Etiket arşivi: dinci faşizm

Sado-faşizm

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 13 Aralık 2021

 

Demokratik, laik, sosyal hukuk devletini yıkıp onun yerine teokratik bir monarşi kurmak isteyen AKP’nin dikta uygulamaları, aynı zamanda sado-faşizmdir.

Faşizm, yetkilerin tek elde toplandığı diktatörlüktür. Irkçı faşizm ve dinci faşizm gibi faşizmin çeşitli açılımları olabilir.

Irkçı faşizm, kendi ırkından olmayanlardan nefret eder; dinci faşizm, kendi dininden olmayanlardan veya kendi din yorumuna katılmayanlardan nefret eder; her ikisi de kendileri gibi olmayanları bir nefret nesnesine (AS: öznesine) dönüştürür, onları düşmanlaştırır ve onların üzerinden bir korku iklimini örgütler.

Faşizmi besleyen nefret duygusudur. Faşizm aynı zamanda, nefret ettiği insanlara eziyet etmekten, onlara acı çektirmekten zevk alır. Faşizm, sadizmi de içinde barındırır.
***
HDP’nin eski eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, onlarca HDP milletvekili ve belediye başkanı, yüzlerce HDP genel merkez, il, ilçe yöneticisi ve belediye meclis üyesi, beş yıldır tutuklular.

İşadamı Osman Kavala dört yıldır tutuklu.

Emekli komutanlar ve askerler Çevik Bir, Çetin Doğan, Hakkı Kılınç, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri, Yıldırım Türker, İlhan Kılıç, Aydan Erol, Kenan Deniz, Ahmet Çörekçi, Çetin Saner, İdris Koralp ve Vural Avar“28 Şubat” kumpas “davasından” dolayı dört aydır tutuklular.

DEVA Partisi’nin kurucularından Metin Gürcan geçen haftalarda tutuklandı.

Montrö Sözleşmesi ve TSK’deki laiklik karşıtı hareketler hakkındaki görüşlerini açıklayan onlarca emekli komutan ve asker hakkında hapis cezası istemiyle iddianame hazırlandı.

Bu tutuklamaların ve uygulamaların birçoğunun hukuka, anayasaya ve yasalara aykırı olduğunu, hem Türkiye’deki birçok hukuk uzmanı hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ortaya koydu.

Tutuklu olan söz konusu kişilerin siyasi görüşlerine ve eylemlerine katılıp katılmamak ayrı bir konudur, onların hukuka, anayasaya ve yasalara uygun bir biçimde tutuklanıp tutuklanmadıkları ayrı bir konudur. Bu ayrım yapılamadığı sürece, Türkiye demokratik bir hukuk devleti olamaz, sado-faşizmden kurtulamaz.

Bu insanlara hapishanelerde eziyet etmek ve acı çektirmek; onları ailelerinden, çocuklarından, sevdiklerinden koparmak; onların çocuklarını babasız ve annesiz bırakmak; onların hapishanelerin zor koşullarında ölümcül sağlık sorunlarıyla karşılaşmalarına yol açmak, adalet, vicdan ve merhamet sahibi insanların yapacağı şeyler değildir.
***
İnsanların, AKP iktidarının sürmesinin sağlanması amacıyla hapishanelere atılması, AKP iktidarının, baskı yöntemleriyle devam ettirilmeye çalışılması, adaletle, vicdanla ve merhametle bağdaşmayacağı gibi, mertlikle ve cesaretle de bağdaşmaz. Mert ve cesur insan, rakipleriyle eşit koşullarda yarışır. Düellonun ana ilkesi, eşit koşullarda rekabet etmektir.

İnsanları hapishanelere atarak, susturarak, sansürleyerek, korkutarak, baskı altına alarak elde edilmiş sözde zaferler, zafer değildir. Onurlu, namuslu, şerefli, mert ve cesur insanlar, karşıtlarıyla eşit koşullarda yarışmayı ve rekabet etmeyi bilirler, kendilerine güvenirler, kurnaz çakallar, sırtlanlar ve akbabalar gibi değil, arslanlar gibi mücadele ederler, gerekirse yenilgiyi de kabul ederler. Korkak ve kurnaz insanlar ise devletin kendilerine devleti yönetmek için tanıdığı olanakları, kendi çıkarları için kullanarak ve suiistimal ederek rakiplerini bertaraf etmeye çalışırlar, onlarla eşit ve özgür bir ortamda rekabet etmezler.

