Etiket arşivi: eşsiz liderimiz Atatürk

AKP-HDP BULUŞMASI

Suay Karaman

Kasım ayı başında adalet bakanı, genel başkan yardımcısı ve grup başkanvekilinden oluşan AKP heyetinin, türban konusundaki anayasa değişiklik paketi için HDP ile görüşme yapması, siyaset sahnesinde hararetle konuşulmaya başlandı. Daha önceleri açılım yaptıkları HDP’ye şimdilerde terörist diyen AKP’nin, çıkarları kesişince HDP’ye sarıldığı görülmektedir. Bu konuda olumlu ve olumsuz eleştiriler yapılmaktadır. 

24 Haziran 2018 genel seçimlerinde %11,7 oranında oy alan HDP, üçüncü parti olarak TBMM’de 67 milletvekili ile temsil edilmiştir. Ancak HDP, üçüncü parti olmasına karşılık asla Türkiye partisi olamamıştır. Çünkü söylemleriyle ve eylemleriyle PKK terör örgütünün TBMM’deki uzantısı bir görünüm çizmektedir. Hiçbir HDP yöneticisi, PKK için ‘terör örgütüdür’ diyemiyor. HDP içindeki bazı milletvekillerinin PKK terör örgütüyle ilişkileri ortaya çıkmıştır, bazı yöneticilerinin bebek katili Öcalan için söyledikleri belleklerdedir. Şeyh Said, Seyit Rıza (AS: çekince koyuyoruz), Said Nursi gibi vatan hainlerini el üstünde tutmaktadırlar; adlarını caddelere, parklara vermekte sakınca görmemektedirler. 

2 Kasım Çarşamba günü grup toplantısında HDP eş genel başkanı Pervin Buldan, “Cumhuriyet, 100 yıllık bir yıkım projesidir” diyerek, cumhuriyet yıkıcılarıyla, şeriatçılarla aynı yerde durduklarını bir kez daha göstermiştir. HDP’ye bakanlık vermeyi düşünen CHP, Pervin Buldan’ın bu sözlerine sessiz kalmıştır. Ulusal ve resmi bayramlarda yer almayan, Anıtkabir’i ziyaret etmeyen HDP yönetimi, cumhuriyet düşmanlarıyla birlikte olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak TBMM’de hakkı olmadan milletin vergileriyle verilen paraları almakta da bir sakınca görmemektedir. 

HDP;
– 24 Nisan 1915 tarihini planlı bir etnik kimlik ve inanç soykırımı olarak değerlendirerek, sözde Ermeni soykırım iddialarını desteklemektedir ve konu hakkında açıklama yapmaktan, eylemde bulunmaktan çekinmemektedir.
– Benzer biçimde 19 Mayıs Pontus Rum Soykırımı anma günü diye açıklamalar yapmaktadır.
– Dağlık Karabağ işgalinde Ermenistan’ın, Kıbrıs sorununda Yunanistan’ın yanında yer almaktadır.
– Irak ve Suriye’deki işgallerde ABD’yi savunan bir parti, Türkiye’nin partisi olamaz.
 

Doğunun neden kalkınmadığıyla ilgili hiçbir söylemi olmayan, şeyhlik, ağalık düzeninin bitirilmesinden söz etmeyen, toprak ve tarım reformunu dile getirmeyen, yoksul köylüyü sömüren ve ezen HDP, Kürt milliyetçiliği yaparak emperyalizme hizmet etmektedir. 

Eşsiz liderimiz Atatürk‘e karşı tavır takınan HDP, şovenizmin bataklığındadır ve kendilerini Türk Milletinin unsuru olarak görmemektedir. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı için ‘it sürüsü’ diyen HDP’nin nerede durduğu bellidir. Tüm bu söylem ve eylemleriyle HDP, asla Türkiye partisi, asla halkın partisi, asla yoksulun partisi, asla demokrasi yanlısı bir parti olamaz; şiddet yanlısı bir parti olarak kalmaya mahkûm olacaktır. 

Bugün Anayasa Mahkemesi’nde hakkında kapatma davası açılan HDP, yasal bir siyasal partidir ancak meşru değildir. Çünkü bugüne kadar elli binden fazla insanımızı öldüren PKK terör örgütünün siyasal kanadı olarak hareket eden, terör ve terör örgütü ile arasına mesafe koyamayan, cumhuriyetin değerlerine saldıran HDP, hukuk devletinde asla meşru olarak kabul edilemez. 

Ülkemizin bölünmesi için emperyalist güçler tarafından bilinçli biçimde
icat edilen ‘Kürt sorunu’ ifadesinin kullanılması,
Kürt kökenli yurttaşlarımızı ötekileştirip hedefe koymaktadır;

  • Kürt kökenli yurttaşlarımız da ülkemizin eşit ve onurlu yurttaşlarıdır.

Ülkemizde Kürt sorunu yoktur, Kürtçülük ve PKK terör örgütü ile siyasal uzantılarının sorunu olduğunu açıkça ortaya koyamazsak, emperyalizme maşa olduğumuzun da farkına varamayız.

Kürt kökenli yurttaşlarımız ile PKK terör örgütünü ve HDP’yi bir tutmak, ülkemize yapılan kötülüklerin başında gelmektedir; bu çok büyük bir yanlıştır.

Bütün Kürt kökenli yurttaşlarımızın oylarını HDP’ye verdikleri de doğru değildir. Yetmez ama evet diyen aydın insan taklitleri de, liboşlar da, kendilerini solda gören tatlı su entelleri de HDP’ye oy vererek, bilinçsizce bu partiye destek olmuşlardır. 

