Etiket arşivi: Hizbullah

28 Mayıs ve sonrasında Türkiye

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
26 Mayıs 2023, Cumhuriyet

 

İki hafta önce cuma günü, 14 Mayıs’taki seçimde geleceğe ilişkin umudu yeşertmek için Erdoğan’a karşı oy vermemiz gerektiğini yazmıştım. Aynı cümleyi bugün, 28 Mayıs’ta yapılacak ikinci tur seçimi için kuruyorum.

28 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu kazanırsa her şeyin çok güzel olacağını hiç söylemedim; her iki aday konusunda da eleştirilerimi net olarak yazdım, okuyucularımı nesnel bir tavırla bilgilendirdim, gerçeği söylemeyi ertelemedim.

Yine öyle yapacağım.

ERDOĞAN KAZANIRSA…

28 Mayıs’ta Erdoğan kazanırsa…

Devletin televizyonu TRT’ye çıkıp “Ama montaj, ama şu, ama bu” diyerek rakibine iftira atmak için montajlanan bir videoyu kampanyasında kullandığını rahatlıkla söyleyebilen, gerçeği kolaylıkla saptırabilen biri cumhurbaşkanı olacak.

Kadın-erkek eşitliği fıtrata ters diyen biri tekrar cumhurbaşkanı olacak.

Kadın cinayetleri ve cemaat yurtlarındaki tacizler için “münferit” diyen bir cumhurbaşkanı olacak.

Yıllardır sürekli olarak kullandığı nefret söylemleriyle toplumu kutuplaştıran bir cumhurbaşkanı olacak.

Beşli çeteler ceplerini doldururken batan ekonominin bedeli işçi sınıfının, emekçinin sırtına yüklenmeye devam edecek.

“Adalet Sarayı” denilen binalarda adaletin esamesi okunmayacak; yargının, aydınların ve ilerici kesimlerin, hak mücadelesi veren herkesin üzerindeki baskı artacak.

Siyasal İslamcı AKP ile Hizbullah uzantıları, aşırı milliyetçiler ve dinciler arasında kurulan ittifak, Türkiye’deki karanlığı daha önce görülmedik şekilde koyulaştıracak.

  • Emperyalizmin Türkiye’de kurduğu oyunun bir sonucu olan sığınmacı sorunu, şiddetlenerek sürecek ve Türkiye’nin varlığını tehdit eder hale gelecek.

Erdoğan kazanırsa, Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen laik Cumhuriyet Devrimi’nin 100. yılında, Erdoğan’ın lideri olduğu Karşıdevrim Tarikatına teslim edilecek.

KILIÇDAROĞLU KAZANIRSA…

Kılıçdaroğlu seçilirse, 21 yıldır ülkenin üzerine çöken, Büyük Ortadoğu Projesi’nin ürünü AKP’ye güçlü bir yanıt verilecek; yozlaşmış düzeni değiştirmek isteyen muhalefetin sesini duyurması için daha fazla olanak olacak.

Söz verdiği gibi ilk 24 saat içinde İstanbul Sözleşmesi’ne dönmek söz konusu olacak.

Türkiye, Şahsım Devletinden çıkıp parlamenter sisteme ve hukuk devletine dönüş rotasına girecek.

Elbette tek bir seçimle tüm sorunları çözmemiz, ideal bir sistem yaratmamız olanaklı değildir. Millet İttifakı’na ve seçim sürecinde ortaya koydukları politikalara yönelik eleştirilerim aynı şekilde devam ediyor (biçimde sürüyor).

Kim kazanırsa kazansın, laiklik, tam bağımsızlık ve güçlü bir sol için verdiğimiz mücadele hızlanarak sürecek. Üstelik de karşımızda artık tarihin en sağcı Meclis’i varken!

Ancak son tahlilde (çözümlemede) 28 Mayıs için durum nettir:

  • Erdoğan’ın gitmesi için bir kez daha oy vermek ve sandıklara sahip çıkmak,
    her vatansever yurttaşın temel görevidir. 

Gün kararsızlık günü değildir!

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

PETROL

RTE, Gabar’da günlük 100 bin varil kapasiteli petrol bulunduğunu müjdeledi.
Seçim buluşu…

KOCAMIŞ

69 yaşındaki RTE, ağırlaştırılmış müebbet mahkumu, katil, Hizbullah’ın askeri kanat sorumlusu 71 yaşındaki Hüda Par’lıyı kocamışlık nedeniyle affetti.
80’lik generaller kumpastan içeride.
Beyni ve zihni kocamış, adam yanlış…

PEYGAMBER

RTE, “Biz Allah’tan emir alıyoruz”
Uçuş…

MERMİ

Bahçeli, “Afrin’i alacağız diyorlar. Alsalar alsalar ağırlaştırılmış müebbet alırlar ya da vücutlarına mermi alırlar”
Sulanmış…

MAYMUN

Bahçeli, HDP’nin anayasa ve Türklükle ilgili açıklamamaları karşısında CHP ve İYİP’nin üç maymunu oynadığını söyledi.
Hüda Par’ın sözlerini duymayanlar arsız maymun…

EVLİLİK

SS, “Millet İttifakı iktidara gelirse LGBT’nin önü açılacak, erkek erkekle, insan hayvanla evlenecek” diyor.
Bunları söylerken Adalet Bakanı Bozdağ’ın görüşünü almış olmalı…

GÖRÜŞME

RTE, CHP’yi Kandil’le görüşmekle suçlamayı ön plana aldı.
Kandil’den Duran Kalkan AKP’nin PKK ile, AKP Diyarbakır adayı Ensarioğlu devletin (yöneten AKP) Öcalan ile sürekli görüştüğünü açıkladı.
İftira ile gerçek yan yana…

KIZILAY

Kızılay Konya/Selçuklu Yönetim Kurulu üyesi Ahmet Dağlı, İmamoğlu’nun Konya mitingi öncesinde “Şeytan taşlamak isteyen yarın Anıt Meydanı’na gidebilir.” diye yazdı.
“Depremde, Kızılay nerede?” sorusunun yanıtı!..

