Etiket arşivi: Hızlı Nüfus Artışı

DÜNYANIN NÜFUSU

Prof. Dr. D. Ali ERCAN
ADD Bilim Kurulu Başkanı
Çekirdek Fiziği (Nükleer Fizik) Uzmanı 

Değerli arkadaşlar,


~75 bin yıl öncesi patlayan süper volkan Toba (Endonezya) yanardağından çıkan 5-6 milyar ton NO2, SO2… zehirli gazlar, asit yağmurları oluşturmuş ve `800 km3 dolayında külün atmosferi karartması sonucu yıllarca sürmüş olabilecek en ağır kış koşulları nedeniyle, insan nüfusunun çok büyük oranda kıyıma uğramış olabileceği ve bizlerin de büyük olasılıkla bu felaket (AS: yıkım) sonrası yaşamda kalabilenlerin ardılları olduğumuz düşünülüyor.

Hesaplamalara göre, Afrika’dan çıkış sonrası MÖ 2 bin yılına dek, çok uzun zaman aralığındaki zor koşullarda ancak ~50 milyar insan dünyaya gelmiş olabilir.. bu ilkel dönemlerdeki ortalama ömür 25 yıl kadardı ve canlı doğan her 5 çocuktan ancak biri belki erişkin olabiliyordu; yani nüfus çok çok yavaş artıyordu…

Her şeye karşın ateşi keşfetmiş olan, alet yapan ve birbirleriyle ileri derecede sesli iletişim sağlayabilen insan türü yine de yaşam savaşını başarıyor, gezegene yayılıyordu. 60-70 bin yıl öncesi değişik coğrafyalarda ayrık yaşayan kümelerin genetik evrimlerine paralel (AS: koşut) olarak farklı diller de evrimleşiyordu… MÖ 2 bin yılında, Dünya üzerinde yaşamakta olan nüfus 30-50 milyon arasında idi…

Ve yine bu hesaplamalara göre, MÖ 2 bin ile Endüstri Devrimin başladığı dönem (AS; 1760,, İngiltere) arasında kabaca 3800 yılda dünyaya gelen insan sayısı da 50 milyar kadar oldu …1800’lerden bu yana 220 yıl gibi görece “kısa” bir sürede ise, 18 milyar insan daha eklendi toplam sayıya.. Yani Afrika’dan çıkışı izleyen zamandan günümüze değin yaklaşık 120 milyar birey yaşadı… Bugün için dünyada halen yaşamakta olan insan sayısı ~8 milyardır.
***
1800’de 1 milyar olan nüfus 150 yılda 2,5 katına çıkarak 1950’de 2,5 milyar olmuştu; 1950 sonrası 70 yılda nüfus 3 katını geçerek 8 milyara dayandı… Bu hızlı nüfus artışının temel nedeni olarak gelişen teknoloji, aşı ve ilaçlar, bakım, beslenme, tarımın makineleşmesi, vs. vs. sayılabilir. özellikle 2. Dünya savaşı sonrası Dünya genelinde doğum oranı rekor düzeylere erişti, yıllık nüfus artış hızı binde 25 düzeyine çıktı. (AS: son veri %o11) 

O zamandan bu yana, 70 yıldır, “nüfus artış hızı” düşse de, “nüfus artışı” sürüyor; yıllık nüfus artış hızı giderek azalıyor, ama hala sıfırlanmadı. 2020 yılı Dünya genelinde nüfus artış oranı binde 11-10 düzeyinde idi… Ortalama ömür 65 yıla yükseldi (Gelişmiş ülkelerde 80-85 yıl)

Kadın başına ömür boyu (AS: doğurgan çağ olan 15-49 arası) çocuk sayısı 2’nin üzerinde olduğu sürece toplumun nüfusu artacaktır. Yıllık nüfus artış hızı (c), Kadın başına ömür boyu (AS: doğurgan çağ boyunca) çocuk sayısı (d) ve Toplumdaki ortalama yaşam süresi* y arasındaki bağlantı basitçe,

c ≈ (d – 2) / y

şeklinde gösterilebilir. Buna göre kadın başına çocuk sayısı 2’den büyük olduğu sürece nüfus artar, d=2 olduğunda, yani c=0 olduğunda toplumun nüfusu artmaz, sabit kalır; d 2’den küçük olursa nüfus azalır.

kadın başına 1 çocuk” (AS: HER AİLEYE 1 ÇOCUK!) kuralı uygulansa toplumun nüfusu 40-50 yılda yarıya inebilir..

Türkiye’de 2020 yılı doğuma bağlı biyolojik nüfus artış hızı binde 8 oldu (AS:  binde 5,5 oldu, bkz Salgını yönetemeyen iktidar ölüm sayılarında yalan mı söylüyor? – Prof. Dr. Ahmet SALTIK); 2020 Dünya ortalaması da binde 11 oldu. 2050’de Dünya nüfus artış hızı sıfırlanacak gibi görünüyor. 2050’de Gezegenin artık taşıyamayacağı bir düzeye, 10 milyara erişmiş olacak insan nüfusu…

Gerçekte adım adım yaklaşan “insan kaynaklı büyük küresel felaketi” görmek için 2050’yi beklemeye gerek yok; çünkü daha şimdiden Gezegenimizin yıllık biyolojik kapasitesinin nerdeyse 2 katını tüketiyor insanlık; yani tüm yaşam kaynakları hızla tükeniyor. Bir yandan da aşırı nüfusun aşırı ölçekte tükettiği Enerji sorunu var.

