Etiket arşivi: Fetullah Gülen

Alevi önderlere dost uyarısı!

Alevi önderlere dost uyarısı!Arslan BULUT
arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
17 Kasım 2022, YENİÇAĞ, YAZARIN SAYFASI 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır, okunması dileğiyle..)

Alevi ve Bektaşilerin örgütlü sekiz çatı kurumu adına düzenlenen basın toplantısına davetli olarak katıldım.

Benim bu toplantıya davet edilmemin sebebi, 32 yıl önce Tercüman gazetesinde yayınlanan “Gelin Canlar Bir Olalım” başlıklı araştırmam ile sorunları ortaya koymuş olmamdır… Demek ki unutulmamış…

Toplantıda sekiz çatı kurum adına konuşan Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan, 35 yıldır “laiklik ve demokrasi temelinde, eşit yurttaşlık, Diyanet’in lağvedilmesi ve devletin inançlara karışmaması” gibi taleplerini gündeme getirdiklerini ama bir sonuç alınamadığını söyledi..
***
Aslan, “2009’da başlatılan Alevi açılımı sırasında ortak taleplerimiz iktidara iletildi. Hiçbir talebimiz gereği yerine getirilmedi. Daha sonraki süreçte Anayasa Mahkemesi’nin, zorunlu din dersine karşı alınan kararı, cem evlerinin ibadethane olarak kabul edilmesiyle ilgili mahkeme kararları, 2016’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ayırımcılığa vurgu yapan ve cem evlerinin ibadethane olarak tanınması gerektiğine dair kararı var ama uygulanmıyor. Bunun yerine, bu yıl Cumhurbaşkanı’nın Hüseyingazi Cemevi’ne ziyaretiyle yeni bir süreç başlatıldı. Bu arada sanki Aleviler bir güvenlik sorunuymuş gibi İçişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulan ekipler cem evlerini gezdi ve raporlar hazırladı. Sonuçta Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulması ve cem evlerinin sorunlarıyla bu kurumun ilgilenmesi karara bağlandı. Oysa biz 35 yıldır, devletin inançlara karışmaması gerektiğini söylüyoruz. Biz bütün siyasal parti temsilcileriyle Alevi ve Bektaşi kuruluşlarının toplantı yaparak sorunlara çözüm getirmesi gerektiğini savunuyoruz. Cem evlerini Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlayan kararname, yasal çerçeve adı altında bir inancı yok saymaktadır. Bu kararname ve Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı bize göre yok hükmündedir. Biz eşit yurttaşlık talebimizi gündeme getirmeye devam edeceğiz” dedi.

Mustafa Aslan, yakın tarihte Fetullah Gülen‘in Alevi adıyla dernek kurdurduğunu hatırlatarak “İktidarın da şimdi kendi Aleviliğini oluşturma girişimleri olduğunu biliyoruz” uyarısında da bulundu.
***
İktidarın, Alevi kuruluşlarına bakışı, barolara bakışı gibidir. Nasıl, baroları parçalayarak yandaş barolar oluşturmaya çalışıyor iseler, kendi Alevi kuruluşlarını da aynı yöntemlerle kurdurmak istiyorlar. Devleti yöneten siyasal kadroların bu tür oyunlara başvurması hiç hoş değil…

Diğer taraftan (Öte yandan), Alevileri temsil eden kuruluşların başkanları da bence daha dikkatli ve özenli bir dil kullanmalıdır. Dost acı söyler. Eşit yurttaşlık kavramı, Anayasa’daki “kanun önünde eşitlik”ten farklı olarak etnik veya dini anlamlarda kullanılmaktadır “Eşit yurttaşlık” denince akla ilk olarak Abdullah Öcalan‘ın “etnik kimliklerin Anayasa’da belirtilmesi” talebi gelir…

“Eşit yurttaşlık”, emperyalizmin anahtar kavramıdır

Bir ara AKP de kullanıyordu. Şimdilerde kavramı CHP devraldı!

  • “Eşit yurttaşlık” ile ulaşılmak istenen hedef,
    Türk kimliğini yok ederek yerine yeni bir kimlik getirip, konfederasyon kurmaktır!

***
Alevilerin kanaat önderi durumundaki bütün yetkin kişilerle 32 yıl önce görüşmüş ve mevcut bütün kaynakları incelemiş bir kişi olarak söyleyebilirim ki; Alevilerin asıl talebi Anayasa’daki laiklik ve kanun önünde eşitlik ilkelerinin uygulanmasıdır. Zira,

  • Laiklik ilkesi gerçekten uygulandığında,
    devlet kimseye bir inanç dayatmayacağı gibi kimsenin inancına da karışmayacaktır…

Gerçi, Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan da konuşmasında “laiklik ve demokrasi temelinde” söylemini kullandı ama her kezinde sözü sanki büyülü bir kavrammış gibi “eşit yurttaşlık” ile tamamladı.

Aleviler, zaten Türk Milleti’nin ta kendisidir. Öyleyse kiminle eşit yurttaşlık?
==================================
Dostlar,

Konuya biz de web sitemizde değişik kezler (“müteadit defalar” demedik!) yazdık.

“Eşit yurttaşlık” kavramı kodlu bir kavramdır.
Önce ilgili ülkede değişik etnisiteleri ayrıştırmayı, öne çıkarıp belirginleştirmeyi ve adlandırmayı içerir.
Anımsayalım, Türkiye’de de sayılıp durulur bir küme etnisite.
İzleyen adım, birbirinden ayrıştırılan bu etnik kümelere sözde “eşitlik” sağlamaktır.
O yüzden “Eşit yurttaşlık”  anahtar kavramı türetilmiş olarak öne sürülür.
Bir başka anlatımla, değişik etnisitelerin bir potada eritilerek uluslaşması dışlanır.
Oysa bu politika asla asimilasyon olmayıp, emperyalizmin böl – paçala – yut iğrençliği karşısında Ulus Devlet savunma kalkanıdır.
Dolayısıyla önce farklılıklarımızla birlikte olacağız, baskın halk yığını kimliğini ortaklaşa edineceğiz. Türkiye’de bu kimlik TÜRK KİMLİĞİ’dir ve -bir kez daha asla- ırkçılık temelli değildir.
Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş’u izleyen Kuruluş yıllarında, Anadolu halklarını bütünleştirmek için son derece ussal (akılcı) ve gerekirci (deterministik) biçimde şu önermede bulunmuştur :

  • “Türkiye Cumhuriyetini kuran Anadolu halkına / ahalisine Türk Milleti denir.”

Bu bir tarihsel çağrıdır ve kaçınılmaz – seçeneksiz sosyolojik senteze – uzlaşıya davettir.

Tersi durumda Anadolu coğrafyası Sevr Andlaşması / 14 Wilson İlkesi bağlamında çok sayıda “lokmaya” (federasyona!) parçalanacaktır. Üstelik emperyal Batı ikramı (!) İslami sos ile..

Benzer tablo dünyada pek çok ülkede geçerlidir.. Başta ABD olmak üzere.. İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, bu oyunla parçalanan Yugoslavya, Çin, Rusya, Finlandiya, Belçika..

Dolayısıyla, etnik kökene bakmadan, öncelikle ülkedeki tüm vatandaşlar YURTTAŞ kılınacaktır.
Ardından, yasalar önünde tüm yurttaşların eşitliği sağlanacaktır.
Halen, yürürlükteki 1982 Anayasası’nda verili durum budur. Öncekilerde de öyleydi.

Anayasanın 10. maddesi bu amaçladır.
2. maddede sayılan değiştirilemez temel Cumhuriyet nitelikleri pekiştiricidir.
Laikliğe özgülenmiş 24. madde vd. tamamlayıcıdır.
Hedef, “Eşit yurttaşlık” kodlu – tuzaklı özel dile (jargona) karşılık,

YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ‘dir..

