Etiket arşivi: Devrim Kanunları

TÜRKİYE’DE LAİKLİK İLKESİ ANAYASAL KORUMA ALTINDADIR : HEM SİYASAL İKTİDAR HEM DE MUHALET PARTİLERİNİ BAĞLAR

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

11 Eylül 2023’te, orta dereceli okullar açılıyor. Yetişekteki (müfredattaki) haftalık din kültürü ve ahlak bilgisi ders öğretiminin haftada 8 saatten 16 saate yükseltildiği açıklandı.

Ayrıca, Anayasanın temel ilkelerine ve Devrim yasalarına aykırı olarak, karma eğitimden vazgeçilme sesleri arttı. Üstelik ÇEDES (Çağdaş Eğitimi Destekleme) projesi (??!!) adı altında cemaat ve tarikat örgütlerinin, siyasal iktidar eliyle, dolaylı yoldan, Milli Eğitim yetişeğine (müfredatına) müdahaleleri söz konusu olacaktır. Bu iş için yönetmelik hazırlandı ve üç ilde (Tekirdağ, Eskişehir ve İzmir) pilot uygulamalar başlıyor.

  • Oysa devlet yönetimini din ve dince kutsal değerlere göre düzenlemeye Anayasa izin vermiyor…

Bu yazıda, resmen yürürlükte olan 1982 Anayasamızın laiklik konusundaki kesin bağlayıcı olan hukuk çerçevesini kamuoyu ve sizlerle paylaşmak istedim. Ayrıca Anayasamızın BAŞLANGIÇ metni de Anayasaya dahildir ve devletin üzerine bina edildiği temel felsefeyi, anayasal düzenin temel gerekçesini açıklar.

Anayasamızın BAŞLANGIÇ, yani varlık gerekçesinde, devlet yönetimde iktidar olanlara;

  • “Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk Milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşında koruma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştıramayacağı,”

nı temel görev olarak vermiştir.

Anayasa madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Anayasa madde 6 – … Egemenliğin kullanılması hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

Anayasa madde 10- Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle, ayrım gözetmeksizin, kanun önünde eşittir.
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.

Anayasa madde 14- Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa hükümlerinden hiçbiri Devlete veya kişilere, anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
Bu hükümlere aykırı faaliyetlerde bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler kanunla düzenlenir.

Anayasa madde 24- Herkes dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir.
Kimse, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar, yahut nüfuz sağlama amacıyla, her ne surette olursa olsun, dini veya din duygularını, yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

Anayasa madde 66- Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.

Anayasa madde 90- Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.

Anayasa madde 174- Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacı güden aşağıda gösterilen inkılap kanunlarının, anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin anayasaya aykırı olduğu şekilde anlaşılamaz ve yorumlanamaz.

Devrim yasalarına, öğretim birliğini (tevhidi tedrisat) düzenleyen yasa da dahildir
Yani bu 174. madde ile devrim (inkılap) kanunları hiçbir koşulda değiştirilemez ve Anayasa’ya aykırılıkları ileri sürülemez.

Önce bir konunun altını önemle çizmek gerekir :

– Laiklik olmadan din ve vicdan özgürlüğü olmaz.
– Sivil topluma geçilemez.
Yine laiklik olmadan çoğulculuk olmaz.
– Gerçek ve çağdaş demokrasi olmaz.
– Hukuk devleti olmaz.
– Aķıl ve bilim özgürlüğü olmaz.
– Çağdaş eğitim olmaz…. çağdaş uygarlık hedefine gidilemez.

Anayasamız ve demokrasimizin siyasal, hukuksal, ekonomik, yönetsel (idari), ekinsel (kültürel) …ve eğitim yapımızın temel vazgeçilmezi laiklik ilkesidir.

Şimdi laikliği kısaca açıklayalım                   :

1- Bireysel açıdan laiklik din ve vicdan özgürlüğüdür. Kişiye istediği inancı seçme ya da inançlar dışı olma özgürlüğünü birlikte sağlar. Başkalarının inançlarına karışma ve müdahale etme hakkını engeller.

2- Toplumsal açıdan laiklik farklı inançlar, dinler mezhepler ya da farklı düşünenlerle dostça ve birlikte yaşama kültürü sağlar. Laiklik bu anlamıyla inanç demokrasisi demektir. Laik bir toplumda hiç kimse kimseyi dinsel ve vicdani tercihlerinden dolayı kınayamaz ve dışlayamaz.