Yıllık tüketilen ~600 ExaJoule enerji %80’den çok oranda fosil yakıt dediğimiz “karbon” sınıfı Kömür, petrol, doğal gaz türevlerinden kaynaklanıyor.. Elbette iklim felaketinin (AS: Climate Disaster) temel nedeni aşırı insan nüfusu ve insanlığın doğa ile uyumsuz, yıkıcı yaşam biçimidir.

Fosil yakıtlardan Atmosfere salınan karbondioksit CO2 (ve metan CH4) gazının “sera etkisi” küresel ısınıma neden olmakta, sıcaklık nedeniyle milyonlarca yıllık buzullar hızla erimekte, okyanuslardaki akıntılarda ve atmosferde hava hareketlerinde meydana gelen anormal değişiklikler olumsuz iklimi yaratmaktadır.

Bir yanda aşırı kuraklıklar, öbür yanda seller, kasırgalar, öte yandan Orman yangınları, okyanuslarda asitlik derecesinin artışı fauna ve florada geri dönüşümsüz derin yıkımlar kaçınılmaz oluyor…

Bu iklimsel olumsuzluklar insanlık için felaket (yıkım) boyutunda açlık, susuzluk ve viral hastalıklar (AS: bulaşıcı hastalıklar) demektir. Özellikle az gelişmiş ülkelerde toplumsal ortamın kaotik hale (AS: karmaşa durumuna) gelişi, yüz milyonlarca insanın kitlesel göçleri (kuzeye ve varsıl ülkelere doğru) kaçınılmaz olacaktır.

Sonuçta; tüm bu olumsuzluklar nedeniyle ölüm oranı belki şimdikinin 2 katı olacak ve büyük olasılıkla Dünyamız 22. yüzyıla yarı yarıya azalmış yani 4-5 milyar dolayında bir nüfusla girecektir.

İnsan nüfusunun 2020 sonrası nasıl bir gelişim göstereceği aşağıdaki grafikte gösteriliyor..

Farklı senaryoların ortalaması mavi çizgiyle gösteriliyor… Küresel ısınıma karşı mücadelenin (savaşımın) başarısız oluşu ve Dünya ortalama sıcaklığının dizginsiz yükselişi durumunda nüfusun gidişini kırmızı çizgi ile gösteriyorum..

Derin kaygılarımla. æ

____________________
* Bir toplumda, belli bir yıl için “ortalama yaşam süresi” o yıl içinde ölen insanların ölüm yaşlarının ortalamasıdır.

Dünya açlıkla nasıl mücadele etmeli?

Dünya açlıkla nasıl mücadele etmeli?

Sağlık Yönetimi Uzmanı Prof. Dr. Ayşegül Kaptanoğlu, dünyada açlığa bağlı ölümlerin giderek arttığını hatırlatarak, sağlıksız beslenmenin de israf, göç, ekonomik zorluklar gibi sorunların yanı sıra; sağlık hizmetlerindeki yükü artırdığına dikkat çekti. Kaptanoğlu, ”İsraf etmemek, bilinçli üretici ve tüketici olmak, planlı alışveriş yapmak şart” dedi.

AA, DHA, 11 Ekim 2020

Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Müdürü ve Sağlık Yönetimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ayşegül Kaptanoğlu, her yıl 16 Ekim’de kutlanan Dünya Gıda Günü nedeniyle, Dünya Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) gıda israfını önlemeye ve gıda üretimini verimli hale getirme politikalarına ilişkin açıklamalarda bulundu.

Dünya Gıda Gününün, bu yıl önceki yıllardan farklı bir tema ile kutlandığını belirten Dr. Kaptanoğlu, ”Bu yılın sloganı,

  • ‘Büyütelim, Besleyelim; Hep Birlikte Sürdürelim’

olarak belirlendi. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) bu yıl, dünyadaki gıda sorununu çözmek için hedefi; sıfır açlığa ulaşmak, gıda güvenliğini sağlamak ve sürdürülebilir tarımı teşvik etmek’’ dedi.

SAĞLIKSIZ BESLENME, SAĞLIK HİZMETİ YÜKÜNÜ ARTIRIYOR

Kaptanoğlu, besin güvenliği ve beslenmenin doğrudan doğruya sağlıklı yaşamla ilintili olduğunu vurgulayarak, “Çocukların sağlıklı büyümesi, gelişmesi, hem çocukların hem de büyüklerin enerji kazanması, hastalıklardan korunma, yaşamlarını sürdürme eylemleri ancak sağlıklı besinler ile sürdürülebilir. Sokakta ya da evlerde yeterli yiyecek temin etme imkânı bulamadan büyüyen yoksul çocuklar, yaşamları boyunca vücutlarını etkileyecek yoğun besin eksiklikleri yaşayacaklardır. Bu durum, sağlık hizmetleri yükünü sürdürülemez bir şekilde artıracak ve toplumsal barışı olumsuz etkileyecektir” ifadelerini kullandı.

GÖÇ SORUNUNU BERABERİNDE GETİRİYOR

Gelişmiş ülke toplumlarının, obezitenin ve sentetik, lezzetli gıdaların pençesinde kıvrandığını, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülke toplumlarında ise kayda değer bir kesimin nitelikli gıdalara ulaşma sorunu ile karşı karşıya olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Ayşegül Kaptanoğlu sözlerine şöyle devam etti:

Dünya nüfusunun hızla artması ve üretilen gıda maddelerinin zengin coğrafyalarda israf edilmesi, artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmiştir. Üretimin çok az, ihtiyacın çok olduğu yoksul ülkelerde açlık, susuzluk ve yetersiz beslenme önüne geçilemeyen bir sorun haline gelmiştir. Açlık ve yetersiz beslenme sadece gelişmemiş ülkelerin değil, tüm ulusların ortak sorunudur. Gıda bulamayan insanlar, gıdaların bulunabildiği coğrafyalara doğru göç ettiği takdirde, bir de gıda kısıtına, göç sorunsalının ekleneceği 2020 yılında FAO tarafından bildirilmektedir.”

