Etiket arşivi: Gezi olayları

AKADEMİK MESLEK ÖRGÜTLERİ HEKİMLİK VE DEMOKRASİ BİLDİRGESİ


Dostlar,

AKP hükümetinin insanı utandıran bir girişimini daha paylaşalım..

Bizi asıl inciten ise, bu yüz kızartan davanın ardında kendisi de bir hekim olan Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu‘nun bulunuşudur.

Biz hekimler, Hipokrat yemini ederken, mesleğimizi hiçbir baskıya boyun eğmeden, tam bir profesyonel bağımsızlıkla yürüteceğimizi haykırmıştık.

Bakan Dr. Mehmet bey bu yemini etmedi mi acaba? Ayağının birini mi kaldırdı?
Ya da unuttu mu?
Yahu yemin unutulur mu?!
Ya daaa; Sağlık Bakanı Dr. Mehmet bey hangi baskılarla yeminini çiğniyor??
Yardım isterse baskılara karşı koyması için, O’na da ilk ve acil yardım veririz.

Basın açıklaması içeriğini aynen benimsiyor ve destekliyoruz.

Sevgi ve saygıyla
25.3.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================

ATO_logosu

 

 

 


Değerli Meslektaşımız,

Sağlık Bakanlığı’nın Gezi olayları sırasında verilen sağlık hizmetlerini gerekçe göstererek, Ankara Tabip Odası ile Hatay Tabip Odası’nın yönetim ve onur kurullarının görevden alınması talebi ile dava açmasıyla ilgili olarak
Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türkiye Barolar Birliği (TBB),  Türk Dişhekimleri Birliği (TDB), Türk Eczacılar Birliği (TEB), Türk Veteriner Hekimleri Birliği (TVHB), Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği (TÜRMOB) tarafından 20 Mart 2014’te bir basın toplantısı düzenlendi.

Basın toplantısında, Akademik Meslek Örgütleri’nin temsilcileri birer konuşma yaptı. Konuşmalarda,  Sağlık Bakanlığı’nın Ankara Tabip Odası ile Hatay Tabip Odası’nın Yönetim ve Onur Kurulları’nın görevden alınması istemi ile açtığı davaların antidemokratik ve ‘utanç verici’ olduğu vurgulanarak, AKP hükümetinin ve Sağlık Bakanlığı’nın bu tarz saldırılarına karşı Akademik Meslek Örgütleri’nin dayanışma içinde olacağı vurgulandı.

Basın açıklaması metni TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan tarafından okundu. (AS: Hacettepe Tıp’tan sınıf arkadaşımız Özdemir hocaya
selam olsun.. Basın açıklaması içeriğini aynen benimsiyor ve destekliyoruz…)

AKADEMİK MESLEK ÖRGÜTLERİ 
HEKİMLİK VE DEMOKRASİ BİLDİRGESİ
20 Mart 2014

Biz aşağıda imzası olan Akademik Meslek Birlikleri Temsilcileri:

Türk Tabipleri Birliği‘ne bağlı Ankara Tabip Odası, Hatay Tabip Odası
Yönetim ve Disiplin Organları hakkında görevden alınmaları için Sağlık Bakanlığı tarafından açılan davaları değerlendirmek üzere bir araya geldik.

Sağlık Bakanlığı’nın, Türk Tabipleri Birliği organlarını, “Gezi parkı ” protestolarında sağlık sorunu olan, hizmete ihtiyacı olan herkese ayrımsız sağlık hizmeti verilmesini savundukları, gönüllü sağlık hizmetlerini destekledikleri için amaç dışı faaliyette bulunmakla suçladığını tespit ettik.

Sağlık yaşamın kaynağı ve herkesin hakkıdır.
Düşünceleri, politik tutumu, cinsiyeti, sosyal durumu ne olursa olsun,
sağlık hizmeti verirken kimseye karşı ayrımcılık yapılamaz.
Hekimlerden toplumun sağlık sorunlarına kayıtsız kalması, ayrımcılık yapması istenemez. Unutmayalım ki, hekimlerden böyle bir tutum savaş dönemlerinde bile istenmemiştir, istenemez.

“Gezi parkı” protestoları dahil, her türlü sosyal olay, çatışma, doğal afet gibi durumlarda ortaya çıkan kitlesel sağlık sorunlarına karşı yaygın, hızlı, tarafsız sağlık hizmeti vermek Sağlık Bakanlığı’nın görevidir. Sağlık Bakanlığı,
toplumun sağlığını bozan kolluk eylemlerini durdurmadığı gibi;
yaygın ve hızlı sağlık hizmeti için gerekli organizasyonları yapmamıştır.
Ne yazık ki bu süreçte insanların güvenini bozan, sağlık hizmetlerinin tarafsızlığına aykırı tutum ve açıklamalarda bulunmuştur.

Hekimler, Türk Tabipleri Birliği’ne bağlı Tabip Odaları ve ülkemizin tüm sağlık çalışanları ne iyidir ki, eylemci ya da değil yanıbaşlarındaki insanların sağlık sorunlarına kayıtsız kalmamış, o koşullarda verilebilecek sağlık hizmetleri için seferber olmuştur.  Bu tutum evrensel insan hakları ve hekimlik ilkelerine uygundur.

Toplumdaki bütün bireylerin sağlık hakkına saygılı, evrensel insan hakları ve hekimlik belgelerine uygun bu faaliyetlerin, kamu kurumu niteliğinde
sağlık meslek kuruluşu olan Türk Tabipleri Birliği
’nin amaçları içinde olduğu tartışmasızdır.

