Dostlar,
Son yıllarda okuduğum en etkileyici makale aşağıda..
Yer yer duygusal tonlamaları olsa da hatta öne çıksa da..
Hem insan akıl ve duygu bileşiminden oluşmuyor mu?
Ne denli yanlıştır; çocuklarımıza, birbirimize “duygusal davranma” deyişlerimiz!
Oysa yeri gelir duygularımız bize doğru yolu gösterir, akılla başedemediğimizde.
Hem neden salt 1 elimizi yalnızca göğsümüzün üstüne koyuyoruz??
Bu edim, gerçekte duygusallığa gönderme değil midir “duygusal davranma” çelişkisi ile yüklü?
Neden öbür elimizi de aynı zamanda alnımıza (aklımızı temsilen!) koymayız ki?
Hem, 2 elimizin – kolumuzun varlığının gerekçesi gerçekte bu eş zamanlı edim olmasın?!
Sayın Doğu Perinçek tam da böyle yapmakta..
- Gelecek, hiç ama hiç kuşku yok örgütlü halkın ellerinde akıl ve duygu alaşımı ile ve de alınteri, göz yaşı, ne yazık ki kanla yoğrulacaktır;
orada egemenlerin sultasına yer yoktur..
Diren Doğu Perinçek!
“Silivri Destanı” hece hece, sözcük sözcük, imbik imbik kaleminizden dökülüyor..
Sevgi ve saygı ile.
Sivrihisar, Eskişehir, 8.8.13
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
=========================================
Silivri Kal’ası’na ulaşan kahraman oldu
Doğu Perinçek
ROTA – AYDINLIK, 07 Ağustos 2013
Pazar akşamı Ulusal Kanal’da gördük.
Muğla’ydı galiba, şehir çıkışında yolu kesen polise bir hanım,
“Açın yolu, bizi durduramayacaksınız, gerekirse yaya gideriz,
ama kesinlikle Silivri’ye yetişeceğiz.” diyordu.
Silivri Kal’ası önünde gelincik dalgaları
Belki gülümsenerek izlenmiştir.
Ama 5 Ağustos 2013 günü Silivri Kal’ası’nın cephesindeki tarlalar
gelincik açmıştı.
Yine Ulusal Kanal’da izliyorduk. Kale duvarlarına doğru koşan,
rüzgârla dalgalanan gelinciklerdi bunlar.
Ellerinde Türk bayrakları, İşçi Partisi ve TGB flamalarıyla
on binler olmuşlardı.
Nasıl gelmişlerdi oraya, hangi kayaları yarmış, hangi çöllerden geçmiş ve
işte şimdi kızıl bir ırmak gibi Silivri ovasında akıyorlardı.
İçlerinde, Muğla çıkışında polise meydan okuyan o hanım var mıydı?
Bilmiyoruz, ama O’nun o hedefe kilitlenmişliği, o kararlılığı
hepsinin göğüs kafesinde devasa bir körük gibi soluklanıyordu.
Menzile daha yüzlerce, hatta binlerce kilometre uzaktan yollar kesilmiş, çıkışlar önlenmiş, otobüsler kaçırılmış, E-5 Karayoluna ve otoyollara beton engeller atılmış, polis ve jandarma barikatları kurulmuş, ama o yollara düşen yüz binlerin on binleri Silivri Kal’ası önüne ellerinde al bayraklarla ulaşmışlardı.
O yoğun dumanların içinde yine onların bayrakları
Ve şimdi onları karşılamak için helikopterler seferber edilmişti.
Gökten gaz bombaları atılıyor, çayırlar ve ekinler alev alev yanıyor,
o yoğun dumanların içinde yine al bayraklar dalgalanıyordu.
Polis birlikleri kara bulutlar gibi onların üzerine saldırıyor, al bayraklar biraz geriye doğru yaslanır gibi oluyor, sonra yaylanıyor yine, Silivri Kal’asına doğru
alev alev, dalga dalga koşuyordu.
Hayranlık uyandıran bir kararlılık, inanılmaz bir zekâ, tarih sahnesindeydi.