AÇLIĞA BAĞLI ÖLÜM GÜN GEÇTİKÇE ARTIYOR

Prof. Dr. Kaptanoğlu, yeterli beslenme ihtiyacını karşılayamayan ülkelerde;

  • açlık, hastalık ve bunlara bağlı olarak gerçekleşen ölüm sayılarının gün geçtikçe arttığını

hatırlatarak, “FAO’nun özellikle üzerinde durduğu en önemli konu son dönemde budur. Birleşmiş Milletlere üye ülkeler, Dünya Gıda Gününde yaptıkları toplantılarda yeterli beslenmeyi sağlamak, açlığı önlemek için kararlar alarak çalışmalara şimdiden başlamışlardır” dedi.

HIZLI NÜFUS ARTIŞI DA DENGEYİ BOZUYOR

Kaptanoğlu, besin üretimi ve tüketiminde bilgisiz hareket etmenin, yemek seçmenin, üretimde kurallara uymamanın, özellikle gıda maddelerinin tüketiminde tutumlu davranmayarak gıda israfında bulunmanın tüm dünya için kayıp olduğunu ise şöyle ifade etti:

  • ‘Dünyadaki hızlı nüfus artışı da beslenme dengesini bozan en önemli sebeplerdendir.
  • Aile planlamasına uygun davranmayan insanlar, özellikle yoksul ülkelerde hızla ve bilinçsizce çoğaltmaktadırlar.
  • Bu durumda da özellikle yoksul coğrafyaların ürettiği, tükettiğine yetmemektedir.

Ekonomik gücü olmayan yoksul, gelişmemiş ülkelerde yetersiz beslenme, açlık en önemli ve ivedilikle çözülmesi gerekli bir sorundur. Bir ülke insanlarına yapılacak en büyük yatırım; ülkelerinin katma değer üreten ekonomik güce kavuşturulup daha vatandaşlarına yeterli besin ihtiyacını sağlayabilme olanağı vermektir.”

PLANLI ALIŞVERİŞ ŞART
Besine ulaşmada sıkıntı yaşamayan insanlara da önemli bir görev düştüğüne dikkat çeken Kaptanoğlu, bu görevin; israf etmemek, bilinçli üretici ve tüketici olmak, planlı alışveriş yapmak olduğunu vurgulayarak,

”Ülkesinde bereket isteyen, sofrasında israfı bitirsin”

ifadesiyle sözlerini sonlandırdı.

21. Yüzyıl İçin Planlama semineri : Enerjide Ne Yapmalı – Nasıl Yapmalı?

Mulkiyeliler_Birligi_logosu

MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ GENEL MERKEZİ

Merhaba,

‘21. Yüzyıl İçin Planlama’ seminerlerinin 2016 Bahar döneminde, 12-13 Mayıs 2016 (Perşembe ve Cuma günleri) Siyasal Bilgiler Fakültesi Şeref Salonu’nda yapılacak olan ‘Enerjide Ne Yapmalı? Nasıl Yapmalı?’ konulu oturumlara içerik ve yön kazandıracak katkılarınızla sizi davet etmekten onur duyarız.

Seminerler, geçmişte ciddi bir planlama deneyimine ve birikimine sahip bilim ve meslekler dünyamızda geleceğe dönük yeni ve yaratıcı düşüncelerin, önerilerin ortaya çıkması amacıyla ve bunların geliştirilebilmesi için düzenlenmektedir. Hareket noktamız; Türkiye’nin, henüz uzak kaldığı 21. yüzyılın yepyeni tasarımlar taşıyacak dünyasına yaratıcı bir potansiyel kazanarak girebilme sorunudur. Bugünün Türkiye tablosu,
biliyoruz ki, buna yakın görünmüyor. Seminerlerde, geçmişin biriktirdiği miras üzerinde fazla konuşmamayı tercih ediyoruz. Bugünün tablosundan çıkışı ve geleceğin tasarımını düşünmek ve konuşmak esas amaçtır. Yanılma payı olabilir. Fakat, ‘bugün’ün ‘şikayet listeleri’ni aşarak geliştirilmesi gereken husus, geleceğin (çeşitli yönleriyle 21. yüzyıl dünyasının) Türkiye’de nasıl inşa edileceğidir.

Seminere katılanlardan ve konuşmacılarımızdan iki ricamız var  :

Birincisi, kendi alanlarında gelecek için öneriler geliştirmeleri ve kabilse bunları
tezler halinde sunmalarıdır.

İkincisi, tezlerini toplumun 21. yüzyıla girme ufkuna (böyle bir ufuk tasarımıyla) yerleştirmeleridir.

Böylece, hem önemli ve stratejik alanlarda derinlik, hem de geleceğin ufku bakımından
bir bütünlük ortaya çıkabilecektir.

