Etiket arşivi: içtihat kapısı

Resmi gazete mi, şeri bülten mi?

Resmi gazete mi, şeri bülten mi?

Related image

Gani Aşık
E. Müftü ve Chp Kayseri Milletvekili
Cumhuriyet, 03.01.2010

Resmi Gazete’de 18 Aralık’ta yayımlanan düzenlemeyle, faizsiz bankacılık denetçilerine dine dayalı “Etik Kurallar” getirildi. Bu “Etik Kuralların” giriş bölümünde “Muhasebe: İslam dininin farzı kifaye olarak gerekli kıldığı mesleklerden biridir.” denmektedir. İslami kaynaklarda ise farzı kifaye, “Mükelleflerden bazılarının yapmaları ile diğerlerinin yapma mecburiyeti kalmayan farzdır; cenaze namazı gibi.” diye tarif edilir. (Büyük İslam İlmihali, sf. 44, Ömer Nasuhi Bilmen). Fakat öyle sanıyorum ki, söz konusu “Etik Kurallar” düzenlemesinde “Muhasebenin farzı kifaye” olarak nitelenmesinin kaynağı, içtihat kapısını kapatarak dünya Müslümanlarını medeniyet yarışının dışında bırakan, felsefeyi boğarak, İslam dünyasındaki aydınlanmanın önünü kesen İmam Gazali’nin İhya’ı Ulum kitabı olmalıdır. Zira Gazali, söz konusu eserinde, din ilimlerine yardımcı ilimler arasında saydığı matematik eğitimini (Kaynakta İlmi Nücum deniliyor) farzı kifaye olarak niteliyor. Bu yönetmeliği kaleme alanlar da, muhasebe mesleğini matematiğin içine alarak, böyle bir yargıya ulaşmış olabilirler. Matematiğin “farz’ı kifaye” sayılması, “matematik bilgisini kimi insanların öğrenmesi, diğerlerinin öğrenmesini gereksiz kılar” anlamına gelir ki bu bile, başlı başına çağ dışı bir anlayıştır. Finans denetçiliği ya da herhangi bir kamu, ya da özel hizmette esas olan, ahlak ve liyakattir.

Ahlak İslam değildir ama ‘İslam ahlaktır’

Hz. Peygamber, “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyurur. Deist, ateist veya Hıristiyan pek çok ahlak sahibi tanıdım. Onlar, hem 5 vakit namaz kılan, hem de imar – ihale veya başka yöntemlerle yoksul halkı ve devleti, siyasi güç odakları ile birlikte soyanlardan daha düzgün ve güvenilir insanlar. İnançları veya inançsızlıkları kendilerini ilgilendirir. “Namaz kötülüklerden korur” (Ankebut, 45. Ayet.) Oysa, siyasi İslamcıların kimileri, namaz dahil ibadetleri, kötülükleri maskeleme aracı olarak görürler. İslama aykırı bu sakat anlayış, günümüz Türkiye’sinde hem toplumu kasıp kavuruyor, hem de İslamın ulviyet, kutsiyet ve ruhaniyetine büyük zararlar veriyor.

Meselenin özü

“Etik Kurallar” düzenlemesinin tümüne baktığımızda, ayetlere, hadislere ve fıkhi kaynaklara atıflar yapılıyor, ihlastan ve takvadan söz ediliyor. Bu düzenlemeyi, Sarayın malum fetvacısı veya Diyanet kaleme almış olabilir ise de bu çok önemli değildir. Kaygı verici olan, demokratik, laik, hukuk devletine ve Cumhuriyete meydan okurcasına, bu şeri yönetmeliğin Resmi Gazete’de yayımlanabilmiş olmasıdır. Sayın Cumhurbaşkanının bir süre önce 5. İslam Şurasındaki konuşmasında,

  • “İslamı hayatımızın merkezine alacağız, din bize değil, biz dine uyacağız”

ifadesinde, “bu sözleri Müslümanların bireysel yaşam ve inanç tarzı ile ilgili olarak söylüyorum – laik devletin Cumhurbaşkanı bunu da söyleyemez ama geçelim – devleti bundan ayrı tutuyorum” şeklinde çerçeveyi daraltmamasını, bu yönetmeliğin Resmi Gazetede yer bulması izledi.

  • Bu, cüretkâr bir sınama olabilir.