Ayrımsız herkese olağandışı durumlarda verilen sağlık hizmetleri, tam anlamıyla hekimlik mesleğinin toplumun yararına uygun olarak verilmesi faaliyetidir.
Bu faaliyetler, Anayasa’nın ilgili 135. maddesi ile uyum içindedir.

Bütün demokratik ülkelerde, Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşlarının faaliyetleri, demokratik ilkelere uygun olarak Organları eli ile yürütülür.
Organları üyeleri tarafından seçilir. Konusu suç oluşturan faaliyetleri olursa,
yargı organları tarafından denetlenir. Meslek kuruluşlarının bağımsız, üzerlerinde evrensel mesleksel ilkelere göre çalışmalarını engelleyen baskılar olmadan etkinlik gösterebilmeleri, “iyi işleyen” demokrasilerin olmazsa olmazıdır.

Ülkemizde peş peşe açılan davalarla, “yasa” adı verilen hükümet metinleriyle; Meslek kuruluşlarının demokratik seçim yöntemini değiştirmek, gelir kaynaklarını kaldırmak, mesleksel bağımsızlığı yok etmek, yetkilerini kırpmak,
meslek üyelerini toplum yararını gözetemez duruma getirmek gibi
girişimler demokrasi dışıdır. Hoş görülemez, kabul edilemez.

Türk Tabipleri Birliği’nin evrensel hekimlik ilkelerine sahip çıkması toplum sağlığının güvencelerindendir. Evrensel ilkelere göre hareket etmeye çalışan bir meslek kuruluşunun seçilmiş yetkili organlarının, siyasal otoritenin baskısıyla görevden alınmaya çalışılması, demokratik işleyiş açısından
son derece tehlikelidir.

Sağlık Bakanlığı’nın, evrensel sağlık – hekimlik ilkelerine, sağlığın,
yaşamın korunması hakkına “amaçdışı faaliyet” adını verip seçilmiş organları demokratik ilkelere aykırı olarak görevden aldırmaya çalışması kabul edilemez.

Sağlık Bakanlığı’nı antidemokratik müdahalelerini geri çekmeye,
toplumun sağlığını koruyucu çalışmalar yapmaya, hekimler için ayrımsız bütün insanlara insanca sağlık hizmeti verebilecekleri çalışma koşullarını
sağlamaya davet ediyoruz.

TÜRK ECZACILARI BİRLİĞİ
TÜRK DİŞHEKİMLERİ BİRLİĞİ
TÜRK MÜHENDİS VE MİMAR ODALARI BİRLİĞİ
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
TÜRK VETERİNER HEKİMLERİ BİRLİĞİ
TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ
TÜRKİYE SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLER VE
YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER ODALARI BİRLİĞİ

TÜRKER ERTÜRK: OBAMA İLE GÖRÜŞMEYE GİDİYORUM


OBAMA İLE GÖRÜŞMEYE GİDİYORUM!

portresi_gulumseyen

TÜRKER ERTÜRK

Düşündüm, taşındım, biraz da kaşındıktan sonra içeriden ve dışarıdan gelen
ısrarlı tavsiyelere de uyarak sonunda karar verdim.
Erdoğan
 ve AKP’yi yıkarak iktidara gelmek için
Amerika
’nın desteğine mazhar olmalıydım.

Bu davranışım size ters gelmemeli! Türkiye neredeyse 1946’dan beri ufak tefek itirazlar olsa da gerek sandık demokrasisi, gerekse darbeleri ile Amerika’nın
tam denetiminde sayılır. Asker de iliklerine kadar ona bağlıydı! Kırk yılın başında
ve özellikle Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra doğru yerde durmaya başladı ama
“Generaller hizadan çıktı” değerlendirmesine tabi tutuldular ve başına gelmedik felaketler kalmadı. Ne yazık ki, halkımız bile “Bizim oğlanlar yaptı” olarak adlandırılan 1980 darbesine %92 destek verdi fakat emperyalizmin çıkarları hizasından çıkarak kendi menfaatleri hizasına gelen askerlerine yapılan operasyonlar için
biraz duyarsız kaldı.

Ayrıca Amerika tek kutuplu dünya düzeninin lideriydi. Her ne kadar dünyanın ekonomik, askeri ve siyasal ağırlık merkezi doğuya ve güneye doğru kayıyorsa da, dengeye gelmek ve çok kutuplu dünya düzenine geçmek için hala kat edilmesi gereken mesafe vardı.

Osmanlı hayali

İşte bu nedenle Obama ile görüşmeye karar verdim. Türkiye’yi yönetmek için
yetki almak ve bu yetkiyi ele geçirmeye yönelik operasyonun bir an önce başlatılması için O’nu ikna etmeliydim.

Mutlaka Erdoğan’dan daha iyisini yapacağıma, yarım kalan ve geciken projelerini başarı ile tamamlayacağıma ilişkin güvence vermeliydim. Çünkü Erdoğan aldığı taşeronluk yetkisini kötüye kullanıyordu. Suriye konusunda çarşafa dolanmıştı.
Öte yandan aldığı gücü Osmanlı düşünü gerçekleştirmek için kullanmaya çalıştığını
ve sözde aklı ile onları kandırıp aldattığını anlatmalıydım.

Türkiye’de rejim değişikliğine yönelik hukuksal operasyonlar olan Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi davalar artık iyice su kaçırmıştı. Bunların hukukla ve adaletle ilgisi olmadığını anlamayan kalmadı. Artık durum tersine dönmeye başladı.

