Etiket arşivi: Hacettepe Tıp Fakültesi

Hacettepe Tıp Fakültesini birincilikle bitiren Dr. Can ZEYNELOĞLU’nun konuşması

Hacettepe Tıp Fakültesini
birincilikle bitiren, gururumuz…

Dr. Can Zeyneloğlu’nun bitirme
(mezuniyet) konuşması – 2023

Sayın rektörüm, sayın rektör yardımcılarım, sayın dekanım, sayın dekan yardımcılarım, sayın hocalarım, sevgili arkadaşlarım ve saygıdeğer ailelerimiz, hepiniz 2023 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezuniyet törenine hoş geldiniz.

Öncelikle, Maraş merkezli depremlerde hayatını kaybeden (yaşamını yitiren) vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, yakınlarına sabır ve baş sağlığı diliyorum. Etkilenen tüm vatandaşlarımıza da geçmiş olsun demek istiyorum.

Bu gün, uzun ve zorlu bir serüvenin sonuna gelmiş olmanın haklı gururunu yaşıyoruz. 6 sene (yıl) önce M salonunda beyaz önlük giyme töreni ile başlayan tıp fakültesi yolculuğumuz, bu gün artık o önlüklerin içini doldurmamız ile son buluyor. Bu kutsal tıp eğitimini Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan Hacettepe’de almanın gururunu hissediyoruz.. Hacettepe kimi zaman bizi mutlu etti ve iyi ki Hacettepe dedirtti. Kimi zaman ise üzdü, saygı duyulmadığımızı ve istenmediğimizi hissettirdi. Fakat iyisiyle ve kötüsüyle Hacettepe bizim evimiz oldu.

İlk amfi dersimize girmenin, ilk anatomi laboratuvarının, hastaneye ilk defa (kez) beyaz önlükle girmenin, ilk defa (kez) bir hastanın sorumluluğunu almanın heyecanını (coşkusunu) burada yaşadık.

Başta Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e,

sonra da bizim iyi hekimler olabilmemiz için imkanları dahilinde (olanakları içinde) ellerinden geleni yapan fakültemize ve kurucumuz merhum İhsan Doğramacı‘ya teşekkür etmek isterim.
Bizler için çabalayan, gecesini gündüzüne katan, öğrencisini seven ve sayan, pandemi – uzaktan eğitim demeden bilim ve öğretme aşkı ile bizlere katkı sağlamaya çalışan, Hacettepe’yi Hacettepe yapan, Hacettepe’nin Hacettepe kalması için uğraşan, alanlarında uzman saygıdeğer hocalarımıza şükran ve minnetlerimizi sunmayı kendim ve dönem arkadaşlarım adına borç bilirim.

Sizden doktorluk (bilim ve) sanatına dair (ilişkin) bizlere meslek hayatımız (yaşamımız) boyunca Hacettepeli olmanın ayrıcalığını hissettirecek (duyumsatacak) pek çok bilgi edindik. Üzerimizde emeğiniz çok büyüktür, teşekkür ederiz.

Ben, 35 sene (yıl) önce buradan mezun olan babamın, 28 sene (yıl) önce buradan mezun olan annemin, 14 yıl önce bu fakülteden emekli olan dedemin ve anneannemin izinden, çok büyük umutlarla ülkemizin en köklü ve en prestijli (saygın) tıp fakültelerinden birinde okuyacak olmanın heyecanını hissederek (coşkusunu duyumsayarak) bu fakülteye başladım.

Mottosu “HEP DAHA İLERİYE, EN İYİYE!” olan okulumuzun, bu vaatlerinin maalesef sözde kaldığının zamanla farkına vardık.

İlk yıllarımızda fakültemizin fiziksel yetersizliklerini hissetmeye başladık. Ders çalışmak için okul içinde veya kütüphanede çalışacak yer aradığımızda, boş yer bulamadık. Anatomi laboratuvarlarında “15-20 yıllık, her yeri un ufak olmuş” kadavraların başında, onlarca öğrenci bir şeyler görmeye, öğrenmeye çalıştık. Hasta görecek ve öğrendiğimiz bilgileri klinikte kullanacak olmanın heyecanıyla ilk 3 yılı tamamladık.

Klinik öncesi yıllarımızdan sonra hastaneye ilk kez ‘ stajyer de olsak’’ doktor olarak gireceğimiz yıl, COVID-19 pandemisi (salgını) patlak verdi.

