Etiket arşivi: güçler ayrılığı

2022’ye girerken siyasal bilanço

Alev CoşkunAlev Coşkun

Cumhuriyet
, 02 Ocak 2022

 

Çok fırtınalı bir yıl olan 2021 yılını geride bıraktık ve 2022’ye girdik. 2021 yılı Türk toplumsal ve siyasal yaşamında özellikle ekonomi alanında büyük yaralar açmıştır. Bu 2021 yılının kısa bilançosu şöyledir:

Etkinliğini yitiren cumhurbaşkanlığı sistemi

Demokrasilerde genel seçimler ne kadar önemliyse halkın temel hak ve özgürlüklerinin de anayasal güvence altına alınması o derece önemlidir.

Kuşkusuz diğer önemli bir unsur (AS: öge), siyasal iktidarın elinde toplanan gücün anayasal kurallar çerçevesinde sınırlandırılmasıdır. Bu da güçler ayrılığı ilkesinin kabul edilmesi ve işlemesi ile olanaklıdır.

2018 yılında Türkiye, dünyada bir benzeri olmayan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçti.

Son üç yıldır uygulanan bu sistem, tam bir tek adam yönetimine dönüşmüş ve 2021 yılında tamamen (AS: tümüyle) etkinliğini yitirmiştir. Tüm muhalefet partileri dünyanın hiçbir yerinde olmayan bu sisteme karşı çıktılar. İlk yapılacak seçimde cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tarihin derinliklerine terk edilecektir.

Millet İttifakı’nın yükselişi

CHP ve İYİ Parti’nin başını çektiği Deva, Gelecek, Saadet Partisi’nin de içinde yer aldığı ve HDP’nin de genellikle desteklediği Millet İttifakı, 2021 yılında gücünü artırarak ilerlemesini sürdürüyor.

İyi Parti Genel Başkanı Akşener’in halka inmesi, hemen ardından CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun aynı biçimde esnaf ve halk kitleleriyle iletişim kurması, Millet İttifakı’nın etkinliğini artırmış ve Millet İttifakı yükselişe geçmiştir.

Laiklik ve tarikatlar

Çok kısa koalisyon hükümetleri bir yana bırakılırsa 1950-2021 arası 71 yıllık sürede sağcı ve muhafazakâr hükümetler ülkeyi yönettiler. Sırayla Menderes, Demirel, Özal ve Erbakan hükümetleri bu tarihte yer aldı.

Menderes büyük toprak sahibiydi ve toprak sahipleri, İkinci Dünya Savaşı sonrası güçlenen burjuvazinin partisi olmak istiyordu. Tarikatlardan yardım alsa da AKP gibi “İslami yaşam biçimini yerleştirmek” gibi bir amacı yoktu.

Demirel, 1965’ten 1980’lere iç pazara dönük sermaye birikiminin yürümesini sağlamaya çalışmıştı; laiklikle sert ve kesin bir hesaplaşması olmamıştı.

Kapitalist sistemi benimseyen ve kendisi de tarikat üyesi olan Turgut Özal ise 12 Eylül 1980’i gerçekleştiren, o günün ABD’ye çok yakın komutanlarıyla ve okyanus ötesi güçlerle ilişkilerini yakın tutmak istemişti. Büyük burjuvanın örgütü MESS’in (Madeni Eşya İşverenleri Sendikası) başkanlığından ekonominin başına getirilmişti.

En derin ayrım laikliğe bakış

Erdoğan’ı Menderes, Demirel ve Özal’dan ayıran en önemli kalın çizgi, laiklik ile olan ilişkisidir.

Erdoğan, “kindar ve dindar” bir nesil yetiştirmek istediğini
açıkça ortaya koymaktan çekinmemiştir. 

Bu konuda yüzlerce örnek gösterilebilir ancak Mart 2021’de çıkan TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) ile ilgili bir yönetmelik değişikliği önemlidir. TSK’ye subay yetiştiren harp okulları ve astsubay yetiştiren astsubay yüksekokullarına giriş yönetmeliğinde bir değişiklik yapıldı.

Giriş koşulları arasında sayılan, “kendisinin, annesinin, babasının, kardeşlerinin ve velisinin, tutum ve davranışlarıyla yasadışı, siyasi, yıkıcı, irticai, bölücü ideolojik görüşleri benimsememiş, bu gibi faaliyetlerde bulunmamış veya bu gibi faaliyetlere karışmamış olması” koşulu yeni yönetmelikte kaldırıldı. Bunun yerine, “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulu’nca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı ya da bunlarla irtibatı olmamak” kuralı eklendi.

15 Temmuz FETÖ darbesinden sonra iktidarın yeni arayışlar içine girdiği ve ülkemizde tarikatların her alanda faaliyet içinde oldukları bir ortamın oluştuğu bilinen bir gerçektir. Bu durumda, TSK’ye subay ve astsubay yetiştiren harp okulları ile astsubay yüksekokuluna giriş şartlarında yapılan değişiklik, TSK içinde tarikatların etkinleşmesine olanak sağlayacaktır.

Bu durum özellikle Cumhuriyet gazetesi tarafından ele alınmış, konu üzerinde günlerce sert yayın yapılmıştır. Bu konu ile ilgili en çarpıcı olay Deniz Kuvvetleri’nde Tuğamiral Sarı’nın tarikat evinde cüppeli sarıklı fotoğrafları ortaya çıktı. Bu amirale uzun süre dokunulmadı, zarar görmemesi için beklendi ve sonunda 30 Ağustos 2021’de emekli edildi.

Konu o derece ilerlemişti ki, genelde iktidarla bir çatışma içine girmek istemeyen TÜSİAD, bu konuda açıklama yapmak durumunda kalmıştı. (Ekim 2021)

Cumhuriyet gazetesi bu konuyu uzun süre gündemde tutarak kamuoyuna bilgi verdi. Cumhuriyet gazetesinin çok hassas olduğu bu “laiklik” konusu bilindiği gibi “Türkiye’nin ve demokrasinin temel direğidir. Geleceğin garantisidir, din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir”.

Bu konu, 2021 yılının son günlerinde bir kez daha açıkça ve belgeli olarak ortaya çıktı. Ziraat Bankası’nın danışma komitesi “kur korumalı katılım hesabına icazet belgesi” verdi.

  • Kurumlarda, bankalarda şeriata uygunluk “icazet belgesi” veren komisyonlar oluşturulmuş bulunuyor.

Liyakat-yetenek konusu

Türkiye’de AKP iktidarının yarattığı en önemli yıkımlardan birisi de “liyakat” yani yeteneğe olan darbedir. AKP iktidarı işe alımlarda “liyakat” yerine “partizanlığı” uyguluyor. Yazılı sınavlarda en üst dereceler alan gençler sözlü sınavlarda eleniyor. Şu sorulara bakınız:

  • “Reis” denilince aklına ne geliyor? Erdoğan’ın torunlarının isimleri ne? Allah’a inanıyor musun? 
  • 15 Temmuz darbesini kim yaptı? El Muhyi ne demektir? Yargıtay 2. Daire Başkanı kimdir?
  • Abdülhamit Han kaç yıl tahtta kalmıştır?
  • Yatsı kaç rekâttır? 

Öğretmen atamalarında KPSS’de yüksek puan alan ve dereceye giren adaylar bu gibi sorularla sözlü imtihanlarda eleniyor.

Sedat Peker ve soruları

Suç örgütü liderlerinden Sedat Peker’in yurtdışından yaptığı açıklamalar, Türk kamuoyunda ve siyasal yaşamda sarsıntılar yarattı. Peker’in açıklamalarına iktidar genellikle yanıt vermedi ya da veremedi. İçişleri Bakanı’na yapılan suçlamalar, Peker’in iddiaları o tarihlerde kamuoyunun konuştuğu en önemli konu oldu.

Bakan Soylu, bu iddiaları gündemden düşürmek için Cumhuriyet gazetesine çattı ve hatta bir video yayımladı. Cumhuriyet gazetesi gereken yanıtı verdi.

Bağımsız yargı

  • Bağımsız yargı, hukuk devletinin ve çağdaş demokrasinin vazgeçilmez en önemli kurumudur.

Türkiye, 2021’de İstanbul Sözleşmesi’nden çıktı. Bu kabul edilemez bir durumdur. Bağımsız yargının, hak ve özgürlüklerin tam olarak sağlanması gerekir ve yargı kararlarının AİHM kararlarıyla uyumlu olması önkoşuldur.

İktidar, tarikatçı cüppeli amirale kol kanat gerip onu korurken, “Montrö’yü deldirtmeyin” diye uyaran emekli amirallere dava açtı, onları itibarsızlaştırmak istedi.

FETÖ kumpasıyla yıllarca Silivri tutukevinde kalan 80 yaşını geçmiş saygın ve onurlu generaller hapse atıldılar. Osman Kavala, her kezinde açılan yeni davalarla cezaevinde tutulmakta.

– DEVAM EDECEK –
=====================================
Dostlar,

Yazının ardılı (devamı, süreği) 03 Ocak 2022 günü Cumhuriyet‘te yayınlandı.

