Etiket arşivi: ENAG

Yıllar sonra görülen kızıl hastalığına dikkat!

logo

Yıllar sonra görülen kızıl hastalığına dikkat!

Türkiye’de yıllardır görülmeyen “kızıl hastalığı” öğrencilerde yeniden görülmeye başlandı. Ankara’daki kimi okullarda saptanan kızıl hastalığı ve artan grip olguları üzerine velilere, “Ateşli ve bulaşıcı hastalık vakalarında gözlemlenen artış nedeniyle öğrencimizin maske takmasını öneririz” mesajı gönderildi.

İleyda Özmen

ANKARA- Türkiye’de yıllardır görülmeyen “kızıl hastalığı” öğrencilerde yeniden görülmeye başlandı. Ankara’daki kimi okullarda belirlenen kızıl hastalığı ve artan grip olguları üzerine velilere, “Ateşli ve bulaşıcı hastalık vakalarında gözlemlenen artış nedeniyle öğrencimizin maske takmasını öneririz” mesajı gönderildi. Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, kızıl hastalığının solunum ve yakın değinim (temas) yoluyla geçtiğini belirterek, “Son 10-20 yıldır Türkiye’de kızıl hastalığını pek görmüyorduk. Okulların kalabalık olması, sağlık ve hijyen eğitimi eksikliği, çocukların yeterli-dengeli beslenemeyişinden dolayı beden dirençlerinin düşmesi, bu hastalığın yeniden ortaya çıkışını tetikleyen etmenlerdir.” dedi. Okullara yeterli bütçe ayrılmadığını ifade eden EĞİTİM-SEN Merkez Kadın Sekreteri Simge Yardım da çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve maske sağlanması gerektiğini söyledi.

COVID-19‘un yanı sıra son dönemde öbür salgın hastalıklarda da artış baş gösterdi. Bunlardan uzmanları en çok korkutan ise kızıl hastalığının yeniden görülmesi. Kızılın ciddi bir sağlık sorunu olduğunu vurgulayan Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Saltık, GAZETE DURUM‘a önemli açıklamalarda bulundu. Saltık, şunları kaydetti:

Son 10-20 yıldır Türkiye’de kızıl hastalığını pek görmüyorduk..

Kızıl hastalığı, adından da anlaşılacağı üzere, özellikle 5 yaşlarından başlayarak 18’li yaşlara dek

çocuklarda, neredeyse tüm bedeni kırmızıya boyayan parlak kırmızı renkli döküntülerle giden bulaşıcı bir hastalıktır. Bir bakteri olan A grubu streptokoklarca oluşturuluyor. Neden bu hastalık ortaya çıkıyor? Öncelikle belirtmeliyim ki, gelişmiş ülkelerde bu hastalık neredeyse unutulmaya yüz tuttu. Bir Halk Sağlıkçı -Halk Sağlığı Uzmanı hekim- olarak Türkiye’de henüz Sağlık Bakanlığı’nın resmi verilerinde görmedim ama kızıl olgularının okullarda görülmesi beni üzdü.

Son 10-20 yıldır Türkiye’de kızıl hastalığını pek görmüyorduk

Okulların kalabalık olması, sağlık ve hijyen eğitimi eksikliği, çocukların yeterli-dengeli beslenemeyişinden dolayı beden dirençlerinin düşmesi, bu hastalığın yeniden ortaya çıkışını tetikleyen etmenlerdir. İktidarın ve toplumun bunlara dikkat etmesi gerekiyor.

Okullarda yardımcı hizmetli sayısı çok eksik hatta yok gibi. Okul tuvaletlerinde yeterince hijyen yok. Sıvı sabun ve kâğıt havlu gibi eksiklikleri biliyoruz. Okullarda musluklar ışığa duyarlı (fotoselli) olmalı.

Okul sınıflarının kalabalık olduğunu, servislerin kalabalık oluşunu biliyoruz. Kış mevsimi yaklaşıyor, kalabalık ortamlarda insanlar aynı havayı uzun süre soluyabiliyorlar, yakın değinimde (temasta) olabiliyor. Bunlar kızıl hastalığının yeniden tetiklenmesine yol açan kolaylaştırıcı, hazırlayıcı etmenler.

