Etiket arşivi: Harezmi

Doğu-batı karşıtlığı kurgusu

Örsan K. Öymen

Doğu-batı karşıtlığı kurgusu

Türkiye aslında, uygarlık tarihini “doğu” ve “batı” karşıtlığı üzerine kurmanın sancılarını yaşamaktadır. “Batı” düşmanlığı ve “doğu” hayranlığı ve buna bağlı olarak geliştirilen kurgular, sadece İslamcı kesimde değil, laik olduğunu savunan kesimlerde de oldukça yaygındır.

Oysa uygarlık, belli bir dönemin, coğrafyanın ve etnik topluluğun tekelinde olan bir şey değildir. Uygarlık sürekli hareket halinde olan bir şeydir ve insana özgü bir oluşumdur.

Uygarlığın doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi olmaz. Antik Mezopotamya, Mısır, Hindistan, Çin uygarlıklarını ve İslam dünyasındaki uygarlığı, antik Yunan, Roma ve Avrupa uygarlıklarıyla yarıştırmak saçmadır. Söz konusu uygarlıkların hepsi, bilim, felsefe, kültür, sanat, siyaset gibi alanlarda, insanlık tarihine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
***
Söz konusu “batı” düşmanlığının ve “doğu” hayranlığının altında yatan şey, bir eziklik ve kompleks duygusundan başka bir şey değildir. İleri uygarlık seviyesi adına somut bir eser ortaya koyamayan topluluklar, bunu başaranları, yarattıkları kurgularla veya geçmişe yönelik hayallerle, küçümsemeye kalkmaktadırlar.

Oysa yapılması gereken şey, batı, doğu, kuzey, güney fark etmeksizin, bütün uygarlıkların insanlığa katkılarını nesnel bir biçimde ortaya çıkarmak ve onun üzerinden ilerlemektir.

Dünyanın neresinde olursa olsun, bir topluluk, bilim, felsefe, sanat, kültür, siyaset, hukuk, demokrasi adına insanlık ve toplum için yararlı bir eser ortaya koyuyorsa, bunun hakkını vermek, bunu takdir etmek, buna saygı duymak ve olanaklıysa ortaya konan eseri aşmaya çalışmak gerekir. Dedikoduyla, söylentiyle, yalanla, kurgularla, din, mezhep ve etnik kimlik üzerine dayalı şovenist yaklaşımlarla uygarlık konusunda bir ilerleme sağlanamaz.
***
İslam dünyasında 9. ve 12. yüzyıllar arasında bilim ve felsefe alanında yaşanan gelişmeler de bu ilkel yaklaşımların aşılmasıyla olanaklı olmuştur. Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd, Razi, Harezmi gibi önemli bilim insanları ve filozoflar, antik Yunan felsefesinden ve biliminden etkilenmişler, antik Yunan dönemindeki kazanımları yok saymamışlar, aksine, onları anlamaya çalışmışlardır.

Özellikle Platon ve Aristoteles, İslam dünyasındaki felsefenin ve bilimin esin kaynağı olmuştur. Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd, Razi, Harezmi, antik Yunan filozoflarını ve bilim insanlarını, “Bunlar Pers, Arap, Türkmen değil, bunlar Müslüman da değil, o zaman bunları bir kenara atalım” dememişlerdir. Platon’un ve Aristoteles’in eserleri Arapçaya ve Farsçaya çevrilmiş, İslam dünyasındaki filozoflar ve bilim insanları da bu eserler üzerinden çalışmalarını geliştirmişlerdir.

13. yüzyıldan itibaren İslam dünyasını esir alan, “Müslüman olmayan batılı gâvurdan uzak duralım” biçimindeki ilkel anlayış ve kendi kabuğuna çekilme tavrı, İslam dünyasının sonunu getirmiştir. O dönemden itibaren İslam dünyasında, bilim ve felsefe alanında hiçbir olumlu gelişme yaşanmamıştır. Bu nedenle İslam dünyası siyasi olarak da geri kalmıştır.

Avrupa ise antik Yunan felsefesini ve bilimini, 15. yüzyıldan itibaren geliştirmeye başlamıştır. Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Herakleitos, Pitagoras, Sokrates, Platon, Aristoteles, Epikuros, Hippokrates, Herodotos, Eukleidos, Arkhimedes, Aristarkhos Hıristiyan değillerdi, Alman, Fransız, İngiliz de değillerdi, ancak Avrupalı aydınlar için yine de esin kaynağı oldular. Avrupa’daki Rönesans ve aydınlanma devrimleri bu sayede gerçekleşti.

Felsefe ve bilim açısından bakıldığında, İslam dünyası ve Avrupa aynı kaynaktan beslenmiştir. O kaynak da ağırlıklı olarak antik Yunan’dır.

