Etiket arşivi: Eğitim hakkı

Yıllar sonra görülen kızıl hastalığına dikkat!

logo

Yıllar sonra görülen kızıl hastalığına dikkat!

Türkiye’de yıllardır görülmeyen “kızıl hastalığı” öğrencilerde yeniden görülmeye başlandı. Ankara’daki kimi okullarda saptanan kızıl hastalığı ve artan grip olguları üzerine velilere, “Ateşli ve bulaşıcı hastalık vakalarında gözlemlenen artış nedeniyle öğrencimizin maske takmasını öneririz” mesajı gönderildi.

İleyda Özmen

ANKARA- Türkiye’de yıllardır görülmeyen “kızıl hastalığı” öğrencilerde yeniden görülmeye başlandı. Ankara’daki kimi okullarda belirlenen kızıl hastalığı ve artan grip olguları üzerine velilere, “Ateşli ve bulaşıcı hastalık vakalarında gözlemlenen artış nedeniyle öğrencimizin maske takmasını öneririz” mesajı gönderildi. Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, kızıl hastalığının solunum ve yakın değinim (temas) yoluyla geçtiğini belirterek, “Son 10-20 yıldır Türkiye’de kızıl hastalığını pek görmüyorduk. Okulların kalabalık olması, sağlık ve hijyen eğitimi eksikliği, çocukların yeterli-dengeli beslenemeyişinden dolayı beden dirençlerinin düşmesi, bu hastalığın yeniden ortaya çıkışını tetikleyen etmenlerdir.” dedi. Okullara yeterli bütçe ayrılmadığını ifade eden EĞİTİM-SEN Merkez Kadın Sekreteri Simge Yardım da çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve maske sağlanması gerektiğini söyledi.

COVID-19‘un yanı sıra son dönemde öbür salgın hastalıklarda da artış baş gösterdi. Bunlardan uzmanları en çok korkutan ise kızıl hastalığının yeniden görülmesi. Kızılın ciddi bir sağlık sorunu olduğunu vurgulayan Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Saltık, GAZETE DURUM‘a önemli açıklamalarda bulundu. Saltık, şunları kaydetti:

Son 10-20 yıldır Türkiye’de kızıl hastalığını pek görmüyorduk..

Kızıl hastalığı, adından da anlaşılacağı üzere, özellikle 5 yaşlarından başlayarak 18’li yaşlara dek

çocuklarda, neredeyse tüm bedeni kırmızıya boyayan parlak kırmızı renkli döküntülerle giden bulaşıcı bir hastalıktır. Bir bakteri olan A grubu streptokoklarca oluşturuluyor. Neden bu hastalık ortaya çıkıyor? Öncelikle belirtmeliyim ki, gelişmiş ülkelerde bu hastalık neredeyse unutulmaya yüz tuttu. Bir Halk Sağlıkçı -Halk Sağlığı Uzmanı hekim- olarak Türkiye’de henüz Sağlık Bakanlığı’nın resmi verilerinde görmedim ama kızıl olgularının okullarda görülmesi beni üzdü.

Son 10-20 yıldır Türkiye’de kızıl hastalığını pek görmüyorduk

Okulların kalabalık olması, sağlık ve hijyen eğitimi eksikliği, çocukların yeterli-dengeli beslenemeyişinden dolayı beden dirençlerinin düşmesi, bu hastalığın yeniden ortaya çıkışını tetikleyen etmenlerdir. İktidarın ve toplumun bunlara dikkat etmesi gerekiyor.

Okullarda yardımcı hizmetli sayısı çok eksik hatta yok gibi. Okul tuvaletlerinde yeterince hijyen yok. Sıvı sabun ve kâğıt havlu gibi eksiklikleri biliyoruz. Okullarda musluklar ışığa duyarlı (fotoselli) olmalı.

Okul sınıflarının kalabalık olduğunu, servislerin kalabalık oluşunu biliyoruz. Kış mevsimi yaklaşıyor, kalabalık ortamlarda insanlar aynı havayı uzun süre soluyabiliyorlar, yakın değinimde (temasta) olabiliyor. Bunlar kızıl hastalığının yeniden tetiklenmesine yol açan kolaylaştırıcı, hazırlayıcı etmenler.

Hastalık dilin üzerinde tipik çilek gibi bir görüntü oluşturur

Hastalığa tanı koymak için öncelikle çocuğun diline bakarız. Hastalık dilin üzerinde tipik çilek gibi bir görüntü oluşturur. Buna “çilek dili” deriz. Çocuğun yüzünde, boynunda, kollarının iç yüzünde, koltuk altlarında, bedende, kasıklarda kırmızı parlak döküntüler oluşur.

Hastalık etmeni A grubu streptokok bakterileri solunum yoluyla alındığı gibi dokunmayla, ortak kullanılan gereçlerle de bulaşıyor. Okullarda defter, kitap, kalemaçar, silgi, paylaşılan su matarası, bardak gibi ortak kullanılan gereçlerden bulaşma kolaylıkla gerçekleşir. Öncelikle okullarda çevre ve kişisel hijyen önlemlerinin alınması gerekiyor. Çocuklarda ateş 38 derecenin üzerine çıkarsa, yutma güçlüğü başlarsa, nefes alıp vermede zorluk, hızlı soluma gelişir ve genel durum bozulursa, bu durum kızılın zatürreye dönüştüğünün göstergesidir. 5 yaş altı çocuklarda daha ağır seyreder.

“Çilek dili” 

Hastalığın korkutan yanları

Hastalığın en çok korkutan yanları (komplikasyonları) şunlar:

Birincisi tıpta “kardit” adı verilen kalp kapak enfeksiyonları. Kalp kapak enfeksiyonlarında bozukluk daha sonrasında darlık ve/veya yetmezlik biçiminde gelişebilir. Anjiyografi veya cerrahi girişim ile kapaktaki darlığın açılaması ya da yetmezlik görülen kapakların değişimini gerektirecek ölçüde kalpte ciddi bozukluklara yol açabilir.

İkincisi kızıl hastalığının arkasından böbrek yetmezliğine giden bir tablo ile karşılaşılabilir.

Üçüncüsü hastalık, eklem romatizmalarına yol açabilir. 

Dördüncüsü, sağaltımda (tedavide) geç kalınırsa mikroplar (streptokoklar) kana karışarak tüm bedene yayılabilir (sepsis).

Kızılın sağaltımı (tedavisi)

Boğazdan sürüntü örneği alınır, mikrobiyoloji laboratuvarında saptanan mikroorganizma belirlenerek antibiyogram yapılır ve sıklıkla penisilinler olmak üzere uygun antibiyotikler verilir. 7-10 gün antibiyotik sağaltımı almak gerekir. Belirtiler azalsa bile, antibiyotik sağaltımının ardından, 7-10 gün içinde yeniden boğaz kültürü  ya da hızlı test yapılmalı ve hastalık nedeni (patojen) bakterilerin kalmadığı kanıtlanmalıdır. Bu yol, süregen (kronik) taşıyıcılığı ve bulaştırıcılığı önlemek bakımından da önemlidir. Hastalığı ciddiye almak gerekiyor.

Bir ailede, bir kişide kızıl hastalığı çıkarsa, öbür aile üyeleri de risk altındadır.
Aile içi bulaş sık görülür.

