Etiket arşivi: Hacı Bektaşi Veli

Arap emperyalizmi ve Türkiye’nin Araplaşması

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
16 Mayıs 2022, Cumhuriyet

 

Geçmişte Sümer, Hitit, Urartu, Asur, Yunan, Roma ve Bizans uygarlıklarına ev sahipliği yapan Anadolu coğrafyası, Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türklerin Şamanizmi terk edip, Arabistan’da 7. yüzyılda ortaya çıkan İslam dinini benimsemek zorunda kalmasından dolayı, Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları döneminde, Arap kültürünün etkisi altına girmeye başladı.

Araplar 7. yüzyılda önce, bölgenin en köklü uygarlıklarından birisi olan Pers uygarlığını asimile ettiler, Pers kültürünü din üzerinden Araplaştırdılar, Perslere yönelik saldırılar ve işgaller gerçekleştirerek İran-Pers topraklarındaki Zerdüşt dinini ve kültürünü ortadan kaldırdılar, Persleri İslam dinini benimsemeye zorladılar. Daha sonra, hem Araplar hem de Persler, Orta Asya’dan batıya doğru göç eden ve Şaman olan Türkleri, İslam dinini kabul etmeye zorladılar.

Ancak Anadolu’daki Arap etkisi, Selçuklu ve Osmanlı döneminde bile belirli sınırlar içinde kaldı, Anadolu’nun daha önceden var olan yerel ve yerleşik kültürleri de Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türklerin kültürü de belli bir ölçüde varlığını korumayı başardı. Anadolu’da yaşayan nüfusun, çok küçük bir azınlık dışında, hiçbir zaman Arap olmaması, halkın anadilinin Arapça olmaması, din üzerinden aktarılan Arap kültürünün etkisini belli bir ölçüde sınırladı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmasıyla birlikte bu etki, laikliğin benimsenmesiyle, Türkçe dilinin Arapçanın ve Farsçanın etkisinden kurtarılmasıyla, Avrupa’daki siyasi, kültürel, bilimsel, felsefi, sanatsal gelişmelere de kapıların açılmasıyla, asgari düzeye düştü.

Atatürk önce Avrupa’daki işgalci ve emperyalist güç odaklarına karşı cephede mücadele verdi, arkasından da Aydınlanma Devrimleriyle, Arapların 7. yüzyıldan itibaren (AS: başlayarak) din ve dincilik üzerinden gerçekleştirdikleri kültür emperyalizmine karşı mücadele verdi.
***
Cumhuriyet döneminde Arap kültür emperyalizmi, ABD’nin de desteğiyle, 1950 yılından itibaren (AS: bu yana), Anadolu topraklarında yeniden devreye sokuldu.

İmam hatip okulları, Kuran kursları, ilahiyat fakülteleri, imam, müftü, din insanı ve din uzmanı yetiştirmek yerine, laiklik karşıtı hareketlerin odak noktası haline getirildi, dinin yerini dincilik aldı. Aynı dönemde tarikatlar ve cemaatler yeniden yaygınlaştı.

İslam dini, Anadolu’da yaşamış olan Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Pir Sultan Abdal, Şeyh Bedrettin, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu gibi yazarların ve ozanların yorumları üzerinden değil, hadislerin ve Arap din insanlarının yorumları üzerinden anlatıldı, gençlerin beyinleri onlarca yıl boyunca, günümüze dek yıkandı. Osmanlı döneminde halifenin, şeyhülislamın ve ulemanın Anadolu’ya ve halka zorla dayattığı din anlayışı yeniden canlandırıldı.

Bu sözde eğitim kurumları ve merkezler onlarca yıl, Suudi Arabistan’ın kültür ataşelikleri işlevini gördüler.

Türkiye’nin aydınlanma devrimleriyle her alanda gelişmiş, güçlü ve bağımsız bir devlet olmasını hiçbir zaman istemeyen, Türkiye’yi cehalete sürükleyerek bir uydu ve sömürge devlet olmaya zorlayan ABD ve Avrupa emperyalizmi, bu hareketleri her zaman, doğrudan veya dolaylı olarak destekledi.
***
İslamcı siyasetin temsilcisi olan AKP’nin iktidarında, Anadolu kültürünün Arap kültürünün asimilasyonuna uğraması en yüksek seviyeye çıktı. Siyaset, ekonomi, ulaşım, iletişim, turizm, emlak ve arazi yatırımı, kültür, dış politika gibi alanlarda, demokrasi ve aydınlanma yolunda bir arpa boyu yol kat edememiş olan ve çoğu ABD tarafından desteklenen Arap ülkeleriyle işbirliklerine öncelik tanındı.

  • Türkiye AKP iktidarında, Arap ülkelerinin arka bahçesi haline dönüştürüldü.