Din açısından bakıldığında da, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam aynı coğrafyada, yani Ortadoğu’da ortaya çıkmışlardır. Ayrıca üç din de aynı Tanrı’ya inanmaktadır ve üç din de kozmoloji ve ahlak bağlamında aynı ilkeleri savunmaktadır.

Buna rağmen doğu ve batı arasında bir karşıtlık yaratmak cehaletten kaynaklandığı gibi, emperyalizme hizmet etmektedir. Bunu anlamak için, yaşananlara bakmak yeterlidir.

Coşkun Özdemir : CEHALET..

C E H A L E T …..

Prof. Dr. Coşkun Özdemir
Türkiye Kas Hastalıkları Derneği Başkanı
İstanbul Tıp Fak. Nöroloji Em. Öğretim Üyesi

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Cahil ve cehalet sözcükleri Osmanlı döneminden kalan en büyük mirasımızdır. 1950’den önce cehalet sözcüğü genelde okuma yazma bilmeyenler için kullanılırdı. Şimdi toplumun sadece okuma yazma değil, bilmesi gereken hiçbir şeyi öğrenmemiş olduğunu gördük. % 90’ı köylü olan halk hiçbir şeyi bilmiyor, yaşadığı dünyayı da tanımıyor. Cumhuriyet 17 yılda bütün Osmanlı tarihinde olduğundan çok çeşitli okul, sanat kurumu açmış, üniversiteleri yeniden kurmuş, Avrupa’ya öğrenciler göndermiş, Köy Enstitülerini açmıştır.”

Bunlar gerçek bir bilge kişi Doğan Kuban’dan alıntıdır. Genel olarak bu sözcüğü hele halkımız için kullanmakta çekingenlik var. Doğan hoca cehalet sözcüğünü cesaretle ve elbette yetki ile kullanıyor. Genellikle bu gerçeği gizliyoruz.

Özdemir İnce’nin iki kitabı var. Cehaletin Rönesansı ve Egemenliğini işleyen çok aydınlatıcı.
O da cesur bir düşünür. TV’lerde halkın bir araya gelip aralarında tartışıp siyasilere çok rasyonel mesajlar verdiğini dinliyorsunuz. Bunlar yapay yakıştırmalar, bir öykü gibi. Gerçekle ilgisi yok, çok yineledim. AKP iktidarının ve yandaşlarının karalayıp kötülediği Cumhuriyetin Atatürk’lü 15 yılı bir mucize gibidir. Bunu yadsımak onu bir enkaz gibi tanımlamak bir gaflettir. Bugün neredeyse İslam dünyasındaki ilk laik cumhuriyetten arta kalanlarla yaşıyor ve bu sayede umudumuzu koruyoruz. Birer aydınlanma odağı Köy Enstitüleri ve Halkevleri haince yok edilmese, çağdaş eğitime darbe vurulmasa idi, Türkiye bugün bambaşka bir yerde olacaktı.

Bakınız DOĞAN KUBAN nasıl devam ediyor:

”Cahillik, politika olarak istismar edilen bir kültürel yoksulluktur. Az gelişmiş bir toplumun politik ortamında kişileri uygarca davranmaya ulaştıracak bir bilinç partilerde de yok. Üniversitelerimizin en iyileri bile yurt dışındaki itibarlarını yitirdiler Bugünkü iktidar çevrelerinde süregelen bir Osmanlı hayranlığı var (C.Ö.) “Biz Osmanlı tarihini çağdaş bir tarafsızlıkla, fakat Türkçe konuşan dünyanın ilk laik cumhuriyetini kurmuş bir İslam toplumu olarak yeniden değerlendirmek zorundayız. Bunu bir iç kavga tohumu olarak kullanan,
bizim gibi ülkeleri sömürme peşinde olan Batılı emperyalistlerdir.”

Ben bugünkü az gelişmişliğimizde ve çekinmeden söyleyelim cehaletimizde, neredeyse bin yıl önceki İslam toplumundaki akıl ve dogma zıtlaşmasının büyük etkisi olduğu kanısında olanlardanım. İmam-ı Gazali önemli, etkili bir İslam bilgini idi. Ama yazık ki, içtihat kapısı kapanmıştır diye İslam dünyasını özgürlüğe ve felsefeye kapamıştır!? Bunu nasıl başardığını anlamamışımdır. Çünkü İslam dünyasında yüzyıllardır tersine bir potansiyel vardı.