Davasının, ideolojisinin, düşüncesinin, söyleminin ve eyleminin gücüne güvenmeyen insanlar, kaba kuvvetle iktidarını korumaya çalışırlar. Bu tür insanlar düşünceye düşünceyle, yazıya yazıyla, söyleme söylemle, eyleme eylemle karşılık vermek yerine, her şeye kaba kuvvetle karşılık verirler; yargıyı, savcıyı, hâkimi, polisi, askeri, istihbaratçıyı da bu korkaklığa ve kurnazlığa alet ederler.

Onurlu, namuslu ve şerefli bir mücadele, önce ahlaklı ve erdemli olmayı gerektirir.

Muhalefet Etme Stratejisini AKP’lileşmek Üzerine Kuranlar!!


Muhalefet Etme Stratejisini AKP’lileşmek Üzerine Kuranlar!!

portresi

Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı

Seçim tarihinin yaklaşması ile dershaneler üzerinden başlayan AKP – Cemaat gerilimi, MGK kararlarının açığa çıkartılması, kaset şantajı, Anayasa Mahkemesi’nin Mustafa BALBAY hakkındaki kararı ve
yeni gelişmelerle sürmektedir.

Bugünkü gerilimin, temel nedeni bir iç hesaplaşmadan daha çok,
Kemalist Cumhuriyetin çökertilmesi (ele geçirilmesi değil) sonucu kurulan paralel devletçikler arasındaki hâkimiyet alanı çatışmasıdır. Daha anlaşılır bir söylemle, Cumhuriyet’in tasfiyesiyle birlikte kurulan paralel devletçikler arasında rant paylaşımı ve egemenlik alanlarının genişletilmesi üzerinden yürütülen bir çatışma söz konusudur. Bu çatışmanın tarafları yalnızca AKP ve Cemaat değil, üçüncü paralel devleti örgütleyen
PKK da bu çatışmanın tarafı olarak sahnededir.

Türkiye, Kurtuluş Savaşı döneminde olduğu gibi, ayrılıkçı Kürt hareketi, işbirlikçi dinci hareket tarafından parçalanmıştır.

Kendilerini bu toprağa, bu vatana, bu halka ait hissetmeyen, Cumhuriyet kalıtı (mirası) üzerinden değil,  Cumhuriyeti tüm kurumları ile kökten reddeden bu üç paralel devletçiğin örgütleyicileri, Atatürk Cumhuriyetini yıkma noktasında birleşerek hareket etmektedirler. Cumhuriyet yıkıcılığında birleşen bu ihanet cephesinin önünü açma görevi AKP iktidarına verilmiştir. İşte bu nedenle merkezi hukuk sistemi rafa kaldırılmış, ulusalcı yapılar tasfiye edilirken PKK ve tarikatlar hukuk üstü bir konum kazanmışlardır. Bu nedenle TSK’nın eli kolu bağlanarak “İrticaya ve bölücülüğe karşı mücadelenin kurmay çadırı”
etkisiz kılınmıştır.

Bugünün Türkiye’si, yeni bir yapılanmayla karşı karşıyadır ve taşlar buna göre döşenmektedir. Bugün artık Türkiye’de kazanılmış hiçbir hak güvence altında değildir. Ne yasaların ne de anayasanın böyle bir işlevi kalmıştır.

Yaratılan bu yeni durum ABD’nin (emperyalizmin) bölge politikalarına
denk düşen bir yapılanmayı ifade etmektedir.

Cumhuriyet’in tasfiye süreci büyük ölçüde tamamlanmış, Cumhuriyet tarihinin tüm gerici kalkışmalarının mirasçısı olan AKP koalisyonu tarafından devletin çökertilme süreci sonuçlandırmışken,  emperyalizme karşı bir kurtuluş savaşıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde, cumhuriyetin kurucu partisi olan CHP; yıpranmış Erdoğan hükümeti yerine kitleleri sol söylemlerle uyutacak, emperyalizmin yedek gücü olma yolunda koşmaktadır.

CHP; yükselen toplumsal muhalefeti,  yurtsever, devrimci-demokrat güçlerin birikimini umudunu/geleceğini iktidara egemen olmuş gerici güçler arası çelişmelere kurban etme, geniş halk yığınlarını çatışmanın tarafı durumuna getirme, AKP koalisyonuna siyaseten enerji verme, onu güçlendirme,
tıkanan AKP siyasetine soluk katma işlevini üstlenmiş gözükmektedir.

