Etiket arşivi: Halkevleri

Darülfünun’dan Üniversiteye

Dr. Cihangir Dumanlı
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Yarı sömürge bir duruma getirilmiş ve geri bıraktırılmış Osmanlı toplumundan, ulusal, demokratik, laik ve çağdaş bir topluma geçişi hedefleyen Atatürk devriminin temeli eğitim ve kültür devrimidir.

Bu kapsamda Dilimizin sadeleştirilmesi, Türk alfabesinin (abecesinin) kabulü, Millet Mektepleri, Halkevleri ve Halk Odaları, Köy Enstitüleri, Kız Enstitüleri, öğretimin birleştirilmesi (Tevhid-i Tedrisat), medreselerin kapatılması, karma eğitim, herkese parasız eğitim, dünya klasiklerinin çevirisi (tercümesi), yurt dışına öğrenci gönderilmesi.. gibi adımların yanında önemli bir atılım da, Darülfünun’un kapatılarak çağdaş bir üniversitenin (İstanbul Üniversitesi) açılmasıdır.

Darülfünun Neden Kapatıldı?

Kelime (sözcük) anlamı “Bilimler Kapısı” demek olan Darülfünun, 1839 Tanzimat Reformları kapsamında 1863 yılında açılmış, bir yıl sonra kapatılmıştır. 1900 yılında “Darülfünun-u Osmaniye” adıyla yeniden açılmıştır

İmparatorluğun ilk ve tek yükseköğretim kurumu olan Darülfünun’da dini ilimler, edebiyat ve doğa bilimleri bölümleri vardı. 1908 Devrimi ile tıp ve hukuk bölümleri de açıldı. Dini bilimler bölümünde medreselerden farksız,  Ortaçağın skolastik yaklaşımıyla din alimlerinin görüş ve öğretileri ezberletilmekte idi. Öğretim elemanları bilimsel yeterliliğe göre değil, kişisel ilişkilere göre atanıyorlardı. Öğrenciler yalnızca hocaların verdiği veya derslerde tutturdukları notlara bağımlı idi. Onlar da genellikle Batıda basılmış kitapların çevirilerine dayanıyordu. Araştırma yapabilecek yeterli kaynak yoktu. Günah sayıldığı için, Üniversite yerleşkesinde fotoğraf çektiren öğrencilere ve hocalara ceza veriliyordu. Üniversite kavramına uygun özgür düşünme ve tartışma ortamı yoktu. Darülfünun bu durumuyla, Batıdaki çağdaş üniversitelerin çok gerisinde kalmış, düşünce üretme ve bilimsel araştırma merkezi olmaktan çıkmıştı. Devrimlere ilgisiz kalmış, yazı ve dil devrimlerine açıkça karşı çıkmıştı.

  • Kısaca Darülfünun, karşı devrimci bir tutum takınmıştı.

Bu durum çağdaş uygarlığa erişmeyi hedefleyen ve bunun için bilimi “En gerçek yol gösterici” olarak gören genç Cumhuriyetin amaçlarına uymuyordu.

Hazırlık

Yukarıda açıklanan nedenlerle bir üniversite reformunun yapılması gereksinimi ortaya çıkmıştı. 1931’de Cumhuriyet Halk Fırkası tüzüğünde Bu gereksinim belirtildi. Aynı yıl, Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip İsviçreli pedagoji profesörü Albert Malche’ı davet ederek kendisinden bu konuda bir rapor istedi.

Malche, gözlemlerinin sonunda hazırladığı raporda, Batı Avrupa’da geçerli olan üniversite kavramından hareketle; sorunun özünün üniversite deyince işi salt bilgi dağıtmak olan kurumların anlaşılmasında yattığını; bunun yanlış olduğunu, üniversitenin bilimsel düşüncenin yöntemlerini öğreten, yalnızca bilgi veren değil, bilgi üreten bir kurum olması gerektiğini bildirdi. Üniversite bilimsel bir yaklaşım ortaya koymalıydı. Bunun için de özgür fikir (düşün) üretme ve tartışma ortamı sağlanmalıydı. Eğer bir kurum bilime gerek duymaz, hatta bilime aykırı gelişme gösterirse, o kurum kapatılmalıydı.

Reform: 

Profesör Malche’ın raporuna uygun olarak 31 Temmuz 1933’te çıkartılan 2252 sayılı yasa ile Darülfünun kapatıldı.1 Ağustos 1933 tarihli yasa ile İstanbul Üniversitesi kuruldu.

1 Ağustos 1933 tarihli Cumhuriyet gazetesi bu haberi manşetten şöyle veriyordu:

  • İrfan hayatımızda bir inkılap: Üniversite açıldı.”

Yeni üniversitenin öğretim kadrosu üç kümeden oluşuyordu:

  1. Darülfünun’un 151 öğretim elemanından eski kafalı, devrimlere karşı çıkan 100 hoca tasfiye edildi, bu nitelikte olmayan 51 kişiye İstanbul üniversitesinde görev verildi.
  2. Cumhuriyetin kurulmasından başlayarak yurt dışındaki seçkin üniversitelere gönderilmiş gençlere yeni üniversitede görev verildi.
  3. Hitler rejiminden kaçarak o zaman Avrupa’nın tek demokratik ülkesi olan Türkiye’ye gelen Alman hocalardan yararlanıldı.

Bu yolla genç cumhuriyetin gereksinimi olan çağdaş bir üniversite sisteminin temeli atılmış oldu. Üniversitelerimiz zamanla gelişti.

Değerlendirme ve Sonuç:

Üniversite reformu ile Atatürk devriminin temeli olan eğitim ve kültür devriminde önemli bir atılım yapılmıştır.

İstanbul üniversitesinden sonra  açılan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Ankara Hukuk Fakültesi, Ankara Fen Fakültesi gibi fakülteler, Devrimlerin yapılmasına ve geliştirilmesine önemli katkı sağlamışlardır.

Çağdaş üniversite sisteminin kurulmasında Almanya’dan kaçan bilim insanlarının önemli katkıları olmuştur.

Çağdaş üniversite sisteminin kurulmasında büyük emeği geçen Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in adı, bir üniversiteye verilmelidir.

Üniversitelerimizin kuruluşundan gelen temel niteliği devrimciliktir.

Zamanla, karşı devrim sürecinde üniversite sayısı artmış, “her ile bir üniversite” takıntısı uygulanmış ama üniversitelerin niteliğinde genel bir düşüş meydana gelmiştir. Öğrenci sayısı ve üniversite sayısı hızla artarken, öğretim elemanı sayısında buna koşut artış olmamıştır.

Üniversitelerimizin çoğu meslek edindirme işlevine odaklanmış olup; düşünce üretme, bilimsel araştırma, özgür tartışma ve kültürel yaşam ortamı açısından Darülfünun düzeyinde hatta gerisindedir.