Hastaneye stajyer olarak geldiğimiz yarım dönemde hocalarımızla yeterince hasta başı ders yapamamış olmanın ve hocalarımızın deneyimlerinden tam olarak yararlanamamış olmanın burukluğu ile tamamladık Dönem 4’ü.

Dönem 5’te ise yüz yüze olmasına rağmen (karşın) maalesef dersler aksamaya başladı. Bazı (kimi) hocalarımızı, danışmak, sorularımızı sormak için yerlerinde bulamadık. Bazılarını ise bulduk ama bulduğumuzda ya baştan savıldık ya da kapıdan çevrildik. Bu şekilde davranmayı seçmeyen, bizim için özveriyle çalışan, bizlerle ders işleyen, sohbet eden, bizleri hep daha iyiye en ileriye götürmek için uğraşan tüm saygıdeğer hocalarımıza tekrar bizlere akademisyenliğin nasıl yapılması gerektiğini öğrettikleri için huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum.

Ve geldi çattı, herkesin hem heyecanla hem de korkuyla beklediği o meşhur sene (ünlü yıl) : İntörnlük. Hasta sorumluluğu almaya başlayacağımız yıldı bu yıl. Hastanenin birçok bölümünde başta maddi olanaksızlıkların yarattığı personel eksikliği ve altyapı yetersizliği nedeniyle, hocalarımızdan edinebileceğimiz son damla bilgilerin peşinde koşacağımıza, randevu peşinde koştuk. Hekimlik sanatının inceliklerini öğrenmek umuduyla başladığımız intörnlüğü, hastanemizin personel açığını doldurmuş olarak tamamladık. Kendimizi akademik olarak geliştirmekten çok laboratuvara kan tüpü taşımayı, saatlerce hastalar için randevu almaya çalışmayı, muayene etmediğimiz hastaların istemlerini yapmayı ve en çok da dişimizi sıkmayı öğrendiğimiz bir yıl oldu.

Ama iyisiyle kötüsüyle bu yılı da geride bıraktık ve tıp doktoru ünvanını (sanını) almaya hak kazandık.

Tarih boyunca kutsal olmuş bu ünvana (sana) olan sevgi ve saygı maalesef giderek azalmaktadır. Bunun en büyük göstergesi gün geçtikçe artan sağlıkta şiddet olaylarıdır.

Doktor dövmek en büyük hakkım diye övünen,
doktora şiddeti normalleştiren bu zihniyete karşı yaptırımların artmasını ve yargının görevini yerine getirilmesini diliyorum.

Sevgili arkadaşlar, bu “gerici ve karanlık” zihniyet ile bilimin ve
Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerinin ışığında biz savaşacağız,
yılmadan, yorulmadan, dünyanın neresinde olursak olalım,
bu ilkelerin ve bilimin ışığının bu topraklarda sönmesine izin vermeyeceğiz.

Bizlerin ve öbür meslektaşlarımızın ağır iş yükü altında ezilmememiz ve hastalarımızın aldığı hizmetin verimini artırabilmemiz için sağlık sisteminde yeni düzenlemeler yapılması gerektiğini burada yeniden vurgulamak istiyorum. Her hasta için yalnızca 5 dakika ayıran bir sistem ile ne doktor gönlü rahat bir şekilde hastasını tedavi edebilir ne de hasta aldığı hizmetten memnun kalabilir.

Sevgili ailelerimiz, bu başarı bizim olduğu kadar sizlerindir. Her birinize ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum. Benim de bugünlere gelmemde çok büyük emeği olan aileme sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Bana özverili çalışmanın, çalışma aşkının ve iş ahlakının ne demek olduğunu gösteren anneme, her zaman bana yol gösteren ve örnek olan babama, bana her zaman destek olan kardeşime, bana bilim insanı ve akademisyen olmanın ne demek olduğunu öğreten anneannem Prof. Dr. Ayşın Bakkaloğlu’na, ve bana başta insan sevgisi ve vefa olmak üzere sayamayacağım kadar değer katan dedem Prof. Dr. Mehmet Bakkaloğlu’na teşekkür etmek istiyorum.