Yıllar önce Oslo’da PKK terör örgütüyle görüşen, Habur’da çadır mahkemeleri kuran ve açılım yapan AKP için, yeniden HDP ile görüşmek normaldir çünkü her ikisi de cumhuriyet düşmanlığında buluşmaktadır. MHP’nin de bu görüşmeyi onaylaması doğaldır çünkü emperyalizmin emrinde olanlar, verilen görevleri yerine getirmektedir. Terör örgütünün uzantısı denilen bir partiyle görüşmek ve destek istemek, siyasal fırsatçılık ve tutarsızlıktır. İşte yapılan tutarsız siyaset ile dün doğru olan bugün yanlış, dün yanlış olan bugün doğru olabiliyor. Yanlışlar ve doğrular siyasal gereksinimlere göre her an değişiklik gösterebiliyor. Böylece siyasetçilere olan güvenilmezlik algısı da topluma yerleşiyor. 

Yıllardan beri HDP, muhalif kesim tarafından sürekli şımartılan, normalleştirilmeye ve meşrulaştırılmaya çalışılan, Atatürk ve cumhuriyet karşıtı değilmiş gibi gösterilen, AKP’den farklıymış gibi davranılan bir partidir. Bağımsızlıktan, aydınlanmadan, cumhuriyetten, ulusallıktan, eşitlikten yana olmayan, feodalizme karşı durmayan, emperyalizmin güdümünde kimlik siyaseti yapan HDP ile ortak değerlerde buluşulamaz. Kısaca cumhuriyet düşmanları ile işbirliği yapılarak cumhuriyet kurtarılamaz. Bunu herkesin aklında tutması gerekir.

 Azim ve Karar, 14 Kasım 2022

MÜJDE

Suay Karaman

Laik bir ülkede kabul edilemeyecek şekilde, cuma namazları sonrasında açıklama yapmayı olağanlaştıran AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan, 16 Temmuz 2021 Cuma günü Ayasofya’da basına açıklama yaptı. Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 47. yıldönümü kutlamaları için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gideceğini ve orada KKTC ile ilgili bir müjde vereceğini söyledi.

Tayyip Erdoğan, 19 Temmuz 2021 Pazartesi günü KKTC Parlamentosu’ndaki özel oturumda konuşma yaptı. Kıbrıs Türk Devletinin kuruluşunu gerçekleştiren Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş gibi kahramanlar ile Kıbrıs Barış Harekâtının mimarı Bülent Ecevit’i anmadan yaptığı konuşmasının içeriği boş ve anlamsızdı. Açıklanan müjdenin, KKTC’de Cumhurbaşkanlığı sarayı, meclis binası ve millet bahçesi yapmak olduğu görüldü. Müjde olarak açıklananlar, KKTC’de beklentileri karşılamadı çünkü KKTC’nin en önemli sorunu bina yapımı değildir. Günün anlam ve önemiyle hiçbir ilgisi olmayan bina işinin, KKTC’nin sorunlarını çözmeyeceği bellidir. Bina yapım işi yalnızca kimi ayrıcalıklı ve yandaş şirketlere kazanç sağlamaya yarar. Sanki bu binalar zamanında yapılmış olsaydı, KKTC’nin sorunları bitecek miydi?

KKTC’nin bağımsız ve özgür bir devlet olarak tanınması için çalışma yapılması gerekirken, bina yapımı, işin sulandırılması anlamındadır. İşi bina yapımına getirmek, öbür devletlerin KKTC’yi tanımasını zorlaştırır. Bunun yanında KKTC’deki soydaşlarımızın geleceği de çok önemlidir. Bu konuları yok sayıp, bina yapımını öne çıkartmak, açıkça toplumla dalga geçmek anlamına gelmektedir.

KKTC’deki bina yapımı için Türkiye’nin 14 milyon TL bütçe ayırdığı bildirildi. Bu kaynağı üretim için harcamak, eğitim ve sağlık için kullanmak gerekirken, bina yapımında kullanmak yanlıştır. Barış harekâtının üzerinden 47 yıl, Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulmasının üzerinden 46 yıl, KKTC’nin kurulmasının üzerinden 38 yıl geçmesine karşın halen elektriğin bir bölümü Rum kesiminden sağlanmaktadır. Bu gibi sorunlara çare bulamayanlar, işi bina yapımına indirgemektedirler. Bunlarla KKTC güçlendirilmez, yalnızca itibarı (AS: saygınlığı) yerle bir edilir. “İtibardan tasarruf olmaz” sloganıyla bütünleşen AKP iktidarı, ülkemizin saygınlığını azalttığı gibi, şimdi KKTC için de aynısını yapacaktır. “İtibardan tasarruf olmaz” derken, kamuda tasarruf genelgesi yayınlamak da, iş bilmezliğin göstergelerinden olduğu gibi, devleti yönetememenin de açık ifadesidir.

20 Temmuz 1974’te yazılan destan ile soydaşlarımız baskıdan ve zulümden kurtarılmış, barış içinde yaşamaya başlamıştır. O gün soydaşlarına ve topraklarına sahip çıkan T.C. Hükümeti vardı, bugün ise soydaşlarını umursamadığı gibi, Ege’deki 20 adamızın işgaline bile ses çıkaramayan bir iktidarla karşı karşıyayız.

  • Lozan ve Montrö Antlaşmalarına sahip çıkamayan AKP iktidarı,
    her konuda olduğu gibi KKTC konusunda da kafaları karıştırmaktadır.

AKP’nin, geçmişte ulusal kahraman Rauf Denktaş’ı nasıl devre dışı bıraktığı ve itibarsızlaştırmaya çalıştığı unutulmamıştır. AKP iktidarının, Annan Planı’nı savunan, iki devletli çözüme karşı oldukları bilinen, bağımsız, eşit KKTC tezine uzak duran önceki cumhurbaşkanları Mehmet Ali Talat ile Mustafa Akıncı’yı desteklediği de bilinmektedir. AKP iktidarının bakışı bugün farklı olsa da, hiçbir sorunun üstesinden gelemeyeceği bellidir.