Bilim üretmek için ön koşul olan bilimsel özgürlük ve yönetsel-akçalı (idari-mali) özerklik, özgür düşünme ve tartışma ortamı ülkedeki genel özgürlük düzeyi ile sınırlıdır.

Çağdaş uygarlığa ulaşmanın ve geçmenin ön koşulu 1930’lardaki devrimci anlayışla günün koşullarına ve gereksinimlerine uygun, özgürlüğün egemen olduğu çağdaş üniversiteleri yeniden kurmaktır.

Aydın nefreti

Anasayfa - Prof. Dr. Can CEYLAN
Prof. Dr. Can CEYLAN
03 Ağustos 2023, Cumhuriyet

 

  • “Bir memleketteki azınlık, eğer menfaatini çoğunluğun cehaletinde ararsa umumi felaket muhakkaktır.” Atatürk, 1923

Kurtuluş ve Kuruluş yıllarında, okulu olan köylerin parmakla gösterildiği, nüfusun %90’dan çoğunun okuma-yazma bilmediği bir coğrafyadan bugünlere geldik.

Gönül, okul sayısının artması, eğitimin yaygınlaşması ve aydınlarımızın çoğalması ile hedeflenen noktaların daha da ötesinde olduğumuzu söyleyebilmeyi çok isterdi.

Ancak, nicelik nitelikle birleşmediğinde, kötücül odakların sinsi planları devrede olduğunda; bunun olası olmadığını deneyimlemek suretiyle (yoluyla) bugünleri görme gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Başa dönecek olursak; söz konusu yıllarda ülkenin kalkınabilmesi için, öncelikle cehalet ve eğitimsizliğe karşı savaşım verilmesi yadsınamaz bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştı.

CEHALETLE SAVAŞ

Mustafa Kemal’in, Cumhuriyet henüz ilan edilmemişken 1921’de Ankara’da “Maarif Kongresi” düzenlemesi de bu eksikliğin bir an önce giderilmesi kaygısından kaynaklanıyordu. Osmanlı döneminde yüz yıllarca, padişaha kulluk ederek yaşamaya alışan ya da alıştırılan kuşakların, eğitimli bireyler durumuna getirilmesi, günümüz koşullarına göre kuşkusuz çok daha zordu. Kaldı ki; kısıtlı eğitimin toplumun dinsel ögelere dayalı, evrensel değerlerden uzak medrese eğitimi ile veriliyor olması, halkın prangalarından kurtulması için gerekli çağdaş eğitim atılımını daha da çetrefilli bir çembere sokuyordu.

Koşullar ne denli zor olursa olsun, bu açmaz; en yakın dava-silah arkadaşlarının bile, Kurtuluş için manda altına girmekten başka seçenek olmadığını düşündüğü zor yıllarda, bunu Sivas Kongresi’nde kesin bir dille reddeden Mustafa Kemal gibi bir deha için olanaksız değildi. Bu çerçevede “Tevhidi Tedrisat Kanunu”, Dil Devrimi, medreselerin, tekke-türbe ve zaviyelerin kapatılması; Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip, İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Âli Yücel gibi öncü eğitim neferleri; yurt dışından getirilen Prof. Kühne, Prof. Malche gibi eğitim danışmanları, millet mektepleri, halk odaları, Halkevleri ve sonrasında açılan Köy Enstitüleri; hep halkı, kitlendiği çağdışı çıkmazlardan kurtararak çağdaş düzeylere getirme çabalarının sonucu olarak yaşama geçirilmişti.

Öyleyse, bu denli önemli eğitim devrimleri ile üst düzeylere getirilen ülke ve toplum, nasıl oldu da günümüzde, en az baştaki karanlık yıllar ölçüsünde olumsuz noktalara sürüklendi. Gerçekte geçmişte de çağdaş eğitim modelleri; “fuhuş yuvası olma”, “kökü dışarıda olma” gibi us dışı suçlamalarla, dinsel ögelere dayalı, evrensel ilkelerden uzak medrese modellerine geri dönülmesi, kız çocuklarının eğitim kulvarında (yolağında) yer almaması biçiminde gerici yaklaşımlarla sekteye uğratılmaya çalışılmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olunmuştu.

Aydınlarımız, gazetecilerimiz, akademisyenlerimiz, öğretmenlerimiz bu süreçte kimi zaman sürgün yiyerek, meslekten çıkarılarak, darbeci-terörist yaftası yiyerek, mahkeme kapılarında aklanmaya çalışarak, cezaevlerinde gün sayarak ve kimi zaman da yurtsever duruşlarının bedelini canları ile ödeyerek bu suçlama ve saldırılardan paylarını almışlardır.

Geldiğimiz son noktada, siyasal parti önderlerinin anti-demokratik (demokrasi karşıtı) yaklaşımları, Kuruluş ilkelerinden uzaklaşılması, siyasal kadrolara gerçek yurtsever aydınlar yerine, önemli ölçüde aydın kisvesine bürünmüş, koltuk ve çıkar peşinde koşan parti yöneticileri ve milletvekillerinin dadanması; toplumsal yozlaşmanın doğruya evrilmesinin ve düze çıkılmasının önünde, örseleyici engeller olarak tüm çıplaklığıyla durmaktadır.

Atatürk

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen


14 Kasım 2022 Pazartesi

Geçtiğimiz hafta 10 Kasım’da, Kurtuluş Savaşı’nın lideri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Türkiye’deki Aydınlanma devrimlerinin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk“ölüm” yıldönümünde bir kere daha anıldı. Ancak bir insanı anmak için, onu önce anlamak gerekir. Türkiye’de ne yazık ki Atatürk’ü sevdiğini ve saydığını, Atatürk’ün izinde olduğunu söyleyen kesimin çoğunluğunun, Atatürk’ü anladığını söylemek çok zor.

Atatürk, “Vatanı kurtardı, Cumhuriyeti kurdu” gibi yüzeysel şablonlara indirgenebilecek bir kişi değildir. Atatürk’ü anlamak için, binlerce yıllık Aydınlanma tarihini ve mücadelesini, antik Yunan felsefesini ve bilimini, Rönesans’ı, 1776 Amerikan ve 1789 Fransız Devrimi’ni, Kopernik, Galilei, Kepler, Newton gibi bilim insanlarını, Hobbes, Locke, Rousseau, Diderot, Voltaire, Montesquieu, Hume, Kant, Comte gibi filozofları ve düşünürleri anlamak gerekir.

Atatürk’ü anlamak için, onun Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni neden kurduğunu; saltanat ve halifelik makamlarını neden kaldırdığını; Cumhuriyeti neden kurduğunu; Öğretim Birliği Yasası’nı ve Medeni Kanun’u neden çıkardığını; üniversite reformunu neden gerçekleştirdiğini; Türk Dil Kurumu’nu ve Türk Tarih Kurumu’nu neden kurduğunu; kadınlara seçme ve seçilme hakkını neden verdiğini, kadınları neden eğitim ve çalışma yaşamının eşit bireyleri haline getirdiğini; toprak reformu hareketini neden başlattığını; Halkevlerini neden kurduğunu; laiklik ilkesini neden anayasa maddesi haline getirdiğini anlamak gerekir.