Fakülte boyunca yanımda olan, iyi ve zor zamanları birlikte geçirdiğimiz, birlikte eğlenip, birlikte üzüldüğümüz arkadaşlarıma da teşekkür etmek istiyorum.

Bana fakülte sürecinde kapısını açan, yardımcı olan ve yol göstericilik yapan tüm hocalarıma da minnetlerimi sunuyorum.

Bu yılımı güzel anımsamama neden olacak İntern Gurubum “Gurup 5’e” de ayrıca teşekkür ediyorum.

Pandemide yitirdiğimiz tüm sağlık çalışanlarını rahmetle anıyor, pandemi boyunca hastaları için emek veren başta asistan abi ve ablalarımız olmak üzere tüm sağlık çalışanlarına teşekkür ediyoruz. Tıp fakültesi sürecinde yitirdiğimiz sayın hocalarımız emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Fevzi Sargon’u, Prof. Dr. Bülent Tırnaksız’ı ve Prof. Dr. Kadriye Yurdakök’ü saygı ve rahmetle anıyorum.

Ve son olarak;

  • Ülkemizin bu günlere gelmesinin en büyük mimarı olan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk ve ülkemizin bağımsızlığı için şehit düşmüş tüm askerlerimizi rahmet ve saygıyla anıyor, sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Konuşmamı, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözüyle tamamlamak istiyorum:

“Gençler, cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz.
Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin,
vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.
Eyy yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz.
Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.”

Sağlığımızın başına gelenler

Reis geçenlerde konuştu: “Sağlık alanında dünyanın en ileri ülkelerinden biriyiz” dedi. Her zamanki gibi abartmıştı ama ben bir Halk Sağlığı Uzmanı hekim ve kıdemli bir sağlık yöneticisi olarak “Bu lafta hiç mi gerçek payı yok?” diye düşündüm. El hâk, saptamanın doğru yanı çoktu. Türkiye sağlık alanında, öbür gelişmişlik ölçütlerine göre daha iyi bir durumdadır. Sağlıkla ilgili istatistik veriler, demografik değerler bunu göstermektedir.

Türkiye sağlık alanındaki bu oldukça ileri konuma üç büyük sıçrayışla gelmiştir.

Bunlardan birincisi, Cumhuriyetimizin kuruluş döneminde ülkeyi kasıp kavuran, sıtma, verem, lepra (cüzzam), trahom gibi salgın hastalıklarla savaş için yaratılan dâhiyane sağlık örgütlenmesi biçimidir.

İkincisi, 60lı yıllarda, ülkenin en geri kalmış bölgelerinden başlatılarak kurulan, gene dâhiyane, “sosyalleştirilmiş sağlık hizmetleri” örgütlenmesidir. O dönem sağlık yöneticilerinin, hekimlerin ve özverili sağlık görevlilerinin unutulmaz hizmetleri halkımızın bilincine kazınmıştır. Öyle ki şimdi bile insanlarımız, kurulan Aile hekimliği Merkezlerine, “Sağlık Ocağı” demeyi sürdürmektedir.

Sağlık alanındaki en önemli gelişmelerden üçüncüsü, gene 60’lı yıllarda, “Hacettepe Tıp Fakültesi” öncülüğünde başlatılan “Tıp Eğitiminde Devrim” hareketidir. Bu örnekle özdeşleşen öbür Tıp Fakülteleri de bugün hepsi ile övündüğümüz çok değerli hekimler ve bilim insanları yetiştirmişlerdir.

Böyle üstün bir mirasın üzerine oturan AKP iktidarı, kısa bir süre sonra, ideolojisinin kaçınılmaz sonucu olarak, kapitalizmin o şeytani bakış açısına yakalanmış ve

  • sağlık kuruluşlarını “ticarethane” hastaları da “müşteri” olarak görmeye başlamışlardır.

İktidarlarının ilk yıllarında, bu bakış açısının gereği olarak yaptıkları düzenlemelerle, vatandaşların özel sağlık kuruluşlarından alacakları hizmetleri de, bir bölümü ile ulusal sağlık sigortası sistemlerinden (Emekli Sandığı, SSK, BAĞ-KUR) finanse etmeyi sağlamışlar ve bu popülist düzenleme ile vatandaşın beğenisini kazanmışlardır.