Bugün KKTC konusunda Türkiye’nin ve Kıbrıs Türkü‘nün beklediği müjde, KKTC’ye bina yapılması değildir. KKTC ile ilgili ve KKTC üzerinden Türkiye’yi de hedef alan emperyalist abluka ile tecridi kıracak başarılardır. İşte bunun en önemli adımını ise KKTC’nin uluslararası alanda tanınmasını sağlayacak başarılar oluşturmalıdır.

Eşsiz liderimiz Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesine sarılarak, KKTC’yi bağımsız ve özgür bir devlet yapmak için el birliğiyle çalışmamız gerektiğini unutmamalıyız. Gerçek müjde ancak bu şekilde sağlanır. Gerisi boş söz ve aldatmadan öteye gitmez.

KURBAN BAYRAMI

Suay Karaman

1400 yıl önceki İslami yaşam biçimini, bugün her yönüyle yaygınlaştırmak isteyen anlayış, laik devlet ilkesi ile çatışmaktadır. Bugün ortaçağ karanlığına dönmek isteyenlerle, çağdaş uygarlıktan yana olanlar arasında süregelen bir çatışma söz konusudur. Atatürk ilke ve devrimlerini, özellikle laikliği kavrayamayan küçük beyinler, günümüzde toplumu din ile kandırarak, karanlığa doğru sürüklemektedirler.

İşin özü, dini yaşanılan çağa göre yorumlamak gerekir. 1982 yılında Müslüman olan Fransız siyasetçi ve yazar Roger Garaudy (1913-2012), İslam dini için şöyle bir yorum yapmıştır:

  • “İslam’ın özü ile o özden yola çıkarak o günün koşullarına göre üretilmiş çözümleri birbirine karıştırmamak gerekir. Ben 1400 yıl öncesinin koşulları içinde konulmuş kurallara uymak için dinimi değiştirmedim. O özü beğendiğim için Müslüman oldum. 1400 yıl öncesinin koşullarına getirilmiş olan çözümleri dahice buluyorum. Ama onların bugün de uygulanmasını savunmayı da aptalca buluyorum.”

Yaşadıkları çağa ayak uyduramayan bazı ilahiyatçılar İslam dinine göre kurbanın, Tanrı’ya yaklaşmak ve rızasına ermek niyetiyle kesilen hayvan olduğunu savunurlar. Bu ilahiyatçılara göre kurban kavramı, çok genel bir adanmışlığı, Tanrı için bireyin her şeyini feda edebilecek olmasını ifade etmektedir. Ancak yaşadıkları çağa uygun düşünen ve kendilerini geliştiren bazı ilahiyatçılar ise, Kuran ayetlerinin hatalı yorumu sonucunda böyle bir uygulamanın yapıldığını, bunun ise tümüyle yanlış olduğunu ileri sürerek, İslam dininde “hayvan kesmek” gibi bir ibadet olmadığını bildirmektedirler.

Çağdaş ilahiyatçılar, Arapça dualar eşliğinde sürdürülen hayvan katliamının, Muhammed Peygamber’in yaşamı boyunca hiç yapılmayan bir uygulama olması nedeniyle din dışı olduğu konusunda fikir birliği içindedirler.

  • Geçmişten gelen bir gelenek olan kurban kesimi, dinsel bir gereklilik değildir.

Gündelik yaşamın dinsel kurallara göre yönlendirilmesi, laiklik ilkesinin çiğnenmesini doğurmaktadır.

Kurban kesmek bir ibadet olarak değil, yoksulun et yemesi olarak düşünülen sosyal yardımlaşmanın bir türü olarak algılanmalıdır. Ancak bu sosyal yardımlaşma unutulmuştur. Yaşadığımız bu çağda kurban kesimleri, hayvanlara işkence anlamına gelmektedir ve bazen katliama dönüşmektedir. Kurban bayramlarında, hayvanlara eziyet ile her türden kötü davranış görülmektedir. Bu nedenle

  • .. kurban bayramı, yüreğinde sevgi taşıyan insanlar için sıkıntılı bir süreç olarak algılanmaktadır.

Türkiye’de Kurban Bayramlarında çok sayıda hayvan kesilmektedir. 2020 yılı verilerine göre ülkemizde yaklaşık üç milyon küçükbaş, bir milyon büyükbaş hayvan kurban edilmiştir. Ülkemizin tarihinde ilk olarak 2010 yılında, daha sonra 2011, 2017, 2018 yıllarında kurbanlık amaçlı hayvan dışalımı (ithalatı) yapılmış ve bu dışalımlara yaklaşık 4 milyar Dolar ödenmiştir. Ülkemiz, kurbanını bile yurtdışından alacak duruma getirilmiştir. Türkiye’yi her alanda dışa bağımlı duruma getiren yanlış politikalar, bugünkü sıkıntılı günlerin ve ekonomik krizin nedenidir. Bu şekilde Kurban Bayramı kutlamanın da mantığı yoktur.

Bayram özünde sevgidir, dostluktur, saygıdır.

Bayram doğayı ve vatanını sevmektir, ulusal değerlerimize sahip çıkmaktır.

Ormanlarına, denizlerine, kıyılarına, topraklarına, doğal güzelliklerine, kadınlarına, çocuklarına, insanlarına, laik cumhuriyetine ve eşsiz liderimiz Atatürk’e sahip çıkamayan bir toplumda bayram kutlamak da ilginçtir.

