Etiket arşivi: Erdal Atabek

Çocuklara Kuran kursu!…

Erdal Atabek
Erdal Atabek
erdalatak@gmail.com
10 Temmuz 2023, Cumhuriyet

 

Daha önce de küçük çocuklara (4-6 yaşlarda) Kuran kursu olarak din eğitimi verilmesi konusunu açıklamıştık.

Çocukların henüz soyut kavramları değerlendirecek zihinsel gelişim çağına gelmeden yapılacak inanç eğitiminin “telkin” olacağını belirmiştik.

Diyanet İşleri Başkanlığı bu yaz aylarında da küçük çocuklara ve ilkokul çağı çocuklarına “Kuran kursu” açılacağını duyurdu.

Başkanlık bu yıl 3.5 milyon çocuğun bu eğitimi alacağını, ailelerin çocuklarını bu eğitime katılmaları için teşvik etmelerini istedi.

DİN KÖKENLİ EĞİTİM

Atatürk Türkiye’si, 1923 yılında Cumhuriyetin ilan edilişinden beri en önemli konuyu “laik eğitim olarak görmüştür.

Mustafa Kemal Atatürk cehaletle savaş olarak tanımladığı durumu değiştirmeyi devrimlerinin güvencesi olarak görmüştür ki yerden göğe dek haklıdır.

Sinan Meydan’ın gazetemizde çıkan yazılarını dikkatle okuyunuz.

3 Mart 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasası da bu amacı sağlamaya yöneliktir.

  • Laik okul eğitimi ile medrese eğitimi birlikte olamazdı.
  • Türkiye Cumhuriyeti ancak laik okul eğitimi ile çağdaş uygarlık dünyasının bir üyesi olabilirdi.

Medrese eğitiminin arkasında duran tarikatlar da cemaatler de kapatılınca konu çözümlenmiş olarak kabul edildi.

HALİFELİĞE UZANAN ZİNCİR

Aslında “medrese eğitimi” gibi görünen konu, arkasındaki tarikatlar ve cemaatlere uzanır.

Günümüzde de açılan medreselerin arkasında tarikatlar ve cemaatler vardır. Eğitimde iş o duruma gelmiştir ki milli eğitim bakanları eğitim kurumlarına yerleştirilen din adamları konusuna “benim yetkimin dışında” diyebilmektedir.

Eğitimin dinselleştirilmesi, siyasal iktidarın tarikatlar ve cemaatlerle organik bağlantılarının sonucudur.

Tarikatların ve cemaatlerin varlıklarını sürdürmeleri de halifelik konusuyla yakından ilgilidir.

  • Bugün anayasa gereği seçilmiş olan cumhurbaşkanı, tarikatlar ve cemaatler için “halife”dir.
  • Görünürde demokratik bir seçimle işbaşına gelmiş olan Recep Tayyip Erdoğan, kendi kesiminin gözünde kutsallaştırılmıştır.
  • Bu nedenle de seçimlerde desteklenmesi dinsel bir görev olarak bu kesimden beklenmektedir.
  • Bu nedenle de dünya yaşamındaki sıkıntılar, hayat pahalılığı, yoksulluk, işsizlik vb. sorunlar seçimlerde etkili olmamaktadır.

MUHALEFET NE YAPIYOR?

Atatürk Cumhuriyeti’nin temelleri oyulurken muhalefetin ne yaptığını sormak en başta gelen hakkımızdır.

Eğitimin böylesine dinselleştirilmesi konusunda ne düşünüyor, ne yapıyorsunuz?

Çocuklara yapılan din eğitimi konusunda tutumunuz nedir?

Tarikatlar ve cemaatler konusunda ne düşünüyorsunuz, iktidara gelirseniz ne yapacaksınız?

Açılan medreseler konusunda ne düşünüyorsunuz?

Din eğitimi kimlere, nasıl, nerede yapılmalıdır?

Arapçanın yaygınlaştırılma çabalarını nasıl karşılıyorsunuz?

Kuran’ın Türkçeye çevrilişi sizce de yanlış mıdır?

Cumhuriyet Halk Partisi bu sorularımızı yanıtlamalıdır.

Kemal Kılıçdaroğlu bu sorularımızı yanıtlamalıdır.

Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel bu sorularımızı yanıtlamalıdır.

Değişim değişim derken ne demek istendiği somut konular üzerinden açıklanmalıdır.

İYİ Parti de bu soruları yanıtlamalıdır.

DEVA Partisi, Gelecek Partisi, Saadet Partisi, eğer kendilerini muhalefet partisi olarak görüyorlarsa bu soruları yanıtlamaları zorunludur.

LAİK CUMHURİYETÇİLERİN GÖREVİ

Siz kendinizi laik Cumhuriyetçi olarak görüyorsanız;

Göreviniz Atatürk devrimlerine ödünsüz sahip çıkmaktır.

Cumhuriyetçiliğe, 

Laikliğe,

Dil Devrimi’ne,

Kadın-erkek eşitliğine,

Tarikatların güdümünde iktidar…

Erdal Atabek
Erdal Atabek

erdalatak@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Burhaniye Zeytinli Rock Festivali kaymakamlık eliyle yasaklandı.

Belediyelerin şenlikleri “kadın şarkıcılar” bahanesiyle yasaklanıyor.

Son yıllarda ortaya çıkan bu “sistemli yasaklamalar” ne anlama geliyor?

Yıllardır yapılan bu şenlikler, festivaller neden bu dönemde sakıncalı oldular?

  • Nedeni, artık iktidarın tarikatların güdümüne girmesidir.

Tarikatlar, cemaatler bu konularda yıllardır karşı çıkıyorlardı.

Ama AKP iktidarı ve Erdoğan, tarikatlar ve cemaatlerle içli dışlı olmasına karşın güdümüne girmeye direniyordu.

Özellikle Erdoğan iktidarını paylaşmaz.

İktidarın gücü Erdoğan’ın varoluş nedenidir.

Onun için “iktidar gücü” devredilebilir bir emanet değil, bırakılması felaket olan bir ganimettir.

Ancak son yıllarda, özellikle ekonominin çıkmaza girmesiyle arkasındaki desteğin zayıflaması AKP yönetiminin ve Erdoğan’ın tarikatlara, cemaatlere yaslanmasına neden oldu.

Toplumun desteği azaldıkça iktidar tarikat ve cemaatlere daha çok yaslandı, sonra da güdümüne girdi.

Bu yeni durum, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasıyla işaretini verdi.

TARİKAT-CEMAATLERİN GÜCÜ

Tarikat ve cemaatlerin gücü, iktidarda olanın gücüyle ters orantılıdır.

Osmanlılar dönemi de böyledir. Osmanlı sultanının güçlü olduğu zamanlarda dinsel cephe geride durur. Sultanın gücü zayıfladıkça öne çıkar ve harekete geçerler.

III. Selim, II. Mahmut, Abdülmecit dönemlerinde bu çatışma yaşanmıştır.

Cumhuriyet döneminde çalışmaları yasaklanan tarikatlar ve cemaatler, yeraltına girerek fırsat kollamışlardır. Bu fırsat 1950 yılında Demokrat Parti iktidarıyla ellerine geçmiştir.

Celal Bayar-Adnan Menderes’in Demokrat Partisi döneminde de Süleyman Demirel’in Adalet Partisi döneminde de tarikatlarla, cemaatlerle sıcak ilişkiler kurulmuş ancak iktidara ortak olmalarına izin verilmemiştir.

AKP iktidarında, 2002 yılından beri, siyasal iktidar, tarikat ve cemaatlerle iç içe çalıştıkları izlenimini vermiştir.

Her tarikat, her cemaat iktidarın içinde olmaya, iktidar gücünden pay almaya çalışmıştır.

Bunların içinde en sistemli çalışan Fethullah Gülen cemaati olmuş, iktidar ortağı olarak her alana yayılmıştır. Ordu, yargı, yürütme, eğitim alanları onların denetimine geçmiş, yıllarca iktidardan yararlanmışlardır.

Ancak, FETÖ “iktidar olma” zamanının geldiği kanısıyla harekete geçtiği zaman özellikle Erdoğan tarafından yenilgiye uğratılmışlardır.

FETÖ’den boşalan yerlere öteki tarikatların ve cemaatlerin yerleşmesi uzun sürmemiştir.

Ancak Erdoğan, son yıllara kadar kendi gücüne güvenmiş, onların iktidarı gütme niyetlerine izin vermemiştir.

AKP İKTİDARI ZAYIFLAYINCA

İşte, AKP’nin arkasındaki güvenilir destek azalınca kaybedilen güç tarikatlarla cemaatlerde aranır olmuştur.

Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması,

medreselerin açılması ve bakanlık denetimi dışına çıkılması,

küçük çocuklara din eğitimi verilmesi,

her kademe okullarında din derslerinin zorunlu olması

müzikli eğlencelerin yasaklanması,

üniversitelerin iktidarın denetimine sokulması.

her alanda fetvaların geçerli kılınması…

Bu değişim artık iktidarın tarikat ve cemaatlerin güdümüne girmesinin işaretleridir.

Şimdi sıra “şeriat uygulamaları” ve “hilafetin geri getirilmesi” taleplerine gelmiştir.

Bunlar olabilir mi?

Laik Cumhuriyet yerine şeriata dayalı İslam devleti kurulabilir mi?

Son dönemeç yoktur!

Tarihte “son dönemeç” yoktur.

Tarihte “yengiler” ve “yenilgiler” vardır.

Laiklik, uygarlık tarihinde yıllar süren din ve mezheplerin kanlı çatışmalarının sonunda uygarlığın vardığı bir eşiktir.

“Laiklik eşiği”, barışçı ortak yaşamın, özgür akılla yönetilen dünya yaşamının simgesidir.

Bu eşiğin altı olan “dogmatik yaşam”, din ve mezheplerin kanlı savaşlarının, bitmeyen kinlerin, dogmaların intikamcı baskılarının simgesidir.

Laik Türkiye ve laik dünya, kendisini yok edecek güçleri tanır, bilir ve onlara geçit vermez.

AKP yönetimi ve Erdoğan da elbette gerçekleri görerek ve bilerek “iktidar emanetini” seçimle devredecektir.

  • Atatürk Cumhuriyeti bu demokrasi sınavını da başarıyla verecek güvenle uygarlık yolunda yürüyecektir…

FİNCANCI KATIRLARI

FİNCANCI KATIRLARI

Dr. Birgi Tuna,
Aile Hekimi
Burhaniye

Türk Tabipleri Birliği seçimleri 27 Eylül’de yapıldıktan sonra 2 Ekim’de görev dağılımı yapıldı. TTB Merkez Konseyi Başkanı olarak Prof. Dr. Rasime Şebnem Korur (Fincancı)[1] adı açıklanınca, Nasrettin Hoca’nın o ünlü fıkrası kafamda çağrıştı. İçimden, “Etkin Demokratik TTB” grubunun arkasındaki güçler fıkradaki gibi fincancı katırlarını ürkütmeye karar vermiş, diye geçirdim. Aslında “ülkenin hayati meseleleri” konusunda iktidar ile muhalefeti “tek yumurta ikizleri kadar” birbirine benzeten bir anlayışı TTB’nin en üst koltuğuna bu dönemde oturtmanın Etkin Demokratik TTB’ye ne kazandıracağını bilmem olanaksız ama neler kaybedeceğimizi görüyor gibiyim…

Nedir Bu “Etkin Demokratik TTB”?

Tabip Odalarında ve TTB’de seçimlere düzenli ve örgütlü bir biçimde katılan “Etkin Demokratik TTB” adlı grubun ayrıca “İyi Hekimlik”, “Etkin Demokrat Hekimler” gibi adları da kullandıklarını görüyoruz. Kendilerini solcu ve sosyalist olarak tanımlasalar da, “YETMEZ AMA EVETÇİ”, “SİVİL TOPLUMCU” yaklaşımları ile “NEO-LİBERAL” tüm kurum ve kavramları sever ve benimserler. Bu grubun çekirdek kadrosu, Nusret Fişek öğretmenimizin çevresinden geldiği için tüm hekimlerin bilinçaltına işlemiş bir güven duygusunu sorunsuz kullanırlar. Ancak öne çıkmayan bir üst aklın bu grubu yönlendirdiği, Erdal Atabek ve Nusret Fişek ile saygınlaşan toplumsal hekim mücadelesinin, Selim Ölçer, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Gençay Gürsoy ile kırılmaya başlayan çizgisinin günümüzde açıkça Mehmet Altan’ın temsil ettiği İkinci Cumhuriyetçi doğrultuya oturduğu görülmektedir.

Bu üst akıl, evrensel hekimlik değerlerini kullanıp hekimlere kendini “hak savunucusu” göstermeyi ve yurtsever hekimleri siper ederek TTB’deki iktidarı korumayı, itiraz edenlere “faşist” iftirası atarak işin içinden sıyrılmayı çok iyi becerebilmektedir.

Bu üst akıl, her fırsatta Türk Tabipleri Birliği üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’ne kafa tutmaktan geri kalmamıştır. Türk Tabipleri Birliği kongrelerinde

  • İstiklal Marşı okunup okunmamasını oylatan bu anlayıştır.

İtiraz edenlerin üzerine militan hekimlerini “ırkçı ve faşist” diyerek saldırtan bu akıldır. Atatürk’ü anmakta bilinçli olarak kaçınan, Atatürk ve devrimlerini görmezden gelen, Atatürk’ü otoriter ve totaliter bir asker ve sivil bürokrasi yaratmakla suçlayan hep bu üst akıldır. Bu üst akıl Anıtkabir’i ziyaret etmeyi de “faşizan bir eylem” olarak görür. Bu üst akla göre, terörle mücadele yoktur savaş vardır. Terörist yoktur, özgürlük savaşçısı vardır. Bu dili ve kavramları yerli yerinde kullanamayanlar “Etkin Demokratik TTB” içinde yükselemez, mevki, makam sahibi olamaz.

Şimdi bu üst akıl, pandemi sırasında oldu-bittiye getirilen bir seçim süreci sonunda Şebnem Korur’u TTB Merkez Konseyi Başkanı yapmış Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı meydan okumasını da sürdürmüştür.

Şebnem Korur Neden Türk Hekimlerini Temsil Edemez?

Şebnem Korur’un neden Türk hekimlerini temsil edemeyeceğini açıklamadan önce “İkinci Cumhuriyetçilik” nedir bakalım.

Ergenekon ve Balyoz Kumpas davalarının yayın organı olan Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği yapmış, Mehmet Altan “İkinci Cumhuriyet” için 31 Ocak 1991’de yazdığı bir yazıda; “Birinci Cumhuriyet’in otoriter, totaliter, asker ve sivil bürokrasiye dayalı zihniyetiyle hukuksal yapısının yerini halk iradesine dayalı çağdaş dünya standartlarında bir demokratik çoğulculuğa bırakma önerisidir. Yani Kemalist Cumhuriyet’ten demokratik Cumhuriyet’e geçme önerisidir” demektedir.[2]

Zülâl Kalkandelen, bu çarpık düşünce yapısını “İdris Küçükömer’in Tezleri / İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri / İkinci Grup’tan Yetmez Ama Evetçi Liberallere 90 Yıllık İhanet Mirası” [3] adlı eserinde incelemiştir. Özetle, İdris Küçükömer’e göre:

  • Kurtuluş Savaşı antiemperyalist değildir.
  • Emperyalizm karşıtlığı ile batılılaşma bir arada olamaz.
  • Laiklik, kültür mirasını reddetmektir.
  • Batıcı-laik bürokratlar halkı temsil etmezler.[4]

 “İdris Küçükömer’in savunduğu görüşler, kimi zaman çarpıtılarak da olsa, bugün hâlâ Atatürk devrimlerine karşı geliştirilen argümanlara kaynak olarak kullanılıyor.”[5]

Yani ikinci Cumhuriyetçiliğin asıl hedefinde “ulus devlet”, “vatanın bölünmez bütünlüğü” ve “tam bağımsızlık” ile “Atatürk’ten geriye kalan her şey ve Cumhuriyet’in tüm kurumları” var.

Buradan, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin yeni başkanı Şebnem Korur’un savunduğu görüşlere göre konumlandığı yere gelecek olursak:

Şebnem Korur, Evrensel Gazetesinde internet üzerinden erişilebilen 13 Mart 2011 gününden bu yana 200’den fazla makale kaleme almış. Bu nedenle doğrudan kendi kaleme aldığı düşünceler ile Şebnem Korur hakkında görüş sahibi olmakta yarar var.

Şebnem Korur kendisini savunmak zorunda hissetmiş belli ki. Kaleme aldığı “Kayıkçı” adlı en son yazısında TTB, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve İnsan Hakları Derneği üyelikleri olduğunu söylüyor.[6]

– Yani Halkların Demokratik Kongresi Yönetim Kurulu Üyesi,
Öcalan’a Özgürlük Platformu kurucusu değilim demek istemiş. Kendini amansız bir “insan hakları savunucusu” olarak tanımlayan ve işkenceye karşı mücadelesini 12 Eylül karşıtlığı ile beslemiş yazıda.