Hastalık dilin üzerinde tipik çilek gibi bir görüntü oluşturur

Hastalığa tanı koymak için öncelikle çocuğun diline bakarız. Hastalık dilin üzerinde tipik çilek gibi bir görüntü oluşturur. Buna “çilek dili” deriz. Çocuğun yüzünde, boynunda, kollarının iç yüzünde, koltuk altlarında, bedende, kasıklarda kırmızı parlak döküntüler oluşur.

Hastalık etmeni A grubu streptokok bakterileri solunum yoluyla alındığı gibi dokunmayla, ortak kullanılan gereçlerle de bulaşıyor. Okullarda defter, kitap, kalemaçar, silgi, paylaşılan su matarası, bardak gibi ortak kullanılan gereçlerden bulaşma kolaylıkla gerçekleşir. Öncelikle okullarda çevre ve kişisel hijyen önlemlerinin alınması gerekiyor. Çocuklarda ateş 38 derecenin üzerine çıkarsa, yutma güçlüğü başlarsa, nefes alıp vermede zorluk, hızlı soluma gelişir ve genel durum bozulursa, bu durum kızılın zatürreye dönüştüğünün göstergesidir. 5 yaş altı çocuklarda daha ağır seyreder.

“Çilek dili” 

Hastalığın korkutan yanları

Hastalığın en çok korkutan yanları (komplikasyonları) şunlar:

Birincisi tıpta “kardit” adı verilen kalp kapak enfeksiyonları. Kalp kapak enfeksiyonlarında bozukluk daha sonrasında darlık ve/veya yetmezlik biçiminde gelişebilir. Anjiyografi veya cerrahi girişim ile kapaktaki darlığın açılaması ya da yetmezlik görülen kapakların değişimini gerektirecek ölçüde kalpte ciddi bozukluklara yol açabilir.

İkincisi kızıl hastalığının arkasından böbrek yetmezliğine giden bir tablo ile karşılaşılabilir.

Üçüncüsü hastalık, eklem romatizmalarına yol açabilir. 

Dördüncüsü, sağaltımda (tedavide) geç kalınırsa mikroplar (streptokoklar) kana karışarak tüm bedene yayılabilir (sepsis).

Kızılın sağaltımı (tedavisi)

Boğazdan sürüntü örneği alınır, mikrobiyoloji laboratuvarında saptanan mikroorganizma belirlenerek antibiyogram yapılır ve sıklıkla penisilinler olmak üzere uygun antibiyotikler verilir. 7-10 gün antibiyotik sağaltımı almak gerekir. Belirtiler azalsa bile, antibiyotik sağaltımının ardından, 7-10 gün içinde yeniden boğaz kültürü  ya da hızlı test yapılmalı ve hastalık nedeni (patojen) bakterilerin kalmadığı kanıtlanmalıdır. Bu yol, süregen (kronik) taşıyıcılığı ve bulaştırıcılığı önlemek bakımından da önemlidir. Hastalığı ciddiye almak gerekiyor.

Bir ailede, bir kişide kızıl hastalığı çıkarsa, öbür aile üyeleri de risk altındadır.
Aile içi bulaş sık görülür.

Hastalık tanısı konan çocukların en az on gün okuldan uzaklaştırılması gerekir

Hastalık tanısı konan çocukların en az on gün okuldan uzaklaştırılması gerekir. Halka kızıl hastalığı ile ilgili eğitim verilmesi gerekir. Okullarda öğretmenlere, emekçilere, öğrencilere uygun yöntemlerle korkutmadan, ürküye (paniğe) sokmadan sürekli sağlık eğitimi verilmelidir.

Ülkemizde okul sağlığı birimleri yok ne yazık ki. Bu vesileyle bir kez daha görüyoruz ki; Okul Hekimliği / Sağlığı birimleri kurma gerekliliği var. 2-3 yıldır Kovit-19 nedeniyle sürekli söyledik ve uyardık. Ama kurulmadı. Okullardaki öğrenci yoğunluğu azaltılmalı.

  • Türkiye’de nüfus her yıl bir milyonun üzerinde korkunç ve gereksiz biçimde artıyor.
    İktidar bu artışı kesinlikle akıl dışı biçimde teşvik ediyor. 
  • Ayrıca on milyon dolayında yurttaş olmayan yabancılar ülkemizde ve bu kesimler genellikle daha eşitsiz, kırılgan.

Üniversite öncesi okul çağındaki öğrenci sayısı neredeyse 19 milyon. 1,2 milyon dolayında öğretmen var, okul çalışanları, servis emekçileri var. Çok ciddi bir nüfus bu. 60 milyonu geçiyor ailelerle birlikte. Dolayısıyla, Milli Eğitim Bakanlığı Sağlık Daire Başkanlığı’nın Sağlık Bakanlığı’yla birlikte, eşgüdüm içinde hemen harekete geçmesi uygun olur.