10. Yıl Söylevi‘nde de (1933) Atatürk,

  • “Ayrıcalıksız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle olacağız”..

derken ve sözlerini “Ne mutlu Türk’üm diyene” çağrısı ile bağlarken, sağlam bir tarihsel, politik, sosyolojik bilinç zeminindedir.

Bu sözde gücenecek bir algı yoktur. Herkesin alt kimliği kendinedir ve saygındır. Ama bir devletin uyruğu olarak da bir üst kimlik kaçınılmazdır. 50 Eyalet ve 72,5 milletten (!) oluşan ABD, tipik örnektir.

Bu ülkede herkes, göğsünü gerek gere ilk olarak “I’m an American!” demektedir.
İzleyen tümce alt kimlik, kökendir. Örn. BioNTech aşısını geliştiren Prof. Uğur Şahin bir Alman vatandaşıdır. “Ben Alman’ım” demektedir ve demek zorundadır. İzleyen tümce, “Türk kökenli Alman’ım” olmaktadır. ABD’de senatörlüğe aday olan Prof. Mehmet Öz de aynı durumdadır. Her 2 ülke, etnik kökenlerine bakmaksızın adı geçen 2 Türk’ü önce vatandaş kabul etmiş, ardından da EŞİT YURTTAŞ kılmıştır.

Ancak Şahin de, Öz de etnik milliyetçilik temelinde ırkçılık yapar ve ayrımcılık güderlerse, Devlet ile yurttaşı arasındaki sözleşme bozulacak ve “deportasyon” süreci başlayabilecektir.
***
Sonuç olarak;
– Türkiye’de yaşayan tüm vatandaşlar, hiçbir ayrım yapılmadan T.C. Devleti yurttaşıdır.
– Ayrıcalıksız – kaynaşmış bir halk – ulus olmamız; parçalanmadan, ülke- ulus birliğini koruyarak yaşamamızın (bekamızın) sigortasıdır.
– Federal – konfederal bir Türkiye Yugoslavya gibi parçalanmaya mahkumdur.
– Gereksinimimiz, “Eşit yurttaşlık” kodlu – tuzaklı özel dile (jargona) karşılık,
TÜM YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ‘dir.. Bu kurumu Anayasal güvenceye almak ve uygulamaktır. Türkiye Anayasası bu amaca uygun bir yapıdadır (md. 2, 10, 24. vd.).
– Tarihsel gerçeklikleri kavrayamayan ve gerekli savunma düzeneklerini kuramayan halklar parça parça edilerek sonsuza dek emperyalizme sömürge, yem, lokma olmuşlardır.
– Bu nedenle Türkiye’de etnisite, milliyetler, hiçbir mikromilliyetçilik sorunu yaratılmamalıdır.

Bu bağlamda, örneğin Türkiye’de KÜRT SORUNU YOKTUR… diyoruz. Hepimiz yasalar önünde eşit hak ve özgürlüklere, onura sahip olduğumuzda, –bir kez daha tipik ABD örneği– geriye bir sorun kalmayacak, hep birlikte ULUS olarak kardeşçe, bir arada ve emperyalizmin oyununa gelmeksizin ulus devletimizde özgür – bağımsız yaşayabileceğiz. Başka reçete yok!!

Anadolu halkının / ahalisinin uluslaşarak, bu tarihsel ve vazgeçilmez, kaçınılmaz sağduyu ve bilinci göstereceğine inanıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 17 Kasım 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

15 Temmuz : Açık dosya

authorZAFER ARAPKİRLİ

SİYASET15.07.2022, BİRGÜN

Bugün ülkenin dört bir yanında (muhtemelen, aralarında darbenin baş faillerinden birinin kardeşinin de bulunduğu büyükelçiliğimiz de dahil yurtdışı temsilciliklerimizde) anma etkinlikleri yapılacak. Ülkenin tüm cami minarelerinden, “2016’nın o meş’um günlerinde tüyleri diken diken eden” o ünlü salâlar yankılanacak.

Kısacası 15 Temmuz Fetullahçı Darbe Girişimi’ni, millet ve devlet olarak yine “anacak ve kınayacağız”

Ama, bir ülkenin tarihinde böylesine önemli bir dönemeci simgeleyen bir askeri darbe girişiminin, mağdurları tarafından “Allah’ın lûtfu” diye nitelendirilmiş olması nedeniyle, bu tarih o “lûtfa” mazhar olanlar tarafından belki de “anılmaktan” ziyade, “kutlansa” daha uygun kaçmaz mı?

15 Temmuz’u gerçekleştiren ve arkasında ABD ile başka güçlerin de bulunduğundan kuşku duymadığımız “demokrasi ve Türkiye Cumhuriyeti düşmanı FETÖ’cü yapının”, böyle bir harekete kalkışmasına giden yolda kimlerle kol kola yürüdüğünü bilenler için bu önerme hiç de abartılı sayılmamalı.

Arkasında henüz yanıtlanmamış ve demokrasi düşmanı bugünkü rejimden kurtulmadığımız müddetçe yanıtsız kalacağı anlaşılan pek çok soru dururken, bu yıldönümünü “açık ve net değerlendirmelerle” anmak mümkün değildir.

1997 senesinin 28 Şubat’ında FETÖ ve onun temsil ettiği Cumhuriyet ve demokrasi düşmanı dinci – gerici zihniyete karşı uyarıları yapan güçleri “Darbeci” diye niteleyip, o tarihten başlayarak sistematik bir mücadele ile 2002’de iktidara gelip o kesimi tasfiye edenlerin, bizatihi FETÖ-AKP koalisyonu olduğunu unutarak ve unutturarak da bu süreci izah etmek gerçekleri tahrif etmek olur.

Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk vb. kumpas davalarını açan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkımı projesinin başlıca aygıtı “FETÖ-AKP Yargısını” dabu oluşuma destek veren her türlü gerici, liberal, liboş, yetmez ama evetçi gücü unutarak da bu meseleyi analiz etmek, aklımızla alay etmek anlamına gelmez mi?

Biz bunları konuşurken, ABD’nin 1999 yılından beri “himayesi altında” tuttuğu Fetullah Gülen isimli demokrasi ve Cumhuriyet düşmanı gerici vaizin, hayatının son günlerini yaşadığı haberleri geliyor. Aynı ABD’nin Donald Trump dönemindeki Ulusal Güvenlik Danışmanlarından (2018-2019) John Bolton’ın, “Bazı yabancı ülkelerdeki darbe planlarına yardımcı olmuş biri olarak” şeklindeki sözleri de bu zamanlamaya tesadüfen de olsa “cuk” diye oturmuyor mu?

Bu tarihsel ve siyasi geri planda değerlendirilmesi gereken 15 Temmuz darbe girişiminin icra aşamasında, aralarında Genelkurmay Başkanı ve MİT Başkanı’nın da bulunduğu pek çok önemli figürün, o gün ve o gece yaptıkları ve yap(a)madıklarının, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı da dahil pek çok önemli siyasi figürün o günkü hareket ve açıklamalarının birbiri ile çelişen unsurlarının da bu “muamma manzarası”na katkıda bulunduğu inkar edilemez. Unutmayın ki, adı geçen şahıslar (demokratik herhangi bir ülkede olması gerektiği gibi) bağımsız üyelerden oluşan bir “milli irade komisyonu” önünde kamuya açık ifade vermemişlerdir.

Sonradan oluşturulan TBMM Soruşturma Komisyonu raporunun açıklanmayıp gizlenmesine karar verilmesi bile 15 Temmuz’un “Açık Dosya” olarak tanımlamasını gerektirecek önemli bir unsurdur.

Daha da ötesinde, bu darbe girişimi bahane edilerek ilan edilen Olağanüstü Hal dönemine sıkışıtırılan 2 kritik genel seçim ve 1 referandumun sonuçları üzerine düşen gölge, bu baskıcı OHAL ortamı kullanılarak, özgürlüklerin askıya alınması, KHK rejimi ile (FETÖ’cülerle aynı torbalara doldurularak) akademi, bürokrasi ve silahlı kuvvetlerde acımasız bir demokrat, aydın, Cumhuriyetçi, solcu tasfiyesi yapılması da, bir darbe girişiminden daha ziyade “15 Temmuz lûtfu” olarak anılabilecek bir olayın, bal gibi “doya doya değerlendirildiğini” göstermiyor mu?