Son yıllarda, yine emperyalist devletlerin çıkardığı iç savaşların bir sonucu olarak, milyonlarca yasadışı Arap sığınmacının Türkiye’de barınmasının sağlanması, vatandaşlığın bile satılık bir hale gelmesi, Anadolu’nun Araplaştırılması stratejisinin son aşamasıdır.

  • Türkiye, demografik yapısı tersyüz edilerek monarşiye ve teokrasiye mahkûm edilmektedir.

LGS SONRASI GERİ DÖNÜŞÜME ATILAN ÇOCUKLARIMIZ

LGS SONRASI GERİ DÖNÜŞÜME ATILAN ÇOCUKLARIMIZ

Mahiye Morgül
Eğitimci, 29.6.2019

LGS sınav sonuçlarına, bir de % 5’lik dilimin dışında kalan sınava girmemiş olanlar ve hiçbir yere giremeyecek olanlar açısından bakalım. Fakat önce % 5’lik dilime giren çocukların sosyoekonomik düzeyleriyle ilgili MEB’nın yaptığı açıklamaya dikkat çekmek istiyorum.

“Öğrencilerin sosyoekonomik düzeyleri ile akademik başarıları arasındaki ilişkiyi incelemek için öğrencilerin anne ve baba eğitim düzeyleri dikkate alınmıştır. Anne ve baba eğitim düzeyleri ilkokuldan lisansüstüne kadar gruplandırılmış ve eğitim düzeyi arttıkça öğrencilerin doğru cevap sayısı ortalamalarının da arttığı belirlenmiştir.”

Aslında gerçek pek de böyle değil. Beş yüzden fazla birinci çıktı ve ilk dereceler Iğdır’a, Sarıkamış’a, Diyarbakır’a kadar 60 il ve ilçeye dağılıyor.

MEB’nın bu açıklaması öyle görünüyor ki birinciliklerin Anadolu’ya dağılımına bakmadan planladıkları varsıl – elit bir sınıf yaratma beklentisine göre sınavdan çok önce hazırlanmıştır.

Bakanlığın % 5’lik dilim hazırlığı içinde olduğunu önceki yıllarda bizzat Sayın Erdoğan’ın açıklamalarından biliyoruz. Bakanlığın, sosyoekonomik durumu iyi olan aile çocuklarından bir elit sınıf yaratmak hedefinde olduğunu daha önceki Talim Terbiye Kurulu başkanlarının hazırlıklarından da biliyoruz. Yukarıdaki açıklamaya hiç şaşırmadım. Ancak bunda da içtenlikli değiller, çünkü içi boş eğitimden elit de çıkmaz.

Sınav sonuçlarına bir de dışarıda bırakılanlar açısından bakalım, iyi eğitilmemiş ve hiç eğitilmemiş % 95’lik dilim açısından bakalım. Bakanlık bu büyük kitleye, MEB’in hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi, bir anlamda “çocuğunuzun sınavdaki başarısızlığı sizin yüzünüzdendir” dedi. Ne denli inciticidir; halk, kendi devletine küstürülüyor!

Ailesiyle birlikte çaresiz bırakılmış bu büyük kitleye çare diye ne önerildiğini konuşalım. Örneğin çocuğu okuma yazma bilmediği halde 8. sınıfa dek getirilmiş bir veli, çocuğuna daha 2. sınıftayken sınıf tekrarı yaptırmak istediği halde o çocuğu bir üst sınıfa yerleştiren yeni (!) eğitim sisteminin tuzağına çekildiğini bilemezdi. 2005’te MEB  Hüseyin Çelik ve şimdiki MEB Ziya Selçuk tarafından getirilen Parçalı Eğitim Programından söz ediyoruz. Bu veliye şimdi “Al çocuğunu açık öğretime yazdır.” diyoruz.

Çocuğu pırıl pırıl velinin elinden almışız, ona öyle bir tuzak kurmuşuz ki, Türkçe anlamlı cümle kuramaz duruma getirmişiz,  veli istediği halde sınıf yinelemesi yaptırmamışız, çocuğun neden başarısız olduğunu veli izlememiş, ders kitaplarını çoğu veli yıl boyunca görmemiş. Veli, istediği halde yaz tatilinde çocuğumun eksiklerini kapatayım ya da tekrar yaptırayım diyemiyor, çünkü o yılın kitapları geri dönüşüme gidiyor! Öğrenci kitaplarını hatıra saklamak istese bile saklayamıyor, geçen yıl bu konuda ne öğrenmiştik diye merak edip karşılaştırmak istese edemiyor!?