Kızıl olgusu görülen okullarda maske takılması, uygun el yıkama önerilir.

Öğretmenlerin özenli olması ve iyi gözlem yapması gerekiyor. Kuşkulu durumdaki çocuklar gecikmeden aileye, bölgedeki ilgili Toplum Sağlığı Merkezlerine bildirilmelidir. Kızıl bildirimi zorunlu olmamakla birlikte (1593 sayılı yasa ve ilgili Yönetmelik), bilgiler paylaşılmalıdır.

Kızılın toplumsal-ekonomik-kültürel boyutları

Ülkemizde yaşanan korkunç ekonomik bunalım ve yoksullaşTIRma,
  • Türkiye’yi dünyanın “en sefil ülkesi” durumuna düşürdü!
Sefalet Endeksi” kavramı biliniyor artık.
Arjantin, Zimbabve, Venezuela gibi ülkeler sıralamada en üstte (en olumsuz) olurdu.
Şimdi Türkiye en üstte ne yazık ki.
Bu tablo Cumhuriyetimiz yüzüncü yılına girmişken çok acı verici ve ülkemize asla yakışmıyor.
TÜFE + işsizlik oranı = Sefalet Endeksi olarak tanımlı.
TÜİK işsizlik oranını %9,5 olarak veriyor. Ekim 2022 sonu yıllık TÜFE’yi ise %85 olarak açıkladı.
İki verinin de gerçeklerden çok uzak olduğunu biliyoruz.
ENAG verileri ile enflasyon %185’in, işsizlik ise %10’ların çok üstünde.
TÜİK’in 2 resmi oranının toplamı 95 yapıyor.
  • Böylece Türkiye, Dünya Sefalet Endeksi’nde Arjantin’i de geçerek dünyada en “sefil” ülke durumuna düştü/düşürüldü AKP’nin 20 yıllık tek başına iktidarı sonunda.

Böyle bir ülkede her türlü olumsuzluk beklenir. Bulaşıcı hastalıklar artmaya başlar, unutulmuş bulaşıcı hastalıklar geri dönebilir.

Yaşam niteliği geriler ve ortalama ömür kısalır, ölümler, engellilikler artar.

Sağlık Bakanlığı’nın kızıl olgularının istatistiklerini saydamlıkla paylaşması gerekir.

Bir yandan sosyal-ekonomik önlemlerle yoksullaştırılan topluma ivedi ve yeterli destek verilmeli, öbür yandan da Epidemiyolojik ilkelerle başta bulaşıcı hastalıklar olmak üzere tüm sağlık sorunlarıyla bütüncül savaşım sürdürülmelidir.

  • Sağlık, doğuştan kazanılan temel insanlık hakkıdır ve devletin en temel kamusal
    görevidir.********

    Velilere gönderilen ileti

“Çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve maske sağlanmalı”

EĞİTİM-SEN
Merkez Kadın Sekreteri Simge Yardım, okullarda görülen salgın nedeniyle
velilere giden ileti ve yaşanan salgınların nedenlerini şöyle değerlendirdi:

Okulların fiziksel koşulları

Okullarda görülen salgın olgularına ilişkin olarak öncelikle okulların fiziksel koşullarını değerlendirmek gerekiyor. Pandemi sürecinde de bugün de bu konuyla ilgili hiçbir önlem alınmadan eğitim-öğretim sürdürülmeye çalışılıyor. Öncelikli olarak okulların fiziksel koşullarının çocukların sağlıklı koşullarda eğitim alabilecekleri biçimde düzenlenmesi gerekir. Verili (mevcut) durumda kalabalık sınıflar, sınıfların havalandırma koşullarının uygun olmaması, temizlik personeli yetersizliği, okullarda temizlik gereçlerinin olmaması gibi pek çok etken hastalık riskini artırmada en temel etmenler. Okul sayısının artırılması, yeterli çalışan görevlendirilmesinin sağlanması gerektiğini ısrarla ifade ediyoruz. Bütçe görüşmelerinin yürütüldüğü süreçteyiz.

Okullara yeterli bütçe ayrılmadığı sürece benzer sorunlar çok daha yoğun bir biçimde yaşanacaktır.

Çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve maske sağlanmalı

EĞİTİM-SEN Merkez
Kadın Sekreteri Simge Yardım

Ülkede yaşanan derin ekonomik bunalım da çocuklarda hastalık riskini artırıyor. Pek çok çocuk yeterli beslenme koşullarından uzak. Yeterli beslenememe çocukların çok daha kolay hastalanmasına neden oluyor.

Çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve ücretsiz maske sağlanmalıdır.

Eğitim hakkının Anayasa’da ve uluslararası sözleşmelerde tanımlanmış olmasına karşın sağlıklı, güvenli, eşit eğitim hakkından söz etmek olanaklı değildir.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın hem eğitimde derinleşen yapısal sorunlar hem de çocukların eğitim hakkı bağlamında eğitim politikalarını oluşturması ve kalıcı çözümler üretmeye ilişkin adımlar atması gerekmektedir.

Gıda güvenliği ve beslenme – Küresel bir sorun mu?

Veysel Ulusoy
Veysel Ulusoy
22 Mayıs 2022, Cumhuriyet

 

Gıda konusuna olağan yaklaşım genel olarak gıdaya ulaşım üzerine verilen istatistikler üzerine kurulmuştur. İlgili istatistikler günde bilmem kaç Dolarla hayatını idame ettirmeye (AS: yaşamını sürdürmeye) çalışan insanın sayısı yanında, kuraklık ve benzeri faktörlerin (etmenlerin) gıdaya erişimi nasıl etkilediği üzerine kurulmuş genel verilerdir.

Artık bu yaklaşım klasik verilerin kapsamını çoktan aştı ve sanki bir küresel sorunun ayak sesleri oldukça yakınımızda…

Öyle olmasına rağmen (karşın), bizim öz karar vericilerimizin tavrı (tutum) ve söylemleri böyle bir sorunun olmadığı yönünde.

Onlar ya sorunun farkında (ayırdında) değiller ya da sorunu saklıyorlar halktan…

Her ikisi de birbirinden kötü, sonuç olarak.

NERELERDEN GELDİK BURAYA?

Bu köşede özellikle birkaç yıldan beri bir konuyu önemle vurguladık…

Israrla Ankara’nın dikkatini çekmeye çalıştık.

Üretim ve finansal piyasalardaki inanılmaz bozulmanın gelecekte nelere etki edeceği üzerine yoğunlaşan özellikli bir konuyu sıklıkla vurguladık…

Yine dikkatleri çekmek ve hatırlatmak (anımsatmak) için kısaca değinelim isterseniz.

Adına “piyasalarda ayarlama maliyeti” denir bunun. Denir de orta ve uzun vadede (erimde)  tüm ekonomideki dengeleri değiştirir bu olgu. Basit ekonomik kuramlar üzerine kurulmamıştır ilgili yaklaşım. Tonlarca araştırmanın sonucunda ortaya çıkan birkaç öğüt de değildir içeriği… Esaslı olarak olacakları önceden söyleyen ve kapsamlı bir özelliğe sahiptir. Bir akademik (AS: sorundur) ve tecrübe edilmiştir (sınanmıştır) özü itibarıyla (bakımından).

Her bir ekonomik türbülans (alt üst oluş) ve/veya krizin ertesinde, öncelikle emek piyasasına özgü davranışlarda “yapısal kırılmalar” olur bu yaklaşıma göre. İşsizlik artar ama onun içeriği, uzmanlığa göre davranışları, verimliliği ve dağılımı ifade eden işgücü etkinliği bozulmalara uğrar. Üretim düşer, enflasyon oranları ile oranların oynaklığı oldukça yükselir. İstihdamdaki kalite (nitelik) temelli bozulmalar ise üretimin kalitesini (niteliğini) ve reel (gerçek) ücretleri olumsuz etkiler. 

Sadece (yalnızca) bunlar olsa…

Ulusal gelirin harcamalar açısından %60’ından fazlasını (çoğunu) oluşturan tüketimde bozulmalar raf fiyatlarına doğrudan ve hemen yansır. Alım gücü düştüğünden ürün kalitesi (niteliği) de azalır.

Ürün paketlerinde yazılan ile içerik arasında farklılıklar (ayrışmalar) oluşur.

Daha kötüsü, kriz (bunalım) uzun döneme yayıldığında günümüzde yaşadığımız sonuçları karşımızda buluruz.