İktidarın ve çevresinde kümelenen tarikat, cemaat ve vakıfların Atatürk düşmanlığının nedeni, “Sultan Vahidüddin Efendimiz İngiliz zırhlısı ile kaçmış olsa da, Milli Mücadele’yi kazandıktan sonra Mustafa Kemal, niçin kendisini geri çağırıp Türkiye’nin mührünü O’na teslim etmedi” [ne kadar haklı ve mantıklı (!) istek değil mi?] gerekçesine dayanır. Laiklik düşmanlıkları ise cahilden de öteye, eçhel olmalarındandır. Muhafazakâr çevrelerin – şahsen benim de – çok takdir ettiğimiz merhum Ali Fuat BAŞGİL’in laiklik tanımına bakalım:

  • “Bu hürriyeti (din hürriyetini) hem dini, hem de siyasi taassuba karşı korumak için alınacak tedbir, bir kelime ile laikliktir (…:.), laiklik ne münkirliktir (inkârcılık) ve ne de hususiyle din düşmanlığı demektir. Sadece devlet hayatında ve amme münasebetlerinde dini kaide ve esasları ferdi vicdanlara bırakarak, sırf hayatın akışına ve münasebetlerin mantığına uymaktır.“

(A. F. BAŞGİL. Din ve Laiklik / İslam Dini Açısından Din – Devlet İlişkileri, İlahiyatçı Dr. Fahri Demir, sf. 113-14)

Son söz

Köklü devlet geleneğimizin tarihi, 5 bin yıl gerilere doğru uzanır ve kesintisiz bir nehir gibi ebediyete doğru akıp gider.

Anayasamızın güvencesi altındaki laik, demokratik ve
sosyal hukuk devleti, uğradığı tüm ihanetlere karşın
asla ortadan kaldırılamayacaktır.

Bunca İslam ülkesi içinde, kutup- yıldızı yaptığı Türkiye’ye, medeni dünyada saygınlık kazandıran bu devlet sistemimizin sağlam temelini, Osmanlının niçin yıkıldığını, bu yıkılış ve dağılmada tarikatların payının büyüklüğünü, tebaasının neden aç, sefil ve cahil kaldığını, sağlık, eğitim-kültür ve sanayileşmede neden çağı yakalayamadığını çok iyi bilen, başta Atatürk, Cumhuriyet’in kurucusu Osmanlı subayları atmıştır. Bu büyük devletin gerçek sahibi halk da, devletin bizatihi kendisi de yıkılmasına asla izin vermeyecektir. Türkiye’yi İran, Afganistan, Pakistan ve Arabistan yapacaklarını ve Türkü Araplaştırabileceklerini sanan gaflet, dalalet ve ihanet erbabının düş kırıklığı büyük olacaktır.

Emine Bulut’un Katli ve Eğitimde Kadın Düşmanlığı

Emine Bulut’un Katli ve
Eğitimde Kadın Düşmanlığı

Mustafa Solak
Tarihçi

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Emine Bulut’un eski eşi tarafından, çocuğunun önünde öldürülmesi toplumda haklı olarak derin bir infial yarattı. Kırıkkale Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, saldırıya tanık olan çocuğu psikologun gözetimine almışlar.

Her kadına yönelik saldırı ve cinayet sonrası ilgili kurumlar bu tür rehabilite edici yöntemlere başvuruyor ama sorunun köklü çözümü eğitimde. Küçük yaştan başlayarak kadın-erkek eşitliğinin içselleştirilmesinin sağlanması gerekir. Dolayısıyla sorunun kaynağına inmeden olumsuz davranış başa geldikten sonra çözüm arayışları gerçekçi değildir.

Kadına yönelik şiddet ve erken yaşta evlilik arttı, kadınların okullaşma ve istihdam oranları azaldı. Dünya Ekonomik Forumu Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na göre, Türkiye’nin cinsiyet eşitliğinde 144 ülke arasında 131. sıradadır. Son 14 yılda kadına yönelik şiddet 4 kat, % 392 artmış, genç kadın işsizliği % 23’e yükselmiş, kadınların istihdama katılımı ise %29-31 ile sınırlı kalmıştır. Son 10 yılda 500 bin kız çocuğu evlendirilmiş, son 6 yılda
142 298 kız çocuğu da erken yaşta doğum yapmıştır.

Eğitimde ise durum vahim ötesi. Değişen müfredata dayalı yazılan ders kitaplarıyla kadının durumu daha geriye götürülüyor. Kadına şiddetin kaynaklarını belirlemek durumundayız. Bunlardan biri de MEB ders kitapları.

