Etiket arşivi: Hitler ve Mussolini

CEHALET GÖNÜLLÜ SÜRÜLEŞMEYE ZEMİN HAZIRLAR

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Ünlü Fransız filozofu Paul Michel Faucault (1926-1984) diyor ki;
Eğer bir yerde herkes birbirine benziyorsa orada kimse yoktur.”

Ben de diyorum ki; eğer bir toplumsal kümede herkes birbirinin aynı ise, o toplumsal kümeyi oluşturanların düşünme, değerlendirme ve davranışları birbirleri taklit etmekten ibaretse, orada ya teokrasi ya da katı ve dogmatik bir siyasal ideoloji vardır. Belki de onların başında, “dediğim dedik, çaldığım düdük” diyen tek bir buyurgan kişinin varlığı söz konusudur. Tıpkı sürü ve sürünün çobanı gibi.

Yeterince gelişmemiş toplumlarda bir tarikat ya da cemaat şeyhi ya da feodal bir derebeyi (ağa), bile kendi grubu üzerinde benzeri tekçi (monist) bir egemenlik kurabilir. Monarşik bir sultan, kral ya da Hitler ve Mussolini benzeri otoriter ve totaliter diktatörler insanı lidere kul ve köle yaparlar. Çünkü

  • Otoriter ve totaliter rejimler insanları dönüştürür, benzeştirtir, tektipleştirir ve sürüleştirirler.

Sürüleşen toplumlar koşulsuz olarak itaat ve sadakatı yani liderine peşinen ve koşulsuz kul, köle olmayı kabul etmiş olurlar. Ayrıca sürüleşen toplumlarda özgürlük ve bireyselleşme de olmaz. Böyle rejimlerde insanlar, kendisi olmak yerine hep başkalarını taklit ederek, düşünerek değil duyarak, emir alarak yaşarlar. Taklit etmek için de bu tür insanların ellerine hazır hatta sözde kutsallaştırılmış(!) bir ideolojik ya da dogmatik reçete verilir.

Eğer insanlar aklı ve bilimi kullanarak o hazır ve kutsal(!) reçetenin dışına çıkmaya ve farklı düşünüp davranmaya yeltenirlerse gruptan atılır ve hatta cezalandırılırlar. Gruptan dışlama, atılma ve cezalar bir çeşit aforoz ve gözdağı işlevi görür.

Ayrıca akılcı ve bilimsel ve çağdaş bir eğitimle zihin özgürleşememiş, ekonomik, siyasal ve hukuksal özgürlükler yeterince gelişememişse bireysel farklılaşma ve özgürleşme yolu tıkalı demektir. İnsanlar ancak akıl, bilim, çağdaş fikirler ve demokratik ve laik hukuk devletlerinde kendisi olma, bireyselleşebilme şansı elde edebilirler.

Bir ülkedeki ekonomik, siyasal ve hukuksal özgürlük dairesi ve şansı ne denli genişse,
insanların taklitçilikten kurtularak kendisi olabilme olasılığı da bir o denli yüksek olur.

Son söz                  :

Gerçek demokrasi ve hukuk; insanları tek tipleştirme ve sürüleştirmeye kalkışmaz.
Tersine ortak, insani, evrensel hukuksal değerler sisteminde kalarak, çoğunluğun buyurganlığı ya da dayatması yerine her zaman çoğulculuğu amaçlar.

ÇÜNKÜ GERÇEK DEMOKRASİ TÜM TOPLUMSAL, EKONOMİK, SİYASAL ve KÜLTÜREL FARKLILIKLARIN UYUMU, AHENGİ ve SENFONİSİDİR.
****

ÇOK BÜYÜK BİR DEPREM FELAKETİ yaşıyoruz…

CİĞERİMİZ SIZLIYOR. VİCDANIMIZ KANIYOR.
DEPREM ACIMASIZ, HAVA ÇOK SOĞUK. MEVSİM KIŞ VE KAR. TOPYEKUN DUYGUDAŞLIK YAPMAMIZA ACİLEN GEREK VAR. ŞİMDİ MADDİ VE MANEVİ DAYANIŞMA VE YARDIM ZAMANI.

DEPREM YARDIMLARINI GANİMET VE FIRSAT BİLEN, GASPÇI-HIRSIZ, AHLAKSIZ LEŞ AKBABALARINA FIRSAT VERMEMEK GEREK.

DEPREMLER YANİ DOĞA; IRK, DİN, MEZHEP, PARTİ, ERKEK, KADIN, GENÇ, YAŞLI ….
HİÇBİR AYRIM YAPMIYOR. ÇÜNKÜ BÜTÜN CANLAR VE NEFİSLER EŞİTTİR.