BÖLÜCÜ

RTE meydanlarda “Vatanı böldürmeyeceğiz” diyerek Millet İttifakı’nı bölücülükle suçladı.
Partisinin Diyarbakır adayı, emekli imam ve vaiz Mehmet Said Yaz, Türk adaylara oy verilmemesini istedi ve Kürdistan’ın bölünmüş olduğunu söyledi.
Sözün değil aklın bittiği yer…

MİLİTAN

Erzurum’da MHP, AKP ve Hüda Par’lılar İmamoğlu’nu taşladı.
Güvenliğin sorumlusu SS, olayı ve yaralanmaları “tiyatro” olarak yorumladı.
Militandan bakan…

HIRS

RTE, 20 yıldır Başbakan ve Cumhurbaşkanlığından sonra başka dünyevi hırsı olmadığını söyledi. PKK montajlı sahte video gösterip oy istedi.
Mal varlığı hakkındaki iddialara bakılırsa birazcık da para hırsı var.
Hepsi ahiret için…

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Nisan 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

HİZMETLİ

YSK, milletvekili adayı olan bakanların görevlerinden istifa etmesine gerek olmadığına karar verdi.

Birilerinin kararını resmileştirdi desek…

BATIK

RTE, ” Faizi düşüreceğiz dedik ve düşürdük. Ne oldu, battık mı? ”

Batmadık da çıktık mı?..

YAŞASAYDI

DSP’yi AKP’ye satan, muhalefeti  (küffar) Müslümanlık dışı olarak niteleyen Önder Aksakal, “Deniz Gezmiş yaşasaydı Erdoğan’a oy verirdi” dedi.

Deniz Gezmiş mertti, çıkarı için döneklik yapmazdı…

HİZBULLAH

HÜDA-PAR mitinginde, “Dik dur eğilme, Hizbullah seninle” sloganları atıldı.

Yöneticiler, “bizim Hizbullah ile ilgimiz yok” demişler, RTE ve Bahçeli inanmıştı.

Hayret!..

MİLLİ

Hüda-Par Gen. Bşk. Yapıcıoğlu, yeni anayasada değiştirilemez maddeler olmaması gerektiğini ve “Türk Bayrağı” yerine “Türkiye Bayrağı” denmesi gerektiğini söyledi.

Cumhur İttifakı’nın yerli ve milli parçası!..

YÜZÜK

Son günlerde en beğendiğim nükte şöyle, “Tek yüzükle gideceksin, gerisini milletin!

BESLEME

Yeşil Sol Parti (HDP)’den İstanbul milletvekili adayı Hasan Cemal, FETÖ‘nün kumpas davalarını savunarak, “Sanki ne Balyoz vardı ne Ergenekon vardı, hepsi unutuldu” ifadelerini kullandı.

Beslenmenin karşılığı…

YÖNLENDİRME

Kılıçdaroğlu’na türbe ziyaretinde saldırıldı ve mezarlıkta dua okurken laf atıldı.

İmam, O’nun kıbleyi bilmediğini üfürünce cemaat pisledi…

TEHLİKE

Cübbeli Ahmet, “Kadın koku sürünüp dışarı çıkıyor. Çok tehlikeli Allah muhafaza.”

Tehlike, beyni uçkuruna bağlı olanlar

ÇOCUK

Öğrenci konumundaki RTE, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle Enerji Bakanlığı koltuğunda oturan depremzede öğrenciye “Sayın bakanım, bu muhalefet bizim dilimizden anlamıyor, onları ne yapacağız?” dedi.

Çocuktur, sorar…

YALANCI

RTE, Sultan Ahmet Camii’nin avlusunda yaptığı mitingde Millet İttifakı‘nın DİB’ lığını kaldıracağı yalanını söyledi.

Müslüman!..

OKUMA

Binali Yıldırım, son kez çıktığı TBMM kürsüsünde İstiklal Marşı’nı kağıda bakarak başarıyla! okudu.

Şiirde (ğ) olsaydı apışır kalırdı…

SIĞINTI

MHP lideri Bahçeli, “Suriyeli sığınmacıları güvenli, gönüllü ve onurlu şekilde ülkelerine geri göndermek için aziz milletim sıra sende.” dedi.

Sığıntı olmanın zorluğunu biliyor…

Nasreddin Hoca’nın mührü

Mine G. Kırıkkanat
Mine G. Kırıkkanat
kirikkanat@mgkmedya.com
 
09 Nisan 2023, Cumhuriyet

 

Yıllar önce, Yüksek Kaldırım yokuşunda Nasreddin Hoca hakkında Fransızca bir kitap bulup aldım. Yazarı Jean Paul Garnier, 1958 basım tarihli kitapta hem hocanın pek bilmediğim yaşamına ışık tutuyor, hem de öykülerini gençlik, erişkinlik, bilgelik dönemlerine göre sıralıyordu.

Meğer Balkanlar’dan Moğolistan’a kadar ünü yayılan ve Türkçeden başka Rusça, Sırpça, Arapça, Yunanca vb. dillerde okunan Nasreddin Hoca hakkında, “hoca” sözcüğünden türeyen Goha başlıklı bir roman bile varmış! Ve benim kitabın yayımlandığı 1958 yılında, Fransız yönetmen Jacques Baratier’nin sinemaya aktardığı, Claudia Cardinale ile Ömer Şerif’in rol aldıkları Goha filmi, Cannes Film Festivali’nde ödül almış…

Nasreddin Hoca, babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi’nin ölümünden sonra, yeni imam Molla Mehmet gelene kadar köye imamlık yapar. Oysa aklı fikri Akşehir’e dönüp, değerli hocalardan aldığı eğitimini sürdürmektedir.

İSTEKSİZ EVLİ, ZORLA İMAM

Nasreddin, Hortu’daki imam vekilliği sürecinde anası Sıdıka Hanım’ı şefkatle sarmalar, ama onu “Bana görünme de kime görünürsen görün” öyküsünün esin kaynağı ilk eşiyle evlendiren köy ahalisine fena diş biler. Dolayısıyla, imamlıkta kendisini yormamaya kararlıdır.

Bir cuma günü, hutbeye çıktığında sorar: “Ey cemaat, hangi konuda vaaz vereceğimi bilir misiniz?” Ehli müslim, “Bilmeyiz” diye yanıtlar. Hoca, “Öyleyse size anlatmak uzun sürer” deyip kürsüden iner.

Ertesi cuma, yine hutbeye çıktığı kürsüden, aynı soruyu sorar. Ama cemaat, bu kez hazırlıklıdır. Ahaliden bir avazda, “Biliriz!” yanıtını alan imam Nasreddin; “Öyleyse vaaza gerek yok” deyip yine evine döner.

