Etiket arşivi: “Emeğe saygılı hukukun üstünlüğü”!

EMEĞİN HUKUKU KURULTAYI..


EMEĞİN HUKUKU KURULTAYI..

*****

Dostlar,

Bize heyecan veriyor bu Kurultay.. Ümidi yaşatmalıyız..

Hep söylenir “HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ” diye.. (Rule of Law)
Kuşkusuz bu savsöze de saygı duyarız..
Ancak bize çok temel bir eksiği hep dokunur ve şu soru dilimizden dökülür :

– İyi de, kimin hukukunun üstünlüğü??

Egemenlerin hukuku olmamalı kodlanan ya da dayatılan..
Emeğe saygılı hukukun üstünlüğü olmalı kuşku yok..
Bu bakımdan, 21. yy’da Küreselleşme yaftası ile sermayenin emperyal egemenliğini dayatan bir yaklaşımdan Küresel sermaye geri durmalı..

Hukuk gemisi, ancak «Erdem denizinde» yüzdürülebilir..
Erdemli bir topluma gereksinim var, bu AKP ile olmuyor..
Dinci – yoz – kapitalizmin emrinde ılımı İslam ile sürüklendiğimiz bataklık ortada!
İnsest, tecavüz, kadın cinayetleri, cinsel sapmalar, çocuk gelinler… toplumu boğuyor!
Aydınlanmacı Denis Diderot taa 1774’te haykırmıştı :

  • “Ahlaksızlık ile dinsizliği karıştırmamak gerekir. Din olmadan ahlaklılık olabilir
    ve
    ahlaksızlıkla din bir arada bulunabilir ve çoğunlukla da böyledir..” *****
    Hedef; «emeğe saygılı hukukun üstünlüğü» dür.

Halkın «demokratik hukuk»unun üstünlüğüne dayalı hukuk devleti ve toplumu yaratmanın temeli, insanların bu üstün değerlere aşık ve «erdemli» yetiştirilmesine bağlıdır.

Bir büyük – kapsamlı uzlaşmaya gereksinim var emekçilerle sermaye arasında..
Bu yüzyılın, Küreselleşme ile demokrasi ve insan hakları getireceği kocaman bir masal..
Özellikle SSCB’nin çöktüğü 1991’den bu yana tek kutuplu kalan dünyada ABD’nin
dünyayı nasıl kana buladığını çeyrek yüzyıldır dehşetle izliyoruz..

Adam Smith’in torunları olarak O’nun 18. yy. sonu iktisadi Liberalizmini güncellediklerini savlayan Neo-Liberal yeni yetmeleri, sermaye birikimini daha da ağırlaştırdıkları bir vahşi sömürü düzeninde ödünsüz sürdürmekteler. Araçları çeşitlendi ve çoklaştı, güçlendi üstelik.

Finans kapital aşamasına, Nirvana’ya eriştiler adeta (!) Reel yatırım ve doğal türevi olan üretim yapmaksızın spekülatif sermaye hareketleriyle sermaye birikimini Kumarhane kapitalizmi sefaletiyle sürdürürken Küresel gelir dağılımını korkunç adaletsizleştirdiler, yoksulluğu yatay
ve dikey boyutlarda muazzam büyüttüler, yaygınlaştırdılar..

Çok doğallıkla bu ağır hastalıklı iktisadi düzen (!?) sıklıkla yatağa düşmekte :
Ardı arkası gelmeyen ekonomik bunalımlardan başımızı kaldıramıyoruz..
Açıkçası “sürekli kriz” durumundayız :

Status crisus diyebiliriz belki de bu sürgit (kronik) patolojik duruma..

Eğer iş – ekmek yoksa barış ve güvenlik de yok.. 
Sözcüklerle kurulması sakıncalı olmayan bir Deterministik denklem..

Türkiye, 24 Ocak 1980 Kararları ile Küresel sömürü düzenine Demirel – Özal eliyle bağlandı.
12 Eylül darbecileri süreci kurumlaştırdılar, 1982 Anayasasını yaptılar bu amaçla..
Bu anayasa 35 yıldır üzerine düşeni yaptı, aradaki değişiklik destekleri ile..
“Ufak tefek” pürüzleri küresel sermayeyi rahatsız edegelmekte… Bu yüzden DTÖ
(Dünya Ticaret Örgütü) “Tek bir küresel sistemin anayasasını yapıyoruz..” buyurmakta.
35 ülkede şablon anayasayı dayattılar.

Türkiye’deki sözde “Yeni Anayasa” sürecinin dinamikleri özde yurtdışında!