Onu da web sitemizde paylaştık :

2022’ye girerken siyasal bilanço – 2

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 04 Ocak 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Bilim Kurulu 2. Bşk.

www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik    

Nas saçmalığı

Cumhuriyet, 29.11.2021

 

AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın, faizlerin yükseltilmeyeceğini açıklarken bunu dini bir söyleme dayandırması, “nas” olarak da adlandırılan mutlak dini bir hükümden söz etmesi, anayasadaki laiklik ilkesinin ihlalidir.

  • Anayasanın 24. maddesinde “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla, her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri, istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” ifadesi yer alır.
Erdoğan, faiz kararını gerekçelendirirken din kurallarına ve Kuran’a göre bir karar aldığını ilan etmiştir!

***
Türkiye’de yaşanan ekonomik sorunların bir nedeni de AKP hükümetinin teokrasi ve monarşi sevdasıdır.

Türkiye, siyasetin ekonomiyi belirlediği bir aşamadadır. Yasama, Yürütme, Yargı arasındaki güçler ayrılığı, düşünce, ifade, yayın, örgütlenme özgürlüğü ve laiklik yeniden
tahsis edilmeden, ekonomik krizin sona ermesi olanaksızdır.

Türkiye’nin genel ekonomik ve sosyal adalet sorununun çözülmesi için bunlardan fazlasının yapılması gerekse de, mevcut ekonomik krizin içinden çıkılması için alınması gereken asgari önlem budur.

  • Şeriatçılık, köktendincilik, İslamcılık, dincilik demokratik ortamı zehirlediği gibi; demokrasinin yerine teokrasiyi getirdiği gibi, ekonomik çöküşü de beraberinde getirmektedir.

Merkez Bankası başkanının veya ekonomiden sorumlu bakanların değişip değişmemesi hiçbir anlam ifade etmemektedir. Türkiye’de teokratik bir monarşi kurmak isteyen Erdoğan’ın kişisel iktidarı sona ermeden, Türkiye’nin ekonomik krizden kurtulması olanaksızdır. Mutlak olan bir hüküm varsa o da bu hükümdür.

Çünkü bu, dinlerin değil, siyaset biliminin ve Türkiye’nin ekonomik ve siyasi gerçekliklerinin zorunlu kıldığı bir durumdur.

  • Dinlerin buyurduğu hiçbir şey mutlak değildir; aksine tartışmalı, öznel ve kişiseldir.

Tartışmalı, öznel ve kişisel bir inancın anayasaya aykırı bir biçimde toplumun, siyasetin, ekonominin tamamına dayatılması durumunda, siyasi ve ekonomik bir krizin çıkması kaçınılmazdır. Tarihte bunun aksini kanıtlayan hiçbir örnek bulunmamaktadır.
***
Öte yanda Türkiye’nin ekonomik sorunlarının çözülmesini tek başına faizlerin inip çıkmasına bağlamak da büyük bir hatadır. Tarım, sanayi, teknoloji alanlarında üretimin yapılmadığı bir ortamda cari açık da kapatılamaz, enflasyon da indirilemez, büyüme hızı da artmaz, dış ve iç borçlanma da sona ermez, Türk Lirası da değer kazanmaz.

Üretmeyen bir ülke yurtdışına ihracat yapamayacağı gibi, yurtiçinde gerçek ve somut karşılığı olan bir ekonomiyi de yaratamaz. Üretimin olmadığı bir ülkedeki parasal akış ve alışveriş, hizmet sektörü dışarda tutulacak olursa, kredi borçlanmasına ve/veya karaparaya dayanır.

Öte yanda 80 (AS: 85 + 5!)  milyonluk bir ülkenin yalnızca turizm ve bankacılık gibi hizmet sektörünün unsurlarıyla ayakta kalması olanaklı değildir. Türkiye’nin tarım, sanayi ve teknoloji alanındaki yatırım ve üretim sorununu çözmesi, ekonomik kalkınma için zorunludur.

Bu bağlamda hem kamu sektörüne hem de özel sektöre büyük sorumluluk düşmektedir. Ancak devletin bu yaşamsal sorunu salt özel sektörün tercihine bırakmaması, kamucu ve devletçi bir anlayışla, 1920’lerde ve 1930’larda olduğu gibi, buna öncülük etmesi gerekmektedir.
***
Şu anda devletin kaynakları büyük ölçüde tüketildiği için, bunu sağlamak ancak bütçe giderlerindeki öncelikleri değiştirmekle olanaklıdır. Yolsuzlukların önlenmesiyle bu kaynak tek başına sağlanamaz.

Sağlık ve eğitim bütçeleri hariç (AS dışarıda) tutularak devletin tüm kurumlarının bütçeleri bu doğrultuda yeniden tasarlanmalıdır, % 50’lere dek varan kısıntılara gidilerek tarım, sanayi ve teknoloji üretimine yönelik yatırımlar gerçekleştirilmelidir.

  • Ancak öncelikle, en kısa sürede erken seçime gidilmelidir!

Her Büyüyen Ekonomi Gelişmiş Olmaz

KENDİME YAZILAR…
Dr. MAHFİ EĞİLMEZ
14 Mayıs 2021

İngiliz düşünürü Thomas Hobbes (1588 – 1679), Oxford Üniversitesinde öğrenim görmüştü. Ünlü kitabı Leviathan’da; liberalizmin, ülkeyi yöneten Egemen’in iktidarını sınırlandırma aracı olarak geliştirdiği güçler ayrılığı ilkesine karşı çıkmıştı. Çünkü Hobbes’a göre güçleri ayırmak Egemen’i zayıflatır, gücünü azaltır, böyle bir zayıflık ortaya çıktığında insanlar doğaları gereği yine güç savaşına girerler ve bu gidiş sivil (AS: İç) savaşa yol açar. Hobbes’a göre insan insanın kurdudur (homo homini lupus). Bu yüzdendir ki mutlak egemenlik, devleti yıkılmaktan korumanın gerekli koşuludur. Siyasal ve dinsel iktidarlar arasında yapılan ayırım Hobbes’a göre iktidar gücünü zayıflatacak bir ayırımdır. O nedenle bu ikisi tek elde toplanmalıdır. Hobbes meşruti monarşi, aristokrasi ve demokrasi gibi yönetim biçimleri olduğu gerçeği kabul edilse bile asıl olarak egemenin gücünün mutlak olması gerektiği görüşündedir. Hobbes’un mutlak monarşiden yana olduğunu desteklemek için verdiği örnek evrenin tek bir Tanrı tarafından yönetilmesidir. Bunu model alırsak ülke için de en iyi durum yasama, yürütme ve yargı güçlerinin tek elde toplanmasıdır.

Aynı çağda yaşamış olan, Aydınlanma ve akıl çağının kurucusu olarak kabul edilen bir başka İngiliz filozofu John Locke da (1623 – 1704) Hobbes gibi Oxford Üniversitesinde okumuş ve aynı yerde öğretim üyesi olmuştu. Doğa bilimleri ve teolojiyle ilgilenmesinin yanı sıra yargıçlık da yapmıştı. John Locke’a göre uygar toplumda bireylere yönelebilecek üç tehlike vardır :

  1. Yasama erkini elinde tutanların yürütme erkini de ellerine geçirmeleri ya da tam tersine yürütme erkini elinde tutanların yasama erkini de ellerine geçirmeleri.
  2. Yasaları yapanların ve uygulayanların kendilerini yaptıkları yasalara uyma yükümlülüğü altında görmemeleri.
  3. Yasaları yapanların bu yasaları kendi özel yararlarına uygun olarak yapıp özel yararlarına göre uygulamaları.

Bu tehlikelerden kurtulmanın tek yolunun yasama ve yürütme erklerinin farklı kişilerde olması gerekir. Bunlara ek olarak yargının da bağımsız olması şarttır.

  • Locke’a göre insan hakları; yaşam hakkı, özgürlük ve mülkiyet hakkından oluşur. Bu hakların korunmasının güvencesi bağımsız yargının varlığıdır.

***
Ekonomik büyüme, bir ülkede insan ihtiyaçlarını karşılayacak olan araç ve ürünlerdeki artış olarak tanımlanıyor.

Bunu ölçmenin en kestirme yolu bir ekonominin ürettiği ölçülebilir bütün değerlerin piyasa fiyatından karşılığını ifade eden GSYH’de bir dönemden diğerine reel (fiyat artışlarından arındırılmış) bir artış olup olmadığına bakmaktır.

Ekonomik gelişme, daha çok kalkınma aşamasını tamamlamış ve yapısal değişim içine girmiş ekonomilerin durumunu anlatmak için kullanılır. Gelir ve refah sorununu bir anlamda çözmüş olan ekonomilerin, sosyal alanlarda, eğitimde, hukuk alanında, demokraside, kültürel yaşamda ilerlemesini tanımlamakta kullanılır.