Bir sonraki cuma, ehli müslim düşünmüş, taşınmış, kurnazlaşmıştır. Aynı soruya, “Kimimiz biliriz, kimimiz bilmeyiz!” yanıtını verirler.

“âlâ!” der, Nasreddin Hoca. “Öyleyse bilenler bilmeyenlere anlatsın!” Ve yine kürsüden inip, evine döner.

NEYİ İYİ BİLİRDİNİZ?

Nasreddin Hoca’nın öykülerini bilsin bilmesin, herkesin belleğine “Bilenler bilmeyenlere anlatsın” sonucuyla bir özdeyiş olarak kazınan bu zekice fıkrayı; önümüzdeki ay yapılacak iki seçimi düşünürken yine anımsadım.

İmam değilim, imanlı bile değilim, mizahta Nasreddin Hoca’nın tırnağı olamam, ama yine de sormak isterdim halkımıza, hem de çok:

  • “Ey ahali! 14 Mayıs Pazar günü, eline verilen pusulalarda kime ve neye evet mührünü basacağını gerçekten biliyor musun?”

Türkiye, laikliğin en azından mahkeme önünde geçerli olduğu geçmişinde, kesintili de olsa demokrasiyle yönetilen biricik Müslüman ülkesiydi. Son yirmi bir yılda laikliğiyle birlikte demokrasiyi de yitirdi.

Ey ahali!

İşte İslam dünyasının hali: İster zengin olsun ister yoksul, hiçbir Müslüman ülkesinde çağdaş eşitlik yok, huzur yok, özgürlük yok, yurttaş bilinci yok, çünkü demokrasi yok.

İYİ BUYSA, KÖTÜ NE?

  • Binlerce kişiyi öldüren Hizbullah katillerini serbest bırakanı mı cumhurbaşkanı yapacaksın yine? Yoksa bu cinayet örgütü kurucularını, üyeleri ve savunucularını mı milletvekili seçeceksin, pusulaya basacağın mühürle?

Kadınlara, çocuklara, hayvanlara, hatta eşyalara tecavüz edeni, döveni aklayan; öldüreni koruyan tarikatlara, cemaatlere mi geçit vereceksin yine?

İnşaat ihalelerinden vurgun vuran Menzil’cilere, camide imam recmeden İsmailağa müritlerine mi teslim olacaksın?

Gözleri sürmeli çakma şeyhler Maybach konvoylarıyla ilerlerken sen onların elini eteğini öpmeye, kapılarının önünü süpürmeye mi gerileyeceksin?

Keşke tüm imamlar Nasreddin Hoca gibi olsaydı ama değiller…

Çocuklarını gerçekten seviyor musun, ey ahali?

Sana Doğu’nun “Her şey Allah’tan” kaderciliğini satıp, çocuklarının zekâsını 1300 yıllık hurafelerle tıkarken; kendi çocuklarını Batı’nın en iyi okullarında okutan, Londra’larda, New York’larda yaşatan ve parasını da senin etinden, sütünden, ekmeğinden çalan din tüccarlarına hâlâ mı güveniyorsun?

KULLUK KURBANI ÇOCUKLAR

Bu ülkede orduyu ve adaleti birlikte devirdikleri ortağıyla papaz olunca;

  • Bak senin yoksul ve suçsuz Harbiyelilerin hapislere atıldı.
  • Bak, senin 20 yaşındaki asker oğlunun kellesi kesildi sokaklarda…
  • Suçluların hepsi dışarıda.
  • Türkiye, artık uyuşturucu trafiğinin küresel bir kavşağı.

Her ay bankamatik hesabına yatan birkaç yüzlük, binlik sosyal yardımı alıyor, bu değirmenin suyu nereden gelir diye sormuyorsun, anladık. Peki ya çocukların? Onların nasıl müptela olduklarını, kafa yapan ucuz haplara nasıl kolayca ulaştıklarını da mı merak etmiyorsun?

Ey ahali!

  • Kurnazlık sandığın bu cehalete, daha ne kadar kul olacaksın?

TERÖR DEVLETİ

Suay Karaman

Elli yılı aşkın süredir devam eden Filistin ile İsrail arasındaki çatışmada, her iki taraftan on binlerce insanın yaşamını yitirdiği, yüz binlerce insanın yaralandığı, yaklaşık bir milyon insanın da evlerinden ve yurtlarından sürüldüğü bilinmektedir. Ramazan ayıyla birlikte İsrail polisi Kudüs’teki Şam Kapısı’nda akşamları iftar düzenlenmesini engellemek için bariyerler yerleştirmişti. Filistinliler bu durumu protesto ediyor ve İsrail polisi ile çatışıyordu. 7 Mayıs Cuma akşamı İsrail, işgal altındaki Doğu Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya baskın düzenledi. Camide namaz kılanlara ses bombaları ve plastik mermilerle saldırdı. Gazze ve diğer kentlere de sıçrayan olaylar halen devam etmektedir. İsrail’in havadan ve karadan vurmaya devam ettiği Gazze Şeridi‘nde tablo giderek ağırlaşmaktadır.

Arap ve Yahudi grupların sert çatışmalarında birçok ölüm ve yaralanma olayı meydana gelmiştir. Geceleri sürekli iki tarafın ateşlediği roketlerin kıvılcımlarıyla İsrail ve Filistin semaları aydınlanmaktadır. Bu durumda iç savaş uyarısı yapan İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin, “Sokaklarımızda savaş patlak verdi. Çoğunluk gördüklerine inanamıyor ve şok yaşadığı için hiçbir şey söyleyemiyor” dedi.

14 Mayıs 1948 tarihinde kurulan İsrail, kurulduğundan beri sürekli Araplarla savaşmış ve her savaştan topraklarını büyüterek çıkmıştır. ABD’nin stratejik müttefiki olan hatta Ortadoğu’ daki jandarması kabul edilen İsrail’in, sürekli yeni yerleşim birimleri kurup, Filistin halkını sürmesine ve katletmesine, ABD destek olmaktadır. Çünkü emperyalizm, siyonizmin işbirlikçisidir, destekçisidir.