  • EY HALKIM, EY SİYASETÇİLER, EY YÖNETENLER, EY YETKİLİLER, EY BÜROKRATLAR
    VE GÖREVLİLER…
  • SİZ DE HİÇBİR AYRIMCILIK YAPMAYIN. ADİL DAVRANALIM, UMUT OLALIM,

YARDIM EDELİM, ÇÖZÜM BULALIM. ACILARI BÖLÜŞELİM. YARALARI HEP BİRLİKTE SARALIM.

AKIL – YOKSULLUK VE CEHALET ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Yoksulluk ve cehalet ne dindir; ne de kaderdir. İnsan soyunun düşünmekten, araştırmaktan ve aklını doğru kullanmaktan vazgeçip sadece (yalnızca) duyup işittikleri ve gelenekleri ile yetinip başkalarının aklını ödünç alarak, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı… ayırt edemeyerek kendisinin yarattığı cehenneme yine kendisini mahkum etmesidir. Sebebi (nedeni) de öncelikle bizzat (doğrudan) insanın kendisidir.

Yine İnsan soyunun en büyük yardımcısı da bizzat kendisi; yani kendi aklı ve kendi tutum ve davranışlarıdır. Aklını doğru kullanmayan ve öğrenmeye kapalı olan insanlara hiç kimse yardım edemez. Kur’ani tabirle (Kuran deyimiyle), bilen ve bilmeyen bir olamaz. Allah, aklını kullanmayanların. üzerine pislik yağdırır. Aklı olmayanın dini de olmaz. İlim Çin’de de olsa gidip almak gerekir.

Ayrıca akıl fukarası bu tür cahil kişilikler istismarlara, kışkırtmalara (provokasyonlara) ve yanlış yönlendirmelere çok müsait (uygun) bir davranış potansiyeli taşırlar… Cahil insan yığınları ya da kümeleri, emperyalist, diktatoryal, otokratik, baskıcı rejimlerin hazır kıta militanları ya da çete, mafya vb. oluşumların vurucu gücü olmaya yatkın bir zihniyet (anlayış) yapısı taşırlar. Bu durumun en önemli tarihsel örnekleri de İkinci Dünya (Paylaşım) Savaşının çıkmasına ve 60 milyon insanın ölümüne neden olan Hitler ve Mussolini rejimleridir.

Bu nedenle, sürekli koşullandıran, ezberleten, diğer (öbür) toplumsal kümeleri ötekileştiren, düşmanlaştıran empati ya da duygudaşlıktan yoksun, kendi ırķı ya da inancı dışında herkesi düşman olarak öğreten değil, aksine; yaşamı doğru öğreten, doğru düşündüren, akıl çapının çemberini genişleten, bilimsel düşünmeye dayalı bir eğitim sistemi, eğitim programı, eğitim mekânı, eğitim araçları, eğitim müfredatı ve bunları yürütecek çağdaş eğitimcilere gerek vardır.

Kıssadan hisse                                      :

  • Çağdaş toplumlar doğru eğitilmiş, aklı ve bilimi doğru kullanan ve çağdaş zihniyet devrimini gerçekleştirerek cehalet cehennemini geride bırakmış toplumlardır.
  • Birey çağdaşlaşmadan toplum çağdaşlaşmaz.
  • Toplum çağdaşlaşmadan da devlet ve rejim çağdaşlaşmaz.

Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün dediği gibi, en doğru tarikat (yol, yollar) uygarlık tarikatıdır.

Uygarlıktan ayrılmak cehalet cehennemine bilet almaktır.

Afganistan’ın ve Afgan halkının şimdiki güncel durumu bizlere ibretlik bir örnektir.

Otoriterliğe karşı bir kampanya önerisi

Otoriterliğe karşı bir kampanya önerisi

Orhan Bursalı
Cumhurbaşkanı başkanlık rejimini bu ülkeye kabul ettirebilmek için propaganda ve kampanyasını adım adım tırmandırıyor. Son olarak bir eşik daha atladı ve ülkemizde otoriter bir rejimi yerleştirmek için oluşturulduğu açık olan yandaş derneklerin Yeni Anayasa Platformu’nun ilk toplantısında net açıkladı: Kuvvetler Uyumu’da dayalı bir başkanlık rejimi…