Kontrolden (denetimden) çıkmış bir enflasyon, fakirlik (yoksulluk) ve bir adım ötesindeki gıdaya erişim sorunu…

Bu sorunu her yerde yaşanıyor söylemi ile geçiştirmek de o kadar (denli) kolay değil artık. Devletlerin belki de böyle dönemlerde özellikle gıda sorunu yaşatmamak, ona erişimi kolaylaştırmak esas (temel) görevidir. Bu görevi yerine getirmek için ise ekonomide sorunlar başlamadan bahsedilen (sözü edilen) ayarlama maliyetlerini (bedellerini) en aza indirecek politikaları uygulamaktır.

Biz bunu yapmadık, soruna gözlerimizi kapayarak yanıt verdik.

GIDA KRİZİNİN (BUNALIMININ) BOYUTU

Gıda krizinin (bunalımının) boyutun ne olduğu konusunda fazla (çok) söze ve istatistiğe gerek yok aslında (gerçekte)

En sade (yalın) yaklaşımla FAO Genel Direktörü (Başkanı) QU Dongyu birkaç cümle (tümce) ile özetliyor günümüz koşullarını:

  • Akut açlık eşi görülmemiş seviyelere (düzeylere) yükseliyor ve küresel durum daha da kötüleşmeye devam ediyor (kötüleşmeyi sürdürüyor). Çatışma, iklim krizi, Covid-19 ve artan gıda ve yakıt maliyetleri mükemmel (AS: !) bir fırtına yarattı. Ve şimdi, felaketin (yıkımın) üzerine felaket (yıkım) yığıyor.
  • Düzinelerce ülkede milyonlarca insan açlığın eşiğine getiriliyor.

WFP İcra Direktörü (Başkanı) David Beasley“Onları uçurumun eşiğinden kurtarmak ve bu küresel krizi (bunalımı) çok geç olmadan tersine çevirmek için acilen (ivedilikle) acil durum fonuna ihtiyacımız (gereksinimimiz) var” diyerek yapılması gerekeni öneriyor.

Biz mi ne yapıyoruz?

Ukrayna’dan gelecek gemiler için kırmızı kurdele üretiyoruz.
============================================
Dostlar,

Bu makalenin Cumhuriyet‘teki değerli yazarı Sn. Prof. Veysel Ulusoy saygın bir ekonomi Profesörüdür. ENAG kapsamında yayınladıkları verilerle TÜİK’in yalanlarını ortaya koydular. TÜİK’e dava açtırıldı AKP iktidarınca.. Kasıt, TÜİK’i küçük düşürme, halkı ayaklandırma vs. Bilinen suçlamalar. Geçtiğimiz günlerde yargı bu savları geri çevirdi. Çok sevindirici, Prof. Ulusoy’u da, Cumhuriyet‘i de, örgütlü çalışma gücü ENAG‘ı da (Enflasyon Araştırmaları Gurubu) kutlarız..
***
Ne var ki yazıda Türkçe’ye özen çok çok az
Oysa bir parça bilinçli yaklaşımla, ayraç içinde verdiğimiz çok sayıda Türkçe sözcük kullanılabilir başka dillerden sorumsuzca kotarılan sözcükler yerine.

Atatürk’ün TDK‘nu 12 Eylülcüler kapattı, O’nun kalıtını çiğnedi ve bir devlet birimine dönüştürdü. O da felç, Türk Dil Devrimine hemen hemen hiç katkısı yok! İstenen buydu!

Bizim de mi sahiplenmemiz olmayacak, Türkçe iyice sahipsiz mi kalacak bu durumda?
Yoksa tersine, biz aydınlar – yazarlar, kurumlar.. sorumluluğu özellikle üstlenecek miyiz?
***
Cumhuriyet yönetimine kezlerce yazdık, rica ettik.. Bir arpa boyu yol alamadık.

Nedendir??

Ne yapmalıyız??

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Dil Derneği Üyesi
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Türkiye enflasyonda lider 

Prof. Dr. Bülbül: Hükümetin bir enflasyon politikası yokPROF. DR. DURAN BÜLBÜL

09 Mayıs 2022, Cumhuriyet

Siyasi iktidarın “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” söyleminin hükümsüzlüğü OECD’nin mart ayı için yayımladığı raporda da görülmüştür. OECD’nin istatistiksel verileri oluştururken Türkiye’nin resmi verilerini de baz (temel) aldığı bir gerçektir. Son dönem(lerde) gelişmiş ülkeler istatiksel analizlerde Türkiye’yi dışarıda bırakmaktadırlar. Çünkü Türkiye’nin istatiksel verilerine güvenmemektedirler. Onun için de Türkiye, istatiksel verilerin oluşturulmasında dışlanmaktadır.