Ben ilk Avrupa’ya çıkışımda Belçikalı bir profesörün “Avicenna’yı okudunuz mu?” sorusu ile karşılaşmıştım. Bilmiyordum, İbni Sina’nın Avrupa’daki adı imiş. Onlar İbni Sina’dan başka İbn-i Haldun, İbn-Rüşt, Farabi, Harezmi okurlarmış. Bunlar İslam yasağını dinlemeyen filozoflar. Yunan klasiklerini Arapçaya tercüme ettirip okuyor, okutuyorlar. Avrupa reform ve Rönesans için onlardan yararlanıyor. Ama Osmanlı onlara uzak kalıyor. Osmanlıda bu felsefecileri eleştiren, onlara karşı çıkan, konuşup, tartışmak eleştirmek doğruyu aramak yanlıştır. İÇTİHAT KAPISI KAPANMIŞTIR diyen İmam Gazali tarafını tutuyor. O’nun TEHAFÜTÜ FELASİFE adlı ünlü bir kitabı var. Bu Osmanlı ile birlikte İslam dünyasının özgür düşünceye, felsefeye kapanışıdır. Bu nedenle bakın DOĞAN hoca ne diyor :

” Abbasilerin Dar-ül Hikma benzeri bir çeviri etkinliği, dünya bilim tarihinde FARABİ gibi filozoflar, İbni Sina gibi bir filozof ve tıp uzmanı, HAREZMİ gibi bir matematikçi, HAYYAM gibi bir şair ve matematikçiyi, Osmanlı toplumu 500 yılda yetiştirememiştir.”

Cumhuriyet %5 okuma yazma bilen, fabrikasız, okulsuz, sanayisiz perişan bir toplum miras aldı. Büyük Atatürk ona inananlarla birlikte bu topluma bu coğrafyaya aklı bilimi, çağdaşlığı, laikliği ve aydınlanmayı getirdi. Büyük bir devrimdir bu. Bunu küçümsemek gaflettir, hıyanettir. O’nu izleyenler bu devrime sadık kalmadılar. Tam tersine eğitimi baltaladılar, Köy Enstitülerini, Halkevlerini yok ettiler. Halkı çağdaş, aydınlanmacı bir eğitimden yoksun bıraktılar. İslamcı bir parti bugün bu yoksunluğun meyvelerini topluyor. Sol adına Atatürkü küçümseyenlerimiz oldu. AKP’den demokrasi bekleyen liberallerimiz, “yetmez ama evet” çilerimiz sonunda bugünlere ulaştık.

Bir devlet adamı, kadınlar sesli gülmesin diyor. Bir başkası hadislerde bütün hastalıkların ipucu vardır diyor. Üniversite hocası müziğin her türlüsü günahtır buyuruyor. Diyanet başkanı nişanlılar el ele tutuşamaz diyor. El zinası, göz zinası üniversitede hakimler arasında, üst makamlarda yaygın. Nerede, hangi zeminde yetişiyor bu milyonlarca Fetocu? Nedir bu Adnan Oktar olayı?

Her gün kadın cinayetleri haberleri alıyoruz. En çok sigarayı biz içiyoruz. En çok işçi ölümleri bizde. En çok yalan haber uydurma, haber bizim medyada. Dövmesi var diye bıçaklanan kadın bizim kadınımız. Sayısız çocuk cinsel tacizi, çocuk kaçırma..

Yanmaz kefen bizde satılıyor çok rağbet var. Türkan Saylan’a “zıbarıp gitti, O’nu cehennemde zebaniler karşılayacak, Atatürkçüleri yanına çağırsın“ diyen bizim kadınımız. Sömürgede dinimizi daha iyi yaşardık.. genç kızlarımız söylüyor. Yunan kazansaydı saltanat, hilafet devam ederdi.. Bu da saray sofrasında oturan dinci tarihçimizden.. “Erkekler sakal bırakmazsa şehvet uyandırır, oğlancılık teşvik edilir” bizim bir din adamının söylemi. Utanç verici şeyler.

Unutulmaz 6-7 Eylül vahşeti (AS: 1955), 2 Temmuz 1993 Madımak faciası cehaletin eserleri değil mi? Sağdan sola yazmayı bilmeyen kendini Müslüman saymasın.. Böylece birisinin kemikleri sızlayacak ve cehennemde bir ait kademeye inecektir. Bir milli irade temsilcisi dindar bu da. En çok, en çeşitli tarikatlar bizde. Birbirine en az güvenen bizim halkımız.

Bütün bunlar bu insan manzaraları cehaletten kaynaklanıyor, Emperyalizm bundan yararlanıyor. Rasyonel (AS: akılcı) düşünceden, bilinçten, aydınlanmadan yoksun insanlar tarafından yaratılıyor bunlar. Tepeden tırnağa bu toplumda yaygın bir patoloji görmemek mümkün değil. Binlerce insan hapiste. Bir gün için yüzlerce tutuklama, yüzlerce göz altı. Binlerce işten atılma, üniversitelerde adeta bir kıyım. Sormaz mısınız? Nasıl bir memleket bu? Her şey normal diyebilir misiniz? Ülkenin yöneticileri her şeyin başkanı reise böyle bir memleket nasıl idare edilir demez mi?

