Etiket arşivi: Düyun-u Umumiye

Türkiye’nin gündemi: AKP-RTE neden ateşle oynuyor?

Dostlar,

Dün akşam, 5 Temmuz 2023 Çarşamba.. saat 20:00’de Karantina TV‘de idik.
Sayın gazeteci Recai Aksu, bizimle bir söyleşi yaptı.
Konumuz, aşağıdaki görselde olduğu gibi belirlenmişti :

Tweet, what’s up ile duyururken internet erişim (link) bilgilerini de eklemiştik :

Türkiye’nin gündemi: AKP-RTE neden ateşle oynuyor?
Prof. Dr. Ahmet Saltık‘ın konuk olacağı
Recai Aksu ile Önce İnsan,
5 Temmuz Çarşamba 20:00’de Özgür Haber Kaynağı Karantina TVde
youtube.com/c/karantina_
tv
facebook.com/karantinatv1
twitter.com/karantinatv
instagram.com/karantina_tv

Bu Kanal tümü ile Sayın Aksu’nun giderlerini karşıladığı yurtsever bir ortam. Dolayısıyla uydu yayını, kablolu TV değil.
Kimi dostlarımız “bizde Karantina TV çıkmıyor” diye yazdılar. Üzüldük. Aralarında kıdemli bir mühendis de vardı üstelik.
İnternetten erişebilirsiniz” diye yazdık.
Koşullar böyle.. ayak uydurmaya çabalamalıyız.
Ülke 4 bir yandan kuşatılmış, nefes almak çok güç.
AKP=RTE ablukasını halka anlatmalıyız, yaşananları / yaşadıklarını kavramasını, anlamlandırabilmesini sağlamalıyız..

Aydın sorumluluğu çok ağır, hele bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ATEŞTEN GÖMLEK..

Mutsuzluk Ahlaksızlıktır - Yaşamüstü Söyleşiler - Ahmet İnam - 9789755337319 - Kitap | imge.com.tr

Karanlıkları aydınlığa ulusal bir seferberlikle çıkaracağız.. yılgınlık ve umutsuzlukla değil.

ODTÜ’de felsefe hocası Prof. Ahmet İnam‘ın görkemli kitabını hiç usumuzdan çıkarmayalım :

  • UMUTSUZLUK AHLAKSIZLIKTIR

Sn. Aksu ile program toplam 67,5 dk. sürdü.

– Özellikle Hukuk Devleti’nin ülkemizde yok edilmesi,
– TELE1 Gn. Yay. Yön. Sn. Merdan YANARDAĞ‘ın zerrece hukuksal olmayan tutuklanması ve itirazın “kaçma – saklanma” sözde gerekçesi ile reddedilmesi,
– seçim yolsuzlukları,
Anayasanın sürekli çiğnenerek eylemli (fiilen) gerici karşıdevrim / darbe yapıldığını, yapılmakta olduğunu,
– 3. kez CB adaylığının Anayasa karşısında RTE açısından olanaksızlığını, seçimlerin meşruluğunun tartışılabileceğini hatta meşru olmadığını,
AKP =RTE iktidarının giderek koyulaşan despotik – dinci baskı rejimine yöneldiğini, bunun sürdürülemeyeceğini

ve HALKIN MEŞRU DİRENME HAKKI doğacağını…

ekonomideki korkunç tükenmişliği, örtük moratoryumu (uluslararası iflas),

– 2. Abdülhamit’in 1881 Düyun-u Umumiyesi,

– Temmuz 1958 DP/Menderes iflasını ve
– 3. AKP=RTE iflasını, RTE’nin tutsak alındığını, BOP Eşbaşkanlığını = Türkiye’yi bölüp parçalama sürdürdüğünü……. konuştuk.

Kimi görseller paylaştık..  CHP’yi ve Dönüşümü de..

İzlenmesini, paylaşılmasını ve gereklerinin yapılmasını dileriz.

AKP içindekiler başta olmak üzere tüm yurtseverleri, ülkemizi yıkıma / felakete sürükleyen bu tabloyu hızla durdurmak için ulusal bir seferberliğe çağırıyoruz.

TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?? 

Bu çağrı bizim ve herkese!

Sevgi ve saygı ile. 06 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Ege’de Osmanlı egemenliğinin sonu “Ege Adalarını Lozan’da kaybettik” safsatalarına yanıtlar…

Prof. Dr. Şaduman Halıcı HaberleriEge’de Osmanlı egemenliğinin sonu : “Ege Adalarını Lozan’da kaybettik” safsatalarına yanıtlar…

07 Ağustos 2022, Cumhuriyet (Pazar eki)

Lozan Barış Antlaşması on yıllardır pek çok saldırıya uğramakta. Geçen hafta belgeleri temel alan kalemler bu saldırılara gereken yanıtları verdi. Ne var ki “Ege Adalarını Lozan’da kaybettik” safsatası hâlâ dillendirilince konuyu yeniden ele almak kaçınılmaz oldu.

214 bin kilometre kareyi bulan Ege Denizi’nde farklı büyüklüklerde yaklaşık 1800 ada, adacık var. Girit dışında Ege’deki adalar beş grupta toplanır. Trakya/Boğazönü adaları olarak tanımlananlar arasında en bilindikleri, Taşoz, Semadirek, Limni, Gökçeada, Bozcada, ve Tavşan Adaları’dır. İkincisi Midilli, Sakız, Sisam, Ahikerya’yı da içeren Saruhan Adaları’dır. Menteşe Adaları ise çoğunlukla On İki Ada olarak anılır ama toplam 24 ada ile pek çok adacık ve kayalıktan oluşur. Dördüncüsü Şeytan/Kuzey Sporad Adaları, beşincisi Kiklad Adaları’dır.

Osmanlı Devleti’nin 1456’da Taşoz, Semadirek, Limni, Gökçeada ve Bozcaada’yı almasıyla başlayan Ege’deki egemenlik süreci 1669’da Girit’in, 1718’de İstendil Adası’nın ele geçirilmesiyle tamamlanmıştır. Yunanistan’ın bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkması Osmanlı’nın Ege Denizi’ndeki egemenliğinin sonunu olur. Nasıl mı?

Rus işgaline uğrayan Osmanlı Devleti 14 Eylül 1829 Edirne Antlaşması’yla Yunanistan’ın bağımsızlığını onaylar. 1832 İstanbul Antlaşması ile Eğriboz dahil Kiklad adalar grubunu Yunanistan’ı bırakır.

29 Eylül 1911’de İtalyanlar Trablusgarb için Osmanlı’ya savaş ilan edince Ege’de egemenlik yarışına onlar da katılır. Mart-Mayıs 1912 arası On İki Ada ile Rodos ve on beş küçük adayı işgal eder.

  • 18 Ekim 1912’de Türklerin Uşi, Batılıların Lozan olarak andıkları barış antlaşması imzalanır.

Andlaşmaya göre Osmanlı Devleti Trablusgarp ve Bingazi’yi İtalyanlara terk ettiğinde İtalyanlar da işgalleri altındaki adalardan çekilecektir. Osmanlı Trablusgarp ve Bingazi’den çekilir. Ama İtalyanlar Yunanların adaları işgal edebileceğini söyleyerek çekilmez. Çünkü Balkan Savaşı başlamıştır. Osmanlı önce Balkan sorununu halledip sonra adaları alma politikasını benimser. Ancak işler umduğu gibi gitmez: Bulgarlar Çatalca’ya kadar gelir. İstanbul ilk kez top sesleri ile sarsılır. II. Abdülhamid donanmayı Haliç’te çürümeye terkederken, güçlü bir donanma kuran Yunanistan Ege’de egemenlik alanını genişletmeyi sürdürür.

21 Ekim 1912’de Limni savaşsız teslim olur. 31 Ekim’de Gökçeada, Taşoz ve Bozbaba, 1 Kasım’ da Semadirek, 4 Kasım’da İpsara, 7 Kasım’da Bozcada , 17 Kasım’da Ahikerya, 3 Aralık’ta Sakız, 20 Aralık’ta Midilli Yunan egemenliğine girer.

1912 yılı sonunda Menteşe Adaları, Trakya/ Boğazönü Adalarıyla Saruhan Adaları’nın önemli bölümünde Osmanlı’nın fiili egemenliği son bulur.

3 Aralık 1912’de Osmanlı ile Balkan Devletleri arasında imzalanan Çatalca Mütarekesi Balkanlardaki ilk kapışmayı durdurur. Ardından İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan, Rusya ve İtalya savaşan güçler arasında güya hakemlik yapmak üzere Londra ya da Büyükelçiler Konferansı olarak anılan toplantıları gerçekleştirir. Osmanlı Devleti altı büyük devletin arabulucuğunu kabul eder. Ancak Yunan donanması konferans sürecinde de etkin olur. Yunanlar 13/14 Mart 1913 gecesi Meis’e, 15 Mart’ta ise Sisam’a yerleşir.

Osmanlı Devleti, Balkan devletleriyle arasındaki savaşa son veren 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması’yla Midye-Enez hattını sınır olarak kabul eder. Girit’teki haklarından Yunanistan lehine vazgeçer. Altı devletin Ege Adaları’nın geleceğini belirlemesine onay verir.