Müfredat ve MEB ders kitaplarında da eşitlik ve kadın hakları konusunda geriye gidildi. Kimi ders kitaplarındaki metin ve görsellerde, kadın çalışma yaşamından çok evde gösterildi, ev kadını ve anne olarak betimlendi. Kitaplarda kadınlarla ilgili şu anlatımlar yer almaktadır:

  • Kölelik ve cariyelik,
  • Cariyenin kendi sahibesini doğurması kıyamet belirtisi sayılıyor,
  • Kadın evlenmesinde denklik ölçütü aranıyor,
  • Erkek, kadınlar akraba değilse 1’den çok kadınla evlenebilir,
  • Boşama yetkisi kocaya ait,
  • Boşama için kocanın mahkemeye gitmesine gerek yok, “boş ol” demesi yeterli,
  • Anneleri ile zifafa girilmeyen üvey kızlarla evlenilebilir,
  • Miras payı Medeni Yasa’ya değil ayete göre düzenlendi,
  • Kadının “açmasına izin verilen avreti; yüzü, bilekleriyle birlikte elleridir”,
  • Elbise, karşı cinsin dikkatini çekmemeliymiş,
  • Nafaka varken mehir düzenlendi,
  • Kadına bakmak haram,
  • Mezheplere göre avret yeri farklılığı,
  • Kürtaj “cinayettir” yaklaşımı,
  • Estetik yasak,
  • Tekfir eden (dinden çıkan) erkekse Müslüman bir kadınla evlenemez,
  • Dinini ve ahlakını beğendiğiniz dünürün oğluna kızınızı vermezseniz yeryüzünde fitne ve bozgunculuk olurmuş,
  • Tarih yazıcılığında kadının rolü çıkarıldı,
  • Kadın, eşinin sevmediği kimseleri evinize sokmamalı ve hoşlanmadığı kimselerle konuşmamalı imiş.
  1. sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabında “Din ve Aile” başlığında evliliğin önemi, içinde köle ve cariyenin de geçtiği Nur Suresi 32. ayetle anlatılıyor. Kitapta diyor ki:

“Kuran’da ‘Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanlarla evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.’ ayetiyle evlilik teşvik edilir.”[1]

MEB burada kölelik ve cariyeliği onaylamamakta ama yalnızca ayeti mi aktarmaktadır; yoksa kölelik ve cariyeliği olağan mı görmektedir?

Cariyenin kendi sahibesini doğurması kıyamet alametiymiş. Anadolu İmam Hatip Liseleri “Akaid” ders kitabında Peygamberin “cariyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir”[2] hadisinden söz edilmektedir.

  1. sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabında nikahta velinin söz sahibi olmasına yönelik “velayet” sözcüğü şöyle açıklanmaktadır:

“Evlenmede velinin söz sahibi olması (velâyet). Kadının velisi; babası, dedesi, abisi vs. olabilir. Evlilik her ne kadar bir erkek ve bir kadın arasında olsa da kadın ve erkeğin ailesini de etkilediğinden İslam hukukçuları özellikle kadının ailesinin nikâha müdahil olabileceğini söylemişlerdir. Bu şart Mâliki, Şâfiî ve Hanbeli mezheplerine göredir.”

Fıkıh ders kitabında MEB, İslam’ın evliliğin mutluluk ve kalıcılık getirmesi için öngördüğü kimi önlemleri şöyle sıraladı:

“• Evlenecek olanların uygun bir ortamda birbirlerini görmeleri, evlenecek kişilerin birbirine denk olması.”

Fıkıh ders kitabında geçici evlenme engelleri de şöyle sıralanmıştır:

“• Müslüman erkek müşrik kadınla, Müslüman kadın da Müslüman olmayanlarla evlenemez.

  • Koca 3 talakla boşadığı kadınla evlenemez.
  • Bir kadın bir erkekten çok kişiyle, aynı anda evlenemez.
  • Bir adam aynı anda kadının teyze, hala ve kız kardeşi ile evli olamaz.”

Fıkıh Okumaları” ders kitabında erkeğin kadının iki akrabasıyla birden evlenmesi evlenme engellerinden biri olarak sayılmış ve şöyle denmiştir:

“Bu durum, erkeğin 1’den çok kadınla aynı anda evli olması hâlinde geçerli olan bir evlenme engelidir. Örneğin iki kız kardeşin veya hala ve yeğeninin ya da teyze ve yeğeninin aynı anda bir erkeğin nikâhı altında olmaları yasaklanmıştır. Ancak bu şekilde olan iki kadından evli olduğu kadın ölür ya da onu boşarsa diğeri ile evlenebilir.”[3]

Demek ki akrabası olmamak koşuluyla, erkeğin aynı anda 1’den çok kadınla evlenmesi olanaklıdır. Zaten “1 kadının aynı anda 1’den çok erkekle evli olması yasaktır” demekle de erkek için olanaklı olduğuna açıklık getirilmiştir.