Hastalık tanısı konan çocukların en az on gün okuldan uzaklaştırılması gerekir

Hastalık tanısı konan çocukların en az on gün okuldan uzaklaştırılması gerekir. Halka kızıl hastalığı ile ilgili eğitim verilmesi gerekir. Okullarda öğretmenlere, emekçilere, öğrencilere uygun yöntemlerle korkutmadan, ürküye (paniğe) sokmadan sürekli sağlık eğitimi verilmelidir.

Ülkemizde okul sağlığı birimleri yok ne yazık ki. Bu vesileyle bir kez daha görüyoruz ki; Okul Hekimliği / Sağlığı birimleri kurma gerekliliği var. 2-3 yıldır Kovit-19 nedeniyle sürekli söyledik ve uyardık. Ama kurulmadı. Okullardaki öğrenci yoğunluğu azaltılmalı.

  • Türkiye’de nüfus her yıl bir milyonun üzerinde korkunç ve gereksiz biçimde artıyor.
    İktidar bu artışı kesinlikle akıl dışı biçimde teşvik ediyor. 
  • Ayrıca on milyon dolayında yurttaş olmayan yabancılar ülkemizde ve bu kesimler genellikle daha eşitsiz, kırılgan.

Üniversite öncesi okul çağındaki öğrenci sayısı neredeyse 19 milyon. 1,2 milyon dolayında öğretmen var, okul çalışanları, servis emekçileri var. Çok ciddi bir nüfus bu. 60 milyonu geçiyor ailelerle birlikte. Dolayısıyla, Milli Eğitim Bakanlığı Sağlık Daire Başkanlığı’nın Sağlık Bakanlığı’yla birlikte, eşgüdüm içinde hemen harekete geçmesi uygun olur.

Kızıl olgusu görülen okullarda maske takılması, uygun el yıkama önerilir.

Öğretmenlerin özenli olması ve iyi gözlem yapması gerekiyor. Kuşkulu durumdaki çocuklar gecikmeden aileye, bölgedeki ilgili Toplum Sağlığı Merkezlerine bildirilmelidir. Kızıl bildirimi zorunlu olmamakla birlikte (1593 sayılı yasa ve ilgili Yönetmelik), bilgiler paylaşılmalıdır.

Kızılın toplumsal-ekonomik-kültürel boyutları

Ülkemizde yaşanan korkunç ekonomik bunalım ve yoksullaşTIRma,
  • Türkiye’yi dünyanın “en sefil ülkesi” durumuna düşürdü!
Sefalet Endeksi” kavramı biliniyor artık.
Arjantin, Zimbabve, Venezuela gibi ülkeler sıralamada en üstte (en olumsuz) olurdu.
Şimdi Türkiye en üstte ne yazık ki.
Bu tablo Cumhuriyetimiz yüzüncü yılına girmişken çok acı verici ve ülkemize asla yakışmıyor.
TÜFE + işsizlik oranı = Sefalet Endeksi olarak tanımlı.
TÜİK işsizlik oranını %9,5 olarak veriyor. Ekim 2022 sonu yıllık TÜFE’yi ise %85 olarak açıkladı.
İki verinin de gerçeklerden çok uzak olduğunu biliyoruz.
ENAG verileri ile enflasyon %185’in, işsizlik ise %10’ların çok üstünde.
TÜİK’in 2 resmi oranının toplamı 95 yapıyor.
  • Böylece Türkiye, Dünya Sefalet Endeksi’nde Arjantin’i de geçerek dünyada en “sefil” ülke durumuna düştü/düşürüldü AKP’nin 20 yıllık tek başına iktidarı sonunda.

Böyle bir ülkede her türlü olumsuzluk beklenir. Bulaşıcı hastalıklar artmaya başlar, unutulmuş bulaşıcı hastalıklar geri dönebilir.

Yaşam niteliği geriler ve ortalama ömür kısalır, ölümler, engellilikler artar.

Sağlık Bakanlığı’nın kızıl olgularının istatistiklerini saydamlıkla paylaşması gerekir.

Bir yandan sosyal-ekonomik önlemlerle yoksullaştırılan topluma ivedi ve yeterli destek verilmeli, öbür yandan da Epidemiyolojik ilkelerle başta bulaşıcı hastalıklar olmak üzere tüm sağlık sorunlarıyla bütüncül savaşım sürdürülmelidir.

  • Sağlık, doğuştan kazanılan temel insanlık hakkıdır ve devletin en temel kamusal
    görevidir.********

    Velilere gönderilen ileti

“Çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve maske sağlanmalı”

EĞİTİM-SEN
Merkez Kadın Sekreteri Simge Yardım, okullarda görülen salgın nedeniyle
velilere giden ileti ve yaşanan salgınların nedenlerini şöyle değerlendirdi:

Okulların fiziksel koşulları

Okullarda görülen salgın olgularına ilişkin olarak öncelikle okulların fiziksel koşullarını değerlendirmek gerekiyor. Pandemi sürecinde de bugün de bu konuyla ilgili hiçbir önlem alınmadan eğitim-öğretim sürdürülmeye çalışılıyor. Öncelikli olarak okulların fiziksel koşullarının çocukların sağlıklı koşullarda eğitim alabilecekleri biçimde düzenlenmesi gerekir. Verili (mevcut) durumda kalabalık sınıflar, sınıfların havalandırma koşullarının uygun olmaması, temizlik personeli yetersizliği, okullarda temizlik gereçlerinin olmaması gibi pek çok etken hastalık riskini artırmada en temel etmenler. Okul sayısının artırılması, yeterli çalışan görevlendirilmesinin sağlanması gerektiğini ısrarla ifade ediyoruz. Bütçe görüşmelerinin yürütüldüğü süreçteyiz.

Okullara yeterli bütçe ayrılmadığı sürece benzer sorunlar çok daha yoğun bir biçimde yaşanacaktır.

Çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve maske sağlanmalı

EĞİTİM-SEN Merkez
Kadın Sekreteri Simge Yardım

Ülkede yaşanan derin ekonomik bunalım da çocuklarda hastalık riskini artırıyor. Pek çok çocuk yeterli beslenme koşullarından uzak. Yeterli beslenememe çocukların çok daha kolay hastalanmasına neden oluyor.

Çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve ücretsiz maske sağlanmalıdır.

Eğitim hakkının Anayasa’da ve uluslararası sözleşmelerde tanımlanmış olmasına karşın sağlıklı, güvenli, eşit eğitim hakkından söz etmek olanaklı değildir.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın hem eğitimde derinleşen yapısal sorunlar hem de çocukların eğitim hakkı bağlamında eğitim politikalarını oluşturması ve kalıcı çözümler üretmeye ilişkin adımlar atması gerekmektedir.