Atatürk’ü bu devrimlerden bağımsız olarak anmak ve anlamak olanaklı değildir. Bunlardan bağımsız olarak anlatılan bir Atatürk, içi boşaltılmış, kâğıt üzerinde kalmış, televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında, panel kürsülerinde bir görünüşe dönüştürülmüş bir Atatürk’tür.
***
Atatürk elbette, emperyalist işgal güçlerine karşı bir Kurtuluş Savaşı vererek Anadolu ve doğu Trakya topraklarının kurtarılmasını sağlamıştır. Ancak aynı Atatürk, söz konusu savaşı kazanması durumunda, bu topraklarda nasıl bir vatan kuracağını, daha Kurtuluş Savaşı yıllarında tasarlamıştır. Atatürk bir toprak ve sınır fetişisti değildi. Atatürk sadece bir asker de değildi. Atatürk aynı zamanda, söz konusu topraklarda, ileri bir uygarlık seviyesine ulaşılmasını, monarşinin, teokrasinin ve feodalizmin yıkılmasını hedefleyen, devrimci bir siyasetçiydi.

Mesele toprakların kurtulması değildir! Mesele kurtulan toprakların üzerinde nasıl bir yaşamın sürüleceği, nasıl bir uygarlığın inşa edileceğidir!

Atatürk’ün 1924 yılında Samsun’da yaptığı bir konuşmada, en gerçek kılavuzun bilim olduğunu söylemesi, 1919 yılında Samsun’a ayak basması kadar önemlidir! Bunu anlamayanların, Atatürk’ü anladıklarından söz edilemez.
***
19. yüzyıl filozoflarından Kierkegaard, yaşamdaki asıl meselenin, uğrunda öleceğimiz ve yaşayacağımız şeyin ne olduğunu bulmak olduğunu söyler.

MÖ 4. yüzyılda yaşayan iki önemli filozof, Platon ve Aristoteles de yaşamın amacının erdemli yaşamak olduğunu, adaletin ve cesaretin de en önemli erdemlerin arasında yer aldığını söylerler.

Atatürk’ün uğrunda öleceği ve yaşayacağı bir davası vardı. O dava da ileri uygarlık seviyesine ulaşmaktı, bilimde, felsefede, sanatta, eğitimde, siyasette gelişmekti, cehaletten kurtulmaktı; monarşinin, teokrasinin ve feodalizmin yıkılmasıydı, halkın egemen olmasıydı, adaletin sağlanmasıydı; cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, ulusçuluk, devrimcilikti.

Atatürk bu dava için, halkı için, ölümü göze alarak Kurtuluş Savaşı’nı başlattı. Atatürk kendi rahatlığı için, kendi mutluluğu için, bencilce yaşamadı. Atatürk halk için, toplum için yaşadı ve yine halk için, toplum için ölümü göze aldı, fedakârlık yaptı. Çünkü Atatürk erdemli bir insandı.

Adalet için ölümü göze alacak cesarete sahip olan insanlar ölümsüzdür. O nedenle 10 Kasım’da, Atatürk’ü ölümünün değil, ölümsüzlüğünün yıldönümünde andık.

Atatürk’ü sadece anmakla yetinmeyen, O’nu aynı zamanda anlayan vatandaşların, örgütlü bir biçimde çoğalması ve eyleme geçmesi durumunda, Atatürk’ü nostaljik bir hüzünle anmaktan kurtulacağız, Atatürk’ü yaşatmış olacağız ve coşkuyla anacağız.

Cumhuriyetin 100 Yaşında, Yaşa Mustafa Kemal Paşa!

Dostlar,

Bu gün, ADD web TV’de (Youtube ortamında yayın yapan), ADD Bilim Kurulu Başkanı Sn. Prof. Dr. D. Ali ERCAN ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Söyleşimizin başlığı ya da konusu,

Cumhuriyetin 100 Yaşında; Yaşa Mustafa Kemal Paşa!

idi.. 1 saat 12 dakika süreyle Prof. Ercan ile karşılıklı söyleşimizde;

Mustafa Kemal Paşa‘nın Türkiye Cumhuriyeti’ni hangi olağanüstü zor koşullarda kurduğunu,
– 15 yıl gibi çok kısa sürede inanılmaz Devrimleri nasıl bir azim ve kararlılıkla yaşama geçirdiğini
– Osmanlı’dan devralınan enkazı, örneğin belimizi büken borçları (ödenmesi 1954’te bitti!)
– Devrimleri kurumlaştırmak için atılan somut adımları : Halkevleri, Halkodaları, THK, TDK, TTK, MTA, Köy Enstitüleri, Etibank, İş Bankası, Ankara Hukuk Mektebi, İstanbul Üniversitesi, Şeker Fabrikaları, Osmanlı’nın sattığı 4 bin km Demiryollarının millileştirilip devletleştirilmesini ve kol gücüyle binlerce km eklenmesini, 15 yılda ortalama %6,6 ekonomik büyümeyi, dışarıdan hiç borç alınmamasını, bütçe denkliğini, güzel sanatlara ve ulusal eğitime yapılan yatırımları, dünyanın Türk devrimini örnek almasını…..

  • Günümüzdeki Cumhuriyet karşıtı siyasal kadroların ülkeyi sürüklediği ağır bunalımı
  • Bu kuşatmadan nasıl çıkılabileceğini..
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk seçimde AKP ayracını (parantezini) kapatarak çağdaş uygarlık yolunda sonsuza de ilerleyeceğini, şan – şeref – onurla – başı dik yaşatılacağını.. konuştuk..

Cumhuriyetin 100 Yaşında; Yaşa Mustafa Kemal Paşa!

diye bağladık.

İzlenmesini, paylaşılmasını ve gereklerinin yapılmasını diliyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 10 Kasım 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

24 KASIM “ÖĞRETMENLER GÜNÜ” KUTLU OLSUN

BAŞ ÖĞRETMENİMİZ BÜYÜK ATATÜRK’ÜN VE ONUN BİLİM YOLUNDAN ASLA ŞAŞMAYAN – VATANSEVER ÖĞRETMENLERİNİN 24 KASIM “ÖĞRETMENLER GÜNÜ” KUTLU OLSUN!

Güzide Filiz TUZCU
Milli Bilinç Sahibi Vatansever Dostlar,

Bir çocuğa, anne – baba ve yakın büyükleri  (büyükbabalar – büyükanneler – teyzeler – dayılar – halalar, amcalar vs…)  tarafından verilecek olan ilk eğitim ve terbiyeden hemen sonra, o çocuğun karakterini biçimlendirecek olan; ona en doğru yolu gösterecek yararlı bilgileri, düşünceleri, ilkeleri ve yaşamı boyunca unutamayacağı güzel öğütleri verecek olan kişiler, elbette onun öğretmenleri olacaktır.