Son iki yılda dört seçim gören İsrail’de iç siyaset hayli karışık bir durumdadır. Hakkındaki yolsuzluk iddiaları ile gündeme gelen Başbakan Binyamin Netanyahu, bu saldırılarla kendi durumunu unutturarak, iktidarda kalabilmek için yeni ve kanlı bir oyunun peşindedir. Açıkça bir terör devleti görünümündeki İsrail, bu yaptıkları nedeniyle tüm dünyada öfke yaratmıştır ve gelen tepkilere karşın saldırılarına devam etmektedir. Ama İsrail’e yaptırım uygulamak söz konusu değildir çünkü arkasında ABD ve Batının desteği bulunmaktadır.

Türkiye’de, siyasi iktidarın desteğiyle Filistinlilerin yaşadıkları karşısında Ankara, İstanbul, Adana, Kayseri başta olmak üzere bazı kentlerde mitingler düzenlendi. Küresel salgın nedeniyle sokağa çıkmanın yasak olduğu günlerde “tekbir” getirerek sokaklara dökülen tarikat artıklarının organizasyonu ilginçtir. Bunlar bir araya toplanırken güvenlik güçleri ne yapmıştır, hatta nerededir gibi sorular da yanıtsızdır. İstanbul’da binlerce kişi Türk ve Filistin bayraklarıyla Beşiktaş’taki İsrail Başkonsolosluğu önünde sloganlar atarak İsrail’e tepkilerini gösterdi. Vatan Caddesi’nde bir araya gelen vatandaşlar, Türk ve Filistin bayrakları asılı araçlarıyla konvoy yaparak İsrail’i protesto etti. “Kahrolsun İsrail” diye sloganlar atılarak, İsrail’in kahrolmadığı bilinmesine karşılık, sadece kendi bindirilmiş kıtaları alanlara çıktı. Ama bu bindirilmiş kıtalar Uygur Türklerine yapılanlara tepki vermedi. Bu bindirilmiş kıtaların, Yunanistan’ın işgal ettiği Ege adalarımız konusunda hiçbir tepki ve eylemi olmadığı gibi söylemi bile yoktur.

  • Siyasi iktidarın ülkemizin sorunlarını unutturmak için Filistin konusunda, küresel salgına karşın bindirilmiş kıtalarını sokaklara döktüğü anlaşılmaktadır.

12 Mayıs Çarşamba günü Suudi Arabistan ziyareti sonrasında Dışişleri Bakanının yaptığı açıklama şöyledir:

  • “Hep böyle kınıyoruz ama ümmet adım atmamızı bekliyor. Artık bu tür saldırıların durması gerekiyor. Elbette uluslararası hukuk çerçevesinde Filistinlilerin haklarını korumamız lazım.“

Ümmet sözcüğü ile ne anlatılmak istenmektedir; hangi ümmet nasıl bir adım atmamızı bekliyor? Müslüman Kardeşler mi, Taliban mı, Hizbullah mı, IŞİD mi, HAMAS mı? İsrail’e karşı ümmeti göreve çağırma girişimleri boşunadır, sonuç vermeyeceği bellidir. Ümmet değil ama Türk Milleti bu sorunu barış ile çözmelidir. Eşsiz önderimiz Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesi her zaman geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde büyük bir insanlık dramı haline gelen Filistin sorunu, iki devletli şekilde çözülmelidir. Ancak ne yazık ki İsrail’in saldırgan tutumuna karşı şimdilik kısa vadede bir çözüm görünmemektedir.

Ülkemizin ovalarını, barajlarını İsrail’e peş keş çekerseniz, tohumlarınızı İsrail’den alırsanız, savaş uçaklarının teknolojik sistemleri İsrail tarafından yapılırsa, özelleştirme adı altında birçok şirketinizi İsrail’e satarsanız, İsrail ile ticari ilişkileriniz büyük boyutlara ulaşmışken İsrail’e karşı yalnızca kınama yaparsınız. Bu yüzden İsrail ile ilişkilerinizi donduramazsınız, büyükelçinizi çekemezsiniz çünkü elinizi vermişsiniz, kolunuz onlarda. Üstelik Tayyip Erdoğan’ın 29 Ocak 2004 tarihinde Yahudi Üstün Cesaret Madalyası aldığı düşünülünce, İsrail’e salt içi boş kınamalar yapılacağı bilinmelidir. İsrail’in yoğun saldırıları karşısında, 14 Mayıs Cuma günü Mescid-i Aksa’da toplanan kalabalığın “Biz buradayız, sen neredesin Erdoğan” sloganı atarak, protesto gösterilerinde bulunduğu da gözlerden kaçmamıştır. 

Azim ve Karar, 17 Mayıs 2021

KIBRIS MUTLU BARIŞ HAREKATININ 40 .YILI


KIBRIS MUTLU BARIŞ HAREKATININ 40 .YILI

“TURKEY TAKES OFF”

PORTRESİ

 

Şahap Osman ARAS
Emekli Kurmay Albay

Harp Akademisinin Yüzbaşı rütbesindeki öğrencileri olarak, Batı Avrupa Ülkelerine ilk gittiğimizde, 1974 Kıbrıs Savaşının üzerinden henüz bir yıl geçmemişti. Bu harekatta, diplomasimiz ve askeri gücümüz tam  bir uyum içinde sevk ve idare edilerek zafere ulaşılmıştı. O nedenle, Belçika’daki NATO Karargahında (AS: SHAPE, 1971’de ziyaret etmiştik..) karşılaştığımız müttefik subaylar bize gıpta ile bakıyordu. Ancak, onların gözlerindeki kıskançlığı da hissedebiliyorduk. Olacak şey mi?… Savunma ordusu zannettikleri Türk Silahlı Kuvvetleri, deniz ötesindeki bir savaşı Kara-Deniz-Hava Kuvvetlerinin ve de Kıbrıslı Mücahitlerin kahramanlığı ile, dosta/düşmana ders olacak bir maharetle kazanmıştı. Kutlu Barış Harekatının 40. Yılında; bize bu gururu yaşatan Aziz Şehitlerimizi rahmetle, Kahraman Gazilerimizi hürmetle anıyoruz. 