Ezcümle…

Bu “Açık Dosya”daki yüzlerce, belki de binlerce sorunun yanıtlarını almadan, 15 Temmuz 2016 Fetullahçı Darbe Girişimi ile ilgili bir hüküm vermek o kadar kolay değildir. Darbe müteşebbisleri ile ilgili olarak açılan tüm davalar sonuçlanmış, pek çoğu hak ettikleri ağır cezalara çarptırılmış olsa da “mesele”nin bunlarla sınırlı olmadığı gerçeği ortada durmaktadır.

Darbeye kalkışan tüm üst ve orta rütbede askeri personelin, (1997’de haksız olarak darbeci diye nitelenen) 28 Şubat temsilcisi zihniyet tarafından yapılan güçlü itirazlara rağmen “Zamanın FETÖ ortağı” 20 yıllık (bugünkü) siyasi otorite tarafından atanmış olması bile, bu dosyanın “açık kapağının” hâlâ ardına kadar açık olduğunun bir kanıtıdır.

Siz yine törenlerinizi yapın, nutuklarınızı atın, salâlarınızı okuyun, saçma sapan salak tiplere TV’lerde “F-16’lara kafa atma, tank egzosuna atlet tıkama öyküleri” anlattırın ama…

Bunları gizleyemezsiniz.

Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi “harika” bir huyu vardır.

Halkın iktidarında mutlaka ortaya çıkacaktır.

Kuşkunuz olmasın.

28 Şubat davası

Hamdi Yaver AKTAN
YARGITAY ONURSAL DAİRE BAŞKANI 

Cumhuriyet, 31 Ağustos 2021

 

21 Şubat 1997 tarihinde MİT Müsteşarı, Cumhurbaşkanı’na 32 sayfalık bir rapor sunar. “İrticai Tehdidin Halihazır Durumu” başlıklı raporda en güçlü tarikatlar içinde “Fethullah Gülen grubunun öne çıktığı, gruba ait 4 üniversite, 130 civarında lise ve 50’den fazla şirket olduğu, gruba ait Zaman gazetesinin ABD dahil olmak üzere 12 ülkede yayımlandığı” belirtilir.

Refahyol Hükümeti’nin ortağı Çiller 25 Şubat’ta DYP Meclis grubunda konuşur. Sincan olaylarına gönderme yaparak “Koalisyon partilerinden biri kamuoyundaki tansiyonu artırırsa hükümetin işi zorlaşır” der!

Aynı gün MİT tarafından Cumhurbaşkanlığı makamına “İrticai Faaliyetlerin Önlenmesine Dair Tespitler” başlıklı ikinci bir rapor daha gönderilir. Raporda, “Mevcut Yasaların Etkinlikle Uygulanması”, “Yapılması Gereken Yasal Düzenlemeler”, “Alınması Gereken Diğer Tedbirler” şeklinde irticanın durumu üç başlık altında incelenmektedir.

DUYARLILIK TALEBİ

Laiklik = dinsizlik algılamasının yanlış olduğuna işaret eden rapor, daha sonra yasalarımıza giren değişiklikler de önermektedir. Örneklemek gerekirse yargılama hukukunda, özel koruma tedbirleri olarak nitelenen ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen (m. 134, 135, 139, 140) bilgisayarların ve ses kayıtlarının suç soruşturmasında kanıt sayılması, gizli görevli kullanılması, teknik takip yapılması gibi önlemler önerilmektedir.

28 Şubat’ta toplanan MGK’de İçişleri Bakanlığı, Genelkurmay ve MİT adına sunumlar yapılır. Sonuçta Cumhurbaşkanlığının talebiyle 4 maddelik MGK 406 sayılı kararı ve kararın eki olarak da 15 maddelik önlemler paketi kabul edilir. Bilindiği üzere MGK, dayanağını anayasadan almaktadır (m. 118).

13 Mart tarihindeki Bakanlar Kurulu toplantısında kabul edilen 406 sayılı MGK kararları 14 Mart 1997 tarihinde Başbakan’ın imzasıyla bakanlıklara gönderilir. Yazıda “MGK’nin Bakanlar Kurulumuza bildirdiği hususların bir kopyası ile birlikte bilgilerinize sunulmuştur” denilmekte, sonra bu konuların önemle dikkate alınarak anayasamızın, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olması temel ilkeleri çerçevesinde, bakanlığınızı ilgilendiren konularda, konuyla ilgili kısa, orta ve uzun erimli tedbirlerin dikkat ve ihtimamla alınması, mali destek ve yasa değişikliğine ihtiyaç gösteren tedbirler varsa bunlar hakkında da Bakanlar Kurulu’nca gereğinin yerine getirilmesi için Başbakanlığa bilgi verilmesi istenmektedir.

İçişleri Bakanlığı 28 Mart 1997 tarihinde 070674 sayılı “Anayasa ve Yasaların Uygulanmasında Uyulacak Usul ve Esaslar” isimli ayrıntılı bir genelgeyi valiliklere, bağlı kuruluşlarına ve merkez teşkilatına gönderir ve gereğinin yapılmasını ister. Adalet Bakanlığı da 11.4.1997 tarihinde Cumhuriyet başsavcılıklarına ve DGM başsavcılıklarına gönderdiği genelge ile “anayasamızda yer alan temel hak ve hürriyetleri kaldırmaya yönelik suç işleyenler” hakkında duyarlılık gösterilmesini talep eder.

KOALİSYON PROTOKOLÜ

Başbakanlık ile Adalet ve İçişleri bakanlıklarının genelgesinden sonra 18 Mayıs 1997 tarihinde Başbakan imzasıyla MGK kararlarıyla ilgili “uygulama direktifi” yayımlanır. 26 Mayıs’ta yapılan Yüksek Askeri Şûra’da 61 subay ve 100 astsubay olmak üzere 161 ordu personelinin TSK ile ilişiği kesilir. Bu, o güne değin yapılan askeri şûralardaki en yüksek ihraç sayısıdır. PKK ve DHKP-C yasadışı örgütlerinin sempatizanlarının yanı sıra büyük çoğunluğunu tarikat mensupları oluşturmaktadır. Gerçekten de ihraç edilenlerin %45’ine tekabül eden (AS: karşılık gelen) 73 kişinin Fetullah Gülen, Nur Cemaati üyeleri olduğu belirtilmektedir.

Bu arada, 26 Nisan tarihinde DYP kökenli iki Bakan istifa eder hatta istifa etmeden dört gün önce Milliyet gazetesine “Hocayı göndermek artık vacip oldu” diye açıklama yaparlar. Mayıs ayının son günü koalisyon partilerinin önde gelenleri bir araya gelerek başbakanlığın 18 Haziran’da DYP’ye devredilmesine ilişkin protokolü imzalarlar. Protokol ile ilgili olarak Şevket Kazan, “DYP’nin hızla erimeye başlaması karşısında, protokolün o maddesinin tatbikine ister istemez başvurmak zorunda kalmıştık” şeklinde değerlendirme yapacaktır daha sonra yazdığı kitapta!

Mayıs ayının son gününde imzalanan protokolden önce, 27 Mayıs’ta, Başbakan ile görüşen DYP Başkanı’nın, Başbakanlığın kendisine devredilmesini, aksi halde hükümetten çekileceği tehdidinde bulunduğu yazılmıştır.

Haziran ayına girildikten sonra ayın 17’sinde Başbakanlık Güvenlik İşleri Başkanlığı Müsteşar Yardımcısı, “Başbakan Erbakan adına” bütün bakanlıklara yeni bir “direktif” yayımlar. 28 Şubat kararlarıyla ilgili olarak uygulamaya ilişkin yanıt verilmemesi eleştiri konusu yapılarak çalışmalar ve önerilerin her ayın 20’sine kadar Başbakanlığa bildirilmesini ister.