Erdoğan yetkiye doymuyor, her geçen gün daha fazla diktatörleşiyor ve ne zaman, nerede, ne yapacağı önceden kestirilemiyordu. Türkiye’yi hızla teokratik bir rejime doğru sürüklüyordu. 4+4+4 adındaki Ortaçağ karanlığının eğitim sistemi
bu amaca yönelik bir dümen açısıydı.

Nefreti artırmakta ve yaygınlaştırmakta!

Erdoğan liderliğinde AKP hükümetlerinin izlediği politikalar nedeniyle halk infial halindeydi ve isyan aşamasına gelmişti! Gezi olayları bunun belirtisiydi ve 11 yıllık birikimin sonucunda toplumsal kolektif bilincin patlamasının sonucu olarak
ortaya çıktı. Kısmen yatışmış gözükse her an başka bir yerden infilak edeceği kesin gibidir. Erdoğan ve AKP’ye destek vermek Amerika’ya karşı nefreti arttırmakta ve yaygınlaştırmaktadır.

Biliyorsunuz şantaja bile kalktı! Yüzünü doğuya dönebileceğini göstermeye çalışıyor. Uzun menzilli hava savunma füzeleri ihalesi bu amaçla Çin’e verildi ama açık kapı da bırakıldı!

Bence Erdoğan’ın ipini çekmelisiniz! Emin olun, Amerika’ya gidişlerden ve gelişlerden gerçekten çok korkuyor! Çünkü kendisinin de nasıl iktidara getirildiğini, bu seyahatlerin ve görüşmelerin ne anlama geldiğini en iyi o biliyor.

Eğer beni desteklerseniz projelerinize kaldığı yerden devam ederim. Devamlı işbirliği içinde olurum ve sözünüzden dışarı çıkmam. Sağa sola bağırmam, mülayim ve demokrat bir görüntü de veririm. Halkta ondan kurtulduğuna sevinirken bizde işi götürürüz.

Hep onlar çalıyor!

Gelmekte acele ettim ki, başkası benden önce gelip görevi kapmasın diye! Çünkü gelmek için sırada olanlar var! Arkadaşlar sabırsızlanıyor, “ Hep onlar çalıyor biz niye çalamıyoruz, sıramız ne zaman gelecek? “ diyorlar.

Sevgili okurları,m yukarıda özetlemeye çalıştığım kabus şeklindeki bu rüyayı
bir dizi panel ve konferans için Amerika’ya giderken ilk uçuş bacağı olan İstanbul’dan Londra’ya gelirken havada gördüm ve ter içinde uyandım.
Bu satırları size Londra-Heathrow hava meydanında San Francisco uçağını beklerken yazdım.

Amerika’ya gitmek zor! Zorluğu yolun uzunluğundan değil, niçin Amerika’ya gittiğinizden kuşku duymasından. Epeyce dostum, arkadaşım ve okurum Amerika’ya gitmemi istemediklerini açıkça söylediler.

Onlara temin ederim ki, Amerika’ya burada yaşan Türkleri bilgilendirmek için gidiyorum. Başka bir gizli niyetim ve planım yoktur.
Bizim ülkemize bağlılığımız pazara kadar değil mezara kadardır.

Saygılar sunarım.
02.11.13

Alman Papazın Hikayesi Var da Türk İmamın Hikayesi Olmaz mı?


Dostlar.

ADD Genel Başkan Yardımcısı sevgili dotumuzSayın Prof. Dr. Ayhan FİLAZİ,
adeta bir bayram armağanı yollamış! “Nedir?” denilecekse, yanıtımız,
“Aşağıdaki yazı!” dır.

Bu site okurlarının da Sayın Filazi’nin aşağıdaki düşündürücü makalesini okuduklarında,
bizim gibi bir duyumsama (hissetme) ve duygudurum (mood) içine gireceklerini umuyoruz. Ayhan hocayı usta klavyesi (kalemi!) için kutluyor,
“Bayram’da da” ülkemizin ağır sorunlarına çözüm aranışının sürmesini diliyoruz..

Papazın / İmamın hazin öykülerine ek olarak;

– örneğin 3-4 günde, 1 yıl içindeki toplam hayvan kesiminin 1/4’ünü (yaklaşık 3 milyon) kesmenin anlamını ve sonuçlarını..
– Hayvan stokumuzun buna elverip vermediğini,
– Kesilen hayvan dokularının tümüyle değerlendirilip değerlendiril(e)mediğini
– değerlendiril(e)meyeceğini, yüz milyonlarca dolarlık kaçınılmaz israfı
– muazzam çevre kirliliğini, zoonozları
(hayvanlardan insanlara geçebilen 200 hastalığı)
– kesimleri neden kesimevlerinde (mezbahalarda) yapmadığımızı,
– “Kurban” ın ille de bir hayvan kesmek anlamında olup olmadığını,
bu anlamda edimin salt Hacca gidenlere yükümlendiğini,
– Geniş anlamda “her tür hayır – iyilik -bağış” ın da “kurban” olduğunu..
– Diyanet’in hurafe üretmeyi bırakıp (Prof. İ. Arsel’in ünlü sözü)
  halka gerçek İslamı neden analatıp / anlatmadığını..

(Lütfen, “Kurban” gerçekte nedir? Hayvan kesmek dince zorunlu mu??
başlıklı yazımıza bakılması.. 16.10.12;
http://ahmetsaltik.net/s=kurban%C4%B1n+ger%C3%A7ek+anlam%C4%B1&submit=Ara)

Listeyi daha çok uzatıp korteksinizi ısıtmayalım – keyfinizi kaçırmayalım..