1975’teki gezimiz Haziran ayında gerçekleşmişti. Ülkemiz Batı medyasında sıklıkla yer alıyordu. Bir sabah, gazetelerde “Turkey Takes Off ” manşetini görünce; hem sevindik, hem şaşırdık. Bu bir havacılık deyimiydi. Batılı medyada, tıpkı bir uçağın yerden havalanması gibi, Türkiye’nin yükselişi duyuruluyordu. Ne var ki, bu manşetlerin bize destek için değil de, yöneticilerini uyarmak için atıldığını, Batılı Ülkelerden Türkiye’ye yönelik sert ambargolar art arda gelmeye başlayınca, acı bir şekilde anladık… İngilizlerin 2. Dünya Savaşındaki ünlü Başbakanı Churchill (Çörçil)’e yüklenen bir deyiş vardır:

  • “Türkiye, Batı’nın ihtiyaç duyduğu bir fidandır. Kurumaması için sulanmalı;  büyümemesi için budanmalı!”

Evet, Türkiye bugün Batı’yla ittifak içindedir. Ancak,“İttifaklar ne öldürür,
ne oldurur…”
Ulusumuz bu gerçeği asla unutmamalıdır.

Bu konuda, 1960’ların başında NATO Askeri Karargahında görevli (o zamanki rütbesi Kurmay Albay olan) merhum Korgeneral Atıf Erçıkan’ın eline kazara geçen bir dosyadan, ibret  almamız gerekir. Bu dosyada; “Gelecekte (30 yıl sonra) Sovyetler Birliği çökertildikten sonra, 15-16 devlete ayrılacağı; bunlardan 5-6’sının Türk kökenli devletler olacağı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bunlarla birleşip, güçlenmeMesi için ne gibi önlemler alınması gerektiği” incelenmekte imiş. Bu olay, merhum Muzaffer Özdağ’ın kurucu genel başkan olduğu, Türkiye-Azerbaycan Dostluk Derneği’nin Haziran 1998 tarihli,12 No.lu Yayınında, Emekli Tümgeneral M. İlhan Atabaş tarafından ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Ulusumuz bugün, otuz yıldan beri mücadele ettiğimiz “bölücü terörün” hangi amaçlara hizmet ettiğini çok iyi kavramalıdır. 1984’ten beri başımıza bela edilen PKK , 1984 öncesinde, yurt dışındaki diplomatlarımıza ve vatandaşlarımıza amansız saldırılar düzenleyen Ermeni ASALA terör örgütünün bir türevidir.

BUNUN NERESİ ARAP BAHARI ?  

2011 başından beri, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki Müslümanlar birbirini boğazlıyor. Her yerde kan gövdeyi götürüyor. Batılı medya, bu felakete “Arap Baharı” diyerek, yangına körükle gidiyor. “Özgürlük ve demokrasi” palavrası ile, maddi/manevi yıkımlar örtbas edilmeye çalışılıyor. Atalarımız; “Mızrak çuvala sığdırılamaz” derler. Uygulanan senaryonun Ortadoğu’daki Müslüman halkları olabildiğince parçalanmaya götürdüğü, emperyalizmin bölgedeki nüfuzunu daha da artırdığı ve Büyük İsrail projesinin gerçekleştirilmesi (AS: BOP’un asıl amacı!) için elverişli ortam hazırladığı, net olarak görülmektedir. Bu senaryonun son perdesi; bütün Ortadoğu’yu sarsacak, kanlı bir Sünni-Şii savaşının patlak vermesidir.Ortadoğu gündemini belirleyen iki ülke; Şii İran İslam Cumhuriyeti (İİC) ve İsrail’dir.

İran, Çin ve Rusya’nın; İsrail ise Avrupa Birliği ve ABD’nin desteğine sahiptir.
İsrail, Kuzey Irak’taki Kürt Yönetimiyle stratejik işbirliği içindedir.
Buna karşılık; Irak’taki Şii çoğunluk yönetimi, Suriye rejimi ve
Lübnan’daki Hizbullah güçleri, İİC’nin etki alanı içindedir.

Ortadoğu’da İslam Ülkeleri arasındaki bu cepheleşmenin kanlı bir Şii-Sünni savaşına dönüşmesinden yarar uman dış güçler var. Şii İran’ın karşısındaki Suudi Arabistan ve Katar, Sünnilere finansman ve silah desteği sağlayacak potansiyele sahiptir. Ancak, Ordularının savaş gücü sınırlıdır. Bu nedenle, savaşa sürüklenecek kimi enayilere gereksinimleri vardır.

  • Bu  tehlikeli süreçte Ülkemiz, Ortadoğu’da çok büyük yıkımlara neden olacak olan, bir Sünni-Şii çatışmasının içinde olmamalıdır…

Rusya’nın halen Suriye/Lazkiye’de bir deniz üssü var. İsrail’in Doğu Akdeniz’de keşfettiği yeni petrol ve doğalgaz yatakları, bölgenin stratejik önemini daha da artırmış bulunmaktadır. Bu nedenle, AB ve ABD, Rusya Federasyonu’nun Doğu Akdeniz’deki varlığından büyük rahatsızlık duymaktadır. Ne var ki, AB-D ile Rusya arasındaki egemenlik mücadelesinin bedeli, mazlum Suriye halkına ve bölgedeki öbür Müslümanlara ödetilmektedir. Diplomasimiz ise, “Komşularla Sıfır Sorun” söylemiyle çıktığı yolculukta, maalesef bataklığa saplanmıştır.

Halen Türkiye’nin güneyi-güneydoğusu ve kuzeyi savaş alanıdır. “Üç haftada devrilecek” dedikleri Esad rejimi, üç yıl geçtiği halde, direncini sürdürmektedir.
Önceleri Suriye’de Beşar Esat rejimine karşı savaşan sözde IŞİD (Irak-Şam İslam Devleti) güçleri, etki alanlarını daha da genişleterek Bağdat’ı ele geçirmeye çalışmaktadır. Karadeniz’in kuzeyindeki Ukrayna’da derin bir siyasi kriz ve bölünme tehlikesi vardır. Rusya, Karadeniz’i kontrol eden stratejik Kırım Yarımadasını Ukrayna’dan kopararak, ilhak etmiştir. Bundan en çok, 1944 yılında sürüldükleri yerlerden 1990’dan sonra yurtlarına dönmeye çalışan, Kırımlı Kardeşlerimiz zarar görmüştür. AB ve ABD bölgemizi alt-üst eden bütün bu felaketlere fiilen müdahale etmekten dikkatle kaçınarak, bol bol nasihat ve öneriler üretmektedir.

