmet İnönü’den Anılar”.

Davetiyesi ekte bilgilerinize sunulmuştur.

Saygılarımızla,

İnönü Vakfı

PROGRAM:

24 Temmuz 2018 Salı

“Lozan Barış Konferansı ve Antlaşması’nın 95. Yıldönümü”

15.00 Açılış, Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı

15.10 Açılış Konuşmaları:

          Özden Toker – İnönü Vakfı Başkanı

          Prof.Dr.Aysel Çelikel – ÇYDD  Genel Başkanı

          Atilla Aytaç – Adalar Belediye Başkanı

15.30 Konuşmacı: Hikmet Çetin – TBMM Önceki Başkanlarından ve Dışişleri Önceki Bakanlarından

         Konusu: “Lozan ve İsmet İnönü’den Anılar”

16.00 İkram

 Keman Dinletisi –  İpek METİN

Yer: İnönü Evi Müzesi, Refah Şehitleri Cd. No:67 Heybeliada-İSTANBUL
Tel: 0 216 351 84 49
İnönü Vakfı Tel: 0 312 428 18 41 – 427 15 26
www.ismetinonu.org.tr 

Ahmet Taner Kışlalı’yı ve Cumhuriyet’i anmak

Ahmet Taner Kışlalı’yı ve
Cumhuriyet‘i anmak

portresi_resmiEmre KONGAR
Cumhuriyet
, 21.10.2016

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Bir yandan Başkanlık Rejimi atılımı, öte yandan Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet değerlerine karşı sistematik bir yıpratma kampanyası: Türkiye Cumhuriyeti ciddi bir saldırı altında!
                                                             ***
Cumhuriyet değerleri denince akla gelen isimlerin başında yer alır Ahmet Taner Kışlalı!
Nitekim Türkiye Cumhuriyeti’ni geriye götürmek isteyen faşist katiller tarafından Cumhuriyetçi, Demokrat, Atatürkçü kimliğinden dolayı öldürülmüştür! 
Atatürkçü Düşünce Derneği, sevgili dostum Aziz Kışlalı’yı katledilişinin 17. yılında anıyor: Bugün saat 09:30 da, Çayyolu’nda Engürü Sitesi’ndeki evinin önünde toplanılarak mezarına gidilecek. Saat 18:00’de de Çankaya Belediyesi Çayyolu Ek Hizmet Binası Toplantı Salonu’nda da bir panel ve bir dinleti var. Panele Uluç Gürkan (Gazeteci-Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Bşk. Yrd.) ve Işık Kansu (Cumhuriyet Gazetesi yazarı) katılıyor; dinletinin sanatçıları ise soprano, Damla Kışlalı ve piyanoda, Melahat İsmayilovaAtatürkçü Düşünce Derneği’ni bu anlamlı anma töreni için kutluyorum.
                                                            ***
Ankara valisinin toplantıları yasaklamasına karşın kutlanacak olan Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla “Pembe Köşk” olarak bilinen İSMET İNÖNÜ EVİ, 29 Ekim – 4 Aralık 2016 tarihleri arasında her gün saat 10:00-12:00 ve 13:00-17:00 arasında okullara ve halkın ziyaretine ücretsiz olarak açılıyor. Pembe Köşk’te yılda iki kez yapılan sergilerde hep güncel konular seçiliyor. Bu yıl da, Türk Eğitim Sistemine yapılan saldırıların güncelleştirdiği eğitim sorunlarımız dolayısıyla Kurtuluş Savaşı döneminde başlayan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında devam eden eğitim çalışmaları ele alınmış. Açılan sergi “Genç Cumhuriyetin Eğitim Mucizesi” adını taşıyor. Bir de çok çok önemli bir konuşmacı var:
Bu mucizeyi bizzat kendi yaşamış, hocaların hocası, benim de hocam olan, Prof. Dr. Nermin Abadan-Unat 27 Ekim Perşembe günü saat 17:00’de “Cumhuriyet Eğitim Politikasının Atılımları” konulu bir konferans verecek. Bu etkinlikler için, Başkan Özden Toker’in şahsında İnönü Vakfı’nı kutluyorum.
                                                            ***
Keşke Ankara’da olabilseydim ve hem Ahmet Taner Kışlalı’yı anma törenlerine, hem de Nermin Abadan Unat’ın konferansına katılabilseydim… Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, insanlık çizgisinde, tarih önünde, haklı ve doğru olduğu için, Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyeti ve Demokrasiyi kimse çağdaşlık yolundan geri çeviremeyecek!
==================================
Dostlar,