Altı devlet, Ege Adaları hakkındaki kararlarını 14 Şubat 1914 günü Osmanlı Devleti’ne bildirmiş; Gökçeada, Bozcaada ve Meis dışında 13 Şubat 1914’e kadar Yunan işgali altında olan adaları Yunanistan’a vermiş, adaların askeri amaçlarla kullanılamayacağını belirtmiştir.

Osmanlı üzüntülerini bildirmekle ve geri almak için çaba göstereceğini söylemekle yetinir. Ama fiili ya da hukuki girişimde bulunmaz. Bu nedenle I. Dünya Savaşı boyunca adalar Yunanistan’ın egemenliğindedir.

İtalya 6 Nisan 1915 günü İtilaf bloku ile yaptığı anlaşmayla I. Dünya Savaşı’na onların yanında katılır. Aldığı ödün de yalnız Antalya ve yöresi değildir. On İki Ada üzerindeki egemenliği de tanınır. 22 Ağustos 1915 günü de bu adaları ilhak ettiğini açıklar. Yani 1912’de boşaltma sözü verdiği adalardaki egemenliğini perçinler. Osmanlı Devleti 1914 itibarıyla Ege Adalarını fiilen kaybetmiştir.

Eğer tarihle yüzleşilecekse II. Abdülhamid’in neden donanmayı çürüttüğü, Osmanlı Devleti’nin neden adalarda yaşayan Müslüman nüfusu korumadığı sorgulanmalıdır. Deniz üstünlüğünü kaybeden, kapitülasyon kemendine boynunu uzatıp devletin maliyesini emperyalistlere teslim edenlerin (AS: 1881, Düyun-u Umumiye!) atabileceği tek adım tıpkı Osmanlı Devleti’nin yaptığı gibi protestoyla yetinmektir.

Osmanlı son teslimiyetini de Sevr Antlaşması’nı imzalayarak yapar. Sevr’i yok sayan, imzalayanları hain ilan edense Mustafa Kemal Paşa öncülüğündeki TBMM’dir. İsmet Paşa ise Lozan’a gittiğinde fiilen zaten kaybedilmiş olan adalar için can hıraş mücadelesini sürdürecektir… Bir sonraki yazıda bu mücadelenin öyküsünde buluşmak dileğiyle…

İFLASIN EŞİĞİNDEKİ TÜRKİYE

Ali Ercan

Prof. Dr., Çekirdek Fiziği (Nükleer Fizik)

İFLASIN EŞİĞİNDEKİ TÜRKİYE

Evet, hiiç kıvırtmadan acı, çıplak gerçeği bir kez daha söyleyelim, değerli arkadaşlar, Sevr’i dayatanlara yenildik !

Gerçi kurtarılan vatan toprakları haritası değişmedi, ama üzerindeki ulusal kaynaklarımız, fabrikalarımız, bankalarımız, tarım, hayvancılık, madenler, sular, ormanlar…. ne varsa tümüyle elden çıktı, yabancılaştı; Ülkenin içi boşaltıldı.

Ülkemizden yüz milyarlarca Dolara varan sermaye oligarklar elinde dışarıya kaçırıldı; Merkez Bankası tamtakır-kuru bakır görünümünde….

Arap bahşişiyle günü kotarmaya çalışıyor mevcut “Tek Adam Rejimi“…

Abd-ul-hamid Han(!) zamanındaki “Düyun-u umumiye” koşullarından pek de farklı değil son durum.

Mustafa Kemal zamanında 1,26 Lira olan 1 Amerikan Doları şimdi ~15 milyon Lira oldu… Doların 84 yılda ~20’de bir değerine düştüğünü hesaba katarsak,

“2022’deki 1 Lira, 1938’deki 1 Liranın 250 milyonda biri değerindedir” diyebiliriz…

Kabaca hesapla görüyoruz ki, Türk parası yılda ortalama %20 değer yitirmiştir; bir başka anlatımla,

  • Türkiye özellikle son 50 yıl boyunca, emeğinin, kazancının 1/5’ini Küresel finans sistemine kaptıran “yarı sömürge bir ülke” olarak yaşamış, iflasın eşiğine gelmiştir
  • Kısacası, Türkiye’yi “bu kez içeriden” kuşatan emperyalizmin soygun planı başarılı olmuştur.

***

Son 20 yıl, Türkiye soygununun en yoğun olduğu dönemdir. 2003-2013 arası 10 yıl boyunca (özelleştirmek rüzgarında) enflasyonun frenlendiği, paranın değerinin pek düşmediği hovardalık dönemi olmuştu; 2013’te GMH rekor düzeye çıkmış, 950 milyar Dolar olmuş ve kişi başın ortalama ulusal gelir 12 bin Doları geçmişti. Ancak satılacak bir şey kalmayınca, hızlı çöküş başladı ve 2020’de GSMH 650 milyar Dolara dek geriledi….

  • Yırtık yama tutmuyor, her geçen gün dış borç büyüyor, enflasyon yükseliyor, paranın değeri düşüyor…

IMF’nin 2022 kestirimine göre, Türkiye 692 milyar $ GSMH ile Ülkeler sıralamasında artık ilk 20′ de değil, 23. durumdadır. Kişi başına gelir, Dünya ortalaması 8800 Doların altında, ~8 bin Dolarla 106. sıradadır. (bkz. GDP 2022 tablo)

Oysa görevdeki İktidarın başı, yıllarca “Türkiye 2023’te Dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi içinde olacaktır” diyerek, umut satarak, Oy toplamıştı.

Öte dünya hayal aleminin tatlı uykusunda, “Allah beni zorlukla, yoksullukla sınava alıyor” diye avunan milyonlarca seçmeni var hala…

Derin kaygılarımla.æ 

Fotoğraf açıklaması yok.

GERÇEK “SİYAH TÜRKLER” SOLCULARDIR!..

Prof. Dr. Süleyman Çelik
scelik44@gmail.com

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’yi bölmek isteyen güçler ve bunların içimizdeki ajanları, ABD’de Siyahları ikinci sınıf yurttaş olarak gören, hatta insan olarak görmeyen ırkçı yaklaşıma benzetme yaparak, Türkiye’de de yurttaşlar arasında ayrımcılık yapıldığını öne sürerler. Buradan hareketle, “Beyaz Türk- Siyah Türk” deyimini icat etmişlerdir.

Bunlara göre dinciler Siyah Türk’tür. Oysa Kubilay’ın katilleri ve Şeyh Sait gibi, Cumhuriyeti yıkmak/ ülkemizi parçalamak isteyen hainlerin dışında hiç kimse, inançları nedeniyle zulüm görmek bir yana sorgulanmamıştır bile. Gerçek dindarlara ise hiçbir zaman dokunulmamıştır…

Çok partili sisteme geçtikten sonra, din istismarının oy getirdiği anlaşılınca dinciler/ tarikatçılar el üstünde tutulur olmuşlardır. Hemen hemen her seçimde çoğu tarikat ve cemaatlerin temsilcileri milletvekili olmuş ve hatta hükümetlerde yer almışlardır. Dinciler devlette iş bulmakta hiç zorlanmamışlar, hatta öncelikli olmuşlar, bürokraside de önemli görevlere yükselmişlerdir…

  • Gerçekte Türkiye’de ezilenler her zaman solcular olmuştur…

Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika’nın güdümüne girince, McCarthycilik ülkemizde de başlamıştır. Solcular işe alınmamışlar ya da solcu oldukları anlaşılınca işten atılmışlar; yedek subay olmaları gerektiği halde askerliklerini er olarak yapmışlar, biraz öne çıkanlar hapishanelerde çürütülmüşler; “Günah keçisi” yapılmışlar, her olayın altında solcu parmağı aranmış, hatta devlet kendi işlediği suçları bile solcuların üzerine atmıştır.

Örneğin, dış politikada başarısız olmaları nedeniyle, daha doğrusu emperyalistlerin güdümünden çıkamadıkları için Kıbrıs Türklerinin haklarını koruyamayan Menderes Hükümeti, milletin gözünü boyamak amacıyla MİT’e provokasyon yaptırarak 6-7 Eylül (AS:1955) olaylarını düzenlemiş; ancak beceriksizlikleri nedeniyle olayların kontrolünü kaybetmişler (denetimini yitirmişler) ve sonunda Türkiye için yüz kızartıcı bir tablo ortaya çıkmıştır. Utanmadan suçu solcuların üzerine atmışlar ve ülkemizin yüz akı aydınlarını tutuklatmışlardır…

Ülkesini ve halkını sevmekten başka suçu olmadığı halde solcu oldukları için ezilen, haksızlığa uğrayan aydınları sayacak olsak sayfalara sığmayacağından birkaç örnek vermekle yetinelim:

  • Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, İsmail Hakkı Tonguç, Mehmet Ali Aybar, Niyazi Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Demir Özlü,  Alpaslan Işıklı…

En acı sonu yaşayan Sabahattin Ali’dir. Yıllarca süren sürgün ve tutukluluklar canın tak ettiğinden yurt dışına kaçmak isterken genç yaşta öldürülmüştür. Ancak, istihbarat örgütleri tarafından yurt dışına kaçırma tuzağı kurularak, ölüme götürüldüğü yönünde savlar da vardır.

Sabahattin Ali’nin, yazarı olduğu Marko Paşa dergisindeki aşağıdaki yazısını okuyunca neden öldürüldüğü anlaşılmaktadır.