Boşama yetkisi kocaya ait görüldü. Talak yani boşanma Fıkıh kitabında şöyle düzenlendi:

“Boşanma (talak), evliliğin son bulmasıdır. Talak, taraflar arasındaki evlilik bağını sona erdirir. Evliliği bitirecek boşama işlemi, ‘Aramızdaki evlilik bitti, seninle boşandım.’ gibi açık (sarih) bir sözle veya ‘Artık senin eşin değilim. Ben senden ayrıldım.’ gibi içinde boşama ve talak kelimesi geçmeyen fakat boşanma kastıyla üstü kapalı (kinayeli) söylenen tümcelelerle de gerçekleşebilir.

Koca üç talakla boşadığı kadınla evlenemez” ifadesinden de anlaşılacağı üzere boşama hakkı kocanındır ve mahkemeye başvurulmadan boşanmanın önü açılıyor. Medeni yasaya açıkça aykırı bir durum.

Bir yandan üvey kızla evlenmek, sürekli evlenme engellerinden sayılmakta öte yandan ayetteki “kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız –eğer anneleri ile zifafa girmediyseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur-” ifadesiyle üvey kızla evlenilebileceğinden bahseden ifade Fıkıh kitabında şu biçimde yer almıştır:

“Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız –eğer anneleri ile zifafa girmediyseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur-, öz oğullarınız karıları, iki kız kardeşi (nikah altında) bir araya getirmeniz ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır ve çok merhamet edicidir.”[4]

Yani anneleri ile zifafa girmediyseniz üvey kızlarınızla evlenmenizde günah yoktur. Peki zifaf olmadan kadın nasıl erkeğin “karı”sı oluyor? Cinsel birliktelik olmasa bile aynı evde yaşadığınız karınızın kızıyla evlenmeyi içinize sindirmek nasıl bir duygudur?

Kızların nikahta taraf olmaları mezheplere göre ayrılmakta ve velilerin rızasına şöyle bağlanmaktadır:

“Hanefilerin dışındaki öbür 3 mezhebe göre ise tam ehliyetli erkek, nikâhta kendi adına taraf olabilirken kızlar, tam ehliyetli de olsalar ancak velileri tarafından evlendirilebilir.”[5] Hanefilerde ise “velisinin izni ve rızası olmadan dengi olmayan birisi (kefâlet) ile evlenmesi veya mehrinin emsal mehirden az olması hâlinde bu evliliğe velisinin itiraz hakkı vardır. Veli izin vermedikçe kızın yapmış olduğu böyle bir akit bağlayıcı değildir.”[6]

 Üç kez boşanınca önceki kocaya geri dönüş yolu Bakara suresinin 228-229. ayetlerine dayanılarak açıklanmaktadır:

“Bir erkek, üç kere boşadığı hanımı ile artık evlenemez. Buna göre bir erkeğin üç talak ile boşadığı kadın, başka bir erkek ile normal bir şekilde evlenip bu ikinci kocasından normal bir şekilde boşanması veya bu ikinci kocasının ölmesi hâlinde eski kocası ile tekrar evlenebilir.”[7]

Akaid ders kitabında mümine tanınan haklara ilişkin şunlar yazılıdır:

“Müslüman muamelesi görür. Müslüman bir kadınla evlenebilir. Kestiği hayvanın eti yenir, zekât ve öşür gibi dinî vergilerle yükümlü tutulur. Ölünce de cenaze namazı kılınır, Müslüman mezarlığına defnedilir. Eğer bir kimse inancını diliyle ikrar etmezse ona, Müslümana özgü bu tür hükümler uygulanmaz.”[8]

Başka türlü söylenecek olursa inancını diliyle açıklamayan kişinin kestiği hayvan yenmez, zekât ve öşür gibi dinsel vergilerle yükümlü tutulmaz. Bu kişi erkekse Müslüman bir kadınla evlenemez imiş.

Ders kitaplarındaki 10 kadın ve kız öğrenci fotoğrafının 9’u türbanlıdır. Bu, yaratmak istedikleri kadın tipini yansıtmaktadır.

Böyle bir eğitim sisteminde erkek kendini kadından üstün görecektir. Dolayısıyla Emine Bulut türü cinayetler bırakalım sona ermeyi artarak sürecektir.

Kadın-erkek eşitliği için şunlar yapılabilir:

  1. Müfredat ve ders kitapları kadın-erkek eşitliği yönünden incelenmeli ve cinsiyet eşitliğine uygunluğunun denetimi yapılmalı.
  2. Kadınlara yönelik ayrımcılık içeren bölümler müfredat (AS: Yetişek) ve ders kitaplarından çıkarılmalı.
  3. Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimin tüm aşamalarında zorunlu ders olarak yer almalı.