“Bayram” da

1. Hapisaneleri,
2. Yaşlı Huzurevlerini
3. Çocuk Esirgeme Kurumu çocuk yuvaları

ziyaret edelim.. Sonra “küresel ısınma”nın cömert (!?) sonbahar doğasını
ve şehitlikleri – mezarlıkları..

Kolay gele..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 14.10.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Alman Papazın Hikayesi Var da Türk İmamın Hikayesi Olmaz mı?

ayhan filazi

Prof. Dr. Ayhan FİLAZİ
ADD Genel Başkan Yardımcısı

Son günlerde özellikle de “demokratikleşme paketi” (!) adı altında kadınların pakete sokulduğu yeni ileri demokrasi (!) önlemlerini gördüğümde aklıma hemen
Alman Papaz Martin Niemöller’in öyküsü geldi.

Hitler faşizmini çok güzel özetleyen ve artık klişeleşen Papazın yküsünü hemen herkes biliyor. Hani “Naziler önce komünistleri tutukladılar; komünist değilim diye ses çıkarmadım. Sonra Yahudileri tutukladılar, Yahudi değilim dedim, sesimi çıkarmadım. Sosyal demokratları tutukladılar, savunmak bana mı kaldı dedim, sesimi çıkarmadım. Sıra bana geldiğinde çevrede tutuklanmama ses çıkaracak kimse kalmamıştı..” diyen papaz.

Aslında bir iç hesaplaşma ve pişmanlığı yansıtan bu sözler, sonraki kuşaklat için kulağa küpe niteliğinde ama insanoğlu başına gelmeden bilemiyor. Bir musibet bin nasihatten iyidir örneğii!

İleride Alman Papazın bir benzeri bizde de çıkar mı diye düşündüm. Elbette %99’unun Müslüman olarak ileri sürüldüğü Türkiye Cumhuriyeti’nde böylesi bir papaz çıkma olasılığı çok zayıf olacağından, belki bunun yerine bir Türk İmam çıkıp şöyle dese :

“Önce devrimcilik ruhunu yok ettiler, ses çıkarmadım. Çünkü devrim o dönemde Stalin’in komünizmiyle eşdeğerdi ve ben komünist değildim. Sonra halkçılığı öldürdüler. Varsın ölsün dedim. Nasılsa her mahallede bir milyoner yaratacaklar, mahallenin ağası olur bize de bakar dedim. Sonra devletçilik ortadan yitti.
Doğal, yok olur dedim. Modası geçti, devir rekabet ve neo-liberal ekonomi devri, komünizm bile bundan dolayı çöktü dedim. Sonra laiklik “faili meşhur” kişilerce
suikaste kurban edildi. Varsın olsun, dedim. Benim başörtülü bacımın da örtünmeye hakkı var, ufacık bir bez parçasıyla niye uğraşırlar, zaten dinimiz de bunu öyle emrediyormuş.. dedim. Sonra ulusalcılığı götürdüler. Yine ses çıkarmadım.
Varsın gitsin yoluna ne o ırkçılık ayakları falan, her gün “Türk’üm” diye bağırmalar..
Hem bu ülkede başka halklar da yaşamıyor muydu? Zorla kimseyi Türk yapamazsınız zaten. En son Cumhuriyeti alıp götürdüklerinde de sustum. Ama susmam yetmedi, benden onun aleyhine yalancı tanıklık yapmamı istediler. “Din adamıyım yalan söyleyemem” dediğimde ise beni de alıp götürdüler. Beni savunacak hiçbir kurum da kalmayınca anladım ki, Kemalist devrim bizim özgür ibadet yapmamızı ve
barış içinde yaşamamızı sağlayan gerçek bir rejimmiş
ve bunlar bizi kandırıyormuş.”

Biliyorum ki, buna karşı çıkacak kimi arkadaşlarımız, “O sözü söyleyecek en son kişiler imamlardır..” diyecek. Ancak Dolmabahçe Valide Sultan Camisinin müezzinine neler olduğunu anımsatırım.

Yukarıda duruma geldik mi gelmedik mi elbette tartışılır. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu istencinin (iradesinin) ortaya koyduğu Kemalist ilkeler bir bütün olarak değerlendirilmedikçe ve bir bölümünü alıp öbürlerini özümsemezsek,
sonucun ne olacağı belli. O nedenle Kemalizm’i bir bütün olarak algılamalı
ve ideolojisine saygı duyduğumuz kişiler yargılanırken yaptığımız itirazları,
hoşumuza gitmeyen kişiler yargılanırken de göstermeli ve odak nokta “Herkes için adalet” olmalıdır. Kimi hukuk kurumlarına herhangi bir davadan dolayı “lanet okurken”, başka davalarda “sonuna dek gidilmelidir” diyen kişinin sonu, yukarıda söz ettiğimiz Papazın veya imamın sonundan farklı olmayacaktır.

Böyle giderse ve Gezi olaylarından sonra gençlerin verdiği ileti,
alması gereken kişiler – kurumlar tarafından alınmazsa,
en sonunda iş o noktaya gelecektir.
Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Uyarması bizden. (14.10.13)

Prof. Dr. Ayhan FİLAZİ
ADD Genel Başkan Yardımcısı

Sonbahar Korkuları


Sonbahar Korkuları

Yakup_Kepenek_PORTRESI

 

Prof. Dr. Yakup KEPENEK

 

Sonbahar doğanın eskiyen yüzünü gösterdiği mevsimdir. Doğada eski tutunamıyor, gidiyor. Eskiyen yüzün altındaysa birkaç ay sonrasında gelecek olan yenileşmenin
umut dolu tohumları
 saklıdır.