Okuma – yazma öğretmeden çocuğu 8. sınıfa dek getirmişsin ve şimdi veliye senin çocuğun hiçbir liseye giremez diyorsun. “Çocuğunuzu 8 yıl sonra geri dönüşüme atıyorum” demekle eş, Allah affetsin. Bari 8. sınıfta Türkçe’den sınıfta kalmayı koy, mezuniyet sınavı koy… Ya da, LGS sonuçlarına bakarak 20 sorudan sekiz tanesini yapmayan 8.sınıfı tekrara mecburdur de. Veli de çocuğunu hangi derse çalıştıracağını bilir.

  • Bugün LGS bir sınav değil, geri dönüşüme göndereceği çocukları ayırma mekanizmasıdır.

Bu mekanizmanın baş mimarlarından AKP’nin eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ortada yok görünüyor, ancak O’nun bütün mesai arkadaşları MEB’nın her dairesinde ve danışmanlıklarında iş başındadırlar.

…..

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI, “EĞİTMEME BAKANLIĞI” OLMUŞTUR

LGS’nin sonuçlarından da anlaşılacağı üzere Milli Eğitim Bakanlığı EĞİTMEME BAKANLIĞI olmuştur.

Hiçbir şey öğretmeden 8 yıl oyaladığın çocuğa geçersiz mezuniyet belgesi vereceksin ve sonra da onu kaderiyle baş başa bırakacaksın, bu affedilir şey değildir. Hiç kimse Bakan Selçuk’un yeni projeleri var, bekleyelim demesin. Hüseyin Çelik zamanında SPAN Amerikan danışmanlarıyla birlikte bunlar planlanmıştı. Sırada ne var, onu proje diye çıkartıyorlar. 2000 yılında çevirip yayınladığı “Öğretmen ve Öğrenci Davranışlarının Gözlenmesi” kitabına bakın isterseniz, öğretmeni ve öğrenciyi gözleyip fişlemeye sıra geldi, bakan kendisi söylüyor zaten; “Bir şey öğretme, çocuğu yalnızca gözle ve fişle” sistemi başlıyor, daha az bilgiyle çocuklar başıboş (denetimsiz) piyasaya bırakılacak.

Zaten 2005’ten beri müfredatın içi o denli boşaltılmıştı ki, artık LGS’de 1. gelmenin de bir değeri yok! Temel eğitimde öğrenciye verilmesi gereken bilgiler sorulmuyor. Verilmiyor ki sorulsun. Bakanlığın ayrıcalıklı tuttuğu aile çocukları daha doğru bilgilerle Fen Bilgisi, Matematik, Türkçe eğitimi görmüş değiller ki! İlgili aileler bunun farkındalar, onlar da kandırılıyor. Bölme işleminin bile müfredattan kaldırıldığını görüyorlar. Kendi ilkokul eğitimi aldıkları yılların ne denli gerisinde içi boş kitaplarla ders yapıldığının farkındalar.

Bin yıl önce Hacı Bektaşi Veli diyor ki;

  • “Bilimsiz gidilen yolun sonu karanlıktır.”

İki bin yıl önce Roma’nın Antalya Kültür Ataşesi Çiçero diyor ki;

  • “Bu savaş ne zaman bitecek diye soruyorsunuz. Savaşlardan bir elit sınıf doğdu, onun için bitmeyecek.”

İşte içinde yaşadığımız küresel paylaşım savaşı
Kamucu eğitimi piyasaya atmadan bu piyasadan pay alamayacaklarını bilen savaş baronları bu konuda hemfikir görünüyor. Ders kitaplarının ister devlet basımı ister özel basım olsun, arasında hiç fark yok, hepsinin içinde şeytanlar cirit atıyor. Hele özel yayınevlerinin bastığı ders kitaplarındaki mavi balinaların dokunulmazlığı var, bu yüzden mahkemelerdeyiz.

…….

CUMHURİYET EĞİTİMİNİ TERK ETMEK

LGS sonuçlarına baktığımızda Cumhuriyet eğitimini terk ettiğimizi görüyoruz.
Türk Milli Eğitimine dışarıdan dayatılan programlarla bu olabilmiştir. Halk egemenliğinden başka bir yere gelmişsiz. Bu bir savaş programıyla olabilirdi, öyle de oldu.

Beri yandan, her gün kendini ve arkadaşını öldüren öğrenci haberleriyle sarsılıyoruz. Bu acı haberleri 1995 sonrası eğitimimize getirilen küresel dayatmaların sonucu olarak saptamak durumundayız.

