Etiket arşivi: engizisyon mahkemeleri

GERİCİLİĞİ ALT ETMEDİKÇE

Zeki Sarıhan
Eğitimci – Yazar
www.zekisarihan.com 

İnsanlığın gericilikten çekmediği kalmadı. Halen de çekiyor.

Gericilik” kavramı, burjuvazinin çıkarları doğrultusunda kasten eksik tanımlanmış ve böylece dilimize yerleşmiştir. Bu tanıma göre

  • Gericilik, dinsel inançlar veya saplantılar nedeniyle toplumun ilerlemesinin, aydınlanmasın önünde set çekmeye çalışmaktır.

Gerçekten bütün tarih boyunca bu tip gericiler, teknolojik buluşların, yeni felsefi görüşlerin önüne dikilmişler, onların kurdukları barajı yıkıp geçmek kolay olmamıştır. Fakat gericiliğin kapsamı bunlarla sınırlı değildir. Sömürücü sınıfların çıkarlarına aykırı her türlü gelişme ve hareketin önüne geçmeye çalışmak da gericilikten başka bir şey değildir. Günümüzde dincilik ile faşizm, kimi kez farklı yönlerden, kimi kez el ele vermiş olarak varolan sömürü düzenini korumaya, hatta bu sömürüyü artırmaya çalışıyorlar.

GERİCİLİK KILIK DEĞİŞTİRİYOR

İlkçağda köle ayaklanmalarını bastıran, insanların özgürlüğünü isteyen her hareketi yok etmeye çalışan kölecilik sistemi, en büyük gericiliği temsil ediyordu. Ortaçağ’da gericiliği feodaller, köle sahiplerinden devraldılar. Köylüleri ezdiler, sömürdüler, köylü ayaklanmalarını bastırdılar. Bilimsel gelişmelerin önüne dikildiler. Dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü açıklayan filozofu cezalandırmaya kalktılar. Engizisyon mahkemeleriyle, her türlü özgür düşüncenin önünde baraj kurmaya kalktılar. Osmanlı Ortaçağında göklerin teleskopla araştırılmasını yasakladılar. Matbaanın günah olduğunu ileri sürerek onun Türkiye’ye getirilmesini 300 yıl geciktirdiler.

Ortaçağ’dan çıkışta insanlığın önündeki engelleri yıkarak ilerleyen ve toplum üzerinde egemenlik kuran burjuvazi, çok geçmeden ilerlemenin önündeki engel, yani gericiliğin odağı durumuna geldi. Sömürgecilerin ve emperyalistlerin insanlığa çektirdiklerini düşünelim. Onların yaptığı gericilikten başka nedir? Onların egemenliği hâlâ sürüyor. Dünya savaşlarını onlar çıkardı!
Bu savaşlar, milyonlarca insanın ölmesine, milyonlarcasının engelli kalmasına, yerleşim yerlerinin, üretim kurumlarının yıkıntı durumuna gelmesine neden oldu.

Kitleleri zapt-ı rapt altında tutmak (dizginlemek) için parlamenter sistem çaresiz kalınca darbeler yaparak zorbalık uyguluyorlar. Türkiye’de bunu kezlerce yaşadık. 12 Mart, 12 Eylül darbeleri ve halen yaşamakta olduğumuz anayasal darbe ile tek adam sistemi birer gericilik örneğidir.

Sabahattin Ali’yi öldüren, Nazım Hikmet’i şiirlerinden ötürü 28 yıl hapse mahkûm eden anlayış da gericiliktir. Burjuva aydınlar, Türkiye’deki gericiliği başında bir fes veya sarık bulunan, çember sakallı insanlarla tanımlamayı âdet edinmişlerdir. Oysa özgürlük düşmanlığı açısından takım elbiseli, şapkalı veya başı açık insanların klasik gericilerden farkı yoktur.

İnsanlığın içinde çok çelişkiler ve çatışmalar vardır. Bir İslam halifeliği kurmaya, başka inançtan insanları kesip doğramaya çalışan IŞİD’ciler gericidir de, kâh onları besleyen, kâh onlarla savaşan, Vietnam’da milyonlarca insanın katili ABD ilerici midir? Rus oligarklarının ABD emperyalistlerinden bu bakımdan ne ayrımı vardır?

TÜRKİYE’Yİ YÖNETENLER

  • Türkiye’nin bugün başında bulunanlar, gericilik sıfatına hakkıyla layıktırlar.