Dünya uygulamasına baktığımızda gelişmiş ülke olmak için John Locke’un dediklerini izlemek gerektiğini görmemek mümkün değil. Günümüz dünyasında büyüdüğü halde henüz gelişmemiş birçok ekonomi var: Hızla büyüyen Çin, Hindistan ve Rusya bunların en önde gelen örnekleri arasında sayılabilir. Bu ülkelerin halkları belirli bir zenginliğe ulaşabilirse, ekonomi dışındaki alanların önemini anlayacak ve onların peşinde koşmaya başlayacak.

En acıklısı Türkiye’nin durumudur.

Türkiye, yakın zamana kadar, ekonomisi yeterince güçlü olmasa bile, gelişmişlik için gerekli olan ekonomi dışı düzenlemelerin çoğuna az ya da çok sahipti. Bunları geliştirip ileri taşıyacağına çoğundan vazgeçerek, Hobbes’un söylediklerine kapılıp, geriye gitti.

Kemalistler Ne Yapmalı?

Mustafa Hüsnü Bozkurt kimdir? - Yeni Akit

Dr. MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT
25-26. DÖNEM KONYA MİLLETVEKİLİ

Cumhuriyet, 11 Mayıs 2021

Emperyalizm, 18. yüzyılda Sanayi Devrimiyle başlayan, başta İngiltere olmak üzere kapitalist ülkelerin, ticaret yollarını denetim altına almak, yeni hammadde kaynaklarına ulaşmak, yeni pazarlar edinmek amacıyla mazlum ülkeleri ve ulusları siyasal, ekonomik, kültürel açıdan sömürmelerine verilen isimdir. Faşizm ise emperyalizmin, kapitalizmin, yerli işbirlikçileri de kullanarak uyguladığı kıyıcı diktatörlüktür.

Ülkemizde faşizmin yolunu açan, öncelikle 1950’de başlayan karşıdevrim sürecidir, devamında taşlarını döşeyen 12 Mart 1971 Muhtırası’dır, iktidar olma koşullarını oluşturan da 12 Eylül 1980 Darbesi’dir. 12 Eylül sonrasında dinci hareketler ve faşist eklentileri, darbeci cunta yönetimiyle, arkasındaki emperyalist gücün teşvik ve korumasında örgütlenmiş, güçlenmiştir. 1980’lere dek ancak %3-7 arasında oyu olan dinci hareket, 1994 yerel seçimlerinde %20’ye ulaşmıştır. 2001’de gömlek değiştirmiş, 2002’de ise yeni adıyla ve ABD’nin de desteğiyle, % 34 oyla tek başına iktidara gelmiştir. Sonrasını biliyoruz.

GENETİK KODLAR DEĞİŞTİRİLDİ

İktidarı ele geçiren ve özünde bir tarikatlar koalisyonu olan dinci hareket, liderini cumhurbaşkanı seçtirdikten sonra, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında, rejim değişikliğini ana gündem maddesi yapmıştır. Tesadüfe bakın ki, CIA ajanı Paul Henze de, 2006’da, ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği raporunda “Türkiye’nin ABD çıkarlarına uygun davranmasını istiyorsak başkanlık sistemine geçmesini sağlamalıyız” diyordu. Keza başkanlık sistemini savunurken Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2 Ocak 2016’da şu örneği veriyordu: “Üniter devlette başkanlık sistemi yoktur diye bir şey yok. Şu an zaten dünyada bunun örneği var, geçmişten bu yana da var. Yani Hitler Almanyası’na baktığınızda orada da bunu görürsünüz.”

FETÖ’nün 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından, OHAL koşullarında yapılan 16 Nisan 2017 referandumuyla, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmiştir. Fiilen tek adam düzeninde, rejimimizin, siyaset kurumumuzun, devlet aygıtımızın genetik kodları değiştirilmiştir. TBMM işlevsizleşmiştir. Siyaset, mezhep-etnik köken çıkmazında tıkanmıştır. Siyasal partiler etkisizleşmiştir. Millet hiç olmadığı kadar bölünmüş, kutuplaşmıştır. Laiklik ilkesi ve güçler ayrılığı yok edilmiştir. Devlet, hukuk devleti olma niteliğini yitirmiştir. Bürokraside liyakat, nepotizm çukurunda helak olmuştur. Yolsuzluklar ayyuka çıkmış, yoksulluk kemiğe dayanmış, yasaklar tavan yapmıştır. (AS: AKP, 3 Kasım 2002 seçimi öncesi bu 3 Y le savaşma propagandası yapmıştı..)

EMPERYALİZMDEN BAĞIMSIZ FAŞİZM OLMAZ

Faşizm demokrasiyi, hukuku, seçimleri salt bir iktidar aracı olarak görür. Çünkü haksız, hukuksuz, ahlaksız bir sermaye diktatörlüğüdür. Emperyalizmin olmazsa olmazıdır. Acımasız bir baskı rejimidir. O nedenle faşizme karşı mücadele, öncelikle emperyalizme ve küresel kapitalizme karşı ödünsüz ve kararlı bir duruşla mümkündür. Emperyalizme, kapitalizme, serbest piyasa ekonomisi denilen neo-liberal sömürü düzenine karşı çıkmadan, faşizmle mücadeleden söz etmek laf ebeliğidir.

Bir ülkede faşizmin iktidarı ele geçirmesini, sıradan bir siyasal iktidar değişimi olarak görmek vahim (AS: ürkünç) bir yanılgıdır. Bu yanılgı muhalefeti, küresel emperyalizme karşı mücadele etmeyen, antikapitalist duruştan yoksun, emek-sermaye çelişkisinden ve sınıfsal gerçeklerden kopuk kılar. Yalnızca mevcut iktidar karşıtlığına sıkıştırır. Sonuç alması olanaksız bir sözde demokrasi mücadelesine sürükler. Bugün ülkemizde, iktidara karşı olduğunu söyleyen ama emperyalizme karşı olduğunu söyleyemeyen, kapitalist sömürü düzenine karşı çıkmayan sözde bir muhalefet anlayışı oldukça yaygındır. Tıpkı Atatürkçü olduğunu söyleyip Kemalizm’i reddetme dalaleti (AS: sapkınlığı) gibi.!!..

  • Oysa ülkemizde emperyalizmi, faşizmi yenmenin tek yolu Atatürkçü, Kemalist olmaktan geçer.

Ahmet Taner Kışlalı’nın dediği gibi

  • “Kemalizm geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür.”

Türkiye için olduğu kadar, bölgemiz ve tüm mazlum milletler için de tek gerçekçi çözüm yoludur.

NE YAPMALI?

Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels şöyle demiştir:

  • “Eğer hasmımız, ne kadar zayıf olduğumuzu bilebilse bizi herhalde un ufak ederdi.”

Dünyanın her yerinde despotik iktidarlar, ancak güçlü demokratik halk hareketlerinin mücadelesiyle işbaşından uzaklaştırılabilir. Faşist iktidarlar, hiçbir zaman sanıldıkları kadar güçlü, söyledikleri kadar cesur, göründükleri kadar muktedir olmamıştır. Milletler bu despotlara her zaman direnmiş, sonunda da mutlaka yenmiştir.

Demokratik haklarını kullanarak birleşecek, Kemalizmi yol haritası olarak belirleyecek, antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı bir yapı, milletin azim ve kararını harekete geçirerek iktidar olacaktır. Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye’nin, hukuk devletinin, üretim ekonomisinin, hakça bölüşmenin, bilgi toplumunun, laik ve bilimsel eğitimin yaşamaa geçmesi, Cumhuriyetçi, Atatürkçü, Kemalist kadroların güçbirliğiyle mümkündür.

REJİMİN OTORİTER BİR YÖNETİME DÖNÜŞTÜĞÜNÜN GÖSTERGESİ

REJİMİN OTORİTER BİR YÖNETİME DÖNÜŞTÜĞÜNÜN GÖSTERGESİ

Image result for celal topkan

Celal Topkan
TBMM 20. Dönem CHP Adıyaman Milletvekili

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Demokratik Rejim (yönetim): Halk egemenliğine dayanan, kararların çoğulcu ve katılımcı bir anlayışla halkla tartışılarak alındığı yönetimdir.

Otoriter Rejim (yönetim): Tek kişinin kayıtsız şartsız egemenliğine dayanan, Meclisin olduğu ama yönetim yetkisinin tek kişide olduğu, bireyin yaşamının her yönüyle tek kişinin otoritesine bağlı olduğu yönetimdir.

Bilim İnsanları, Kanal İstanbul Projesi’nin, Türkiye’nin altına imza attığı Montrö Sözleşmesine aykırı bir proje olduğunu, Türkiye’yi Karadeniz sınırlarına komşu olan ülkelerle kavgalı bir ülke yapacağını, depremi tetikleyeceğini, İstanbul’da yaşamı ve İstanbul’un geleceğini tehlikeye sokacağını…. söylüyorlar. Projeye açıkça karşı çıkıyorlar.