Dinci Faşizmin toplumsal muhalefeti sistem içi kanallara hapsetme amaçlı; Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması, uzun tutukluluk sürelerinin düşürülmesi, buna bağlı olarak kimi tutukluların serbest bırakılması vb. attığı adımlar yanılsamadan öte bir anlam taşımaz.

  • Tahliyeler yakın bir gelecekte “takas”a dönüşecek,
    PKK terör örgütü elebaşısı ve yandaşları “uzun tutukluluk süreleri” nedeniyle bir bir tahliye edilecektir. Yaşayarak göreceğiz.

Bu adımlar geniş halk yığınlarının, emeği ile geçinen ve bu nedenle de giderek yoksullaşan emekçi halkın bilincinin bulandırmasına, uyuşturulmasına
bu çatışmaya alet edilmesine, kitlelerin gericiliğin yedeğine hapsedilmesine, onların aldatıcı argümanlarına inandırıcılık kazandırılmasına
hizmet etmektedir.

İktidardaki dinci-gerici-bölücü koalisyonun kendi iç çatışmasının konusu olan sorunlara karşı, SEÇENEK DEVRİMCİ – HALKÇI  POLİTİKALAR ÜRETECEK yerde, koalisyon arasındaki çatlaklardan medet uman, taraflardan birinin hizmetkârlığına soyunan anlayışın varacağı yer,
yükselen halk hareketi karşısından güç ve enerji yitirmiş, ağır yara almış olan AKP iktidarının yaralarının sarılarak yeniden iktidara taşınmasıdır.

Türk hukuk sistemi dışında gayri meşru bir yapılanma olan cemaat örgütlenmesinin önünde kalkan görevi yapanlar, Türk halkının meşru ve
haklı kavgasının görkemli birikimini,  mimarı ABD emperyalizmi olan
AKP koalisyon iktidarına peş keş çekmeye soyunmuşlardır.

Geçmişten günümüze, “Komünizme Karşı Mücadele Dernekleri” sömürge tipi faşizmin kontrgerilla yöntemlerinin ve emperyalizmin
Yeşil Kuşak stratejisinin gereklerini yerine getiren, faşist bir örgütlenme olan, Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve İlim Yayma Cemiyetleri gibi örgütlenmelerle birlikte, yükselen devrimci mücadelenin önünü kesmek ve sömürge tipi faşizmin iktidar temellerini sağlamlaştırmak için her türlü kirli saldırgan yönteme başvuran Cemaat örgütlenmesi değil midir?

Bu gerçek ortada iken, bu dinci – faşist örgütlenmeye kalkanlık görevi yapmaya soyunanlar, Atatürk Cumhuriyetine ve Türk halkına ihanet batağına saplanmışlar, toplumsal muhalefeti de bu bataklığın içine çekme çabası içinde çırpınmaktadırlar.

Ancak Türk halkının ezici bir çoğunluğu bu kirli ve ucuz siyasetin oyununa gelmeyecektir.

Biz Kemalistler, AKP koalisyonunu iktidara taşıyan ABD emperyalizminden icazet alan sahte muhalefetin, Atatürk’ün mirası üzerinden nemalanmasına izin vermeyeceğiz.

  • ABD’YE, NATO’SUNA, AVRUPA BİRLİĞİ’NE KARŞI OLMAYAN,
    TAM BAĞIMSIZLIĞIMIZI, ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİNİ YAŞATMAYI HEDEFLEMEYEN HİÇBİR KURUM, BU CUMHURİYETİN KURUMU OLDUĞUNU, ATATÜRK’ÜN MİRASINA SAHİP ÇIKTIĞINI İDDİA EDEMEZ.

Muhalefet etme stratejisini AKP’lileşmiş bir CHP üzerine kuran,
tüm hesabını bunun üzerine yapmış bir CHP’nin Türk Devrimi’ne, Cumhuriyet’e hiçbir katkısı olmayacağı, tersine zararı olacağı açıktır. Muhalefetin bu tavrı yüzünden AKP geçen her seçimden daha güçlü çıktı, iktidarını güçlendirdi! Cumhuriyet devrimin bütün kaleleri tek tek işgal edildi! CHP’nin bu tavrı yüzünden Atatürk’ün Çankaya’sına
ABD bayrağı çekilmiş durumda!