Hapislerle idamlarla olur mu? Bu yaygın patoloji masa üstüne konmaz mı? Bu zeminin bu toprağın ciddi bir hastalık içinde olduğu çok açık değil mi? Bu kabul edilip çare aranmalı değil mi? Hapishaneleri doldurmak Enis Berberoğlu’nu, Osman Kavala’yı, Eren Erdem’i, binlerce üniversite gencini Selahattin Demirtaş’ı hapiste tutmak vb. adalet midir, kaosa destek midir? Hiç beraber olmadığımız Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan darbeye mi destek verdiler? Cumhuriyet yazarlarını 6-7 yıl hapse mahkum etmek neyin nesi? Bunların gerekçesi hangi vicdan sahibini ikna edebilir?

Derinlemesine bir sosyolojik psikolojik çok yönlü analizlere ihtiyacı var bu toplumun. Bu yazıyı yazarken bir katliam haberi alıyorum.. Bir ailede 5 ölü 4 yaralı, bir katliam. Ne kadar kolay öldürüyor! Hem de 28 kez, 32 kez bıçaklıyor benim insanım! Hastanelerde doktorlara saldırı vukuatı adiyeden (AS: sıradan olay). Bu ülkenin Başkanı ve iktidar partisi önderleri biz hangi koşullarda ardı ardına seçim kazanıyoruz, toplumun hangi kesiminden oy alıyoruz diye düşünmezler mi? Başkanın vurguladığı gibi asil bir halk mı bu?

Bakın iyi bir düşünür ve yazar olan Dr. Erdal Atabek ne diyor :

”Halkımız Erdoğan ve AKP’yi kutsallaştırıyor İktidar kutsallaşmıştır. Oy vermemek günahtır. Peygambere karşı çıkmaktır. Bilinç altı bir şey bu. Kollektif bilinç kolay kolay değişmez. CHP ancak toplumun bilincine seslenebiliyor bilinç altına değil.” Oysa Atatürkçü laik kesim için böyle bir kutsallık yok. Laikliği savunmak için çaba göstermek gibi bir sorumluluk, bir gereklilik düşünmüyor aydın kişi. Sayı üstünlüğü de olmadığı için, bütün seçimlerde yitiren yan.

  • Ne olacak, nereye gidiyoruz?

Yanıtını bilemediğimiz bir soru bu. Kaygılar içinde yaşarken, yaşayanlar hep birlikte görecekler.
Ama yılgınlık ve umutsuzluk yasak!
Aydınlanma için var gücümüzle çalışacağız!
==========================================

Dostlar,

Saygın insan Prof. Dr. Coşkun Özdemir bizim İstanbul Tıp Fakültesin’den hocamızdır. Uğur Mumcu Vakfı‘nda yollarımız kesişmiş ve Vakıf için bir Ulusal Sağlık Politikası raporu hazırlayan çalışma takımı içinde olmuştuk.

Sonra.. Ergenekon kumpas davalarında Silivri tutsaklarını bir ziyaretimizde çadırda dertleşmiştik.. Arada bizi katıldığımız TV programlarını izleyebilirse arar ve kutlar..

Özdemir hoca on yıllardır, Yeşilköy’de çooook mütevazi bir binada, kurucusu olduğu Kas Hastalıkları Derneği‘nde bu zor hastalıklarla boğuşanlara hizmet sunuyor, nitelikli – bilimsel – sevecen – insancıl emeğini akıtıyor.. Dünyanın en ünlülerinden Harvard Tıp Fakültesi’nde çalışmış, çoook başarılı bir Nöroloji hocası Prof. Coşkun Özdemir..

Kas Hastalıkları Derneği binası, İstanbul Büyükşehir Belediyesinden kiralık. Hemen hemen her yıl bu belediye “çıkın” der ve insanları perişan eder.. Oysa dinci – kinci – yandaş dernek ve vakıflara bu belediye ölçüsüz destek veriyor.. Ne adaletsiz tutum ve ne utandırıcı politika!?

Özdemir hocamız 1929 doğumlu.. 90’ına dayandı ama yüreği hala Ülkemiz – insanımız – Aydınlanma ve ATATÜRK DEVRİMLERİ için çarpmakta..

O’na daha nice üretken yıllar dilerken, ülkemize kattıkları için bin şükran sunuyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 29 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com