Bu koşullarda, Türk Silahlı Kuvvetleri‘nin her zamankinden daha hazırlıklı bir durumda bulunması, Ulusumuzun birlik ve dirlik içinde olması gerekmektedir.

Uyanık olalım.

 

ABD Yeni Bahane Peşinde!


Dostlar
,

Sayın Prof. Türkkaya ATAÖV, Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesinden emekli Uluslararası İlişkiler uzmanıdır. Özellikle Filistin sorunu ve sözde Ermeni soykırımı konusunda uzmanlığı ile bilinir. Afrika Kurtuluş Mücadelelerinin Tarihi de ünlü kitapları arasındadır.

Suriye’de askıya alınmış gibi duran sıcak savaş, –emperyalist jargonda “müdahale” denilmekte!?- ve ardalanı (arka planı) hakkındaki makalesi çok öğretici..

Özellikle yazının sonunda sorulan soruya Türkiye’yi son derece tehlikeli kanlı serüvenlere kısır çıkarları adına gözükara sürükleyen AKP yönetimi yanıt vermeli.

Türkkaya hocanın boynunda kravat düğümü yerine iri bir metal Atatürk madalyonuna dikkat..

ADD web sitesinde yayımlanan MİLLİYETÇİLİK başlıklı makalesinin  okunmasını da yeğinlikle (şiddetle) öneririz.. (http://add.org.tr/milliyetcilik.html)

O, son derece sıkı bir Atatürk aşığı..

Adı Türk + kaya.. Türkkaya

Soyadı Ata + öv.. ATAÖV..

80 yaşını aşkın bu Kemalist bilge”yi, yaşamı boyunca tutarlı çizgisi
ve çok değerli bilimsel üretimi için şükranla ve hürmetle selamlıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
20.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

ABD Yeni Bahane Peşinde!

Türkkaya Ataöv-4, Ulusal Eğ. Drn. Ermeni sorunu, 09.05.09


Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV

“ABD savaştan vazgeçti” yaygın yorumuna kanmayalım. Esad’ın direnişiyle Putin siyaseti ABD’yi köşeye sıkıştırdı, ama Vaşington’un elini tetikten çektiği yorumu yanlış.

Ne emperyalizm tüm olanaklarını kullanmadan asıl amaçlarından yan çizer,
ne de biz görüntüyle aldanacak bebekleriz. Obama’nın dedikleri bir yalana dayalıdır.

  • ABD ekonomik ve siyasal düzeniyle onun kulu medya askeri müdahale istiyor.

Bu aşamada emperyalizmin dünya üssü Vaşington yeni ama uydurma bahaneler kotaracaktır. Kuşkusuz, tutarsa!

Komşu Suriye’deki çatışmayı, dıştan gelen para, silah, örgütleme, eğitim ve baskılara karşın, Şam yönetimi kazanıyor.

ABD’nin hedefi Şam’ın elinden kimyasal silahları almak değil, tüm Ortadoğu’yu
kendine bağımlı kılmak için başı dik duran Esad yönetimini devirmek, öteki komşumuz İran’la Lübnan’da Hizbullah’a da benzer müdahalelerin kapılarını biraz daha açmaktır.

Emperyalizmin ne olduğunu bilen gerçekçilerin yorumu ancak bu olmalıdır.

ABD ve yandaşlarına karşı çıkan Rusya-Suriye-İran ortak diplomasisi parlak bir
ara dönem yaşadı. Yasaklı silahları teslim seçeneği İran Meclisi’nin ulusal güvenlik kurulu başkanı Alaeddin Borucerdi’nin geçen hafta Şam’a gitmesinden sonra ortaya atıldı. Gerçekte, bu üç başlı eksen Vaşington’a içine düştüğü açmazdan çıkma olanağı armağan etmiş oldu. Bu üç başlı kümeden başka, ortak toplantılarını Kırgızistan’da yapmakta olan Şanghay İşbirliği Örgütü de var.

Obama yönetiminin zikzakları, O’na oy vermiş olanların O’nun maskesinin ardındaki çirkin “neo-kon” yüzünü görmesini belki sağlamıştır. Ama ABD-Britanya-Fransa-Arap Birliği ekseni de müdahale nedenini gizleyecek yeni bir propaganda masalı türetme peşindedir. “Sosyalist” balonu çoktan sönmüş olan Fransız Hollande’ın Suriye’ye müdahaleyi Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 7’nci bölümüne uydurmaya çalışarak ABD’ye destek vermesini ve Obama’nın da en son konuşmasında sözde sınırlı
askeri harekâtın kendi çıkarları gereği olduğunu söylemesini gereği gibi değerlendirelim.

  • Kuşku yok ki Vaşington, Suriye’yi bombalayabilmek için
    yeni bir masal uydurma arayışı içindedir. 

“Arap Birliği” denen örgüt bir Suudi Arabistan sömürgesidir. İslamın gerçek sahibi görünmek isteyen Suudilerle İsrail’in ortak isteği Suriye’deki düzenin şimdi değişmesidir. Emperyalizmin kulu bu Arap kümesi de iyi bilmeli ki, Ortadoğu’da kimyasal silahların yasaklanması İsrail’i de içine almalıdır. Ama bunu ağzına bile alan yok. Anlaşılan, bu ırkçı devlet, nükleer olanlar dahil, her türlü silaha sahip olabilir.
Üç güçlü Siyonist baskı kuruluşu (AIPAC, ADL, RJC) Vaşington’da sürekli işbaşındadır. Üçü de konuyu sanki bir Amerikan güvenliği söz konusuymuş gibi sunuyorlar.

Büyük mali sermaye ABD silahlı kuvvetlerine, o da kul Obama’ya buyruk veriyor.
ABD ve yandaşları Ortadoğu’yu geçmişte emperyalizm yararına bölmüş olan antlaşmaların yenilenmesi düşleri içindedirler. Ortak amaçları tüm bölgeyi
ABD tekellerine iyice bağlamaktır. Ne demeli? “Allahu ekber” mi?