İstanbul’da yaşayan halk, Kanal İstanbul Projesi’nin deprem kuşağında yer alan İstanbul’da deprem fay hatlarını tetikleyeceğini, İstanbul’a içme suyu sağlayan iki barajı yok edeceğini, İstanbul’da içme suyu sorunu yaratacağını, tarım yapılan alanları yok edeceğini, İstanbul’un ve İstanbul’da yaşayanları geleceğini zora sokacak bir proje olduğunu görerek, projeye karşı çıkıyorlar. Halk oylaması (Referandum) yapılmasını, halkın görüşü alınarak karar verilmesini istiyorlar.

  • AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kanal İstanbul Projesi için;
  • isteseniz de istemeseniz de Kanal İstanbul yapılacaktır” diyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul’da yaşayan halkın (milyonlarca nüfuslu) iradesini yok sayması, bilim adamlarının görüş, düşünce ve önerilerini yok sayması, tek başına aldığı kararla isteseniz de istemeseniz de kanal İstanbul yapılacaktır” dayatması;

– Türkiye’nin yönetiminin demokratik bir yönetim olmadığının,
– Tek kişinin kayıtsız şartsız egemenliğine dayanan, Meclisin olduğu ama yönetim yetkisinin tek kişide olduğu,
– Bireyin yaşamının her yönüyle tek kişinin otoritesine bağlı olduğu otoriter bir rejim (yönetim) olduğunun açık ve somut göstergesidir.
===============================
Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. Topkan, eksik bile yazmış!

Türkiye’de AKP = Erdoğan rejimi yalnızca otoriter değil aynı zamanda totaliterdir. Otoriter rejimlerde yönetim erki tek 1 kişide değil, bir kuruda, organda.. da olabilir. Ne var ki Türkiye’de tüm yetkiler, muazzam bir tahkimat ile TEK ADAM’a sunulmuştur. Bunun adı Totaliterizmdir.

83 milyonluk bir ülkenin geleceği, kim olursa olsun tek bir kişiye asla bırakılamaz, bırakılmamalıdır!

Çoğulcu yönetim ve halk egemenliğinin korunması – etkin kılınması için kurumsal düzeneklerin etkili çalışması ve denge – denet (check  balance) sisteminin sorunsuz çalıştırılması zorunludur.

Güçler ayrılığı, örneğin ABD’de olduğu gibi güçlendirilmeksizin, tek adam yönetimleri hızla ve kaçınılmaz biçimde, güç sarhoşluğu hatta zehirlenmesi ile totaliterliğe kaymaktadır. Türkiye’de olan da budur.

  • Hatta Türkiye’nin rejiminin despotizme, faşizme kaydığı da yaygın olarak dile getirilmektedir.
  • Üstelik AKP iktidarı, dini siyasete ölçüsüz ve sorumsuz biçimde alet etmektedir;
    ülkemiz dinci – faşizme doğru hızla sürüklenmektedir.

Bu Parti, Anayasa Mahkemesince, laikliğe karşı eylemlerin odağı olarak suçlanarak hüküm giymiş sabıkalı bir anti-laik dinci partidir ve laik rejimi, anayasayı açıkça çiğneyerek dönüştürmek istemektedir.

Dolayısıyla, dünyada örneği görülmeyen ucube cumhurbaşkanlığı hükmet sisteminin, yukarıda vurgulanan dinci – faşizan dönüşümü Türkiye’ye dayatmak için kurgulu olduğunu düşünüyor, görüyoruz.

  • AKP = Erdoğan yönetimi, bu bağlamda, Türkiye için açık, stratejik ve yakın bir tehlike ve tehdit durumuna gelmiştir.
  • Demokratik muhalefet yolları iktidar tarafından giderek tıkanmaktadır.

Demokratik – laik hukuk devleti, AKP = Erdoğan tarafından zorla – fiili darbe ile ya da hile-i şeriye dönüştürülmeye devam edilirse, neler olabileceğini hayal bile etmek istemiyoruz.

Ancak bu durumda da meşru çareyi yine Anayasa, Başlangıç bölümünde (3. ve son bent) açıkça gösteriyor:

“Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;..”

“TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet  sevgisine emanet ve tevdi olunur.”

Bu çözüm; halkın, meşruluğunu yitiren bir yönetime karşı “MEŞRU DİRENME HAKKINI KULLANMASI” dır ve salt Anayasal dayanaklı olmayıp, tarih boyunca kadim bir pratik olup, meşruiyeti kendinden menkuldür.

Sevgi ve saygı ile. 29 Aralık 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Halkçılık ve popülizm

Halkçılık ve popülizm

Örsan K. Öymen
Cumhuriyet
, 03.12.18

Demokrasi, halkın egemen olduğu yönetim biçiminin adıdır. Ancak demokraside, halkın istediği her şey gerçekleşmez. Çünkü halk, demokratik çerçevede kalabileceği gibi, demokrasi dışı istemlerde de bulunabilir. Örneğin, halk faşizm istedi diye faşizm gelirse onun adı demokrasi olmaz. Halk monarşi istedi diye monarşi gelirse onun adı demokrasi olmaz. Halk teokrasi istedi diye teokrasi gelirse onun adı demokrasi olmaz. 

Demokrasinin sandıktan ve seçimden ibaret olmadığını ve demokrasilerde halkın her istediğinin olmaması gerektiğini en çarpıcı bir biçimde gösteren örneklerden birisi, Almanya’da 1932’de gerçekleşen genel seçimlerdir. Siyasal söylemini komünizm karşıtlığı, Musevi düşmanlığı, Alman milliyetçiliği ve popülizm üzerine kuran Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, Adolf Hitler’in liderliğinde, oyların % 33’ünü alarak iktidara gelmişti. Aynı seçimlerde Almanya Sosyal Demokrat Partisi %20, Almanya Komünist Partisi %17, Merkez Parti %15, Alman Milliyetçi Halk Partisi %8 oy almıştı. 

Hitler 1933 yılı ocak ayında başbakan olarak atandıktan sonra, mecliste tek başına çoğunluğu sağlayamadığı için yeni seçimlere gidilmesi kararını çıkartmış, bir ay sonra ise parlamento binası ateşe verilmişti (AS: Reihcstag yangını!). Hükümet bu eylemin komünistler tarafından gerçekleştirildiğini iddia ederek Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’un da desteğiyle, 1933 yılı şubat ayında olağanüstü hal ilan ederek tüm özgürlükleri ve hakları askıya almıştı. 

1933 yılı mart ayında baskı koşullarında gerçekleşen seçimlerde Hitler oyların %44’ünü almıştı. 1933 yılı şubat ayından başlayarak güvenlik, istihbarat ve yargı kurumlarının başına Hitler’in liderlik ettiği NSDAP partisi üyeleri atanmış; sosyalistler, komünistler, sosyal demokratlar tutuklanmış, mart ayındaki seçimlerden sonra başbakana olağanüstü yetkiler veren yasal düzenleme merkez sağ partilerin de desteğiyle meclisten geçmiş, Almanya Komünist Partisi, Almanya Sosyal Demokrat Partisi ve sol sendikalar kapatılmış, düşünce, ifade, basın, yayın ve örgütlenme özgürlüğü ortadan kaldırılmış, Museviler üzerinde baskı ve ayrımcılık uygulanmış, 1932 ve 1933 yılındaki seçimler diktatörlüğü getirmiştir

Hitler söz konusu dikta rejimini, halktan aldığı %33’lük ve %44’lük destekle kurmuştu ve gerçekleştirdiği her uygulamayı halk adına gerçekleştirdiğini söylemişti. Ancak siyaset bilimi ve siyaset felsefesi literatüründe kimse, Hitler’in seçimle iktidara gelerek kurduğu diktatörlük rejimini demokrasi olarak nitelendirmemektedir. 

Gerçek şudur ki                     :
– yasama, yürütme, yargı arasında üçler ayrılığı ilkesinin ve yargı bağımsızlığının olmadığı;
– düşünce, ifade, basın, yayın ve örgütlenme özgürlüğünün olmadığı;
– medyanın iktidarın tekelinde olduğu,
– laikliğin olmadığı,
– ekonomik ve sosyal adaletin olmadığı,
– nitelikli temel bir eğitim düzeyinin olmadığı bir ülkede,

kurulan sandıkların ve halkın oylarının hiçbir anlamı yoktur. 

21. yüzyılda, Türkiye, Rusya, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde yaşananlar da bunu açık bir biçimde göstermektedir. Bu ülkelerde seçimle iktidara gelen otoriter yönetimler, Hitler yönetimiyle bire bir örtüşmese de, bu ülkelerde yaşananlar, Almanya’da Nazi iktidarında yaşananları hatırlatmaktadır. 

  • Sandıkçılığa ve popülizme indirgenmiş sahte bir demokrasi anlayışı,
    bu ülkeleri karanlığa doğru sürüklemektedir.

– Medyanın iktidarın propaganda mekanizmasına dönüştüğü,
– halkın doğru haber alma hakkının engellendiği,
– iktidara muhalif olanların gözaltına alındığı veya tutuklandığı,
– yargı mekanizmasının iktidarın emrine girdiği,
– meclisin ve yargının bazı yetkilerinin yürütmeye devredildiği,
– göstermelik seçimlerin gerçekleştiği bu ülkelerde,

demokrasinin varlığından söz etmek olanaklı değildir. 