Bayram, bu olgulara sahip insanlarımız için olmalıdır.
(Azim ve Karar, 19 Temmuz 2021)
========================================
Bizim eklememiz aşağıda..

Dr. Ahmet Saltık
20 Temmuz 2021

LANET

LANET

Suay Karaman 

1991 yılından beri ibadete açık olan Ayasofya, Lozan Barış Antlaşması’nın 97. yıl dönümü olan 24 Temmuz tarihinde yeniden ibadete açıldı. Devletin üst düzey yöneticilerinin katıldığı bu yeniden açılışta büyük gösteriş yapıldı ve yaklaşık 400 bin kişilik irtica destekçisi grubun, hilafet yanlısı gösterilerine sahne oldu.
(AS: Korona salgınının başkaldırmasında önemli bir etken oldu!)

FETÖ’nün baş imamı Adil Öksüz’ün doktora tezinde jüri üyesi olan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, 24 Temmuz 2020’de Ayasofya’da elinde kılıç ile konuşma yaptı (AS: hutbe verdi). Ali Erbaş’ın konuşmasında “vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar” ifadesi ile adını anmasa bile doğrudan büyük kurtarıcımız Atatürk’e yönelik hakaret vardır. Bu konuşmada Atatürk’e lanet okunurken, Kadir Mısıroğlu gibi yeminli cumhuriyet düşmanlarına selam yollandı. Türk Milletinin gözü önünde, ülkemizin kurucusuna yapılan ve büyük öfke ile tepkiye neden olan bu ağır hakaret, genellikle sosyal medyada kınandı. 24 Kasım 1934’te Ayasofya’nın müze yapılmasını “tarihe ihanet” olarak niteleyenlerden sonra, eşsiz liderimiz Atatürk’e “lanet” nitelemesi yapan Diyanet İşleri Başkanı da gelecekte yaptığı hıyanetlerle anılacaktır.

Keşke Yunan galip gelseydi, ne hilafet yıkılırdı ne şeriat”, “Atatürk’le zerre muhabbeti olan kim varsa benim cenazeme gelmesin” diyen Kadir Mısıroğlu’nun destekçisi olan, Fethullah Gülen sevicisi Ali Erbaş, Mustafa Sabri, İskilipli Atıf ve Mustafa Kemal’e idam fetvası veren Dürrizade Abdullah gibi hainlerin peşinden gitmektedir.

Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasında İstanbul’u emperyalist güçlerin işgalinden kurtararak, Türk Milletine armağan eden Atatürk’ten söz edilmemesi, geldiğimiz durumu özetlemektedir.

  • 24 Temmuz 2020’de Lozan Kutlamaları için koronavirüs salgını bahanesiyle Anıtkabir’e giriş yasaklandı,

İzmir, Eskişehir, Muğla başta olmak üzere kimi kentlerde anma etkinliklerine izin verilmedi ama 400 bin hilafet yanlısı, ortaçağ artığı, sefil bir güruhun Ayasofya’ya yürümesine ses çıkarılmadı. Tekbirlerle İstanbul sokaklarında yürüyüşe geçen takkeli, cüppeli, çarşaflı kalabalığın mesajını iyi okumak gerekir: Atatürk’le hesaplaşmak

Ayasofya’daki namaza resmi üniformalarıyla gelen Türk Ordusunun komuta kademesi için söylenecek söz yoktur. Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler, Nur Cemaati’nin kurucusu Saidi Nursi denen akıl hastasının öğrencisi nurcu Hüsnü Bayramoğlu ile Ayasofya’da fotoğraf çektirdi. 29 Ekim 2016 Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar da Hüsnü Bayramoğlu ile sohbet edip, fotoğraf çektirmişti. Bu komutanların Mustafa Kemal’in askeri olduğu söylenemez.

  • Atatürk’ün giydiği üniformayı giyip, Atatürk’e küfredenlerin önünde eğilen, tarikatlara kucak açan sahte Atatürkçü generaller Türk Ordusuna yakışmamaktadır.

Lanet” sözünün yarattığı öfke üzerine gereksiz açıklamalar yapan siyasal iktidar yanlıları ve Diyanet İşleri Başkanı, esas amaçlarını gizlemektedir. Açıklamalarında hiç inandırıcılık yoktur,

  • “Hilafeti kaldırdığı için biz Atatürk’ten nefret ediyoruz.
  • Yeniden din devleti kurup, hilafeti geri getirmek için çalışıyoruz”

diyemedikleri için, sahte sözlerle Atatürk’e sahip çıkmaktadırlar.

Ancak Ortaçağ kafası ile Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetilemediği görülmektedir.

Bu konuşmada sadece Atatürk’e lanet okunmadı; Atatürk’ün kişiliğinde, Türkiye Cumhuriyeti’ nin bağımsızlığı ve Türk Ulusunun Anadolu’daki egemen varlığı da hedef alındı. Bütün bu ihanetlere karşı yılmadan, kararlılıkla mücadele edilmelidir. “Dindarları küstürmeyelim” aymazlığı sonunda, geldiğimiz nokta bellidir: hilafete doğru yol almaktayız.

Ülkemizin kurucusuna lanet okuyanları, dil uzatanları, ihanet edenleri, eserlerini yok edenleri Türk Milleti de, tarih de bağışlamayacaktır. Bu böyle bilinmelidir.

BİRKAÇ TANE

BİRKAÇ TANE

Suay Karaman 

(AS: Yazının sonundaki önemli notumuza mutlaka bakılması ve gereği rica olunur..)