İKİNCİ YÜZYILDA EĞİTİM HAKKI ÇALIŞTAYI KISA SONUÇ BİLDİRGESİ

İKİNCİ YÜZYILDA EĞİTİM HAKKI ÇALIŞTAYI
KISA SONUÇ BİLDİRGESİ

AKP iktidarı eğitim sistemini büyük bir krizin içine sürüklemiştir. Sorunun kaynağı olanlardan çözüm beklenemez. Eğitim sorunları sahte, göstermelik Şuralarla da çözülemez. Bu nedenle eğitimle ilgili tüm toplum kesimlerini, deneyim ve birikimlerini paylaşmaya, eğitim sorunlarını konuşmaya, çözümlerimizi ortaklaştırmaya davet ettik.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, 7 Bölgede 81 ilden gelen eğitim alanında örgütlenmiş sendika, dernek, vakıf vb. örgüt, öğrenci, veli, gazeteci, eğitim alanında sözü olduğumuz herkesi kapsayan “İktidar İçin Eğitim” toplantıları yaptık; bu toplantılarda katılımcılar görüşlerini, yazılı raporlarını bizlere sundular. Bu sunuşlarda dile getirilen görüş ve öneriler eğitim sorunlarının nerelerde yoğunlaştığının bir kanıtı olmakla kalmadı, bu toplantıların devamı olarak bütün ülkeyi kucaklayacak biçimde eğitimin tüm bileşenlerini bir araya getiren

  • “İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı”

adlı çalıştayımızda üzerine çalışılan temel belgelerinden biri olmuştur.
“İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı” çalıştayımızı 27 Kasım 2021 tarihinde başarıyla gerçekleştirdik. Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Lale Karabıyık’ın sunuşuyla açılan çalıştayımızda davetli konuşmacılardan Prof. Dr. Ferhunde Öktem’in “Eğitim Felsefesi” konulu konuşmasından sonra Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, partimizin eğitime ve eğitim sorunlarına bakışımızı ifade eden bir konuşma yapmıştır.
Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu konuşmasında;

  • Bir yüzyılı bitirdik, bir yüzyılı bitirirken istedik ki, eğitim sorununu da büyük ölçüde aşmış olalım. Ama bugün geldiğimiz noktada çok güzel başlayan bir eğitim süreci zaman içinde ciddi aksamalara yol açtı. Çocuklarımızı yeri geldi denek olarak kullandık. Bunu yaparken de eğiticileri, öğretmenleri dinlemedik. Oturduk masamızın başına kararı biz verdik, en iyisini biz biliyoruz dedik ve sonuçta da bugünkü tablo çıktı ortaya. 4+4+4 sistemi Parlamentoya geldiğinde bunun yanlış olduğunu, kalkınma planlarında olmadığını, eğitim şuralarında görüşülmediğini, Bakanlar Kurulunda görüşülmediğini, Milli Eğitim Bakanlığında görüşülmediğini, 5 milletvekilinin imzasıyla bu teklifin verildiğini, 5 milletvekilinden hiçbirinin  eğitimci olmadığını söyledik… Ama az önce sizin de ifade ettiğiniz gibi; bir nesil de gitse, iki nesil de gitse biz bunu uygulayacağız anlayışı, dayatma kültürü egemen oldu. Akşam bu konuya bakarken o yasa teklifini tekrar çıkardım. Yasa teklifi bu, 5 imza var altında, 5 grup başkanvekili hiçbiri eğitimci değil. Avukat var, siyasal bilgilerden maliyeci, sanayici var, yine bir maliyeci var, ilahiyatçı var ve avukat var. Hiçbiri eğitimci değil. Dolayısıyla bugünkü tablo hepimizin yüreğini burkan bir tablo.” dedi.

Genel Başkanımızın konuşmasından sonra Millet İttifakı bileşenlerden İyi Parti’nin Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Dr. Şenol Sunat, İyi Parti’nin eğitim ve eğitim sorunlarıyla ilgili düşüncelerini paylaşmıştır.

New York Üniversitesinden Prof. Dr. Selçuk Şirin dünyayı yakalamak için “İkinci Yüzyılda Yeniden Eğitim Yeniden Reform” başlıklı bir sunum yapmıştır.

Çalıştayımızda katılımcı örgütlerin temsilcileri de ayrıca söz alarak görüş ve önerilerini çalıştayımızın katılımcılarına sunmuşlardır. Çalıştayımızın öğleden sonraki çalışmalarında ise önceden ilgi alanlarına göre davet edilen akademisyenler, eğitim örgütleri temsilcileri, eğitim yazarları, öğrenci temsilcileri, öğrenci veli dernekleri ve okul aile birliği üyelerden oluşan komisyonlarımız çalışmalarına geçmiştir.

İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı” başlıklı çalıştayımızda;

Eğitim Hakkı Açısından Temel Eğitim” komisyonumuzun başkanlığını Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Meral Uysal,

“Eğitim Hakkı Açısından Mesleki Teknik Eğitim” komisyonunun başkanlığını Hacettepe üniversiteden Prof. Dr. Hasan Hüseyin Aksoy,

İkinci Yüzyılda Öğretmenlik Mesleği” komisyon başkanlığını Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Soner Yıldırım,

İkinci Yüzyılda Yükseköğretim ve İstihdam Politikaları” komisyon başkanlığını ise Çukurova Üniversitesinden Prof. Dr. Adnan Gümüş gerçekleştirmiştir.

Komisyonlarımıza tanınan süre içinde üzerinde uzlaştıkları görüş ve önerileri “Kısa Sonuç Bildirgesi” başlığıyla kamuoyumuzun dikkatine sunuyoruz.

İKİNCİ YÜZYILDA ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ
Komisyonumuz görüş ve önerilerini “Öğretmen adaylarının seçimi, eğitimi ve öğretmenlik mesleği başlığı altında toplamıştır. Çözüm Önerileri
Öğretmen adaylarının seçimi:
1. Öğretmen ihtiyacı önceden belirlenmeli ve bu ihtiyacın karşılanması için gerekli planlama yapılmalıdır.
2. Öğretmen Liselerinin tekrar açılması ve bu Lise mezunlarının üniversite giriş sınavlarında avantajlı kılınması sağlanmalı ve öğretmenlik mesleğine ilgi teşvik edilmelidir.
3. Eğitim Bilimleri Fakültesi yeniden güçlendirilmeli ve köklü üniversitelerde Eğitim Bilimleri Fakülteleri açılmalıdır. Diğer eğitim fakültelerinin bazıları ise bölgesel olarak birleştirilmelidir.
4. Atanmayan öğretmen sorunun aşılması, öğretmenlerin istihdamının sağlanması için fakültelere alınan öğrenci sayılarının belirli bir plan doğrultusunda azaltılması yoluna gidilmelidir.
5. Öğretmenlik mesleğine yatkın olmayan öğrencilerin 3. sınıftan başlayarak başka fakültelere geçmesine izin verilmelidir.
Öğretmen Adaylarının Eğitimi:
1. Öğretim Teknolojileri yeterlilikleri bütün öğretmen adaylarına kazandırılmalıdır.
2. Öğretmenlik profesyonel bir meslektir ve öğretmen yetiştirme Eğitim Fakültelerinin görevi olmalıdır “pedagojik formasyon” kursları kesinlikle kaldırılmalıdır.
3. Eğitim Fakültelerinin fiziksel koşulları iyileştirilmelidir.
4. Öğretmenlerin kültürel okuryazarlığının geliştirilmesi için eğitim fakültesi programlarında kültür, sanat ve spor derslerinin verilmesi, öğretmenliğin entelektüel bir meslek olduğunun vurgulanması gerekir.
5. Öğretmen adayının okul ortamını her yönüyle tanıması ve deneyimlemesi (yaparak yaşayarak öğrenmesi) için programlarda 2. sınıftan başlamak kaydıyla her yıl 1 ders olmak üzere 3 uygulama dersi yer almalıdır. Ayrıca programlar kapsamında okutulan öbür derslerde de kuram ve uygulamanın dengeli yer alması sağlanmalıdır.
6. Öğretmen adaylarının; eğitimin politika, ekonomi, sosyoloji, kültür, gibi alanlar ile bağını kurabilmeleri amacıyla öğretmen eğitimi programlarında Eğitim Sosyolojisi, Eğitim Felsefesi, Eğitimin Güncel Sorunları, Çok Kültürlü Eğitim, Eleştirel Pedagoji, vb. başlıklı dersler yer almalı bu derslerin içerikleri öğretmen adaylarının entelektüel gelişimine uygun olacak biçimde düzenlenmelidir.
7. Öğretmen yetiştirme programlarında mutlaka cinsel sağlık eğitimi yer almalıdır.
8. Öğretmenlerin hizmetiçi eğitimi daha etkili hale getirilmelidir. Hizmet İçi Eğitim Enstitüsü bağımsız bir enstitü haline getirilmeli ve bölgelerdeki şubeleri de eğitim-araştırma uygulama merkezleri olacak biçimde yeniden düzenlenmelidir.