Son LGS’den sonra % 5’lik dilime kaç öğrenci girdi, ona bakıyoruz, oysa geri kalanlar ne olacak ona bakmalıyız. Çünkü yaklaşan (AS: ve yaşanan!) büyük savaşlar büyük krizler var. Yabancı özel askerlik büroları kurulmasına az kaldı, Amerikan modeli garantili iş, eğitim dışına atılan genç gitsin paralı asker olsun, kimin için öleceğini bile bilmeyecek. Savaşa gönderildiği ülkenin adını bilmeyen Amerikan askerleri gibi, okulda bir kere bile Türkiye haritası çizdirmediğin bu çocukları özel askerlik şirketlerine, mavi balinalara, yutulacak yem yapmak kaçınılmaz duruma gelebilir. Çünkü Dünya Bankası ile 1995’te hizmetlerin serbest piyasada dolaşımı (GATS) için taahhüt vermiştik, sonuçlarından ikisini görüyoruz:

  • Eğitim kamu hizmeti olmaktan çıktı, piyasacı eğitime geçtik; çocuklarımız ölüm oyunları oynuyor!
  • Askerlik vatan hizmeti olmaktan çıktı, piyasacı orduya geçtik; çocuklarımızın nerede öleceğini bile kestiremiyoruz.

….

EĞİTİM SOS VERİYOR

Acıtıcı sorun; çocuklarımız kendini ve birbirini öldürüyor.

Buna bir tanı koymak gerekir. Çocuklarımız neden korumasız kaldı, birbirimizle bunu konuşalım. İç savaşın bir başka türü gibi, okul çağında çocuklarımız hiç nedensiz ölüyorlar. Yoksa biz mi onları ölüme sürükleyen etkenleri göremiyoruz?

  • Açıktır ki EĞİTİM SOS VERİYOR. OLAĞANÜSTÜ HAL KOMİSYONU kurulması gerekir.

Gönüllü eğitimbilimciler, psikologlar, psikiyatristler ve sosyologlardan oluşacak inceleme kurulu kurulması için istem yaratmak gerek. Bunu yüksek sesle dile getirecek akil adamlar listesi gerek. İmzaya açıp çağrı yapmak gerek.

Bu düşüncemi emekli toplumbilimci Prof. Dr. Özer OZANKAYA’ya açtım. “Biliyorsunuz ilk imza en önemli imzadır, ilk imzayı siz vermeye hazır mısınız?” diye sordum. Yanıtı gecikmedi:

  • Öğrenci intiharları bir belirtidir; yapısal çarpıklık ve hastalığın belirtisidir!

Sözünü ettiğiniz kurulu AKP’nin eğitim bakanlığının kurmasını bekleyemeyiz. Konuya duyarlı muhalefet partileriyle, ADD, ÇYDD, meslek odaları, sendikalar ve uzman bilim insanlarına görev vermeleriyle yürütülebilecek bir ulusal kapsam çapta girişim gerekli. İlk imza benden. Saygılar..”

Ve şimdi bu acil sorunu odatv okurlarıyla paylaşıyorum:

Eğitim SOS veriyor; çocuklarımız ölüyor, birbirini öldürüyor.
Eğitimde Olağanüstü Hal Kurulu kurulmasını ister misiniz?

Eğer “evet” diyorsanız, varsa uzman dostlarınıza Kurulda görev almayı önerir misiniz?

 

Doğu taklitçiliği

Doğu taklitçiliği

Örsan K. Öymen
Cumuriyet
, 07.01.2019
Yılbaşı gecesi İstanbul’da Taksim Meydanı’nda Arapların kitleler halinde yılbaşı kutlaması yapması birçok kesim tarafından tepkiyle karşılandı. Kimisi Türkiye’de Türklerin yerini Arapların almasına tepkiliydi, kimisi Suriye rejimini devirmek için silahlı mücadele veren ÖSO adlı İslamcı örgütün bayrağıyla gösteri yapanlara tepkiliydi, kimisi de bu grubun üyelerinin cephede savaşmak yerine yılbaşını kutlamasına tepkiliydi.
Suriye’deki rejimi devirmek için mücadele veren ve AKP hükümeti tarafından desteklenen, ancak Rusya ve Suriye dahil birçok dünya devleti tarafından terör örgütü olarak görülen ÖSO’nun Taksim Meydanı’nda bayrak açması elbette rahatsızlık vericidir. ÖSO’nun cephede savaşmak yerine Taksim’de yılbaşını kutlaması da AKP’nin ve ÖSO’nun kendi paradigması açısından bir çelişkidir.
Ancak asıl trajik olan şey, Türkiye’nin en büyük kentinin en büyük ve en merkezi meydanının artık Türklere ait olmaktan çıkmış olmasıdır. Yılbaşı kutlamasındaki manzara bunu yalnızca bize yeniden anımsatan tikel bir durumdur. Yılbaşı kutlamasından bağımsız olarak, Taksim, Harbiye ve İstiklal Caddesi bölgesi zaten yıllardır Arap topraklarının bir parçası görüntüsü vermektedir.