Tezler ve bütüncül yaklaşımlar bilimsel temellere dayandığı ölçüde planlama için sağlam bir zemin ortaya çıkacaktır. 21. yüzyıl için planlama çalışmalarının yeni bir bilim, kültür ve teknoloji çağında yer alabilmek amacıyla yapılacağını öngörürken, hepimiz kendi alanlarımıza yeniden bakma zorunluluğunu hissedeceğiz. Bu açıdan, yeni bir çağa adım atarken ilk sorulardan biri, kuşkusuz Enerjide Ne Yapmalı? Nasıl Yapmalı?’ olacaktır. Türkiye boyutlarına ve potansiyeline sahip bir ülkede yeni bir ufka bakabilme ciddiyeti ve iradesi, birçok şeyden önce, maddi gelişmenin temeli olan enerji gereksinmesine ve çözümlerine bilim ve meslek alanlarında yol gösterecek olanlarla ortaya çıkacaktır.

Seminere katılanlardan ve konuşmacılardan ricamız, katkılarının içeriğini, ağırlık merkezlerini ve yönünü bu ve buna ilişkin hususları gözeterek düzenlemeleridir.
Ayrıca, yöntem, kapsam ve gelecek çalışmalar için yapılacak ve elbirliğiyle geliştirilebilecek öneriler de seminerlerin bütünlüğünü takviye edecek ve yeni düşüncelerin yeşermesine zemin hazırlayacaktır.

Saygılarla,
04 Mayıs 2016

Prof. Dr. Bilsay KURUÇ

Not: Seminer Programı aşağıdaki linkte olup seminere katılıp katılamayacağınızı en geç9 Mayıs 2016 Pazartesi gününe dek aynı mail adresine iletmenizi bilgilerinize takdim ederiz.

Enerjide_Ne_Yapmali_Nasil_Yapmalı_Poster_12-13Mayis2016

======================================

Dostlar,

Bu gün, 12 Mayıs 2016 günü, tam gün bu kurultayı izledik.
Mülkiye (AÜ SBF) Şeref Salonu tümüyle doluydu ve pek çok da sandalye eklendi.
İlgi akşama dek sürdü.. Biz 17:15 gibi ayrıldığımızda tartışma bölümünde 2. konuşmacı idik.
Bizden sonra da en az 1 saat kadar daha sürdürüğünden eminiz..

Tartışma bölümünde biz özetle şunları söyledik               :

  • Enerji politikaları ve verimli üretim – iletim yöntemlerini epey konuştuk. Biz bir tıp doktoru olarak ilgiyle izledik ve pek çok şey öğrendik. Ancak tasarruf boyutu pek konuşulmadı. Bu da son derece önemli bir yan. Örn. tüm aydınlatma gereçlerinin, muslukların “photo cell” li olması bir zorunlu standart yapılabilir. Elektrikli gereçler için enerji tasarruflu olma ölçütleri konabilir..
  • Enerji sorunu tartışılırken sağlık boyutu hiç gündeme gelmedi. Gerek üretimde gerek iletimde gerek depolamada, kablolu – kablosuz aygıtların EMR üretiminde… giderek artan bir ardalan (background) radyasyon ortamı oluşmakta. Özellikle iyonlaştırıcı radyasyonun kanser yapıcı etkisi iyi biliniyor ve Dünya genelinde ciddi artış yaşıyoruz.
  • Bir başka sağlık boyutu hızlı nüfus artışı. TÜİK‘in 2015 sonu verileriyle %1,34 düzeyinde
    çok hızlı bir artışımız var. AB ortalaması %0,22’nin 6 katını aşıyor. Dünya ortalaması %1,15’ten %0,2 puan daha fazla ve 2015 içinde 1 000 045 kişi net nüfus artışı oldu. Önceki yıl % 1,33 ve
    1 000 030 kişi idi bu artış. Her 1 insanın karbon ayakizinin giderek büyüdüğünü ve enerji tüketiminin marjinal artışının büyüyerek sürdüğünü biliyoruz. Bu nedenle “HER AİLEYE 1 ÇOCUK!” normunun artık zorunlu kılınması gerek. Bizden öncekiler sorumsuzca çook çocuk yaparak bizlerin haklarını gaspettiler. Başka seçeneğimiz yok.. Biz buna uyarak tek çocukta kaldık!
  • Türkiye’de her 10 ampulden 1’i söndürülse, Akkuyu ve Sinop NGS‘nin (Nükleer Güç Santralleri) üreteceği enerjiye denk tasarruf sağlanabilir.. Şu salondan başlayabiliriz örneğin.. (Gençler birkaç lambayı söndürüyor..)
  • Tasarruflu yaşam biçimi mutlaka özendirilmeli ve yaptırımlara kurallara bağlanmalı.
  • NGS’nı (Nükleer güç santralları) düşünmeyelim. Çernobil’in 30. yılı 2 hafta önceydi.
    Fatura muazaam ölçülerde ağır oldu. Fukuşima faciası 5. yılını yeni bitirdi ve yıkımı ortada. Dönüşümsüz, çok ağır ve uzun yıllar sürüyor.. Yeni teknıloji ve yöntemler arayalım. Toryum santralları olabilir belki??
  • Ayrıca elektrik enerjisi üretimi,  iletimi ve deopolanması süreçlerinin hep inorganik araçlarla yapıldığını izliyoruz. Sunumları dinlerken biyolojik ortamda enerji üretimini, hücrede
    ATP sentezi
    ni, mitokondrilerdeki üretim ve depolamayı, sinir lifleriyle iletimini ve
    kas kasılmalarını.. düşündüm.
  • Acaba enerji üretimi  – iletimi ve deoplanmasında organik materyal kullanılabilir mi? Biyolojik sistemler örnek alınabilir mi? Fotosentez nefis bir örnek değil mi?
    Biyolojik sistemler çok hünerli  – verimli görünüyor. Doğa her durumda en iyi çözümü bulmuştur. Sorunun bir de bu pencereden irdelenmesini diliyorum.
  • Toplantıyı gerçekleştiren başta Sn. Prof. Dr. Bilsay Kuruç hocamız olmak üzere,
    emek veren herkese teşekkür ederim.
    Sevgi ve saygı ile.
    12 Mayıs 2016, Ankara
    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

    Not : Toplantı yarın da (13 Mayıs 2016, Cuma) tam gün sürecek, biz tam gün derslerimiz olduğundan katılamayacağız..