Öğretmenlik Mesleği:
1. Öğretmenlik Meslek Yasası ILO – UNESCO ortak belgesi olan Öğretmen Statüsü Tavsiye Kararı doğrultusunda tüm eğitim paydaşlarının katılımıyla hazırlanmalıdır.
2. Öğretmenlik mesleğinin statüsünün geliştirilmesi için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
3. Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına son verilerek tüm öğretmenlerin kadrolu olarak istihdam edilmesi sağlanmalıdır.
4. Öğretmenlere yönelik mevcut kariyer sistemi kaldırılarak, öğretmenlerin eğitim bilimlerinin farklı alanlarında akademik kariyer yapmasını sağlayacak yeni bir kariyer modeli getirilmelidir.

EĞİTİM HAKKI AÇISINDAN TEMEL EĞİTİM

Çözüm Önerileri
1. Devlet bilimsel, laik, nitelikli, kesintisiz temel eğitimi tüm yurttaşlarına eşit sağlamakla yükümlüdür. Eğitim hakkı fırsat eşitliği politikaları ile sınırlandırılamaz. Temel eğitimde okullaşma ile ilgili veriler dezavantajlı toplum kesimlerinin (Çalışmak durumunda kalan, cezaevinde yaşamak durumunda olan, ıslah evinde kalan, geçici koruma altında olan çocuklar, çatışma yoğunluklu bölgelerde yaşayan, özel gereksinimli çocuklar, kız çocukları, ana dili Türkçe olmayan çocuklar, Roman çocukları…vd. eğitime erişim sorununun yalnızca eğitimsel yaklaşımlarla çözülemeyeceğini ortaya koymakta, eğitimsel çözümlerin sosyal politika önlemleri ile bütünleştirilmesini gerektirmektedir. Bu çözümlerin üretilmesi anne-babaların eğitime yönelik duyarlılıklarını geliştirmeyi amaçlayan yetişkin eğitimi programlarını da kapsayacak biçimde, pozitif ayrımcı, daha fazla kamu kaynağı ayıran bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Sosyal devlet yaklaşımının da gereği budur. Temel eğitimin her düzeyinde yüzde yüz okullaşmayı sağlayacak sosyal politikalar geliştirilmelidir.

2. 2012 yılında uygulamaya konan 4+4+4 eğitim sistemi ile eğitime erişim eşitsizliği artmıştır. Çocuk işçiliğini besleyen, çağ nüfusu öğrencileri açık öğretime yönlendiren, kız çocuklarının erken evliliğe teşvik eden, eğitimin içeriğini dinsel referanslara göre biçimlendiren, eğitimde piyasalaşmanın önünü açan bir uygulama olarak 4+4+4 dayatması eğitim hakkının önündeki engellerden biridir. Eğitimden kopuşların ilköğretimin 2. aşamasında yoğunlaştığı göz önünde bulundurulduğunda bu uygulama ile fiilen gerçekleşen zorunlu eğitim süresi 5 yılın altına çekilmiştir. 4+4+4 şeklindeki uygulama asla devam etmemelidir.

3. Okul öncesi eğitimde okullaşma oranlarının düşük olmasının temel nedeni bu alanın büyük ölçüde piyasaya terk edilmesi ve özel okulların ücretlerinin de yüksek olmasıdır. Erken yaşlardan başlamak üzere kamusal, parasız okul öncesi eğitim olanakları sağlanmalıdır. Okul öncesi eğitimde yaşanan sorun yalnızca özelleşme ile ilgili değildir. Vakıf ve cemaatlerin sıbyan mektebi adı altında dini eğitimin verildiği okul öncesi eğitim kurumları açmasına izin verilmemelidir.

4. Çalışma durumunda kalan çocukların temel eğitim sorunlarının çözümünü hedefleyen politikaların ailelerin içinde bulunduğu yoksunluk ve yoksulluk koşullarının çocuklar üzerindeki olumsuz etkisini ortadan kaldırabilecek nitelikte ve kapsamda olması, pozitif ayrımcı politikaları içermesi, süreklilik taşıması, göstermelik olmaktan öteye gitmesi gerekmektedir. Görüldüğü gibi sorunun bir boyutu, eğitim politikaları ile ilgili iken öbür boyutu da sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak bu toplum kesimleri için daha çok kaynak ayıracak hükümet politikaları ile ilgilidir.

5. Özel gereksinimli çocuklar için yeterli nitelikte ve nicelikte kamu eğitimi hizmeti sağlanmalı, bu kesime yönelik hizmetler bilgi ve deneyime sahip alanın uzmanları ve öğretmenleri tarafından yürütülmeli, hizmetler MEB, sosyal hizmet kurumları ve yerel yönetimler ile işbirliği içinde aileye yönelik rehberlik ve destek hizmetlerini de kapsayacak biçimde ele alınmalıdır.

6. Üstün yetenekli çocukların ilkokuldan başlayarak saptanması için ilkokul öğretmenlerinin ve rehber öğretmenlerin hizmet içi eğitimi gerçekleştirilmeli, Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinin fiziksel altyapı ve personel eksikliği sorunları giderilmeli, Bilim ve Sanat Merkezlerinin öğretmenlerin merkezin amaçlarına uygun nitelikte olmaları sağlanmalı ve bu merkezler aile rehberlik etkinliklerini de kapsayacak biçimde geliştirilmesi ve uygun fiziksel ortamlara kavuşturulması sağlanmalıdır.

7. Taşımalı eğitim yoluyla il ve ilçe merkezlerine öğrenci taşıma uygulamasından vazgeçilmelidir. Mevcut durumu ile taşımalı eğitimin maliyeti sanıldığı kadar düşük değildir. Kaldı ki eğitime erişim güçlüğü yaşayanları desteklemek sosyal devletin görevidir. Birleştirilmiş sınıf güçlenmeli, derslerde kullanılacak materyal desteği sağlanmalı ve yeterli sayıda lojman hizmeti sunulmalıdır. Türkiye’de atanamayan öğretmenler de göz önünde bulundurulduğunda artan nüfusun eğitim ihtiyaçlarını karşılayacak öğretmen kaynağı bulunmaktadır. Öte yandan taşımalı eğitimin gerekçesi olarak gösterilen birleştirilmiş sınıflar uygulaması öğretmen eğitimi ile çözülebilecek bir nitelik de taşımaktadır.