Zihniyet “satıcı-müşteri” kıskacı olunca, artık durmak olanaklı değildir. 16 yılın sonunda sağlık hizmetlerinin verilmesi, sağlık organizasyonu açısından bir “felaket” olan, 2000-3000 yataklı, devasa büyüklükte “müşteri(!) garantili” ulaşılması çok güç yerlerde konuşlanmış “devlet destekli özel şehir hastaneleri ne devredilme aşamasına gelmiştir.

  • Toplum sağlığının temelini oluşturan “koruyucu sağlık hizmetleri”nin adı bile unutulmuştur.

Böylece iktidar, ülkemizi, 100 yıllık cumhuriyetimizde, büyük özverilerle ulaştığımız üstün sağlık hizmetleri düzeyimize “elveda” deme noktasına getirmiştir.

Kısacası dostlar, bu günkü iktidarın üstün(!) çabaları ile sağlığımızın başına gelenler, pişmiş tavuğun başına gelenlerden daha fena olmaya başlamıştır.

Dr. Taner ÖZEK’ten 14 Mart 2015 teması çizim : HEKİME ŞİDDET – HERKESE EŞİT HİZMET!


Dr. Taner ÖZEK’ten 14 Mart 2015 teması çizim :


HEKİME ŞİDDET – HERKESE EŞİT HİZMET!


Dostlar
,

Meslektaşımız Radyoloji Uzmanı Dr. Taner ÖZEK, ustaca çizimlerini sürdürüyor
ve cömertce paylaşıyor.. Teşekkür ederiz bir kez daha..

Dileriz bu çizimleri birer albüm olarak da toparlanır ve yayımlanır,
Sn. Özek’e mütevazi de olsa telif gelirleri sağlar…14_mart_2015_icin_Hekime_yonelik_siddet_Taner_OZEK

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir 14 Mart daha geliyor..

Tıp ve Sağlık Haftası olarak değerlendiriyoruz epey yıldır..
Yani şamata, balo, eğlencelerle sınırlı değil asla…
Tersine, ülkenin sağlık sorunlarını tartışmak için ortam – zemin olarak değerlendiriyoruz..

Sağlık personeline yönelik şiddet bu sitede çok yazıldı.

Bu gün Başbakan Davutoğlu da sorunu gündeme aldı.
Dileriz TTB (Türk Tabipleri Birliği) olarak önerilerimizi dikkate alırlar..
Yıllardır dile getirmekteyiz bu önerileri…
Öyle nöbet ücretlerine %50 zamla çözülecek gibi değil sorunlarımız.;
Çoooo çok ağır…
Başbakan Davutoğlu salt 2 noktaya değindi..
Şiddeti kınadı ve mahkum etti sağolsun, bir de salt nöbet ücretlerine sınırlı bir zam..

Lütfen sitemizi ve TTB web sitesini izleyiniz sorunları ve çözüm önerilerini paylaşmak için..

Yarın, 13 Mart 2015 günü G(ö)REVDEYİZ..

Halkımızın da sağlık hakkını savunuyoruz onların bir bölümünden gördüğümüz
onca şiddete karşın..

Hekimlik -galiba- böylesine özverili ve bilgelik mesleği işte..

Mesleğimizi aşkla sevmeyi ve uygulamayı sürdürüyoruz
44 yıl önce Hacettepe Tıp Fakültesinde tıp eğitimine başladığımızdan bu yana..

Sevgi ve saygıyla.
12.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

14 Mart Tıp Haftası Nedeniyle Türkiye’de İşçi Sağlığı-Güvenliği Sorunsalı


14 Mart Tıp Haftası Nedeniyle Türkiye’de İşçi Sağlığı-Güvenliği Sorunsal
ı

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası (ATO) İşçi Sağlığı Kolu‘nun
çalışkan ve emektar üyeleri, emekten yana çalışanları, yılların değerli
çalışma arkadaşlarımız 14 Mart 2014 Tıp Haftası bağlamında bir panel düzenliyorlar.

Biz de bu Kol’da uzun yıllar örgütümüz TTB’ye (Türk Tabipleri Birliği) hizmet verdik.. 10 yılı aşkın bir süre ülkemizin her yerinde yaklaşık 100 (yüz!) dolayında İşyeri Hekimliği Sertifika Kurslarında eğitici, planlayıcı, değerlendirici, akademik sorumlu.. gibi görevleri yürütmeye çalıştık. Makul ücretlerle, asla “kâr” amacı gütmeden TTB,
bu kursları üyeleri için sürdürdü ve hatırı sayılır maddi girdi de elde etmiş oldu.
100’e yakın kursta, 10 yıl gibi bir sürede biz de her kursta 200 – 250 dolayında hekim hesabıyla 20 – 25 bin meslektaşımızın İşyeri Hekimliği Sertifikası edinmesinde
çorbaya tuz katabildik sanırız.