Türkçemizin yazım kurallarında, insanlardan söz ederken “tane” sözcüğü kullanılmaz. Bu basit dil bilgisi kuralı, ilkokulda öğretilmektedir. 22 Şubat 2020 Cumartesi günü İzmir’in Kınık ilçesinde Kuzey Ege Otoyolu açılışına katılan ve konuşma yapan AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan;

  • “Birkaç tane şehidimiz var. Birkaç tane şehidimizin karşılığında yüze yakın orada lejyonerlerden etkisiz hale getirdik. Şehitler tepesi hiçbir zaman boş kalmayacak.” ifadelerini kullandı.

Tayyip Erdoğan’ın “birkaç tane şehidimiz var” açıklamasından sonra, ölümü kamuoyundan gizlenen şehitlerden birinin Albay Okan Altınay olduğu belirtildi. Libya’da hükümet dışı silahlı güçlerden Hafter milislerinin saldırısında şehit düşen Albay Okan Altınay’ın cenazesi Türkiye’ye getirildi, Aydın’da sessiz sedasız, tören yapılmadan toprağa verildi.

Birkaç tane” denen şehitlerimizin her biri bir annenin, bir babanın çocuğu, bir genç kadının eşi, bir küçük çocuğun babası, bir ablanın, bir ağabeyin kardeşi. Bu “tane” sözcüğünün hoş karşılanabilir hiçbir yanı yoktur.

Daha önce şehitler için “kelle” diyen Tayyip Erdoğan, bu kez “tane” diyerek şehitlerimizi önemsizleştirmeye çalışmış ve –kendince– değersizleştirmiştir.

27 Şubat 2020 Perşembe gecesi bu kez İdlib bataklığında resmi verilere göre 36 askerimiz şehit edilmiştir. En küçük bir açılışı bile kaçırmayıp, sürekli konuşanlar, bu şehitlerin açıklamasını Hatay Valisi’ne yaptırdılar. Hükümetin açıklama yapması gerekirken Hatay Valisi’ne açıklama yaptıranların aklına ilk önce internet erişimini kısıtlamak geldi. Çünkü toplumun gerçekleri öğrenmesinden çekinenler, kendilerine karşı eylem yapılmasından korktular. Bu iletişim çağında bilgiye ulaşılması çok kolaydır, zaten gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkacağı da bilinmektedir.

Tayyip Erdoğan’ın sık sık söylediği

  • şehitler tepesi hiçbir zaman boş kalmayacak” ne demektir?

Bu tepe nerededir ve niçin boş kalmayacaktır? Bu patolojik söylemin amacı nedir?*

Kimisinin sahte raporla, kimisinin para vererek askerlik yapmadığı bir ortamda, yoksul aile çocukları şehit olmaktadır. Gencecik Mehmetçikler, ülkemizi yönetenlerin yanlış kararları sonucunda şehit olmaktadır. Bizim askerimizin İdlib’de ne işi var? Kimi korumaktadır, kimlere destek olmaktadır? Uzak diyarlarda uğruna şehit olunacak hangi yurt değerleri savunulmaktadır, nasıl bir ulusal çıkarımız vardır? Bu yapılana vatan savunması denilebilir mi?

İdlib’de aylardır kanlı bir savaş sürmektedir. Hemen hemen her gün artan şehit sayısı korkutucu ve ciddidir. Son bir ay içinde yaklaşık 60 şehit vermemiz, “vatan savunması” olarak açıklanamaz. Şehit sayısı konusunda dünyanın her yerindeki basın kuruluşlarından değişik bilgiler gelmektedir.

  • İdlib’de Suriye devletine karşı mücadele eden radikal İslamcı terör gruplarını korumak için, Türk ordusunu hedef haline getirmek ihanettir.

Türk Milleti, terör destekçisi konuma düşürülmektedir. İdlib’de bir uçak bile uçurulamayan bölgede hava üstünlüğü sağlamadan kara harekâtına girişilir mi? Böyle bir harekâtın Türk askerlerini ölüme göndermek olduğunu siviller bilemese bile, askeri yetkililer neden gündeme getirmedi?

  • Böylece İdlib’te Türk askerleri göz göre göre tuzağa düşürülmüş oldu.

Artık toplum içinde güçlenen “Biz neden İdlib’de savaşıyoruz?” sorularına kulak verilmelidir.

Siyasal partiler Suriye konusundaki politikalarını açıklayıp, TBMM’yi toplamayan AKP’yi kınamalı, Tayyip Erdoğan’ı istifaya çağırmalı ve yanında yer almamalıdır. Suudi kralı ölünce üç gün yas ilan edenler, Mursi ölünce bütün camilerde gıyabi cenaze namazı kıldıranlar, onlarca şehitlerimiz karşısında hiçbir şey olmamış gibi davranmaktadırlar. Üstelik olaydan iki gün sonra ilgisiz bir konuşma ile gülmek ve güldürmek de korkunçtur.

Şehitler tepesi boş kalsın!

Bu ülkede herkes bu söylemden ürkmektedir. Bu ülkenin genç insanları Libya’da, Suriye’de ölmemelidir. Ülkemize kimse saldırmamışken, işgal etmemişken Mehmetçiklerimizi neden yabancı topraklara gönderdiğimiz bir gün mutlaka sorgulanacaktır. Ve bu sorgulama yargılamayla bitecektir. Devlet adamlığı genç insanlarımızı yabancı topraklara ölmeye göndermek değil, her birini kendi çocuğumuz gibi görüp, geleceğini sağlamaktır.

Ülkemizin çıkarları savaşla değil, barışla korunmalıdır.

  • Ulusun yaşamı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir..”

diyen eşsiz liderimiz Atatürk’ün “Yurtta barış dünyada barış” sözü de asla unutulmamalıdır. (02 Mart 2020)
=====================================
Dostlar,

Sevgili kardeşimiz Suay Karaman’ın bu güzel yazısında, bizim

başlıklı ve web sitemizde 25.02.2020’de yayınladığımız yazımızdan esinlendiği ve kimi bölümlerini aynen kullandığını görüyoruz.