İnsan hakları ihlallerinde kimlik sormayız demesine rağmen; Şebnem Korur’un sayısız işkence ile öldürme olayından sorumlu Abdullah Öcalan ile ilgili övgü dolu görüşleri ise Evrensel Gazetesinde 8 Ocak 2012 günü yayınlanmış. Yazıda Abdullah Öcalan’ı,1992’de Atatürk Barış Ödülü’nü reddeden Nelson Mandela ile benzeştiriyor ve gelecekte beraat edebileceğini öne sürüyor:

 “PKK bugün itibarıyla terörist bir örgüt olarak tarif ediliyor. Abdullah Öcalan da terörist başı, kimi gazetelere göre ve özellikle ‘Türkiye Türklerindir’ diyerek ırkçılık suçu işleyen gazeteye göre ‘bölücü başı’.

“Tüm bu sıfatlar ne zaman ve nereden baktığınıza bağlı olarak değişebilir. Tarih bir gün teröristleri beraat ettirir. Geriye vicdanınızın yükü kalır, her sabah aynada görmek zorunda olduğunuz yüzlerinizle birlikte.”[7]

Şebnem Korur’un Türk Tabipleri Birliği’nin bağımsızlığını koruyabilmek için desteğine gereksinim duyacağı ana muhalefet partisi CHP’ni de yerden yere vurduğu, Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na da neredeyse demediğini bırakmadığı ideolojik yazısı da var. 3 Nisan 2011 günü yayınlanan makalesinde terörü “30 yıldır sürdürülen ulusal demokratik hak istemli mücadele” veson 30 yıllık çatışmalı süreç” olarak tanımlıyor. İktidar ve muhalefeti aynı kefeye koyarak sorunu çözme iddiasındaki AKP ve CHP’nin çözüm konusunda söylediklerine bakıldığında söylenebilecek tek şey; bu iki partinin çözümsüzlükte birleştikleridir!” demekte. İktidarı bir kenara bırakıp doğrudan CHP ve Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na ideolojik eleştiriler yaptığı yazısında dayatmacı bir dil göze çarpıyor. Kılıçdaroğlu’nun Kürt halkının ‘sivil itaatsizlik’ adıyla başlattığı eylemlerde anadilde eğitim, siyasi tutukluların serbest bırakılması, askeri operasyonların son bulması, yüzde 10 barajının kaldırılması talepleri için bir şey söyleyememesi, aslında çözüm için bir şey söylememekle eş anlamlıdır … AKP ve CHP arasında seçim propagandası için yapılan dalaşa bakıp aldanmayın! … ülkenin hayati meselelerine gelince birbirlerine tek yumurta ikizleri kadar benziyorlar!”[8]

Oysa, Etkin Demokratik TTB grubu, her seçimli TTB Büyük Kongresi öncesi TTB Genel Merkezinde, ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ağırlayıp basın açıklaması yapmayı gelenek haline getirdi. Bu sayede hekimlere bir mesaj verildi. Bu mesaj, Etkin Demokratik TTB’yi TTB seçimlerinde iktidarda tuttu. Buna karşın Etkin Demokratik TTB en son seçimde Atatürk’ü küçümsemekten geri durmayan bir hekimi Merkez Konseyin başına getirdi.

Şebnem Korur, Atatürk’ün kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermesini tam da Atatürk’ün ölüm yıldönümünün hemen ardından karalamış. 11 Kasım 2013 günü yayınlanan “Hak verilmez, alınır” adlı makalesinde Şebnem Korur, “Atatürk’ün ölümünün 75. Yılı nedeniyle pek çok arkadaşım sosyal medyada kimlik fotoğraflarını değiştirip birer Atatürk oldular. Hayranlık ve şükran duygularını dillendirdiler” diyerek Atatürkçü olmakla gurur duyan arkadaşlarını hor görüyor. “Kimse kadınlara seçme seçilme hakkı bağışlamış değildir. Tersine, hakkın kazanılmasına engel olmak üzere ellerinden geleni yapmışlardır. Bu engellerin başında soruşturma ve yargılamalarla sindirme de vardır.”[9] diyerek Atatürk’ü ve devrimlerini kötüleyip küçümsemekten çekinmiyor.

Oysa kendisinden tam 40 yıl önce 12 Eylül öncesinde çok uzun süre TTB Merkez Konseyi Başkanlığı yapmış ve 12 Eylül darbesinin acılarını doğrudan yaşamış olan Dr. Erdal Atabek, Atatürk dönemini, “siyasetten kişisel davranışlara kadar her adımı örnek bir ahlakın parlayışı”[10] olarak tanımlıyor. 12 Eylül karşıtlığı üzerinden sağdan soldan bir araya gelen birbirine benzemez ikinci cumhuriyetçilere inat!

İşte Etkin Demokratik TTB’nin Türk Tabipleri Birliğini getirdiği nokta budur. Türk Tabipleri Birliği, Etkin Demokratik TTB’nin elinde, İttihat ve Terakki, Kuvayı Milliye çizgisinden gelip Samsun’a Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın[11] yanında çıkıp Sivas Kongresinde “Tam bağımsızlığı” haykırarak emperyalizme karşı duran anlayıştan, Atatürk’e utanmadan dil uzatan bir anlayışa dönüştürülmüştür.

Şebnem Korur, TTB Merkez Konseyi seçimleri öncesi, Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği demeçte “Hekimler bu döneme tek yürek olarak girmeli”[12] demiştir. Bu istencini Dr. İbrahim Tali Öngören, Dr. Refik Saydam, Dr. Behçet Adil Feyzioğlu, Dr. Hikmet Boran, Dr. Nusret Fişek çizgisinin dışına çıkarak dile getirmesi, Türk hekimliğinin belleğine de geleneğine de uymamaktadır. Şebnem Korur bu yönüyle hekimlik mesleği öznesinde hekimleri bir arada tutacak donanıma da, birikime de, söylem birliğine de sahip değildir.

Şebnem Korur adı, TTB’ye yönelik yok edici bir saldırıya karşı, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki tüm demokratik güçlerin ortak bir duruş ile direnmesini engelleyecek kadar siyasallaşmış, taraf olmuş, ortak değerlerden uzaklaşmış durumdadır. Şebnem Korur adı kuşku götürmeyecek bir biçimde Devlet aygıtına karşı bir meydan okuma ve hukuksuz eylem yaratmaya yönelik açık bir kışkırtmadır. Her iki olasılık da Türk hekimliğine hiçbir şey kazandırmayacaktır.

Şebnem Korur’un kişiliğine saldırılması, görüşlerini özgürce ifade etmesine karşı gelinmesi veya engel olunması kabul edilemez bir durumdur. Türk gencinin varlığına ve bütünlüğüne kasteden bu çarpık görüşleri öfkelenmeden duymak, okumak, anlamak, arkasındaki çarpık düşünce ve çıkar çevrelerini yorumlama hakkı bulunmaktadır.

Ancak, Şebnem Korur’un Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı olması ve tüm Türk Tabiplerini “tek yürek haline getirip” temsil etmesi de olanaksız, içi boş ve kabul edilemez bir durumdur.

Tek çözüm, fincancı katırlarını ürkütmeden Dr. Şebnem Korur’un Merkez Konsey Başkanlığından ayrılması ve Dr. Vedat Bulut gibi “Etkin Demokratik TTB” çatısı altında yer alan ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin ortak değerleriyle ideolojik ve siyasi sorunu olmayan bir Başkan’a bu görevi devretmesidir.

Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okunacak, Türk Hekimlerinin belleği, geleneği, aklı ve vicdanı ile alay edilecek bir kurum değildir.