Toplumsal yaşam bu kadar tekdüze ya da doğrusal değildir. Eskinin yerini yenisinin almasının sağlanması hiç de kolay olmuyor. Bir bakıma eski kalıcılaşıyor,
kabuk bağlıyor
 ve kalıcılaştıkça da korku salıyor.

Türkiye bu sonbahara, bir tarafta Gezi olaylarıyla başlayan ve giderek toplumsallaşan, aydınlık, özgürlük ve eşitlik istekleriyle; öbür yandan o istekleri gençlerin ölümüne ve yaralanmasına yol açacak biçimde her ne pahasına olursa olsun baskı altında tutmayı
iş edinen AKP hükümetinin karşı koyuşuyla giriyor.

AKP, bu sonbaharda, gerçek yüzünün halkın güçlü tepkileriyle görülmekte olmasının korkusunu yaşıyor.

Hükümet, insanların bir araya gelmelerinden korkuyor; bu nedenle de en temel insan haklarından olan toplantı ve gösteri hakkını yok sayıyor. Her toplantı ve gösteri girişimi, polis şiddetiyle korkulu ve ölümcül bir çatışma ortamına dönüşüyor.
Bu uygulamalarıyla hükümet, gerçekte, özgürlüğün güneşinden korkuyor.

Kürt sorununun çözümüne yönelik olarak hükümetten beklenen demokrasi paketinin açıklanması sürekli erteleniyor. Üstelik yeni anayasayı da biçimlendirecek gerekli kapsamda olması umulan bu belgenin içeriği kamuoyundan saklanıyor. Çoktandır unutulan demokrasinin açıklık rejimi olduğu gerçeği bir tarafa bırakılıyor, hükümet demokratikaçıklıktan korkuyor.

Çocukların ve gençlerin beceri ve yeteneklerini özgür bir ortamda geliştirmelerini sağlayacak olan laikliği unutturmaya çalışan AKP, böylelikle toplumun geleceğini karartıyor.

Korkusuz ortamlarda üniversitelerin açılış törenleri eskiyen yılın yanlışlarının altının çizilmesi ve geleceğin umut ışıklarının ilk görüntüleri olarak çok değerli katkılar yapabilecek özellikler taşır. Kimi rektörler tarafından açıklandığı gibi, bu sonbaharda hükümetin yarattığı gerginlik ortamında olay olur korkusuyla, üniversiteler açılış töreni yapamıyor; AKP, bilimin ışığından korkuyor.

Yukarıda sıralananlar hükümetin korkuları.
Ya halkın korkuları?

Bu sonbaharda da savaş korkusu ağırlığını koruyor. AKP hükümetinin tarihsel dış politika yanlışları, özellikle de Suriye açmazı; sınır boylarında ve Hatay’da yaşananlar; kimi yerlerde yaşanan toplumsal gerginlikler, halkın savaş korkusunu yoğunlaştırıyor. Bereket hükümetin savaş çığırtkanlığı yaparak içine düştüğü büyük Suriye batağını Rusya’nın olumlu diplomasi becerisi şimdilik düzeltecek gibi görünüyor.

Ekonomide yaşanan kırılganlık yarın ne olacak korkusunu gündeme getiriyor.
Bir türlü bitmeyen ve geçen pazartesi günü açıklanan istatistiklerden görüleceği gibi yeniden yükselişe geçen işsizlik korkusu; TL’nin dolar karşısında değer kaybı sonucu uğranılacak yoksullaşma korkusu; ağırlaşan faiz yükü nedeniyle
borçların ödenememesi korkusu sonbahara damgasını vuruyor.

Yurtsever halkın korkusu bunlarla sınırlı kalmıyor; durmayan HES yapımıyla derelerin kuruması; her tarafta ormanların yağmalanması ve kıyıların talanı da
ayrıca korku kaynakları oluyor.

Korku faşizmin anasıdır. Bu ülkenin özgürlükçü, eşitlikçi, ilerici, laik ve aydınlık insanları o doğuma izin vermeyecek beceriyi kesinlikle gösterecektir.
Korkudan beslenenler kaybedecek, sonbaharın savrulan yapraklarının köklerinde bıraktıkları özgürlük çekirdekleri ilkbaharda yaprağa ve çiçeğe dönüşecektir.
(Cumhuriyet, 23.9.13)

PROBLEM İLE BOĞUŞMA ÇÖZ

PROBLEM İLE BOĞUŞMA ÇÖZ

portresi_sade

Türker ERTÜRK

Genel doğruları söyleyerek özel problemleri çözemezsiniz. İki kere ikinin dört ettiğini, suyun 100 C derecede kaynadığı bilmeniz havuz problemlerinin çözümünde
size yardımcı olmaz.

Problemi çözebilmek için önce problemi anlamak gereklidir. Problem sevimsiz olabilir, bilinmeyen sayısı fazla olabilir, karmaşık olabilir ve çözümü uzun sürebilir.

Bir büyüğümün “Problem ile boğuşma, önce anla ve sonra çöz.“ sözleri hala kulaklarımda.