*****
Ülkemizde iş kazaları cinayetleri ve meslek hastalıkları dramı tüm yakıcılığıyla sürmekte..
Türkiye, iş – işçi sağlığı – güvenliğini sağlama amaçlı ILO Sözleşmelerinin yalnızca 1/4’ünü iç hukukuna aktarmış durumda.. Üstelik taa 1936’dan gelen kıdemli bir ILO üyesi iken!
İnşaat sektöründe ve madencilik alanında iş -işçi sağlığı ve güvenlğini öngören
ILO Sözleşmeleri (sırasıyla 167 ve 176  sayılı ILO Conventions) daha 2 ay önce 23 Mart 2016’da AKP iktidarınca kerhen iç hukuka katılabildi!

Küresel – yerel sermayenin çelikleşen monobloku, siyasal iktidarları net bir egemenlikle yönlendirmekte ustalığını sürdürüyor..ILO normları uygulansa üretim maliyetinin en çok %5’i dolayında bir maliyet artışı olacak.. İşveren bu giderleri vergiden düşebiliyor mevzuata göre. Ancak bu maliyet de sermaye güdümlü iktidarlarca halka yüklenmekte; ulusal gelirin %4-6,5’i arasında muazzam bir maliyet (ILO uzmanı Takala, 2005) topluma yansıtılmakta!

Daha yeni emeği köleleştiren – metalaştıran özel istihdam büroları, çalışma yaşamını olabildiğine esnekleştiren (=sermayenin isteklerine göre kesip – biçen) yasa TBMM’den geçti!
Emekçinin kıdem tazminatını hiç etmenin hin yöntemleri sermaye tarafından dinci (Müslüman?) AKP iktidarına dikte edilmekte..

İşsizlik sigortasında 90 milyar TL’yi aşan alınteri birikim aslanın midesinde işsiz kalan emekçilerin yararlanabilmesi bakımından.. Emekçinin sigortası olan bu fonlar, bambaşka alanlarda faizsiz kredi kaynağı olarak AKP iktidarınca kullanılmakta emeğin sırtından..

****
Küresel sermayenin, 1776’dan günümüze Adam Smith’in tarihsellik sakatlığını taşıyan ideolojini (The Wealth of Nations) sürdürme olanağı kalmadı gibi.. KüreselleşTİRmeciler, 21. yy’ın Marx’ın 1850’lerinin proleteryasına hiç benzemeyen ama onu aşkın yeni emekçi sınıflarla uzlaşması kaçınılmaz görünüyor..

– Üniversite mezunu – nitelikli işgücüi
– Birkaç dil ve bilişim bilen
– İşsiz ve yoksul
– İşi olan ama yoksun
– Gelecek güvencesi olmayan – umutları çalınmış…

yüz milyonlarca genç! Nüfus artışı ile, Özelleştirmelerle daha da çoğalıyor, bilinçleniyor ve örgütleniyorlar..

Buyurun başedin Adam Smith’in zavallı neo-liberalleri ve CFR’nin ücretli sipariş akilleri! 

İlk adım, yıllardır yazar – söyleriz; “maksimum kâr” tunç yasasını dayatma ilkelliğini bırakmak..
21. yy’ın reel politiğinin buna elvermediğini artık görmemekte direnmemek..
“Maximum profit” (en çok kâr) akılsızlığı yerine “reasonable profit” (makul kâr) anlayışına terfi! Hani ağzınızdan hiç düşürmediğiniz galatınız “win – win” var ya, işte onun gibi bir şey..

****
Dileriz, TBB (Türkiye Barolar Birliği) öncülüğünde 3 işçi sendikası konfederasyonu ve hukukçular, yukarıdan beri özetleyegeldiğimiz makro ekonomo-politik sorunları irdelerler ve yepyeni – ufuklu, sıradan olmayan yaratıcı çözümler koyarlar ortaya.. Sermaye de uzlaşmacı davranır ve mutlak vesayetleri altındaki siyasal iktidarlara birazcık manevra alanı tanırlar..

Çare, Kanada’dan Prof. M. Chossudovsky’nin hep vurgulayageldiği gibi :

  • DİRENİŞİ KÜRESELLEŞTİREBİLMEK!

Hiç kimse unutmamalı, “Adalet Mülk’ün (Ülkenin) temelidir” özlü sözü,
Küre için de geçerlidir.. Öyle ya, küreselleşip tek topluma – devlete evrilmiyor muyuz?
Öyleyse,

“Adalet Kürenin (Küresel ülkemizin, Dünyamızın) de temelidir!”

Sevgi ve saygı ile.
23 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazımızın pdf biçimi : EMEGIN_HUKUKU_KURULTAYI_ve_DUSUNDURDUKLERI

 

İş güvencesi var mı?