NOT: Müfredat (AS: Yetişek) ve ders kitaplarındaki milli devlet, Atatürk, insanlık onuru, kadın ve karşıtlığına ilişkin anlatımları “Gayrimilli Eğitim” kitabımda geniş olarak okuyabilirsiniz.

Kaynaklar

[1] Recai Doğan, Ortaöğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 10, Nev Kitap, Ankara, 2018, s.75. Ders kitabını şu bağlantıdan indirebilirsiniz: http://www.eba.gov.tr/ekitap?icerik-id=6328.
[2] U. Murat Kılavuz, Nihat Morgül, Veli Karataş, Eba Müslim Yaşaroğlu, Ed. Ahmet Saim Kılavuz, Akaid, MEB Devlet Kitapları, Ankara, 2018, s.39. Ders kitabını şu bağlantıdan indirebilirsiniz: http://www.eba.gov.tr/ekitap?icerik-id=6524.
[3] Abdullah Kahraman, Servet Bayındır, Recep Özdirek, Adnan Memduhoğlu, İbrahim Yılmaz, Ahmet Özdemir, Fıkıh Okumaları, 5. Basım, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2018, s.105. Ders kitabını şu bağlantıdan indirebilirsiniz: httpwww.eba.gov.trekitapicerik-id=6546.
[4] Age, s.104.
[5] Aynı yer.
[6] Age, s.104.
[7] Age, s.105.
[8] Kılavuz-Morgül-Karataş-Yaşaroğlu, age, s.27.
==============================================

Dostlar,

Yalnızca bir  soru üzerinden soruna küçük bir katkı koymak istiyoruz:
Dünyada kadın – erkek nüfusu birbirine çok yakındır. BM Nüfus Fonu’nun (UNFPA) güncel resmi verileriyle dünyada 3,776,294,273 erkek; 3,710,295,64  kadın vardır. Kadın nüfus erkek nüfustan 66 milyon daha eksiktir. Bu denge aşağı yukarı tüm ülkelerde geçerlidir. Erkek nüfus, kadın nüfustan büyüktür

Türkiye’de ise, 2018 sonu TÜİK verileriyle;

  • Erkek nüfus oranı % 50,2 (41 139 980 kişi), kadın nüfus oranı %49,8
    (40 863 902 kişi). Erkekler sayıca 175 bin kişi daha çok kadınlardan..

Böylesi bir demografik yapıda 1 erkeğin 1’den çok kadınla evlenebilmesi matematiksel ve biyolojik bakımlardan olanaksız.

Bu yol açılırsa toplumsal denge bozulur ve çok sayıda erkek kendisine evlenecek kadın bulamaz. Zina ve evlilik içi yasal olmayan ilişkiler artar, çocukların soybağı karışır.. 1’den çok kadınla evlenebilen erkekler, evlenecek kadın bulamayan başka erkeklerce deyim yerinde ise boynuzlanır

Argo olmasın ama; biri yer, biri bakarsa, kıyamet ondan kopar..

Oysa İslamiyette evlilik, yukarıda da aktarıldığı gibi, teşvik ediliyor. İlgili Ayetlerin hangi koşullarda geldiğine bakmak gerekir. İslamiyetin kuruluşunda Mekke – Medine arası savaşlarda erkekler kırılıp kadınlar geride çocuklarıyla sahipsiz kaldığından, Muhammet Peygamber belli koşullar ve sınırlamalarla, maddi durumu elverişli….. erkeklerin bu kadınları bir tür sahiplenerek korumaya almalarını önermiş olabilir.

Günümüz koşullarında bu Ayetlerin yaşama geçirilmesi olanağı yok…
Kuran‘ın daha pek çok ayetinde de durum aynı.
Ayrıca Kuran hükümlerinin günümüz toplumlarının olağanüstü çeşitlenmiş ve karmaşıklaşmış tüm gereksinimlerini devingen biçimde karşılama olanağı da yok.. Çünkü İmam Gazali‘den bu yana 7-8 yüzyıldır İçtihat Kapısı kapalı…

Tanrı, hiç değişmeyecek hükümler koyarak insanları çözümsüz bırakıp bunaltmayı hedeflemiş olabilir mi!

İslamiyet, çağın koşullarının zorlaması karşısında Hıristiyanlık gibi reformunu yapmamakta direnirse, en büyük kötülüğü kendisine kendisi, bu akıl dışı ve sürdürülemez, inatçı tutumuyla yapmış olacaktır.. Bu bağlamda Deizm, Ateizm gibi akımların – inançların artışından yakınma son derece temelsizdir. Aklı başında İslamcılar, söz konusu direnci ve bilinen öznelerini sorgulamak ve aşmak zorundadırlar..