8. Nüfusun eğitim düzeyini yükseltmenin bir yolu tüm çocukların zorunlu eğitim süresini tamamlayacak şekilde, eğitim sürecine dâhil edilmesinden geçerken, diğer yolu yetişkinlerin eğitim eksikliklerinin tamamlanmasından geçmektedir. 4+4+4 modeli ile çağ nüfusu öğrencilerinin açık öğretime geçişlerinin yolu açılmıştır. Yapılan araştırmalar bir yetişkin eğitimi kurumu olması beklenen açık öğretim lisesinin öğrencilerinin büyük çoğunluğunun çağ nüfusu öğrencilerden oluştuğunu göstermektedir. Oysaki açık öğretim uygulamaları sosyal devlet anlayışının bir sonucu olarak örgün eğitim dışında kalan yetişkinlere eğitim fırsatı sağlamak için gündeme gelmiştir. Çağ nüfusu öğrencilerin açık öğretim lisesine geçişleri engellenmeli bu kurumlar birer yetişkin eğitimi kurumu durumuna getirilmelidir. Özellikle kadınlarda okuryazarlık sorununun sürdüğü göz önünde bulundurularak 1. Kademe ve 2. Kademe okuma-yazma kursları işlevsel hale getirilmeli, kadınların bu kurslara katılımını özendirici önlemler alınmalıdır.

9. MEB yetişkin nüfusun eğitim ihtiyaçlarını büyük ölçüde Halk Eğitimi Merkezleri kanalıyla yürütmektedir. Bugün il ve ilçe merkezlerinde 990 Halk Eğitimi Merkezi bulunmaktadır. Halk eğitimi merkezleri hobi kursları ağırlıklı olarak işlevlerini yerine getirmektedirler. Bu merkezler eğitim, üretim ve örgütlenme bütünlüğü içinde katılanların öğrenmesi, öğrendiklerini üretime çevirmesi ve ürettikleri ürünleri gelir getirici bir etkinliğe çevirecek biçimde örgütlenmesini sağlayacak yapıya kavuşturulmalıdır. Bu merkezlerde görev yapan yönetici, kadrolu öğretmen, usta öğreticilerin yetişkin eğitimi ile bilgi eksikliklerinin giderilmesi, örgün eğitim benzeri yapıdan kurtarılması sağlanmalıdır.

10. Pandemi sürecinde uzaktan eğitim yoluyla gerçekleştirilen eğitim uygulamalarındaki öğrenme kayıplarını telafi edecek programlar geliştirilmelidir.

EĞİTİM HAKKI AÇISINDAN  MESLEKİ TEKNİK EĞİTİM 

Çözüm Önerileri
Komisyonumuz Mesleki ve teknik eğitimi, temel eğitim hakkı açısından değerlendirerek görüş ve önerilerini oluşturmuştur. Buna göre;

1. Mesleki eğitim; eğitim sistemi içinde, temel eğitimin bütünselliği dikkate alınarak yeniden değerlendirilmeli ve çocuklarımızın temel eğitimden yararlanmalarını sekteye uğratacak uygulamalardan kaçınılmalıdır.
2. Mesleki eğitimin düşük eğitim düzeyi olarak algılanması, bütünlüklü olmayan yapısı sorgulanmalıdır.
3. Mesleki Teknik eğitimin çocukları daha fazla okuldan uzaklaştıran uygulamalarına son verilmelidir.
4. Zorunlu temel eğitimde akademik ve mesleki-teknik eğitim ayrımı ortadan kaldırılmalıdır.
5. Temel eğitim ve yaşam becerileri piyasa tahakkümünden kurtarılmalıdır.
6. Mesleki eğitimin mevcut durumuyla sürdürülmesi durumunda meslek lisesi mezunlarının güvenli, güvenceli çalışmalarını sağlayan istihdam politikaları izlenmelidir.
7- Mesleki ve Teknik Eğitimde açık bulunan kimi bölüm ve alanlar bugün geçerliliğini yitirmektedir. Teknolojik ve bilimsel gelişmelerin ışığında alan ve dallar güncellenmeli, yeni, çağın gereklerine uygun ve istihdam olanağı bulunan alan ve programlar açılmalıdır.
8- Staj uygulamaları ile ilgili uygulama güncellenmeli, öğrencilerin ucuz işgücü ya da çocuk işçi olmasına yol açacak uygulamalara son verilmeli, kendi gelişimlerine ve eğitim aldıkları alana uygun koşullarda staj yapmaları sağlanmalıdır. Staj uygulaması çocukların psikolojik, pedagojik ve mesleksel gelişimine katkıda bulunacak biçimde yapılandırılmalıdır.
9- Mesleki ve Teknik eğitim yöneticileri alandan gelen, yeterli yöneticilik eğitimini almış alan öğretmenlerinden seçilmelidir.
10- Mesleki ve teknik eğitim okullarının programları bölgelerin ihtiyaçları, özellikleri ve istihdam alanları göz önünde bulundurularak yapılandırılmalı, öğrencilerin zorunlu bırakıldıkları değil tercih ettikleri bütünlüklü bir eğitim programları uygulanmalıdır.
11- Mesleki ve Teknik eğitim kurumlarına öğretmen yetiştirme yeniden yapılandırılmalıdır. Nitelikli öğretmen yetiştirme politikaları yaşama geçirilmeli, Mesleki ve Teknik Eğitim Fakülteleri gerek duyulan ve istihdam sağlayabilecek alanlarda öğretmen yetiştirmek üzere, MEB ile koordinasyon (AS: eşgüdüm) sağlanarak bağımsız bölümler olarak açılmalıdır.

İKİNCİ YÜZYILDA YÜKSEKÖĞRETİM VE İSTİHDAM POLİTİKALARI  

Çözüm Önerileri

1. Üniversite fikrine uygun, üniversite tanımı yapılmalı; idari özerklik, mali özerklik ve bilimsel özgürlük üniversite fikrinin ayrılmaz parçası olarak tanımda yer almalıdır.
2. Yükseköğretim ve üniversitelerde kurumsal özerkliğin ayrılmaz parçası olarak ilgili bileşenlerden oluşan kurullar yönetimi esas olmalıdır. İdari özerkliğin sağlanmasının en geçerli yolu demokratik (bileşenlerce seçilmiş) kurullar yönetimdir. YÖK, ÜAK ve üniversiteler kurul yönetimi bile olamamıştır.

  • YÖK kaldırılmalı ve seçilmiş rektör veya seçilmiş üniversite temsilcileriyle oluşan eşgüdüm kurulu oluşturulmalıdır.