    İlgi ve bilginize sunarız.

    **********************

Dostlar,

Planlama’nın ustalarından olduğu su götürmez saygın bilim insanı Prof. Dr. Bilsay Kuruç,
80 yaşını geçmesine karşın ülkesi için çabasını sürdürüyor. Son birkaç yıldır PLANLAMA SEMİNERLERİ düzenliyor büyük emeklerle.. Çok başarılı geçiyor bu toplantılar ve kitaplaştırılıyor ardından. Biz hemen hepsine katıldık ve katkı sunduk.
Türkiye’nin bu değerli çabaya kulak vermesi gerek.
Ne var ki AKP bambaşka hesaplarda..
Enerji ve Doğal Kaynaklardan sorumlu Bakan Damat Dr. Berat Albayrak, “Damat Ferit” olma yolunda.. Hiç sınır tanımak – dur durak bilmek yok AKP için.. Çok yazık ve çok ayıp!

Aman sakın bunu da yapmayın!

Teşekkür ederiz Sayın Prof. Bilsay Kuruç, çok değerli yurtsever çabalarınız için..

Not : Bu toplantıya, enerji konusunda derin birikimi – uzmanlığı nedeniyle, Savunma Sanayisi eski Müsteşarı, Çekirdek Fiziği uzmanı Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘ın da bizce mutlaka çağrılması gerekirdi. Biraz geç olsa da Sn. Ercan mutlaka dinlenmeli, katkısı alınmalıdır.

İlgi ve bilgiye sunarız…

Sevgi ve saygı ile.
04 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

=====================================

Dostlar,

Bu gün, 12 Mayıs 2016 günü, tam gün bu kurultayı izledik.
Mülkiye (AÜ SBF) Şeref Salonu tümüyle doluydu ve pek çok da sandalye eklendi.
İlgi akşama dek sürdü.. Biz 17:15 gibi ayrıldığımızda tartışma bölümünde 2. konuşmacı idik.
Bizden sonra da en az 1 saat kadar daha sürdürüğünden eminiz..

Tartışma bölümünde biz özetle şunları söyledik :

 

Çevre ve İnsan Sağlığı / Environment and Human Health


Sevgili öğrencilerimiz,
Sevgili www.ahmetsaltik.net konuklarımız

AÜTF (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi) Dönem 2’de verdiğimiz 2’şer saat süreli
(223’er kişilik 2 alt kümeye)ÇEVRE ve İNSAN SAĞLIĞI başlıklı dersimizin güncellenmiş yansılarını izlemek için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız ??

Cevre_ve_Insan_Sagligi_Ahmet_Saltik

Cevre_ve_Insan_Sagligi_kapak_yansisi

Bundan önce
“5 Haziran Dünya Çevre Günü-2015′
e de bir armağanımız olsun..”
demiştik..
Yine güncelledik.

21. İklim Doruğu‘ndan (COP-21, Paris) olumlu sonuçlar ve uzlaşma çıkması umuduyla..
Toplantı 11 Aralık 2015’te bitecek..

HER AİLEYE 1 ÇOCUK; Başka çare yok!

Bir de tasarruflu ve çevreye saygılı yaşamı mutlaka uygulamak..

Sevgi ve saygı ile.
06.12.2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Türkiye’nin 75 yıllık gelişimi (?)


Türkiye’nin 75 yıllık gelişimi (?) 

portresi, Gülümseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

1940’tan 2015’e bir arpa boyu yol aldık!..  

Değerli arkadaşlar,

Doların TL karşılığı  2000-2002 arasında 3 katına çıkınca, zamanın (DSP+MHP+ANAP) 57. Koalisyon Hükümeti apar-topar seçime gitmiş ve kendi planladığı ekonomik önlemler paketinin (AS: Kemal Derviş’in “15 günde 15  yasa” kuşatması!) uygulanmasını da
yeni AKP yönetimine bırakarak (AS: 3 Kasım 2002 seçimi), iktidardan çekilmişti.

Tek Parti iktidarının piyasalara verdiği ‘istikrar’ güvencesini de arkasına alan yeni Hükümetin uyguladığı bu önlemler paketi sayesinde 2004-10 arası yaklaşık 6 yıl boyunca enflasyon oldukça düşmüş, kararlı bir döviz dengesi sağlanabilmişti; ama 2011’den başlayarak işler tersine gitmeye, Dolar yeniden yükselmeye başladı. 2011-15 arasında Dolar, TL karşısında tam 2 kat değer kazanmış durumdadır (AS: AKP’nin iktidar olduğu Kasım 2002’de 1 Dolar = 1,58 TL idi. Bu gün, 21.8.15’te 2,97 TL; 2’ye katlanma için 3,16 TL’yi görmesi gerek ve bu 12,5 yılda oldu, 2011-15 arası 4 yılda değil) ve yükseliş eğilimi sürüyor. Bu gidiş nereye varır, onu görmek için geçmişe bakalım.