Halk, belli başlı kişilerin ve odakların sürekli iktidarda kalmalarına hizmet eden bir araç değildir. Siyasette, halk araç değil, amaç olmalıdır.

Bunun gerçekleşebilmesi için de öncelikle, halkçılığın halk dalkavukluğu olmadığı, halkçılığın popülizm olmadığı kavranmalıdır.

GENELKURMAY BAŞKANI İÇİN ÇOK ÜZÜLÜYORUM!

Dikkatle okumak lazım…

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Alttaki makale 07 Şubat 2017’de Sayın Rahmi Yıldırım tarafından yazılmış, çok üzülüyormuş Genel Kurmay Başkanının o günlerdeki durumuna. Dün atamalardan sonra ilk cümleleri „ÜZÜNTÜM SONA ERMİŞTİR!!!
Meslektaşım sırtındaki yük kalktığına göre, bundan sonra daha rahat görev yapacaktır.“ olmuş.

GENELKURMAY BAŞKANI İÇİN
ÇOK ÜZÜLÜYORUM!

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar için nasıl üzülüyorum nasıl üzülüyorum, bilemezsiniz! Son birkaç yılda neler gelmedi başına neler. Öyle ıstırap verici hadiseler yaşadı ki, başkası olsa üzüntüsünden kahrolur, inme inerdi vallahi!

Mesela Genelkurmay İkinci Başkanı iken çoğu general yüzlerce silah arkadaşı, AKP/Cemaat kumpasına kurban gitti. Eminim ki Hulusi Bey’in yüreği ezilmiştir hapse atılan silah arkadaşları için. Lakin ezik yüreğini kimseye açamadı, kahrını üzüntüsünü hep içine attı!

AKP/Cemaat ortak kumpasına kurban giden askerlerden Amiral Cem Aziz Çakmak, kanserden vefat etti. O tarihte Hulusi Paşa kuvvet komutanıydı. Lakin işlerin yoğunluğundan olsa gerek, Amiral Cem’in cenazesine katılamadı, üzüntüsünden bir kez daha kahroldu!

SİLAH ARKADAŞLARINA KALLEŞLİK İDDİASI

Üstüne üstlük bir de silah arkadaşlarını hapse attıran bilirkişi raporunu karargâhındaki icra subayı binbaşıya hazırlattığı iddiası ortaya atıldı. Evet evet! Yavuz Selim Demirağ’ın İmamların Öcü adlı kitabıyla Emekli Kurmay Albay Mustafa Önsel’in Ağacın Kurdu adlı kitabında böyle iddia ediliyor. Şahsen inanamıyorum bu iddiaya. Ordunun koskoca paşası silah arkadaşlarını nahak yere hapse attıracak bir rapora imza atar mı hiç? Hulusi Paşa nasıl da üzülmüştür! Kim olsa üzülür böyle bir kalleşlik iddiasına değil mi? Şahsen ben böyle bir iddiaya maruz kalsam, insan içine çıkamam. Hulusi Paşa da mutlaka üzülmüştür. Mutlaka üzülmüştür de, gerek bu iddiaya gerekse Fetullahçı olduğu imasına niye sessiz kaldı anlayamadım. Herhalde işlerinin yoğunluğundan cevap ermeye vakit bulamadı ya da tenezzül etmedi! Öyle ya, önce lafa bakılır laf mı diye, sonra söyleyene bakılır adam mı diye. Hulusi Paşa da öyle yapmıştır herhalde!

Aklıma gelmişken, yine bu kitaplarda Hulusi Paşa’nın komutanlığı döneminde yapılan sözleşmeli subay sınavlarında Alevi kökenli adayların mülakatta elendikleri iddia ediliyor ki, enseme silah dayasalar inanmam. Ebedi Başkomutan Atatürk’ün ordusuna kumanda eden bir paşa orduya personel alımında böyle ayrımcı nefret suçu niteliğinde bir fiilin faili olamaz değil mi?

MÜPTEZEL YAZARA TAZİYE MESAJI

Hulusi Akar Paşa’nın başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi vallahi. Genelkurmay Başkanlığında ilk senesiydi. Türk medyasının müptezellikte rakipsiz yazarı Hasan Karakaya geberdi. (AS: biz bu sözcüğü onaylamıyoruz)

Yazının burasında biraz duralım. Hasan, Akit gazetesinin genel yayın yönetmeniydi; en aşağılık, en ahlaksız lümpenleri bile utandıracak derecede kirli bir dili vardı; lakin o mahallenin dilinde Ümmetin sesi ve usta kalemi olarak biliniyordu. Prof. Ahmet İnsel’in yakıştırmasıyla “lağım gazetecisi” idi. Ne ki, istihkam sınıfının atası lağımcıların labirentlerinde değil, hakikaten lağımda, yani fosseptik çukurunda (AS: Fosseptik; Fransızca septik çukur anlamında bileşik sözcük) nefes alıp veriyordu; yazılarını o çukurdayken çıkarıyordu!

Hasan Karakaya, hiç eğip bükmeden Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca’ya açıkça sahip çıkan gazetenin her şeyiydi. “Her şeyi” olduğu gazete Sivas Madımak Oteli katliamında öldürülen sanatçıların yazarların değil, katillerin savunucusuydu. Ne zaman bir laik aydın katledilse, Hasan Karakaya’nın gazetesi o aydının resmi üzerine çarpı işareti koyar.

Hasan Karakaya’nın hemen her yazısı, emek ve demokrasi talepleri aleyhine sövgü yazısıydı. Türkiye’nin yüz akı Taksim Gezi Direnişçilerine  “Ulan köpek oğlu köpek! Ulan pezevenk!..  Ulan kaltak!..” diye hakaret ediyordu. 

Gezi Direnişi sırasında Eskişehir’de polis/esnaf işbirliğiyle dövülerek katledilen Ali İsmail Korkmaz için, “Ne malûm dövülerek öldürüldüğü, Belki, Kafasını taşlara çarpmıştır!.. Belki de Koşarken dengesini kaybedip kafasını duvara çarpmıştır! Ya da, Ne bileyim, merdivenden düşmüştür! diye yazabilecek derecede vicdan yoksulu bir mahluktu Hasan Karakaya.

Soma’da yüzlerce maden emekçisinin can verdiği katliamın ertesinde Hasan Karakaya, tepkili emekçileri tekmeleyen Başbakanlık bürokratına Tekmelerine sağlık Yusuf!” diye sahip çıkıyordu.

İşte bu Hasan’ın gazetesinde TSK’ye karşı AKP/Cemaat ortak kumpasının ilk aşamasında “Onbaşı bile olamayacak kimselerin general olduğu memleket” başlıklı bir yazı yayımlanmıştı. TSK’deki generallerin tümü bu yazı üzerine Akit gazetesinden davacı olmuştu. Hulusi Akar da tümgeneral rütbesiyle davacı generaller arasındaydı.

Gel zaman git zaman Hasan Karakaya, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ikram ettiği umre sırasında geberdi (AS: öldü..). Aşırı dozda viagra kullanımından kalp krizi geçirip geberdiği (AS: öldüğü) rivayet edildi. Derken, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın sözcüsü aracılığıyla Hasan Karakaya için taziye mesajı gönderdiği, mesajında “Türk gazeteciliğinde yeri doldurulmayacak bir boşluk oluştuğu”nu belirterek, “Dik duruşundan asla taviz vermemiştir” diye iltifat ettiği haberleri çıktı.

Şahsen Hulusi Paşa’nın içinden gelerek böyle bir mesaj gönderdiğine inanmıyorum. Olsa olsa karargâhındaki kurmay heyetinin komplosuna maruz kalmıştır ki, 15 Temmuz gecesi maruz kaldığı muamelenin komplonun yanında lafı bile olmaz!

15 TEMMUZ GECESİNDE İKİLİ Mİ OYNADI?

Hulusi Paşa’nın 15 Temmuz gecesi başına gelenler askerlik tarihinde hangi genelkurmay başkanının başına gelmiştir acaba? Aklıma bir tek 27 Mayıs 1960 gecesi genç subaylar tarafından tartaklanan Genelkurmay Başkanı müteveffa Rüştü Erdelhun geliyor.

Meş’um 15 Temmuz akşamı da Hulusi Paşa’nın başında olduğu ordunun generallerinin yarısı darbeye girişiyor. Hulusi Paşa’nın karargâhının neredeyse tamamı darbeci. Yaveri ve özel kalem müdürü subaylar bile darbecilerin safında. Öyle ki, bir ara Hulusi Paşa’nın boğazını kemerle sıkmışlar, sonra paketleyip götürmüşler. Aynı saatlerde kuvvet komutanları da paketlenmiş…

Neyse ki darbeciler başaramadılar. Hulusi Paşa ve kuvvet komutanları destek verseler belki de başaracaklardı. Destek vermemişler. Öyle ki Hulusi Paşa darbeci astlarını “Manyak mısınız lan” diye azarlamış bile. Buna karşın, ikili oynadıkları, darbenin mümkün olamayacağını görünce saf değiştirdikleri filan söylentileri yayıldı. Öyle ki, AKP’nin trol vekili Şamil Tayyar, Hulusi Akar’ın Divanı Harp’te yargılanması gerektiğini söyleyebildi. Buna karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Dere geçilirken at değiştirilmez” diyerek, istiskal etti.