Teşekkür ederiz bu değer veriş için..

Ancak etik olarak, “kaynak gösterme” davranışı çok daha şık olacak ve Suay Karaman dostumuza yakışacaktı. Bunu hala yapabilir, yazısına gerekli düzeltme notunu koyabilir, bekliyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 02 Mart 2020, Ankara 

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

NEFRET

NEFRET

Suay Karaman

Cumhuriyet nefreti,
demokrasi nefreti,
laiklik nefreti,
Türklük nefreti ve
Atatürk nefreti…

siyasal iktidarın en hoşlandığı olgular arasındadır. Öyle ki son yıllarda eşsiz liderimiz Atatürk’e yapılan hakaretler büyük boyutlara ulaşmıştır. Anayasa açık açık ihlal edilmekte ancak dava açabilecek Cumhuriyet Savcıları bulunmamaktadır.

28 Kasım 2019’da 6. Din Şûrasının kapanış programında konuşan AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan akıl dışı ve suç unsuru taşıyan şu sözleri söyledi:

  • “Nefsimize ağır gelse de, hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil,
    dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz. Biz İslam’a göre hareket edeceğiz.”

Bu sözler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin lâiklik ilkesinin yok sayılması demektir ve yürürlükteki anayasamızı ihlal suçudur. Bu anayasayı ihlal suçu ve lâiklik ilkesinin yok edilmesi suçu hakkında gereğini yapacak savcı ve yargıçlar beklenmektedir. Toplum, sessiz muhalefet partilerinin bu konuda tepki vermelerini beklemektedir. Bu beklentilerin boşuna olduğu bilinmektedir çünkü örgütsüz yığınlarla, önümüze konan her şeyi kabullenerek, ortaçağ karanlığına doğru yol almaktayız.

7 Aralık 2019’da Suriye merkezli Haznevi tarikatının düzenlediği toplantıya katılan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, tarikat lideri Muta el Haznevi’nin elini öperek, laikliğin yerlerde süründüğünü göstermiştir.

Kamu Gözetim, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu, 12 Aralık 2019 günü aldığı “Faizsiz Finans Kuruluşlarının Bağımsız Denetimini Yürüten Denetçiler İçin Kurallar”ı belirleyen kararını, fıkıh kurallarına yani İslam hukukunun dinsel ilkelerine dayandırdı. Ülkemizde hukuk birliğinin yok sayılmasına, anayasanın ihlal edilmesine yol açan ve Kuranı Kerim’den ayetler, Peygamberin hadis-i şeriflerinden, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışmalarından alıntılar yapılan bu şeriat hükümlerine dayalı karar, 14 Aralık 2019 tarihli Resmi Gazete’de yayınlandı.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi yayın organı olan Resmi Gazete’de yayımlanarak geçerlik ve yürürlük kazanacak her metnin öncelikle Anayasamızın 2. maddesinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerine uygun olması açısından incelenmesi ve Anayasa’ya aykırı olduğu belirlenen taslakların ilgili kuruma iade edilmesi gerekmektedir. Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla hükme bağlanan siyasal iktidarın yönetiminde, Cumhuriyetimizin kurucu değerlerine ve laik hukuk devleti ilkelerine savaş açılmıştır.

Bugün ülkemizde 130 kamu ve 73 vakıf olmak üzere 203 üniversite bulunmaktadır. Bu üniversitelerin birçoğunda neredeyse imam eğitiminin ötesine geçemeyen medrese eğitimi yapılmaktadır. Günümüzde, ilahiyat fakültelerindeki akademisyenlerin, hukuk fakültelerine kaydırılması için yasal zemin hazırlanarak,

  • Türk hukuk sistemi fıkıh kurallarına bağlanmak istenmektedir.

İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesinin Adalet ön lisans programının “Hukuk Dili ve Adli Yazışma” adlı 2. sınıf ders kitabında Cumhuriyetimize ve Latin harflerine yönelik ifadeler bulunmaktadır. Prof. Dr. Fethi Gedikli tarafından yazılan kitapta, Osmanlı savunulurken, Harf Devrimi eleştirilmektedir. Kitapta, İslami fıkıh geleneği üzerinde inşa edilen bir hukuk sistemi olan ve 4 Ekim 1926 tarihinde kaldırılan Mecelle savunulmaktadır.

Mardin Artuklu Üniversitesi yerleşkesinde bulunan ve Mardin Anakent Belediyesi’ne bağlı Gençlik Merkezi bünyesinde açılan Genç Kafe’ye, işletmeci tarafından 13 Aralık 2019’da “Genel ahlak kurallarına uymayan öğrencilerimizin kafeye girişi yasaklanacaktır” uyarısının yer aldığı bir afiş asıldı.

19 Aralık 2019’da Kırıkkale Üniversite’sinde yeni bir skandal meydana geldi. Önceki skandal geçtiğimiz Haziran ayındaki mezuniyet töreninde İstiklal Marşı’nın okutulmamasıydı. Şimdi ise Genç Kalemler Topluluğu ile Bilim ve Sanat Topluluğu’nun, Dünya Arapça Günü ile ilgili gerçekleştirdiği etkinliğe ait broşürlerde, İstiklal Marşı’nın Arapça okunmasının programda yer aldığı görüldü. Program sırasında İstiklal Marşı, bir öğrenci tarafından Arapça şiir olarak okundu.

İstiklal Marşımız yalnızca Türkçe okunur. Türkçe dışında başka bir dilde okunamaz. Türkçe ezana karşı çıkanların, Arapça İstiklal Marşı okutmaları şehitlerimize, gazilerimize ve Türk Milletine saygısızlıktır, hakarettir.