Türk Hekimlerine bundan sonra düşen en önemli görev, kendilerini “Etkin Demokratik TTB” diye pazarlayan çarpık gündemleri olan ikinci cumhuriyetçilere değil “ÖNCE İNSAN, ÖNCE HEKİM” diyerek hekimlik mesleğinin gereklerini önceleyen yurtsever hekimlere destek olmaktır.
****

[1] Sayın Korur’un bir yazısındaki alçak gönüllü kişiliğine saygı gereği bu yazının geri kalan kısmında akademik ünvanı kullanılmamıştır.
[2] Kalkandelen, Zülal (2017), “İdris Küçükömer’in Tezleri / İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri / İkinci Grup’tan Yetmez Ama Evetçi Liberallere 90 Yıllık İhanet Mirası”, Kırmızı Kedi Yayınevi; S: 161
[3] Kalkandelen, Zülal (2017), “İdris Küçükömer’in Tezleri / İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri / İkinci Grup’tan Yetmez Ama Evetçi Liberallere 90 Yıllık İhanet Mirası”, Kırmızı Kedi Yayınevi
[4] Küçükömer, İdris  (1994), “Düzenin Yabancılaşması”, Bağlam Yayınları
[5] Kalkandelen, Zülal (2017), “İdris Küçükömer’in Tezleri / İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri / İkinci Grup’tan Yetmez Ama Evetçi Liberallere 90 Yıllık İhanet Mirası”, Kırmızı Kedi Yayınevi; S: 15
[6] Korur Fincancı, Şebnem (2020); “Kayıkçı” Evrensel Gazetesi; 5 Ekim 2020 (https://www.evrensel.net/yazi/87280/kayikci)
[7] Korur Fincancı, Şebnem (2012); “Terörist” Evrensel Gazetesi; 8 Ocak 2012 (https://www.evrensel.net/yazi/20808/terorist)
[8] Korur Fincancı, Şebnem (2011); “Çözümsüzlükte Birleşiyorlar” Evrensel Gazetesi; 3 Nisan 2011 (https://www.evrensel.net/yazi/3373/cozumsuzlukte-birlesiyorlar)
[9] Korur Fincancı, Şebnem (2013); “Hak verilmez, alınır” Evrensel Gazetesi; 11 Kasım 2013 (https://www.evrensel.net/yazi/69776/hak-verilmez-alinir)
[10] Atabek, Erdal (2020), “Diyojen fenerle adam arıyordu!..” Cumhuriyet Gazetesi, 5 Ekim 2020 (https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/erdal-atabek/diyojen-fenerle-adam-ariyordu-1771173)
[11] 19 Mayıs 1919’da Atatürk Samsun’a ayak bastığında, tam adı ve ünvanı Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır. Samsun’a çıkarken Bandırma vapurunda yanında üç hekim bulunmaktadır: Dr. İbrahim Tali Öngören, Dr. Refik Saydam, Dr. Behçet Adil Feyzioğlu
[12] Korur Fincancı, Şebnem (2020), “Şebnem Korur Fincancı TTB’de başkanlığa aday: Hekimler bu döneme tek yürek olarak girmeli” Cumhuriyet Gazetesi, 5 Ekim 2020 (https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sebnem-korur-fincanci-ttbde-baskanliga-aday-hekimler-bu-doneme-tek-yurek-olarak-girmeli-1769051)

Elbette kazanacağız…

Elbette kazanacağız…

Erdal Atabek
Cumhuriyet, 21.5.2018
Elbette biz kazanacağız.

Çünkü biz ‘doğruları’ rehberimiz yaptık. 
Neden mi? 
Gördük ki, insanlık tarihi ‘doğrular’ ile ‘yanlışların’ savaşının tarihidir. 
Doğrular; insandan yanadır, haktan yanadır, emekten yanadır, eşitlikten yanadır, barıştan yanadır.
Yanlışlar; paradan yanadır, haksızlıktan yanadır, maldan mülkten yanadır, eşitsizlikten yanadır, savaştan yanadır. 
Biz ‘doğrular’dan yana olduk. 
Çok açık, çok sade bir anlatım. 
İnsanlık tarihi hep bu ‘doğrular’la bu ‘yanlışlar’ın savaşını yaşadı. 
Kimi zamanlar ‘yanlışlar’ da kazandı.
Ama sonunda hep ‘doğrular’ ayakta kalmıştır. 
‘Doğrular’ tertemiz ayakta kalmıştır. 
Ve kazanmıştır. Şimdi de biz kazanacağız. 
Doğruların zamanı -gecikerek de olsa- geldi.
***
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun mektubunu aldım. 
Bir ‘doğru bilim insanı’nın yazısını okudum. 
Hapiste. Doğruları söylediği için hapiste.
Dilovası’nda artan kanserleri bulup anlattığı için hapiste. 
Bir halk sağlığı uzmanıBarış istediği için hapiste. 
Bir tıp doktoru. Bir üniversite öğretmeni. 
Muharrem İnce cumhurbaşkanı olunca -ve bilin ki olacak- Onur Hamzaoğlu’nu TÜBİTAK Başkanlığı’na önereceğim. O’nun yeri orasıdır. O zaman TÜBİTAK bir bilim yuvası olacak. 
Doğru bilim insanı. Yanlış iktidarın yanlış hukuku ile yanlış yerde yatıyor.
Ama her zaman ‘doğru’, ‘yanlış’ı yendi. Gene yenecek. 
Onur Hamzaoğlu’nu sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
***
Güray Öz kardeşim kitabını göndermiş. ‘Gene şafakta geliyorlar Angela’ 
Angela Davis’in öyküsüyle başlıyor kitap. Bir kültür tarihi kitabı mı desem? 
Edebiyat antolojisi mi desem? Yazarların, şairlerin anlatıldığı denemeler mi desem? 
Bunların hepsi mi desem? Bilemedim. 
Ama Güray Öz’ün bir yazar, bir şair, bir denemeci olduğunu bildim. 
Doyumsuz bir tadı var Güray’ın yorumlarının. Sade, içten, ince bir derinlik. 
Saran, sarsan, sizi alıp götüren. Her zaman birkaç kitabı birlikte okurum. 
Güray’ın kitabı ötekileri bıraktırdı. Kutlarım. Kucaklarım. Devamını beklerim. 
Duydun mu Güray?
***
Muharrem İnce rüzgârı güçlü esiyor
‘Öfkenin rüzgârı’ diyorum ona. Milletin içindeki öfkeyi estiriyor. 
Erdoğan iktidarı öyle bir öfke yarattı ki. Haksızlıkların biriken öfkesi bu. 
Çiğnenen insan haklarının öfkesi. Yalanların öfkesi bu. 
Göz göre göre söylenen yalanların öfkesi. Hırsızlıkların öfkesi bu. 
Hâlâ savunulan hırsızlıkların öfkesi. ‘Öfkenin rüzgârı’ daha daha fırtınaya dönecek. 
Meral Akşener de ‘cesur Amazon’ gibi meydanlarda. 
O da kendi üslubunda meydan okuyor. Geçmişini geleceğine engel yapmadan mücadele ediyor.
***
Bu yazıyı 19 Mayıs gününde yazıyorum. Gazetemin birinci sayfasında Atatürk
Atatürk, ‘tarihin doğrusu’. Bir Osmanlı subayı, göre göre, düşüne düşüne, okuya okuya, tarihin büyük devlet kurucusunu yarattı. Örnektir. 
Elbette biz kazanacağız. Hep beraber…
==========================================

Teşekkürler değerli meslek büyüğümüz Dr. Erdal Atabek dostumuza..
88’lik Tıp ve Cumhuriyet bilgesi hâlâ topluma – ülkemize ışık saçmayı sürdürüyor..
Şükranla.

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Atatürk ile 15 yıl AKP ile 15 yıl…

Atatürk ile 15 yıl AKP ile 15 yıl…

Erdal Atabek
Cumhuriyet, 13.11.2017,

Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk ile 15 yıl iktidar dönemi yaşadı, 1923-1938. 
Bu iki dönemde bakalım neler oldu?
1. Atatürk, siyasal iktidarı sultan ve halife olan tek adamın elinden alıp kurduğu Büyük Millet Meclisi’ne devretti.
AKP ise, Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerini “Tek Adam Olarak Cumhurbaşkanı”na devretti.

2. Bağımsızlık Ata’nın karakteri, Cumhuriyetin siyaseti oldu.
AKP, Amerika himayesinde İslamcılıktan, Rusya himayesinde İslamcılığa savruluyor. 

3. Hukuk alanında uygar Batı’nın laik hukuku temel alınarak devrim yapıldı.
AKP, adım adım Sünni İslam hukukunu geri getirmeye çalışıyor. 