Erdoğan darbe girişimini “Allah’ın lütfu” saydı, çıkardığı kararnamelerle Hulusi Paşa’nın altından bütün orduyu ve hastanelerini aldı, okullarını kapattı.

Bunlar yapılırken Hulusi Paşa’nın fikri sorulmadı. Öyle ki, Meclis’teki komisyona davet bile edilmedi, darbe gecesi neler olup bittiği konusunda anlatacaklarına tenezzül edilmedi, adeta operet paşası durumuna düşürüldü. Bunca istiskal karşısında bile Hulusi Akar sivil otoriteye saygısından ödün vermedi, eşsiz bir fedakârlıkla ordusunu başsız bırakma günahına girmedi!

KAFAMA SIKSAM DAHA İYİ

Bana göre en hazini ise, Başbakan 1000ali’nin anlattıkları. Hulusi Akar maruz kaldığı onca istiskalin kahrıyla Başbakan 1000ali’ye dert yanmış: “Albay’a bir talimat veriyorum, albaydan çıt yok. Tamam, başüstüne falan demiyor. Merak ediyorum niye böyle yaptı diye, gidiyor bir astsubaya… Abisi oymuş, amiri daha doğrusu… Astsubaydan olur alırsa dönüp, ‘Peki komutanım yapayım!’diyor.

Hulusi Paşa içini dökmüş. İki kişi arasında konuşulan orada kalır değil mi. Orada kalmamış ne yazık ki. Ağzında bakla ıslanmayan 1000ali cümle aleme duyurmuş…

Kendimi Hulusi Bey’in yerine koyuyorum da söyleyecek söz bulamıyorum. Genelkurmay Başkanıyım. Bir subaya emir veriyorum; o subay ‘emredersin’ demek yerine gidip bir çavuşun onayını alıyor. Üzüntümü Başbakan ile paylaşıyorum, o da cümle âleme ilan ediyor. Böyle aciz zavallı duruma düşürülmekten nasıl utanıyorum nasıl yüzüm kızarıyor anlatamam. Kafama sıkayım daha iyi… Kafama sıkmasam bile “Al atını da tımarını da, bana müsaade” der, basarım istifayı…

Tabii benimki bekâra karı boşamak. Ben kimim ki? Emekli üsteğmen. Ne bilirim Genelkurmay Başkanı’nın taşıdığı ağır sorumluluğu. Hulusi Paşa koskoca genelkurmay başkanı, onca yılın meslek ve hayat tecrübesiyle yüklü. Askerlik tecrübesi en fazla kantin çavuşluğundan ibaret, disiplin ve kışla gelenekleri nedir bilmeyen siyaset erbabının onca istiskali karşısında bile göreve devam ediyorsa, mesuliyet ve fedakârlık duygusunun ayriyeten ebedi Başkomutan Atatürk’e muhabbetin icabıdır. Böyle kritik bir dönemde ordusunu başsız bırakmak istemedi herhalde!

ŞERİATÇI YAZARA ZİYARET EZİYETİ

Bunca üzüntü angarya yetmezmiş gibi bir de Nuri Pakdil’in hanesini ziyaret eziyeti.

Nuri Pakdil kim?
Siyasal İslam’ın etkili kalemlerinden biri. Konuşmalarını “Yaşasın şeriat” diye bitiriyor.

Kemalist laiklerin “Ulu Önder Atatürk” hitabının karşısına “Ulu Önder Muhammet” hitabını çıkarıyor.

Yine Kemalist milliyetçilerin “Ne mutlu Türküm diyene” duasına “Ne mutlu Müslümanım diyene” diye karşılık veriyor.

Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk’ü “firavun” diye nitelendirmesiyle de tanınıyor.

İşte “Atatürkçü” ordunun Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, bu Nuri Pakdil’i evinde ziyaret etmiş. Yanında MİT Müsteşarı Hakan Fidan. Hanedan gazetecisi Selvi’nin yazdığına göre aşktan edebiyattan hatta Fenerbahçe’den konuşmuşlar…

İyi hoş da Hulusi Paşa o ziyaret fotoğrafında niye mesut mutlu görünmüyor? Sanki derdest edildiği15 Temmuz akşamındaki gibi üzgün keyifsiz.

Atatürkçü” ordunun Genelkurmay Başkanı olarak, Atatürk’ten nefret eden bir şeriatçıyı ziyaret etmek zorunda kalmanın üzüntüsü müdür acaba?

Sanıyorum öyledir. Bu kritik dönemeçte Orduyu başsız bırakmamak uğruna bu fedakârlık da az şey değildir kanaatimce!..
Tam yazıyı noktalarken aklıma geldi.
Türk ordusunun Orgenerali Hulusi Akar, Irak’ta Türk askerini çuvala sokan Amerikalı generalden liyakat madalyası alırken verdiği fotoğrafta da pek mesut mutlu görünmüyordu. Türkiye / ABD ilişkilerinde sıkıntı yaratmamak için katlandığı bir fedakârlık mıydı yoksa?

Ne diyeyim? Ah Hulusi Paşa ah!
Bu vatan uğruna kim neler yapmıyor nelere katlanmıyor ki?
Kimi şehit oluyor. Kimi nutuk atıyor.
Kimi de sencileyin böyle eziyetlere katlanıyor işte!!!

Velhasıl-ı kelam, Çok selam paşam!

İyi çalışmalar, saygı ve sevgiler.
Murat M. Binzet
Mailto: m1000zet@gmail.com

=============================================
Dostlar,

Bu proje, Batı’nın Erdoğan’dan kurtulma planının HIZLANDIRILMASIDIR :
Kara deliktir; Yu-ta-cak-tır!

Çok üzüntü verici bir yazı..
9 Temmuz 2009’dan bu yana artık Hulusi paşa tenzil-i rütbe ile Milli Savunma Bakanlığına memur edildi İmparator Başkan tarafından..

Sanırız bu verile ile Genelkurmay Milli Savunmaya bağlanır, geçiş dönemi böylesine bir manevra ile geride bırakılır.. İlk fırsatta da Aker Paşa’ya teşekkür edilip bir sivil siyasetçi bu bakanlığın başına getirilir ve operasyon tamamlanır..

Henüz öğrenemedik ama Devlet protokol listesini merak ediyoruz..
Bakanlığa bağlanırsa zaten gerek kalmayacak protokolde temsil edilmesine..

Diyanet İşleri Başkanı’nın adeta “Şeyh-ül İslam” rütbesiyle ilk 10 içinde olacağından neredeyse eminiz..

3 Mart 1924’ün 100. yılına kalmadan sıra Halifelik makamını da İmparator Başkan’ın üstlenmesinde..

Ve bu muazzam, hayal ötesi köklü, geriye dönük dinci dönüşüm, %42,5 oy alan bir parti, hilesi – dolabı bir yana bıraksak MHP desteği ile %52,5 oy alan bir TEK ADAM tarafından dayatılıyor. Toplumun en az yarısı bu dayatmaya oy vermedi.

Böylesine köktenci, dünyada örneği olmayan ucube bir sistem için en azından geniş tabanlı bir uzlaşma işe yapılabilir.

Türkiye, TEK ADAMA feda edilebilecek bir ülke değildir.
En azından %50 toplum kesimi Cumhuriyetin değerlerini savunmayı sürdürecektir.
Hem de düne göre daha büyük sorumluluk ve ciddiyetle..

Öylesine a-normal, kaotik, hastalıklı bir yapı ki Türkiye’ye dayatılan, kesin olarak ayaklarına dolanacaktır. Yönetim bilimi ilkelerine tümden ters bir dış güdümlü kurgu ile yüz yüzeyiz. Her şeyden önce modern yönetim yetki devrine (Delegasyona) dayanır. Tüm yetkilerin merkezde toplanması değil, yerinden yönetime ağırlık verir.

Hatta, ABD’li yönetimbilimci Peter Drucker‘in 30 yıl kadar önce Küresel sermayenin kamu yönetiminde hegemonisini kurma amaçlı Yönetişim (Governance) modeli bile alaturka ve yozlaştırılmış biçimde..

Dahası; modern bir demokratik devlet yönetimi mutlaka ama mutlaka denge – denet (check $ balance) sistemine sahiptir. Bunun da bilinen en etkili yolu GÜÇLER AYRILIĞIDIR.

  • Erdoğan, kendince post-modern imparatorluğa yönlendirilmiştir..

  • Çıplak söyleyelim : Bu proje, Batı’nın Erdoğan’dan kurtulma planının HIZLANDIRILMASIDIR! Kimse duyduk – duymadık demesin.. Özellikle Erdoğan ve müritleri!