Atatürk’ten sonra, ülkeyi yönetenler ne yazık ki onun (AS: O’nun) yerini dolduramamışlardır. Atatürk’ün en çok üzerinde durduğu “tam bağımsızlık” unutulmuş, Amerika’nın güdümüne girilerek siyasal ve askeri bağımsızlık kaybedildiği gibi, Lozan’da en büyük mücadele ile elde edilen ekonomik bağımsızlık da bir kenara atılarak Osmanlı’yı batıran kapitülasyonlara kapı açılmıştır.

O yıllarda en büyük tasa, Türkiye’ye yabancı sermayenin girmesiydi. Herkes yabancı sermayeyi kurtarıcı olarak görüyor, gazetelerde “yabancı sermayenin ülkeye nasıl gireceği?” tartışılıyordu.

Bunun üzerine Sabahattin Ali, bu soruya yanıt vermek üzere, Marko Paşa’da “Biz anlatalım” başlıklı bu yazıyı yazdı: “Evvela Hello Johnny, My Darling, Yes, Okey diye girer. Arkadan Amerikan zırhlıları girer, bahriyelileri girer. Daha arkadan danışma kurulu, denetleme kurulu girer. Ondan sonra, gerekirse borç verileceğine dair haberler girer. Bu arada bazı yazarlar deliğe girer, bazı yazarlar Türkiye’yi Amerika’nın sınırı olarak gösterirler. Ve sonunda ucu dünyanın merkezinde bulunan asıl kazık girer ki her kıvranışta biraz daha girer.’’

Amerika, Amerika, / Türkler dünya durdukça, / Beraberdir seninle..”  gibi aşk (!) şarkılarını millet dilinden düşürmezken, böyle bir yazı yazıp bozgunculuk yaparak emperyalizmin tekerine çomak sokmaya çalışanlar bağışlanamazdı. İşte, Sabahattin Ali için hüküm o zaman verilmiş olmalı!..

Menderes, Amerikan şirketlerine hazırlattığı “Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası”nı Meclis’ten geçirerek Amerikanofilleri tasadan kurtardı. Daha sonra bunlar da yetersiz görüldü; yeni düzenlemeler yapılarak daha daha girmesi sağlandı. Yetmedi, kamu ya da özel, her şeyimizi yabancılara sattık. Böylece Sabahattin Ali’nin dedikleri gerçekleşti…

Şirketlerini yabancılara satanlar aldıkları parayı yurt dışına götürdüler. Bu kez ülkede yerli sermaye kalmadı…

Yerli olarak, sadece (yalnızca) politikacıların ortak olduğu müteahhitlik şirketleri kaldı. Onlar, “biz de yabancıların sahip olduğu hakları isteriz” dedi. İstekleri haklı bulundu: ihaleler ve ödemeler Dolarla yapılmaya başladı. “Türk yargısına güvenmiyoruz” dediler. O halde, “buyurun sömürü hukukunu en iyi bilen İngilizlerin ünlü ‘Londra Tahkim Mahkemeleri’ne gidin. Oradan çıkaracağınız kararla hakkınızı söke söke alırsınız” dendi.

Böylece kapitülasyon bakımından Osmanlı’yı geçtik. Borç desen, aynen Osmanlı gibi. Bu durumda “Düyun-u Umumiye” yakın mıdır, dersiniz?..
===================================
Dostlar,

Prof. Çelik Tıbbi Farmakoloji uzmanıdır. Samsun 19 Mayıs Üniversitesinden emekli ve Samsun ADD Şubesinin önceki başkanlarındandır.

Zaman zaman, çok uyarıcı – silkeleyici yazılarını burada paylaşırız.
**
Bu son yazının son tümcesinin bitimine bakalım :

  • “… “Düyun-u Umumiye” yakın mıdır, dersiniz?..”

Bize göre Türkiye, AKP eliyle 20 yılda istendik (iradi) biçimde iflasa sürüklenmiştir.
Ülkemiz çok yönlü olarak talan ve yağma edilmiştir, edilmektedir.
Yoksulluk, bu kökü dışarıda güdümlü politikaların bir sonucudur, türevidir; gerçekte YoksullaşTIRmadır! Ulusal servet yandaşlara aktarılarak planlı biçimde el değiştirmiştir.
1881’de İstanbul’da kurulan “… “Düyun-u Umumiye” yi beklemek yersizdir; Türkiye, ilan edilmeyen – örtük bir iflasın (Moratoryumun) derinliklerinde “tam sömürge” yapılmıştır.
Bu acı ve ürkütücü gerçekliği ustan çıkarmadan, yeni bir Kurutuluş Savaşı zorunlu olmuştur.

Sevgi ve saygı ile. 05 Ekim 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

CHP Lideri: YPG devlet kuruyor Erdoğan’ın sesi çıkmıyor

28 Eylül 2020, http://www.krttv.com.tr/gundem/chp-lideri-ypg-devlet-kuruyor-erdogan-in-sesi-cikmiyor-h48151.html

CHP Lideri: YPG devlet kuruyor Erdoğan'ın sesi çıkmıyor
  
Sözcü’den Saygı Öztürk’ün haberine göre, “Sıradan vatandaşın gündeminde ekonomik sıkıntılar var” diyen Kılıçdaroğlu, izlenimlerini şöyle aktardı:
‘MİLLET İLLALLAH DEDİ’
“Bir şoför kardeşimiz, oğlunun üniversite bitirmesine rağmen bir yıl iş bulamadığını anlattı. Askere gitmiş. Askerlik dönüşü iş aramaya devam edecek. Bugün, ülkemizde işsizlerin sayısı 11 milyona tırmandı. Evlerde tencere kaynamıyor. İktidar ise vatandaşın dikkatini başka bir alana çekmek istiyor. Erdoğan, Gaziantep’te 300 fabrika açtı. 45 bin yeni istihdam yaratıldığını söyledi. Ama Gaziantep’te, ‘Benim çocuğum da işsiz. Bu 45 bin kişi nerede istihdam edildi?’ diye soruyorlar.
Bizi, Gaziantep’ten sanayiciler de işsizler de aradı, böyle bir şey olmadığını bildirdi. İktidar, ‘Eriyen oylarımızı nasıl tutarız’ diye çıkış arıyor. Ne yaparlarsa yapsınlar artık bunlar gittiler. Millet illallah noktasına geldi.”
İktidarın dış politikasını eleştiren Kılıçdaroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bakın, kuzey Suriye‘de YPG ayrı bir devlet kuruyor. ABD ve Rusya yanlarında. Peki, Erdoğan’ın buna hiç sesi çıkıyor mu? Suriye’nin parçalanmasını emreden (ABD Başkanı) Trump, emri yerine getiren de Erdoğan’dır. Erdoğan ses çıkarıyor mu? Çıkarmıyor.
  • Çünkü Erdoğan, mal varlığı nedeniyle eli kolu bağlanmış vaziyette.
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ne demişti: ‘Türkiye, Suriye’de terör örgütlerine operasyon yapmayacak.’ Erdoğan çıkıp ‘Doğruyu söylemiyor’ dedi mi? Diyemedi, söyleyemedi.
  • Çünkü Erdoğan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) eş başkanıdır.”
KOBANİ SORUŞTURMASI
Kılıçdaroğlu, Kobani soruşturmasını ise şöyle yorumladı:
“Akılları 6 yıldır neredeydi? Eğer bir soruşturma açılacaksa, dosyayı 6 yıl bekletenlere açılmalı. Ama amaç farklı. Vatandaşın dikkatini kime çekecek? Kobani’ye.” Bu operasyonun, CHP-İYİ Parti ittifakını dağıtmaya yönelik olduğuna ilişkin yorumlar yapıldığını hatırlattığımızda da Kılıçdaroğlu, “Doğrudur. Millet İttifakı’nı dağıtmaya çalışıyorlar” demekle yetindi.
‘ALACAKLILAR KAPIMIZA DAYANDI’
ABD büyükelçisinin, Türkiye’nin ABD’li ilaç şirketlerine 2,3 milyar Dolar borcu olduğunu söylemesi büyük tartışma yaratmıştı. Kılıçdaroğlu, bu açıklamayı “Alacaklılar kapıya dayandı” diye yorumladı ve şunları söyledi:
“İlk kez yabancı bir ülke temsilcisi sanki kendi memuruymuş gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kapısını çaldı. ‘Benim ülkemin ilaç fabrikalarının ürettiği ilaçlardan aldınız, 2 milyar 300 milyon Dolar borcunuzu ödeyin. Yoksa size ilaç vermeyiz‘ diyor. Düyun-u Umumiye‘den bu yana ülkemizin böyle bir pozisyona düştüğünü kimse görmemişti. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, yabancı ilaç şirketlerinden aldığı 2 milyar 300 milyon dolarlık ilacın borcunu ödeyecek takati, gücü kalmadı. Bir ülkenin büyükelçisi, kapımızı çalıp ‘Paramı vermezsen ilaç vermem’ diyorsa bunu sindiremeyiz. Bunu sindirecek olanlar devlet yönetemezler. T.C.’ni bu duruma düşüren başka bir iktidar oldu mu?”

Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın bu açıklamalara tepki vermemesini de eleştirdi.

YAVAŞ: 300 BİN İŞ BAŞVURUSU ALDIK

Kılıçdaroğlu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile Karum Taksi Durağı’nı ziyaret etti. Esnafın derdini dinledi. Yavaş, CHP liderine çalışmaları hakkında bilgi verdi. Yavaş 300 bin kişinin kendilerine iş başvurusu olduğunu anlattı.