3. Rektörler, üniversite bileşenleri veya onların temsilcilerinden oluşan senato tarafından seçilmelidir ve geri çağrılabilmelidir. Birim temsilcileri de ilgili bileşenlerce seçilmelidir. Boğaziçi örneğinde, üniversite bileşenlerinin iradesine uyulmalıdır.
4. Mali özerklik sağlanmalıdır. Üniversiteler kamu kaynaklarıyla finanse edilmeli, bu kaynakların uygun kullanımı üniversitelerin yetkisinde olmalı, amaca uygun kullanımları ile ilgili şeffaflık, kamu denetimi ve hesap verebilirlik sağlanmalıdır.
5. Üniversitenin işlevleri, tanımına uygun ve evrensel ölçütlere göre belirlenmelidir. Araştırma, öğretim ve toplumsal hizmet ve danışmanlıklar; araştırma, öğretim, kontenjanlar ve hizmet alanları ve bunların nasıl yürütüleceği meta değerine göre değil toplumsal ve evrensel ölçüt ve ihtiyaçlara göre belirlenmelidir.
6. Üniversitenin kapsamı, tanımına uygun ve evrensel ölçütlere göre belirlenmelidir. Meslek Yüksek Okullarının yükseköğretimle ve üniversitelerle bağları yeniden düzenlenmelidir.
7. Üniversiteler planlanmalıdır. Yeni üniversite, fakülte veya MYO açılması ilke ve ölçütlere bağlanmalıdır. Kuruluş yeri olarak ilçe veya şehir değil bölgesel öncelikler dikkate alınmalıdır. Ölçütleri karşılamayan mevcut üniversitelerin uygun dönüşümleri sağlanmalıdır.
8. “Özel-ticari yükseköğretim” üniversite fikri ve tanımıyla uzlaşmazdır. Vakıf üniversiteleri üniversite tanımına uygun hale taşınmalı, kamu hizmeti sürdürmelidir. Üniversite tanımına uymayan, ticarileşen vakıf üniversiteleri kamulaştırılmalıdır.
9. Üniversitenin yerel, toplumsal ve evrensel ihtiyaçlarla bağları kurulmalıdır. Araştırma alanları buna uygun belirlenmelidir.
10. Uluslararası ilişkiler, Bologna Süreci, AB, uluslararası standartlar ve diğer uluslararası ilişkiler üniversite tanımına, bilimsel özgürlüklere uygun şekilde geliştirilmelidir. Dışsal akreditasyon gibi kurumsal özerklik ve bilimsel özgürlüklerle çelişen uygulamalar gözden geçirilmeli, üniversite tanım ve ölçütlerine uygun hale getirilmeli; üniversite fikriyle çelişen ilişki ve uygulamalardan vazgeçilmelidir.
11. Üniversitenin birincil işlevi olan araştırma ve araştırma alanları yerel, toplumsal ve evrensel ölçüt, ihtiyaç ve gelişmelere uygun şekilde planlanmalıdır. Araştırmacı ve öğretim elemanı yetiştirme üniversitenin asli işlevlerinden olup toplumsal ve evrensel dönüşümleri, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri dikkate almalı, uzun erimli olarak planlanmalıdır. Araştırma alanlarıyla bağları kurulmalıdır.
12. Güvenceli çalışma; kurumsal özerkliğin ve kurullar yönetiminin ayrılmaz parçasıdır. Araştırma görevliliği dahil idari teknik tüm çalışanlar güvenceli çalışmalıdır. Çalışanlara yaşam koşullarına ve uzmanlıklarına uygun özlük hakları ve yeterli aylık sağlanmalıdır.
13. Üniversitelerde, atama ve yükselmelerde hak ve liyakat esas olmalıdır. Akademik yükselmeler nicel değil nitelikli ölçütlere bağlanmalıdır. Kadro hakkı olanların kadroya atanmaları bekletilmeksizin yapılmalıdır.
14. İdari ve teknik personelin üniversitenin bilimsel işlevleri ile bağları kurulmalı; atama, yükselme ve özlük hakları karşılanmalıdır.
15. Üniversite tanımı ve ölçütleriyle bağdaşmayan disiplin ve denetim anlayışından vazgeçilmeli, denetim bilimsel işlevlerin yerine getirilmesine yönelik olmalı, haksız şekilde KHK ve görevine son verilenler derhal iade edilmeli, atama veya yükselme süreçlerinde hak kaybına uğrayanların hakları karşılanmalı, haksızlığa yol açan sorumlulardan hesap sorulmalıdır.
16. Üniversitenin asli işlevlerinden öğretim işlevi, bilimsel ve evrensel ölçüt ve gelişmelere uygun nitelikli olarak sürdürülmelidir. Yükseköğretim ve üniversite programlarının ortaöğretimle, toplumsal ve evrensel ihtiyaç ve gelişmelerle bağı kurulmalıdır. Programlar ve kontenjanlar bilimsel ölçüt ve toplumsal evrensel ihtiyaçlara göre belirlenmelidir.
Öğrenci kabulünde yarışmacı sınavlar değil, bilimsel ve pedagojik ilkelere uygun dayanışmacı ve geliştirici geçiş sistemi oluşturulmalıdır.
17. Öğrencilerin barınma, geçinme ve öğretim ihtiyaçları kamu tarafından ücretsiz karşılanmalıdır. Öğrencilerin sosyokültürel gelişimlerine uygun başta kütüphane ve sanat etkinlikleri olmak üzere her türlü koşul sağlanmalıdır.
18. Uzaktan, açıktan, ikincil, tezsiz gibi öğretim tür ve biçimlerinin üniversite tanımına ve nitelikli öğretime uygunluğu gözden geçirilmeli; bilimsel ve pedagojik ölçütlere uygun olmayan yöntemlerden vazgeçilmelidir.
19. Yükseköğretimde ülke ve evrensel koşullarla gelecek bağlantısı kurulmalı; her mezuna onur ve uzmanlığına uygun iş ve yaşam koşulları sağlanmalıdır.
20. Merak, araştırma, bilimsel eleştirel düşünme üniversite yaşamının ayrılmaz parçası olup dersler ve üniversite ortamı buna uygun hale getirilmelidir.
21. İnsan ve üniversite tanımıyla bağdaşmayan otoriter, baskıcı, disiplinci anlayıştan vazgeçilmeli, kampüsler yasaklar değil özgür kampüslere dönüştürülmelidir.
22. Bilim, araştırma, öğretim ve danışmanlık kurumları olan yükseköğretim ve üniversiteler her boyut ve evresiyle tanımında içerilen kurumsal özerklik ve bilimsel özgürlükleri esas tutmalı, toplumsal ve evrensel ihtiyaç ve gelişmelere göre planlanmalı, demokratik ve uygar bir ülke ve toplumun motoru haline getirilmelidir.

“İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı Çalıştayı”  tüm görüş ve öneriler değerlendirilerek basılı rapor haline getirilerek “Sonuç Bildirgesi” başlığıyla kamuoyu ile de paylaşılacaktır.

Divan Kurulu Üyeleri:
Yıldırım Kaya
CHP Ankara Milletvekili
TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu Grup Sözcüsü

Burcu Köksal
CHP Afyonkarahisar Milletvekili
TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu Üyesi

Suat Özcan
CHP Muğla Milletvekili
TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu Üyesi

Dr. Sibel Özdemir
CHP İstanbul Milletvekili

Doç Dr. Ahmet Yıldız
Ankara üniversitesi

Bu şura kimin şurası ?

CHP'li vekilden teröristler hakkında skandal sözler! Dağa çıkanların  cenazesi gelmiyor, analar ağıt yakamıyor - Son Dakika HaberlerYıldırım KAYA
CHP ANKARA MİLLETVEKİLİ
TBMM MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU CHP SÖZCÜSÜ

Cumhuriyet, 20 Kasım 2021

 

Milli Eğitim Bakanlığı, Bakan Mahmut Özer’in ağzından yeni bir Milli Eğitim Şurası toplayacağını duyurdu. “Eğitimde Fırsat Eşitliği” genel başlığını taşıyacağı belirtilen Şura, AKP döneminde toplanan 4. Şura olacak. Şuranın eğitimde fırsat eşitliği başlığıyla toplanması ise bir itirafı barındırmaktadır: 20 yıldır eğitimi yöneten iktidarın eğitimde fırsat eşitliğini sağlayamadığının itirafı!