Halkçı – Devrimci – Atatürkçü milyonların amacı yalnızca AKP’yi yıkmak değildir. Amaç Atatürk’ün tam bağımsız Türkiye’sini yeniden inşa etmektir. Bu amaçta karşı devrime teslim olmuş, ABD istihbaratı kalelerinden Brooking Enstitülü Kemal Derviş’le yelkenlerini şişiren bir CHP’yi, “AKP’yi yıkmak” adına desteklemek -kimse kusura bakmasın-
iyi niyetten öte saflıktır, siyasal körlüktür, AKP’nin ekmeğine yağ sürmektir!!

=========================

Dostlar,

Sayın Mahmut Özyürek, emekli Tarih öğretmenidir. ADD Isparta Şubesinin kuruluşundan geçtiğimiz yıla dek Başkanlığını üstlenen bir yurtseverdir.
Kendisi ile biz, ADD Genel Yönetim Kurulu üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı yıllarımızda yoğun ve yakın olarak çalıştık. Son derece çalışkan, üretken, özverili ve yürekli olduğunu yakından biliyoruz. Isparta ve ilçelerinde çok sayıda konferans düzenledik ve yakıtını da kendisinin cebinden sağladığı otomobiliyle bu aydınlanma etkinliklerini yürüttük. Kentin  son derece gerici ve tutucu siyasal iklimi dikkate alındığında, bu çaba daha da anlam kazanıyor.

Yaklaşık 10 yıl kadar önceki bir “turnemizde”, Isparta Ulusal Güçler Birliği kurulmasına öncülük etmiştik. Bu üst birlik, bildiğimiz ölçüde
hala etkin..

Bu bağlamda Sayın Özyürek çok sayıda davayla da boğuşmak zorunda kaldı. Bu davalarda da kendisini ve ADD’yi, davayı azim ve başarıyla savundu.

Bu görevinden ayrıldıktan sonra da boş durmadığını biliyoruz.
Yukarıya aktardığımız iletisindeki (içeriğini çok sert yer yer abartılı, haksız buluyoruz..) imzadan, Ankara’da bizim de üyesi olduğumuz
Ulusal Eğitim Derneği Iparta Şubesi‘nin başkanlığını üstlenmiş..

Yakışır.. Kendisine yeni vatan”Nöbet” inde içten başarılar diliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
11.12.2013, İstanbul

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Yeni İşyeri Hekimliği Yönetmeliği ve Ülkemizde İşçi Sağlığı’nın Perişan Halleri


Dostlar
,

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB), bir yönetmelik düzenlemesi daha yaptı..

“İşyeri Hekimi ve Diğer Sağlık Personelinin Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik” güncellendi. Bu yönetmeliğin temeli 1980’lere uzanıyor. Arada ve 3 yıl önce de değişiklik geçirmişti

20 Temmuz 2013’te RG’de yayımlanarak yürürlük alan son değişikliğin gerekçesi

“6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası”.

ÇSGB bir yandan dikiyor, bir yandan da söküyor. (Haydi yapıp – yıkıyor demeyelim..)

Bu son yasa (6331) sözde iş sağlığı ve güvenliğini iyileştirmek için geçtiğimiz yıl çıkarıldı. Taslak 8 yıl kadar TBMM arşivlerinde bekledi. 220 milyon €’luk Avrupa’nın
en büyük AVM inşaatında çıkan Esenyurt yangınında (13.3.12) 11 işçi naylon çadırlarda yanarak kavrulunca bu taslak anımsandı. Yer yer epey de sıkı hükümler kondu.

Ancak “iyi saatte olsunlar” (sermaye; özellikle küresel sermaye eklemlenmiş yerli sermaye!) toplumsal duyarlık biraz düşünce kulislerine gene başladı. İlk olarak 6495 sayılı Torba Yasa ile (halen Cumhurbaşkanı’nın önünde) kimi yerlerde 1-2 yıl ertelemeler getirildi. Sonra da sıra Yönetmeliklerle kısıtlamalara geldi.

Sermaye hazretleri ne buyuruyorsa öyle oluyor..
Gerçek vesayet ne askeri, ne de başka bir güç..

Türkiye’de gerçek ve mutlak egemen sermaye!
Özellikle küresel finans-kapital ile bütünleşen yerel sermaye..

Anılan yönetmelikle İş Sağlığı Güvenliği (İSG) hizmetleri, 6331 sayılı yasanın muradına tuhaf – acı bir ironi ile aykırı olarak deyim yerinde ise “kuş”a döndürülüyor..

Siz bekleyedurun iş kazası ve meslek hastalıklarında iyileşmeyi….
Meslek hastalıkları zaten yok gibi.. En son 2011 SGK rakamı 697!
Oysa benzer nüfuslu ama İSG koşulları çok daha iyi Almanya’da yılda 80 bin,
ABD’de 400 bin!