İş güvencesi var mı?

Engin Ünsal

Dr. Engin Ünsal
enginunsal35@gmail.com
AYDINLIK, 27 Eylül 2015

Yasaların ve toplu sözleşme düzeninin amacı çalışanlara güvenli bir çalışma ortamı sağlamaktır. Ekonomik yönden güçsüz olan çalışanı güçlü olan işverene karşı korumaktır. Bu güvenin tüm devletlerde sağlanması için Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) adına sözleşme (convention) denilen uyulması zorunlu kurallar belirler ve bu kuralara uyulmasını sağlamaya çalışır. İşte bu kurallardan en önemlisi 158 sayılı İşçinin Feshe Karşı Korunması adını taşıyan ve yaygın adı ile İş Güvencesi Sözleşmesi olarak bilinen Sözleşmede tanımlanmıştır. Buna göre işçinin iş sözleşmesinin sona erdirilmesi için

– işverenin geçerli bir nedene dayanması
,
– bu nedenin somut olarak var olması,
– işçinin savunmasının alınması..

gibi işçiyi koruyucu hususlar öngörülmüştür. ILO üyesi ülkeler ILO Sözleşmelerini kendi iç mevzuatlarında yaşama geçirmek zorundadır, yoksa ILO tarafından kara kitaba (AS: Listeye) alınarak uluslararası alanda zor durumda bırakılabilmektedir.

İŞ YASASININ PERİŞAN DURUMU
ILO tarafından işçileri yeterince koruyamadığı gerekçesi ile çok sık eleştirilen Türkiye, 2003’te kabul edilen 4857 sayılı İş Yasası’nın 18-22. maddelerinde 158 sayılı ILO Sözleşmesinin ilkelerini iç mevzuatına katmak zorunda kalmıştır. Bu zorunluk, işverenlerin güdümündeki hükümet tarafından şahane bir aldatmaca ile sözde yerine getirilmiş ama özde işçilerin iş güvencesi yok edilmiştir. Yapılan kurnazlık ve aldatmaca sendika yöneticilerinin gözleri önünde yapılmış ve işçi çıkarlarını korumakla görevli sendikacıların kalesine müthiş bir gol atılmıştır. Neydi bu yapılan kurnazlık? Yasanın getirdiği güvenceden kimlerin yararlanacağı 18. maddenin 1. fıkrasında iş güvencesinin ancak 30’dan çok işçi çalıştıran işyerlerinde, 6 aylık kıdemi olan ve ancak belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçiler için var olacağı hükmü getirilmiştir. Bu düzenleme ILO’ya karşı yapılan büyük bir aldatmaca ve dostlar alış-verişte görsün türündendir. Bu oyuna sendikacıların nasıl geldiğini bugün bile anlayabilmiş değilim. Oysa iş güvencesi hükümleri hiçbir ayırım yapılmaksızın tüm çalışanlar için var olması gereken bir kavramdır. ILO Sözleşmesi bizdeki ayırımlara destek olacak hiçbir hükme yer vermemiştir.

18. MADDENİN TERCÜMESİ NEDİR DERSİNİZ?

Yukarıda belirtiğimiz sınırlamaların rakamlarla tercümesini yaparsak ortaya korkunç bir gerçek çıkmaktadır. 4857 sayılı yasanın 18-22. maddelerinde öngörülen düzenleme, ILO’ya ve ülkemiz çalışanlarına karşı sergilenmiş şahane bir aldatmacadır ve bu düzenleme ile ülkemizde çalışan işçilerin önemli bir bölümü için iş güvencesi yok edilmiştir. Nasıl mı? Ülkemizde 30 işçiden az sigortalı işçi çalıştıran işyeri sayısı 1.545.647’dir ve sayı ülkemizdeki toplam işyeri sayısının % 96’sını oluşturmaktadır. Başka bir anlatımla iş güvencesi, ülkemizdeki işyerlerinin ancak %4’ünde çalışan işçiler için vardır. Bu güvence burada çalışan işçilerden 6 aydan çok kıdemi olan ve belirsiz süreli sözleşme ile çalışan işçiler için var olacaktır. Buna Türkçemizde, “ölme eşşeğim ölme..” derler.

YAVAŞ İŞLEYEN ADALET

Yasanın 20. maddesinin 3. fıkrası işçinin feshin geçersiz olduğu iddiası ile mahkemeye yapacağı itirazın seri (AS: hızlı) muhakeme (AS: yargılama) usulüne göre yapılacağını, iki ay içinde sonuçlandırılacağını ve kararın temyizi durumunda Yargıtay’ın bir ay içinde kesin karar vereceğini söylemektedir. Bu hüküm de uygulamada büyük bir yalana dönüşmüştür. Konu ile ilgili avukatların belirtiğine göre davalar beş yıla dek sürmekte ve hak arama büyük bir işkenceye ve haksızlığa dönüşmektedir.