Bu değişiklikler içinde en önemlisi Şura’nın kimlerden ve nasıl oluşacağıyla ilgili madde olmuştur. 1995 tarihli Şura genel yönetmeliği ile 2014 yılında çıkarılan yönetmelik karşılaştırıldığında bu değişim kendini göstermektedir. 1995 tarihli yönetmelikte şuranın katılımcıları madde 6 ‘da “tabiî üyeler, seçimle gelen üyeler, davetli üyeler ve müşahitlerden” oluşurken, 2014 tarihli yönetmelikte Şura üyeleri “tabii ve davetli üyeler” olarak düzenlenmiştir. 1995 tarihli yönetmelikte başta Millî Eğitim Bakanlığı’nın kendisi olmak üzere yönetmelikte adı geçen tüm kurumlar şura üyelerini seçimle belirlemek zorundaydılar. Oysa bugün bu kurumlar ancak davet edilirlerse Şuraya üye gönderebilmekteler. Çünkü 2014 tarihli yönetmelikte tabii üye statüsü sadece TBMM Milli Eğitim Komisyonu üyeleri ve bakanlık üst bürokratlarına uygun görülmüştür. TRT, RTÜK, ÖSYM; DPT, Atatürk Araştırma Merkezi, Tarih ve Dil Kurumları vb kurumların Şuranın doğal üyesi olması sonlandırılmıştır.
Yönetmeliğin davetli üyelerini düzenleyen fıkrası “Bakanlık, bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, üniversiteler ile yurtiçi ve yurtdışından meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, özel sektör, basın ve yayın kuruluşları, öğrenci ve veli temsilcileri ile eğitim alanında Şûra konusuyla ilgili çalışmalarıyla tanınmış uzmanlar arasından Genel Sekreterlikçe belirlenerek Bakan onayına sunulur” diyerek Şurayı, Bakanın keyfine kalmış bir etkinliğe dönüştürmüştür. Geçmişte eğitim sendikalarının başkanlarının davet edilmesi açıkça zorunlu iken 2014 tarihli yönetmeliğe göre ancak davet edilirlerse Şuraya katılabiliyorlar. Ayrıca 2014 tarihli yönetmelik, sadece Şuranın katılımcılarını tırpanlamakla kalmamıştır, şura konularının belirlenmesi ve hazırlıkların yürütülmesindeki katılımcı ve kamuya açık uygulamalarını da sonlandırmıştır.

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in 20. Şura olarak adlandırdığı Şuranın bizim bildiğimiz katılımcı, açık, demokratik özellikleri bulunan eski Şuralarla bir ilgisi yoktur.

  • Bu Şura, AKP’nin çevresindeki cemaat ve tarikatların kendi içinde yapacağı bir toplantıdan ibarettir.

Adına Şura denmesi ise bu toplantıyı ancak sahte, sözde şura yapar. Böyle bir Şuranın ciddiye alınmasının bir anlamı yoktur. Şuraya davetli olarak katılacak birkaç tarafsız, alanının uzmanı bilim insanı veya muhalif isimlerin ise burada alınacak kararların meşrulaştırılmasına yönelik kullanışlı aparatlar olmanın dışında bir rolleri olmayacaktır.

O halde yapılması gereken bellidir: Halkın AKP’den umutlarını kestiği bugünlerde geleceğin iktidarında yapılacak olan Şuralar için (bir ön hazırlık niteliğinde) eğitimle ilgili tüm kesimleri kucaklayan bir toplantı yapmak ve eğitim sorunlarımızı tartışmak, bu tartışmalardan süzülen görüşlerle neleri nasıl yapacağımızı belirleyen kararlar almak olmalıdır.

Bu anlamda biz, Batı Cephesi’nde Yunan saldırısının yeniden başladığı günlerde, 15-21 Temmuz 1921 tarihleri arasında Ankara’da toplanan “Maarif Kongresi”nin açılışını yapan Mustafa Kemal Atatürk’ün izini takip ediyoruz.

Bu düşünceyle Cumhuriyet Halk Partisi olarak 4 Kasım 2021 tarihinde İzmir’den başlayarak, 7 bölgede 81 ilden eğitim bileşenlerinin katıldığı; “İktidar İçin Eğitim Toplantılarını” yaptık. Hem bu toplantıların birikimini hem de eğitimin bileşenlerinin görüşlerini yansıtmak üzere, 27 Kasım 2021 tarihinde Ankara’da Yenimahalle Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde olabildiğince geniş katılımla “İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı” başlığıyla bir toplantı yapmaya karar verdik. Toplantımızın başlığını özellikle “eğitim hakkı” olarak belirledik, çünkü eğitimin hak olarak görülmediği yerde ne eğitimde eşitlikten, ne de fırsat eşitliğinden söz edilebilir.

  • Eğitimde eşitlik, ancak eğitimin temel bir insan hakkı olduğunun kabulüyle başlar.

Bu konuda yolumuz, “Bey çocuğu bey, ırgat çocuğu ırgat olmasın, eşit ve özgür bir dünyada yaşayalım” diye mücadele eden usta yazar ve öğretmen Fakir Baykurt’un yoludur.

Toplantımızın gündem maddeleri ise şöyledir:

1. Eğitim Hakkı Açısından Temel Eğitim
2. Eğitim Hakkı Açısından Mesleki Teknik Eğitim
3. İkinci Yüzyılda Yüksek Öğretim ve İstihdam Politikaları
4. İkinci Yüzyılda Öğretmenlik Mesleği

Belirlediğimiz bu başlıkların eğitim hakkı üzerinden tartışılması eğitimle ilgili tüm sorunlarımızın bir şekilde ele alınması, üzerine düşünülmesi, konuşulması ve birlikte karara bağlanması anlamına geliyor. Ayrıca bu toplantımız Millet İttifakının gerçekleştirdiği toplumsal uzlaşmanın eğitim alanındaki uzlaşı için büyük bir adım olacaktır.

Eğitim sistemimizin durumuyla ilgili olarak çocuklarını okullara gönderen velilerimizin anlattıkları ile uluslararası kuruluşların yayınladığı göstergelerin ortaya koyduğu tablo arasındaki uyum uzun yıllardır değişmeden devam ediyor. Veliler haklı olarak çocuklarının daha nitelikli eğitim almasını, aldığı eğitimin çocuklarının yaşamını kazanmasında etkili olmasını istiyorlar. Onlar, okullardan çocuklarının daha iyi dil, matematik, fizik eğitimi almasını, okulda eleştirel düşünme becerilerini kazanmasını, akranlarıyla dengeli bir sosyalleşme yaşamasını talep ediyorlar.

Buna rağmen (AS: karşın) AKP yönetimi ısrarla ve inatla okulları dar birer ideolojik aygıt haline getirme çabası içindedir. Okullar ve doğal olarak çocuklar/çocuklarımız, seçilen bilgilerin, düşüncelerin, değerlerin taşıyıcısı olsun isteniyor. Oysa çocuklar taşıyıcı nesne değil, kendi yaşamlarının öznesi olmalıdırlar. Biz İkinci yüzyılda, temel insan hakkı olarak eğitimi, özgürlüğü, özgürleşmeyi, eşitliği merkeze alan uygulamalar ile Cumhuriyetimize ve bize yakışır hale getireceğiz.

Biliyoruz ki eğitimle ilgili önemli sorunlarımız var. Giderek bu sorunlarımızın sayısında azalma olmadığı gibi olumsuz etkileri de güçlenmeye devam ediyor. Yakın zamanda yayınlanan OECD’ nin, “Eğitimde Eşitlik: Eğitim Fırsatlarının Güçlendirilmesi” başlıklı “Bir Bakışta Eğitim 2021” raporu, bu tespitlerimizi doğrulayan sayısız veriler içermektedir.