Üstadımız Sn. Prof. Dr. Emre Kongar, bu yazısıyla bizim de duygu ve düşüncelerimizi aktarmış. 21 Ekim günleri, yakın dostumuz – dava arkadaşımız sevgili Ahmet Taner Kışlalı’nın acısı içimizi kaplar..

ahmet_taner_kislali_portresi_gul_ile

Her şeye karşın, bu topraklarda ve Dünya coğrafyasında İNSANIN İNSANLAŞMASI = AYINLANMA savaşımı durdurulamayacak.. İnsan aklı giderek gelişecek ve özgürleşecek. Bilimsel akılcılığı şaşmaz ana pusula yapacak kendisine. Temel İnsan Hak ve Özgürlükleri giderek genişletilecek. İnsanlık onuru, emperyalistleşen vahşi – kumarhane kapitalizmini tarihin çöplüğüne atacak.

Büyük ATATÜRK‘ün kaydettiği üzere;

  • ..Emperyalizm ve sömürgecilik yeryüzünden silinecek, tüm dünya insanlarının bir arada ve kardeşçesine yaşadığı bir tatlı dünya düşü gerçekleştirilecektir..Karanlıkların yarasaları olsa olsa bu determinisitk gidişi yer yer geciktirebilirler, hepsi bu denli! Ancak bu aşamaların daha hızlı ve daha az bedelle geçirilebilmesi için AYDIN SORUMLULUĞU ve öncülüğü evrensel bir yüküm olarak omuzlarımızda, tüm hücrelerimizde.

    Sevgi ve saygı ile. 21 Ekim 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com
    ============================

    Dostlar,,

    Kavruk yüreğimizle bu yazıyı 1 yıl sonra aynen yayınlıyoruz bir kez daha…

    Sevgi ve saygı ile. 21 Ekim 2017, Ankara

  • Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com 

Pembe Köşk ziyarete açılıyor..

Pembe Köşk ziyarete açılıyor..


Değerli Dostlarımız, 

“29 Ekim Cumhuriyet Bayramı” nedeniyle, Pembe Köşk olarak bilinen  İSMET İNÖNÜ EVİ,  29 Ekim – 04 Aralık 2016 arasında her gün saat 10.00-12.00 ve 13.00-17.00 arasında okullarımızın ve halkımızın ziyaretine ücretsiz olarak açılacaktır.

Pembe Köşk’te yılda iki kez açılan sergilerde hep güncel konuları seçmeye özen gösteriyoruz.

Bu yıl Türk Eğitim Sistemi  üzerinde yeni projeler hazırlanırken İnönü Vakfı olarak Kurtuluş Savaşı döneminde başlayan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında devam eden eğitim çalışmaları üzerinde odaklandık.

 “Genç Cumhuriyetin Eğitim Mucizesi” konulu sergide belge, bilgi,  fotoğraf ve objeleri (AS: nesneleri) sizlerle paylaşmak istiyoruz. 

Bu mucizeyi bizzat kendi yaşamış, hocaların hocası, siyaset bilimcisi, Prof.Dr. Sayın Nermin Abadan Unat’tan rica ettik. 

Kendisi, 27 Ekim Perşembe günü saat 17.00’de “Cumhuriyet Eğitim Politikasının Atılımları” konulu bir konuşma yapmayı kabul etti. Sizleri aramızda görmekten mutlu olacağız.                    

Saygılarımızla,

Özden TOKER İNÖNÜ
İnönü Vakfı Başkanı           

PROGRAM                 :

27 Ekim 2016  Perşembe Saat:17.00
Prof.Dr.Nermin Abadan Unat – Siyaset Bilimcisi
“Cumhuriyet Eğitim Politikasının Atılımları”
Yer: Pembe Köşk, Şehit Ersan Cd. No:14 Çankaya-ANKARA
========================================
Dostlar,

Ülkemizin 2. Cumhurbaşkanı, uzun yıllar Başbakanı, Büyük ATATÜRK‘ün en kadim dava ve silah arkadaşı, Lozan Kahramanı…. son nefesine dek Türkiye’yi koruyup kollayan merhum İsmet İNÖNÜ‘yü 43 yıldır (25 Aralık 1973’ten bu güne) ölçüsüz bir şükran ve özlemle anıyoruz.

ataturk-inonu

 

O’nun çok değerli ailesini saygı ile selamlıyoruz. Emeklerine teşekkür ediyoruz.