Dolar_paritesi_2000-2015_Ali_Ercan

Dolar’ın TL karşısında çıkış trendi (AS : eğilimi) bu hızla sürerse, 2016 sonunda
1 dolar ~ 4 TL olur.  Piya
salar bunun farkında; o nedenle, ‘Siyasal istikrar’ aranışı sürecek. (AS : Hangi siyasal istikrar? Var mı ki? Tam tersi egemen değil mi!?)

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk parası ABD Doları karşısında değerini hep korumuştu; Bağımsızlık savaşından yorgun argın çıkmış olmasına karşın, (AS: Atatürk önderliğinde) müthiş bir Kalkınma ve Üretim atılımına girişen genç Türkiye, 1929 yılındaki büyük küresel ekonomik bunalımdan da çok etkilenmemişti. Nitekim, 1940′a gelindiğinde
1 $  1,10 TL idi.

Türk parası 1940’tan bu yana ABD parası karşısında sürekli değer yitiriyor. 1940-80 arasında 6 kez ‘devalüe’ edilen TL, 1980’den başlayarak Demirel-Özal ikilisinin ünlü ve meş’um (AS : lanetli) 24 Ocak 1980 Kararlarıyla ‘rijid’ (katı) (AS : sabit) durumdan ‘likit’ (akışkan) (AS: flexible – esnek) kura serbest bırakılmıştı. Yani paranın değeri günlük kur uygulamalarıyla (dalgalı kur) belirlenmeye başlamıştı. Para da artık alınıp-satılan
bir piyasa malı durumuna gelmiş ve Küresel Finans Sisteminin ağına girilmişti.
24 Ocak 1980 gecesi, Döviz sahibi olanlar, bir gecede servetlerini 2’ye katlamışlardı!
(AS: Ne yazık ki, dönemin Merkez Başkanı Başkanı Gazi Erçel de dahil!)

1940’tan sonraki 75 yıllık dönemde Paramızın Dolar karşısında değer yitim serüvenini aşağıdaki tabloda özetlemeye çalıştım. Enflasyon oranı ve Paranın değer yitim oranı birebir eşit olmasa da yakındır. Bu tabloda, Paramızdan 6 sıfırın silinerek Yeni TL
(AS : YTL) oluşu ve Doların öz-değer yitimi de göz önüne alınarak, TL’nın Dolara göre yıllık ortalama net yitiği hesaplanmıştır. 1940’taki 1 Dolar, 2015’te 16,8 Dolara eşdeğerdir!. (Dolardaki enflasyon yitimi 75 yıl boyunca ortalama %3,8/yıl olmuştur.) 

1940’ta 1 $ ≈ 1,10 Lira iken, 2015’te 1 $ ≈ 2,9 milyon Lira oldu. Dolardaki enflasyon farkını da hesaba katarsak paramızın değeri 75 yılda, 2 900 000 / (1,1 x 16,8)=156926’da 1’e düşmüştür! Yani 1940’tan bu yana, 75 yıl boyunca, yıllık ortalama %15’lik bir enflasyonla yaşamışız. Bir başka anlatım ile, her yıl Yurt içi ulusal gelirimizin ortalama 1/7’sini küresel kapitalist sisteme kaptırmışız demektir! Bunun iktisat jargonundaki
(AS: dilindeki) adı sömürüdür! 

***

ABD ve Türkiye kıyaslaması yapalım; 1940’ta ABD’de kişi başına gelir 500 $ idi.
2015’te 56 400 $ oldu yani, 75 yılda ABD yurttaşının geliri net 56 400 / (500×16,8) = 6,7 kat artmıştır. Yani, ABD’nin yıllık (nüfus artışı ve enflasyondan arındırılmış) net gelişim hızı ortalama %2,5 olmuştur.

Türkiye’de 1940 yılında kişi başına gelir 430 TL ≈ 390 $ idi. 2015 rakamı ile ~ 8500 $ oldu; 75 yılda kişi başına net gelirimiz yalnızca 8500 / (390×16,8)= 1,20 kat artmıştır; ABD her yıl net %2,5 gelişirken, biz her yıl ABD’nin onda biri hızla, net %0,25 (oranında) gelişmişiz… ‘Yerimizde saymışız’ demek daha doğru olur.
(Tüm sömürge ülkelerde olduğu gibi, ölmeyecek biçimde su üzerinde tutulmuşuz.)

Tablo : Türk Parasının yıllık ortalama net değer yitimi.

Dönem %
1923-1940 0,0
1940-1950      5,2
1950-1960 10,0
1960-1970 2,6
1970-1980 1,5
1980-1990 48,2
1990-2002 65,0
2002-2015 2,4

1923-1940 döneminde enflasyon yok; Paramızın değerinde düşüş yok ve ‘Denk bütçe’ ilkesi geçerli. Atatürk’ün ölümünden sonra, 1940-1950 döneminde ‘savaş ekonomisi’ uygulanıyor; üretimde düşüş var. Ortalama yıllık enflasyon %5 kadar. 1950-60 arası Liberal ekonomi uygulamaları ve yurt dışından borçlanma dönemi başlıyor; Türkiye’de enflasyon ilk kez 2 basamaklı oluyor. 1960-80 dönemi, Devrim (AS: 27 Mayıs Devrimi!) sonrası yeniden denk bütçe ve planlı kalkınma disiplinine dönüş, restorasyon dönemi, Paranın değeri korunuyor; enflasyon tek basamaklı. Devlet yeniden yapılandırılıyor.
Yeni bir Anayasa, Anayasa Mahkemesi (AYM), Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK), Milli Prodüktivite Merkezi (MPM) ve öbürleri.. kuruluyor.