Unutturulan Devrim: İkinci Meşrutiyet…

Unutturulan Devrim:
İkinci Meşrutiyet…

Lütfü Kırayoğlu

Otuz yıl süren II. Abdülhamit diktatörlüğüne son veren İkinci Meşrutiyet devriminin 112. yılına ulaştık. Cumhuriyetin kapısını aralayan bu büyük devrimi kutlamak şöyle dursun, artık adı bile anılmıyor. Basında sansürün kaldırılmasının yıldönümü olarak her yıl Basın Bayramı kutluyoruz. Ancak basında sansürü kaldıranın II: Meşrutiyet olduğunu ve devrimin ertesi günü sansürü kaldırdığını anımsamak istemiyoruz.

Emperyalizmin egemenlik kurmaya başladığı 19. Yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devletini baskı altına alan dayatmalar, ülkede buna karşı güçlü bir Jöntürk hareketi geliştirdi. Bu güçlü akım 1876 yılında anayasa ilanına razı olan II. Abdülhamit’in tahta çıkmasını destekledi. Ancak eskilerin “93 Harbi” dedikleri 1877-78 Osmanlı Rus savaşı gerekçe gösterilerek Meclis-i Mebusan dağıtıldı ve Anayasa (Kanun-u Esasi) rafa kaldırıldı. II. Abdülhamit 30 yıl boyunca ülkeyi tam bir baskı altında, hafiye rejimi ile yönetti. Büyük toprak kayıplarının yanında ekonomik krizlerle Düyun-u Umumiye ve Tütün Rejisinin kurulması (AS: Tütün kapitülasyonu verilmesi) ülkedeki hoşnutsuzluğu doruk noktasına ulaştırınca, 3 Temmuz 1908 günü Yüzbaşı Resneli Niyazi bey, 200 askeri ve bunlara katılan 200 silahlı sivil ile birlikte Makedonya dağlarına çıkarak özgürlük bayrağını açtı.. Bu isyanı Eyüp Sabri Beyin taburu ve Enver Beyin taburunun dağa çıkması izledi. İsyancılar özgürlük istemlerini İstanbul’a ilettiler. İstanbul’dan isyanı bastırmaya gelen birliklerin de isyancılara katılması üzerine 23 Temmuz 1908 günü Manastır’da 21 pare top atışıyla Meşrutiyet ilan edildi.

İkinci Meşrutiyet (AS: Mutlak olmaktan çıkarılıp koşullara bağlanan – sınırlanan monarşi) Büyük Fransız Devriminden de esinlenerek EŞİTLİK – ÖZGÜRLÜK – KARDEŞLİK sloganlarına ek olarak ADALET istemlerini de dile getirdi. II. Meşrutiyet dönemi çok partili demokratik yaşama ilk kez giren Osmanlı ülkesinde pek çok olayın da ilk kez yaşanmasına neden oldu. II. Meşrutiyete karşı ayaklanan gericilerin çıkardığı 31 Mart (13 Nisan) 1909 kanlı ayaklanması, Selanik’ten gelen Hareket Ordusu tarafından şiddetle bastırıldı. İttihat Terakki partisine karşı, günümüz sağ partilerinin atası sayılan Ahrar Partisi kuruldu. Yine bu dönemde Osmanlı Devletini parçalayacak olan 1. Dünya Paylaşım Savaşı başladı.

II. Meşrutiyet, Abdülhamit döneminin kısıtlı meclisi yerine, Sultanın meclis üzerindeki egemenliğini sınırlayan, bakanların Sultan yerine meclise karşı sorumlu olduğu ileri bir düzen getirdi. (Ülkemizde 2 yıl önce 9 Temmuz 2018’de, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen dünyada örneği olmayan “rejim” ile bu sistem sona ermiş, 2. Meşrutiyet döneminin de gerisine dönülmüştür!)

Bu ve benzeri yenilikler nedeniyle 2. Meşrutiyet, egemenler tarafından asla benimsenmedi ve her dönemde unutturulmak istendi. Bu dönemin devrimcileri, -belki de bu günleri görerek- II. Meşrutiyet kahramanlarını unutturmayacak bir anıtın Hürriyet-i Ebediye Tepesinde dikilmesini sağladılar.

Hürriyet-i Ebediye anıtı, demokrasi tarihimizin ilk büyük gerici ayaklanması olan 31 Mart (13 Nisan 1909) ayaklanması sırasında katledilen şehitlerimiz anısına dikilmiştir. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Meclis, 1876 Anayasasının 35. maddesinin kaldırılması çabalarına girişti. Bu madde ile Padişah Meclisi fesih yetkisine sahipti. Derviş Vahdeti önderliğindeki gericiler 13 Nisan 1909 günü ayaklanarak Ayasofya’daki Meclis-i Mebusan önüne gelerek “şeriat isteriz” diye bağırmaya başladılar. Bu sırada Adliye Nazırı Nazım Paşa ile Lazkiye Mebusu Emir Aslan Bey linç edilerek öldürüldü. Daha sonra alaylı subaylara saldırılar başladı.

Bu olaylar üzerine Selanik’teki 3. Ordu, Hareket Ordusu adı altında İstanbul’a doğru yola çıktı. Hareket Ordusu içinde daha sonra Kurtuluş Savaşının önderleri olacak Mustafa Kemal ve genç subaylarla birlikte çok sayıda sivil de vardı. 24 Nisan günü İstanbul’da büyük çatışmalar yaşandı. Üçü subay olmak üzere 71 asker şehit oldu. Bu şehitlerimizin cenazeleri 26 Nisan günü büyük bir törenle toprağa verildi. Daha sonra bu şehitlerin anısı için bir yarışma yapılarak anıt dikilmesi kararı alındı. 1908 Devriminin 3. yılı olan 23 Temmuz 1911’de büyük bir törenle anıt açıldı. Anıtta şehitlerin adları kazılı idi. Zaman içinde bu şehitliğe başka demokrasi şehitleri de defnedildi. Genç subaylar her gerici olaydan sonra tepkilerini bu şehitlikte dile getirdiler.

Bu şehitlikte yatan öbür demokrasi kurbanları şunlardı: 31 Mart ayaklanmasını bastıran Hareket Ordusu’nun komutanı ve 11 Haziran 1913 günü katledilen Sadrazam Mahmut Şevket Paşa ile koruması Kazım ağa ve yaveri İbrahim. 15 Mart 1921’de Berlin’de Ermeni komitacı tarafından şehit edilen Sadrazam Talat Paşa. 4 Ağustos 1922 günü Asya steplerinde ölen eski Harbiye Nazırı Enver Paşa . 1908 devrimi sırasında dağa çıkan ve Cumhuriyetin ilanından sonra Çanakkale Milletvekilliği yapan Mülazım Atıf Kamçıl. Yine II. Meşrutiyet öncesi dağa çıkıp daha sonra Eskişehir Milletvekili olan Eyüp Sabri Akgöl. İttihat Terakki’nin kuruluşuna önderlik eden ve üç dönem Osmanlı Mebusan Meclisinde bulunduktan sonra 1935-1950 arasında Burdur ve Sivas Milletvekili Mithat Şükrü Bleda…

II. Meşrutiyet, bütün tartışmalara rağmen demokrasi tarihimizde büyük atılımlar yapmış önemli bir devrimdir. Bu nedenle bütün unutturma çabalarına karşı devrimcilerin görevi bu büyük devrime sahip çıkmaktır.

 

KANAL İSTANBUL TARTIŞMASI

KANAL İSTANBUL TARTIŞMASI

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Dr. Ahmet Saltık MD, MSc, BSc
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci

Ülkenin gündemi sosyal, siyasal ve ekonomik konularda son derece yüklü. Yığınla sorun var. En başta ekonomi, işsizlik geliyor. Yatırımlar durmuş. Elde ne varsa satılmış, üretim tesislerinin kapısına paslı kilitler vurulmuş. Tekstil işletmeleri çökmüş, köylü eskisi kadar bile pamuk üretemiyor. Tütün fabrikaları kapanmış, köylünün belli başlı gelir kaynaklarından tütün ekimi  de durmuş. Şeker fabrikaları satılmış, makineler durmuş, köylü şeker pancarı üretemiyor.

Türkiye 130’u aşkın ülkeden 130’u aşkın tarım ürünü dışalımı yapıyor (ithal ediyor.).
Rusya’dan 5 milyon tona yakın buğday bile ithal ediyor ki iç üretimin 1/4’ü..
83 milyonu aşan yerleşik nüfusun karnını doyuracak buğdayı bile üretmekten aciz!

Zerrece utanıp sıkılmadan Sudan gibi çooooook geri kalmış, insan ve hayvanlar arasında bulaşıcı hastalıkların kol gezdiği bir Müslüman ülkeden at, eşek, katır eti” almaya kalkıyor! Basında çıka haberlere ilgili Bakanlıktan net bir yalanlama çıkmıyor..

  • Bu bir fiyaskodur, skandaldır, yüz karasıdır!
  • Azıcık uygarlaşmış hiçbir ülkede, hiçbir iktidar halkını böylesine aşağılayamaz.