1990’lı yıllarda, kültür, sanat ve gece yaşamı bağlamında New York, Londra, Paris ve Berlin gibi dünya kentleriyle yarışan bu bölge, son yıllarda Riyad, Mekke, İskenderiye ve İslamabad havasına bürünmüştür. Sadece Avrupalı turistler değil, İstanbul’un eğitim seviyesi yüksek kesimi de bu bölgeden büyük ölçüde çekilmiştir. Onun yerini Arap turistler ve çoğu Arap ülkelerinden olan göçmenler almıştır.

Dükkânlar, kafeler, barlar, gece kulüpleri artık yalnızca Türkçe değil Arapça tabelalar da kullanmaktadır. İstiklal Caddesi, Taksim ve Harbiye kara çarşaflı, türbanlı, eşofmanlı Araplarla dolup taşmaktadır. Bölgedeki otellerde artık Avrupa’dan ziyaretçiler değil, Arap ülkelerinden ziyaretçiler konaklamaktadır.

Benzer bir durum Trabzon için de geçerlidir. Arabistan kültürüyle uzaktan yakından ilgisi olmayan ve tarihiyle, kültürüyle Anadolu’nun en köklü kentlerinden birisi olan Trabzon, özellikle yaz aylarında Arap turistlerin akınına uğramaktadır. Araplar buradan mülk de satın almaya başlamışlar ve burada kalıcı olduklarını göstermişlerdir. Trabzon’un yeşil yaylalarında renkli kıyafetleriyle dolaşan Karadeniz kızlarının ve kadınlarının yerini, kara çarşaflı Arap kadınlar almıştır; kızlı erkekli birlikte horon oynayan Karadenizlilerin yerini, karısının üç adım önünde yürüyen Arap erkekleri ve kocasının üç adım arkasında yürüyen kara çarşaflı Arap kadınları almıştır.

  • Araplar parasıyla Anadolu kültürünü satın almıştır.

Bunların hiçbirisi tesadüf değildir, aksine,

  • Atatürk’ün hedeflediği çağdaş uygarlık hedefinden sistematik bir biçimde kopma stratejisinin bir sonucudur.

Bu stratejinin mimarı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’dir. Erdoğan’ın ve AKP’nin hocası da Necmettin Erbakan’dır. “Milli Görüş” adı altında Türk halkına büyük bir yalanla sunulan şey aslında “Arap Görüş”tür.

Anadolu halk kültüründe hiçbir yeri olmayan kara çarşaf ve türban bu şekilde halka dayatılmıştır.

İmam hatip okullarında İslam dini, Anadolu halk ozanları ve düşünürleri üzerinden anlaşılacağına, Arap “din âlimleri” üzerinden bu şekilde dayatılmıştır. Bu okullarda bu nedenle İslam dini Yunus Emre, Mevlana, Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaşi Veli, Şeyh Bedrettin üzerinden değil, hadisler üzerinden anlatılmıştır.

  • İmam hatip okulları Suudi Arabistan’ın kültür ataşelikleridir.

Şu anda Türkiye’de bulunan

  • Arap turistler ve göçmenler, Anadolu kültürünün Arap kültürü tarafından asimile edilmesi ve Anadolu’nun Araplaşması projesinin uygulanmasını kolaylaştıracak takviye kuvvetlerdir. 

Bunların hepsi Doğu taklitçiliğinin sonuçlarıdır!

Taklit edilen şeyin de, bilim, felsefe, sanat ve demokrasi bağlamında ileri uygarlık düzeyini içermediği kesindir!