Biz bunun böyle olduğunu yazıp çizerken, bize nereden çıkartıyorsun, başkanlık sisteminde de denetleme, fren sistemi vardır diyenlerin yüzlerini görmek isterdim.
Evet kuvvetler ayrılığını gözeten değil; başkanlığı denetleyecek ve dengeleyecek bir başkanlık sistemi değil…
Tüm kuvvetlerin, yani yasamanın ve yargının, varsa geride başka kuvvetlerin hepsinin, başkanlıkla, yani Recep Tayyip Erdoğan’la uyum içinde çalışacağı, onun emir ve talimatları çerçevesinde hareket edeceği, kararlar alacağı ve uygulayacağı bir otoriter rejim…
Bana göre böyle bir rejimin adı faşizm veya faşizme çok yakındır, her şeyi tek adamın dudakları arasına verir. Örnekleri, bazı Latin Amerika ülkeleri, bazı Türki cumhuriyetler ve geçmişte
daha eskiye giderseniz diktatörlükler, büyük otoriter rejimlerdir.
Bunlar arasından Hitler ve Mussolini’ler çıkmıştır.
  • Cumhurbaşkanı’nın, başkanlık ve üniter devletin bir arada bulunabileceğine örnek olarak
    Hitler Almanyası’nı göstermesi, ne bir dil sürçmesiydi ne de sıradan bir örnekti.
Farklılıklar derinleşiyor

Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında var olan ve yazıp çizdiğimiz derin görüş farklılıkları,
net olarak ortaya çıktı.
Biz, Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın dile getirdiği Başkanlık Sistemleri’nin birbiriyle ilgili olmadığını, aralarında büyük farklılıklar olduğunu söyledik.
Davutoğlu, dengeleme ve denetleme sistemlerine dayalı bir başkanlığa evet demektedir,
aslında asıl istediği ise (bugünkü) başbakanlığa dayalı parlamenter rejimdir. RTE ve adamlarının parti içindeki gücü nedeniyle, Başkanlık Sistemi’ne evet demektedir. Fakat nasıl bir başkanlık sistemi olabileceğini de tarif ederek.

Şimdi Davutoğlu’nu izlemeye alın. “Kuvvetler uyumu”nu öngören bir sisteme evet diyecek mi. Evet demesi, kendi ipini çekmesi anlamına gelir. O takdirde dayatılana boyun eğmiş demektir.

İki merkez arasında gerilim
İki merkez arasında giderek adım adım büyük bir pozitif-negatif enerji biriktiğini şimdilik söylemekle yetineyim. Aynı zamanda Ankara’dan gelen kulis bilgileri de Başbakanlık ve çevresinde rahatsızlığın giderek arttığını gösterir niteliktedir.
Bu konuyu yarınki yazımda işleyeceğim.
RTE’nin “Türk tipi” ve “milli anayasa” gibi, bize göre ülkemizdeki demokrasi kırıntılarını da silip süpürecek, evrensel ilkeleri öngörmeyen, ülkenin en bağnaz düşüncelerine yaslanacak bir anayasa isteği piyasaya sürüldü. Bu da ayrı bir makale konusu.
Şimdi saflar iyice belirginleştiğine, RTE ülke çapında büyük bir “kuvvetler uyumlu otoriter bir lider” kampanyasını başlattığına göre, muhalefetin yapacağı önemli bir iş vardır.
Tabii ortada gerçek anlamda bir muhalefet varsa!

Karşı anayasa kampanyası
O da şudur: Derhal parlamenter rejimi savunan, uyumlu başkanın ne anlama geldiğini, uzun süreli ve düzenli kampanya, toplantı, panel, TV programları, gazete yazıları ile bir KARŞI-ANAYASA KAMPANYASI örgütlemektir.
RTE kendi programını resmen açıkladı.
Muhalefet ise Meclis’te anayasa komisyonunda “yeni anayasacılık oyunu” oynamaya hazırlanıyor. Önceki yazılarımda bunun bir büyük aldatmaca olduğunu vurgulamıştım.
Anayasa millet önünde oynanıyor. Büyük bir güç milleti büyük bir baskı gücü olarak kullanarak otoriter bir rejimi Meclis’in içinden ve üzerinden geçirmek için start verdi.

  • Otoriter güç, PKK saldırılarını, cinayetlerini ve buna karşı savaşı da,
    bu başkanlık kampanyasının parçası olarak görüyor.


    RTE’nin isteği belli, peki SİZ NE İSTİYORSUNUZ?


    Koyun gibi çarmıha gerilmeyi mi?
    ====================================

    Dostlar, 

    Sayın Bursalı’nın makalesine ekleyeceğimiz bir şey yok..Tayyip bey ama bilerek ama bilmeyerek meramını açık etmiştir.