İş kazalarını bile siz “azaltabilirsiniz” ! Yollarını biliyorsunuz ama yazalım :

1. Kamu sektörünü tasfiye ettikçe özel sektörde iş kazalarını “örtmek” kolaylaşır.
2. “Kayıtdışı” çalıştırırsınız (resmi verilerle halen 24+ milyon kayıtdışı çalışan; çalışanların %44’ü!), gariban işçi ne iş kazası bilir ne de hakkını savunacak sendikaya, paraya sahiptir..
3. Kayıt içi çalışan 13,5 milyon işçide de iş kazalarının bir bölümünü (?) cep harçlığı kadar “kan parası” ile kapatırsınız.
4. Sendikal örgütlenmeyi avuç içinde kar gibi eritmeye devam edersiniz.
Anayasa değişikliği ile 1’den çok sendikaya üyelik gibi ucube – tuzak düzenleme yaparsınız; yandaş sendikalaşmaya hız verirsiniz.. 1980’de %50 olan sendikalılık oranı (3 milyon işçinin 1,5 milyonu), Ocak 2013’te 10,88 milyon işçinin ancak %6’sı!
(Çalışma Bakanlığı Tebliği, RG: 26.1.13).
5. Gerekirse “iş kazasının” yasal tanımını bile değiştirirsiniz..

Ama mızrak gene de çuvala sığmaz, ölümcül iş kazalarında Hindistan ve Rusya sonrası dünyada 3., Avrupa’da 1. olursunuz.. Dönemin Çalışma Bakanı Ömer Dinçer‘in açıklaması için dipnota (2) bakınız.

1932’den beri üyesi olduğunuz ILO’yu (Uluslararası Çalışma Örgütü) “kandırmaya” (!) yeltenir, 221 dolayındaki ILO Sözleşmesinden (Convention) 56 kadarını “başkalaştırarak” iç hukukunuza aktarır, geri kalan 3/4’ünü ve ILO’nun Tavsiye Kararlarını (Recommendation) ise tümüyle görmezden gelirsiniz. Ama sizi yıllarca uyarıdan sonra ILO Haziran 2013’te Türkiye’yi “Kara Liste” ye almak zorunda kalır..

Biz çok utanıyoruz çooook..
– 2011 sonunda yıllık 70 bine varan “resmi” iş kazasından, ;
– 1700 iş kazası + 10 meslek hastalığı = 1710 emekçi ölümünden,
– 2086 işçinin sürekli işgöremez duruma düşmesinden..
– Çook ağır çalışma koşullarında,
– Düşük ücretlerle ve iş güvencesiz – örgütsüz çalışmak zorunda bırakılmalarından; işsizlikle tehdit-terbiye edilmelerinden.. (Veriler için bkz. dipnot 1)

Güdümlediğiniz basında tek sözcük haber çıkmaz..

Oysa ulusal – uluslararası hukuk metinleri ço net           :

* 1961 tarihli Avrupa Sosyal Şartı md 3 : Tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı hakkı vardır.
* 1945 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi md. 25 sağlıklı yaşam hakkını tanımlar.
* Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yaşam hakkı ve örgütlenme hakkını düzenler..
* Üyelik sürecinde taraf olduğumuz Pek çok AB metni pekiştirici paralel düzenleme içerir. Örn. AB Temel Haklar Şartı.. (Nice, 7 Aralık 2000, http://ek12 utup.dpt.gov.tr/ab/hukuk/temelhak.pdf)
* Anayasa madde 50 ve 56 doğrudan düzenlemeler taşır.
* Pek çok ILO Sözleşmesi de öyle..

Üstelik bu uluslararası mevzuatın büyük bölümü Anayasa md. 90/son uyarınca
üstün hukuk normu durumundadır..

Sermaye için ne gam.. Hele küresel sermaye ile göbek bağı kurdu ise..

Adam Smith‘in 250 yıl önce (1776) yazdığı “Milletlerin Refahı” (The Wealth of Nations) kitabında öngörüleri bunlar mıydı?

Neo-liberal tosuncuklar ne buyururlar??

Galiba yerel (ulusal kaynaklardan semirdiği halde ulusal diyemiyoruz ne yazık ki!) sermayeyi dizginleyebilecek başlıca güç, iktidardaki dinci faşizm (TÜPRAŞ baskını!)..