Bu programları ilk kez 1988’de dönemin TTB Başkanı Prof. Dr. Nusret H. Fişek başlatmıştı. Prof. Fişek Türkiye’de çağcıl (modern) anlamda Halk Sağlığı Bilimlerini kuran kişi oldu. 1963’te Hacettepe Tıp Fakültesi eğitime başlamıştı (önce Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne bağlı olarak). Prof. Dr. İhsan Doğramacı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi idi. Prof. Fişek de..

Prof. Fişek 1961’de 27 Mayıs Devrimcilerinin Sağlık Bakanlığı Müsteşarı olmuştu (Bakanlık önerisini kabul etmemesi üzerine Prof. Ragıp Üner Sağlık Bakanı olmuştu). 1965’te Süleyman Demirel başkanlığında ilk AP (Adalet Partisi) hükümeti kurulduğunda Prof. Fişek (o tarihte Doçent idi) Müsteşarlık görevinden alınmıştı. Danıştay uğraşlarının ardından Doç. Fişek, İstanbul Tıp Fakültesi‘nden sınıf arkadaşı Prof. İhsan Doğramacı ile birlikte Hacettepe Üniversitiesi Tıp Fakültesine (HÜTF) geçmişlerdi. Burada, 1750 sayılı Üniversiteler Yasası ve Hacettepe Üniversitesi Kuruluş Yasası (1967 tarih ve 892 sayılı yasa) kapsamında Toplum Hekimliği Bölümü Hacettepe Tıp Fakültesinde örgütlenmişti. HÜTF’nin 3 sacayağı vardı :

1. Temel Tıp Bilimleri Bölümü
2. Klinik Tıp Bilimleri Bölümü
3. Toplum Hekimliği Bölümü

Nusret hoca bu Bölüm’ün başkanlığını ve Üniversitenin Rektör yardımcılığını,
Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanlığını yaptı yıllarca. Biz de O’nun HÜTF’de
tıbbiye öğrencisi ve sonra da Toplum Hekimliği Bölümü‘ünde asistanı olma onurunu yakaldık.

12 Eylül sonrasında Rektör Prof. Doğramacı 2547 sayılı YÖK yasası ve sistemini getirdi; 12 Eylülcülerle bütünleşmişti. Toplum Hekimliği Bölümü, Anabilim Dalı’na indirgendi. Nusret hoca 67 yaşında emekli oldu / edildi ve boş durmayarak
TTB Genel Başkanlığına seçildi.. Halk Sağlığı’na hizmet kesintisiz sürecekti..

Bu görevi sırasında, 6023 sayılı TTB Yasası’nın 5. maddesi bağlamında
İŞYERİ HEKİMLİĞİ SERTİFİKA PROGRAMI başlattı ve bu belgesi olmayan hekimlere
İşyeri Hekimliği yapma izni verilmemeye başlandı. Bu kurslar ilk 10 yılında olgunlaştı.
Prof. İsmail Topuzoğlu, Prof. Nazmi Bilir… özveri ile çalıştılar.

Biz 2. onyılda 1990 sonrası, 2000’ler başına dek görev alan 2. takımda yer aldık.
Prof. Turhan Akbulut, Dr. Haldun Sirer, Dr. Nazif Yeşilleten… ile birlikte çalıştık.
Dr. Sedat ABBASOĞLU TTB İşyeri Hekimliği çalışmalarının eşgüdümünü sağlıyordu.

Bu dönemde TİSK ile karşı karşıya gelindi. TİSK, 6023 sayılı yasanın 5. maddesi bağlamında Tabip Odalarının izin yetkisini tanımak istemiyordu.

Yükselen neo-liberal yeni dalga ile patron, dilediği hekimle dilediği koşullarda
kutsal serbest piyasa yasaları bağlamında sözleşme yapabileceğini düşünüyordu. Hukuksal savaşım yıllarca sürdü.. taa ki yasal düzenleme ile söz konusu Tabip Odası yetkisinin geleneksel sermaye – iktidar ortaklığı ile içi boşaltılana dek..