4. Eğitim laik temelde köylerden üniversiteye kadar bilimsel yapıda yeniden kuruldu.
AKP, imam hatipler yoluyla Sünni İslam temelli eğitimi yaygınlaştırıyor.
5. Halkevleri kurularak halkın bilimsanat alanında bilinçli eğitimi yaygınlaştırılıyordu.
AKP, camiler, imamlar ve Kuran kursları yoluyla halkı tarikatların elinde inanç alanına yönlendiriyor.
6. Atatürk, halkın dinini öğrenmesini, aracılık yapan yobazların etkisiz kılınmasını amaçladı. Laikliğin amacı buydu.
AKP, tersine, halkı tarikatların, şeyhlerin, şıhların eline bıraktı, onlardan siyasetinde yararlanmayı esas yaptı.
7. Atatürk köylüyü milletin efendisi kabul etti. Kalkınmayı, eğitimi köyden başlattı.
AKP, köyü kente getirdi, varoşları yarattı. Onlardan oy deposu olarak yararlandı. Kentleri betona çevirdi.
8. Atatürk, tarımı kendine yeterlilik amacına göre destekledi. Ülke, her ürünü üretti, ihraç etmeye başladı.
AKP tarımı yok etti. Artık buğday ve saman dahil her ürünü dışarıdan getirip dövizle ödeyen ülke olduk.
9. Atatürk, yerli sanayi hamlesi başlattı. Bankalar kuruldu, yerli sanayi desteklendi. Karma ekonomi esas alındı.
AKP, kapitalist özelleştirmeyi temel yaptı, her şeyi satarak bugün halkı şirketlerin eline bırakan ortamı yarattı. Hiçbir şey artık ‘yerli’ ve ‘milli’ değil.
10. Atatürk, ülkeyi savaştan barışa taşıdı. Komşularla barış antlaşmaları gerçekleştirdi.
AKP ise ülkeyi barıştan savaşa soktu. Bugün, ülke içeride de dışarıda da savaşıyor. Geleceği belirsiz bir dönem yaşanıyor.
11. Atatürk, dost komşuları olan bir ülke yaratmıştı.
AKP döneminde ülkenin hiç dostu kalmadı. Her komşu bir anlaşmazlık konusu ile kavgalı hale geldi.
12. Atatürk dönemi, bütün çağdaş sanatların toplumun içinde yaşadığı bir dönem oldu. Klasik müzik, tiyatro, opera, bale, resim, heykel, mimarlık toplumun can damarı oldu.
AKP dönemi, sanatın küçümsendiği, önemini yitirdiği bir dönem oldu. Resim, heykel sanatı terk edildi. Müzik bir yana bırakıldı. Opera, bale geleneğe uygun bulunmadı. Böyle de sürüp gidiyor.
13. Atatürkkadın’ gerçeğini toplumda layık olduğu yere yüceltti. Kadını kafesten ve peçeden kurtardı. Erkekle eşit yerine koydu.
AKP kadının erkeğe itaatini esas olan bir din temelli sistem yarattı. Örtünme, çarşafa girme geri getirildi. Kadın cinayetlerinin böyle yaygınlaşması rastlantı değildir.
14. Atatürk döneminin Köy Enstitüleri salt bir eğitim kurumu değildir. Köyden başlayan kalkınmanın simgesidir.
AKP için ise, köy bir propaganda alanıdır. Muhtarlar toplantıları, kutsal söylemler eğitilecek topluluklar değil, destek verecek alanlardır.
15. Atatürk, Türkiye için “çağdaş uygarlık” hedefini göstermişti.
AKP için “çağdaş uygarlık”, İslam ülkelerinin birleşmesi, İslami yaşam biçiminin topluma kabul ettirilmesidir.
***
İşte, Mustafa Kemal Atatürk ile yaşanan 15 yılın,
AKP ile yaşanan 15 yılla, 15 maddede özetlenen karşılaştırması.
Öyle Anıt-Kabir’e zoraki gidip Atatürk’e içinden gelmeyen saygı gösterişi ile aslında bir şey yapılmış olmuyor.
Olan biten, Atatürk’ün yattığı yerden AKP zihniyetini yenmiş olduğudur.
Bu gerçek de sizin kabul edip etmemenize bağlı değildir.
Atatürk mü? Sonsuza kadar…
====================================
Dostlar,

Saygıdeğer meslek büyüğümüz Dr. Erdal Atabek çok etkili bir karşılaştırma yapmış sağolsun. 18 Kasım 2017’de AKP iktidarı 16. yılına giriyor. Kültürümüze de önemli katkısı oldu AKP’nin! Halk arasında

  • “Yiyo ama çalışıyo; emme alnı secde görüyo..”

    Neciiiip mi necip milletimiz / ümmetimiz psikolojik savunma düzeneklerinden biri olan mantığa bürünme (Rasyonalizasyon) aracını büyük bir ustalıkla kullanmakta ve dünyaya özgün örnekler vermekte..

Sevgi ve saygı ile. 16 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İktidarın kurbanları…

İktidarın kurbanları…
Dr. Erdal Atabek

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

“Kurban bayramı”, öyle mi? Hayvanların kurban edildiği bir bayram mı bu?
Yani, iyilik olsun diye. Et yiyemeyenler bugünlerde et yesin diye.
Kesilen hayvanlar kesenleri Sırat köprüsünden geçirsin diye.
Bize böyle söylenmişti. Peki, ya kurban edilenler insansa?
Kurban edilen insan da var mı? Var ya, kurban ettiniz işte.
Nuriye’yi, Semih’i açlık grevinde hapse attınız.
Onlar sizin adaletsizliğinizin kurbanı ya. Hapiste ölüyorlar.
Sizin kurbanlarınız. Kutladığınız bayramın içinde onlar da yok mu?
İşlerinden atıp aç bıraktığınız insanlar.. yüz elli binden fazla.
Onlar ne yiyecek diye merak ediyor musunuz?
Siz bayram yaparken onlar da aklınıza geliyor mu?
Ya hapislere attığınız insanlar. Suç uydurup zincirlerin arkasında yatırdığınız.
Sizin kurbanlarınız onlar. Elleriniz kanlı sizin.
Bu kanların hesabını vermeyeceğinizi sanmayın. Hepsinin hesabını vereceksiniz. Maskeli suratlarınızın üstündeki sahte bakışlarınızı.
Biz unutmayacağız. Size de unutturmayacağız.
Bu bayram gününde. Sakın unutmayın.
***
Adaleti iktidarınıza kurban ettiniz siz. Çok kan döküldü çok.
Hapiste ölenler olduNasıl öldüler, dönüp bakmadınız bile.
Kendini öldürenler oldu. Silahını kafasına dayayıp tetiği çekenler.
Kanları sizin üstünüze sıçrayanlar. Adaleti kurban ettiniz.
Özgürlüğü kurban ettiniz. Konuşanı astınız. Yazanı kestiniz.
Düşüneni pişman ettiniz. Kalemini kalbine sapladıklarınız oldu.
Sizin kurbanlarınızdır. Kanlı ellerinizin kurbanları.
***
Laikliği kurban ettiniz ki çok önemlidir. İnsan aklının özgürlüğüdür laiklik.
Kurban ettiniz. Dinsizliktir dediniz. Siz de biliyordunuz ki, değildir.
Laiklik, dünya yaşamını özgür akılla yönetmektir.
Sizin amacınız ise, insanları kullukla itaat ettirmekti. Laikliği kurban ettiniz.
Muhalifleriniz de çekindi, cesaretle önünüze çıkamadı.
Siz özgür insan aklını kurban ettiniz. Siz özgür insan iradesini kurban ettiniz.
Çok kanlı bir kurban töreni oldu bu. Bunun da hesabını vereceksiniz.
Merak etmeyin.
***
Toprağı kurban ettiniz. Madencilere kurban ettiniz toprakları.
Yeşil ağaçları kurban ettiniz. Binlercesini. Yeşil ovaları yağmacılara kurban ettiniz. Canım dereleri tıkadınız, sularını kuruttunuz. Seller bastı evlerinizi, aldırmadınız. O kepçelerdeki eller sizin ellerinizdir.
Kurban kanı bulaşan elleriniz.
***
İktidarınızın en büyük kurbanı kendiniz oldunuz. Siz de artık kurbansınız.
İktidar sarhoşluğunun kurbanı. Güç zehirlenmesinin kurbanı.
Kendi kibrinizin kurbanısınız. Kendi öfkenizin kurbanısınız.
Artık hiç kimseye güven duyamayacaksınız. Artık her şey sizin korkunuz olacak. Siz kendinizi kurban edeceksiniz.
Sizden kurtulanlar.İşte o zaman bayram yapacak.. (Cumhuriyet, 04 Eylül 2017)
=======================================
Dostlar,

Değerli meslek büyüğümüz tıp doktoru Erdal Atabek 87 yaşında ve hala üretiyor.. Yüreklilikle, akıl ve bilimle, Cumhuriyet Gazetesinde..
O’na teşekkür borçluyuz..
Bunca kurban alan – kurban eden” bir iktidar, dünyada nerede iktidarda kalabilir?
Kibir öylesine sarhoş etmiştir ki kendilerini, İstanbul’da bir gazeteciye ‘

  • ‘Sen Karadenizli misin?” diye soran AKP Gn. Bşk. ve CB Erdoğan, 

CNN Türk muhabiri Zeynep Karamustafa’nın ”Nereden bildiniz?” sorusuna;

  • ‘Cumhurbaşkanıyım ben, sıradan biri değilim, bilirim” diyecek ölçüde kibir, megalomanisine teslim oluşlardır.Tarihte sayısız örnekler var.. Bu düzeye gelen / düşen iktidarların sonu yakındır. Ülkeyi ve halkını bir bütün olarak değerleriyle birlikte güç sarhoşluğu içinde pervasızca feda edeceksiniz ve hala iktidarda kalacaksınız!? Bu halk bu denli salak değil..
  • Sarhoşluk salt kimi alkollü içeceklerle olmuyor değil mi efendiler?