Problem çözerken nelerin verildiğini ve ne istendiğini kavramak esastır. Ama çözümü istenen sosyal bir problem ise verilerin değerlendirilmesi ve analiz edilmesi gerçekten güçtür. İnsan ister istemez koşullanmalarının ve önyargılarının etkisinde kalır.

AKP’nin düşürülmesi yaşamsaldır

Bugün itibarıyla ülkemiz çok zor durumda olup, hızla felakete doğru sürüklenmektedir.

Bu felakete doğru gidişin baş sorumlusu Erdoğan ve AKP iktidarlarıdır.

Türkiye’de yapılması gereken çok şey vardır ama

ilk ve öncelikli olanı AKP’nin iktidardan düşürülmesidir.

Bu ülkemiz için yaşamsaldır.

Erdoğan ve AKP’nin iktidardan siyaseten düşürülmesi hedefine ulaşabilmek için
göz önünde bulundurmamız ve analiz etmemiz gereken belli başlı veriler şunlardır;

Problemin verileri

1. Siyasi Partiler Kanunu ve % 10 barajı,

2. Erdoğan ve AKP’nin arkasında emperyal gücün varlığını, açılımlar dahil icraatlarının % 70’nin onlara ait olduğunu,

3. Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonların Erdoğan ve AKP’nin önünü açmak ve Türkiye’de rejim değişikliği yapmak için sahneye konduğunu,

4. Cemaatin emperyal gücün enstrümanı olduğunu, Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonların tetikçiliğini yaptığını, halen Erdoğan ile iktidar bölüşümünde çatıştığını,

5. Medyanın çok büyük bir bölümünün ele geçirildiğini, sindirildiğini ve yandaş hale getirildiğini,

6. Toplumun etnik, mezhepsel, yaşam tarzı ve kültürel olarak bölündüğünü ve ayrıştırıldığını,

7. Siyasi yelpaze içinde toplumun üçte biri kendini sol, üçte ikisinin ise merkezde ve sağ olarak tanımlamakta olduğunu,

8. Emperyal projelerin taşeronluğunu yapan AKP’nin önünü açmak ve ülkeyi alternatifsiz bırakmak için özellikle ana muhalefet partisine operasyon yapıldığını,

9. AKP’nin oylarının düşmesine rağmen muhalefetin oylarının artmadığını, halkın % 66’dan fazlasının AKP’den memnun olmadığını ama alternatif de göremediğini, bilmekteyiz.

Veriler değişti mi çözüm de değişir

Erdoğan ve AKP’yi siyaseten düşürebilmek için yukarda özetlemeye çalıştığımız belli başlı verilerin iyi analiz edilmesi ve değerlendirilmesi lazım. Veriler değişti mi, problemin çözümü de değişir. Örneğin % 10 barajını kaldırın veya % 3’e düşürün AKP’yi iktidardan indirecek çözüm daha değişik olur.

Türkiye’nin önünde, hayat memat meselesi olacak 3 önemli seçim var.

Bunlar;

1. Mart 2014 Yerel Seçimleri,

2. 2014’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve

3. 2015’de yapılacak Milletvekili Genel Seçimleri.

Üçü de önemli ama en önemlisi Milletvekili Seçimleridir.
Emareler göstermektedir ki, Ekim 2013’ten itibaren ekonomik zorluklar artarak geniş toplum kesimlerini çok ciddi biçimde zorlayacaktır.

Ayrıca Gezi olayları ile başlayan ve hükümete karşı isyana dönen ama yaz nedeniyle sönümlenen hareketin Ekim’de tekrar alevlenmesi beklenmektedir.

Erdoğan ve AKP iktidarı nasıl yıkılır?

Artık herkes bilmektedir ki, Gezi olayları 11 yıllık AKP iktidarlarının Cumhuriyetimize, kazanımlarına, ulusal değerlerimize, milli kahramanlarımıza ve Atatürk’e düşmanca yaklaşımlarına karşı bir birikimin sonucunda çıkmıştır.

Nedensellik ortadan kalkmadığı için tekrar nüksedecektir.

Mursi travması ondandır!

Türkiye çok kritik bir döneme girerken, yaşadığımız yaşamsal sorunların en büyük nedeni olan Erdoğan ve AKP iktidarı ile arkasındaki zihniyet nasıl siyaseten yıkılır?

Bir iktidar seçeneği nasıl yaratılır?

Bunun için önümüzdeki seçimlerde nasıl bir strateji uygulanmalıdır?

Sorularının yanıtını Cuma günü aramaya çalışacağız.

Saygılar sunarım.
27.8.13

AKLIMIZA KİLİT VURULAMAZ

Dostlar,

Sayın Ertürk bu yazısında da çok çarpıcı saptamalar yapmakta deyim yerinde ise çığlık atmaktadır.

Twitter hesabına yapılan saldırıyı AKP’nin faşist iklimine bağlamaktadır.
Hiç de haksız değildir..

Biz de bu vb. saldırıları kınıyoruz. Yetkilileri, bu tür demokrasi ve hukuk dışı eylemlerin işleyenlerini bulmaya ve adalete teslim etmeye çağırıyoruz:
Çıkıp kamuoyuna net ve içtenlikli açıklamalar yapmalarını diliyoruz..
Yanlış adrese başvurmuyorsak.. ya da dileğimizi suçlulara aktarmıyorsak..

Türkiye bu kuşatmayı da aşacak ve sorumlularından yasal hesap soracak.
Her-kes bu tarihsel gerçeği kafasına bir güzel koymalı ve hiç unutmamalı..

Teşekkürler Sayın Ertürk..