Bunun içindir ki, bir ulusun geleceği olan çocukların  ve gençlerin milli ve doğru eğitilmeleri, o millet için yaşamsal derecede büyük önem taşır.

Şöyle ki;  her çocuğa “ulusunu,  vatanını, Türk Büyüklerini  – Atalarını tanıtacak, saydıracak  ve sevdirecek olan; her çocuğun aklını çalıştırması, düşünmesi, araştırması – okuması, sorgulaması, salt gerçekleri öğrenmesi ve bu gerçekleri cesurca dile getirmesi için teşvik edecek olan; her çocuğun dilini, dinini, tarihini ve kültürünü çok iyi bilmesini  ve bunları titizlikle korumasını,  böylece her çocuğun ailesine – çevresine ve vatanına faydalı bireyler olmalarını  sağlayacak olan kişiler elbette öğretmenler olacaktır.

Bu vesileyle Baş Öğretmenimiz Büyük Atatürk’ün “Eğitim ve Öğretim ile ilgili yol gösterici  – son derece değerli sözlerine dikkat çekmek isterim:

  • EĞİTİM, bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüce bir toplum halinde yaşatan veya bir milleti esaret ve sefalete terk eden terbiyedir.” 

(Unutmayalım ki Osmanlı devrinde Türk çocuklarına ve gençlerine dayatılan sözde eğitim, Türk Milletini maalesef tutsaklığa ve sefalete terk etmiştir: Çünkü bu eğitim, Türklere tümüyle yabancı bir dil ezberleriyle – Arapçayla – körpe beyinleri uyuşturan – körelten, düşünmeyi – sorgulamayı yasaklayan, yalnızca padişahlara, devşirme yöneticilere ve ne söylediğini kendi bile anlamayan, çocuklara şiddet ve korku salmayı marifet sayan molla kılıklı hocalara biat etmeyi öğretmekten öteye gidememiştir! Hele Türk kız çocukları,  okumak – aydınlanmak, toplumda yararlı meslekleri yürütmek hakkından tümden yoksun bırakılmışlardır! Kanımca Koskoca Osmanlı İmparatorluğunu zamanla çökmeye götüren en baş sorun da, işte bu Arap diline, yasakçı geleneğine ve biat kültürüne dayanan kara zihniyet olmuştur… )

  • “Bir millet, irfan / bilim ordusuna sahip olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan / bilim ordusuna bağlıdır.”
  • Milli Eğitim Işığının, memleketin en derin – ücra köşelerine kadar ulaşmasına ve yayılmasına özellikle dikkat ediyoruz.”
  • Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak Milli Eğitimle olur ve bu eğitimin sosyal hayatımızın ihtiyaçlarına ve çağın gereklerine uygun olması gerekir.”
  • HÜKÜMETİN EN VERİMLİ VE EN ÖNEMLİ GÖREVİ, MİLLİ EĞİTİMLE İLGİLİ İŞLERİDİR.”
  • “MİLLİ  EĞİTİMİN GAYESİ, YANLIZ HÜKÜMETE MEMUR YETİŞTİRMEK DEĞİLDİR, DAHA ÇOK
  • MEMLEKETE AHLÂKLI, KARAKTERLİ, CUMHURİYETÇİ, DEVRİMCİ, OLUMLU, ATILGAN, BAŞLADIĞI İŞLERİ BAŞARABİLECEK KABİLİYETTE, DÜRÜST, DÜŞÜNCELİ, İRADELİ, HAYATTA KARŞILAŞACAĞI ENGELLERİ AŞMAYA KUDRETLİ, KARAKTER SAHİP GÜÇLÜ GENÇLER YETİŞTİRMEKTİR.  BUNU İÇİN,  ÖĞRETİM PROGRAMLARI VE SİSTEMLERİ BU GAYEYE GÖRE DÜZENLENMELDİR.”  
  • “OKUL GENÇ BEYİNLERE, İNSANLIĞA HÜRMETİ, MİLLETE VE VATANA SEVGİYİ, ŞEREFİ, BAĞIMSIZLIĞI ÖĞRETİR.  BAĞIMSZIK TEHLİKEYE DÜŞTÜĞÜ ZAMAN, ONU KURTARMAK İÇİN TAKİP EDİLMESİ GEREKEN GÜVENLİ YOLU BELLETİR…”
  • “ÖĞRETMENLER, ORDULARIMIZIN KAZANDIĞI ZAFER, SİZLER VE SİZİN EĞİTİM ORDULARINIZ İÇİN YANLIZ ZEMİN HAZIRLADI…  ÖĞRETMENLER, GERÇEK ZAFERİ SİZLER KAZANACAK VE DEVAM ETTİRECEKSİNİZ VE MUTLAKA BAŞARILI OLACAKSINIZ. BEN VE ARKADAŞLARIM DA SARSILMAZ BİR İMANLA, SİZLERİ TAKİP EDECEĞİZ VE SİZİN KARŞILAŞACAĞINIZ ENGELLERİ ORTADAN KALDIRACAĞIZ.” 

    MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

(Kaynak: ATATÜRKÇÜLÜK: ATATÜRK’ÜN GÖRÜŞ VE DİREKTİFLERİ, CİLT 1, Milli Eğitim Bakanlığı  Yayınları – Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 2001, s. 291 – 305.)

Çok üzülerek ifade etmek isterim ki, Büyük Atatürk‘ün rehber niteliğinde – bizler için yaşam kurtarıcı – bu değerli sözleri ve vasiyeti 1938 sonrası maalesef dikkate alınmamıştır; hatta daha da vahimi, Milli Eğitimimiz, ABD’nin istemiyle kurulan, başında Amerikan Elçisinin bulunduğu, dört Türk, dört Amerikalı üyeden oluşan “EĞİTİM KOMİSYONU’NUN” ellerine terk edilerek, “MİLLİ olmaktan” çıkarılmıştır! Bir başka deyişle Büyük Atatürk’ün büyük bir duyarlıkla önem verdiği ve öngördüğü, “Türk Milletinin tam bağımsız, aydınlık, refah ve güvenli geleceğinin temel güvencesi” olan Milli  Eğitim Sistemimize son verilmiştir.  

Böylece Binlerce Yıllık Köklü Türk Tarihimiz başta olmak üzere Türk  Milleti için yararlı ve mutlaka gerekli olan tüm dersler ve kitaplar tahribata uğratılmış, üniversiteler özgürlük ve bağımsızlıklarını yitirmeye başlamış, ülke çapında aydınlanma seferberliğinin ışıkları olan Köy Enstitüleri, Halk Evleri ve Halk Odaları bir bir kapatılmışlardır!