Eğer gerici olmak övünmeyi gerektiriyorsa, başımızdakiler göğüslerini gere gere gerici olduklarını söyleyebilirler

Taşradan yükselerek merkeze taht kuran bu feodal sınıfın yağmacı kapitalistler durumuna dönüşmüş temsilcileri, Türkiye halkının ilerlemesi, özgürleşmesi önünde en büyük engeldir.

Kamu varlıklarını yağmalayarak eşe dosta dağıtan, kendine bağlı zenginler türeten bu sınıf, iktidardan gitmemek için, her çareye başvuracağını da göstermektedir.

Aleyhine sonuçlanan seçimleri saymayan, muhalefeti ezmek için her türlü bilgi kirliliğini yaratan iktidar, devlet üzerinde söz sahibi olan askerî bürokrat sınıfı da tasfiye ederek kendi bürokrasisini oluşturmuştur.

Meslek örgütlerini bölüp parçalama ve böylece güçlerini yok etme planları yapmaktadır.

Gericilikleri, kullandıkları ikrah ettirici dillerine de yansımış bulunuyor.

Önümüzdeki genel seçimlerde bu iktidarın düşme olasılığı vardır.
Yerine gelme olasılığı olan koalisyonun iktidardan zarar gören sınıflara nefes aldırması bekleniyor.
Halk sınıflarının, işçilerin, gençlerin, kadınların, orta sınıfı temsil eden meslek örgütlerinin de
bu iktidar değişikliği ile bir parça rahatlaması olanaklıdır.

Ama, ancak “bir parça!”

Gericilik ve zorbalıktan kurtuluşa daha çok zaman olduğunu hesaba katmak gerekir.
Bunun için başta işçiler ve devrimci aydınlar olmak üzere, uzun soluklu, planlı bir örgütlenmeye ve mücadeleye (savaşıma) gereksinim vardır.

  • İster dinci, ister faşist veya ikisini de içinde barındıran her türlü gericilik yıkılmadıkça,
    halk için kurtuluş olmadığını bilmeliyiz.

NOTRE DAME: EGEMENLİK SİMGESİ

NOTRE DAME: EGEMENLİK SİMGESİ

Süleyman Çelik
scelik44@gmail.com

Ortaçağ Avrupa’sında egemenlik Kilise’nindi.

Kilise şeriat yasalarını düzenleyerek Yasama erkini ve Engizisyon mahkemeleri aracılığı ile de Yargı erkini kullanıyordu.

Yürütme erkini ise “takdis” ederek tahtlarına oturttuğu ve gerek gördüğünde “aforoz” ederek tahtlarından indirdiği imparatorlar, krallar ya da derebeyleri aracılığı ile yürütüyordu.

Egemenliğini göstermek için kentlerde görkemli, anıtsal katedraller yaptırıyordu; tıpkı firavunların yaptırdıkları piramitler ile diğer anıtsal yapılar ve dev heykeller gibi…

Notre Dame, Avrupa’nın hemen her büyük kentinde bulunan bu katedrallerin en görkemlilerinden biri idi…

  • Firavunlarınki gibi Kilise’nin egemenliği de sömürüye dayanıyordu…

Kilise, Yürütme erkini paylaştığı soylularla sömürüde de ortaklık yapıyor ve sahip olduğu büyük topraklarda köylüleri köle olarak çalıştırıyordu…

Cennet vaadiyle sömürdükleri halk açlıktan ölürken, papazlar aşırı et yemekten damla (gut) hastalığına yakalanıyorlardı…

Film bir aşk masalı havasında olsa da Victor Hugo, Sefiller’de olduğu gibi, Notre Dame’ın Kamburu’nda da sömürü ve sefaleti anlatır…

Aydınlanma Devrimi ile Kilise egemenliğini yitirince, sömürü ve görkemli katedraller yaptırma devri sona erdi…

Günümüzde ortaçağı yaşayan İslam dünyasının muktedirleri de egemenliklerini gösterişli saraylar ve büyük camiler yaptırarak göstermek istiyorlar…

Ali Sirmen : İmam ve ODATV

DÜNYADA BUGÜN
Ali Sirmen

İdam ve Odatv

Öyle görünüyor ki idamın yeniden yürürlüğe konması Başbakan’ın gereksiz inadı yüzünden, daha bir süre gündemi işgal edecek.

Tayyip Bey bu inadında samimi midir, yoksa gelecekteki başkanlık hesapları
ve MHP’nin tabanına oynamak için mi bu yolu tutmaktadır? Bilemem.