Günümüzde geldiğimiz yer ortada.. Hemen her alan, sermayenin istekleri (buyrumu!) ile AKP iktidarınca mevzuat olarak düzenlenmekte.

Ortak İşyeri Sağlık Güvenlik Birimleri (OİSGB) de benzer koşullarda ortaya çıktı.
Yönetmelikle yürürlüğe kondu :

  • İŞYERİ SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERİ İLE ORTAK SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERİ HAKKINDA YÖNETMELİK (RG : 15.8.2009, sayı 27320)

İşte TTB – ATO ve değerli çalışma arkadaşlarımız bu sorunu masaya yatıracaklar.

Duyuru posteri ve içeriği aşağıda..

OSGB_Paneli_ATO

ANKARA TABİP ODASI
14 MART TIP BAYRAMI ETKİNLİKLERİ

TAŞERON OSGB YAPILANMASI VE İŞÇİ SAĞLIĞININ GELECEĞİ PANELİ

KOLAYLAŞTIRICI; Dr.SEDAT ABBASOĞLU, ATO-İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kom.
KONUŞMACILAR ;
Prof. Dr. ONUR HAMZAOĞLU, Kocaeli Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Mak. Müh. ERTUĞRUL BİLİR, İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi
Dr. ERCAN YAVUZ, TTB İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kolu Başkanı 
YER: ÇANKAYA BELEDİYESİ ÇAĞDAŞ SANATLAR MERKEZİ
KENNEDY CAD. NO:4 KAVAKLIDERE
TARİH: 16 MART 2014 PAZAR, SAAT : 14.00 – 17.00 www.ato.org.tr

*****

Unutulmasın ; Avrupa Sosyal Şartı (European Social Charter) madde 3 :

* “Tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı hakkı vardır.”

Bir şey daha unutulmasın;

* Bu metin Avrupa Konseyi‘nindir, 1961 tarihlidir ve 1989’da kimi çekincelerle
iç hukuka mal edilmiştir; Türkiye bu Şart‘a, uluslararası hukuk terminolojisiyle
taraf olmuştur“.
* Dolayısıyla, Anayasa md. 90/son fıkra uyarınca bu Şart, yasa değerinde olup,
iç yasalarla çelişmesi durumunda üstün hukuk normudur. Dahası, temel insan
hak
ve özgürlükleri ile ilintili olduğundan, aynı Anayasa maddesi uyarınca,
Anayasamıza aykırılığının ileri sürülmesi de olanaklı değilir.

Türkiye bir hukuk devleti olacaksa, yapılacaklar bellidir. Yalnız “işçiler” değil
Tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı hakkı vardır.

OİSGB de bu bağlamda yapılandırılmak, işlevlendirilmek durumundadır.

  • Türkiye işvereni, artık, neo-liberalizm maskesiyle yabanıl (vahşi) kapitalizmi dayatan arkayik engellerinden kurtulma olgunluğunu gösterebilmelidir.

Değilse, hiç abartı sayılmasın, 1871 Paris Komünü‘nün post-modern versiyonlarının ülkemizde de yaşanacağı ve emeğin haklarını er ya da geç mutlaka, söke söke alacağı, tarihsel diyalektik pratiğinin şaşmaz (deterministik) çıkarımıdır.

  • Küresel – yerli sermaye ortaklığı, yeni Emile Zola’lar (Germinal),
    Victor Hugo’lar (Sefiller)…
    doğmasını zorlamamalıdır.

Herkese kolay gelsin..

Sevgi ve saygı ile.
11 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Makalenin pdf formu :
14_Mart_Tip_Haftasi_Nedeniyle_Turkiye’de_Isci_Sagligi_Guvenligi-Sorunsali

Prof. Dr. Nusret H. FİŞEK : Radyoaktif Serpintiler


Dostlar
,

Çernobil nükleer santral kazasının yarattığı facianın 27. ylındayız.

Türkiye’ye modern anlamda Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği bilimlerini getiren ve bizleri Hacettepe Tıp Fakültesi‘nde öğrenciliğimizde ve asistanlığımızda yetiştiren efsane hekim  Prof. Dr. Nusret H. FİŞEK, emekli olduktan sonra (1983) Türk Tabipleri Birliği
Genel Başkanlığı 
görevine seçilmişti.