Emre Kongar : Çocuklara tecavüz

Emre Kongar
Cumhuriyet, 19.01.2018

Çocuklara tecavüz

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Bir insanlık suçu olan çocuklara tecavüz, niçin gizlenir? 
Utanç verici bir suç olduğu için mi… Yaygın olduğu için mi?
***
Sadece resmi makamlara yansıdığı için, medyadan öğrendiğimiz, yani buzdağının görünen küçük bölümündeki olaylar hakkında belleğimi şöyle bir yokluyorum: 
Eğitim için dinci vakıflara emanet edilen çok sayıda erkek çocuğuna yapılan cinsel tecavüz… 
Bir kız çocuğuna çok sayıda köylünün tecavüz ettiği bir kırsal yerleşim olayı… 
Yine bir kız çocuğuna, çok sayıda devlet memurunun da içinde bulunduğu birçok suçlunun tecavüz ettiği olay… 
Ve bütün bunların üzerine tuz biber eken, küçük çocuklara aile içinde tecavüz edilmesi… 
Üstüne üstlük, vahşetin, ahlaksızlığın son perdesi olarak, bir de çocuk hamile kalınca,
onu hamile bırakan “aile büyüğünün” başkanlığındaki “aile meclisinin”,“ailenin namusu” gerekçesiyle ölüm kararı vermesi ve çocuğun infazı!
***
Son günlerde medyaya korkunç bir iddia daha yansıdı: 
İstanbul Küçükçekmece’de bir hastaneye 1 Ocak 2017 ile 9 Mayıs 2017arasında 115 hamile çocuk gelmiş. Çocukların hepsi 18’in altında, 38’i ise 15’ten de küçük. 39’u Suriyeli. 
Bu çocukların hamile olduğuna dair kayıtlar, olayı örtbas etmek isteyen hastane yönetimi ve görevli olan bir Sosyal Hizmet Uzmanı tarafından polise bildirilmemiş… 
Hastanedeki başka bir Sosyal Hizmet Uzmanı ile bir Psikolog olayı öğrenerek savcılığa başvurmuşlar… Bunlardan biri hakkında hastane yönetimi tarafından soruşturma açılmış ve görev yeri iki kez değiştirilmiş. 
Ve işin en korkunç tarafı: İhbar üzerine, savcılık, başhekim yardımcısı ve Sosyal Hizmet Uzmanı için soruşturma izni istemiş… İstanbul Valiliği, 4 Aralık 2017 tarihli yazısıyla iki görevli hakkında da soruşturmaya izin vermemiş! 
Bunun üzerine “#115ÇocuğaİstismarıÖrtemezsin” etiketi ile sosyal medyada bir eylem başlatılmış.
***
Aile içindeki çocuk istismarı olaylarında en önleyici kurum, okullardaki “danışman” psikologluktur. Bu görevi yapanlara yanlış olarak “Rehber öğretmen” de deniliyor. 
“Yanlış olarak” dedim, çünkü bunların görevi ders vermek, nöbet tutmak değil, çocukların “psikolojik sorunlarının çözümlerine” yardımcı olmak. 
Danışmanlara koridor nöbeti tutturmak ise tam bir cinayet: Çünkü çocukların onları, baskıcı bir otorite makamı olarak değil, içlerini açabilecekleri, sorunlarını paylaşabilecekleri güvenilir dostlar olarak görmeleri gerek!
***
Poliste çocuklara ilişkin bir şubenin bulunması elbette çok olumlu, ama her görevlinin konuya aynı duyarlılıkla yaklaştığını öne sürmek olanağı yok. Daha da vahim bir durum, savcılıklardaki ilgisizliklerde ortaya çıkıyor… Mahkemelere giden olaylardaki “iyi hal durumundan dolayı ceza indirimi” gibi maskaralıklara ise hiç girmeyeyim daha iyi!
Demokratik Hukuk Devleti, çocukları koruyan devlettir…
Onlara tecavüz edenleri (aile içinde de olsalar) kayıran değil!
==============================================
Dostlar,

ÇOCUKLARINA TECAVÜZ EDEN %95’i MÜSLÜMAN
BİR TOPLUM;
BİR VALİ ve REJİM KARŞITI CEMAAT – VAKIFLARI DEVLET PROTOKOLÜNE ALAN AKP

Neden bu denli kokuştu toplum??

  • Her yerde din – dincilik – cami – hoca – imam – Diyanet – imam hatip – elhamdülillah – hamdolsun – sabahın köründe kulakları sağır eden ezan okumalar – dinci vakıflar – anaokullarında bile namaz – zorunlu din dersi – ilkokulda dinci değerler eğitimi – siyer –  Kuran kursu – türbanlı Bakan, yargıç, polis, asker – kara çarşaflı öğretmen – helal gıda – cuma namazı çıkışında basına demeçler – hacamat ve sülük tedavisi – cin çıkartan hastane – ilahiyat mezunu öğretmen – sapıtan İlahiyat hocaları – Bakara makara diyen Bakanlar – imam vali – imam emniyet müdürü – imam bakan….. imam Cumhurbaşkanı..

Daha ne kaldı dinci yeşile boyanmayan??
Dinin bu denli iğrenç biçimde siyasete alet edildiği insanlık tarihinde görüldü mü?
Ve gelinen yer… tam bir ahlaki sefalet ve çöküş, kokuşma..
Demek ki insanı insanlaştırmanın yolu minare boyu yobaz – softa dincilik değil!

Dinler insana karşıt – insan doğasına ters olamaz!

İnsanı insanlaştırmanın, erdemli – ahlaklı – etik değerleri olan sosyalleşmiş kişiler olarak yetiştirmenin yolunu neden yitirdik özellikle son 15-16 yılda??

  • Çare; akılcı – bilimci – laik – sorgulayan – karma – kamusal – uygulamalı – deneyci – evrensel sanat – kültür ile iç içe… eğitim sistemine ivedilikle (acilen) geri dönmektir.