Kısacası tarım ve üretici köylü başta, hemen tüm ekonomik sektörler, ülke  tarihinin en ağır ekonomik bunalımını yaşıyor. İşsizlik tavan yapmış. Üniversite mezunları asgari ücretten bile iş bulamaz olmuş. Milyonlarca insan işsiz, umutsuz..

Beş milyonu aşkın insan SGK’ye zorunlu GSS primini = ek vergiyi ödeyemediği için sağlık hizmeti alamama yıkımı ile yüz yüze..

  • Üniversite öğrencisini aç bırakmış bir iktidar.
  • Bir öğün yemeğe muhtaç öğrencilerimiz, yaşamın baharında artık kendisini denize atıyor.
  • Ailelerin çocuklarıyla toplu intiharları yaşanıyor.

    İktidar hepsine kendince bir kulp uyduruyor..
    Ülkemizin artık katlanılmaz, yürek dayanmaz dertlerine kör, sağır ve dilsiz..
    Vicdansız mı vicdansız..
    Siyaset bilimi tarihinde benzersiz bir siyasal kadro, bir cehennem kazanında ülkeyi kaynatıyor!
    ***

    Kısacası “Ayranımız yok içmeye” ama iktidarın başı tutturmuş “Kanal İstanbul da Kanal İstanbul”!Elli milyon $ bulamayıp (!?) ülkenin seçkin savunma sanayisi kurumu Sakarya Tank Palet Fabrikasını bir yandaşı ile birlikte Katarlılara 25 yıllığına “kiralayan” AKP iktidarı bu talana “peş keş” diyen Anamuhalefet liderine bol sıfırlı – yıkıcı tazminat davası açıyor susturmak için.75 milyar TL’ye mal olacağı kestirilen kanal projesini dayatıyor. Kendi deyimiyle “Çılgın Proje“! Ülkenin kalabilen, yağmadan şimdilik kurtulmuş tüm varlığı “Varlık Fonu” nda kumar masasında rehin! Bu A.Ş. statülü Fonun patronu Yönetim Kurulu Başkanı AKP’nin başı.. Damadı da hazinedarı.. Ülkenin – halkın tüm nefes boruları tıkanmış. Milletin basireti bağlanmış.. Apaçık bir yok oluş – yok edilme diz çöktürme süreci dayatılmakta Cumhuriyete!

Varsayalım İstanbul Kanalı projesi, ülkemiz insanına çok büyük bir akçalı (mali) yük olduğu halde, finansman bakımında üstesinden geliniyor olsun.. Bu olanaklıdır çünkü, borç gırtlağı da aşsa, Karadeniz’i bir ABD – NATO gölü yapmak isteyenler, bu stratejik emelleri için, fahiş fiyatla da olsa yeni borçlanma olanağı yaratırlar leş kargası kreditörleriyle. O kreditörler ki, 500 yıldır tüm dünyayı sömürerek edindikleri sermaye dağlarını gerçekte döndürmeye de mahkumdurlar. Meş’um (lanetli) servetleri yeterince dolaşmazsa (sirküle etmezse) valör yitirir!

Libor + %7 tefeci faizi ile kur konsorsiyumu, bas uzun vadeli borcu, onlarca milyar $ daha borç binsin şimdiki ve gelecek birkaç kuşağın boynuna, daha da bağımlı olsun ülke içte ve dışta.. Ne gam.. Bu arada yandaşlara rantlar, besleme basına mamaya devam, komisyonlar oh ne ala..

İş salt bunlarla bitiyor mu? Sorunun tarihsel boyutu var. 1936 Montrö Sözleşmesi yönünden uluslararası ekseni var. Askerler susturulmuş, emekli komutanlardan “ÇOK CİDDİ GÜVENLİK SORUNU, nokta!” uyarıları sönümlenip gidiyor.. O Montrö ki, büyük Atatürk‘ün Lozan’ın eksiklerini gidermek için yıllarca, var gücüyle, dehası ve diplomatik hüneriyle ördüğü zafer!

Ekolojik denge açısından çok ağır ve  dönüşümsüz çevresel yükleri var İstanbul Kanalı projesinin. Alanında gerçek uzman hiçbir bilim insanı bu projeyi doğru ve bilimsel bulmuyor. Projenin yalnızca çevreye vereceği dönüşümsüz zarar, geniş anlamda çok yönlü çevresel maliyet, hayali – belirsiz ve gerçekte olanaksız maddi getirinin kaç yüz bin milyon (!) kez üstünde acaba?!.

Bu Kanal girişimi asla ve asla Türkiye’nin ivedi ve öncelikli sorunu değildir.
Derhal gündemden düşürülmesi gerekir. İlk sırada ele alınacak sorunların başında halkın aş, iş, ekmek, güvenlik ve gelecek kaygısı sorunlarının çözümü geliyor. Adalet ve demokrasi geliyor.

Kanalın geçirileceği bölgede yoğun bir arazi spekülasyonu gözlenmekte, 30 milyon m2 = 30 km2 araziyi Arap sermayeli 3 şirketin satın alması ne anlama geliyor? Araplara aylar / yıllar öncesinden bu bilgiyi el altından kimler sızdırdı? Salt bu oyun bile düpedüz ahlaksızlık değil midir? Hangi dine sığar, açık soralım; hangi Müslüman bu yolsuzluğu yapabilir? Vatan toprakları hem de büyük ve bitişik parsellerle neden özellikle Araplara satılıyor, neden, neden!?

Sonra da mızrak çuvala sığmamaya başlayınca, tapu kayıtlarına erişim sınırlanıyor.. Bütün bunlar ne anlama geliyor eyyyyyy halkımız, ne anlama geliyor? Kendi yurdundan sürülüyorsun! Zaten nitelikli gençlerimiz ülkeyi terk etmekte, Arap – Suriyeli doldurulmakta..

İstanbul Kanalı tüm ülkenin sorunudur, siyasal inatlaşmalara konu edilmemelidir. Geri dönüşü olmayan çok riskli ve akıl – bilim dışı bir projedir. Tarihçiler, bilim insanları, hukukçular, çevre mühendisleri, su bilimcilerin… görüş ve raporları kuşku yok, belirleyici olmalıdır. Kimi yandaş TV güllerinin seslendirdikleri gibi iktidar yumurtlar, bilim de ona çare bulur.. Hadi oradan!

Yok böyle bir saçmalık! Yaşamda en gerçek yol gösterici bilim ve fendir (ATATÜRK). Dolayısıyla seçim kazanmış iktidarların saçmalamak hak ve lüksü yoktur. Üretecekleri tasarımların mutlaka bilimsel temelleri olmak zo – run – da – dır! Siyaset biliminin en temel kurallarından biri budur. Yandaşlar – “dolma” kalemler öylesine kendinden geçmişler ki..

En önemlisi de demokratik bir ülkede çeşitli yollarla itirazı olan halkın sesine kulak verilmelidir. Geçtiğimiz günlerde ülkenin her yerinden on binlerce insan itirazlarını dilekçe ile sundular. Mersin’den İstanbul’a bu amaçla gelen ve saatlerce kuyrukta dilekçe verme sırası bekleyen insanlar ne demek istiyor, siz hiç düşünmez ve aklınızı kullanmaz mısınız?? Hani siz milletin hizmetçisi idiniz? Açıklayınız, ÇED sürecine itiraz yüz bini geçmedi mi? Neden iptal etmiyorsunuz o halde??

Sormazlar mı adama;

  • “SENİ BUNCA BAĞLAYAN NEDİR, NEDEN NUH DEYİP PEYGAMBER DEMİYORSUN, SİYASETÇİ İNATÇI MI OLUR, AKILLI MI??”Tek kişinin “ben yaptım oldu”, demesiyle olacak şey değildir.

İstanbul’daki son yılların olumsuz yapılaşmasını özetleyen itiraf,

  • “Biz İstanbul’a ihanet ettik” sözleridir. Bu sözler AKP = Erdoğan‘ındır.

Yarın İstanbul Kanalı için benzer pişmanlık ağızlardan döküldüğünde, yinelenen hangi katmerli ihanete merhem olur ki?

İstanbul Boğazından gemiler genel olarak ücretsiz geçiyor. Montrö Sözleşmesi gereği belli resim – harçları… ödeyenlerin bıraktığı toplam para yıllık 150 milyon Doları geçmemektedir. Bunun tümü net getiri değildir, sistemin giderleri de vardır kuşkusuz. Boğazlardan makul ücretlerle serbestçe, zorlanmadan geçiş hakları varken, neden daha dar ve uzun bir yola, İstanbul Kanalından geçerek fazladan para ödesinler? Kaldı ki, petrol ve doğal gaz boru hatları, iyileşen demiryolu, karayolu ve havayolu taşımacılığı koşulları ile Boğazlarda gemi trafiği artmıyor, azalıyor.. Daha dün, çok yüksek sığalı (kapasiteli) yeni bir doğal gaz boru hattı açıldı.

Neresinden bakarsak bakalım, Erdoğan’ın itirafıyla “bu çılgın proje” ülkenin yararına değildir.  Adı üstünde “çılgıncadır, çılgınlıktır” !

  • Gereksinim duyduğumuz ise sağduyu – planlamacılık – stratejik akıl – dış güçlerin güdümünden / tutsaklığından kurtularak bilimin ışığına sarılmaktır

1881’de Abdülhamit Osmanlı’nın resmen uluslararası iflasını ilan etti ve Düyun-u Umumiye İdaresi kurularak Osmanlı Maliyesine yabancılar resmen ve fiilen el koydular; yüzlerce milyon altın borcu yoksul Anadolu halkı Cumhuriyet kurulunca 1954’e dek 31 yıl boyunca ödedi.