Bu rapora göre;

• “OECD ülkelerinde 25-34 yaş aralığındaki genç yetişkinlerden ortaöğretim mezunu olmayanların ortalama oranı %15 iken Türkiye’de bu oran %41.
• Türkiye’de 25-64 yaş aralığında nüfusun ancak %13,4’ü yükseköğretim mezunudur. OECD ortalaması ise %18,2’dir. Yüksek lisans ve doktora düzeyinde OECD ortalamasının çok gerisinde bulunuyoruz. Özellikle yüksek lisans kategorisinde Türkiye’deki oran %2 iken, OECD ortalaması %13,5’tur.
• OECD ülkeleri arasında 18-24 yaş aralığındaki genç nüfusun yaklaşık yarısı (%47) eğitimden ayrılırken Türkiye’de bu oranın %62’yi bulması düşündürücüdür.
• Türkiye’de ne eğitimde ne de istihdamda olmayan gençlerin oranı ise %32’dir.”

Bu ve benzeri verilerin oluşturduğu tabloya teslim olmamız mümkün değildir. Eğitim alanında yaşanan çöküş ve çürüme hem bireysel hem de toplumsal düzlemde geleceğimizi tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Çocuklarımızı mutsuz ve başarısız kılan bu sistemin karamsar bir tablo oluşturduğu açıktır. Kökten, ciddi ve kapsamlı bir eğitim seferberliğine girişmeden bu manzaranın dönüşmesi mümkün görünmemektedir. Bu manzarayı dönüştürmeden de ülkenin ve gençlerin makûs talihini yenmek olası değildir. Bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında en önemli önceliğimiz tüm yurttaşlara nitelikli eğitimin sağlanmasıdır. Bu amaçla 27 Kasım’da yapacağımız toplantı, var olan tabloyu kabul etmeyen, AKP’nin sahte arayışlarına kapılarını kapatmış, umutlarını gelecek için yeniden tazeleyenlerin toplantısı olma iddiasındadır. Bir anlamda iktidarımızın hemen başında yapacağımız gerçek bir Cumhuriyetçi Şura’nın provası olacaktır. Sizleri de bu coşkulu provaya katılmaya, katkı sunmaya davet ediyoruz.

YENİDEN GELİŞME YOLUNA GİRİLMESİ İÇİN

YENİDEN GELİŞME YOLUNA GİRİLMESİ İÇİN

Prof. Dr. Yakup KEPENEK
Cumhuriyet
, 25.01.2020

Türkiye’nin, siyaseti ve ekonomisiyle bir çıkmaz sokağa sokulduğu çok açıktır.

Ülke, en tepesinden dayatılan tek kişiye indirgenmiş, hukuk tanımayan; hak ve özgürlükleri olabildiğince sınırlayan; düşünce düzlemini iyice daraltan; kurumlarını tümüyle işlemez kılan; üniversiteyi tutsak alan; sendikaları susturan; basın-yayın dünyasının çok büyük bir bölümünü kendi çevresinde fır dönen topaca çeviren ve sonuçta toplumsal yapıyı dar ve kısır çekişmelerin çuvalına dolduran bir özellik kazanmış bulunuyor. Ekonomi, gerçek dışı istatistiklerle oyalanıyor;

  • yayılmacı dış politikanın büyük başarısızlığı daha çok göçmen ve şehit  olarak ülkeye geliyor. 

Çoraklığın boğucu ağırlığı 

Üretimsizliğin boğuculuğu yalnız düşünce ortamında ya da ekonomide değil, sanatın tüm dallarında da yaşanıyor. Bir siyasal partinin yıllardır hapis tutulan bir partinin eş genel başkanının tiyatro oyununa dönüştürülen Devran adlı çalışması, sanatın aydınlığından korkan ülke yönetimini çileden çıkarıyor.

Yıllardır bilimsellikten uzaklaşmakta olan eğitimde, çocuk ve genç beyinler, bugünlerde yaşanan dönem tatilinden de yararlanılarak, okul dışında da tarikat ve cemaat bağnazlığının tutsağı yapılıyor.

  • Tek kişi yönetimi, tüm varlığıyla tarikat ve cemaatlere sığınıyor; kendisinin de, ülkenin de kurtuluşunu onlarda arıyor.

Ülke yönetiminin ikiyüzlülüğünün her gün yeni örnekleri sergileniyor. Tokyo Olimpiyatları’na katılma başarısı gösteren kadın milli voleybol takımına sahip çıkıyor gibi yapıyor; ancak o takımın fidanlığı olacak olan kız çocuklarının başlarını kapatmaları için, hiç çekinmeden her yola başvuruyor. İktidarın görevlisi gibi davranan Diyanet İşleri Başkanlığı bir yandan faiz fetvası veriyor; öte yandan da kendisi bütçeden altı bakanlıktan daha çok pay alırken, rızkı Allah verir diye işsizlere öğüt dağıtmaya yelteniyor. Tüm belediye başkanları toplantısında hesapsız, kitapsız işler yapmayın denilirken, ülke tarihinin gördüğü en hesapsız işlerden birini, Kanal İstanbul’u yaşama geçirmek için her yola başvuruluyor.

Gerçekleşmesi gereken büyük buluşma

  • Toplum bu çıkmazdan kurtulmanın yolunu bulmak zorundadır.

Günümüzde yerel yönetimler böyle bir açılımın uygulama alanı olabilir; daha doğrusu olmalıdır. Bu konuda başvurulabilecek ana kaynak Köy Enstitüleri deneyimidir. Nitekim İstanbul’da İmamoğlu’nun Kent Enstitüsü; İzmir’de Soyer’in Tarım Üniversitesi projeleri bu gerçekten yola çıkıyordu. Bu iki belediye, sözü edilen projeleri uygulamaya çalışıyor. Ancak, çok daha fazlasının hiç zaman yitirilmeden yapılması gerekiyor.

Bu bağlamda, 11 Ocak Cumartesi günü Konak Belediyesi’nin katkılarıyla, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği, Köy Enstitüleri ve Yerel Yönetimler konulu, açılışını Konak Belediye Başkanı Abdül Batur ve Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş’ın yaptığı  bir Çalıştay düzenledi.

Köy Enstitülerinde birlikte çalışma sürecine imece denir. Çalıştayda her birine on dolayında bilim insanı ve uzmanın katılımıyla toplam sekiz imece oluşturuldu. Bir tam gün süren çalışmaların konu başlıkları şunlardı:

1. Eğitim hakkı;
2. Okulöncesinden Yüksek Öğrenime Öğrencilerin kişilik-akademik gelişmelerine destek eğitimi;
3. Yerel yönetimlerde kültür ve sanat eğitimi;
4. Yetişkin eğitimi;
5. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği;
6. Yerel yönetimlerde tarım, ekoloji, gıda güvenliği; doğa ve çevre eğitimi;
7. Kooperatifçilik ve bütün bunların birleşimi olarak
8. Köy Enstitülerinin güncel karşılığının oluşturulması.

Tüm bu konular,

  • Köy Enstitüleri eğitim anlayışının günümüzün koşullarında nasıl yaşama geçirileceği ekseninde ele alındı.

Bu çerçevede, özellikle, yaratıcı yeteneklerin geliştirilmesi; bilimsel bilginin yol göstericiliğinde yaparak ve yaşayarak öğrenme; hak ve özgürlüklerin barış ile bütünleşerek toplumsal aklı kucaklaması; iletişim ve bilişim teknolojilerindeki en son gelişmelerin özümsenmesi ve içselleştirilmesi; bilginin üretimde kullanılması ve üretimin değerlendirilmesi süreçleri üzerine görüş ve öneriler geliştirildi.

Çalıştay çalışmalarının ayrıntıları iletişim@ykked.org.tr adresinde bulunabilir.