Etiket arşivi: Demokratikleşme Paketi

YAŞAMIMIZ DİZİ


YAŞAMIMIZ DİZİ

erdem_akyuz

 

Av. Erdem AKYÜZ
Hukuku Egemenliği Derneği Başkanı
erdemak@gmail.com

 

 

Yaşamımız adeta bir dizi film.

Hepimiz bu dizinin içinde figüran gibi oynuyoruz, daha doğrusu oynatılıyoruz.

Yakın geçmişte gözde olan dizi filimler “Küçük Ev” veya “Dallas” Gibi dizilerdi.

Küçük Ev”de bir çiftlikte yaşayan ve kötü insanlar arasında ailesini korumak için çalışan bir çiftçinin öyküsü anlatılmakta idi.

Dallas” dizisinde hileci ve üç kağıtcı “J. R. – Ceyar” ile kardeşinin karısı “Sue Ellen” arasında kalmıştık.

Uzay Yolu”nda “Kaptan Kirk” ve “Mr. Spark” ile uzayın derinliklerine,
Aşk Gemisi”nde okyanuslar arası aşk hilelerine dalardık.

Buruşuk, kirli pardesüsü içinde dolaşan Komiser Kolombo çok saf görünür
ama tam kapıdan çıkarken dönüp aniden sorduğu sorular ile suçluyu faka bastırırdı.

Kaçak” dizisinde karısının, tek kollu gerçek katilini ararken, komiser “Gerald” tarafından katil diye kovalanan doktor “Richard Kimble ile nefes nefese kalırdık.

“Kurtlar Vadisi”nde çoğumuz bir “Polat Alemdar” veya “Abdi Bey” idik.
Onların yediği kurşunlarla sarsılır, başarıları ile mutlu olurduk

Daha sonraları “Zengin Kız Fakir Oğlan” gibi diziler gözde oldu. Zengin iki kız kardeşten birinin nişanlısı dürüst ama şaşkın bir oğlan, diğeri ise, soyguncu bekçinin deyimi ile
üç kağıtçı ve hovarda “Zarp Bey”.

Say sayabilirsen…

Dizi uzadıkça sakalı uzayan ve nereye kadar uzayacağı belli olmayan
Muhteşem Süleyman, “Osmanlı Tokadı, Elveda Rumeli, Yalan Dünya, Galip Derviş, Boynu Bükükler, Akasya Durağı, Umutsuz Ev Kadınları, Fatih Harbiye, Huzur Sokağı,
Bu Günün Saraylısı, Bir Yusuf Masalı, Şafaktepe, Güneşi Beklerken, Seksenler, Doksanlar
” ve daha niceleri…

Daha da sonraları diziler, daha da bir yaşamın içinden yer almaya başladı.

Allah’a şükür”; yerli dizilerimiz, yerli senaryolarımız ve gerçek dizi kahramanlarımıza kavuştuk.

Yatak odalarında kasalar,
tuvaletlere kadar taşınan para sayma makineleri
,
kundura kutularına doldurulan Dolarlar – Euro’lar.

Eskiden “kundurama kum doldu, atmaya kürek ister” diye şarkılar vardı,
şimdilerde

“kundurama dolar doldu, saymaya yürek ister” diye

türküler yakılmaya başlandı.

Önceki dizi filmlerde “mubah” sayılan “dinleme, izleme, tape, CD, tutuklama,
el koyma, gizli çekim, açıktan suçlama
” gibi teknikler şimdilerde “günah” sayılıyor.

Güncel bir dizi film de “Açılım” adı ile vizyona konuldu.
Kimi kanallarda bunun adı Demokratikleşme Paketi olarak geçiyor.

İlk tanıtıcı jeneriği “Yakında iyi şeyler olacak” diye anons edilmişti.

Dizi gösterime girdi. Paket açıldı ama içinden bambaşka şeyler çıktı :

Türkçe dışında” farklı dil ve lehçede eğitim, Türkçe dışında siyasal propaganda, köylere Cumhuriyet öncesi farklı ve yabancı adların verilmesi, çok düşük oy alan siyasal partilere bile “Hazine Kapısı”nın açılması, Şapka Kanunu’nun kaldırılarak başlara
fes, takke, külah” giyme yolunun açılması.. yani kafanın içine sansür, tepesine özgürlük.

Dizilerden dizi beğen. Eh, tabii yaşamımız dizi film olunca.

Bizler de birer figüranız. Hangi rolü layık görürlerse;

O dizinin içinde, O rolü oynayacağız. Perde kapanana dek !…

Soner YALÇIN : 19 TUTSAK


Dostlar
,

Soner Yalçın, Türkiye’nin son yıllarda yetiştirdiği en yetenekli gazeteciler içinde önlerde geliyor.