Ki; bu her şeyden önce Türkiye gibi hastalıklı bir ekonomisiyle orta boy bir ülkeden çıkmaz! Ayrıca Dünya imparatorluğu da çatırdıyor ve dünya çok kutuplu küresel yönetime geçiyor..

Türkiye’de yaşananlar hiçbir siyasetbilimi kalıbına, örneğine, modeline… uymuyor, benzemiyor.

Tayyibistan mı diyelim, ne diyelim?

Ama şuna mahkumuz : Nüfusun en az %50’si bu kuşatmaya karşıdır. Çatırdayan Cumhur ittifakına oy verenler de eminiz bu denlisini beklemiyorlardı ve onaylamayacaklardır.

Ulusun sağduyulu çoğunluğu, olgun bir dayanışma içinde bu deli gömleğini sırtından çıkaracaktır.

Erdoğan’ın gidişi – tükenişi kaçınılmaz olarak hızlan(dırıl)acaktır.

  • Bu bir küresel politik kara deliktir ve oyuncularını başta Erdoğan = AKP’yi yutacaktır.

Sevgi ve saygı ile. 10 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

OHALLİ SEÇİM BÖYLE OLUR!

OHAL’Lİ SEÇİM BÖYLE OLUR!

Rifat Serdaroglu
26 Haziran 2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Seçimlerden bir gün önceki “Nasıl Bir Pazartesi” başlıklı yazımda, “25 Haziran’da tercihiniz ne olacak?” diye sormuştum.
Türk Milletinin yarısının, güçler ayrılığının kaldırıldığı-Hukuk Devletinin yok edildiği– Lâik Cumhuriyetin sıfırlandığı-nüfusumuzun 49 milyonunun yoksulluk, 14 milyonunun açlık sınırında yaşadığı-mutfak enflasyonunun %30’u aşacağı- hesap sorulamayan ve tek adam tarafından yönetilen bir Türkiye’den yana olduğunu gördük…

Türkiye’yi seven, demokrat ve çağdaş insanlarımızın elbette ki söyleyecekleri çok şey vardır.
Fakat, önüne konan tabldot seçimi hiç tartışmadan kabul eden partilerin ve adayların tek söz söylemeye hakları yoktur. Bu kişiler Türk Milletini temsil etme yeteneğine sahip olmadıklarını bir daha gösterip, yine yenildiler.

Bunca kepazeliğe, bunca rezilliğe, bunca hırsızlığa, bunca ahlaksızlığa rağmen yenilmişliği anında hazmedenlerin, gözlerinin önünde yapılan hırsızlıkları görmeyenlerin, milletin oyuna sahip çıkamayanların, hala söz söylemeye hakları olabilir mi?

Henüz sonuçlar-rakamlar kesin olarak elimizde değil. Sandık-sandık sonuçlar açıklanınca yapılan oy hırsızlığını net olarak, sayısal olarak ortaya koyacağız. Ama itiraz süresi geçmiş olacağı için, tarihe not düşmekten başka işe yaramayacak!

Seçim fareleri bu seçimde MHP üzerinden oy devşirerek, Cumhurbaşkanlığı seçimini 1. turda tamamladılar.

  • Hırsızlık, oy sayımı anında yapılmadı. 24 Hazirandan önce hazırlandı ve o sabah çok erken saatlerde yapıldı.

Erdoğan’ın bir videosu yayınlanmıştı. Partililerine “Erkenden sandık başlarına gidin ve işi bitirin” talimatını veriyordu. Oy hırsızlığının bir kısmını açıklamadan önce sizlere bir soru sormak isterim:

Gerek AKP’yi destekleyen anket şirketlerinde, gerekse AKP’ye muhalif olan anket şirketlerinden herhangi birinde, MHP’yi %11 veya %12 gösteren olmuş muydu?
Olmamıştı! En yüksek gösteren şirketlerden Konda %7,3, Optimar ise %6,9 gösteriyordu, öbürleri %3-%5 arasında veriyorlardı.

Şanlıurfa-Mardin-Şırnak-Hakkari-Gaziantep-Kilis-Adıyaman-Diyarbakır-Batman-Siirt
illerindeki kırsal kesimlerdeki sandıklara, sabahtan öbür partilerden hiç kimse, devlet ve silah gücü ile yanaştırılmadı. (OHAL’li seçim böyle olur, demiştik) Cumhurbaşkanlığında Erdoğan’a, Milletvekilliğinde MHP’ye mühür basılan oylarla doldurulmuş sandıklar yerleştirildikten sonra, öbür parti müşahitleri içeri alındı.
Yine Şanlıurfa’dan bir görüntü yayınlanmıştı; Nasılsa sandık alanına girmiş bir partili bağırıyordu;
“Bakın sandığı önceden doldurmuşlar, Başkanım siz de gördünüz değil mi?”
Sandık Başkanı kadın ise, eli ağzında, şaşırmış taklidi yaparak dolaşıyordu…

Yukarıda saydığım illerde ve Doğu Anadolu’nun kırsal kesimlerinde aynı taktikle MHP’ye %6 – %8 arasında oy şişirildi. Böylelikle oyu %42’ye düşen AKP, MHP’ye aktarılan oylarla ilk turda Cumhurbaşkanlığını kazanmış ve Cumhur İttifakı da TBMM çoğunluğunu ele etmiş oldu. Aynı yöntem özellikle Elazığ’da ve Erzurum’da da uygulandı…

Bakın oy hırsızlığı nasıl belli oluyor?

Yukarıda sayılan 10 ilde, MHP’nin 1 Kasım 2015’te aldığı oyları toplayın.
Aynı illerde MHP’nin, 24 Haziran 2018 seçimlerinde aldığı oyları da yazın.
Aradaki farkın, MHP lehine yaklaşık 2 milyon 200 bin olduğunu görürsünüz!

2015’ten bu yana yani 3 yıldır, MHP ne yaptı da Kürt kökenli seçmenlerin sevgisini kazandı ve bu on ilde oyunu 2 milyon 200 bin artırdı?
MHP bizden habersiz “Çözüm Süreci” sözü mü verdi? Kaketi çıkmış (Kaset değil) Bahçeli, Kürtçe mi öğrendi, Öcalan’dan icazet mi aldı?
Ayrıca MHP’nin içinden, kadrolarının ve adaylarının çoğu MHP’li olan bir İYİ PARTİ çıkmadı mı? İYİ Parti, %10 oyunu hangi partinin seçmeninden aldı? Elbette ki çoğunluğunu MHP’den aldı…

O zaman bir daha soralım :
İYİ PARTİ’nin kurulmasıyla, karpuz gibi ikiye bölünen MHP, tüm anket şirketleri onu %3-%5 arasında gösterirken, nasıl oluyor da %11,13 oy alabiliyor?
Bu sorunun yanıtını Erdoğan-Bahçeli ve Sadi Güven vermelidir.

Konu ilerde nasılsa açıklığa kavuşacaktır.

YSK’daki rezilliklerden kaçmak için hazırlanmakta olan 6 üye nasılsa konuşacaktır…

Sağlık ve başarı dileklerimle.
=============================================
Dostlar,

Sn. Serdaroğlu’nun yazısı ciddidir.
Sorulan soruların yanıtlanması gerekir.
Kuşkulu yerlerin açığa kavuşturulması gerekir.
Bu konu öyle geçiştirilecek basit bir konu değildir.
Ülkenin geleceği – barışı – güvenliği… ile doğrudan ilgilidir.
Seçimlere hile karıştırmak Türk Ceza Yasasında ağır suçtur.
Ayrıca ne dine ne imana, ne de İslamiyete – Müslümanlığa sığar..
Ahlak ve Etik dışıdır, namussuzluktur, hak yemektir..
Ülke barışına  – huzuruna kastetmektir.
Kabulü ve sindirilmesi olanak dışıdır.

Biz de 2 gündür sitemizde kezlerce yazdık.. Yinelemeyelim burada.
Benzer sorunları dile getirdik ve önerilerde bulunduk.
Özellikle CHP ve ittifak ortaklarını acil göreve çağırdık..
İtiraz süresi bitmeden YSK’ya gerekli başvurular yapılmalıdır.
YSK’dan tedbir alınması istenmelidir.
Ülke genelinde seçim yolsuzluklarına ilişkin elinde bilgi – belge olanların kimlikleri korunarak Millet İttifakı‘na iletmesi çağrısı yapılmalıdır..

YSK’nın namuslu üyeleri bir an önce, seçim sonuçlarına itiraz süresi bitmeden ne yapacaklarsa yapmalıdırlar.. Geç kalan eylemin bir anlamı – yararı olmayacaktır.

Atı alanın bir daha Üsküdar’a geçmesine asla izin verilmemelidir.

Türkiye bu pislikleri hak etmiyor..
Her kim bulaştı ve yasa – hukuk – ahlak dışı iş yaptı, destek verdi, göz yumdu ise suçlu olacaktır ve gereğinde bu suçlarda zamanaşımı da kaldırılabilecektir ileride.