Bunun yeni adımı nasıl olabilir? Örneğin, Suriye’de bir muhalif küme, müdahalecilerden alacağı malzeme ve buyrukla genelde Şam denetimli bir toprağın köşesinden İsrail’e bir kimyasal saldırıda bulunabilir. Böyle bir senaryo ABD müdahalesini sanki haklı çıkarır. Filistinlilerin haklarına gözlerini kapayan, kendileri Irak’ta uranyum ve Gazze’de beyaz fosfor kullanmış olanlar gizlice örgütledikleri bu suçu Şam’a yüklemekten çekinmezler. Suriye’ye saldırı bu gerekçeyle yer alırsa, Suriye ile Rusya’nın bir savunma antlaşması yapması mantıklı değil midir? O durumda ne olacağını Türkiye’deki karar-vericiler enine boyuna düşündüler mi? (Cumhuriyet, 19.9.13)

ALLAH BİR DESELER İNANMAM

ALLAH BİR DESELER İNANMAM

portresi_papyonlu

E. Amiral Türker ERTÜRK

Dışişleri Bakanı Davutoğlu sorulan bir soru üzerine Lazkiye’yi vuran uçakların Türkiye’den kalkış yaptığını yalanladı ve “ Bu karşılığı olmayan, tamamen yalan
ve hiçbir gerçeklik payı olmayan bir haberdir. Bu haberin amacı Türkiye’yi itibarsızlaştırmaktır “
 dedi.

Anadolu’da yeri geldiğinde söylenen “ Allah bir dese inanmam “ diye bir söz vardır. Bu söz bir kimsenin daha önce söyledikleri ve davranışları nedeniyle sözüne güvenilmeyeceğini hatta hiçbir sözüne bile inanılamayacağını ifade eder. Geçtiğimiz ay bu sözü Meclis Başkanı Cemil Çiçek Avrupa Birliği’ne sert çıkış yaparak “Allah bir deseler inanmamız mümkün değil.” şeklinde kullanmıştı.

Aynen Cemil Çiçek’in AB’ye söylediği gibi bizim de, ne Davutoğlu’na, ne de Erdoğan’a Allah bir deseler bile geçmiş sicilleri nedeniyle inanmamız mümkün değildir.
Ayrıca Davutoğlu ülkemizin itibarından bahsedebilecek son isimdir.

Bakanlığı Cumhuriyet tarihimizin en itibarsız dönemi olmuştur.

Bu hafta başında Russia Today televizyon kanalı İsrail’in 5 Temmuz’da Suriye’nin Lazkiye limanında bulunan askeri bir tesise Türkiye’den kalkan savaş uçakları ile saldırdığını güvenilir bir kaynağa atıf yaparak verdi.

Türkiye’nin sicili çok kötü

Bu haber üzerine görüşlerime başvurmak ve olayı teyit etmek için birçok basın kuruluşu beni aradı. Gerçekte saldırının Türkiye üzerinden gerçekleştirildiğine dair olumlu veya olumsuz hiçbir bilgim yoktu. Ama iç huzuru ile beni arayanlara “Hayır Türkiye hiçbir ulusal güvenlik endişesi yokken komşusuna karşı böyle bir ahlaksızlık ve şerefsizlik yapmamıştır.” diyemedim.

Çünkü AKP yönetiminde Türkiye’nin sicili çok kütüydü.

6 Eylül 2007’de 8 F-16 savaş uçağı İsrail’den kalkar Akdeniz üzerinden kuzeye uçar, İskenderun hava radarımız kontrolünde Türk hava sahasına girer ve doğuya döner. Yaklaşık Viranşehir üzerinde İsrail uçakları güneye dönerek Suriye hava sahasına girerler ve çok kısa bir süre sonra Deyrizor kenti kuzeyinde bulunan El Kibar
nükleer santralini bombalarlar.

İsrail savaş uçakları saldırıdan sonra aynı rotaları kullanarak geri dönerken
suç ortaklarının Türkiye olduğunun kanıtını dünya kamuoyuna duyurmak için
yedek yakıt tanklarını Hatay üzerinde Türk topraklarına atarlar.

  • Bu saldırı Erdoğan ve AKP iktidarının bilgisi dahilinde yapılmıştır.

Saldırıdan sonra zamanın İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Erdoğan’ı arar ve “Başka bir nükleer santrale izin vermeyeceklerini ancak yeni bir saldırı planlamadıklarını, sessiz kalırlarsa İsrail’in de sessiz kalacağını” Esad’a söylemesini ister.
Yani Olmert suç ortağını ulak olarak kullanır!

Orman kanunu geçerli

5 Temmuz 2013 ‘de Lazkiye’ye saldırı yapılmasının nedeni burada depolanan ve sahilden deniz hedeflerine atılabilen 300 km menzile sahip Yakhont füzeleridir. İsrail
bu füzelerin kendi donanma gemilerine her an tehdit

İsrail yetkilileri “ İsrail için savaşın 7 gün, 24 saat ve 365 gün olduğunu,
bu savaşları, savaşlar arasındaki savaş (War between wars) olarak niteliyor ve bunu esas savaş başladığında en iyi koşullarda savaşabilmek için yapıyoruz.”
 diyorlar.

İsrail’in Suriye’ye karşı hava saldırılarının iki önemli nedeni var. Birincisi Suriye’nin misilleme yapmasını sağlayarak açık savaşı tetiklemek. İkinci neden ise Suriye’ye
nefes aldırmamak ve onun stratejik silah/cephane kaynaklarını tüketmek ve muhtemel bir savaşa avantajlı girmektir. İsrail Suriye’ye karşı yaptığı daha önceki saldırılarda da onun hava savunma füze stoklarını hedef almıştı.

Bir eksik bir fazla fark etmez

İsrail için son Lazkiye saldırısının Türkiye ve muhtemelen İncirlik üzerinden yapmak sürpriz etkisi nedeniyle harekatın başarısı açısından arzu edilen bir tercihtir. Suriye Rusya’dan yeni aldığı Yakhont füzelerine karşı İsrail’in bir saldırı düzenleyebileceğini bekliyordu ama bu saldırıyı kuzeyden değil güneyden olabileceğini düşünüyordu.
Suriye açısından karşılaşılan diğer bir sürpriz de, bu operasyonda batı yönünden
İsrail’in Dolphin sınıfı denizaltılarının sualtından geliştirdikleri füze saldırılarıdır.