Kendisi bu görevde iken Rusya’da (Ukrayna’da) Çernobil kazası yaşanmıştı.
Hocanın bu konuda, Türk Tabipleri Birliği‘nin düzenli yayın organı
Toplum ve Hekim‘de 26 yıl önce yazdığı ve geçerliğini bu gün de koruyan
özlü makalesini “Radyoaktif Serpintiler” başlıklı paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 26.4.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

Prof. Dr. Nusret H. FİŞEK
Türk Tabipleri Birliği Genel Başkanı

portresi

Radyoaktif Serpintiler*
http://www.ttb.org.tr/n_fisek/kitap_3/36.html

Nükleer enerji santralleri konusunda en geniş ölçüde deneyimi olan ülkelerde bile nükleer kazaların önlenememesi, dünya kamuoyunda nükleer güç santralleri konusunda büyük bir kuşku ve tepki yaratmıştır. Ülkemizde bu sorunun iki yönden incelenip değerlendirilmesi gerekir.

İlk sorun, dış kaynaklardan hava, su ve yiyecekler yoluyla tüm yurdumuzda ya da kimi bölgelerimizde yayılacak radyoaktif izotoplardan halkımızın korunmasıdır.
Bunun için yurdumuzun her bölgesinde radyoaktif serpintiler (fall-out) sürekli olarak ölçülmelidir. Radyoaktif serpintilerde artış görülürse, su ve yiyeceklerde
radyoaktif izotop miktarını ve türlerini ölçerek gerekli önlemler alınmalıdır.

Radyoaktif serpintilerin sürekli ölçümü için örgütlenmenin yanında halka radyoaktif izotoplar, neden olacağı hastalıklar ve korunma konularında bilgi verilmeli ve alınan önlemler açıklanmalıdır. Gazete haberlerinden, bu hizmetin Atom Enerjisi Komisyonu tarafından yürütüldüğünü öğreniyoruz. Ancak, bu hizmetin yürütülmesi için
nasıl örgütlenildiği hususunda ve hizmetin uygulama programı konusunda halka
ve hekimlere yeterli bilgi verilmediğini de biliyoruz. “Halk anlamaz; niye söyleyelim?” görüşü yanlıştır. Sorunlar, halk bilinçleştiği ölçüde çözülebilir.

İkinci önemli sorun, Türkiye’de nükleer enerji santrali kurulması sorunudur.
Bu sorun yalnızca Türkiye’de değil, halkı toplumsal sorunlarda bilinçli olan her ülkede tartışma konusudur. Bir gurup düşünür nükleer enerji santrallerinin kurulmasına ve işletilmesine karşıdır. Bir başka gurup ise, sanayileşen ülkelerin enerji gereksinmelerini karşılamak için atom enerjisinin kullanılmasının zorunlu olduğu görüşündedir.
Türk Tabipleri Birliği, Türkiye’de nükleer enerji santrali kurulmasının halkın sağlığı yönünden sakıncalı olduğu görüşündedir. Ancak Türk Tabipleri Birliği, ülkemizin
hızla artan enerji gereksinmesinin karşılanması zorunluluğunun da bilincindedir.
Bu konuda karar vermek politikacılara bırakılamayacak denli önemlidir.
Hükümet, aralarında Türk Tabipleri Birliği temsilcisinin de bulunduğu bir bilim kurulunun kararına göre davranmalıdır. Bu konuda karar verecek olanlar, ülkemizde kimi kişilerin sorumsuzca davranışı bir alışkanlık haline getirdiğini göz önünde tutmalıdır.

Sanayide, -örneğin döküm kalite kontrolünde- röntgen ışınları kullanılmaktadır.
Hükümet bu uygulamanın sağlık yönünden denetimini etkin bir biçimde  yürütememektedir. Sanayinin çevreyi kimyasal yönden kirletmesi karşısında da hükümetler ilgisiz ve güçsüz, işverenler ve işletmeciler sorumsuz bir davranış içindedir. Nükleer enerji santrallerine izin verilirse, görevlilerin aynı sorumsuz tutum içinde olmaları olasılığı biz hekimlerde kuşku yaratmaktadır.

* Toplum ve Hekim, sayı:43, Haziran 1987