Sevgi ve saygı ile.
25 Ağustos 2019, Tekirdağ


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı, AÜTF Halk Sağlığı AbD
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

Coşkun Özdemir : CEHALET..

C E H A L E T …..

Prof. Dr. Coşkun Özdemir
Türkiye Kas Hastalıkları Derneği Başkanı
İstanbul Tıp Fak. Nöroloji Em. Öğretim Üyesi

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Cahil ve cehalet sözcükleri Osmanlı döneminden kalan en büyük mirasımızdır. 1950’den önce cehalet sözcüğü genelde okuma yazma bilmeyenler için kullanılırdı. Şimdi toplumun sadece okuma yazma değil, bilmesi gereken hiçbir şeyi öğrenmemiş olduğunu gördük. % 90’ı köylü olan halk hiçbir şeyi bilmiyor, yaşadığı dünyayı da tanımıyor. Cumhuriyet 17 yılda bütün Osmanlı tarihinde olduğundan çok çeşitli okul, sanat kurumu açmış, üniversiteleri yeniden kurmuş, Avrupa’ya öğrenciler göndermiş, Köy Enstitülerini açmıştır.”

Bunlar gerçek bir bilge kişi Doğan Kuban’dan alıntıdır. Genel olarak bu sözcüğü hele halkımız için kullanmakta çekingenlik var. Doğan hoca cehalet sözcüğünü cesaretle ve elbette yetki ile kullanıyor. Genellikle bu gerçeği gizliyoruz.

Özdemir İnce’nin iki kitabı var. Cehaletin Rönesansı ve Egemenliğini işleyen çok aydınlatıcı.
O da cesur bir düşünür. TV’lerde halkın bir araya gelip aralarında tartışıp siyasilere çok rasyonel mesajlar verdiğini dinliyorsunuz. Bunlar yapay yakıştırmalar, bir öykü gibi. Gerçekle ilgisi yok, çok yineledim. AKP iktidarının ve yandaşlarının karalayıp kötülediği Cumhuriyetin Atatürk’lü 15 yılı bir mucize gibidir. Bunu yadsımak onu bir enkaz gibi tanımlamak bir gaflettir. Bugün neredeyse İslam dünyasındaki ilk laik cumhuriyetten arta kalanlarla yaşıyor ve bu sayede umudumuzu koruyoruz. Birer aydınlanma odağı Köy Enstitüleri ve Halkevleri haince yok edilmese, çağdaş eğitime darbe vurulmasa idi, Türkiye bugün bambaşka bir yerde olacaktı.

Bakınız DOĞAN KUBAN nasıl devam ediyor:

”Cahillik, politika olarak istismar edilen bir kültürel yoksulluktur. Az gelişmiş bir toplumun politik ortamında kişileri uygarca davranmaya ulaştıracak bir bilinç partilerde de yok. Üniversitelerimizin en iyileri bile yurt dışındaki itibarlarını yitirdiler Bugünkü iktidar çevrelerinde süregelen bir Osmanlı hayranlığı var (C.Ö.) “Biz Osmanlı tarihini çağdaş bir tarafsızlıkla, fakat Türkçe konuşan dünyanın ilk laik cumhuriyetini kurmuş bir İslam toplumu olarak yeniden değerlendirmek zorundayız. Bunu bir iç kavga tohumu olarak kullanan,
bizim gibi ülkeleri sömürme peşinde olan Batılı emperyalistlerdir.”

Ben bugünkü az gelişmişliğimizde ve çekinmeden söyleyelim cehaletimizde, neredeyse bin yıl önceki İslam toplumundaki akıl ve dogma zıtlaşmasının büyük etkisi olduğu kanısında olanlardanım. İmam-ı Gazali önemli, etkili bir İslam bilgini idi. Ama yazık ki, içtihat kapısı kapanmıştır diye İslam dünyasını özgürlüğe ve felsefeye kapamıştır!? Bunu nasıl başardığını anlamamışımdır. Çünkü İslam dünyasında yüzyıllardır tersine bir potansiyel vardı.