  • Dinci – kinci eğitim (!?) olur mu? Hangi dinde kine yer var? Bu söylemin kendisi din dışı –
    dine aykırı değil mi? İnsanlarımız hiç düşünmez, aklını kullanmaz ve sorgulayıp reddetmez mi?
  • “Dinini – kinini eksik etmeyen” intikamcı nesiller işte böyle insanlıktan çıkar, vahşileşir
    ve ilkelleşir.. Dürtülerini  insanlaşarak denetlemeyi öğrenmek yerine onların tutsağı olur.
    Kendi çocuğunun, yeğeninin, kuzeninin hatta torununun bile ırzına geçer!! Sonra da gebe kalan masum yavruları ailenin namusu uğruna kurban ederek bir kez daha insanlıktan çıkar!!.

Oysa Hacı Bektaşı Veli ne güzel özetlemişti insan olmayı :

  • Eline – Beline – Diline sahip ol!

Suudi Arabistan Krallığı, Veliaht Prens Salman’ın çabalarıyla ‘’ılımlı İslam’’ a dönüyor.
Hicri takvimi bırakıp Miladi takvime geçti. Kadın haklarını genişletilmeye başladı;
otomobil ehliyeti, maça gitme vb.

Sormazlar mı adama                :

  • Düne kadar uyguladığınız Allah’ın dini değil miydi? Uğruna nice kan dökülmedi mi yüzyllardır? Şimdi bunu beğenmeyip değiştirirken, ‘’ılımlı İslam’’ yorumunun kaynağı – yetkisi – kanıtı nerede? Bu yetkiyi nereden – kimden alıyorsunuz?
  • İslamda reform zorunlu oldu değil mi?
  • Bu uydurma- din dışı çöl şeriatı ile din elden gidiyor değil mi?
  • Biz böyle bir şey önersek – yapsak ‘’haşa’’ Tanrı’ya şirk koşma olurdu değil mi?
  • Katlimiz vacip olurdu, İslamda reform haram ve zinhar yasaktı değil mi?

Hal böyle iken, Türkiye’de AKP = Erdoğan’ın her geçen gün ve her fırsatta Türkiye’yi
daha da dincileştirme çabaları nasıl açıklanabilir?

Türkiye, Suudi Arabistan’ın terk ettiği çöl şeriatı rejiminden doğan boşluğa mı adaydır?

Türkiye, 21. yy’ın şafağında post-modern Suudi Arabistan artığı – halefi rolüne mi itilmektedir küresel sistem tarafından?
*****
İstanbul Valisi’nin Savcılık soruşturmasına izin vermemesi utanca boğucudur. Bu kişi TV’lere “..bizim verdiğimiz idari bir karardır..” gibisinden gevelemektedir ve sorunun idari yargıya taşındığını söylemektedir.. Ne anlamı vardır bu sözlerin? AKP’nin İstanbul Valisinin hukuk anlayışı bu mudur? 15 yaşın üstündeki kız çocuğun gebeliği yasaya uygunmuş!? Kendi kızının başına gelseydi Vali bey ne yapardı acaba?? Vicdanlar bu denli mi kurudu, mühürlendi??

Bu vali derhal görevden alınmalıdır.

  • Müftülere – İmamlara tanınan nikah yetkisi, %95’inin Müslüman olduğu söylenen bir toplumda; ne yazık ki yaygın olan
    İNSEST UTANCINA vize mi – şal mı – ikisi birden midir??  

Böylesi bir insansı (android) güruhla 21. yy’da bir devlet yaşatmak olanaklı değildir.
Başta siyasal iktidar olmak üzere her-kes acilen aklını başına toplamalıdır.
Bu gidiş gidiş değildir ve sürdürülemez.
Fırat’ın kıyısında kaybolan koyunun bile sorumlusu siyasal iktidar değil midir??

Tanrının laneti, bu tabloyu yaratanların üstünden hiç kuşku yok; asla eksik olmayacaktır.

Allah bin türlü belanızı versin, siz ıslah olmazsınız..
Ancak gene de insanlık onuru, sizlerin sefaletini de aşacak..

Her şeye karşın sevgi – saygı ve İNSANA özlem ile.

20 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

Çorum katliamının 37. Sivas katliamının 24. yılı

Çorum katliamının 37.
Sivas katliamının 24. yılı

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
2 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak üzere Sivas’a giden aydın ve sanatçıların Madımak Oteli’nde katledilmesinin üzerinden 24 yıl geçti.
Sivas katliamında yaşamını yitirenler için anma etkinlikleri düzenlendi.
Çorum Katliamı’nda katliamın 37. yılında anma yürüyüşü ve çeşitli etkinliklerle
3 Temmuz Pazartesi bir kez daha anıldı.