1980’den sonra 24 Ocak Kararlarıyla ipler kopuyor; 1980-2000 dönemi Türkiye’nin
her anlamda ağır darbeler aldığı dönemdir. Hızlı nüfus artışı, büyük kentlere göç akını, pahalılık,  gelir dağılımındaki adaletsizliğin enflasyona koşut artışı, askeri darbe,
PKK eylemleri vs. vs. Yıllık enflasyon %50 lerde geziniyor.  Ülkede siyasi istikrar kalmamış; 1960-2002 arasında 42 yılda 24 Hükümet kurulmuş, Hükümetlerin ortalama ömrü 21 ay olmuş. Ülke, üretime dayalı planlı ekonomik gelişim felsefesinden tümden kopmuş durumda.

1980-2000 dönemi Cumhuriyet Tarihinin en sıkıntılı, en zavallı dönemidir.

2002-15 dönemi AKP’nin tek Parti iktidarı dönemidir… Gerçi Paranın değeri bir ölçüde korunmuş görünüyor, ama başka yönlerden çok sıkıntılı dönem. 1980-2000 döneminin sosyal-ekonomik sorunları aslında çözülmüş değil, yalnızca görüntüden uzaklaştırılmış, hasır altı edilmiş durumda. Şeriat dolu-dizgin koşturuyor;
Ülkede her 8 kişiden biri IŞİD sempatizanı olmuş, PKK Doğu’da özerklik peşinde; yolsuzluk, işsizlik, çevre sorunları, gençliğin sosyal sıkıntıları tavan yapmış durumda.. Üstüne üstlük, Cumhuriyetin bin bir emekle elde ettiği kamusal kazanımları,
ulusal varlıklar da ‘özelleştirme’ adı altında çar çur edildi.. Ve 400 (AS 600!) milyar doları geçen Borç yükümüz her gün artıyor. 1/7 kuralı sürüyor.

Kaygılarımla. æ

==================================

Evet dostlar,

Gerçek ve nitelikli bir “Cumhuriyet aydını” olarak, Nükleer Fizik Uzmanı
Sayın Prof. Dr. D. Ali ERCAN‘dan bir Makro-ekonomi ya da Ekonometri dersi
almış oluyoruz.

Ortalama bir iktisatçının bu irdelemeyi yapıp yapamayacağı hakkında
kuşkumuzu belirterek iyice keyfinizi kaçıralım :

– 1990’la başında, çalıştığımız üniversitede bir toplantı sırasında, a Litre %70’lik alkol gereksinimimizi karşılamak için X litre % 96’lık alkol (mutlak alkol) almamız gerektiğini, toplantı başkanı, bir kimya lisans mezununa sordurmuştu. Bu bay yaklaşık 40 dakika sonra sonucu getirdiğinde biz kendimizi alamayıp niye bu denli uzadığını sormuştuk..
40 saniye bile sürmeyecek bir hesabı, kimyacı bay, 40 dakikada hesaplamıştı,
çünkü “ancak bitirebilmişti“!

Bu bakımdan, yukarıda dile getirdiğimiz “kuşkumuzu” çok görmeyiniz.

Bir örneğimiz daha var.. “Faiz dışı fazla” kavramının yeni yeni konuşulmaya başlandığı 15-20 yıl öncesinde, 10’u aşkın ortalama iktisatçı, bize bu kavramı açıklayamamıştı!
Sonunda bir rastlantı ile Prof. İzzettin Önder’e sorduk ve ancak “anlayabildik”!

Son bir örnekle pekiştireç (konfirmasyon) yapalım : 1980’lerde, bir hastamıza evinde serum takacakken, set elimizden kurtulmuş ve göz hapsine aldığımız ucundaki iğne
bir yere değmeden bir “serbest salınım” yapmıştı. Hastanın kardeşi, iğnenin kirlendiğini belirtti ve değiştirmemi istedi. Bir yere değmemişti iğne ama psikolojik kaygıya saygı ile “peki” dedik, çantamızdan yenisini çıkaracaktık ki, bu kişi atılarak :

  • Yakamda 1 iğne var, dün steril ettim…diye müdahale ederek ceketinin yakasının ardından bir serum iğnesi çıkardı!..Zorlukla teşekkür ettik ve çantamızdaki steril ambalajlı bir başka iğneyi kullandık.
    Bu kişinin eğitimi ise Veteriner hekimlik idi!*****Sayın Prof. Ercan hocamıza teşekkür ederken, bir de eğitimin niteliğinde yaşadığımız aşınmayı – erimeyi (erozyonu) hesaplayan yazı rica ediyoruz.. Eğer üstesinden gelebilirse! Belki de eldeki matematik yetmeyecek, Ali hoca yeni matematik üretecektir!?
    Ama eminiz 40 dakika sürmeyecektir!

    Sevgi, saygı ve ENDİŞE ile.
    21 Ağustos 2015, Tekirdağ

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

“NÜFUS ANALİZİ” ve AKP’NİN İNSANLIĞA KARŞI SUÇLARI

“NÜFUS ANALİZİ” ve
AKP’NİN İNSANLIĞA KARŞI SUÇLARI

Dostlar,

Değerli bilim insanı, Nükleer Fizikçi Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan, toplumsal konularla da yakından ilgili.. İleri matematik bilgisini ve “Matematiksel düşünme” alışkanlığını sıklıkla sosyal sorunlarımıza uyarlıyor ve son derece ilginç, sosyal bilimcilerin erişemediği çıktılar
elde ediyor.. İkincilerin biraz daha Matematik, öncekilerin ise biraz Sosyal bilim öğrenmesi gerek galiba..