3- Devlet açısında laiklik anlayışına gelince :

A- Devlet düzeninin ve siyasal iktidarın meşruluğu din kaynaklı olmaktan çıkar.
Laik devlette siyasal iktidarın meşruluk kaynağı din değil halktır, ulusal egemenliktir, milli iradedir. Siyasal egemenliğin kaynağı din ve dogmatik değerler değildir. Devlet teokratik yapıyı terk ettiği oranda laikleşebilir.

B- Devlet açısından, laikliğin ikinci anlamı, resmi devlet faaliyet ve işlerini din kuralları üzerine bina etmekten özenle vazgeçmektir. Hukuku laikleştirmektir. Her türlü devlet hizmetlerini laik hukuk, özgür aķıl, çağdaş bilim ve teknolojiyi kullanıp üretme ve dağıtma yoluna gitmektir. Din ve devlet işlerini ayırmaktır.

C- Laikliğin devlet açısından en temel ve vazgeçilmez uygulaması da din, mezhep, statü, yaş, cinsiyet, siyasal ve düşünsel (felsefi) seçim ayrımı yapmadan kamu hizmetlerine katılma ve yararlanmada tüm yurttaşlara eşit uzaklıkta durmaktır. Tarikat ve cemaatleri devlet yönetiminden ve kadrolarından uzak tutmaktır. Devlet hizmetlerine girmede, insanlardan ehliyet, liyakat ve yetenekten başka hiçbir koşul aramamaktır. Herkese fırsat eşitliği sağlamaktır. Yansızlıktır.

Suriyeli ilahiyatçı Adonis diyor ki: İslam ülkeleri ve toplumları

a- Çoğulculuğu yani laiklik ve gerçek demokrasiyi,
b- Özgür aklı ve deneysel bilimi içselleştirip bir toplum ve devlet politikasına dönüştürmeden

barışa, huzura ve gönence (refaha) kavuşamazlar.

Atatürk devrimleri ve ilkeleri iyi anlaşılacak olursa yapılan tam da budur. Atatürk o büyük vizyonu ve dehası ile özgür aklın, deneysel bilimin ve laikliğin önemini 100 yıl önce görmüş ve devlet politikasına dönüştürmüştür.

Türkiye Cumhuriyetinde siyasal iktidar ya da muhalefet olanların siyasal uzgörüleri (vizyonları) ve özgörevleri (misyonları), anayasal – hukuksal ve siyasal görevleri, toplumu ve devlet yönetimini teokratik – feodal değerlere, ümmet kültürüne, din devleti anlayışına geri döndürmek değildir. Yürürlükteki Anayasamız nasıl bir yönetim anlayışı benimsediğini apaçık göstermiştir. Üstelik milletvekili, Bakan ve C. Başkanı olmak için bir de Anayasaya sadakat yemini etme zorunluluğu vardır (Anayasa m. 81 ve 103).

Zaten yukarıdaki Anayasa maddelerini de bu nedenle, sizlerin dikkatlerine sunarak anımsatmak için yazdım.

Ali Babacan ve 6’lı masa

Barış DosterBarış Doster
07 Ocak 2023 Cumhuriyet

Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkanı Ali Babacan’ın, Habertürk’te Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında söylediklerinin yankıları sürüyor. Babacan’ın Türk vatandaşlığı, Türk kimliği, Devrim Kanunları, anadilde eğitim, cemaat ve tarikatlar için yasallık türünden sözleri yeni değil. Babacan’a özgü de değil üstelik. Babacan’ın eski partisinde de ana muhalefet partisinde de diğer partilerde de böyle düşünen çok kişi var. Daha genel ölçekte liberallerin, din tacirlerinin, inanç hortumcularının, iman bankerlerinin, büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le, Cumhuriyetle, ulus devletle, ulusal kimlikle, yurttaşlıkla sorunu olan etnikçilerin, mezhepçilerin, numaracı cumhuriyetçilerin Babacan gibi düşündüğünü biliyoruz. Babacan bu bağlamda, Osmanlı’daki Ahrar Fırkası’nın, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin günümüzdeki devamı niteliğinde. Şaşırmamalıyız…

Abdullah Gül’ün desteğini arkalamış, Londra tefecilerinin gözüne girmiş, New York bankerlerinden aferin almış, küresel finans çevreleriyle iyi ilişkiler kurmuş, 1 Mart tezkeresi öncesinde, dönemin ABD Başkanı Bush’la, Amerikalıların aşağılayıcı benzetmesiyle “at pazarlığı” yapmış bir isim Babacan. Partisini kurduktan sonra, önceki partisini (AKP) kıyasıya eleştiren ama AKP hükümetlerinde dışişleri bakanlığı, ekonomi bakanlığı, başbakan yardımcılığı yaptığını unutan, o dönemki icraatlarına, sorumluluklarına ilişkin tutarlı, samimi, inandırıcı bir özeleştiri vermeyen bir isim Babacan. Böylesi bir özeleştirinin sadece siyasi bir zorunluluk değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumluluk olduğunu bilmeyen bir isim Babacan.