Sivas katliamının 24. yıldönümünde Bursa’da da anma etkinlikleri düzenlendi.
Pir Sultan Abdal Derneği Bursa Şubesi, Bursa Alevi Bektaşi Dernekleri Platformu ve Bursa Demokrasi Güçleri tarafından “Sönmeyen Ateş Sivas” adlı etkinlikler kapsamında 2 Temmuz Pazar günü saat 15.00’te Setbaşı Mahfel önünde toplanan katılımcılar, Atatürk Anıtı’na kadar yürüdü. Burada Sivas katliamında yaşamını yitirenler için saygı duruşunda bulunulmasının ardından basın açıklaması yapıldı. Ardından Kent Müzesi önünde şiirler ve deyişler okundu. Etkinlik komitesi (AS: kurulu) tarafından düzenlenen toplantıda konuşan Alevi Kültür Dernekleri Bursa Şube Başkanı Hüseyin Kalkan, Sivas katliamının üzerinden 24 yıl geçtiği ancak acıların hakikat ve adalet arayışlarının hâlâ devam ettiğini söyledi.

[Haber görseli]

Çorum katliamının 37. yılı: Protesto için çağrı

Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçen Çorum katliamının 37. yıldönümünde 3 Temmuz Pazartesi günü Çorum’da anma etkinlikleri düzenlendi. Çorum Emek ve Demokrasi Platformu tarafından düzenlenen etkinliklere Hacı Bektaşi Veli Anadolu Vakfı, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu, Alevi Bektaşi Federasyonu ile Köy dernekleri destek verecek. “Çorum olaylarının 37. yılında adalet istiyoruz” adı verilen anma etkinliği öncesi sivil toplum kuruluşları Özdoğanlar Kavşağı’nda basın açıklaması yaptı. Katliam mağduru ve tanığı olan aynı zamanda katliam mağdurlarının avukatlığını da yapan Sadık Eral,

  • “37 yıl önce bu topraklarda yaşanan o acıyı, acıdan kaynaklanan ve uygulanan şiddeti protesto ediyoruz.
  • Bizler şiddetin ve terörün her türlüsüne karşıyız.
  • Tam demokratik, bağımsız bir ülke ve düzen istiyoruz.
  • Çorum’a, Türkiye’ye ve bütün dünyaya adalet istiyoruz.” dedi.
    (Cumhuriyet gazetesi internet sitesi, 5.7.17)
    ==============================
    Dostlar, Bu topluma, mazlum halka yaşatılan acılar – örselenmeler (travmalar) gerçekten çok ağır.. Hedef de belli.. Halkın kaynaşıp – bütünlemesi, ülkemizin hızla kalkınarak uygarlaşması ve uluslararası toplumda söz sahibi etkin bir devlet olması istenmiyor.

Bir çırpıda akla gelen, daha doğrusu akıllardan silinemeyen 3-4 acı olay..
Çorum, Maraş, Sivas, Başbağlar katliamı..

AKP döneminde sayıca daha fazla ve daha ağır örnekler belleklere kazındı..

“Koskoca” Türkiye Cumhuriyeti halkına dönük bu kitlesel ve son derece vahşi kırımları önlemekten gerçekten aciz mi?? Sorunun yanıtı, kırımlar kadar acı olabilir :

  • Halktan yana – bağımsızlıkçı – ulusalcı – yurtsever – antiemperyalist – Cumhuriyetin temel değerlerine gönülden bağlı bir iktidar kuramadığımız sürece çoook ağır bedeller ödemeye devam edeceğiz.. İlk ve öncelikli hedef de AKP’den kurtulmaktan geçiyor..

Diler ve umarız ki, CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu‘nun başlattığı tarihsel değerde büyük ADALET YÜRÜYÜŞÜ halkımızın bu felçli durumdan silkinmesinde önemli bir kaldıraç işlevi görsün..

CHP’den Maltepe’de miting çağrısı!

9 Temmuz 2017 Pazar, Maltepe – İstanbul.. saat 16:00..

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, yazı

Hem halkımızın katılım sayısı ve coşkusu önemli;
Hem de bu dev mitingde CHP’nin vereceği iletiler ve yol haritası çok önemli..
16 Nisan deli saçması halkoylaması ve YSK’nın “tam kanunsuzlukla” yürürlüğe soktuğu anayasa ve rejim değişikliği hem gayrı meşru hem de totaliter – despotik bir
tek adam rejimidir. Tam anlamıyla 20 Temmuz darbesidir ve ülkemizde baskıcı bir
dikta yönetimi vardır. Can güvenliği bile kalmamıştır ne yazık ki..

Türkiye bu tehlikeli gidişi hak etmiyor..
Özgürlükçü halkımıza ve tarihimize yakışmıyor..
Çare bulunacaktır, yakındır, bu akıllı ve deneyimli halk, bu hayın kuşatmayı da aşmasını bilecektir.. Göreceksiniz..

Sevgi ve saygı ile. 05Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com