Korku şatosunun itaat büyüsünü bozanlar
Tertip, hile, zulüm, kale duvarlarının, metal bariyerlerin, dikenli tellerin arkasında saklanmıştı.
El hainün haifün!
Hainler halktan korkuyordu!
Ama işte halkın o kahraman öncüleri, gelip yine onların o korku şatolarının duvarlarına dayanmıştı.
Evet, halktan korkuyorlardı.
Ama hâlâ halktan korkanlardan korkanlar vardı.
Karanlık şatonun içinde hava başkaydı. Şato, bütün şatolar gibi büyülüydü.
Salon, itaat havası altında boğuluyordu.
Sanık sandalyelerinde oturanlar, avukatlar ve milletvekilleri, birkaç cılız itirazdan sonra, uslu uslu Cumhuriyet’e kesilen idam hükmünü dinliyorlardı.
Ama tarlalardan kalenin duvarlarına dayanan milletin kahramanları, ellerinde alev alev yanan isyan bayraklarıyla şatodaki büyüyü bozmuştur.
Vekilsizdirler, avukatsızdırlar; ama korkusuzdurlar.
Çıplak ayaklarının sesleri artık her yerde duyulacaktır.
Açık alınlanndaki ak- yazılar, her yerde okunacaktır.
Onların sesleri salonda da yankılanmıştır. Şatonun büyüsü bozulmuştur.
“Burada bir mahkeme yok” denmiştir.
“Boşaltalım bu salonu, onları yalanlarıyla baş başa bırakalım..”
çağrılarıyla, İşçi Partililer o büyülü salonu terk etmişlerdir.
Bir süre sonra Org. İlker Başbuğ, Org. Tolon ve Org. Iğsız da yalanın hükmettiği
o salonda başı dik oturulamayacağını görmüş ve şerefli Türk komutanları olarak orayı terk etmişlerdir.
İptal olunan ferman ve yarının geçerli hükmü
Geçersiz hükümlerin ancak itaatkâr dinleyicileri olur. Siz boyun eğerseniz, uzatırsanız boynunuzu boyunduruğa, o zaman hükümler boynunuza takılır.
Ama bugün zulme başkaldıran bir halk var.
O halkın nice deneyimlerde sınanmış bir öncüsü var.
Hükümleri geçersizdir.
Öyle uzaklara değil, yarınların Türkiye’sine bakın.
- Tayyip Erdoğan – Abdullah Gül – Fethullah Gülen üçlüsünün
hükmünü göremeyeceksiniz.
- Onlar yenilmiştir.
Ekonomi raporları, siyasal tahliller, güç dengeleri falan, hepsi kuşkusuz önemlidir
ve tartışılıyor.
Ama tartışmasız olan bir gerçek var.
O da Silivri Kal’ası’na dağları ve ovaları aşarak gelen milletin on binlerce öncüsüdür.
Onların ellerindeki bayraklarının rengi, bugünün tartışmasız gerçeğidir
ve yarınların hükmüdür.
- Milletin hükmü; Oval Ofis güdümlü Haçlı irticanın fermanını
iptal etmiştir.
Türkiye’nin yaldızsız gerçeği
O gün Silivri Kal’ası’nın cephesine ulaşanlar kahraman oldu.
Hiç kimse onları sahneye çağırmayacak.
Hiçbir mikrofon onlara uzatılmayacak.
Hiçbir kamera önünde poz vermek durumunda kalmayacaklar.
İsimleri hiçbir taşın üzerine kazınmayacak, hiçbir deftere yazılmayacak.
Kendileri için madalya törenleri yapılmayacak, ikiyüzlü nutuklar atılmayacak, tenekeden ve plastikten plaketler verilmeyecek.
Ama işte onlar o dumanlar içinde kaybolmuş kalenin bağrında,
bugün Türkiye’nin yaldızsız ve süslemesiz gerçeğidirler.
Hem de en kudretli ve en acımasız gerçeği.
Kendisine karşı koymaya kalkanları ezip geçecek olan o halk gerçeği.
Artık Türkiye’nin hikâyesinde, destanında yalnız o gerçek vardır.