Halk, akıllara seza ve dünyada örneği olmayan on günlük çılgın ”Kurban bayramı” (!?) tatilinde, AKP’nin bölünmüş yollarında trafik cinayetlerine ‘kurban” olmaya devam ediyor.. 10. günde kurban sayısı 115’i buldu..
Ne denli hazin değil mi??

Sevgi ve saygı ile. 04 Eylül 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Coşkun Özdemir : CUMHURİYET ve CUMHURİYETÇİLER

CUMHURİYET VE CUMHURİYETÇİLER 

portresi

Prof.Dr. Coşkun Özdemir

92 yıllık Cumhuriyet Gazetesine iktidar yargısı tarafından bir baskın bir saldırı gerçekleştirildi.
13 kişi göz altına alındı ve dün sabah 9 gazetecinin tutuklandığını öğrendik.
İlk günden başlayarak yüzlerce Cumhuriyet okuyucusu gazetenin avlusunu doldurdu ve bu hukuk dışı icraatı protesto ettiler.
Destekçiler eylemlerini 24 saat sürdürdüler ve gece nöbeti gerçekleştirdiler.

Bende en az 60 yıllık bir Cumhuriyet okuyucusu ve 35 yıl yazarlığını yaptığım gazetedeki kalabalığa katıldım.
Dün bir konuşma yaparak aydınlanmacıları birliğe çağırdım. Orada olmayanları sordum niçin bizimle değiller dedim. Bu sorgulama değil nedenleri araştırma çağrısı idi…

Gazetedeki değişimden rahatsız olabilirsiniz, eleştirecek çok şey bulabilirsiniz ve birçokları gibi artık okumayabilirsiniz.
Ama düşünün ki orada Türkiye’nin yüz akı yazar arkadaşlarımız var. Okumazsanız çok şey kaybedersiniz.
Orhan Bursalı, Erdal Atabek, Ataol Behramoğlu, Ali Sirmen, Zeynep Oral, Mine Kırıkkanat, Işıl Özgentürk, Erol Manisalı, Yakup Kepenek, Meriç Velidedeoğlu ve unuttuklarım sağlam ilkeli cumhuriyetçiler.
Hele yıllardır Bursalı’nın yönetimindeki Bilim Teknik‘i okumuyorsanız kaybınız çok büyük. Şimdi onu bağımsız çıkarıyor Orhan..

Gazetede ADD yoktu, 68’ler de öyle ÇYDD’den kimseyi göremedim. Üyesi olduğum TÜMOD yoktu ve TGB …
TGB’li gençlerle sık sık buluşuyorum ve yürüyüşlerine katılıyorum. Pırıl pırıl, Cumhuriyetçi, Aydınlanmacı Atatürkçü heyecanlı coşkulu çocuklar.
Cumhuriyet niçin onlara uzak durur, bunu anlamış değilim.

Evet, Gazeteyi eleştirmek çok doğal ama asıl çabamız Gazeteyi bizim Cumhuriyetimiz haline getirmek için çaba göstermektir.
Cumhuriyetçi ve Aydınlanmacı güçleri bir araya getirmek onları bir dayanışma içinde aydınlık bir Türkiye için savaşan yurtseverler niteliğine kavuşturmaktır.
Bugünkü ayrışma ve cumhuriyetçilerin en azından bir asgari müşterekte buluşamaması Cumhuriyeti çökertmek isteyen iktidarın yararına oluyor.
Bu aymazlıktan çıkmalıyız hiç gecikmeden; Cumhuriyet altımızdan kayıyor!

hoca.jpg========================================

Çooook teşekkürler değerli hocam Sayın Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR…
Sizi İstanbul Tıp Fakültesindeki öğrencilik yıllarımdan beri 40+ yıldır tanımanın onurunu yaşıyorum.. Evet hocam,

  • …aymazlıktan çıkmalıyız hiç gecikmeden; Cumhuriyet altımızdan kayıyor!

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TOPLUMSAL BASKININ SOSYO-POLİTİK DİNAMİĞİ ve VARACAĞI YER..


TOPLUMSAL BASKININ
SOSYO-POLİTİK DİNAMİĞİ ve VARACAĞI YER..
 


Prof. Dr. Ahmet SALTIK

Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı

AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net, profsaltik@gmail.com

 

Meslek büyüğümüz Sayın Dr. Erdal ATABEK (İç Hastalıkları – Dahiliye Uzmanıdır), bir hekim olarak topluma yol göstermeye, yıllarca yazdığı tıbbi reçetelerinin yanı sıra “toplumsal reçeteler” de yazmayı sürdürüyor. Bu yazımızı uyaran “Toplumsal Depresyon” başlıklı yazısına bakılmasını öneririz.
http://ahmetsaltik.net/2015/09/14/toplumsal-depresyon/, Cumhuriyet, 14.9.2015).

Ruhsal bozuklukların özneleri salt tekil insanlar, hayvanlar hatta bitkiler değildir! “Topluluk özneleri” (Kollektf özneler) de Ruhsal (Psikiyatrik) bozuklukların (Disorder) ve Hastalıkların (Disease) özneleri olabilmektedir. Açıkçası toplumlar da depresyona girebilir, paranoid bozukluk gösterebilir (Hitler’in Nazileri), hatta Şizofrenik davranışlar sergileyip şizoid tepkiler verebilir, yaşamın gerçekliğinden kopabilirler.Sosyal Psikiyatri, Psikiyatri’nin ve Halk / Toplum Sağlığı‘nın bir alt disiplini olup, ruhsal bozuklukların toplumsal etmenleri ve kökleri ile ilgili tıp dalıdır.

Biz de, Halk / Toplum Sağlığı Uzmanı bir hekim olarak web sitemizdeki yazılarımızda elden geldiğince topluma, kolektif öznelere uzmanlık alanımız sorumluluğu ve yetkisiyle yol göstermeye, apaçık “tıbbi” kokmasa da “sosyal tıp reçeteleri” önermeye – sunmaya çabalıyoruz profesyonel sorumlulukla.

Tıp gerçekte sosyal bir bilimdir (Dr. Solomon Newman, 1847).

Bu bağlamda, AÜTF’de (Ankara Üniv. Tıp Fak.) verdiğimiz derslerden olan SOSYAL TIP NEDİR? (What is Social Medicine?) başlıklı yansılara (slide) bakılmasını önermekteyiz.

Sağlık sorunlarının ağırlıklı nedenleri hep bilindiği gibi Fiziksel, Kimyasal, Biyolojik etmenler değildir! Yanı sıra, hatta belirtilen 3 etmen kümesinin etkilerini gerçekte koşullayıp onları etkili hastalık etmeni kılan nedenler TOPLUMSAL (Sosyal), Ekonomik ve Ekinsel (Kültürel) nedenlerdir.

2002 sonlarından 2015 sonlarına uzanan 13 yılda tek başına iktidar olan siyasal parti ve sorumlu kadroları, ülkemizde 6 alanda da (Fiziksel – Kimyasal – Biyolojik ile Sosyal – Ekonomik – Ekinsel) çok olumsuz gelişmeler yaratmışlardır, çok ağır tarihsel – politik sorumlulukları vardır.

İnsanların en temel gereksinimleri, Abraham Maslow’un Sosyal Psikoloji Kuramı bağlamında GÜVENLİK’tir. Günümüz Türkiye’sinde ne yazık ki, yaygın toplumsal kesimlerin can ve mal güvenliği sağlanamamaktadır. Hükümetlerin – Devletin ilk görevi, sorumlu olduğu ülkede halkın yaşam hakkını güvenceye almaktır. Sayılan öbür alanlarda (6 temel alan) gereksinimlerin sağlanamaması, giderek güven bunalımı ve  kaygı (anksiyete) doğurur.