1958’de DP iktidarı – Menderes Temmuz 1958’de uluslararası moratoryum / iflasını ilan etti Türkiye Cumhuriyeti’nin ve IMF pençesine teslim edildi mazlum halkımız..

3. kez ülkesel iflasın eli kulağındadır ve AKP = Erdoğan eliyle yürütülmektedir, uyanalım!

Öncekilerin tarihteki yerlerine, başlarına neler geldiğine bir bakmalı ve ders almalı.

Tarih, ders almayanlar için tekerrür eden acımasız bir terbiye edicidir.

Mide bulandıran bir gündem oyunu boyutu da faturanın KDV’si gibi..

Deprem geçeği herkesin gözü önünde.. Tek başına iktidarınızın 18. yılındasınız; neden KENTSEL DÖNÜŞÜMÜ hala bitir(e)mediniz?? 75 milyar TL (en az!) kaynak varsa neden İstanbul’u depreme hazırlamıyorsunuz da olası depremde kentin jeolojik direncini Kanal ile daha da kırıyorsunuz??

İstanbul’a ve Türkiye’ye bir kez daha ihanet etmeyiniz efendiler, bu kez sizin de sonunuz olur!

Son söz : Türkiye 1’den çoooook büyüktür çok..

“YERLİ VE MİLLİ” ÇÖKÜŞ 

“YERLİ VE MİLLİ” ÇÖKÜŞ 

Suay Karaman

Konuk yazar :
Suay Karaman

Osmanlı Devleti, özellikle 1850’li yıllardan sonra ekonomik olarak büyük bir çöküntü içine girdi ve bu durum karşısında borç aldığı ülkelerin yaptırımlarıyla sarsılmaya başladı. Bazılarının ulu hakan dediği 2. Abdülhamit döneminde 20 Aralık 1881’de, Osmanlı Devleti’nin dış borçlarını denetlemek için Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi kurulmuştu. Birçok gelirini bu kuruluşa bırakan Osmanlı Devleti, hem ekonomik, hem de siyasal olarak büyük sıkıntılarla karşı karşıya kaldı.

“Dünyanın en büyük 17. ekonomisiyiz” diye göz boyayarak 16 yıldır ülkeyi yöneten siyasal iktidar, bütün uyarılara karşın, sonunda ekonomik iflasa sürüklendi. “Yerli ve milli” sözünü unutarak, ekonominin yönetimini McKinsey adlı ABD’li bir kuruluşa teslim etti. McKinsey, bağımsız bir kuruluş değildir, uluslararası tekellerin aygıtıdır, ABD’dir, IMF’dir. Gelinen durumun Düyun-u Umumiye’den de farkı yoktur.

12 Eylül 1980 darbesinin ardından yapılan seçimlerde Turgut Özal’ın seçim kampanyasını hazırlayan, konuşmalarından, giysilerine ve gözlüklerine dek tüm imajını McKinsey firması organize etmiştir. 1985-87 arasında Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na tam üyelik başvurusunun danışmanı olan McKinsey firması, 14 Nisan 1987 tarihli başvurunun altına imzasını atmıştır. 2001 yılındaki ekonomik krizde kurtarıcı olarak çağrılan Kemal Derviş, çöken bankacılık sistemimizi düzeltmek için McKinsey firmasını ülkemize davet etmiştir.

Ulusal egemenliğe ilişkin bir yetki, uluslararası bir şirkete aktarılmaktadır.

Anayasanın 160. maddesine göre ülkemizde kamunun harcamalarını, gelir ve giderlerini Sayıştay denetler. Ancak son yıllarda Sayıştay etkisizleştirilerek yetkileri azaltıldı. Sürekli “yerli ve milli” olmakla övünen siyasi iktidarın, “yerli ve milli” olmaktan ne anladığı, McKinsey ile bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Adında IMF geçmese de McKinsey’in görevi, Türkiye’ye bir IMF programı uygulatmaktır. Ülkemize borç veren kapitalist ülkelerin alacaklarının tahsilini güvence altına almaktır. Varlık Fonundaki değerlerimizin elden çıkarılmasını sağlamaktır. Emekçilere ve emeklilere daha çok kemer sıktırılarak, iyice yoksullaştırmaktır. Yoksa McKinsey, günde 1.8 milyon TL harcanan kaçak sarayın tasarrufa gitmesi için önlem almayacaktır. “Örtülü ödeneği kısın, yeni saraylar yapmayın, makam araçlarını ve uçaklarını satın” gibi önerilerde bulunmayacaktır. Üstelik zor durumda olan ekonomimiz, bu yabancı firmaya dolar üzerinden yüklü miktarda ücret ödeyecektir.

McKinsey’e yapılan eleştiriler için Hazine ve Maliye Bakanı damat; “yapılan yorumlar cehaletten değilse, ihanettir” demişti. AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, 6 Ekim 2018’de partisinin Kızılcahamam’daki toplantısında, McKinsey ile ilgili olarak şunları söyledi: “Bütün Bakan arkadaşlarıma ‘bunlardan fikri danışmanlık hizmeti de almayacaksınız’ dedim. Hiç gerek yok, biz bize yeteriz.” Bu durumda ihanet içinde olanlar kimdir diye sormak gerekir.

Şimdi McKinsey ile yapılan sözleşmenin durumu da merak konusudur ve akıllara şu sorular gelmektedir: McKinsey ile sözleşme neden yapıldı ve neden vazgeçildi? McKinsey ile yapılan sözleşmenin tutarı ne kadardır? Sözleşmede tek yanlı fesih durumunda fesih işlemini gerçekleştiren tarafın ceza ödeyeceğine ilişkin bir hüküm var mıdır? Var ise bu cezanın tutarı nedir? Bu cezayı kimler ödeyecektir? Bu olayın siyasi bedeli ödenecek midir? Artan tepkiler nedeniyle “McKinsey ile sözleşme iptal edildi” denilerek, etkinlikler kamuoyundan gizli olarak yürütülebilir mi?

2013’te siyasal iktidarın hazırladığı 10. Beş Yıllık Kalkınma Planı‘nda, 2018 yılında Dolar kurunun 1.97 TL olması öngörülüyordu. Ancak bugün Dolar 6 TL’dir. Enflasyon tek haneye inecekti ama bugün %20’lerin üstdedir. Ekonomik öngörülerde bu derece yanılan bu siyasal iktidar, güvenirliliğini yitirmiştir. Bu iktidarın en büyük şansı, etkili muhalefetin olmamasıdır. Bu çöküş hep birlikte hazırlanmıştır.

  • Bu çöküşten kurtulmanın yolu, Kemalizm’in Altı Oku’dur.

AKP’nin BİTMEYEN MASALLARI ARTIK BİTMELİ

AKP’nin BİTMEYEN MASALLARI ARTIK BİTMELİ


‘Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına gireceğiz’

IMF, DB (Dünya Bankası) ve BM (Birleşmiş Milletler) verilerine göre Türkiye, AKP’nin hükümet olduğu 2002’den 2011 yılı sonuna dek dünyanın 18. büyük ekonomisi sırasındaydı.  AKP’nin 2011 genel seçimleri öncesinde yayımladığı seçim vaatlerinde ‘Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına gireceğiz’ deniliyordu. Ancak verilere göre Türkiye bugün sıralamada ilk 20’de bile yer alamıyor. Bu duruda G-20 ülkeleri dışında kalacak.. 2018 sonunda GSMH 700 milyar Doların da altında hesaplanınca (AKP hesap oyunları yapmazsa gene!) 22. sıradan gerilere düşeceğiz..

İşsizlik oranı

AKP’nin 2011 seçim vaatlerinde yer alan bir başka madde işsizlik oranının %5’e indirileceğiydi. Ancak 2018’in Haziran verilerine göre işsizlik oranı %10,1! TÜİK’in bütün makyajlarına karşın!

2018 dolar kuru 1.97 olacaktı!? 

Yeni plana göre Dolar 5 yılda 10 kuruş artacaktı!?

2018’de 1.3 trilyon Dolarlık GSYH ve 16 bin Dolarlık kişi başına gelir hedefi,
Doların beş yılın sonunda 1.97 lira olacağı varsayımına dayanıyordu.
(https://www.dunya.com/sektorler/teknoloji/yeni-plana-gore-dolar-5-yilda-10-kurus-artacak-haberi-214925)

Oysa 5 yıl sonra, 2013’te hedeflenenin yarısına indik.. 2018 sonunda GSMH, AKP’nin hayallerine göre 1,3 Trilyon Doar olacakken, yarısı olabilirse ne ala.. Kişi başına gelir de doğallıkla, geçiniz 16 bin Dolar’ı, yarısı bile o-la-may-cak-tır! (AKP yeni bir hesap oyunu yapmazsa!)

2013’te AKP’nin TBMM’ye sunduğu 10. Beş Yıllık Kalkınma Programı’na göre 2018 $ kuru 1.97 TL olacaktı. Eylül 2018 sonunda dolar 6 TL’nin üzerinde! 3 katı!

Bravo AKP, yaşasın Reis Erdoğan!