17 Haziran’da Erbakan, Çiller ve Yazıcıoğlu Başbakanlık konutunda üç saati aşkın bir toplantı yaparlar. Toplantı sonunda Erbakan’ın koalisyon protokolü çerçevesinde istifa etmesi ve Başbakanlığın DYP’ye geçmesi kararı alınır. 18 Haziran 1997 tarihinde Başbakan, Köşk’e çıkarak istifasını Cumhurbaşkanlığına sunar. İstifa dilekçesinde “Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin 28 Haziran 1996 günü aralarında imzaladıkları ‘Ortak Hükümet Protokolü ve Ekleri’ belgesindeki taahhütlere uygun olarak uyum içinde başarıyla” çekildiğini belirttikten sonra “Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi arasındaki koalisyon protokolüne uygun olarak bu bir yıllık görevden sonra Başbakanlığın DYP’ye geçebilmesi için yapmış olduğumuz taahhüde ve iki parti arasındaki mutabakata uymak üzere Başbakanlık görevinden istifa ediyorum” açıklaması yapar.

‘ÇANKAYA DARBESİ’

Zamandizinsel olarak verdiğimiz açıklamalara göre Başbakanlığı DYP Genel Başkanı bekler! Görevlendirme, Cumhurbaşkanı tarafından yapılacaktır. Ancak beklenen olmaz, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a hükümet kurma görevi verilir. DYP Genel Başkanı bu durumu “Çankaya darbesi” olarak tanımlar!

Batı Çalışma Grubu’nun hukuksal niteliği, takipsizlik kararı ile “28 Şubat Davası” şeklinde isimlendirilen davadaki kararın kritiği ayrı bir yazı konusudur. Bu yazı bir bakıma sürecin özetlenmesidir.

Kaynak: Alican Türk, Bitmeyen Sömürü-28 Şubat: Yalanlar-Gerçekler-Belgeler, Galeati Yayıncılık, Ankara, 2021.

100 yıllık yalnızlık

100 yıllık yalnızlık

Hüseyin Vodinalı ile ilgili görsel sonucu

Hüseyin Vodinalı
aydinlik.com.tr, 17.12.2018

1918 – 1938 – 1978 – 2018…
19 Aralık gecesi başlayan olaylarla, 1978’de Maraş’ta Cumhuriyet tarihimizin en utanç verici katliamı yaşandı.

Ülkücü kılıklı failler, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” sloganları atan kontrgerilla ve gladyo elemanlarıydı.

  • Alevilere ait 200 ev, 100 işyeri yakıldı, bebekler ve kadınlar dahi öldürüldü.

Bunlar, tıpkı 6-7 Eylül 1955’teki gibi NATO operasyonlarıydı.

Eski Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı İsmail Hakkı Pekin’in ifadesine göre, 1959’da Amerikancı askerlerin, Süper NATO elemanı olarak envantere aldığı Fetullah Gülen gibilerinin işiydi.

19-26 Aralık 1978’de resmi rakamlara göre 120 Alevi yurttaşımız katledildi. Resmi olmayan rakamlar ise 500’ü gösteriyordu.

23 yıl süren dava sonucu 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1–24 yıl arasında ceza aldı. Katliamda önemli rol oynayan 68 kişiye ise ulaşılamadı. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, olayların kendisini uzun süredir direndiği sıkıyönetim talebine zorlamak için kontrgerilla tarafından çıkarıldığını söyledi. Bu katliam sonrası İstanbul ve Ankara dahil 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi ve 12 Eylül 1980’deki Amerikancı Kenan Evren darbesinin taşları döşendi.

1978’den 40 sene geriye gidelim.

10 KASIM 1938

10 Kasım 1938’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra maalesef ülkemizin başı dertten kurtulmadı.

  • Tek ve en önemli vasiyeti,‘Batı ile ittifak yapmayın ve Sovyetler ile arayı bozmayın’ olan Ata’nın

ölümünden daha 9 ay sonra, onun yerine geçen İsmet İnönü İngiltere ve Fransa ile anlaşmalar yaptı. Evet, belki bu sayede 2. Dünya (AS: Paylaşım) Savaşının korkunç yıkımını yaşamadık ama sonrasında NATO üyesi olarak Cumhuriyet’in içten içe çürümesini izledik öylece. (AS: NATO üyeliği 1952’de DP – Menderes döneminde yapıldı; İnönü’nün Cumhurbaşkanlığında değil..) Menderes ve Özal başta, NATO hükümetleriyle tüm kazanımları kaybettik. NATO denilen şey Mehmet Akif Ersoy’un ‘Tek Dişi Kalmış Canavar’ diye tanımladığı Batı Emperyalizmi’nden başkaca bir şey değildi.

1938’den 20 yıl önceye saralım filmi.

NİSAN – ARALIK 1918

O aynı emperyalizm, Ekim 1918’de Mondros ile Osmanlı’yı bitirme fermanı imzalarken, Aralık 2018’de Rusya’daki Bolşeviklere karşı savaştaydı. Osmanlı’nın 1915’te Çanakkale’de emperyalizmin planlarını suya gömmesinin ardından Rusya’da devrimin önü açılmış, Bolşevikler Moskova ve Sen Petersburg’u ele geçirmişti. Çar yanlısı Beyaz Ordu ile Kızıl Ordu nihai zafer için savaşıyordu. Bolşevikler Menşevikler ile Fransız Devrimi’nden sonraki tarihin en büyük devrimini yapmak üzere cephedeydi.

Nisan 1918’de İngiltere ve Japonya, Rusya’nın en doğusundaki Vladivostok’a asker çıkarttı. Amerikalı Tarihçi Dr. Jacques Pauwels’e göre, sadece İngilizler, Azerbaycan da dahil Rusya’ya 40 bin asker göndermişti. Aynı baharda Rusya’nın Kuzey Batısı’ndaki Murmansk’a Amerikalılar 15 bin asker çıkardı.

Fransa, Sırbistan, Yunanistan, Japonya ve Romanya da binlerle ölçülen birlikleri Beyaz Ordu’ya destek olarak gönderdi. Maksat, Çanakkale’de Türklere yenilen Winston Churchill’in bizzat kendi deyimiyle, ‘Komünizm canavarını henüz bebekken beşiğinde boğmaktı’.

Brest Litovsk anlaşmasıyla yenilgiyi kabul eden Almanya da Baltık ülkelerini Bolşeviklere karşı destekliyordu. İlerleyen süreçte Batılı ülkeler daha çok asker ve silah gönderdi ama nafileydi. Tarih baba farklı yöne ilerledi.

Pauwels, Rus halkının muhafazakar kesiminin de sadece Ruslardan oluşan Bolşevikleri, emperyalist Avrupa, Amerika ve Japonya’ya karşı desteklemeye başlaması, Baltık ve Doğu Avrupa ülkelerindeki sosyalistlerin de Bolşeviklere destek vermesi ve Batılı askerlerin ilerleyen aylarda Rusya’da savaşmayı reddetmesi, hatta bazılarının Bolşevik saflarına geçmesiyle Sovyetler’in tarih sahnesine çıktığını yazıyor. Pauwels, Bolşevikleri, Fransız devrimindeki Jakobenlere benzetiyor ve “Rusya Ana”ya onların sahip çıkmasıyla “Bolşevizm’e karşı Haçlı Seferi”nin başarısızlığa uğradığını anlatıyor son yazısında. Tabii aynı Wall Street emperyalizmi, daha sonra da General Franko, Benito Mussolini ve nihayetinde Adolf Hitler’i destekledi SSCB’ye karşı. Ama Bolşevik bebek artık büyümüştü. Ve artık bir yetişkin olan Bolşevik Rusya, Nazi faşizmini dünya üzerinden silmeyi de bilmişti.