Peki, Türkiye Lazkiye saldırısında Mavi Marmara baskını ile 9 yurttaşını şehit eden
İsrail ile işbirliği yapmış olabilir mi? Halen devam eden halk hareketi nedeniyle 
Erdoğan ve AKP iktidarı tükenmiştir. Bu nedenle her türlü dış baskıya ve şantaja kolayca boyun eğebilirler. Aynı suç 2007’de hem de Suriye ile ilişkiler çok iyi iken işlenmiştir. Kanıtı da var, adamın önüne koyarlar! Bir eksik bir fazla çok fark etmez! Alınan son haberlere göre bunun karşılığında rüşvet teklif etmişler. Şehitlerimiz için adam başı 1 milyon dolar kan parası ve Gazze’ye ziyaret müsaadesi verilecektir.
Halkı kandırmak için sanırım bunlar yeter.

Ayrıca Suriye savaşına aktif olarak katılmaya başlayan ve stratejik öneme sahip
El Kuseyr
’in hükümet güçleri tarafından geri alınmasına destek olan Hizbullah’a
İsrail’e verilen destek ile Davutoğlu bir mesaj vermek istemiş olabilir.

Saygılar sunarım.

Rifat SERDAROĞLU : Ne çektin be Türkiyeli ?


Rifat SERDAROĞLU

portresi3

 

 

 

 

 

Ne çektin be Türkiyeli ?

Ne çektin be Türkiyeli şu Bakanlarından?
Çoğunu önce Belediyede işe aldın, adamlar para yüzü gördü.
Sonra Milletvekili yaptın, adamlar itibar gördüler.
En sonunda Bakan yaptın, adamlar Devlet gördüler.
Görmesine gördüler ama bir türlü istediğin kıvama gelemediler be Türkiyeli!

İşte bu demokrasi denen illet, böyle bir dert be Türkiyeli.
Adamı yoktan var edersin, mevki-makam-şöhret verirsin, adam gelir olmayacak yerde bir laf eder, düzelt düzeltebilirsen. Atsan atamazsın, satsan alan olmaz.
Hâlbuki Başkanlık veya Sultanlık gibi bir rejim olsa, adam bir gecede kaybolur,
bir daha kimse bulamaz, can korkusundan arayanı soranı da olmaz.

*BB (Bilinmeyen Bakan) (Bizce Bilinen!)
Hürriyet Gazetesinden Mehmet Y. Yılmaz kezlerce yazdı. Türkiyelinin görmemesi mümkün değil. Ama ne yalanlama ne de bir açıklama gelmiyor. Duvardan ses var, Müslüman Türkiyeliden yok!Kılıçdaroğlu’na akıl vermeye kalkan Swoboda’nın karısının üst düzey yöneticisi olduğu şirket ,1 milyar 400 milyon Dolar “RÜŞVET” dağıtmış ve şirketin Mali İşler Müdürü,
bir Türk Bakan ile bir akşam yemeği yemişti. İşin ilginç yanı, bu yemek tam da Türkiye’deki büyük bir ihale öncesi yenmişti. Şirketin eski finans direktörü,
Münih Savcılığına verdiği ifadesinde;

“Türkiye’de bir ihale almak için rüşvet verilmesi üst yönetimde kararlaştırılmıştı..
” dedi.

Sizce, Türkiyeli Eşbaşkan’ın haberi olmadan, bir Bakan böylesine büyük tutardaki
bir ihale öncesi yabancı şirket yöneticisi ile ne görüşebilir?Ne çektin be Türkiyeli, bu Bakanlardan? Ama ne yapacan, mecbur.
Adamlar çok şey biliyor! Üstelik cemaatte kaset de var!

*BB (Bakan Bozdağ)
Kabinenin en güzel sesli Bakanı, sanki hiç düşmanımız yokmuş gibi Hizbullah Terör Örgütünü de Türkiye’ye iyice düşman etti. “Hizbullah adını Hizbuşeytan” yapsın” dedi. Yaylanarak yürüyen Bakan Bozdağ, Hizbullah Lideri Nasrallah’ın, “Suriye bizim bel kemiğimizdir. Suriye’de Esad Kardeşimizin yanında savaşacağız” diye açıklama yapınca, eski İmam olan Bozdağ sinirlerine hâkim olamadı ve yukarıdaki sözleri söyledi.Hizbullah’tan yanıt gecikmedi; “Yakında Türkiye’de büyük eylemler yapacağız.”

Zaten başımızda El-Kaide var, El- Nusra Cephesi var, Özgür Suriyeciler var,
Çeçen Teröristler var, DHKP-C var, PKK var. Vizeler kalktıktan sonra, sınır tanımayan teröristler var. Adamlar birleşip Türkiye’yi “Bomba Manyağı” yapacaklar.
Bir de Hizbullah çıkardın be Bekir!
Ne çektin be Türkiyeli, bu Bakanlardan? Ama ne yapacan, mecbur. Adam İmam!

*BB (Bakan Bülent)
Kabinenin ağlayan kaşarı Bakan, Yuntdağ’a çıktı.
Yuntdağ yöresinin yarısı Manisa ilinde, öbür yarısı ise İzmir ili hudutları içindedir. Ege’nin rakımı yüksek yerlerindendir.
Çok sıcakkanlı, dürüst ve çalışkan insanlarımızın yaşadığı bir yerdir.
Bakan Bülent, oksijen bolluğundan olsa gerek, aniden efelenerek
şimdiye kadar kimsenin göremediği önemli bir konuya parmak bastı;Nasıl olur da Onuncu Yıl Marşı, Mehter Marşı‘nın önüne geçebilirdi!
Yoksa ülkede hala “Askeri Vesayet” mi devam ediyordu?
Ecdadından Derviş Memed’in yüzüne nasıl bakacaktı?
Osmanlı zamanında, Onuncu Yıl Marşı mı vardı?
Bu ne terbiyesizlikti? Bu konu derhal Bakanlar Kuruluna gelmeli ve gereken tedbir alınmalı idi. İleri demokraside, iki ileri bir geri gitmek varken,
Onuncu Yıl Marşı’nın ne işi vardı?

Ne çektin be Türkiyeli, bu Bakanlardan? Ama ne yapacan, mecbur.
Adama abi dedin bir kere! Üstelik cemaatin elindekileri de alamadı!

Daha sırada;– birbirlerine haklarını helal etmeyen,
İran Devrim Muhafızı gibi dolaşan,
– içki yasağına rağmen zil-zurna sarhoş olan,
– sekreterine imam nikâhı kıyıp ayrı ev açan… 
                     delikanlı(!) Bakanların var.
Anlaşıldı sen bunlardan daha çok çekecen be Türkiyeli.
(29.5.13)