CHP VE İYİ PARTİ’NİN SESSİZLİĞİ

Asıl şunları soralım :

Babacan’ın bu sözlerine, savaş meydanlarında kurulmuş, Manda ve himayeye hayır denilen Sivas Kongresi’ni (1919) 1. kurultayı kabul etmiş, devlet kurmuş, Atatürk’ün partisi olarak tarihe geçmiş, ana muhalefet partisi CHP’den de Türkçü, milliyetçi, Ülkücü gelenekten isimler öncülüğünde kurulan İYİ Parti’den de sert tepkiler gelmedi.

Biliyoruz, CHP içinde Babacan gibi düşünen, partiye etnikçi, mezhepçi, liberal, ikinci cumhuriyetçi, siyasal İslamcı kota, kontenjan ve kompartımanlar sayesinde eklemlenen çok isim var. Etkili konumdalar üstelik. Peki ya parti tabanı niçin sessiz? Seçimler öncesinde genel başkanla ters düşmek istemeyen ve yeniden seçilmenin hesabını yapan milletvekillerini biliyoruz da peki ya parti örgütünün sessizliği?

Biliyoruz, İYİ Parti genel başkanı, son aylarda sıklıkla, Jön Türklerin, İttihatçıların sloganı olan Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” sloganını kullanıyor. Peki, aynı zamanda Cumhuriyet tarihi doktoralı bir bilim insanı olan İYİ Parti lideri, niçin Babacan’a şöyle okkalı bir Cumhuriyet tarihi dersi vermiyor?

  • Sıkça yineliyoruz:
  • CHP genel başkanı, 6’lı masayı bir arada tutmak için harcadığı enerjinin onda birini, partisini büyütmek için harcamıyor.
  • “Aman 6’lı masa dağılmasın” endişesi, CHP ve İYİ Parti yöneticilerinin elini, kolunu bağlıyor.

Peki, CHP ve İYİ Parti yöneticileri, henüz rüştünü ispat etmemiş, seçime girmemiş, en küçük bir siyasi özeleştiri vermemiş Babacan’ın niçin, kendileriyle aynı hassasiyeti, aynı endişeyi taşımadığını, bu ipe sapa gelmez lafları, neye güvenerek söylediğini sorgulamıyorlar mı?

CHP ve İYİ Parti’nin yönetimleri, “Aman 6’lı masa dağılmasın” diyorlar da Babacan, “Birkaç ay sonra seçim var. CHP listelerinde yer alabilirim. CHP tabanından oy isteyebilirim. CHP’lileri kızdırmayayım” kaygısı taşımıyor mu? Bu cesareti kimden alıyor? Montrö konusunda çok haklı ve isabetli hassasiyetlerini kamuoyuyla paylaşan 104 amiralin bildirisi  için “zevzeklik” diyen Akşener, Babacan’ın bu saçma sözleri için, son haftaların moda sözcüğüyle “ahmaklık” demeyi düşünüyor mu?

Yukarıdaki soruların yanıtını bilemeyiz.

Fakat bildiğimiz o ki siyasetçiler ideolojik berraklıktan, politik tutarlılıktan, kavramsal bilinçten yoksun olunca ve zamanında gereken tavrı almayınca inandırıcı olamıyor, umut ve güven vermiyorlar. O nedenle sürekli yalpalıyorlar. Bu yüzden Babacan ve saz arkadaşlarına gereken tepkiyi ülkemizin gerçek Cumhuriyetçileri, Atatürkçüleri, devrimcileri, yurtseverleri, ulusalcıları, solcuları veriyor.

İktidar ve muhalefet

Yavuz Alogan yazdı…

İktidar ve muhalefet

Şu sıralarda Saray’a muhalefet etmek çok kolay. Saray suretine bürünmüş siyasî iktidarın tabanı kayıyor, içi fokurduyor. Krizleri yönetemediği, vaziyete hâkim olamadığı, ipin ucunu kaçırdığı çıplak gözle görülüyor.