4857 sayılı İş Yasasında ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi yasasında çalışanlar aleyhine o denli çok kural var ki; bu konuda neler yapılabileceğini ve nelerin yapılması gerektiğini bir başka yazıda ele alacağız.

===============================

Dostlar,

Kıdemli sendikacılık uzmanı Dr. Engin ÜNSAL‘a bu yazısı için teşekkür borçluyuz.. Bu arada 1475 sayılı İş Yasası’nın değiştirilerek 4857 sayılı yasanın yerine konuşu 2003’tedir ve AKP ürünüdür. Büyük Atatürk döneminde 1921’de çıkarılan 151 sayılı Amele Birliği Yasası‘nı ilk olarak ele alırsak, 1936’da ILO yardımıyla edinilen (üyeliğin 4. yılında, 3330 sayılı yasa) 2. İş Yasası ve derken 2003’te 4. İş Yasası’na sahip olduk ama çalışma yaşamını bir türlü emeğin haklarını koruyan bir içeriğe kavuşturamadık.. ILO’yu arkadan dolanmayı hüner sayabiliyoruz!?

30.6.2012 tarihli 6331 sayılı İş Güvenliği Yasası da öyle.. Birkaç yıl içinde ne çok değiştirildi!Çünkü ülkemizde gerçek egemen SERMAYE! 

Hele küresel sermaye ile eklemlendikten sonra yerel sermaye daha da güçlendi..
Gerçek vesayet sermayenin.. Askeri vesayet, elitlerin vesayeti kocaman birer yanılsama aracı..
Siyaseti finanse edenler, siyasilere yapılacakları da dikte ediyor..
Türkiye demokrasisiciliğinin özü, ne yazık ki, 21. yy. başında hala bundan ibaret..

Türkiye’de etnik siyasete soyunanlarla onlara akıl hocalığı yapan sözde akillerin dikkatine :

İşçi – emekçi sınıfının sorunları bitti de 1. sırayı sözde “Kürdara azadi” mi aldı efendiler??

Tarih daha büyük aydın ihanet gördü mü, hatta görecek mi Türkiye örneğindeki gibi??

Asıl sorun TAM BAĞIMSIZLIK sorunu efendiler TAM BAĞIMSIZLIK!
Sonra da ekonomik temelli politik demokrasi..
Mustafa Kemal Paşa
boşuna mı hançeresini yırtarcasına haykırıyordu :

– İSTİKLAL-İ TAMME, İSTİKLAL-İ TAMME, İSTİKLAL-İ TAMME….
 
Hukukun üstünlüğü” de çoğu retorik (takiyye) gibi çok hünerli değil mi??
Şimdi “Hangi hukukun üstünlüğü?” diye sorarsak muzırlık mı olacak?

Biz “emeğe saygılı hukukun üstünlüğü” diyoruz, “sermeyenin hukukunun üstünlüğü” yerine!

Kim yapacak? Sermayenin iktidarları mı, hadi canım sen de..
Elbette emeğin iktidarında, önce ulusal temelde.. sonra evrensele uzanarak..

Selam olsun en yüce değer EMEĞE!

Lütfen tıklar mısınız ?

TÜRKİYE ve DÜNYADA İŞÇİ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ..

http://ahmetsaltik.net/2014/05/14/turkiye-ve-dunyada-isci-sagligi-ve-guvenligi/

Sevgi ve saygı ile.
03 Ekim 2015, Ankara
 
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Gerçek hukuk devletini işlevli kılmamız gerek!

TBB Başkanı Prof. Feyzioğlu :

portresi


=================

Evet dostlar,

Reçete pek yalın…

HUKUK DEVLETİ!
Hukukun üstünlüğü… (The Rule of Law)

Ancak biz her zamanki gibi sorgulayan aklın güvencesine alalım kendimizi..

– Pekiiii, kimin hukuku??

Sermayenin, üstünlerin, emekçinin, halkın??

Kuşku yok, sermayenin sömürgen hukukunu egemen kılma adına bu son derece hoş ve etkileyici retorik (takiyye!) kavrama sığınamayız!

O halde semantik eksiği tamamlayalım :

“Emeğe saygılı hukukun üstünlüğü”!

Lütfen söyleme, sözlere, anlamlarına çooook dikkat..
Bilerek ya da bilmeyerek tuzaklanmayalım..

Sevgi ve saygı ile.
26 Ağustos 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com