  • Tapınmaya devam AKP’nin rantiye müritleri..

Ama artık deniz bitti, AKP, “sadık” (!?) milyonlarca mürite eskisi gibi bol kepçe makarna – kömür…. yardımı yapamıyor.. Yapamayacak.. Sadakat karşılıksız sürebilecek mi acaba?? Siyasetbilimi bu soruya “hayır” diyor netlikle..

Enflasyon tek basamağa inecekti!?

Enflasyonu tek basamağa indirme vaadi AKP tarafından çok sık dile getirildi. AKP’li CB Erdoğan, geçen yıl ekonominin hızlı bir toparlanma temposu içinde olduğunu belirterek, “Enflasyon her ne kadar Ağustos’ta çift haneye çıktıysa da önümüzdeki aylarda inanıyorum ki yeniden tek haneye inecektir” buyurmuştu..

Enflasyon hedefleri yükseltildi

Ağustos 2018’de yıllık enflasyonun %17,90 olarak açıklanmasının ardından, geçe hafta açıklanan Yeni Ekonomik Program (YEP) kapsamında 2018 ve 2019 yıllarına ilişkin büyüme hedefleri düşürülürken, enflasyon kestirimleri yükseltildi.

Buna göre Eylül 2107’de açıklanan Orta Vadeli Program’da 2018, 2019 ve 2020 yılları için %5,5 olan büyüme hedefleri sırasıyla %3,8, %2,3 ve %3,5’e çekildi. Yine aynı yıllarda sırasıyla %7, %6 ve %5 olarak öngörülen enflasyon oranları aynı sırayla %20,8, %15,9 ve %9,8’e indirildi ve iki yıl içinde yeniden %10 psikolojik sınırının altına inme hedefi tanımlandı.

****
AKP kadroları tüm kredilerini tüketmişlerdir.
Bütün güvenilirliklerini yitirmişlerdir.
Kendilerine olan güvenlerini de..
Bir siyasal kadro bunca yanılabilir mi??
O yüzden (?!) olmalı ki, sıkı para – maliye politikalarının gözetim ve denetimini “AKP’nin vazgeçilmez stratejik müttefiki” (!?) ABD’nin McKinsey şirketine ihale etmiş olmalılar. Devletin tüm mali sırları yabancıların eline geçecek öyle mi?? Kozmik Oda gibi!?

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Amerikan şirketi McKinsey’le yapılan anlaşmayla ilgili açıklama yaptı. Albayrak, ‘Danışmanlığın hiçbir icra fonksiyonu olmayacak‘ dedi. Pes yani, bir de o mu olsaydı.. Devletin tüm harcama bilgileri, bütçe, maliye, vergi, borç.. verileri önüne konacak ki, “danışmanlık” hizmeti versin.. SAYIŞTAY ne güne duruyor? Bu bakanlığın yüzlerce – binlerce çalışanı süs mü? Üniversitelerde çok sayıda akademisyeni neden görmezden gelir, yadsır, yok sayarsınız? Yandaşlar da yetersiz galiba; umut Atlantik ötesi “stratejik düşman” da.. Pardon, Erdoğan’ın sık sık üstüne basa basa söylediği üzere “stratejik müttefik” mi demeliydik??

CHP’nin İktisat hocası Selin Sayek Böke uyardı (twitter hesabından) :

Ekonominin anahtarını, ABD’li McKinsey‘e teslim etme kararı ne demek?

1- Başkanlık sisteminin daha 3 ay içinde çöktüğünün göstergesi.
2- IMF adı geçmeden bir IMF programı yapmanın yan yolunu bulmak.
3- Devlete ait en gizli bilgilerin bir ABD’li şirkete teslim edilmesi
4- Türkiye’de “devlet yönetiminin şirketleşmesinde” bir üst noktaya geçiş.
5- Devleti yönetmek için dünya yüküyle ve “Dolar”la ABD’li bir şirkete para ödenmesi

Oysa, yerle bir ettikleri güven böyle parayla satın alınmaz! Daha önce başardık, yine yapabiliriz. Düyun-u Umumiyeyi, ekonomiyi halkın yapacak adımları atacak bir siyasetle aşabiliriz, aşmalıyız.
*****

AKP’nin bu vaadinin ardından birkaç kez yazmıştık :

10 yıl boyunca kesintisiz %19-20 hızla büyümesi gerekiyordu Türkiye’nin başkaca her şey sabit sayıldığında (iktisatta ceteris paribus varsayımı) ..
Hindistan %7 büyümeyi sürdürecek ve Türkiye Hindistan’ı yakalayıp onun yerine geçecek..
Son birkaç yıldır bırakalım %19-20 büyümeyi %5’i bulabildik mi?
Haberiniz olsun; bu kez dipten gelen kocaman bir dalga ekonomideki yıkım..
Korkarız katıp önüne götürecek her bir şeyi..
*****
Yukarıdakileri 19 Ağustos 2013’te, 5 yıl önce yazmışız..
Durum böyle iken, akademik yıl açılışında Saray’da toplanan cübbeli Rektör – Dekanlar, Erdoğan 1 kez daha bu temelsiz vaadini yaparken alkışlıyorlardı..
Yandaş basın da elbette elbette iş başındaydı..
*****
Vah Türkiye’m vah! Vah ki vah..
Ne demeli? Toplumsal illüzyon mu?
Kim yaptı, nasıl yaptı? Nasıl sürdürülebiliyor??
Sürdürülememeli bunca aldatma, sömürü, Cumhuriyet yıkıcılığı
*****

Büyük ATATÜRK 29 Ekim 1933’te, Cumhuriyetimizin 10. yılında verdiği ünlü
“10. Yıl Söylevi”nde ne demişti :

  • “Büyük Türk milleti, on beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde başarı vadeden çok sözlerimi duydunuz. Mutluyum ki, bu sözlerimin hiçbirinde milletimin, hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.”
    İnsan azıcık utanır değil mi bunca yanılma – kandırılma- saçmalama karşısında!

    Muhalefetin Türkiye’yi ayağa kaldırması gerek…
    Mitingler başta..
    Kağıt üstünde OHAL de yok..


    Halkın tepkisi – öfkesi akıllı yönetilmeli başta CHP tarafından
    ..

    Yerel seçimler yaklaşıyor ve AKP en zayıf döneminde belki de!

Sevgi ve saygı ile. 29 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Yerli ve milli McKinsey

Yerli ve milli McKinsey

Deniz Yıldırım
Cumhuriyet, 29 Eylül 2018
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
– Gün geçmiyor ki “yerli ve milli” dönüşüm hamlesiyle ilgili yeni bir icraat haberi almayalım. Yeni haber New York’ta açıklama yapan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’tan.

Önce kısa hatırlatma: Albayrak 20 Eylül’deki yeni ekonomi programı sunumunda bakanlık bünyesinde bir Maliyet ve Dönüşüm Ofisi kurulacağını ilan etmişti. Bu ofiste tüm bakanlıkların temsilcileri yer alacak ve kemer sıkma programı buradan yürütülecekmiş. Ayrıca buradaki ekip “kamudaki işleyişten farklı” çalışacakmış. Özeti bu. 
Kamu adına görev yapan, “anayasal” devlet düzeni içinde işleyecek bir kurul nasıl farklı çalışır ki? “E, hani devlette çift başlılık olmayacaktı!” Bu soruyu soruyorsanız, Türkiye’nin 16 Nisan anayasa referandumuyla ve ardından 24 Haziran seçimleriyle içine sürüklendiği yeni, denetimsiz Saray Rejimi’nden de habersizsiniz demektir. Artık her şey mümkün. Bir kararnameye, tek imzaya bakar. 
İşte bu “kamudaki işleyişten fark”ı tanımlayan yeni haberi verdi Bakan Albayrak. Bu ofisin kamudaki kesintilerle ilgili çalışmalarını denetlemek için Amerikan danışmanlık şirketi McKinsey ile anlaşma yapılmış. Bu şirket, içinde tüm bakanlıkların temsilcilerinin yer alacağı Maliyet ve Dönüşüm Ofisi’nin işlerini her çeyrekte denetleyecek ve rapor sunacak. “Şu çok harcamış, buradan az kısmışsınız” diyecek yani. Çünkü ekonomi tıkırında, işler yolunda!

  • IMF yerine McKinsey verelim.

Şakası bir yana, Osmanlı’nın son döneminden hangi kurumu andırdığını çok iyi biliyorsunuz. (AS: Düyun-u Umumiye!) Tek tek McKinsey şirketinin farklı ülkelerdeki sicilinden de örnekler sunabiliriz elbette. Örneğin bu şirketin birkaç ay önce Lübnan hükümetine “ekonomiyi canlandırmak için tıbbi marihuana üretimini serbest bırak” dediğini ya da Suudi yönetimiyle çalışırken Enerji Bakanı’nın iki çocuğu dahil üst düzey 8 hanedan üyesinin çocuğunu, akrabasını işe aldığını belirtebiliriz. 
Fakat ana sorunumuz bu şirket değil. “A şirketi değil de B şirketi olsun” demiyoruz. 
Nedir sorun? Açalım :

Birincisi; Madem Amerika ile ekonomik savaştayız; öyleyse Amerikan yapımı hediye uçağı iade edin” derken baktık ki ekonominin denetimiyle ilgili yetkiler bir Amerikan şirketine devredilmiş. Eğer “Amerika ile ekonomik savaş”tayken bu karar alındıysa; yenilgi bayrağının çekildiğine işarettir. Eğer “Amerika ile ekonomik savaşta” değilsek, iç siyasette halkımıza ekonomik kötü gidişin sorumlusunun başkaları olduğu masalı satılmıştır. Hangisi doğru? Baktığınız yere göre ikisi de. 