Nitekim muhalefet partilerinin sözcüleri televizyon ekranlarından ellerini kollarını sallayarak, başarılı hitabet örneği sergileyerek coşkuyla Saray yönetimini eleştiriyorlar. Ekonomi kötüymüş, halk geçinemiyormuş, esnaf kan ağlıyormuş vs… Fakat Saray’ı erken seçime zorlamıyorlar. Seçim yasalarıyla, Siyasî Partiler Kanunu’yla oynamasını önlemiyorlar, hatta eleştirmiyorlar. Burada kilit sözcük “zorlamak”tır.

Zorlamak, konuşmaktan, açıklamaktan farklı bir mücadele yöntemini gerektirir. Siyasî partilerin, başta laiklik olmak üzere Devrim Kanunları’na bağlı kitleleri milyonlarca kişinin katıldığı mitinglerle, yürüyüşlerle harekete geçirmek, alternatif bir program üzerinden muhalefet yapmak gibi bir niyetleri yok. Sorunun rejimin yapısıyla, Devlet’in esas teşkilatıyla ilgili olduğunu görmezden geliyorlar. Parlamentoyu nasıl güçlendireceklerini, yargıyı nasıl bağımsızlaştıracaklarını, kuvvetler ayrımını nasıl sağlayacaklarını da söylemiyorlar. Örgütlü militan kadroları yok. Seçim güvenliğini denetleyebilecekleri bile şüpheli. Konuşuyorlar, yakınıyorlar ve bekliyorlar.

Toplumu zehirleyen tarikatları ve cemaatleri hâlâ “sivil toplum örgütleri” olarak görüyorlar mı, belli değil. Fakat AKP’nin homurdanan tabanını etkilemek için dinî bir söylem tutturmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Ana muhalefet partisinin başkanı her lafa “Allah’ın izniyle iktidara geldiğimiz zaman…” diye başlıyor. Şahsen ben Allah’ın Sayın Saray’ı tercih edeceğini düşünüyorum.

Tarikat ve cemaatlerin özümseyemediği en yoksul dindar kesimin hızla cihatçı örgütlere yöneleceğini anlamak için üstün zekâlı olmaya gerek yok. AKP yirmi sene boyunca bu yönelimin zeminini hazırladı. Orta vadede AKP’nin kravatlı kadrolarını mumla aratacak cihatçı eylemlere ve kalkışmalara hazır olmak gerekir. Şeriat düzenine ılımlı geçişin başarısızlığa uğraması, ideolojik hegemonya kurmaya çalışan karşıdevrimci partinin yolsuzluk ve rezaletlerle yıpranması, aynı çizgide fakat daha radikal hareketlerin yolunu açacaktır. Bu işler böyledir.

Muhalefet partileri Saray iktidarının bir seçim daha kazanmasını sağlayacak şekilde mevcut seçim yasalarını değiştirmesini, laikliği ebediyen kaldıran “demokratik-tik” bir anayasa kampanyasıyla yeni bir hamle yapmasını, yeni bir “çözüm süreci” başlatmasını mı bekliyorlar?

Beklemiyorlarsa, Saray’a bu yönde zaman kazandıran bir aymazlık içinde neden debeleniyorlar?

Saray, kazandığı zamanı değerlendirerek rejimi daha da derin bir değişime uğratmak, ülkeyi dönüşü olmayan yolda daha ileriye götürmek için Diyanet’e Devlet protokolünde öncelik vermek, Yargıtay Başkanı’na cüppeyle dua ettirmek, en gerici tarikatların vakıflarına vergi muafiyeti sağlayarak bütün cemaatlerin cüretini artırmak gibi hamleler yapıyor. Böylece Ortadoğu ve Asya’da Batı’nın Müslüman halklar üzerindeki operasyonlarına aracı olma rolünü güçlendiriyor.

  • İzmir’de cüppeli adamlar meyhanelerde içenlere ve sokakta el ele tutuşan çiftlere “tebliğ”de bulunuyorlar.