Sefalet endeksi açısından ülkemizin geldiği yer ise çok acıdır. Endeks verileri uyarınca Türkiye’de sefalet 2016’dan bu yana 2.5 katına çıkmıştır. 2017 yılında %18.7 olan sefalet endeksi 2020‘de % 25.8 düzeyine gelmiştir. Gelinen noktada ise sefalet endeksi açısından Türkiye Arjantin’i de geride bırakmıştır.  Bu yükselişin ana nedeni ise enflasyondur.

OECD’nin yayımladığı raporda

  • Türkiye’nin Mart ayındaki yıllık enflasyonu, en yakın rakibinin 4 katı düzeyindedir.

EKONOMİ POLİTİKASI!

Verilerin açıkça ortaya koyduğu üzere TCMB’nin asıl hedefi olan fiyat istikrarı yerine farklı önceliklere odaklanması, siyasal iktidarın para politikasına tahakkümü sonucunda bağımsız bir para politikasının sergilenememesi ve

  • Siyasal iradenin genel geçer kurallara aykırı politikalarındaki ısrarı sonucu ülkemizde enflasyon artmış, halkımız yoksulluk ve sefalete sürüklenmiştir.

Uluslararası karşılaştırmalarda bile ülkemize ilişkin istatistiksel veriler dışarıda bırakılmaktadır. Bu ise acil bir ekonomi politikasına ihtiyaç olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Yukarıdaki garfikte de görüleceği üzere,

  • Ülkemiz enflasyonda OECD ülkeleri arasında liderdir.

OECD’nin yayımladığı raporda Türkiye’nin Mart ayındaki yıllık enflasyonu, en yakın rakibinin 4 katı düzeyindedir! O kadar ki, genele ilişkin göstergede Şubat ayı verisi ölçeğe sığmadığından farklı şekilde gösterilmiştir. Yıllık enflasyon Şubat ayında %54.4, Ocak ayında % 48.7 iken, Nisan ayında %69.97 olarak gerçekleşmiştir. Kaldı ki TÜİK verilerine mukabil (karşılık) ENAG gibi bağımsız araştırmacıların verileri gerçek verilerin çok daha yüksek olduğunu göstermektedir. TÜİK verilerini temel aldığımızda bile vahim (ürkünç) tablo ortadadır.

Dünyada enflasyonist bir eğilim olduğunu kabul etsek bile, Türkiye’nin öbür ülkelerden ayrıştığı ve kimi karşılaştırmalarda kapsam dışı bırakıldığı görülmektedir. Sokakta halk enflasyonu derin bir biçimde hissederken, resmi verilerin tabloyu tam olarak yansıtamaması, biraz da sistematiğin böylee kurgulanmasına bağlıdır.

KONUT AĞIRLIĞI

2022 yılı TÜFE hesaplamalarında kullanılacak ana grup ağırlıkları belirlenirken, gıda ve alkolsüz içeceklerin ağırlığı %25.94’ten yüzde 25.32’ye düşürülmüştür. Keza elektrik ve doğalgaz giderlerini de kapsamakta olan konutun ağırlığı % 15.36’dan %14.12’ye çekilmiştir. Bu yolla, zamların etkisi enflasyon oranlarına tam olarak yansımamaktadır.

Yularıdaki grfikte Mart 2022 için seçilmiş ülkelerin yıllık enflasyon oranları karşılaştırılmaktadır. Tabloda 40’tan çok ülke ve ülke kümesi yer almaktadır ve bunların içinde en yüksek enflasyon oranına sahip ülke açık farkla Türkiye’dir. Türkiye’den sonra gelen Litvanya’nın enflasyon oranı Türkiye’nin dörtte birinden daha azdır.

  • Türkiye’nin enflasyon oranı OECD ortalamasının yaklaşık 7, G20 ve Avrupa Birliği ortalamasının 7.7 ve G7 ortalamasının 8.6 katıdır!

Uygulanan bu politikaların sonucu olarak, tabloda yer alan yüksek enflasyon sonucu ortaya çıkmıştır.

Güdülen politikalar değiştirilmeden de bu tabloda Türkiye’nin yerinin değişmesi olanaklı değildir.