ADALET – EŞİTLİK – ÖZGÜRLÜK 3’lüsü çağımız insanları için vazgeçilmez 3 değerdir. Toplumsal düzen bu değerlere hak ettikleri özeni göster(e)miyorsa, tüm bunlar kişilerde ve toplu öznelerde giderek biriken örselenme (travma) etkisi yaratır. Kendini güvende görmeyen canlı, “savunma- stres tepkisi verir (Hans Selye kuramı). Bu tepkiler ihkak-ı haktan şiddet kullanmaya, depresyondan dissosyatif sendromlara (Sosyal Şizofreni)… dek uzanabilir. Eğer sistemde biriken negatif enerji uygun yöntemlerle boşaltılamazsa Termodinamik Yasaları kapsamında pozitif geridönüt (feedback) üzerinden yıkım ve dağılma başlar, sistem kendi üzerine çökerek (kapitonaj) canlılığını yitirir. 

Sosyal Psikiyatri ve Sosyal Psikoloji bilim alanında varsıl yazın (literatür) vardır. Sosyal Politika ve Siyaset Psikolojisi (Politik Psikoloji) alanları ilk 2 bilim alanının verilerini etkin kullanmalıdır. Siyasetçilerin danışmanlarının ciddi ve ağır sorumlulukları vardır. Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi bölümlerinde yeter bilgi birikimi kazandırılmaktadır. Bu bilgilerin özenle anımsanması ve yaşama geçirilmesinin zamanıdır. Erdoğan gibi Narsisitik kişilikli “çok zor” yöneticilere bile, Danışmanlarınca, iletişim becerileri kullanılarak mutlaka gerekli iletiler verilmelidir.SOSYAL_SIZOFRENI_MUSTAFA_COSTUROGLU

Türkiye/Türk toplumu daha da baskılanır ve bunaltılırsa, vereceği tepkiler “bilinçli” olmaktan çıkabilir! O aşama “öğrenilmiş çaresizlik” (Pes Sendromu, learned helplessness) basamağıdır, toplum yönetilebilir olmaktan çıkar (de-kapite ya da  de-serebre kitle!). Ne bin yıllık Türk – Kürt kardeşliği kalır ne de öbür değerler kümesi.. Kitleler bilinçsiz biçimde yaşamda kalma – güvenlik arama paniğine girer. Yönetenlerin de güvenlikleri kalmaz..

Orası yangın yeridir, intifada (ayaklanma) aşamasıdır..

*****

Ülke yöneticilerine, başta kişisel hırsları ile ülkeyi kan gölüne dönüştüren “Biri” sine ve O’na bilinçli – bilinçsiz, şu ya da bu nedenle destek veren partililere ve bürokrasiye, seçmen kitlesine, kimi bildik yabancı ülkelere …  kaygı ile duyurulur..

Not : Yazının pdf biçimi..
TOPLUMSAL_BASKININ_SOSYO-POLITIK_DINAMIGI_ve_VARACAGI_YER

Toplumsal depresyon…

Toplumsal depresyon…

Dr. Erdal Atabek
Cumhuriyet, 14.9.2015
“Depresyon”, çökme demek. Çöküntü, çökkünlük. Bir tıp terimi olarak ruhsal denge bozukluğu. Ekonomide de kullanılıyor.
Yaşamı tehdit altına sokulmuş bir toplumun çaresizliği söz konusu olunca depresyona şaşılır mı? Günümüzün Türkiye’si her alanda olumsuzluklarla kuşatılmış.
Sosyal yaşam, çatışmalarla, vuruşmalarla kana ve acıya boğulmuş. Yıllarca “çözüm süreci” diye açıklanmayan görüşmelerle, gizlenen buluşmalarla oyalanan toplum bugün bir savaş alanıyla karşı karşıya. Her gün şehit askerler, polisler, öldürülen PKK militanlarının haberleri ekranlarda, gazete sayfalarında. Etnik köken ayrımcılığı kentlere yayılmış. Muhalif basına karşı sokak kalabalıkları harekete geçirilmiş.
Toplumsal güven ortadan kalkmış. Herkes kendini kime ve neye karşı koruyacağını şaşırmış, sokaklarda etnik kimlik soruşturmaları yapılıyor.
Toplumun en üst düzey yetkilisi, olan biteni “400 milletvekilinin tek partiden seçilmeyişine” bağlıyor. Hükümetin başı ipin ucunu kaçırdığının farkında. Kendisinin de inanmadığı belli şiddet söylemini yineleyip duruyor.

***

Toplumsal depresyona neden şaşalım?
Yıllar önce bir “Uluslararası Psikiyatri Kongresi”nde kürsüdeki konuşmacı “depresyon belirtileri”ni anlatıyordu. Kötümserlik, yaşama sevincinin azalması,
Daha önce ilgi duyduğu şeylere karşı ilgi kaybı, isteksizlik, Enerji kaybı, harekete geçememe,
Kararsızlık, verdiği kararlara güvenememe, Uyku bozuklukları, uykusuzluk ya da aşırı uyuma,
İştah bozuklukları, yemek yememe ya da aşırı yeme,
Dikkat bozukluğu, konsantrasyon bozulması,
Bunları duyarken yanımdaki delegeye dönüp “Bu durum bizim insanımızın normal hali değil mi?” demiştim. O da gülümsemişti. Gerçekten de kabul etmemiz gerekir ki“yaşam kültürümüz depresyona daha yakın”.
Aslında depresyonu yaratan da “umutsuzluk, çaresizlik duygusu, kararsızlık, harekete geçememe durumu”.
Depresyondan kurtulmak da aynı yollardan geçiyor: Umudunu yaratan kararlılık,
Çarenin kendi olduğu bilinci, Harekete geçme, mücadele etme, risk alma.
Bunları yapamamanın, yapmamanın bedelidir depresyon. Aslında “depresyon”, yaşamla uzlaşmanın bir yolu. Bedel ödemekten kaçınmanın bedeli. Görmezden gelmenin, sorumluluktan kaçmanın bir sığınağı olmaktadır depresif durum.
Bireyin ruhsal çökkünlüğü dediğimiz durum da sosyal koşulların dayatmasının büyük rol oynadığı bir ruhsal denge kaybı. Bu çöküntüden çıkışın yolu da “sosyal mücadele”den geçiyor.

Asla umutsuzluğa düşmemek,

“Ben tek başıma ne yapabilirim?” mazeretine sığınmamak,
Örgütlenmek, çoğalmak, gücünü arttırmak, Asla yılgınlığa düşmemek,
Şiddet yöntemini akılla boşluğa düşürmek, Sosyal mücadeleyi kesintisiz sürdürmek…

***

Ekonomik depresyon çarşıda, pazarda yaşanıyor.
Taze fasulyenin kilosu 8 lira. Domates 5 lira. Bir tencere yemekte yağı var, tuzu var, pişirmek için gazı var. Sonuçta bir tabak yemeği kaç kişi yiyecek. Her köşe başında çocuklu bir Suriyeli aile. Hani sizin Ortadoğu politikanız. Bu insanların yerini yurdunu neden karıştırdınız?
Sosyal depresyonun da, ekonomik depresyonun da çözümü “politik depresyon”dan kurtulmaktır. Politik depresyon bu siyasal iktidardır. Kurtuluş da bu iktidarın değişmesidir.

Güç, artık vatandaşın ellerinde…

===============================

Dostlar,

Meslek büyüğümüz Sayın Dr. Erdal ATABEK (İç Hastalıkları – Dahiliye Uzmanıdır), bir hekim olarak topluma yol göstermeye, yıllarca yazdığı tıbbi reçetelerinin yanı sıra “toplumsal reçeteler” de yazmayı sürdürüyor. Ruhsal bozuklukların özneleri salt tekil insanlar, hayvanlar hatta bitkiler değildir! “Topluluk özneleri” (Kollektf özneler) de Ruhsal (Psikiyatrik) bozuklukların (Disorder) ve Hastalıkların (Disease) özneleri olabilmektedir. Açıkçası toplumlar da depresyona girebilir, paranoid bozukluk gösterebilir (Hitler’in Nazileri), hatta Şizofrenik davranışlar sergileyip şizoid tepkiler verebilir, yaşamın gerçekliğinden kopabilirler. Sosyal Psikiyatri, Psikiyatri’nin ve Halk / Toplum Sağlığı‘nın bir alt disiplini olup, ruhsal bozuklukların toplumsal etmenleri ve kökleri ile ilgili tıp dalıdır.

Biz de, Halk / Toplum Sağlığı Uzmanı bir hekim olarak bu sitedeki yazılarımızda elden geldiğince topluma, kollektif öznelere uzmanlık alanımız sorumluluğu ve yetkisiyle yol göstermeye, apaçık “tıbbi” kokmasa da “sosyal tıp reçeteleri” önermeye – sunmaya çabalıyoruz profesyonel sorumlulukla.