Bizim gençliğimizde bu türden “tebliğ”de bulunanlara haddini bildirirler, çevredeki halkı toplayıp “Türkiye laiktir, laik kalacak!” diye slogan attırırlar, topluca İzmir Marşı’nı söyleyip olaysız dağılırlardı. Fakat günümüzde bu türden baskılara karşı çıkmak şöyle dursun, bunları dile getirmeye cesaret eden bir muhalefet partisi bile yok.  Halkın sessizliği insanların tebliği tebellüğ ettikleri (alıp kabul ettikleri) anlamına gelmiyor, öndersiz oldukları, kendi kaderlerine kayıtsız kaldıkları, başta muhalefet partileri olmak üzere kimseye güvenmedikleri anlamına geliyor. Kentli orta sınıf siyasetten soğuyup, partilerden umudu kestikçe, radikal İslamcı unsurlar AKP’nin önüne geçip toplumu şekillendirmeye çalışacaklardır. Ayrıca “Tebliğciler”in mesela Yozgatlıya değil de İzmirliye musallat olması kimseye bir şey anlatmıyor mu?

Saray’ın “Pentagon” binası askerlerin çok hoşuna gitti. Emekli bir general binanın teknolojik imkânlarını, hava savunma kabiliyetini övdü. 1930’da hizmete açılan, mimarisinde Erkân-ı Harbiye sözcüklerinin baş harfleri esas alınan tarihî Genel Kurmay Başkanlığı binasının muhafazasını rica etti. Binayı tıpkı Ankara Garı’ndaki Mustafa Kemal Evi ve Başkumandanlık Karargâh Binası gibi muhafaza (!) edeceklerinden, onu vakıf üniversitelerine devredeceklerinden, otel rezidans ya da AVM olarak kullanacaklarından emin olabilirsiniz.

Ayrıca mevcut sorun bina ve teknolojiyle değil, bunları kimin nasıl kullanacağıyla, iktidar partisinin değil Devlet’in ve milletin ordusu olmakla, askeriyenin emir-komuta birliğiyle, hiyerarşisiyle ve İç Hizmet Kanunuyla ilgilidir.

  • Laik ülkede Genel Kurmay Başkanı türbanlı teğmene diploma vermiştir.

Böyle şeyler askerlerin dillerinden düşürmedikleri “birlik beraberlik” ilkesini bozmuyor mu? Bu yol bir kez açıldığında, sarıklı bir amiral, sakallı bir yüzbaşı, deist bir üsteğmen vs. neden olmasın? Demokrasi ve insan hakları oluyor bu, öyle mi?

17-25 Aralık rezaletini (“Babacığım, bir kısmını istifleyip gönderdik, kalan paraları kürekle kamyonete yüklüyoruz” gibisine…) şu dönemde muhalefetin değil de AKP içindeki muhalif unsurların gündeme taşıması çok anlamlıdır. AKP’nin kurucu vekili, “partinin %90’ı itirafçı olacak,” dedi. AKP yolsuzluk irtikap rüşvet ve rezaletin ağırlığı altında çatırdarken, ana muhalefet partisinin başkanı gündemi değiştirdi.

Kılıçdaroğlu şöyle dedi: “İskilipli Atıf Hoca’ya nasıl iadeyi itibar verilmiş ise tabii ki Çerkez Ethem’e de iadeyi itibar verilmeli, daha ötesi mezarı da Türkiye’ye getirilmeli, bunlar bizim değerlerimiz.”

  • İskilipli Atıf bizim değerimiz, öyle mi Kılıçdaroğlu?

Bu sözlerden CHP yönetiminin ve bu sözlere sessiz kalan diğer muhalif parti yönetimlerinin “bizim değerlerimiz”e yabancı olduklarını anlıyoruz. Bir gözüyle yabancı ülke elçiliklerini, öteki gözüyle etnik ve dinî örgütleri gören muhalefet, tarihe, topluma ve geleceğe şaşı bakmaktadır.

Türkiye işgal edilmiş, siyasî partileri “dizayn” edilmiş bir ülkedir. Yurtsever siyasî parti üyelerinin parti yönetimlerine itaat etme mecburiyeti sona ermiştir.

Laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin yeniden kurulması, Kurucu Meclis biçiminde bir heyet-i temsiliye’nin oluşması, bu heyetin Türkiye’yi yeniden tarif etmesi (kimliğini tanımlaması!) ve Kuruluş ilkelerine uygun bir Anayasa yapması gerekir.

Muazzez İlmiye Çığ; Atatürkçü geçinip Erdoğan’a çalışanları kutluyor!..


Muazzez İlmiye Çığ; Atatürkçü geçinip Erdoğan’a çalışanları kutluyor!..