Bu öğretmenler gününde, tüm öğretmenlerin bu yaşamsal hususları yeniden anımsamaları, öğrencilerine de anımsatmaları ve

  • “Tek Kurtuluş Reçetemiz  Olan Büyük Atatürk’ün Rehberliğinden – Aydınlık Yolundan 

ayrılmamaları  dileğiyle…

Saygılarımla…
================================
Saygın okurumuz ve sitemiz yazarlarından Güzide Filiz Tuzcu hanımefendinin bu önemli yazısını yayınlamakta geciktiğimiz için özür dileriz.. (A. Saltık)

Atatürk ile 15 yıl AKP ile 15 yıl…

Atatürk ile 15 yıl AKP ile 15 yıl…

Erdal Atabek
Cumhuriyet, 13.11.2017,

Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk ile 15 yıl iktidar dönemi yaşadı, 1923-1938. 
Bu iki dönemde bakalım neler oldu?
1. Atatürk, siyasal iktidarı sultan ve halife olan tek adamın elinden alıp kurduğu Büyük Millet Meclisi’ne devretti.
AKP ise, Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerini “Tek Adam Olarak Cumhurbaşkanı”na devretti.

2. Bağımsızlık Ata’nın karakteri, Cumhuriyetin siyaseti oldu.
AKP, Amerika himayesinde İslamcılıktan, Rusya himayesinde İslamcılığa savruluyor. 

3. Hukuk alanında uygar Batı’nın laik hukuku temel alınarak devrim yapıldı.
AKP, adım adım Sünni İslam hukukunu geri getirmeye çalışıyor. 

4. Eğitim laik temelde köylerden üniversiteye kadar bilimsel yapıda yeniden kuruldu.
AKP, imam hatipler yoluyla Sünni İslam temelli eğitimi yaygınlaştırıyor.
5. Halkevleri kurularak halkın bilimsanat alanında bilinçli eğitimi yaygınlaştırılıyordu.
AKP, camiler, imamlar ve Kuran kursları yoluyla halkı tarikatların elinde inanç alanına yönlendiriyor.
6. Atatürk, halkın dinini öğrenmesini, aracılık yapan yobazların etkisiz kılınmasını amaçladı. Laikliğin amacı buydu.
AKP, tersine, halkı tarikatların, şeyhlerin, şıhların eline bıraktı, onlardan siyasetinde yararlanmayı esas yaptı.
7. Atatürk köylüyü milletin efendisi kabul etti. Kalkınmayı, eğitimi köyden başlattı.
AKP, köyü kente getirdi, varoşları yarattı. Onlardan oy deposu olarak yararlandı. Kentleri betona çevirdi.
8. Atatürk, tarımı kendine yeterlilik amacına göre destekledi. Ülke, her ürünü üretti, ihraç etmeye başladı.
AKP tarımı yok etti. Artık buğday ve saman dahil her ürünü dışarıdan getirip dövizle ödeyen ülke olduk.
9. Atatürk, yerli sanayi hamlesi başlattı. Bankalar kuruldu, yerli sanayi desteklendi. Karma ekonomi esas alındı.
AKP, kapitalist özelleştirmeyi temel yaptı, her şeyi satarak bugün halkı şirketlerin eline bırakan ortamı yarattı. Hiçbir şey artık ‘yerli’ ve ‘milli’ değil.
10. Atatürk, ülkeyi savaştan barışa taşıdı. Komşularla barış antlaşmaları gerçekleştirdi.
AKP ise ülkeyi barıştan savaşa soktu. Bugün, ülke içeride de dışarıda da savaşıyor. Geleceği belirsiz bir dönem yaşanıyor.
11. Atatürk, dost komşuları olan bir ülke yaratmıştı.
AKP döneminde ülkenin hiç dostu kalmadı. Her komşu bir anlaşmazlık konusu ile kavgalı hale geldi.
12. Atatürk dönemi, bütün çağdaş sanatların toplumun içinde yaşadığı bir dönem oldu. Klasik müzik, tiyatro, opera, bale, resim, heykel, mimarlık toplumun can damarı oldu.
AKP dönemi, sanatın küçümsendiği, önemini yitirdiği bir dönem oldu. Resim, heykel sanatı terk edildi. Müzik bir yana bırakıldı. Opera, bale geleneğe uygun bulunmadı. Böyle de sürüp gidiyor.
13. Atatürkkadın’ gerçeğini toplumda layık olduğu yere yüceltti. Kadını kafesten ve peçeden kurtardı. Erkekle eşit yerine koydu.
AKP kadının erkeğe itaatini esas olan bir din temelli sistem yarattı. Örtünme, çarşafa girme geri getirildi. Kadın cinayetlerinin böyle yaygınlaşması rastlantı değildir.
14. Atatürk döneminin Köy Enstitüleri salt bir eğitim kurumu değildir. Köyden başlayan kalkınmanın simgesidir.
AKP için ise, köy bir propaganda alanıdır. Muhtarlar toplantıları, kutsal söylemler eğitilecek topluluklar değil, destek verecek alanlardır.
15. Atatürk, Türkiye için “çağdaş uygarlık” hedefini göstermişti.
AKP için “çağdaş uygarlık”, İslam ülkelerinin birleşmesi, İslami yaşam biçiminin topluma kabul ettirilmesidir.
***
İşte, Mustafa Kemal Atatürk ile yaşanan 15 yılın,
AKP ile yaşanan 15 yılla, 15 maddede özetlenen karşılaştırması.
Öyle Anıt-Kabir’e zoraki gidip Atatürk’e içinden gelmeyen saygı gösterişi ile aslında bir şey yapılmış olmuyor.
Olan biten, Atatürk’ün yattığı yerden AKP zihniyetini yenmiş olduğudur.
Bu gerçek de sizin kabul edip etmemenize bağlı değildir.
Atatürk mü? Sonsuza kadar…
====================================
Dostlar,

Saygıdeğer meslek büyüğümüz Dr. Erdal Atabek çok etkili bir karşılaştırma yapmış sağolsun. 18 Kasım 2017’de AKP iktidarı 16. yılına giriyor. Kültürümüze de önemli katkısı oldu AKP’nin! Halk arasında

  • “Yiyo ama çalışıyo; emme alnı secde görüyo..”

    Neciiiip mi necip milletimiz / ümmetimiz psikolojik savunma düzeneklerinden biri olan mantığa bürünme (Rasyonalizasyon) aracını büyük bir ustalıkla kullanmakta ve dünyaya özgün örnekler vermekte..

Sevgi ve saygı ile. 16 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Mustafa Gazalcı: Yeni müfredat değişiklik taslağı kabul edilemez!

Yeni müfredat değişiklik taslağı kabul edilemez!