Tıp gerçekte sosyal bir bilimdir (Dr. Solomon Newman, 1847).

Sağlık sorunlarının ağırlıklı nedenleri hep bilindiği gibi Fiziksel, Kimyasal, Biyolojik etmenler değildir! Yanı sıra, hatta belirtilen 3 etmen kümesinin etkilerini gerçekte koşullayıp onları etkili hastalık etmeni kılan nedenler TOPLUMSAL (Sosyal), Ekonomik ve Ekinsel (Kültürel) nedenlerdir.

2002 sonlarından 2015 sonlarına uzanan 13 yılda tek başına iktidar olan siyasal parti ve sorumlu kadroları, ülkemizde 6 alanda da (Fiziksel – Kimyasal – Biyolojik ile Sosyal) – Ekonomik – Ekinsel) çok olumsuz gelişmeler yaratmışlardır, çok ağır tarihsel – politik sorumlulukları vardır.

İnsanların en temel gereksinimleri, Abraham Maslow’un Sosyal Psikoloji kuramı bağlamında GÜVENLİK’tir. Günümüzde yaygın toplumsal kesimlerin can ve mal güvenliği sağlanamamaktadır. Hükümetlerin – Devletin ilk görevi, sorumlu olduğu ülkede halkın yaşam hakkını güvenceye almaktır. Sayılan öbür alanlarda (6 temel alan) gereksinimlerin sağlanamaması giderek güven bunalımı ve kaygı (anksiyete) doğurur.

ADALET – EŞİTLİK – ÖZGÜRLÜK 3’lüsü çağımız insanları için vazgeçilmez 3 değerdir. Toplumsal düzen bu değerlere hak ettikleri özeni göster(e)miyorsa, tüm bunlar kişilerde ve toplu öznelerde giderek biriken örselenme (travma) etkisi yaratır. Kendini güvende görmeyen canlı, “savunma- stres tepkisi verir (Hans Selye kuramı). Bu tepki ihkak-ı haktan şiddet kullanmaya, depresyondan dissosyatif sendromlara (Sosyal Şizofreni) dek uzanabilir. Eğer sistemde biriken negatif enerji uygun yöntemlerle boşaltılamazsa pozitif geridönüt (feedback) üzerinden yıkım ve dağılma başlar, sistem kendi üzerine çökerek (kapitonaj) canlılığını yitirir.

Sosyal Psikiyatri ve Sosyal Psikoloji bilim alanında varsıl yazın (literatür) vardır. Sosyal Politika ve Siyaset Psikolojisi (Politik Psikoloji) alanları ilk 2 bilim alanının verilerini etkin kullanmalıdır. Siyasetçilerin danışmanlarının ciddi ve ağır sorumlulukları vardır. Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi bölümlerinde yeter bilgi birikimi kazandırılmaktadır. Bu bilgilerin özenle anımsanması ve yaşama geçirilmesinin zamanıdır.

Türkiye/Türk toplumu daha da baskılanır ve bunaltılırsa, vereceği tepkiler “bilinçli” olmaktan çıkabilir! O aşama “öğrenilmiş çaresizlik” (learned helplessness) basamağıdır toplum yönetilebilir olmaktan çıkar. Ne bin yıllık Türk – Kürt kardeşliği kalır ne de öbür değerler kümesi.. Kitleler bilinçsiz biçimde yaşamda kalma – güvenlik arama paniğine girer. Yönetenlerin de güvenlikleri kalmaz.. Orası yangın yeridir, intifada (ayaklanma) aşamasıdır..

*****

Ülke yöneticilerine, başta kişisel hırsları ile ülkeyi kan gölüne dönüştüren “Biri” sine ve O’na bilinçli – bilinçsiz, şu ya da bu nedenle destek veren partililere ve bürokrasiye, seçmen kitlesine …  kaygı ile duyurulur..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Erdal ATABEK : Meydanların İktidarı…


Dr. Erdal ATABEK

erdal atabek

Meydanların İktidarı…

Meydanlar her zaman iktidarlara karşıttır.
Yandaşlar meydanlara doluşup bağırışmaz. Onlar destekledikleri iktidarın nimetlerini bölüşmekle uğraşırlar. Ama iktidarın karşıtları, kendileri gibi olan, kendilerinden olanların toplaştığı meydanlarda seslerini duyurmaya çalışırlar.

Fransa’da Concord Meydanı.
Çin’de Tiananmen Meydanı.
Mısır’da Tahrir Meydanı.

Adnan Menderes Beyazıt Meydanı ile çok uğraşmıştı. Bozmaya çalıştı, olmadı.
Oradan başlayan kitle gösterileri de kendisinin sonu oldu.

Taksim Meydanı, Türkiye’nin kültür ve politika tarihidir.
Ortasındaki Cumhuriyet Anıtı, Ata’ya başvurma noktasıdır. Şimdi onarım bahanesiyle kapatılan Atatürk Kültür Merkezi, herkesin bir etkinlikle katıldığı yerdir. Çevresi yüksek yapılarla dolmuş da olsa Gezi Parkı, meydandan başlayan İstiklal Caddesi, aşağıya doğru inen ünlü mağazaları, lokantaları, birahaneleri ile özel bir anlamı vardır.
Çiçek Pasajı her zaman ilgi çeken bir buluşma mekânıdır. Daha sonra “Cumartesi Anneleri” de bu caddede toplanacak, kayıplarını herkese hatırlatacaklardır.

Taksim Meydanı’ndan bu iktidar hiç hoşlanmadı. Taksim’e cami yaparak duruşunu değiştirmek istediler. Hâlâ da bu proje gündemdedir. Gezi Parkı’nı kaldırıp
Taksim kışlası bahanesiyle alışveriş merkezi yapmanın peşindeler.

Camilerle AVM’lerin birlikte duruşu da ilginçtir ve İslamın kapitalizmle nasıl uyuştuğuna
işaret etmektedir. İbadet ile ticaret hangi din felsefesi ile açıklanıyor, bilmiyorum. İslamın sadeliği ile günümüzün lüks içindeki dindarları aslında bağdaşmıyorlar,
ama hiç de yadırganır görünmüyor.

Siyasal iktidarlar zayıfladıkları ölçüde ‘meydan muhalefeti’nden korkmaya başlarlar.
Bu korku da onları meydanları kapatmaya götürür. Silivri’de duruşmayı izlemeye gelen, tutuklularla dayanışma göstermek isteyen kitlelere yapılan zulme varan şiddet gösterilerinin nedeni de bu korkudur.

1 Mayıs 2013’te Taksim Meydanı’nda yaşananların nedeni de budur.
İktidar, meydan muhalefetinden korkmaktadır.

Zayıflayan siyasal iktidar, toplumu kapalı salonlara, gireni çıkanı belli mekânlara sokmaya çalışır. Meydanlara çıkıp da muhalif olduğunu haykıran kalabalıkların toplumu etkilemesinden korkar.

Bu korku da iktidarı şiddet göstermeye yöneltir. Öfke-şiddet-saldırı zinciri elbette kendi
karşıt tepkisine yol açar.

Peki, iktidar zayıflamış mıdır? Yaptırılan anketler oy oranında düşme olduğunu göstermiyor.

Buna karşın iktidarın zayıfladığını nerden çıkarıyoruz?
Evet, iktidar zayıflamıştır ve zayıflama sürmektedir. Çünkü artık herkes, AKP’ye
oy veren yandaşları da, Türkiye’nin bu iktidarla bölünmeye götürüldüğünü, bunu da Amerika’nın “BOP Projesi” gereğince yapıldığını görüyor. Ordu’nun başında görev yapmış generaller “terörist” suçlaması ile hapislerde tutulurken
Abdullah Öcalan’ın “İmralı” kod adıyla gizlenerek
“müzakere edilen devlet adamı” kabul edildiğini görüyor.

Bunları AKP’liler de görüyor. “Akan kanlar dursun”, “Anneler ağlamasın” gibi herkesin
kabul edeceği sloganların arkasında nelerin yapılmakta olduğunu herkes görüyor.
Tek sesi çıkmayan “izlemeye devam eden pasif CHP’ye karşın” toplum olan bitenin farkında.

Meydanların iktidarı sandıklara akıp sonucu değiştirmeden elbette iktidar değişmez,
ama bu işler de böyle gitmez. Sandıkların sonucu da hiç beklenmedik zamanda değişecektir.

Türkiye, ne yapılsa Cumhuriyetin kuruluş felsefesinden ayrılmayacaktır.

  • Mustafa Kemal Atatürk yenilmeyecektir…

(Cumhuriyet, 06.05.2013)