Ben ilk Avrupa’ya çıkışımda Belçikalı bir profesörün “Avicenna’yı okudunuz mu?” sorusu ile karşılaşmıştım. Bilmiyordum, İbni Sina’nın Avrupa’daki adı imiş. Onlar İbni Sina’dan başka İbn-i Haldun, İbn-Rüşt, Farabi, Harezmi okurlarmış. Bunlar İslam yasağını dinlemeyen filozoflar. Yunan klasiklerini Arapçaya tercüme ettirip okuyor, okutuyorlar. Avrupa reform ve Rönesans için onlardan yararlanıyor. Ama Osmanlı onlara uzak kalıyor. Osmanlıda bu felsefecileri eleştiren, onlara karşı çıkan, konuşup, tartışmak eleştirmek doğruyu aramak yanlıştır. İÇTİHAT KAPISI KAPANMIŞTIR diyen İmam Gazali tarafını tutuyor. O’nun TEHAFÜTÜ FELASİFE adlı ünlü bir kitabı var. Bu Osmanlı ile birlikte İslam dünyasının özgür düşünceye, felsefeye kapanışıdır. Bu nedenle bakın DOĞAN hoca ne diyor :

” Abbasilerin Dar-ül Hikma benzeri bir çeviri etkinliği, dünya bilim tarihinde FARABİ gibi filozoflar, İbni Sina gibi bir filozof ve tıp uzmanı, HAREZMİ gibi bir matematikçi, HAYYAM gibi bir şair ve matematikçiyi, Osmanlı toplumu 500 yılda yetiştirememiştir.”

Cumhuriyet %5 okuma yazma bilen, fabrikasız, okulsuz, sanayisiz perişan bir toplum miras aldı. Büyük Atatürk ona inananlarla birlikte bu topluma bu coğrafyaya aklı bilimi, çağdaşlığı, laikliği ve aydınlanmayı getirdi. Büyük bir devrimdir bu. Bunu küçümsemek gaflettir, hıyanettir. O’nu izleyenler bu devrime sadık kalmadılar. Tam tersine eğitimi baltaladılar, Köy Enstitülerini, Halkevlerini yok ettiler. Halkı çağdaş, aydınlanmacı bir eğitimden yoksun bıraktılar. İslamcı bir parti bugün bu yoksunluğun meyvelerini topluyor. Sol adına Atatürkü küçümseyenlerimiz oldu. AKP’den demokrasi bekleyen liberallerimiz, “yetmez ama evet” çilerimiz sonunda bugünlere ulaştık.

Bir devlet adamı, kadınlar sesli gülmesin diyor. Bir başkası hadislerde bütün hastalıkların ipucu vardır diyor. Üniversite hocası müziğin her türlüsü günahtır buyuruyor. Diyanet başkanı nişanlılar el ele tutuşamaz diyor. El zinası, göz zinası üniversitede hakimler arasında, üst makamlarda yaygın. Nerede, hangi zeminde yetişiyor bu milyonlarca Fetocu? Nedir bu Adnan Oktar olayı?

Her gün kadın cinayetleri haberleri alıyoruz. En çok sigarayı biz içiyoruz. En çok işçi ölümleri bizde. En çok yalan haber uydurma, haber bizim medyada. Dövmesi var diye bıçaklanan kadın bizim kadınımız. Sayısız çocuk cinsel tacizi, çocuk kaçırma..

Yanmaz kefen bizde satılıyor çok rağbet var. Türkan Saylan’a “zıbarıp gitti, O’nu cehennemde zebaniler karşılayacak, Atatürkçüleri yanına çağırsın“ diyen bizim kadınımız. Sömürgede dinimizi daha iyi yaşardık.. genç kızlarımız söylüyor. Yunan kazansaydı saltanat, hilafet devam ederdi.. Bu da saray sofrasında oturan dinci tarihçimizden.. “Erkekler sakal bırakmazsa şehvet uyandırır, oğlancılık teşvik edilir” bizim bir din adamının söylemi. Utanç verici şeyler.

Unutulmaz 6-7 Eylül vahşeti (AS: 1955), 2 Temmuz 1993 Madımak faciası cehaletin eserleri değil mi? Sağdan sola yazmayı bilmeyen kendini Müslüman saymasın.. Böylece birisinin kemikleri sızlayacak ve cehennemde bir ait kademeye inecektir. Bir milli irade temsilcisi dindar bu da. En çok, en çeşitli tarikatlar bizde. Birbirine en az güvenen bizim halkımız.

Bütün bunlar bu insan manzaraları cehaletten kaynaklanıyor, Emperyalizm bundan yararlanıyor. Rasyonel (AS: akılcı) düşünceden, bilinçten, aydınlanmadan yoksun insanlar tarafından yaratılıyor bunlar. Tepeden tırnağa bu toplumda yaygın bir patoloji görmemek mümkün değil. Binlerce insan hapiste. Bir gün için yüzlerce tutuklama, yüzlerce göz altı. Binlerce işten atılma, üniversitelerde adeta bir kıyım. Sormaz mısınız? Nasıl bir memleket bu? Her şey normal diyebilir misiniz? Ülkenin yöneticileri her şeyin başkanı reise böyle bir memleket nasıl idare edilir demez mi?