ARALIK 2018

ABD emperyalizmi bugün dahi emellerinden vazgeçmiyor. Rusya ve Çin’i açıkça dehdit edip hedef alıyor. Tarih tekerrürden ibaret midir? Yoksa tarih bir devrilerek, bir evrilerek mi ilerler? Bu genellemeyi yapmayı sonraya bırakıyorum ama bugün, yani 16 Aralık 2018’de tarihin yeni bir aşamasında bulunuyoruz.

  • ABD’nin başını çektiği kanlı emperyalist Atlantik sistemi çöküşte.

Rusya ve Çin’in öncülük ettiği Büyük Afro-Avrasya devri hükmünü işletmeye başladı. Türkiye de 2016’da adeta bir Çanakkale zaferi ile NATO’cu FETÖ’cü gladyoyu ezmeyi başardı. (AS: Yazarın bu değerlendirmesini aşırı abartılı hatta gerçeklikten kopuk buluyoruz..) Karşı devrimci bir dönemde bile bunu yaptık. Şimdi ise emperyalizmin Kukla Kürt Devleti yani Büyük İsrail projesine karşı Suriye’de Rusya ile işbirliği yapıyoruz. Biz Fırat’ın Doğusu’na hareketlenirken, Ruslar da ABD korumalı Tanf bölgesine yürüyor.

Rusya Ulusal Savunma Kontrol Merkezi Direktörü General Mikhail Mizintsev, ‘Şeytanın Son kalesi’ ifadesini kullanarak, ABD üssünün bulunduğu bölgede, 6 bin militanın serbest bir şekilde dolaştığını söyleyerek ABD’nin bölgeyi işgal ettiğini iddia etti. Emperyalizme karşı ezilen halkların 100 yıllık yalnızlığı, giderek yerini büyük bir Asya direnişine bırakıyor.

40 yıl önce Maraş’ta olduğu gibi, mazlumu mazluma kırdıran cani NATO sistemi de yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada artık sona eriyor.

Yalnızlık ABD için geçerli bir kavram haline geliyor.

Kaynaklar:
Jacques R. Pauwels https://www.globalresearch.ca/foreign-interventions-in-revolutionary-russia/5662620

İcazeti veren FETÖ mü, CIA mı?

İcazeti veren FETÖ mü, CIA mı?

Arslan BULUT

Arslan BULUT
arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
Yeniçağ, 30.052018

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Tayyip Erdoğan, CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce‘nin “Erdoğan, partisini kurarken icazet almak için Pensilvanya’ya gitti” iddiaları üzerine suç duyurusunda bulundu, ayrıca tazminat davası açtı.

Erdoğan, konuyla ilgili olarak “Cezaevinden çıktıktan sonra biz kime gittik biliyor musun? Pensilvanya’ya değil, halkımıza gittik ve 81 vilayette dev bir kamuoyu araştırması yaptırdık. 42 bin donörle görüşme yaptık. O bilimsel görüşmenin sonucunda amblemimize varıncaya kadar, adına varıncaya kadar, partimizin kurulmasının gereğini, milletimizden aldığımız icazetle kararını verdik. Ey İnce, biz bir yerlerden gelen talimatla değil, milletimizden aldığımız talimatla bu adımı attık.” dedi.
***
Erdoğan‘ın parti kurmadan önce Pensilvanya’ya gittiği iddiasını, Muharrem İnce ispatlamalıdır. Fakat bugün herkes kabul ediyor ki, Pensilvanya’da ikamet eden Fetullah Gülen, önceleri, NATO programı olan komünizmle mücadele çerçevesinde ve Türk istihbarat birimlerinin kontrolünde çalışırken, sonraları CIA kontrolüne girmiştir.
Siz bu süreçte, hiçbir resmi sıfatınız olmadığı halde doğrudan ABD yetkilileriyle, Yahudi kuruluşlarının liderleriyle hatta daha da ötesi İstanbul’da görevli CIA ajanları ile görüştüyseniz ve bu görüşmeler, o günlerde basında yer aldıysa, partiyi kurmadan önce Fetullah Gülen ile görüşüp görüşmemenizin bir kıymeti harbiyesi olabilir mi?
***
Erdoğan, “Şimdi ispat edeceksin, söyleyeceksin. Ben Pensilvanya’ya gitmişsem kimle gitmişim? Söyle bakalım, ispat et. Yanımda birileri varmış. Kim varmış? İspat et. İspat etmezsem namertsin” diye iddialı konuşuyor.
İyi de 1996 yılında Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı’nda Graham Fuller ile görüşen Abdullah Gül değil miydi?
Daha Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı iken, ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz ile görüşen, Graham Fuller ile temasa geçen, Amerika’nın Adana Konsolosu Elizabeth Shelton, İstanbul Başkonsolosu Caroline Hagins, ABD Büyükelçilik Müsteşarı Silwer Lawrens ve CIA görevlisi Kenny Bob ile görüşen Tayyip Erdoğan değil miydi?
AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail büyükelçisi David Sultan ile görüşen kimdi?
***
Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ, “Öteden beri Türkiye’yi uydusu gibi görmek isteyen ülkeler var. Onlar bu şahlanışa, bu dik duruşa engel olmaya çalıştılar. Darbe teşebbüsleri yaptılar, muhtıralar verdiler, ortalığı yakıp yıktılar, terörü azdırdılar” diyor.
Doğru da, Türkiye’de rejimi değiştirmek için, ABD ve AB ile iş birliği yapan, hatta “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınan” kimdi?

  • Hem daha AKP kurulmadan hemen önce, ABD’deki temaslardan sonra
    bir lobi şirketi üzerinden gönderilen gizli belgeyi parti programı yapan kimdir?

Ve bütün bu programlar gereği, Türkiye’nin de haritasını değiştiren Büyük Orta Doğu Projesi Eş Başkanlığı görevi verilen kimdir?
Bunlar da millet iradesinin gereği miydi?
Şimdi, aynı oyunu, muhalefet üzerinden oynuyor olabilirler.
Fakat önce başımıza gelenleri doğru tespit edelim!
Türkiye’de artık Kemalizm’in modasının geçtiğini ve Fazilet Partisi’ndeki “Yenilikçi Hareket”in “Ilımlı İslâm”a liderlik yapacağını söyleyen, yani icazet veren Graham Fuller değil miydi? Tabii ki milletin eğilimlerini de ölçerek böyle diyordu ama sonuçta siyasi yasakları ortadan kaldıran da ABD Büyükelçisi değil miydi?
***
Recep Akdağ, “Birbirine benzemez 2-3-4 grubun bir araya gelmesinin bu ülkenin geleceği açısından bir faydası olmayacağı açıktır.” diyor. Peki, Türk milliyetçilerinin partisi ile her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına alanların partisi birbirine çok mu benziyor acaba? Bunun ülkenin geleceğine ne faydası olacak? AKP ve MHP bu konuyu izah edemediği için halk muhalefete yöneliyor!
================================================
Dostlar,

Teşekkürler Sayın Arslan Bulut‘a…
Nefis bir değerlendirme.
Daha önce köşesinde yazdığı halde bu kez biraz kapalı geçerek, AKP’nin programının ABD’de CFR / Rand Corporation tarafından 2001’de yazıldığını es geçmiş :

“..Esasen AKP’nin kendisi de bir projedir, programı ise dünyayı yöneten Dış İlişkiler Konseyi (CFR) yazılımıdır…” (Arslan Bulut, “Açılımın Şifreleri”, Bilgeoğuz Yayınevi, İst. 2010, Kitabın arka kapağı.

Açılımın Şifreleri ile ilgili görsel sonucuArtık mızrak çuvala sığmıyor…
Gerçeklerin, er ya da geç, bir yolunu bularak ortaya çıkma inadı – huyu – alışkanlığı – kararlılığı… var’!
Ayırca, ne denli yok ettiğinizi düşünürseniz düşünün, önemli belgelerin başka yerlerde örnekleri bulunuyor, yeri – zamanı geldiğinde ortaya çıkıveriyor – servis ediliveriyor..
AKP = RTE için -ve de MHP- çember giderek daralıyor..
Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste..