Dayanışma ile..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 30.7.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

AKLIMIZA KİLİT VURULAMAZ

portresi_sade


Türker ERTÜRK

Geçtiğimiz Perşembe ve Cuma günleri Başbakan Erdoğan’ın “Allah’ın belası” dediği Twitter hesabımıza siber saldırı yapıldı, önce beni izleyenlerin sayısı azaltıldı, daha sonra sistem hesabımı askıya aldı.

Kuşku duymakla birlikte ilk önce bu olayın yalnızca benim başıma geldiğini düşündüm. Daha sonra öğrendim ki, bu şerefsiz ve ahlaksız saldırının tek hedefi ben değilmişim. Saldırıya uğrayanların ortak yanı ise Erdoğan ve AKP’ye karşı muhalefet etmeleri!

Tereddütsüz söylemek isterim ki, bu saldırının sorumlusu Erdoğan,
AKP iktidarı
ve onların yarattıkları anti-demokratik iklimdir.

Demokrasiyi istedikleri durakta inecekleri bir tramvay olarak gören ve onun nimetlerinden faydalanarak bir biçimde iktidara gelen Erdoğan, iktidarda sonsuza dek kalmak ve hesap vermemek için devletin gücünü karşıtlarına (muhaliflerine) karşı silah olarak kullanmaktadır.

Hitler milliydi bunlar gayri milli!

Bugün ülkemiz Hitler faşizmine ve diktatörlüğüne rahmet okutacak uygulamalarla karşı karşıyadır. Hiç değilse Hitler milliydi, şu anda ülkemizde bulunan iktidar sahipleri emperyalist işbirlikçisidir ve gayri millidir. Bu toprakların yararına tek bir uygulamaları bile yoktur. Sakın birisi çıkıp yollar, sağlık ve AVM gibi şeyler lütfen söylemesin. Hitler’in Almanya için yaptıklarının yanında bunlar solda sıfır kalır.

Bugün hiçbir Alman, bazılarının içinden geçse bile Hitler zamanında iyi işler de yapıldı diye bu dönemi temize çıkaramaz ve Hitler’i övemez. Çünkü Hitler
hem ülkesini, hem Avrupa’yı hem de dünyayı felakete sürüklemiştir.

Evet, Erdoğan ve AKP iktidarına muhalefet ediyorum.
Geçmişte ne Sayın Erdoğan ile ne de partisinin ileri gelenleri ile kişisel bir husumetim ve tanışıklığım olmadı. Kendileri ile insani hiçbir sorunum yoktur.

Ama yaptığımız gözlemler ve analizler sonucunde Erdoğan ve AKP iktidarının;

  • emperyalizme taşeronluk yaptığını, 
  • gizli bir gündemleri olduğunu, 
  • Cumhuriyetimizin kazanımlarını yok etmek istediklerini, 
  • rant ve talan peşinde koştuklarını, 
  • insanlarımızı Allah ile kandırdıklarını, 
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini değiştirmek için yeni anayasa peşinde koştuklarını, Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi
    hukuksal olmayan operasyonel davaların önünü açtıkları.. 

değerlendirmesini yapıyorum.

İç savaş kapımızda

Ayrıca Erdoğan ve AKP iktidarının halen sürdürdüğü politikaların

  • insanlarımızı birbirine karşı kamplaştırdığını, ayrıştırdığını, 
  • ülkemizi felakete sürüklediğini, 
  • hızla bölünmeye ve parçalanmaya doğru gittiğimizi 
  • ve iç savaşın kapımızda olduğuna inanıyorum.

Bu yaptığım değerlendirmelerin bir kısmına veya tamamına katılmayabilirsiniz.
Ama bu ülkede demokrasiden, fikirlerin serbestçe açıklanabilmesi hürriyetinden
ve basın özgürlüğünden eğer söz ediyorsanız, bu söylediklerime ve değerlendirmelerime katlanmak zorundasınız.

Yürütme erki için son yetkiyi halk vereceğine göre, herkesin düşüncelerini ve kanaatlerini serbestçe anlatmasına uygun ortamın sağlanması, demokrasinin
olmaz ise olmazıdır.

Erdoğan’ın ikide bir söylediği sandık, faşist yönetimlerde ve monarşilerde de vardır ama buralarda basın özgürlüğü yoktur ve düşüncelerin serbestçe açıklanabilmesi mümkün değildir.

Dünya birincisiyiz!

Günümüzde Türkiye’de basın özgürlüğünün zerresinden bile söz edilemez.

Erdoğan yönetiminde AKP iktidarı, elindeki devlet aygıtını saldırı silahı olarak kullanarak basını sindirmiş, korkutmuş, susturmuş, tutuklamış ve içeri atmıştır.

Bugün 123’ü tutuksuz 64’ü tutuklu olmak üzere 187 gazeteci yargılanmaktadır.

Bazıları suçunu bile bilmemekte, bazıları ise gazetecilik yaptıkları için cezalandırılmaktadır.

  • Dünyada en çok gazetecinin tutuklu olduğu ülke sıralamasında birinciyiz!

Bu onur sanırım bize yeter de artar bile! Erdoğan’ın ileri demokrasi dediği bu galiba!

Baskılar sonucu işinden attırılan gazeteciler, yerlerine ikame edilen yalama ve yalaka takımı, maliye ve adliye ile yola getirilen medya patronlarından sonra
basın hükümet için artık dikensiz gül bahçesi haline getirilmiştir.