Her iki halde de sonuç değişmeyecek, Tayyip Bey ölüm cezası inadını sürdürecektir.

Daha önce, 6 Kasım günü bu köşede konuya değinip çağımızda idamın,
beklenen işlevi yerine getirmediğinden uygar ülkelerde kaldırıldığını yazmıştım.

Başbakan ise idamın yeniden yürürlüğe konması önerisine dayanak olarak, uygulamanın ABD’de var olduğunu belirtiyor ki, bu açıklama gerçeğin tümünü yansıtmaktan uzak. ABD’nin bir kısım eyaletlerinde idam yürürlükte olmasına karşın çoğunluğunda tarihe karışmış bulunmaktadır.

Çağdaş ülkelerde idam karşıtlığı ise yadsınamaz bir gerçektir.

***

Tabii çağdaş yaklaşımla Başbakan’ın yaklaşımı arasında büyük farklılıklar var. Başbakan olaya ‘kısas’ açısından yaklaşıyor ki, bunun çağdaş yaklaşımla ilgisi yok.

Çağdaş düşüncede, ceza ‘kısas’ değildir, intikam değildir.

Çağdaş dünyada cezadan beklenen işlevlerden birincisi,
cezanın ıslah edici niteliğidir
.

Ama cezadan beklenen asıl tartışmasız işlev cezanın önleyiciliği ve caydırıcılığıdır ki, ölüm cezalarının bu işlevi neden yerine getirmediği 6 Kasım tarihinde bu köşede yayımlanan yazıda, ayrıntılı olarak anlatılmış bulunulmaktadır.

İdamla ilgili çağdaş tartışma konusu devletin öldürme yetkisiyle ilgilidir.

  • Devlet, hangi nedenle olursa olsun bireyin canını alma yetkisine
    sahip olamaz
    .

Herhangi bir devlet, kendi yasama organından usulüne uygun şekilde bir yasa çıkararak ya da bu hususu anayasasına koyarak ölüm cezasını getirebilir mi?

Evet hukuken getirebilir.

Aynı şekilde, bu husus halkoylamasıyla da sağlanabilir.

Ama bu durum davranışın çağdışılığını ve insanlık dışılığını değiştirmez.

Ne yazık ki bunları Tayyip Bey’e anlatmanın zor olması da Türkiye’nin talihsizliğidir.

**********

Ve Odatv davası…

Odatv davasında bugün önemli bir karar verilecek.
Dava ya sonuçlanacak ya da “Ergenekon” ile birleştirilecek.

İki davanın birleştirilmesi, bir anlamda mahkemenin topu taca atması,
konunun uzaması mağduriyetlerin artması sonucunu doğuracak.

Yine de olayı baştan beri izleyenler ve konuya hayalci olmayan bir açıdan yaklaşanlar, en büyük olasılığın bu olduğunu söylüyorlar.

Davanın sanıklar lehine sonuçlanmaması halinde, ortaya çıkacak görüntü,
Türkiye’deki rejim açısından gerçekten korkunç olacak.

Bir an için, iddia makamının ortaya sürdüğü iddiaların gerçek olduğunu varsayalım.
Yine de bunların bir demokraside suç oluşturmasını beklemek olanaksızdır.

Tüm yurttaşlar yazıp çizerek, yayın yaparak bir iktidara muhalefet etme hakkına sahiptir. Kısacası Odatv davasındaki gibi suçlamalara demokrasilerde yer yoktur.

Kaldı ki TÜBİTAK’tan gelen rapor, ne denli garip olursa olsun, yine de davada
kanıt olarak gösterilen dokümanların sanıklar tarafından oluşturulduğu konusunda
ciddi şüpheler uyandıracak niteliktedir.

  • Demokrasilerde, ciddi şüphe sanık lehine yorumlanır.

Aksine bir davranış, “beyyine külfeti”nin (ispat yükümlülüğünün) yer değiştirmesiyle, iddia makamının suçluluğu ispat etmesi yerine sanıkların suçsuzluklarını ispat etmeleri yükümlülüğünü doğurur ki çağdaş ceza hukukunda böyle bir şey olamaz.

Böylesi bir uygulama, ancak engizisyon mahkemelerinde geçerlidir.

Bu açıklamalar ışığında iyimser olup olmadığımı sorarsanız “hayır” diyeceğim.

İnşallah yanılır ve yarın bu sütunda özür dilemek zorunda kalırım! Amin!