İkinci soruna gelelim. Ulusal egemenliğe kapsamında bir yetki, uluslararası bir şirkete aktarılıyor. Oysa Türkiye’de kamunun harcamalarını, gelir ve giderlerini anayasanın 160. maddesine göre kim denetlemeli? Sayıştay.

  • Peki ne oldu Sayıştay’a? Yetkileri budandı, etkisizleştirildi. Raporları kamuoyundan ve Meclis’ten adım adım kaçırıldı. 

Sonraki adıma bakalım. 16 Nisan 2017’de bir anayasa değişikliği yapıldı. Meclis’in yürütmeyi denetleme yetkileri elinden alındı; Bakanlar Kurulu kaldırıldı; devlet Saray etrafında yeniden yapılandırıldı, ülkenin kararnamelerle tek kişi tarafından yönetilmesinin önü açıldı. Değişiklikle Anayasa 87. maddede TBMM’nin görev ve yetkileri arasında sayılan “Bakanlar Kurulu’nu ve bakanları denetlemek” ibaresi de çıkarıldı. 

İşte kamunun ekonomik açıdan denetiminin ABD’li bir şirkete verilmesi de bu rejim dönüşümünün 3. adımıdır. Önce güçler ayrılığı budandı; ardından Meclisin yetkileri Saray’a taşındı ve şimdi bu yetkiler, uluslararası güçlerle paylaşılıyor.

  • Bu bir egemenlik devri işaretidir. (AS: AY md. 6 açıkça ayaklar altında!)

Ve çok açıkça gösteriyor ki Türkiye demokrasiye, halk egemenliğine yaklaştıkça bağımsızlaşır; bunlardan uzaklaştıkça bağımlılaşır. Yeniden yaşıyoruz. 

Gelelim son soruna. “Fena mı işte, şirket gibi dışarıdan bir gözle harcamaları denetlesinler, kamuda tasarruf yapılsın” diyenler olacaktır. Birincisi, şirketin parası bizim cebimizden çıkacak. İkincisi, kamuda tasarruf dendiğinde uluslararası tekellerin aklına ilk gelen şey, kamu hizmetlerinden kesinti ve faturanın çalışan çoğunluğa kesilmesi oluyor.

Ne diyecekler? 

  • “Saray’ın ısınma, aydınlatma masraflarını, örtülü ödeneğini kısın; makam araçlarını, uçaklarını satın” mı?

Hayır. Daha çok özelleştirme yapın” diyecekler. Bir yandan özelleştirmeler, öbür yandan kamu hizmetlerinden kesintiler ve son olarak da tasarrufu desteklemek adı altında gelir artırıcı, yani yeni vergi öneren önlemler kapıda. Ne demişti Albayrak 20 Eylül toplantısında? 

“Vergiyi tabana yayacağız.”

Yani yükü artacak olan yine kıt kanaat geçinen, ücretli çalışan çoğunluk. Halkçı, kamucu ve bağımsızlıkta ısrar eden bir iktidar seçeneğinin zorunlu olduğunun yeni bir kanıtıdır yalnızca McKinsey kararı. (AS: “kararı” değil “imtiyazı” hatta “kapitülasyonu”!)
=============================================

Dostlar,

ABD ŞİRKETİNE VERİLEN YETKİ KAPİTÜLASYONDUR!

Cumhuriyet’in yeni yöneticilerinden değerli Deniz Yıldırım’ın yazılarını yararlanarak okuyoruz..
Yukarıdaki yazısı da önemli ve paylaştık bu nedenle. Üstelik yumuşak.. konunun tüm ağırlığına karşın. (Cumuriyet‘in Dil Devrimi’ne daha özenli olmasını diliyoruz ayraç içinde..)

Yazı içinde dayanamayıp 2 yerde ayraç içinde katkı koyduk. İlki aşağıda.

  • Bu bir egemenlik devri işaretidir. (AS: AY md. 6 açıkça ayaklar altında!)

Evet, AKP iktidarı, bilerek (ihanet!) ya da bilmeyerek (gaflet ve dalalet / aymazlık ve sapkınlık) içinde.

Yersiz yinelemeye gerek yok. Bu ülkenin kurumları tükendi mi ki; bu “ciddi mali denetim (!?) yetkisi bize vahşice ambargo uygulayan, Suriye ve Irak’ta taşeron örgütleri PKK-YPG’yi apaçık binlerce TIR silahla destekleyerek adı geçen 2 ülkeyi bölmek ve kukla Kürt devleti kurmak isteyen, sonra da BOP kapsamında Türkiye’yi böleceğini açıkça ilan eden ABD‘ye Türkiye karşılıklılık kapsamında zerrece tepki ver(e)meyecek midir?? Geçelim uluslararası ilişkilerde “karşılıklılık” ilkesini, tam tersinde “teslimiyetçi” davranışlar hatta sömürge – kölelik ruhu değil de nedir?!

“Yerli ve milli” (!?) AKP,  Batı emperyalizmi ile boğuşuyor öyle mi!? Hadi canım sen de!
*****
Biz 10 Ağustos’tan (2018) beri,”Kara Cuma” dan beri yazıyoruz..

  • Ekonomik bunalım gerçekte KURGULU BİR DEVALÜASYONDUR!
  • Ekonomi, AKP tarafından soygun – talan ile yandaşı besleme ve Batı’nın rantını aktarma adına adına batağa sürüklenmiştir.
  • En az %50 devalüasyona mahkum kalan iktidar mutlaka gider; ama henüz Batı ile sözleşme bitmedi ise (örn. BOP Eşbaşkanlığı!) yepyeni ve post-modern bir senaryo yazmak ve halkı hipnotize etmek gerekir! Kitlesel hipnozda din – iman – Allah – mağduriyet..  sosları olacaktır bolca.. Sadık taban yutsun yeter.. Gerisi zaten oy vermiyor AKP’ye..
    ****

Anayasa madde 6 – Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.
Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

ABD şirketine yukarıdaki yetkileri vermek Anayasa’nın 6. maddesini açıkça çiğnemektir.

Bu anlayış, yine yukarıda yazı içinde not düştüğümüz üzere Düyun-u Umumiye ruhudur. AKP cenahının neredeyse taptığı kızıl sultan 2. Abdülhamit, Osmanlı Devletinin uluslararası hukukta Moratoryum olarak bilinen  İFLASINI ilan etmiş, borçları ödeyemediğini kabul ve itiraf etmiş, İngiliz – Fransız – İtalyan komiserler İstanbul’a gelerek devletin tüm maliyesine – gelirlerine el koymuşlardır. Osmanlı bütçesi bu 3 Komiserin onayı ile yürürlük almaktadır. Osmanlı tam sömürge kılınır böylelikle. Örn. Fransız Reji idaresi Osmanlı topraklarında tütün tarımının tek yetkilisidir. Gelirler vahşice toplanır, Müslüman tebaa iyice yoksullaştırılır ve Osmanlı yaklaşık 40 yıl daha finansal yoğun bakımda tutularak nasıl bölüşüleceğine Sykes-Picot gizli anlaşması ile 1915’te karar verildikten sonra son dönemece girilir.. O Sevr‘dir 10 Ağustos 1920’de! 

Mustafa Kemal ve yurtsever Anadolu halkı, Osmanlı hanedanı İngiliz işbirlikçisi hain ve alçak – sefil Vahdettin ve şürekası ile de savaşarak Anadolu’yu ve Türk milletini kurtarır.. Birkaç milyon Türk de Balkanlar, Yunanistan’dan… anayurda göç ederek yok edilmekten kurtulur.. Sevr yırtılmış, onaylayan Osmanlı Saltanatı 1. Meclis tarafından HAİN ilan edilmiş ve yerine İstiklal Savaşı ürünü Lozan Anlaşması konmuştur. Ne yazık ki Osmanlı’nın uğursuz ve devasa borcunu bu masum ve yoksul halk taa 1954’e dek taksit taksit, burnundan gelerek , çeyrek yüzyıl boyunca ödemiştir..
*****

ABD şirketine verilen bu kabul edilemez yetki apaçık suçtur, Anayasayı çiğnemektir!

  • ABD şirketine verilen bu kabul edilemez yetki imtiyazdır, KAPİTÜLASYONDUR ve Lozan Andlaşmasına’da aykırıdır! McKinsey sözleşmesi derhal feshedilmelidir!

AKP’nin suç dosyası artık klasörlerden taşmaktadır..

İşte Türkiye’de dinci – kinci – saltanatçı sağ kadrolar böylesine ağır sabıkalıdır.
Kasım 2002 – Eylül 2018 arasında 16 yıldır kesintisiz olarak, adeta Saltanat yetkisiyle Türkiye’yi yöneten Abdülhamit – Vahdettin tapınıcısı nesiller ile gene benzer çıkmaza saplandık.

Yeni bir KURTULUŞ SAVAŞI kokuyor kapkara bulutların Anadolu topraklarına bıraktığı
hazin gözyaşlarından..

Sevgi ve saygı ile. 29 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com