Sevgili okurlarım,

Atatürk’ü sevmek, O’nun ilke ve devrimlerine yürekten bağlanmak ve O’nun idealindeki çağdaş Türk kadını olmak” denildiğinde hemen akla gelen adlardan biri, dünyaca saygın bilim insanlarımızdan Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’dır.

Ancak Muazzez Hanım, son günlerde çok üzüntülü. Dokunsanız ağlayacak gibi.
O’nun niçin bu kadar dertli olduğunu aşağıdaki satırları okuyunca, siz de anlayacaksınız. İşte Sayın Çığ’ın, benim aracılığımla içini döktüğü ikinci mektup:

* * * *

“Sevgili Uğur Dündar,

Nasıl içim yanıyor, nasıl üzüntülüyüm anlatamam. O nedenle sizinle dertleşmek istedim.
Akıllarına güvendiğim, kendilerine çok değer verdiğim kimseler bile, durmadan
Prof. Ekmeleddin aleyhinde konuşuyorlar.

Peki karşılarında Tayyip’ten başka namzet var mı ki?..


Öyle ise, Tayyip’e oy verecekler demektir! Haydi vermediler diyelim.

Boş oy kullanmaları halinde de yine kazanacak olan Tayyip!
Boykot yapacaklar için de aynı durum geçerli.


Tayyip başa geçtiğinde ne yapacağını anlatıyor.

Madem Prof. Ekmeleddin aleyhinde atıp tutan bu grup Cumhurbaşkanı için bu kadar duyarlıydı, neden çok daha önce istedikleri gibi bir adayı belirleyip ortaya atmadılar?
Kaldı ki, Atatürkçü biri seçilse Tevhid-i Tedrisat Kanunu başta olmak üzere
Devrim Kanunlarını geri getirebilecek mi? Bütün okulların imam hatipleşmesini önleyebilecek mi? Okullardaki çağ dışı eğitimi çağdaş düzeye dönüştürebilecek mi?

Cumhurbaşkanının yapacakları anayasa ile belirlenmiş. Ancak bazı aşırı eylemleri frenleyebilir. Hepsi o kadar.

* * * *

Ben daha ilk günden itibaren, içinde bulunduğumuz ortamda Sayın Ekmeleddin’den daha üstün biri çıkarılmaz ise, oyumu O’na vereceğimi söyledim.
“Bu koşullarda bundan iyisi olmaz..” dedim.

Herhalde kimse benim kadar Atatürkçü değildir.
Ama ben bugünkü ortamda, her şeyden önce ülkemi düşünüyorum.

Bakın, ülkemiz elden gidiyor. İçimiz, dışımız düşman dolu. Ortada güvenebileceğimiz bir devlet kalmadı. Hırsızlık, yalan, dolan, her türlü ahlaksızlık, almış başını gidiyor.
Kadın cinayetleri her geçen gün artıyor.

Çevremiz mezhep çatışmaları nedeniyle kan gölüne dönüşmüş durumda.
Allah korusun ülkemizde iç savaş çıkabilir.

Bu gergin ve tehlikeli ortamda el ele vereceğimiz, birlik, bütünlük sergileyeceğimiz yerde, hiç gereği yokken sen-ben tartışmaları yapıyoruz.

Atatürk olsaydı, bu anlamsız davranışlarda ısrar edenleri çok kınardı.

Sayın Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu’na karşı çıkarak, Tayyip Erdoğan’a Cumhurbaşkanı olma yolunu açmaya yardım edecek olan “Atatürkçü geçinenler”, sizi bu çabalarınızdan (!) ötürü, yüreğim cayır cayır yanarak kutluyorum!!!!

Sevgili Uğur Dündar,

Başınızı çok ağrıttım ama hep içimi dökecek bir dost bildim sizi.
En içten sevgi ve saygılarımla…

Muazzez İlmiye Çığ

* * * *

Muazzez Hanım’ın yazdıklarını aynen aktardım.
Duygu ve düşünceleri, ayrıca yoruma gerek bırakmayacak kadar net.
Ne diyeyim?
Özlemini duyduğumuz birlik ve bütünlüğü sağlaması umuduyla
hepinizin bayramını kutlar, sağlık ve mutluluklar dilerim.

Uğur Dündar
SÖZCÜ,
27.7.14

http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/ugur-dundar/muazzez-ilmiye-cig-ataturkcu-gecinip-erdogana-calisanlari-kutluyor-565549/