İktidarın üniversitelere yaklaşımı malum. Liyakatsiz atamalarla içi boşaltılan üniversitelerde eğitimin niteliğinin yıldan yıla gerilediği de kuşkusuz. Bu, işin bir yanı. Araya bir de pandemi girdi, eşitsizlik ve nitelik kaybı daha da arttı. Şimdi aşısı olan bir virüs karşısında, hâlâ aşılanmayan öğrenciler ve kamu personeli de varken risk alındı ve üniversiteler açılıyor. Yüz yüze eğitimin başlaması, öğrenciliğin pedagojik ve sosyal açıdan desteklenmesi adına (AS: için) zorunlu. Elbette geçici turizm geliri için ülkenin eğitimini, geleceğini, kuşaklarını feda etmeyen ve planlı, programlı bir iktidar da zorunluydu.
Üniversiteler açık tutulmalı. Yüz yüze eğitimi savunanlardanım; fakat bunun ekonomi biraz canlansın, taşrada esnafın, ev sahibinin bozulan mali durumu öğrencilerle biraz olsun düzeltilsin mantığının ötesinde bir planlamayla, programla ve tedbir paketiyle yürütülmesini istemek hakkımız. Bir süre sonra “haydi kapattık” demesinler diye bu plansız, programsız bakışa eleştirilerim tarihe not düşülsün.
Örneğin, tabela asmakla üniversite olunmadığı gerçeği, şimdi bir de pandemi döneminde fiziksel şartlardaki eşitsizliklerle birleşiyor. Öğrenci sayısı çok olsun diye artırılan kontenjanlarla dar bina, koridor, derslik yapıları arasındaki uyumsuzluk belirginleşiyor. İktidarın nicelik kaygısıyla, eğitimden sağlığa nitelik ihtiyacı arasındaki makas da böylece açılıyor.
Diğer taraftan (öte yandan), özellikle belirtmek gerekir ki öğrencilerin memleketlerine döndüğü koşullarla bugünkü koşullar arasında maddi açıdan da büyük fark var. Birçok öğrenci, pandemi döneminde eğitime erişmekte zorlandı. İnternet erişimi olmadığı için değil sadece. Son yazıda da belirttiğim üzere, ülkede pahalılık ve geçim zorluğu arttıkça, maddi sıkıntısı olan kimi gençler eğitimin önüne geçimi, ailenin geçimine katkı vermeyi koymaya başladı. “Öğrenciliğin işçileşmesi” dediğim olgu, böylece pekişti. Bu gençlerin yeniden üniversitelere, yüz yüze eğitime nasıl çekileceği sorusunu ciddi ciddi tartışmamız gerekiyor.
Üstüne üstlük, diyelim ki öğrenciler üniversitelerinin bulunduğu şehre gitmeyi, “önce eğitim” demeyi tercih etti; iş bununla da kalmıyor. Bir buçuk yıl önceki şehirlerarası otobüs fiyatlarıyla bugünkünü karşılaştırın sadece. Aradaki fark dudak uçuklatıyor. Sadece ulaşım mı? Bu öğrenciler barınmak, beslenmek, sosyalleşmek, eğitimleri için kitap almak zorunda. Bu ise düşen alım gücüyle artan pahalılık arasındaki makasın da üniversite öğrencileri için bir başka sorun olduğunun kanıtı. Kamu kaynaklarının bu sorunları gidermek için kullanılması, dar gruplar yerine halk çocukları için seferber edilmesi gerek. Burslar, destekler artırılmalı; ulaşım indirimleri sağlanmalı.
ARTAN KİRALAR VE PAHALILIK
Bir diğer sorun da barınmaya dair (ilişkin). Haberlerde okuyorsunuz. Birçok üniversite şehrinde ev kiralarında büyük artış yaşanıyor. Devletin görevi, öğrencilerin barınma hakkını kamusal olarak güvence altına almak. Ancak öğrenci sayısıyla yurt kapasiteleri arasında uçurum var. Kaldı ki pandemi koşullarında, kalabalık yurt ortamlarında virüsün yayılımının nasıl engelleneceği konusundaki endişeler, dişinden tırnağından artırarak çocuklarını okutmak isteyen kimi aileleri ev kiralamaya yönlendiriyor, yönlendirecek. Kiraların artışını denetlemekle ilgili bir mekanizma kuruldu mu? Yoksa yine, adrese teslim ihalelerde hatırlanmayan “serbest piyasa”, kira artışları, hayat pahalılığı söz konusu olunca önümüze sürülen mazeret mi (özür) olacak? Kamuculuk, bu yüzden halk çoğunluğunun asıl ilacı.
Elbette herkesin ev kiralamaya gücü yok. Yurt da çıkmadı. Ne olacak? Olacak olan belli.
- Kamudan beslenen iktidar destekli vakıfların, tarikat yapılarının yurtlarına mecbur bırakılacak gençler.
Nereden bakarsanız bakın, maddi koşullardan ideolojik koşullanmalara varıncaya kadar bu, çıkışsız bir çember.
Gelelim son meseleye (soruna). Bu sene kontenjanlar özellikle taşrada, çoğu yerde boş kaldı. Son dakika oyunlarıyla baraj puanını aşağı çekme, sorunları sadece “öğrenciler zor sene geçirdi, barajı indirelim de yerleşsinler” mantığıyla gençlerin üzerine yükleme anlayışı da gerekçesini yitirdi. Sorun baraj değilmiş. Öyleyse nedir?
İki neden başat: İlki maddi koşulların iyiden iyiye zorlaşmasıdır. Şehir dışında, uzak memlekette çocuk okutmak şimdi daha da zor. İkincisi ise genç işsizliğine çare bulunmaması, “okuyup çalışırsan emeğinle istediğin yerlere gelebilirsin” anlayışının da bu dönemde iyice yerle bir olmasıdır. Nedeni de iktidarın kayırmacılığı, yandaşlığı kartvizit olarak yeterli gören anlayışıdır. Diploma nedir ki?
Sadece kamu alımları mı sorunlu? Ekonomi durdu, işsizlik arttı. Bu ortamda özel sektörde de iş bulmak zorlaştı. “Çok üniversite açalım” demek yetti mi? Diplomalı genç işsizliğine çare bulundu mu? Demek ki bir de ekonomik modeli buna uyarlamak, eğitim ile istihdam arasında denge kurmak gerekiyormuş. Kayırmacılığı bitirmeden, bilime yatırım yapmadan, kaynakları yerinde kullanmadan, gençlere istihdam kapısı açmadan, talan ekonomisinden çıkmadan baraj puanını düşürme siyasetinin iflası, sorunun kaynağının gençler olmadığının da kanıtı.