Ya da; emperyalizm böyle kullanır kullanır, vadesi tamam olunca da sümüklü mendil gibi çöpe atar..

Sevgi ve saygı ile. 30 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Gülen’i ziyaret eden 7 AKP’li, yeniden aday!

Gülen’i ziyaret eden 7 AKP’li, yeniden aday!

BİRGÜN, 05.05.2018
https://www.birgun.net/haber-detay/gulen-i-ziyaret-eden-7-akp-li-yeniden-aday-214715.html 

AKP’li milletvekilleri, 2012’de Boston’da Gülen cemaati tarafından organize edilen ‘Kültür Günleri’ programına katılmış, o tarihte 12’si de milletvekili olan grup Pensilvanya’ya da giderek Fetullah Gülen ile de görüşmüştü. Birlikte ikindi namazı kılan vekiller, hatıra fotoğrafı da çektirmişti. Ziyarette kadın vekillerin başlarını kapatmaları da dikkat çekmişti.

Ziyarete giden adlardan 4’ü dışında öbürleri 2015’te yapılan iki seçimde liste dışı kalmıştı.

Pensilvanya’ya giden milletvekillerinden İlknur İnceöz, Vedat Demiröz, Bayram Özçelik ve İsmail Tamer halen Milletvekili bulunuyor ve dördü de yeniden aday oldu.

Fotoğraftakilerden AKP Giresun eski Milletvekili Adem Tatlı; AKP Siirt Eski Milletvekili Arif Demikıran , AKP Tokat eski Milletvekili Dilek Yüksel, AKP Trabzon eski milletvekili Safiye Seymenoğlu ise adaylık başvurusu yapmadı. Fotoğraftaki bir başka eski AKP’li milletvekili Ahmet Öksüzkaya ise 15 Temmuz’dan sonra FETÖ’den arandığını öğrenince yurtdışına kaçmıştı.
============================================

CHP lideri, Erdoğan'a meydan okudu

ALB. MUSTAFA ÖNSEL : FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI

FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI;
SON 16 YILIN FETÖ ve ERKETE ORTAKLARI’NIN KAHPELİK TARİHİ’NDEN ”KISA” BİR KESİT

http://www.toryburch-inc.net/wp-content/uploads/2016/10/gule-muhafiz-alay-komutani-fetocu-dedik-ama-580218e3026d3.jpg

E. KUR. ALB. MUSTAFA ÖNSEL

(Bilgiler, cezaevinde kaleme aldığım Silivri’de Firavun Töreni isimli kitaptan derlenmiştir. )

ODATV (30.09.2017)

Bu yaşananları bilmeden Fetullahçı Çete’nin ne yaptığını anlayamazsınız.

Önceki gün Odatv’de Balyoz davası kapsamında kumpas kurularak tutuklanan NATO’daki subaylardan bahsetmiştim. Tıpkı diğer isimli davalarda olduğu gibi Balyoz’da da kin ve intikam duygularının hukuka galebe çaldığı, kamuoyunun malumudur. Balyoz davasında hiçbir şey görüldüğü gibi değildir. Yine bu davada “tesadüf”lerin nasıl kutsal metinler gibi karşımıza çıktığını anlatmaya devam edeyim. Bu anlamda sayılarla ilgili örnekler vererek asrın iftirası “Balyoz Davası”nın nasıl yürütüldüğünü ifade edeyim. Biliyorsunuz bizler, CMK’nın 250. maddesi kapsamında terör suçlularının yargılandığı maddeden yargılandık. Tutuklu sanık sayısı nedir biliyor musunuz (2012 yılı itibarıyla)? Tam 250 kişi.

Temmuz 2010’da mahkeme, içerisinde benim de bulunduğum 102 sanık hakkında, hukuksuz bir biçimde, yakalama emri çıkartıldı. Peki, 102 rakamı bize neyi hatırlatıyor? Fetullah Gülen ile ilgili daha önce başlatılmış olan soruşturmada ki şüpheli sayısı olan 102’yi. 11 Şubat 2011 günü; Balyoz (1) davasında mahkeme, 163 kişi hakkında tutuklama kararı verdi. Bu sayı bize neyi hatırlatıyor? 765 sayılı eski TCK’da ki irtica ile ilgili 163. maddeyi.

Balyoz (2) ile ilgili, hakkında dava açılan sanık sayısı ne kadardır? 28 kişi. Peki, bu size neyi hatırlatıyor? Meşhur 28 Şubat’ı. Sonrasında Balyoz 3’ten de tamamı 143 kişiye dava açıldı. Bu sayıda da bir keramet aradık, çünkü sanık sayısı daha da fazla olabilirdi. Kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilen bir kısım personelle, sanık durumunda olanların arasında herhangi bir fark yoktu. Yaptığımız incelemede bir başka sayıya ulaştık ve 143’ün kerametini çözdük. Şöyle ki; Balyoz 1’de 196 kişi, Balyoz 2’de 28 kişi, Balyoz 3’te 143 kişi yargılanıyor. Bunun toplamı ne kadar ediyor? 367

Peki, 367 sayısı bize neyi hatırlatıyor? “Sözde değil özde Atatürkçü Cumhurbaşkanı” söylemleri arasında, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı seçiminde kriz çıkartan meclis yeter sayısını. Bunlara; sayıların gücü mü, hukukun gücü mü, bir başka güç mü, yoksa tamamen “tesadüf” mü diyelim? “Balyoz Davası”nda “tesadüfler” biter mi? O kadar çok ki. Biz birkaç tanesini daha vermekle yetinelim.
***
Ege’de; “Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıkların”, geçirdiği ekonomik kriz nedeniyle elindeki bazı adaları kiralamaya çalışan Yunanistan tarafından işgal edildiğine ilişkin haberlerin doğru olup olmadığı, 2012 yılı içerisinde bir soru önergesi ile Dışişleri Bakanı’na soruldu. Dışişleri Bakanı, verdiği yazılı cevapta işgalin olduğunu zımnen kabul etti.

  • Evet, Ege’de; Koyun, Hurşit, Fornoz, Eşek, Nergizcik, Bulamaç, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardacık ile Akdeniz’de Gavdos, Dhia, Dionisades ve Koyfonisi adaları Yunanların fiili işgali altındadır.

Hâlbuki dün (1996 yılında), bırakın adaları ve adacıkları, Kardak Kayalıkları için Yunanlılarla savaşın eşiğine gelmiş, bir oldubittiye asla sessiz kalmayacağımızı göstermiştik. Ne oldu da geçen 16 yıl içerisinde Yunanlılar, bırakın kayalıkları, adaları bile ellerini kollarını sallayarak işgal edebiliyorlar? Unutmadan ifade edeyim ki, 16 yıl önceki kararlılık gösterisinde, Kardak’a çıkan 2 SAT (Su Altı Taarruz) Tim Komutanı da “Balyoz ve Poyrazköy” iftiralarından, Hasdal Cezaevinde çile doldurdular. Bunlardan Ercan Kireçtepe yaklaşık 6 yıl, Ali Türkşen ise 3,5 yıl tutuklu kalmıştır.

Sadece bu kadar mı? Hayır! Balyoz 3’ten tutuklanarak içeri tıkılan bir savaş pilotu var. Adı Namık Sevinç. Kurmay Albay. SAT Komandoları Kardak Kayalıklarına çıkmadan önce ada üzerinde keşif yapması istenir kendisinden. Namık albayın o zamanki rütbesi üsteğmendir. Ada üzerine geldiğinde gördüğü manzara karşısında çok öfkelenir. Çünkü Yunan komandoları adalardan birini işgal etmişler ve Yunan bayrağı dikerek güya egemenliklerini ilan etmişlerdir. Namık Üsteğmen dayanamaz ve komandoların bulunduğu yere dalış yapar. Birçok açıdan büyük risk taşıyan bu dalışın amacı, Yunanlıları korkutmak, asıl önemlisi de çok kısa bir direğe çekili olarak yere sabitlenmiş olan ve egemenliği temsil eden Yunan bayrağını alaşağı etmektir.