Neo-liberal tosuncuklar, tarihin perspektifinde öngörülemeyen bu dilemmaya
ne buyururlar acaba?

Haa. anlıyoruz, yabancı büyükleri ile (pardon müttefikleri ile!)  mütalaa edeceklermiş…

Sevgi ve saygı ile.
26.7.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Konuya ilişkin TTB (Türk Tabipleri Birliği) görüşü için lütfen tıklayınız :
Şipşak işyeri hekimliği dönemi başlıyor..
(http://ahmetsaltik.net/sipsak-isyeri-hekimligi-donemi-basliyor/, 26.7.13)

Dipnot 1 : Kayıt dışı istihdam ve eksik verilere dayalı SGK rakamlarıyla ülkemizde 2011’de 69 227 iş kazası, ve 697 meslek hastalığı sonucu 1710 işçi (1710/365 = 4,66/gün!) yaşamını yitirmiş 2086 işçi  ise sürekli engelli (sakat, malul) kalmıştır.  Günde ortalama 5 işçi yaşamını yitirmekte 5 işçi de sürekli işgöremez duruma gelmektedir!

Dipnot (2) : 
•Çalışma Bakanı Dinçer: Ölümlü maden kazalarında lideriz!
•Bakan Ömer Dinçer, ölümlü maden kazaları konusunda Türkiye’nin “lider ülke” olduğu itirafında bulundu. Bakan Dinçer’in, BDP Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş’ın maden kazalarıyla ilgili soru önergesine verdiği yanıt, Türkiye’deki ölümlü kaza oranının, Avrupa, Avustralya, ABD ve Kanada’dan kat kat fazla olduğunu ortaya koydu.
•Dinçer’in, ölümlü maden kazalarıyla ilgili ILO verilerini 
kaynak göstererek verdiği bilgiye göre; Türkiye’deki ölümlü iş kazaları Avrupa’daki iş kazası ortalamasının 4.5 katıyken, Kanada’dan 2.2 kat, ABD’den 3.4 kat, Avustralya’dan ise 4.3 kat daha çok! 

İktidar Hilesiz ve Adil Bir Seçime Gitmelidir


İktidar Hilesiz ve Adil Bir Seçime Gitmelidir

Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP sözcülerine bir kez daha hatırlatalım;
demokrasi sandıktan ibaret değildir.

Ancak, sandık olmadan da demokrasi olmaz.
Bu açık bir gerçek.
O halde dün yaptığımız çağrıyı yineleyelim :

  • AKP Hükümeti, en kısa sürede adil, demokratik ve hilesiz bir seçimi
    garanti ederek sandığı milletin önüne koymalı…

Gelelim tartışmaya : Demokrasiler; siyasi partiler, serbest düşünce ortamı, sendikalar, meslek örgütleri, dernekler, baskı grupları ve özgür basınla bir bütündür.

‘Sandıkta çoğunluğun oylarını alan her şeyi yapmaya yetkilidir.’ derseniz,
bu Hitler’in demokrasi anlayışı olur.

Sandıktan kim çıkarsa çıksın, insanlığın tarih içinde oluşan birikimini kabul etmek durumundadır. Halk seçti diye hırsızlık yapanın kolunu kesemezsiniz,
ona çağdaş hukukun belirlediği cezayı verirsiniz.

Bilindiği gibi Hitler de seçimle iktidara geldi ve her seçimde oylarını artırdı.
Yani Hitler, “demokratik” şekilde faşist bir diktatörlük kurdu ve ülkesinde soykırım yaptı. Hitler’in insanlığa bıraktığı bilanço, yaklaşık 60 milyon ölü ve 100 milyona yakın yaralıdır.

Bugünlerde Mısır’da olan bitenle ilgili olarak, “Ben Müslüman Kardeşler’e karşıyım,
ama seçildiler iktidar onlara verilmeli.” diye bir görüş dolaşıma sokuldu.
Mursi’nin halkın çoğunluğunu temsil etmediğini, gerçek oy oranının % 24 civarında olduğunu bir yana bırakalım. Bu yaklaşım son çözümlemede dinci faşizme hizmet eder.

Demokrat olabilirsiniz, ama “salak” olmak zorunda değilsiniz.

Yurt’un Sesi
(09.07.2013)

KÜRTAJ, SEZARYEN SORUNU ve BAŞBAKANIN TEHLİKELİ HEZEYANLARI..

Kurtaj_sezeyan_hakki_ve_Basbakanin_salvosu_29.5.12