Allah belanızı versin.. hiç kuşku yok, er ya da geç verecektir.

  • İlahi adalet mazlumun ahını asla yerde bırakmayacaktır;
    bu bir evrensel yasadır!

Sevgi ve saygı ile. 26 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

SAYIŞTAY ÜYELERİNE ve BAĞIMLILARINA DA SGK’da AYRICALIK…

SAYIŞTAY ÜYELERİNE ve BAĞIMLILARINA DA SGK’da AYRICALIK…

Tedavi giderlerrine ilişkin Sayıştay resmi internet sitesinde bugün konulan duyuru metni aşağıya çıkarılmıştır. (https://www.sayistay.gov.tr/tr/?p=2&ContentID=12198)

TEDAVİ GİDERLERİ

Sayıştay Başkanı, daire başkanları ve üyeleri ile bunların emeklileri ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin tedavi giderleri, Yargıtay Birinci Başkanı, daire başkanları ve üyeleri ile bunların emeklileri ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertleri için Yargıtay Kanununun 64 üncü maddesi ile getirilen düzenlemelere Sayıştay Kanununun 63 üncü maddesi delaletiyle uyulmak suretiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin tabi oldukları hükümler ve esaslar çerçevesinde Sayıştay bütçesinden karşılanacaktır.

Tedavi giderinden faydalanması gereken mensuplarımız ile bunların emeklilerinden Tedavi Yardımı Bildirimi (EK 1) alınmak suretiyle tedavi giderleri kurumumuz bütçesinden karşılanacaktır.

Bu kapsamda; halen çalışmakta olan daire başkanı ve üyelerimiz, “ Saynet / Uygulamalar / Birim / Anket / Tedavi Yardım Bildirimi ” üzerinden ulaşacakları beyannameyi doldurmak suretiyle elektronik imzaları ile imzalayacaklar; emekli olanlar ile dul ve yetimleri ise “EK 1” de yer alan Tedavi Yardımı Bildirimini doldurmak suretiyle imzalayarak dilekçe ekinde Başkanlığa vereceklerdir.

Bilgilerine ve gereği ilgililere duyurulur.

Ek: TEDAVİ GİDERİ BEYANNAME.docx

==========================================
Dostlar,

İletiyi yollayan dostumuz E. Mülkiye Başmüfettişi Sayın Mahmut Esen‘e teşekkür ediyoruz..
AKP’nin Yüksek Yargı’ya ayrıcalık sağlayan politik rüşveti genişleyerek sürüyor..

Önce TBMM üyeleri, Bakanlar Kurulu..
Sonra AYM üyeleri..
Ardından Yargutay ve Danıştay üyeleri
Ve son olarak Sayıştay üyeleri…

Üstelik TBMM Başkanlık Divanı Yönetmeliği aracılığıyla..
Yüksek Yargının sınırsız sağlık güvencesi TBMM Başkanlık Divanının “cemilesi” ne (jestine) pamuk ipliği ile bağlı…

GÜÇLER AYRILIĞI mı dediniz??? (Anayasa; Başlangıç, paragraf 4)
Anayasa’nın 10. maddesinde yasalar önünde eşitlik mi dediniz?? (1. fıkra)
Hiç kimseye ayrıcalık tanınamaz mı dediniz?? (Anayasa md. 10/4)

Bir de itiraf yok mu ortada?? SGK’nın sağık güvencesi sayılan bu ayrıcalıklı eliti kesmiyor anlaşılan ki; sınırlamalar kaldırılıyor… Ama iktidar ile iyi geçinme koşulu ile. TBMM Başkanlık Divanını kızdırmadan..

Yaşasın HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ ve adının ilk sözcüğü “ADALET” olan iktidar partisi..
AKP’ye oy veren / verecek… neciiiiiiiiiiiiiip milletimize duyurulur..

AKP’nin kökü dışarıda SGK – GSS rejimi bir kez daha çökmüştür..
Lütfen tıklayınız :

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI ÇÖKTÜ.. 
TTB : GSS için ne dediler – ne oldu?

Sevgi ve saygı ile. 11 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

16 eyaletin başsavcısından Trump’a kınama

16 eyaletin başsavcısından Trump’a kınama

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
İçlerinde Kaliforniya, Pensilvanya ve New York’un da bulunduğu 16 eyaletin başsavcıları,
ABD Başkanı Trump’ın vize yasağına karşı ortak bir kınama yayımladı.

[Haber görseli]

CNN Türk’ün haberine göre, ABD ve dünyanın gündemine oturan Trump’ın bazı Müslüman ülkelere uyguladığı vize yasağına büyük bir tepki de kendi ülkesinden geldi.

16 eyaletin başsavcıları Trump’a karşı ortak bir kınama metni yayımlayarak yasağı eleştirdi.

Kınama metninde, “Yaratılan bu kaotik ortamda mümkün olan en az sayıda insanın
zarar görmesi için gayret göstermeye devam edeceğiz.” denildi.
(http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/667466/16_eyaletin_bassavcisindan_Trump_a_karsi_kinama.html, 30.01.2017)
==========================================
Dostlar,

Gördünüz mü, “vatan haini ABD’li başsavcılar”ı !??
“Milli bir mesele” de (!) bile ülkenin “seçilmiş Başkanı” na kafa tutuyor ve

  • “Yaratılan bu kaotik ortamda mümkün olan en az sayıda insanın
    zarar görmesi için gayret göstermeye devam edeceğiz.” diye açık açık meydan okuyorlar!

Bu “Yargı” da “ayak bağı” oluyor kooooskoaca seçilmiş ABD Başkanı’na!

Yoksa “bağımsız – tarafsız yargı” gerçekte bu mu?
Yoksa “güçler ayrılığı” ve Anayasal 3 erkin (Yasama – Yürüme -Yargı) birbirini denetleyip dengelemesi (check&balance) sistemi bu mu??

1982 Anayasasında bu sistem iyi – kötü vardı. 12 Eylül 2010’da AKP’nin yaptığı 26 maddelik değişikliğin “blok” oylamasında necip milletimiz, “akiller”e (!) uyarak “yetmez ama evet” diyene dek..İşte ondan sonra HSYK eliyle AKP – RTE yargıya da egemen oldu ve
geldik bugünlere..

Bu kez 18 madde ile Anayasanın 80’e yakın maddesi değiştiriliyor. Zaten daha önce 17 kez değişiklikle 2/3’ü değiştirilmiş, 12 Eylül darbe anayasası olmaktan büyük ölçüde çıkarılmıştı, moda ama yanlış deyimle “sivil” leştirilmişti!

Bu kez, yeryüzünde ve dünya anayasa yazınında (literatüründe) benzeri, örneği olmayan
ucube bir “Türk tipi Başkanlık” getiriliyor ki;

Osmanlı padişahlarından daha yetkili olacak Bay RTE!

Bunca geniş – sınırsız yetkiyi normal bir adam neden ister, ister mi?
339 AKP – MHP milletvekili neden boyun eğer bu saçmalığa, yıkıma??
Akla uygun bir açıklaması varsa, gidin siz de halkoylamasında “evet” deyin, Türkiye bitsin!

  • Çünkü bu dayatmanın saklanan en kritik yanı,
    örtülü AF YASASI oluşudur! 

  • 17-25 Aralık suçları dahil, bakanların, cumhurbaşkanının geriye dönük hiçbir sorgulama olanağı bı-ra-kıl-mı-yor!!

Ve şimdi ateş bacayı sarmış olup, kabulünden bu yana 9. gününde yasalaşan Anayasa değişikliği teklifi Cumhurbaşkanlığına gönderilmiş değil!? Erdoğan, 15 günlük anayasal inceleme süresini fiilen (gene anayasa dışına çıkarak) uzatıyor.
Tayyip beye karşın TBMM, metni Cumhurbaşkanlığına sunmama davranışı sergileyebilir mi??
Kamuoyu yoklamaları gırla gidiyor.. Danışmanlar, AKP ve Tayyip beyin iç dünyası kaynıyor..

“HAYIR” paniği her yanı sarmış durumda.

Çünkü artık Türkiye Cumhuriyeti’ne “şah mat” hamlesi yaptınız!..

Yoksa, RG’de yayımlanmasını izleyen 60 günü kovalayan Pazar gününü 23 Nisan 2017
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı‘nın 97. yılına denk düşürme peşinde misiniz??
97 yıl sonra açılış yıldönümünde “TBMM’yi majestelerinin uslu atanmışları heyeti” ne dönüştürme kumarı! Bir büyük travma daha halk kitlelerine, sosyal psikoloji atağı öyle mi?
Bir 23 Nisan günü demokratik – parlamenter rejime son ve TAYYİBİSTAN saltanatına merhaba!

Vazgeçin efendiler, vazgeçin.. Ne Türkiye bu deli gömleğine uyar, ne Dünya koşulları elverir..
Ham hayali bırakın, RTE vazgeç(e)mezse bari Anayasa Mahkemesine fısıldasın; iptal etsinler..

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com