Hapislerle idamlarla olur mu? Bu yaygın patoloji masa üstüne konmaz mı? Bu zeminin bu toprağın ciddi bir hastalık içinde olduğu çok açık değil mi? Bu kabul edilip çare aranmalı değil mi? Hapishaneleri doldurmak Enis Berberoğlu’nu, Osman Kavala’yı, Eren Erdem’i, binlerce üniversite gencini Selahattin Demirtaş’ı hapiste tutmak vb. adalet midir, kaosa destek midir? Hiç beraber olmadığımız Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan darbeye mi destek verdiler? Cumhuriyet yazarlarını 6-7 yıl hapse mahkum etmek neyin nesi? Bunların gerekçesi hangi vicdan sahibini ikna edebilir?

Derinlemesine bir sosyolojik psikolojik çok yönlü analizlere ihtiyacı var bu toplumun. Bu yazıyı yazarken bir katliam haberi alıyorum.. Bir ailede 5 ölü 4 yaralı, bir katliam. Ne kadar kolay öldürüyor! Hem de 28 kez, 32 kez bıçaklıyor benim insanım! Hastanelerde doktorlara saldırı vukuatı adiyeden (AS: sıradan olay). Bu ülkenin Başkanı ve iktidar partisi önderleri biz hangi koşullarda ardı ardına seçim kazanıyoruz, toplumun hangi kesiminden oy alıyoruz diye düşünmezler mi? Başkanın vurguladığı gibi asil bir halk mı bu?

Bakın iyi bir düşünür ve yazar olan Dr. Erdal Atabek ne diyor :

”Halkımız Erdoğan ve AKP’yi kutsallaştırıyor İktidar kutsallaşmıştır. Oy vermemek günahtır. Peygambere karşı çıkmaktır. Bilinç altı bir şey bu. Kollektif bilinç kolay kolay değişmez. CHP ancak toplumun bilincine seslenebiliyor bilinç altına değil.” Oysa Atatürkçü laik kesim için böyle bir kutsallık yok. Laikliği savunmak için çaba göstermek gibi bir sorumluluk, bir gereklilik düşünmüyor aydın kişi. Sayı üstünlüğü de olmadığı için, bütün seçimlerde yitiren yan.

  • Ne olacak, nereye gidiyoruz?

Yanıtını bilemediğimiz bir soru bu. Kaygılar içinde yaşarken, yaşayanlar hep birlikte görecekler.
Ama yılgınlık ve umutsuzluk yasak!
Aydınlanma için var gücümüzle çalışacağız!
==========================================

Dostlar,

Saygın insan Prof. Dr. Coşkun Özdemir bizim İstanbul Tıp Fakültesin’den hocamızdır. Uğur Mumcu Vakfı‘nda yollarımız kesişmiş ve Vakıf için bir Ulusal Sağlık Politikası raporu hazırlayan çalışma takımı içinde olmuştuk.

Sonra.. Ergenekon kumpas davalarında Silivri tutsaklarını bir ziyaretimizde çadırda dertleşmiştik.. Arada bizi katıldığımız TV programlarını izleyebilirse arar ve kutlar..

Özdemir hoca on yıllardır, Yeşilköy’de çooook mütevazi bir binada, kurucusu olduğu Kas Hastalıkları Derneği‘nde bu zor hastalıklarla boğuşanlara hizmet sunuyor, nitelikli – bilimsel – sevecen – insancıl emeğini akıtıyor.. Dünyanın en ünlülerinden Harvard Tıp Fakültesi’nde çalışmış, çoook başarılı bir Nöroloji hocası Prof. Coşkun Özdemir..

Kas Hastalıkları Derneği binası, İstanbul Büyükşehir Belediyesinden kiralık. Hemen hemen her yıl bu belediye “çıkın” der ve insanları perişan eder.. Oysa dinci – kinci – yandaş dernek ve vakıflara bu belediye ölçüsüz destek veriyor.. Ne adaletsiz tutum ve ne utandırıcı politika!?

Özdemir hocamız 1929 doğumlu.. 90’ına dayandı ama yüreği hala Ülkemiz – insanımız – Aydınlanma ve ATATÜRK DEVRİMLERİ için çarpmakta..

O’na daha nice üretken yıllar dilerken, ülkemize kattıkları için bin şükran sunuyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 29 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com