Mustafa Gazalcı

Müfredat (Öğretim konuları, izlence)
Müfredat, öğretim konuları demektir. Bir derste okutulacak konuları içeren program, izlence demektir. Müfredat Arapça bir sözcük, yerine herkesin benimseyeceği Türkçe bir sözcük konmalı. İzlence,  öğretim konuları gibi…

Öğretim konularının belirlenmesi yaşamsal derecede önemli… Gelecek kuşakların nasıl biçimleneceği bu konu başlıklarıyla (müfredatla) ortaya çıkıyor.

Yöntem yanlışlığı:

Milli Eğitim Bakanlığı masa başına yaptığı, kendisine yakın olan Eğitim-Birsen sendikasıyla paslaşarak hazırladığı bu müfredat değişikliği yöntem olarak yanlıştır.

Böyle önemli değişiklikler uzmanların, eğitim sendikalarının, demokratik kitle örgütlerinin katılımıyla hazırlanmalıdır. Tıpkı Anayasa değişikliği gibi ders müfredatları değişikliği de
bir oldubittiyle yapılmıştır.

İyi niyetle yapılacak önerilerin dikkate alınacağını sanmıyoruz.

O yüzden bu değişiklik geri çekilmeli yeniden uzmanlar, eğitimciler, üniversiteler ve demokratik kitle örgütleriyle birlikte bilimsel toplantılarda hazırlanmalıdır.

Eğitim dinselleştirdi, paralı duruma getirdi

AKP yaklaşık 14 yıldır tek başına iktidarı döneminde partizanca uyguladığı kadrolaşma sonucunda eğitimi dinselleştirdi, paralı duruma getirdi. Özellikle 2012’de bir dayatmayla getirilen 4+4+4 yasasıyla eğitim, öğretim birliğinden uzaklaştı, niteliği düştü.
2015 PISA sonuçlarında bu açıkça görülmektedir.

Ayrıca AKP 5 yılı dolan kitapları yenileme gerekçesiyle zaten birçok konuyu ders kitaplarından çıkararak ders programlarını dinselleştirme, tarihi çarpıtma yönünde adım atmıştı.

Şimdi ortaya konan müfredat taslağıyla bu değişim kökten yapılmaktadır.

  • Bilimsellik ve laik Türkiye Cumhuriyeti ilkeleri çarpıtılmaktadır.

Değişiklikte Neler Var?

172 sınıf düzeyinde ve 53 ders programı için hazırlanan taslakta değişiklikler yapılmıştır.

* Atatürk ve Atatürkçülüğün içi boşaltılmakta ve daraltılmaktadır.

* İsmet İnönü, Lozan önemsizleştiriliyor.

* Sürekli Osmanlı vurgusu yapılıyor.

* Biyoloji kitabından Darwin’in evrim kuramı çıkartılıyor. Bilimden korkuluyor.

* Demokrasi mücadelesi yalnız 15. Temmuzda yapılmış gibi bir izlenim veriliyor.

*Türkiye tarihi bir bütün içinde vereceğiz diye, Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşu sıradanlaştırılıyor.

* Ülkemizin eğitim tarihinde önemli yeri olan, Köy Enstitüleri, Halkevleri, Mesleki Teknik Eğitimdeki ilerlemeler, eğitim seferberliklerinden yararlanılmadığı gibi, bu konulardan
hiç söz edilmiyor.

Sonuç

Öğrencilere okutulacak öğretim konuları (müfredat) bu biçimde bir oldubittiyle değişemez.

Kısa sürede 10 Şubata kadar görüş alınması bir aldatmacadır.

Eğitim sendikaları (Eğitim-Sen, Eğitim-İş), eğitim kuruluşları, uzmanlar bu değişikliğe karşıdır. Bu değişikliği ancak iktidara yakın Eğitim-Birsen desteklemektedir. O sendika da laik Cumhuriyete, karma eğitime karşıdır.

Kişisel görüşüm, yararı olmayacak şeyler önermek yerine bu taslağın geri çekilmesi için
baskı grubu ve kamuoyu oluşturulmasıdır. ( Tarih Ocak 19, 2017)

Mustafa Gazalcı
ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi

Karşıdevrim kendi eğitim kuşağını tasarlıyor

Karşıdevrim kendi eğitim kuşağını tasarlıyor

portresi

 

Orhan BURSALI
17.4.2016, Cumhuriyet

 

Takvimlerin 17 Nisan’a yöneldiği her yıl büyük bir “cumhuriyetçi eğitim imanıyla” çalışan ve çok değerli bir fikri ısrarla yaşamda tutmaya çalışan Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği ve Vakfı harekete geçiyor. Bu gönüllü hareket bir odak. Sayıları giderek azalan Köy Enstitüleri mezunları, artık çocukları ve torunlarıyla birlikte bu çatı altında yaygın faaliyet gösteriyorlar. Kemal Kocabaş Hoca yüklenmiş götürüyor…
Ben de dün Denizli’de, bugün de İzmir’de bu etkinliklerin bir parçası olarak görevdeyim! Sanırım, Rize’nin Derepazarı Varangoz köyü camisinin sınıfa dönüştürülmüş bir odasında toplanmış 1-5 sınıf öğrencilerinin hepsine birden eğitim veren “İzmirli” öğretmenimiz Köy Enstitülü idi.
Eğitim, hiçbir ülkenin “başıboş” bırakmadığı ve ülkenin gereksinimlerine göre yönlendirdiği, siyasetin, ülkenin ve devletin temel politikasıdır! Dahası: En temel!
Şüphesiz nasıl bir ülke istiyorsanız, eğitimi de ona göre düzenlersiniz.
Cumhuriyet nasıl bir ülke düşü kurduysa, ona uygun bir eğitime gitti. Öncelikle herkesin okuma yazma öğrenmesinden başladı… Üretime yönelik kitlesel ve toplumsal eğitime önem verdi. Halkevleri gibi yaygın eğitim kurumlarını kurdu.
Ve eğitimde en büyük devrimi ise Köy Enstitüleri’yle ve arkasından Köy Enstitüsü Yüksek Öğretmen Okulları açarak yaptı.
Köy Enstitüleri gerçeği, Cumhuriyeti kuranların, ülkeyi yöreten devrimci kadronun, “toplum yapısını yönlendirici uygulamalarının en belirgin örneklerindendir”.(*)

Büyük bir aydın kuşağı yetişti
21 Köy Enstitisü’nden 1953 yılına dek 17.341 öğretmen mezun oldu. Bunların 1398’i kadındı.
Tabii bunun bir önceki adımı da vardı: 1936’da “eğitmen kursları” açılmıştı. 1947’ye kadar 8.675 eğitmen diploma aldı. Aralarında 1.248 sağlık memuru vardı.
İşte Cumhuriyet Türkiyesi’ni önemli ölçüde ve tabanda omuzlayan, yüklenen bu eğitim sistemi oldu… Köy çocuklarının iyi bir eğitim sistemiyle ne büyük başarılara imza atabileceğinin evrensel bir örneği idi bu eğitim modeli.
Kuşkusuz, ressamı, yazarı, romancısı ile tüm sanat ve edebiyat alanında da Köy Enstitüleri derin bir iz bıraktılar. Onlar toplumsal hayatımızda, “Köy Kökenli Aydın Kuşağı” olarak, Cumhuriyetin sonrasında kurucu temel taşları arasına katıldı.
Cumhuriyet bu sayede Cumhuriyet oldu ve bir millet yaratıldı!