 

 

pembe_kosk

İsmet İNÖNÜ’nün büyük kızı, İnönü Vakfı Başkanı sayın Özden TOKER’den “İNÖNÜ” soyadını da kullanmasını bir kez daha rica ediyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
18 Ekim 2016, Ankara

 

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

CUMHURİYET’İN 4. KUŞAĞI PEMBE KÖŞK’TE!



CUMHURİYET’İN 4. KUŞAĞI PEMBE KÖŞK’TE!

Değerli dostlarımız,

14 Mayıs 2016 Cumartesi günü saat 17.00’de Pembe Köşk’te gazeteci Zeynep Bilgehan’la gerçekleştireceğimiz söyleşiye hepinizi bekliyoruz.

İnönü ailesinin genç üyelerinden Sayın Bilgehan’la sohbetimizde Cumhuriyet değerlerine
ışık tutacağız.

Katılımınızı bekler, saygılarımızı sunarız .

İNÖNÜ VAKFI
www.ismetinonu.org.tr

Şehit Ersan Cd. No:14 Çankaya-ANKARA
Tel : 0 312 428 18 41
Faks : 0 312 427 15 26
Çankaya, Pembe Köşk, 06690 Çankaya/Ankara haritası

=========================================

Dostlar,

Cumhuriyetimizin öncü kadrosunda Büyük ATATÜRK‘ten sonra “2. Adam”,
Mustafa Kemal Paşa’nın kadim dava ve silah arkadaşı, Lozan Başdelegesi, 2. Cumhurbaşkanı, Başbakan…. İsmet İNÖNÜ‘ün kızı Özden Toker-İnönü’nün kızı Gülsüm Bilgehan’ın kızı
yani İsmet Paşa’nın torununun kızı Sevgili Zeynep Bilgehan’ı dinlemek çok keyifli olacak..

Not : Çok sade olan çağrıya görselleri, Pembe Köşk’ün adresini biz ekledik..

İnönü ailesine saygı ve dostlukla..

Sevgi ve saygı ile.
10 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İsmet İnönü’nün RTE Öngörüsü

 

İsmet İnönü’nün RTE Öngörüsü

İsmet İnönü’yü 25 Aralık Perşembe günü ölümünün 41. yılı dolayısıyla anacağız.

Rejimin ve devlet kurumlarının hoyrat ellerde yıpratıldığı bir dönem yaşanıyor. İsmet Paşa’nın uzun devlet ve siyaset yaşamından, söylev ve demeçlerinden, anılarından çıkartılması gereken dersler var.

CHP arşivlerinden de yararlanan Mustafa Bilgehan, bir süre önce
“Tanıkların Anılarıyla – Sözler ve Dersler” adıyla bir İsmet İnönü kitabı yazdı. Tanıkların çoğu Paşa’nın birlikte siyaset yaptığı sağdan ve soldan önemli siyaset adamları…
Ne yazık ki çoğu artık aramızda değil.
Çok şükür sağlık ve afiyet içinde yaşamını sürdürenler de var.
Örneğin, TBMM’nin “efsanevi” başkanlarından ve bir dönem merkez sağın öncü liderlerinden Ferruh Bozbeyli.
Bilgehan’ın kitabında Bozbeyli anlatıyor:

“İsmet Paşa bir gün bana, ‘Hadi genç başkan beni eleştir!’ dedi. O zaman ben de dedim ki, ‘Paşam, sizi 1944’ten beri takip ediyorum. O zamandan beri siz hiç sol tehlikeden söz etmediniz. Hep sağ tehlike dediniz. İşte sizin bu taraf tutuşunuz sayesinde sol öyle ilerledi ve gelişti ki!’

Paşa bunun üzerine, ‘Bu söylediğin kısmen doğrudur. Çünkü benim kafamda şöyle bir şey var. Solun en ilerisi komünizmdir. Komünistlerin bile kafasında bir devlet fikri vardı. Ama bu sağın kafasında devlet fikri yok. Bu beni ciddi kaygılandırıyor. Çünkü en önemlisi devlet fikrinin varlığıdır.’ dedi”
(İsmet İnönü: Sözler ve Dersler, sayfa 65- Doğan Kitap 2014)

İsmet Paşa bu sözleri 1960’ların ortasında, Erdoğan’ın Kasımpaşa’da sokak aralarında kısa pantolonla bez top peşinde koştuğu günlerde söylüyordu.
Öngörü devlet adamlığının en büyük özelliği.
Bugünün devlet adamları, “Sağda devlet fikri yoktur.” öngörüsü ışığında, “Barış Süreci”nin sonu için ne düşünüyor?

Her Hırsız Yolsuzdur…
CUMHURİYET.COM.TR