Ya da ortak takım çalışmaları… Fen – Edebiyat Fakültelerinin birlikte kurulmasının son derece yerinde mantığı da bu değil mi??

Matematik evrenin dili değil mi??

Onu sevmek, sevdirmek, yaygın olarak kullanmak ve sorunlarımızın çözümünden
sıklıkla başvurmak gerekmiyor mu??

Sayın Prof. Ercan bir bakıma, somut örneklerle bu işlevi de üstleniyor sağolsun…
Geçtiğimiz günlerde (26 Mayıs günü) 3 çeyrek yaşını doldurdu.. Kendisine ve o seçkin beynine daha epey uzun yıllar sağlıklı, onurlu ve üretken bir “birlikte yaşam” diliyoruz.
Ayrıca böylesine bir yükümü / edimi de var ülkesine ve insanlığa karşı..

Ne keyif değil mi Ali hocam.. Öyleyse devam elbette..
Daha çoook borcunuz var eda bekleyen Ulusunuza – ATATÜRK’e ve insanlığa..

“BİLİMİN IŞIĞI” idi değil mi face adresiniz??

*****
Bizse okullarımızdan giderek bu dersleri çıkarak DİN adına bir yığın gereksiz – işe yaramaz -çocukların beynini uyuşturan – ezberci – kaderci bir koşullandırma eğitimi yapıyoruz.

Bu politika, ZİHİNSEL BİR SOYKIRIMDIR ve İNSANLIĞA KARŞI SUÇTUR...
Herhangi bir siyasal kadronun salt seçim kazandı diye bu akıl ve bilim dışı – insanlık düşmanı politikaları izleme hakkı yoktur, olmamalıdır.

7 yıl kadar önce Avusturya’da seçim sandığından potansiyel kolalisyon ortağı olarak çıkan Haider’in faşist partisine AB bu olanağı sağlamamıştır. “Biçimsel olarak Yasal” ama
“hukuksal açıdan meşru değil” diyerek bu hükümeti engellemiştir.

Türkiye’nin ve gelecek kuşakların her nasılsa seçim kazanmış kimi siyasal kadroların
sözde eğitim politikaları üzerinden dinci – gerici – yobaz – aklını kullanmayı ve sorgulamayı öğrenmemiş – sanat/bilim/çağdaşlık düşmanı güruhlar- kalabalıklarca ele geçirilmesi
salt Türkiye için değil; insalık ailesi için de hele bu Ortadoğu coğrafyasında çok ciddi tehdittir.

Batı’lı aydın dostlarımızın bu tehlikeli olguyu görmelerini ve üzerlerine süşeni yapmalarını beklemek hakkımızdır. Kimse kalkıp “içişlerimize burnunu sokmasınlar..” salatasını
ileri sürmesin. Önce siz içeride yasa devleti – hukuk devleti – meşru iktidar ve evrensel
insan haklarına saygılı olunuz..

İHEB ve AİHS’ne taraf olarak Anayasal düzlemde kendinizi bağadığınız halde (md. 90/son) gereklerini yerine getiriniz.. Bakınız o zaman kimsenin size diyecek tek sözü kalıyor mu??

*****

Sayın Prof. Dr. D. Ali ERCAN hocamız değerli bir NÜFUS ANALİZİ çalışması yapmış.. (yenilemiş) .. Yansıları görünce bizde yıkarıdaki çağrışımları doğurdu ve yazdık..

Ekleyelim; yukarıda mahkum ettiiğimiz insanlık dışı eğitim politikalarının kaldıraçlarından
biri de güdümlü aşırı nüfus artışıdır.. Bilerek ve isteyerek 3-5 çocuk doğurulması
topluma dayatılırken, 2827 sayılı yasa ve Anayasa md. 41 kasten çiğnenirken hedeflenen;

* Apaçık söyleleylim;

Kalablaık – niteliksiz – işsiz – yoksul – sadaka ve kaçınılmaz türevi biat kültürüne mahkum milyonlarca oy deposu “insancık” üretmek ve biçimsel sandık demkrasisi ile diktatorya kurmaktır..

Türkiye’de yapılagelenin açık adı budur..
Gerisi laf-ı güzaftır (boş söz)!

Sn. Prof. Ercan’ın NÜFUS ANALİZİ adlı dosyasını ve yansılarını izlemek için
lütfen tıklar mısınız???

Nufus_Analizi_Mayis2015.æ

Teşekkürler Ali hocam..

Durmak yooook, devam lütfen…
Beraber yürüdük bu yollarda siz ve ben..

Sevgi ve saygı ile.
30 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Neden “en az 3 çocuk” ? / Why “at least 3 children” ?

Neden_en_az_3_cocuk

KÜRTAJ, SEZARYEN SORUNU ve BAŞBAKANIN TEHLİKELİ HEZEYANLARI..

Kurtaj_sezeyan_hakki_ve_Basbakanin_salvosu_29.5.12

BM Nüfus Fonu 2011 Raporu : Sn. Başbakan’ın Bilgisine../ Submission to Mister Primeminister : UNFPA State of World Population 2011

2011 UNFPA Report