Üreten özgür yurttaşlar ülkesi
Tabii salt bunlar değil, uçak yapımından tutun, büyük mühendislik atılımları, yurtdışına gönderilen ve döndükten sonra ünversite ve eğitim yaşamına damga vuran bilim ve eğitim neferleri ile, dört bir alanda kurulan araştırma enstitüleriyle, laik, çağdaş ve uygar bir ülkenin temelleri atıldı.
Üreten, eleştiren, Cumhuriyetin yükselişine katkı koyan özgür yurttaşlar Cumhuriyeti amaçlandı.
Biliyoruz ki bugün hâlâ ayakta isek ve İslam coğrafyasından hâlâ farklı isek, onlar sayesindedir. Bu, Kurtuluş Savaşı’yla gerçekleşen, Kuruluş ile geliştirilen, dünya tarihinde az rastlanır cinsten büyük bir devrimdi. Bu devrimin neferleriyiz hepimiz.

Ama şimdi?!
Türkiye dünyanın parasını harcıyor eğitime, diyelim. Ama aldığı sonuç, acaba ilköğretim ve liseleri kaldırsak daha mı iyi olur sorusunu sordurtacak kadar kötü. Eğitimle, dünyanın kültürel, ekonomik ve bilimsel gereksinimleri için cahil yetiştirme rekorunu kırıyor olabiliriz.
Denizli Havaalanı’ndan kente girerken, sağ tarafta imam hatip okulları inşaatları kale gibi yükseliyordu!
Ne demiştik: Cumhuriyet devrimi, “toplum yapısını yönlendirici uygulamalarının en belirgin örneklerini” verdi.
Bu devrimlerin tam karşıtını yaşıyoruz şimdi.

  • Karşıdevrim yönetimi ele geçirdi ve devrimci Cumhuriyetin tüm kazanımlarını
    tasfiye etme girişimindeler.

Meşruiyetlerini aldıkları sandık sonuçlarının, ülkede her şeyi darmadağın etme hakkı, her şeyi yıkıp geçme hakkı, her şeyi gerçekleştirme, her türlü hukuksuzluğu yapma ve onların orada varoluşlarını sağlayan anayasayı bile askıya alma hakkını verdiğini düşünerek yapıyorlar her şeyi. Eğitimi de imam hatipleştirerek, türlü çeşitli cemaat okulları, Ensar-Kaimder yuvaları ve evleriyle tasfiyeyi sürdürüyorlar.

‘Ne güzel günlerdi’yi bırakalım!
Geçmişe ağıt yakma zamanları değil. Bugün eğitimle ilgili neler yapabiliriz, toplumu, çevremizi, insanları, öğrencileri, toplumun ileri, lider ve önder kesimlerini nasıl etkileriz?
Yarının öncülerinin ortaya çıkması için bize düşenler nedir, bence herkesin odaklanması gereken noktalar bunlar.
Yeni girişimlere büyük ağırlık verilmeli… Madem eğitim bu kadar özelleştirildi, o halde bu çerçevede ne yapılabilire kafa yormak gerekir.
Peki ne yapabiliriz, başka neler yapabiliriz?                                        
(*) https://toplumsaltarih.wordpress.com/2012/09/07/koy-enstitulerineden- kuruldu-neden-kapatildi/

=========================================

Dostlar,

Teşekkürler değerli yazar Sayın Orhan Bursalı‘ya.
Yılların deneyimi, birikimi ve de doğrultu tutarlığı budur işte..
Selam olsun KÖY ENSTİTÜSÜ fikrinin sahipleri Mustafa Kemal Paşa‘ya, İsmet İnönü‘ye, mimarları Hasan Ali Yücel‘e, İsmail Hakkı Tonguç‘a, Saffet Arıkan’a… ve adsız emek sahiplerine..

Selam olsun oradan yetişen 200 bine yakın AYDINLIK insanımıza…
Günümüzde ne yapabileceğimizi, nasıl yapabileceğimizi, daha daha iyiyi nasıl yakalayabileceğimizi ve en önemlisi de AKP – RTE eliyle Batı emperyalizminin ülkemize dayattığı KARŞI DEVRİMİ nasıl aşabileceğimize çooook kafa yormalıyız, bunu başarnalıyız.

Sevgi ve saygı ile.
17 Nisan 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

19 MAYIS DİRENİŞİ…


19 MAYIS DİRENİŞİ…
    

Portresi

 

 

 

 

 

Mustafa Gazalcı
mgazalci@gmail.com 
www.gazalci.net

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nın 95. yılını kutluyoruz
bu yıl.

          Doksan beş yıl önce 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Atatürk,
bir avuç yurtseverle birlikte Samsun’a çıktığında memleketin genel durum ve
görünüşü (manzarai umumiye) şöyleydi:

           Genel savaşta yenilerek koşulları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış,
halk yorgun ve yoksul düşmüş, ordunun elinden silahları alınmış, bizi savaşa sürükleyen Osmanlı yöneticileri kendi başlarının kaygısına düşmüş, İtilaf Devletleri
uydurma nedenlerle yurdun dört bir yanını işgal etmeye başlamışlar… 

          Kısaca ülkeyi kara bulutlar kaplamış.

          19 Mayıs 1919’da başlayan bağımsızlık ve ulusal kurtuluş savaşı
1922’de başarıyla sonuçlanmış.

          Cumhuriyetin Parlak Yılları

          1920’de TBMM açılmış,1923 yılında Cumhuriyet duyurulmuş, aynı yıl
Lozan Barış Antlaşmasıyla bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devleti bütün dünyaya
kabul ettirilmiş.

          Artarda yapılan devrimler, atılımlarla çağdaş, bağımsız, laik, saygın bir ülke yaratılmış.

          Atatürk ve İsmet İnönü dönemleri yeni Türkiye Cumhuriyetinin parlak ve onurlu yılları olmuş.

          Öğretim Birliği (1924), ardından yeni abece (1928) ile eğitim seferberliği yapılmış. Halkevleri ile kültür ve sanat her yaştan insana ulaştırılmaya çalışılmış.
Türk Tarih Kurumu (1931), Türk Dil Kurumu (1932) ile tarihimiz,
dilimizin incelenmesi, geliştirilmesi bilimsel bir temele oturtulmuş.

          Köy Enstitüleri (1940) gibi çağdaş eğitim kurumları uygulanmış.