Dalar Namık Üsteğmen, birkaç metre yere kadar koca uçakla. Yunanlılar bu delicesine dalış karşısında kendilerini son anda yere atarlar. Ama bayrak direğine çarpan uçak, direği devirir. Yunanlar o dalıştaki cesaretten bu adada fazla kalamayacaklarını anlamışlardır aslında. Bu olaydan yıllar sonra Namık Sevinç, hiçbir geçerli kanıt olmadan Balyoz Davası kapsamında tutuklanıp, 16 yıl ceza almıştır.

Yine Kardak’a müdahale sırasında helikopteri düşen ve yaralı olarak kurtarılan Üsteğmen Halil Vecihi İyigün, sonraki yıllarda Albay rütbesine yükselecek ve Van İl Jandarma Komutanı olacak, o da, teröristleri teslim aldıktan sonra öldürdüğü iftirası ile tutuklanıp Sincan Cezaevine kapatılacaktır (2 yıl yattıktan sonra beraat etti).
***
1996 yılında, yani Kardak Krizi ile beraber, Genelkurmay bünyesinde Yunanistan-Kıbrıs Daire Başkanlığı kurulur. Amaç; Yunanistan ve Kıbrıs ile ilgili, Türkiye’nin menfaatleri doğrultusunda stratejik çalışmalar yaparak, Dışişleri Bakanlığı’na tekliflerde bulunmaktır. Yunanistan’da da Türkiye ile ilgili bir masa vardır. Ve bu masada; yaklaşık 1.500 kişiden oluşan, içlerinde asker ve akademisyeninden, istihbaratçısına kadar pek çok uzmanın bulunduğu bir kadro görev yapmaktadır.

2012 yılında; Yunanlar, adaları sessiz sedasız ve tepkisiz bir şekilde işgal ederken, Genelkurmay da, sessiz sedasız söz konusu Daire Başkanlığını kapattı biliyor musunuz? Bu Daire Başkanlığı, memurlar da dâhil, en fazla 10 kişinin çalıştığı Şube Müdürlüğü seviyesine düşürüldü. Peki, söz konusu Daire Başkanlığını kuran ve görev yapanların başına neler geldiğini biliyor musunuz?

Anlatayım; asrın iftirası “Balyoz Davası” kapsamında; emekli amiraller Kadir Sağdıç, Deniz Kutluk, Özer Karabulut, Mücahit Şişlioğlu, Fikret Güneş Silivri Cezaevine; Koramiral Can Erenoğlu, Tümamiral Ali Semih Çetin ile Kurmay Albaylar Ümit Metin, Hüseyin Hançer, Derya Ön, Ali Türkşen, Hakan Mehmet Köktürk, Berker Emre Tok ise çeşitli askeri cezaevlerine tıkıldılar. Bunların hepsinin rastlantı olduğunu düşüneniz var mı bilmiyorum?
***
Yukarıda isimleri geçenlerin hepsi denizci. Denizcilerle ilgili bir ilginç rastlantı daha var. Yeri gelmişken onu da paylaşalım. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Genel Plan Prensipler Başkanlığı; özellikle Karadeniz, Ege Denizi ve Akdeniz’deki ulusal çıkarlara odaklı stratejinin oluşturulduğu bir yerdir. Bu Başkanlık; Karadeniz’e çıkış için Montrö Antlaşmasını delmek isteyen ABD’ye, Ege Denizi’nde Yunan oldubittilerine ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC’nin menfaatleri aleyhine Münhasır Ekonomik Bölgelerde doğal gaz aramalarına karşı uygulanan politikaların dış işleri ile koordineli planlamasını yapan ve bu politikaların uygulanmasını takip eden, bu anlamda çok önemli bir başkanlıktır.

Özellikle de Karadeniz’de sancak dolaştırmak isteyen ABD’nin en çok canını sıkan birim burasıdır. Yeri gelmişken bir bilgi vereyim: ABD’liler, dünyada hâkim olamadığı tek deniz olan Karadeniz’e bu nedenle ne demektedir biliyor musunuz? “Kara Delik.” ABD, bunun en büyük müsebbibi olarak Türk Deniz Kuvvetlerini görmekte, bunu da çeşitli uluslararası platformlarda dile getirmektedirler. Sonra ne olur biliyor musunuz? Burada görev yapan ve yukarıda belirttiğim politikalar doğrultusunda hareket edip, bu anlamda asla taviz vermeyen amiral ve subayların hepsi isimli davalar kapsamında tutuklandılar.

Asrın iftirası “Balyoz Davası”nda ilk tutuklananlar arasında bulunan ve tutuklandığında söz konusu Genel Plan Prensipler Başkanı konumunda bulunan Tümamiral Ramazan Cem Gürdeniz başta olmak üzere, aynı başkanlıkta çeşitli tarihlerde görev yapan amiraller; Can Erenoğlu, Lütfü Sancar, Kadir Sağdıç, Aydın Gürül, Deniz Kutluk, Engin Baykal, Serdar Okan Kırçiçek ile albaylar; Mehmet Örgen, Ender Kahya, Alpar Karaahmet, Dora Sungunay ve Bayram Ali Tavlayan çeşitli cezaevlerinde 2 ila 4 yıl arasında çile doldurdular ve tasfiye edildiler.
***
PKK ile mücadelede simgeleşmiş o kadar çok jandarma ve karacı subay vardır ki Balyoz’dan cezaevine konulan. Hepsini saymayalım. Kamuoyuna mal olmuş bir kaçından bahsedelim yeter. Bu sembol isimlerden biri Jandarma Albay Cemal Temizöz. Cizre’yi teröristten temizlemenin karşılığını, hem oradaki olaylardan, hem Balyoz’dan hakkında dava açılarak 5 yıldan fazla cezaevinde yatarak almıştır. Kamuoyunda A. Öcalan’ı sorgulayan subay olarak tanınan Jandarma Albay Hasan Atilla Uğur Ergenekon’dan yaklaşık 6 yıl cezaevinde kalmıştır.

Yine A. Öcalan’ın kaldığı adanın sorumluluk açısından bağlı olduğu Bursa Jandarma Bölge Komutanlığından Bölge Komutanı Tuğgeneral Levent Ersöz hem Ergenekon hem balyoz; orada kurmay başkanlığı görevinde bulunan bendeniz Mustafa Önsel ve Kurmay Albay Murat Özçelik Balyoz’dan 4 yıl cezaevinde kaldık.

Son olarak, PKK’nın 1984 yılında Eruh ve Şemdinli’deki baskınlarına değinelim. Malum PKK bu ilk saldırılardan sonra kuruluşunu açıklamış ve kanlı saldırılarını başlatmıştır. Saldırıya uğrayan ilçelerde yeterli kuvvet yoktur. Komşu şehirlerden takviye gönderilir hemen. Bakın takviyeye giden birliklerin başında kimler vardır? Sonradan general olacak olan, o an için tanışmayan, biri jandarma, diğeri karacı olan iki subay. O zaman için üsteğmen olan Ali Aydın Yüksekova’dan Şemdinli’ye, O zaman yüzbaşı olan İhsan Balabanlı ise Siirt’ten Eruh’a intikal ederek PKK’lı teröristlere müdahale ederler.