Ama işi, internet gazeteciliği, elektronik postalar ve “ Allah’ın belası “ facebook ve twitter gibi sosyal paylaşım siteleri bozmakta ve yaratılan bu gül bahçesini
dikenli hale getirmektedir.

Amaç muhalifleri susturmaktır

Yazılarımız Aydınlık Gazetesi yanında Florida, Londra, Berlin ve Paris de dahil olmak üzere 15’i aşkın internet gazeteciliği yapan sitelerde yayınlanmakta ve milyonlara ulaşmaktadır. Konferans ve panel gibi nedenlerle gittiğim yerlerde insanlarımız bana ceplerinde ve cüzdanlarında taşıdıkları yazılarımı göstermektedirler. Sosyal paylaşım siteleri, muhalif yazıların milyonlara ulaşmasında alternatif medya görevini yapmaktadır.

Bizim gibi AKP’ye muhalefet edenlere yapılan bu siber saldırıyla, Gezi olayları ile başlayan halk hareketi sırasında beş yurttaşımızın hunharca katledilmesi, halka kimyasal silahlarla saldırılması ve TÜPRAŞ’a baskın yapılması arasında hiç fark yoktur. Amaç muhalifleri susturmaktır!

Hesaplarımıza yapılan saldırı bir cinayettir.
Bu cinayetin azmettiricisi Erdoğan ve AKP iktidarı olup tetikçileri Türkiye’dedir
ve olayın Twitter şirketi ile alakası yoktur.

Hiç kimse, ama hiç kimse, doğru bildiğimiz yoldan döndüremez, korkutamaz
ve aklımıza kilit vuramaz.

Saygılar sunarım.

Gezici’ler Venüs’ten…

file:/Users/apple/Desktop/1425%20pazar/indd/14PD05/%2014%20TEMMUZ%202013:KELLE%20FOTOLAR:DSELCUK.jpg

Gezici’ler Venüs’ten…

portresi

 

Prof. Dr. SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com

 

Gezi olaylarını iyice izledik, belledik, biliyoruz. Şimdi bu olayların yöneticilerce nasıl yorumlandığına bakmak bundan sonraki gelişmeleri doğru kestirmemizi sağlayabilir:

Başbakan, bunların “aşırı uçların organize ettikleri bir eylem olduğunu” söylemişti. Sonra bakanlar arasında görüşünü açıklamayan kalmadı. Birkaç örnek verelim:

Dışişleri Bakanı’na göre, “Normal şartlarda çevre hiç gündeminde olmadığı halde,
bu dalgayı kendi gündemi için kullanmaya çalışanlar var. Onlarla oynadıkları oyunun siyasete, demokrasiye ne kadar büyük bir tehlike yarattığını paylaşmak isterdim. Onun içinde CHP’liler de var. Bazı iş çevreleri de var. Normal şartlarda iktidara gelme imkânı kalmayan bazı kesimler, Türkiye’nin ekonomik göstergeleri ve uluslararası itibar açısından tam da zirveyi yaşadığı ayda, ülkemizi türbülansa sokmak ve bunu kullanmak istediler.”

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, “Bunun Yahudi diyasporası tarafından düzenlendiğini” önce söyledi, sonra da söylediğini inkâr etti.

AB Bakanı Egemen Bağış’a göre Gezi’nin ardında başka güçler var:

“98 yılında Washington’da Ulusal Güvenlik Enstitüsü‘nde bir tezgâh kurdular,
99’da Türkiye karıştı. 2007 yılında yine Washington’da aynı çetenin, aynı lobinin
başka uzantısı olan Hudson Enstitüsü’nde benzer bir senaryo çalışması yapıldı. Arkasından Ergenekon, Balyoz gibi işlerin döndüğü ortaya çıktı. Şubat ayında da American Enterprise Institute’de, yine Washington’da, aynı lobinin, çıkar grubunun finanse ettiği bir etkinlikte son dört haftada ülkemizde yaşananlar tartışılmış. ‘
Böyle bir şey olursa’ diye. Ne tesadüf” dedi.

Oysa “Gezi”nin ardında ne görülmemiş başarılarımızı çekemeyenler, ne Washington enstitüleri, Yahudiler ya da iktidar olmak için dümen çevirenler var.

  • Gezi olayı, sadece bugünkü yönetici kuşaktan çok farklı yetişmiş, yeryüzündeki yaşdaşları ile benzer şekilde bilgilerle donanımlı gençliğin,
    bu ülkede sürdürülen baskıları, yönetimin akılla, usla bağdaşmaz tutumlarını etkin bir şekilde reddetmesinden ibarettir.

Dindarının ateistiyle, cinsel yönelimleri farklı kimselerin kendilerine benzemeyenlerle, Kürt’ünün, Ermeni’si ve Türk’üyle içten ve gerçekten bağdaşık yaşamakta tereddüdü olmayan bu kuşağın değerlerini kavramayan iktidar, bu standartları karşılamayı düşüneceğine, olayı, korkutarak, bastırarak söndürebileceğini sandığından,
ortaya çıkan karışıklık tablosu, ekonomimizi olumsuz bir şekilde etkilemektedir.

Bunları anlamamak bugüne kadar çok zarara yol açtı. Bu yorumlar ise ümit vermiyor.
Ne olur? Daha da sıkılırız ama sonuçta “satın alınmış zavallılar, marjinallerce kandırılmışlar” sandığınız bu gençlerin katıldığı bir iktidar gelir ve düzeltir bu ülkeyi.
(Cumhuriyet Pazar eki, 14.7.13(