          Ekonomik, toplumsal, kültürel birçok reform yapılmış.

          Ödünler ve Sapmalar Dönemi

          Sonra Cumhuriyet devrimlerinden ödünler başlamış.

          1946’da başlayan ödünler 1950 iktidar değişimiyle artmış.

          Köy enstitüleri kapatılmış. Yerine köy ve yoksul aile çocuklarına
İmam Hatip Okulları, Kuran kursları açılmış.

          Osmanlı devletinden kalan borçlar kuruşuna kadar ödenirken,
yeniden borçlanmaya gidilmiş.

          Yaklaşık 60 yıldır ülke sağ iktidarlar tarafından yönetiliyor.
Bunun son 12 yılı AKP’nin tek başına iktidarı.

          Bu sürede yollar, köprüler yapıldı, teknolojik yenilikler geldi.
Gelir dağılımı çarpık da olsa kişi başına düşen ulusal gelirimiz arttı.

          Ancak sağlıklı, adaletli bir gelişme olmadı. Dış ve iç borç yükü arttı.
“2013 yılında toplam borç yükü 995.9 milyar TL düzeyine tırmanarak
Gayri Safi Milli Hasıla’nın (GSMH) %70’ine ulaşmıştır.” (1)

           Neredeyse tüm komşularımızla ilişkilerimiz bozuldu. 2012’de getirilen 4+4+4 sistemiyle Öğretim Birliği ortadan kaldırıldı. Yargı siyasallaştırıldı. Güçler ayrımı bozudu. 17 Aralık 2013’te kimi bakan ve çocuklarının yolsuzluğa, rüşvete adı karıştı. Gazeteciler, aydınlar içeriye atıldı.

          Özetle 2014’te yine memleketin genel görünüşü kötü mü kötü.

          Yeniden Ulusal Bir Direniş

          İşte bu kötü koşullarda Haziran 2013’te İstanbul’da Gezi Parkı’nda gençlerin başlattığı direniş yeni bir umut yarattı toplumda. Bu demokratik direniş ruhu
kısa sürede bütün ülkeye yayıldı.

          Atatürkçüler, Cumhuriyetçiler, bağımsızlıktan, çağdaşlıktan yana olanlar,
gençler, kadınlar mitingler, yürüyüşler düzenledi.

          İktidar ulusal bayramları geçiştirirken halk bu günlere sahip çıktı.
Hukuk dışı baskılar karşısında Atatürkçü düşünceye daha çok sarıldı.

          Gençler, 1919’tan 95 yıl sonra Ata’sının kendisine emanet ettiği
laik Cumhuriyeti, koşullar ne olursa koruyup geliştirecektir.

1) Ali Nejat Ölçen. Türkiye Sorunları, Eylül 2013, sayı 97, AKP’den Kurtuluş Sorunu, Sayfa:14.

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN : HALKEVLERİNE GEREKSİNİM

Dostlar,

Cumhuriyetimizin ağabeyi (1922 doğumlu) Sayın Dr. Ali Nejat ÖLÇEN,
kronolojik yaşının çok gerisinde olan biyolojik yaşı ile, kendisini var eden
ATATÜRK Cumhuriyeti’ne sahip çıkmayı sürdürüyor.

Bu bağlamda önceki gün, 19.2.14 günü BCP’de (Bağımsız Cumhuriyet Partisi)
bir konferans verdi :

  • HALKEVLERİNE GEREKSİNİM..

Ali_Nejat_Olcen_19.2.14_BCP'de_Konferans

 

 

Sayın Ölçen’in bu sunumunu izlemeyi çok isterdik ancak AÜTF’deki derslerimiz buna izin vermedi. Sağolsun Birsen gidip izledi, birkaç değerli fotoğraf da getirdi.
Dr. Ölçen, inanılmaz bir özenle, konuşmasının metnini de hazırlamış, çıktısını alarak çoğaltmış ve izeyicilere dağıtmıştı. Kendisinden telefonla rica ederek dosyanın
sanal örneğini rica ettik, sağolsunlar bizimle cömertce paylaştılar ve web sitemize koymamıza izin verdiler.

 

Atatürk Cumhuriyeti’nin Ekin (Kültür) Devrimi‘nin önemli kurumlarından olan HALKEVLERİ (ve Halk Odaları) ne yazık ki, DP (Demokrat Parti) iktidar oluduğunu izleyen yıl kapatıldılar (1951) ve başlıca kitap varlıkları, klasiklerin çevirileri,
temel yapıtlar vahşetle darmadağın edildi, sobalarda yakıldı; binaları karakol yapıldı.

Devrimi omuzlayacak kuşakların yetiştirilmesi, Osmanlı düzeni din – tarım imparatorluğunun tutucu feodal artıkları ve uzantısı siyasal kadrolarca engellendi.

Dr. Ölçen, bu darmadağın edişin (tar-u mar) birkaç hazin fotoğrafını da eklemiş çalışmasına. Yakın tarihin canlı ve bilinçli bir tanığından, Halkevlerinin 3 yıl Genel Yazmanlığını da üstlenmiş, Köy Enstitülerini yakından izlemiş Sn. Ölçen’den, “Ali Nejat Efendi” den bu hazin karşıdevrim girişimini öğrenmeyi önemsiyoruz. Sayın Ölçen’e şükranla bu dosyayı paylaşıyoruz.

Dr. Ölçen’in şu dizelerinin altını çizmek gerekiyor :

*****

“…Özetlediğim bu 4 kurum, Ke­malist devrimlerin halkla birlikte halkın içinde
doğ­masını sağlayacak öncü kuruluşlar oldular. Sa­nayileşme kültürü böyle doğacak ve emper­yalizme karşı Mustafa Kemal Atatürk’ün ya­rattığı ulusal bilinç kendisini koruma­nın araçlarına böyle sahip çıkabilecekti. Bu 4 te­mel kurum,
Ulus Devlet‘i yaratan öncü kuruluşlar oldular.

Özetle:

  • Türk Tarih Kurumu’nun öğretisiyle Tarihimizi ta­nımamız
  • Türk Dil Kurumu’nun bulgularıyla Türkçe düşün­meyi öğrenmemiz,
  • Halkevlerinde bir araya gelerek ortak ulusal kül­türü yaratmamız,
  • Köy Enstitüleri ile sanayi sektörünün araş gereç ve ürünleriyle tanışmamız, gerekliydi.

Çağdaşlaşmanın temeli bu 4 kurumu, uluslaşmanın aynı zamanda 4 boyutunu bir arada, kendi tarihimizi, kendi dilimizi, kendi kültürümüzü ve kendi sanayimi-zi yaratmanın öncüleri oldular, birbirlerini tamamla-yan bir bütün oluştu­rdular..”

*****
Konuşma metninin tümünü okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

HALKEVLERINE_GEREKSINIM_19.2.14

Sevgi ve saygı ile.
21 Şubat 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net