    “Türk tipi Anayasa – Başkanlık” sözleri milyonlarca az eğitimli – az okuyan yurttaşa dönük bir sözel zihinsel (retorik) tuzaklardır.

    “Kuvvetler Uyumu” söylemi, tam da Tayyip beyin bakışından – duruşundan ne yapması gerektiğini çıkaran uysal – terbiye edilmiş sözde “erkler” in tam biatıdır. Bürokrasi gibi!

    Yasama – Yürütme – Yargı Erkleri (3 Kuvvet) Tayyip bey ile “uyum” içinde çalışacaklardır!

    Bu istem ve model irrasyoneldir (akıldışıdır) ve kabul edilmesi olanaklı değildir,
    çünkü demokrasiye aykırıdır!..
    Tek adam yönetimi ile totaliter – otoriter hatta despot bir sisteme hızla sürükelenir Türkiye.
    Dahası, Mussolini İtalyası ve Hitler Almanyasından daha beter olarak “Türk tipi faşizm”
    yeşil renkli / soslu olur. Yani dinci faşizm olur! Türkiye Ortadoğu’nun 2. Suudi Arabistanı olur..

    Biraz hava atıp (!) İngilizcesini söyleyelim : King Erdogan’s Turkey..

    “Olmaz olmaz!” demeyin; olmaaaz, olmaaaz..

    Sevgi ve saygı ile.
    1 Şubat 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

102 YAŞINDAKİ NOBEL ÖDÜLLÜ FİZYOLOG RITA LEVI-MONTALCINI

102 YAŞINDAKİ NOBEL ÖDÜLLÜ FİZYOLOG RITA LEVI-MONTALCINI

Değerli arkadaşlar,

Programlı hücre ölümünü (Apoptozis) ve sinir hücrelerindeki etken faktör proteinlerini 1940’lı yıllarda keşfeden ve bu keşiflerinin anlam ve önemi 40 yıl sonra farkedilerek 1986’da Nobel Ödülü ile ödüllendirilen İtalyan bilim kadını, fizyolog Rita-Levi Montalcini bu gün 102 yaşında ve İtalya parlamentosunda Senatör. Kendisi ile 4 yıl önce yapılan bir söyleşiyi aşağıda sizlerle paylaşıyorum.

Sevgilerimle. æ
9.10.12

Prof. Dr. Ali Ercan
ADD Bilim Kurulu Başkanı

==================================================

-100 yaşınızı nasıl kutlayacaksınız?

– Ah, bu yaşa kadar yaşayıp yaşamayacağımı bilmiyorum, ayrıca kutlamalar da hoşuma gitmiyor. Beni ilgilendiren ve hoşuma giden şeyler, her gün yaptığım şeylerdir.

– Neler yapıyorsunuz?

– Afrikalı kızların, okuyup ülkelerinin gelişmesinde rol almaları için burs temin etmeye çalışıyorum. Araştırmalarıma ve düşünmeye devam ediyorum.

-Emekliye ayırmadınız mı kendinizi?

– Asla! Emeklilik beyni harap eder. Bunu yapan bir çok kişi dünyayı terk ettiler, bu beyni öldürür, hasta eder.

– Beyniniz nasıl çalışıyor?

– Tam 20 yaşımdaki gibi. Arzu ve yeteneklerimde hiçbir fark görmüyorum. Yarın tıbbi bir kongreye katılacağım.

– Ama genetik bir sınırı da yok mu bunun?

– Hayır. Beynim henüz yaşlanmadı. Kaçınılmaz olarak vücudumda kırışıklıklar var, ama beynimde değil.

– Peki nasıl oluyor bu?

– Nöronlarla ilgili önemli bir esneklikten yararlanıyoruz: Nöronlar ölmüş olsalar bile, kalanlar görevlerini sürdürebilmek için yeniden organize olurlar, ancak yine de onları uyarmak gerekir.

-Bunun olacağını söyler misiniz?

-Arzu etmeye devam ediniz, beyninizi faal tutunuz, onu çalıştırınız, bu suretle asla bozulmaz.

– Ben uzun yaşar mıyım?

– Yaşadığınız yıllardan daha iyi yaşayacaksınız, ve işin ilginç tarafı da bu. Bunun sırrı da meraklı, istekli ve de sevgi ile dolu olmaktır.

– Yaptığınız şey bilimsel bir araştırma…

– Evet, ve de coşkulu olmayı sürdürüyorum.