İmam okulu açarak medrese düzeyinde eğitim yapanlar, ülkemizi karanlıklara sürüklemektedirler. Bu karanlıktan kurtulmanın yolu, Kemalizm’in Altı Oku’dur ve örgütlü toplum olmaktır. Şimdi sözü Fransız yazar Emile Zola’ya (1840-1902) bırakalım:

  • “İrtica, saltanatını, bir ülkenin eğitimini ele geçirerek kurar ve böylece kökleşir kalır.
  • Okullarda beyinleri yıkanan kuşaklar, yönetimde görev aldıkları zaman ülke çıkarlarının değil, kendilerini eğitenlerin sözcüleri olacaklardır.”

ARDINDAN

ARDINDAN

Konuk yazar :
Suay Karaman

Az zamanda çok ve büyük işler başaran büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, ölümünün 80. yılında özlem ve saygıyla andık. Her yıl olduğu gibi, bu yıl da anma törenleri büyük bir coşku içinde yapıldı. Saat 09.05 olunca, yurdun her köşesinde saygı, sevgi, gurur, minnet gibi tüm duygular birlikteydi.

Toplumu, eşsiz liderimiz Atatürk’ten soğutma çabalarının büyük boyutlara ulaştığı günlerden geçmekteyiz. Atatürk’e hakaretler yapılırken, adının birçok yerden kaldırıldığı zaman dilimi içinde, ulusal bayramlarımız yasaklanırken, bu yıl 10 Kasım Cumartesi günü saat 09.05’te yapılması gereken anma töreninin, hafta sonu olduğu için Cuma ya da Pazartesi gününe alınması gündeme oturmuştur.

Atatürk’ümüzü anma programının ölüm yıldönümünde, 10 Kasım günü yapılması esastır. Dünyanın hiçbir yerinde anma programlarının günü ve saati değiştirilmez. Böyle bir değişiklik, bu günün anlam ve öneminin azalmasına neden olur. 79 yıldır her 10 Kasım’da, saat dokuzu beş geçerken tüm yurtta sirenler çalar, vatandaşlarımız o an işlerini bırakır kendiliğinden saygı duruşuna geçerler. Dünyada böyle bir sevginin ve saygının eşi, benzeri yoktur. İşte gözden düşürülmek istenen bu sevgidir, bu saygıdır ve Atatürk’e duyulan minnet duygusudur.

Ne denli baskı yapılırsa yapılsın, ulusal bayramlarda ve 10 Kasım’larda Anıtkabir’e koşan vatandaşlarımızın coşkulu görüntüleri, laik ve demokratik cumhuriyetimizin geleceğinin güvencesidir. Çünkü bu toplum, ülkemizi emperyalist işgalden kurtaranın ve yepyeni bir devlet kuranın Mustafa Kemal Atatürk olduğunu bilmektedir. İşte bu yüzden,

  • Atatürk’e her koşulda ve her zaman sahip çıkılacaktır.

Atatürk’ün;

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye Halkına, Türk Milleti denir”

sözünden ırkçılık çıkaran zavallı beyinler, “Andımız” için de ayrılıkçılık yapıldığını var saymaktadırlar. Emperyalizmin oyuncağı olanlar “Türklük” diye bir şey olmadığını söyleyip, ulus devletin ortadan kaldırılmasını savunmaktadırlar.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk döneminde 1923-38 arasındaki 15 yılda yapılan büyük atılımları görmek istemeyenler, son 16 yıldır yapılan içi boş ve göz boyama amaçlı işleri başarı olarak sunmaktadır. Cumhuriyet tarihimizin en büyük ekonomik ve siyasal krizine neden olanlar, Atatürk’ten, ilkelerinden, devrimlerinden ve eserlerinden rahatsızlık duymaktadır.

10 Kasım günü Atatürk’ü anmayan Diyanet İşleri Başkanı, “keşke Yunan galip gelseydi” diyen Atatürk düşmanı Kadir Mısıroğlu’na geçmiş olsun ziyaretinde bulundu. Hakkâri Şemdinli’de resmi verilere göre 7 şehit verdiğimiz bir günün ertesinde, üstelik Atamızı andığımız bir günde yapılan bu ziyaret anlamlıdır, bir meydan okumadır.

Oysa ölümünden 80 yıl sonra bütün yurtta saygıyla anılan bir lidere sahip olmak, Türk milletinin gururudur. Ne yaparlarsa yapsınlar, bugün sağa sola adı verilenler, iktidarları bitince hiç anılmayacaktır, adları yok olup gidecektir. İşte bunun kızgınlığı bile, Atatürk’ten nefretin ve kompleksin kaynağıdır.

Bugün her türlü olumsuzluğa karşın Atatürk’ün bize bıraktığı vatanımızda özgürce yaşayabiliyorsak, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olarak çağdaşlaşma arzusu içindeysek, bize emanet edilen cumhuriyetimizi sonsuza dek yaşatmak zorundayız. İşte bütün bunları borçlu olduğumuz yüce insan Atatürk’ümüzü anacağız, anısı önünde saygıyla eğileceğiz ve gösterdiği hedefe ulaşmak için çok çalışacağız.

  • Türk milleti ne Atatürk’ten, ne de eserlerinden asla vazgeçmeyecektir.
  • Kurtarıcımız ve kurucumuz büyük Atatürk’ü unutmayacağız, unutturmayacağız.

95. YILIMIZ

95. YILIMIZ

 Konuk yazar :
Suay Karaman

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Cumhuriyetimizin 95. yılını kutladığımız bu gün, büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygıyla anıyoruz. Atatürk’ün cumhuriyeti emanet ettiği gençler olarak, bu emaneti iyi koruyamamanın ezikliği ve burukluğu içinde kutluyoruz Cumhuriyetimizin 95. yılını.