Eh onlar da yıllar sonra (27 yıl) cezaevinde buluşacak ve orada tanışacaklardır. Bu kadar olamaz diyorsunuz değil mi? Elin oğlu “not alıyor” sonra gereğini yapıyor, yaptırıyor. Maalesef diyelim ya da “tesadüf” deyip geçelim ne dersiniz. İsimli davalar toplum tarafından neden- sonuç ilişkisiyle tam olarak anlaşıldığında bugünleri anlamak daha kolay olacak.
***
Bu kumpasları emperyal istekler doğrultusunda gerçekleştiren Fetullahçı çetenin 15 Temmuz’da kendi halkına ateş açacak kadar çılgınlaşabileceği anlaşıldı. Bugün bazı şeyler biraz daha iyi anlaşılıyor sanırım. Zararın neresinden dönülürse kardır demişler. Fetullahçı çetenin dışarıda kalanları, sahte isimlerle özellikle sosyal medyada hala iftiralarına devam ediyorlar, onların tabiatı bu da; ben bunlarla mücadele ediyorum deyip hala, “Balyoz da (Mahkeme kararı olmasına rağmen) Ergenekon da yok diyemeyiz” diyen yetkilileri anlamaya, beyin kıvrımlarındakini bulmaya çalışıyorum. Ama…

Eski GIRGIR dergisinde Zihni Sinir tiplemesi vardı. O tiplemenin üretimi bir bulmaca gibi…

Not: Bilgiler, cezaevinde kaleme aldığım Silivri’de Firavun Töreni isimli kitaptan derlenmiştir.

Odatv.com
=================================
Dostlar,

İbretlik bir yazı.. Tarihe not düşüyor.
Ergenekon – Balyoz başta olmak üzere kumpasları emperyal istekler doğrultusunda gerçekleştiren Fetullahçı çetenin mağdurları mutlaka yazmalı yaşadıklarını. Bunlar birbirini doğrulayacak – yanlışlayacak ve tarihçiler hükümlerini kanıtlara dayalı olarak nesnellikle verebileceklerdir. Gelecek kuşaklar açısından vazgeçilmez bir çabadır söz konusu olan.

Sn. E. KUR. ALB. MUSTAFA ÖNSEL‘e hem geçmiş olsun diyoruz hem de ülkemize hizmetleri için kendisine şükranlarımızı sunuyoruz. 

Yargı süreçlerinin Yansız ve Bağımsız yürümesi, her şeye karşın mutlaka adil işlemesi ve suçlu bulunanların hak ettikleri cezalara çarptırılmaları doğal – haklı – tarihsel beklentimizdir.

Sevgi ve saygı ile. 01 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Fethullah Gülen’e gıyabi tutuklama ve Kırmızı Bülten

Fethullah Gülen’e gıyabi tutuklama ve
Kırmızı Bülten

Mahkemenin kabul ettiği iddianameye göre;

– Örgütün Adı: FETÖ/PDY
– Kurucusu ve Yöneticisi: Fetullah Gülen
– İşlediği suç : “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs”,
“Silahlı Terör Örgütünü kurmak ve yönetmek”
– İstenen ceza: Ağırlaştırılmış müebbet ve 52 yıl 6 aya kadar hapis
– Toplam şüpheli sayısı: 69

Gülen Cemaati lideri Fethullah Gülen‘in yanı sıra 22 Temmuz Operasyonu’nun 3. dalgasında gözaltına alınan eski İstanbul Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı’nın da aralarında bulunduğu
69 şüpheli hakkında hazırlanan 1453 sayfalık iddianame kabul edildi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, yurtdışında bulunan sanıklar Fetullah Gülen ve yardımcısı olduğu iddia edilen Sinan Dursun için gıyablarında (AS: yokluklarında) tutuklanma kararı verdi. Mahkeme Gülen ve Dursun hakkında ayrıca Kırmızı Bülten çıkarılmasına da hükmetti.

İLK DURUŞMA 6 OCAK’ta

Duruşma günlerini 6-7-8 ve 11 Ocak 2016 olarak belirleyen mahkeme kurulu, duruşmanın nerede yapılacağı konusunda ise henüz bir karar almadı. Mahkeme kurulu, 1453 sayfalık iddianamenin okunması için 2 spikerin TRT İl Müdürlüğü’nden istenmesine hükmetti.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, oğlu Bilal Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan‘ın da aralarında bulunduğu
8 şikayetçi yer alıyor. İddianamede Başbakan Ahmet Davutoğlu ile birlikte 27 kişi ise
mağdur olarak bulunuyor.

HAPİS İSTEMLERİ
Örgüt lideri olmakla suçlanan Fethullah Gülen ve yardımcısı olduğu belirtilen Sinan Dursun’un, “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen (AS: bir ölçüde) veya tamamen (AS: tümüyle) engellemeye girişim”,

“FETÖ/PDY (Fethullah Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması) Silahlı Terör Örgütünü kurmak ve yönetmek”, “Gizli kalması gereken bilgileri, siyasal casusluk amacıyla elde etmek” suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapsi ve 37 yıl 6 aydan 52 yıl 6 aya dek hapsi istendi. İddianamede, örgüt yöneticisi olmakla suçlanan eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hamza Tosun, eski İstanbul Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı, eski Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdür Yardımcısı Kazım Aksoy ve eski Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdür Yardımcısı Yasin Topçu hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 162,5 yıldan 338 yıla kadar hapis cezası talep edildi. Örgüt üyeliğiyle suçlanan öbür şüphelilerin de 7,5 yıldan 330 yıl 6 aya dek hapisleri istendi.

GÜLEN’E 14 ARALIK İDDİANAMESİNDE DE 235,5 YIL HAPSİ İSTENMİŞTİ

14 Aralık soruşturmasında da, aralarında Fethullah Gülen, Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca ve eski emniyet müdürlerinin de bulunduğu 10’i tutuklu 33 sanık hakkında da dava açılmıştı. Gülen için, “Silahlı terör örgütü kurmak‘ ve ‘Zincirleme nitelikli resmi belgede sahtecilik‘ suçlarından 70 yıldan 235,5 yıla dek hapis cezası istenmişti. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, davanın ilk duruşmasını 22-24 Aralık 2015 tarihi olarak belirlemişti. Yine Fethullah Gülen’in gıyabında tutuklanmasına ve hakkında kırmızı bülten çıkarılmıştı. İddianamede
69 şüpheli yer alıyor. Bir numaralı sanık Fethullah Gülen. Bir numaralı sanık Fetullah Gülen ile yardımcısı Sinan Dursun hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Mahkeme, Gülen ve Dursun hakkında Kırmızı Bülten çıkarılması amacıyla Adalet Bakanlığı’na yazı yazılmasına da hükmetti. (YURT Gazetesi haber kapısı, 19.10.15)

===================================

Dostlar,

Seçime 10-12 gün kala bu bu manevraya ne demeli??
Fethullah Gülen’in gıyabında tutuklanması ve kırmızı bülten çıkarılması kararı daha önce çıkarılmıştı.. Aradan geçen aylar içinde ne yapıldı?? Bir seçim yatırımı daha..
AKP – RTE mağduru oynayacak bir de bu gerekçe ile..
1 Kasım 2015 seçimleri yaşamsal… Ne denli cephane varsa hepsi ateşleniyor..

AKP seçim tutanakları:
Her duyguyu sömürdük; bu seçim son şansımız

Nokta Dergisi‘nin yayımladığı AKP seçim tutanaklarına göre; TBMM AKP Grup Başkan Vekili Mahir Ünal, toplumun sorunlarının 13 yılda değiştiğini ve AKP’nin eski sorunları
bir hal yoluna soktuğunu söyledikten sonra,

– “Bunu yaparken elimizde bir pipet, toplumdaki her duyguyu sömürdük.
Buna psikolojide ‘duygusal vampirlik’ deniliyor” ifadesini kullanıyor.
Tüm metni aşağıdaki erişkeden okuyabilirsiniz..
(Nokta_Dergisi_AKP_Gunlukleri2_20.10.15)

Dileriz halkımız aklını başına toplar ve bunca kan – revanın politik sorumlusundan
1 Kasım 2015 seçimlerinde gerekli hesabı sorar..

Sevgi ve saygı ile.
20 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com