– Siz, sinir sistemi hücrelerinin nasıl geliştiklerini ve bu hücrelerin nasıl yenilendiklerini keşfettiniz.

– Evet, 1942 de. Ben bunu: ‘‘nerve growth factor NGF’’ (yani sinir gelişim etkenleri), ve hemen hemen elli yıl kadar, yani keşfimin geçerliliği kabul edilene kadar toplum dışında bırakıldım. Ta ki 1986 yılında Nobel ödülünü alana kadar.

– 1920’li yıllarda genç bir İtalyan kızı olarak nasıl oldu da bir nöroloji bilgini olmayı başardınız?

– Çocukluğumdan beri kendimi okumaya verdim. Babam, hep iyi bir evlilik yapmamı, iyi bir eş ve iyi bir anne olmamı istiyordu, ama ben onu dinlemedim , okumak istediğimi söyledim…

– Babanız buna çok kızdı mı?

– Evet, çünkü kendimi mutlu bir çocuk olarak hissetmiyordum. Kendimi tıpkı küçük yaramaz bir ördek, budala ve bir işe yaramaz olarak kabul ettiğini sanıyordum. Benden büyüklerin hepsi de parlaktılar ve ben aşağılık kompleksine kapılıyordum.

– Öyle sanıyorum ki bütün bunlar sizin için bir uyarıcı olmuş.

– Evet, ama Afrika’da cüZzam üzerine araştırmalar yapan Dr. Albert Schweitzer’in çalışmaları da beni çok etkiledi. Ben de acı çekenlere yardım etmeyi seçtim, zira en büyük hayalim buydu.

– Bilim alanında bunu başardınız.

– Ve bugün de Afrikalı kızların eğitimlerine katkıda bulunmak için çalışıyorum. Hastalıklara karşı mücadele ediyoruz, ama İslam ülkelerinde kadınların maruz kaldığı zulüm ile de mücadele etmek zorundayız.

– Din, bilimin gelişmesi engelliyor mu? Öğrenmenin önünde bir engel mi?

– Evet din, erkek karşısında kadının etkisini yok ediyor,
onu bilimin ve her türlü gelişimin dışında tutuyor.

– Bir erkeğin beyni ile bir kanın beyni arasında bir fark var mıdır?

– Yalnızca, salgısal sisteme bağlı heyecanlarla ilgili beyin işlevleri bakımından. Ama öğrenmek ve bilmek yeteneği bakımından hiçbir fark yoktur,
yani her ikisi de aynıdır.

– Neden bilimle uğraşan çok az sayıda kadın var?

– Hayır, bu doğru değil ! Erkekler tarafından yapıldığı söylenen bilimsel keşiflerin bir çoğunda da kız kardeşlerinin, eşlerinin ve kızlarının katkıları vardır

– Bu gerçek mi?

– Kadın zekası kabul edilmiyor ve hep arka planda bırakılıyor; Ama bereket versin ki bu gün, bilimsel araştırmalar da erkeklerden daha fazla kadın var:
Bunlar Hypatia’nın mirasçılarıdır.

– 4 ncü yüzyıldaki İskenderiye’li bilim kadını

– Evet, Şimdi eskiden olduğu gibi sokaklarda kadın düşmanı yobazlar tarafından öldürülmüyoruz artık. Dünyada birçok şey değişti artık.

– Hiç kimse sizi katletmeyi denemedi mi?…

– Faşizmin iktidarda olduğu tarihlerde, Mussolini de Hitler’in Yahudi zulmünü taklit etmek istedi, bir süre saklanmak zorunda kalmıştım. Ama araştırmalarımı durdurmadım: Yatak odama bir laboratuvar kurdum…ve bu sıralarda “apoptosis” yani hücrelerin programlanmış ölümlerini keşfettim.

– Yahudilerde bilim adamı ve entelektüel oranının yüksek oluşunu neye bağlıyorsunuz?

-Sürgünler Yahudileri entelektüel çalışmalara yöneltti:
Çünkü düşünce dışında her şey yasaklanabilir. Bilindiği gibi Yahudiler arasında Nobel ödülü kazanmış birçok kişi vardır.

– Nazi çılgınlığını nasıl izah ediyorsunuz?

– Hitler ve Mussolini hep kalabalıklara karşı konuştular. Bu durumda, beynin entelektüel faaliyetlerine hakim olan heyecan verici bölümü hemen faaliyete geçer. Bunlar da heyecanları, sebepsiz de olsa, tetiklerler.

– ABD’ndeki birçok okulda, halen Evrim Teorisi yerine Yaratılış Teorisinin okutulduğunu…