Cumhuriyetimizin 95. yılını, ülkemizin Atatürk ilke ve devrimleriyle belirlenen hedeflerden, çağdaş uygarlık yolundan her geçen gün hızla uzaklaştırıldığı bir dönemde kutluyoruz. Cumhuriyetimizin 95. yılını, demokratik ve laik cumhuriyetin temellerinin yok edildiği, parlamenter demokratik sistemin terk edildiği, içte ve dışta ülkemizin çok büyük sorunlarla karşı karşıya kaldığı zor günlerde kutluyoruz.

Siyasal iktidar 95. yıl kutlamalarını Başkent Ankara yerine cumhuriyet tarihinde ilk kez İstanbul’da yapmak için karar aldı. Siyasal iktidarın Osmanlılık özentisi ile Atatürk ve cumhuriyet yok sayılmaktadır.

  • Bunun yanında, Andımız tartışmaları ile ekonomik sıkıntı gölgelenmektedir.

Andımızdaki “Türk’üm” kelimesi, birilerine batmaktadır ve gerekçeleri de komiktir; ‘bu ülkede yalnızca Türk yokmuş.’ Ulu önder Atatürk’ün

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir”
    tanımını anlayamayan boş kafalara,
  • “Bu ülkede yaşayanlar Arap değil, o halde neden ezan Arapça okunuyor?”
    diye sormak gerekir.

    Andımızdaki amaç çocuklarımıza vatan sevgisini aşılamaktır.
    Bundan gocunmanın anlamı yoktur.

Cumhuriyetimizi kuran Atatürk’ün ana hedefi çağdaşlaşmaktı. Cumhuriyet yönetimi, Atatürk ilke ve devrimleriyle bu hedefi gerçekleştirerek, Ortaçağ karanlığına son verdi. Cumhuriyet ile kul olmaktan kurtularak yurttaş olan millet, yoksuldu ancak azimli ve çalışkandı. İçinde vatandaş olmanın kişisel heyecanı, özgür olmanın milli heyecanı (AS: ulusal coşkusu) vardı. Osmanlı’nın borçlarını da ödeyen cumhuriyet yönetimi hiç dış borç almadan, sürekli denk bütçe yaparak, her şeyi kendisi üretiyor ve hızlı kalkınma sağlıyordu. 1929 ile 1939 yılları arasında ortalama kalkınma hızı %10 olarak gerçekleşmişti. (AS: 1923-38 arası ortalama %6,5 büyüme)

Cumhuriyet kurulduktan sonra on beş yıl gibi kısa bir sürede bilim, sanat, sanayi, tarım ve hayvancılık gibi birçok alanda büyük gelişmeler gösteren Türkiye Cumhuriyeti, eşsiz liderimiz Atatürk’ün ölümünden sonra her alanda geriletilmeye başlatılmıştır. Bugün geçmişe baktığımızda ülkemizin, içten ve dıştan nasıl çökertildiğini daha iyi görebilmekteyiz, emperyalist işbirlikçilere tanık olmaktayız.

Bir kurtarıcı beklemeyin anlamına gelen “milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” söylemi (AS: 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi), bizlere bugün içinde bulunduğumuz tüm sıkıntıları aşmamıza yardımcı olacaktır. Cumhuriyetimizin 95. yılında, ülkemizin içinde bulunduğu olumsuz koşullar nasıl aşılabilir, bununla ilgili hedeflerimiz ve beklentilerimiz için neler yapılabilir konusunda düşünmek ve gereğini yapmak zorundayız. Bugün en büyük bayramımız olan kimsesizlerin kimsesi cumhuriyetimizin 95. yılını kutlarken, cumhuriyeti ve kazanımlarını sonsuza dek korumak için;

– yaşasın Mustafa Kemal Atatürk! 
– yaşasın Türkiye Cumhuriyeti! 

dileklerimizi bir kez daha haykırıyoruz.. (29.10.18)

  • “Ne Mutlu Türküm Diyene!”

(Not   : Yazı elimize geç ulaştı ancak önemi nedeniyle paylaşıyoruz…/ A. Saltık)
=====================================
Dostlar,

Erdoğan ANDIMIZA karşıt çıkışlarını özellikle yükseltiyor… 3 amacı var :

1- Danıştay’a gözdağı vererek İdari Dava Daireleri Kurulunda görüşülecek olan Milli Eğitim Bakanlığı temyiz davasını etkilemek istiyor.. Bu açıkça Anayasaya aykırı!

Anayasa md. 138/2 : “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”

2- Erdoğan ayrıca, AKP’nin akıldışı politikaları ile yaratılan, Ülkemizi – Ulusumuzu YAKAN – YIKAN EKONOMİK BUNALIMI mutlaka kamuoyu gündeminden düşürmek istiyor..

3. olarak Erdoğan, yaklaşan yerel seçimlerde MHP ile olası sorunlar nedeniyle hem HDP’ye göz kırparak flört öneriyor, hem de HDP tabanından oy devşirmek istiyor..

Sevgili dostumuz Suay Karaman yeterince etkili bir yazı yazmış, yukarıda okudunuz..
Çok akıllıca kaleme alınan kısa bir bölümü yinelemekte yarar var :
****
Andımızdaki “Türk’üm” kelimesi, birilerine batmaktadır ve gerekçeleri de komiktir; ‘bu ülkede yalnızca Türk yokmuş.’ Ulu önder Atatürk’ün

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir”
    tanımını anlayamayan boş kafalara,
  • “Bu ülkede yaşayanlar Arap değil, o halde neden ezan Arapça okunuyor?”
    diye sormak gerekir.

Sevgi ve saygı ile. 05 Kasım 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com