Özellikle hapisten çıktıktan sonra yazdıkları -görkemli SAMİZDAT kitabı sonrası-
büyük bir özenle izlenmeli ve değerlendirilmeldir.

Aşağıda, birkaç gün gecikmeyle “19 Tutsak” yazısı.. (28.2.14, SÖZCÜ)

Ergenekon tutsaklarından Oktay Yıldırım‘ın şu sözleri üzerinde
bir kez daha hep birlikte düşünmeliyiz :

  • “..Böyle bir düşmanlık yok bu topraklarda.
    Biz savaştığımız düşmanımızı esir aldığımızda üzerine parkamızı verdik,
    yemeğimizi-suyumuzu paylaştık
    .”

Sevgi ve saygı ile.
4 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

19 TUTSAK..

portresi_kasketli
Soner YALÇIN

Gündem, Erdoğan-Gülen kavgası
Cezaevindeki tutsakların/esirlerin gündemden düşmesine izin vermeyeceğim. Her daim, fırsat buldukça onların sesini bu köşeye taşıyacağım…
Çünkü:
Türkiye’nin gerçekle bağı koparıldı;
ülke toplumsal travma/sosyal şizofreni yaşıyor.

Baksanıza:
Yasada “hüküm özlü” diye hukuksal bir statü yok.
Yani, masumiyet karinesi gereği; hüküm kesinleşinceye dek herkes suçsuz.

Bu değişti; yerel mahkeme karar verince kişi “hüküm özlü” oluyor!
Oysa yargı süreci bitmiyor; bunun Yargıtay gibi safhaları var.
Yok dinlemiyorlar; yasayı filan umursamıyorlar. Şark kurnazlığı yaparak, uzun tutukluluk konusunda Türkiye’yi sıkıştıran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni kandırmaya çalışıyorlar.

Şimdi…
Yeni demokratikleşme paketiyle 5 yılı aşkın cezaevinde bulunan Ergenekon sanıklarının serbest kalmasının önündeki tek engel -bu Türkçe özürlü- “hüküm özlü” statüsü!

Ziyaretine gittiğimiz Silivri Cezaevi’ndeki gazeteci Tuncay Özkan isyan ediyor.
Haklı. Demokratikleşme paketi adı altında nice yasalar değişti; katiller yararlandı. Tuncay Özkanlar yararlanamadı. Yeni pakette de bu uyduruk “hüküm özlü” statüsüyle özgürlükleri engelleniyor.

Gazeteci Deniz Yıldırım hep olduğu gibi bir ayrıntıya dikkatimizi çekti:

“Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, yeni yasa düzenlemesiyle 149 kişinin tahliye olacağını açıkladı. Sonraki konuşmalarında bu rakamı 130’a indirdi. 19 kişi azalmıştı.
Bu 19 kişi 5 yılı aşkındır cezaevinde yatan ve yasa değişikliğinden yararlanacak Ergenekon sanıklarıydı!”

4 yılı aşkındır cezaevinde yatan gazeteci Yıldırım, bir de istihbarat verdi:

“Sayının azalmasının nedeni olarak, başta Hüseyin Çelik ve Şamil Tayyar gibi
20’yi aşkın AKP milletvekilinin karşı çıkmaları gösteriliyor.”
Hüseyin Çelik ile Şamil Tayyar’ın bu kini hiç bitmeyecek görünüyor.

AKP’ye “örtülü” destek

Silivri Cezaevi’nde ziyaret ettiğimiz gazeteci Hikmet Çiçek,
konuşmasına CHP’yi eleştirerek başladı:

“Cemaat’in devlet içindeki gücünü kıracak her türlü girişim desteklenmelidir.
28 Şubat dahil, hiçbir siyasal iktidar Cemaat’in üzerine bu derece gitmedi.”

Hikmet Çiçek, Cemaat konusunda bilgili üç gazeteciden biridir. Yıllarca bu konuda haberler yaptı. Silivri Cezaevi’nden CHP’ye sesleniyor;

“Kafanızı karıştırmayın, Türkiye için son derece tehlikeli olan Cemaat’in devlet içindeki olağanüstü gücünü kırmak için siz de mücadele edin.”

Gazeteci Turan Özlü de aynı fikirde:

“AKP-Cemaat kavgası Türkiye’nin lehinedir. Cemaat’in inine girenin elini kimse tutmasın; tüm pislikler tek tek ortaya çıksın. Kimileri tribüne çıkarak, ‘birbirlerini yesinler’ diyor; bu tavır da yanlıştır. Tamam yesinler birbirini; dünya tarihinde tüm ittifaklar böyle parçalanıp yok oldu. Ama seyirci olmak doğru değildir; öncelik Cemaat tehlikesinin
yok edilmesidir.”

Turan Özlü’nün bir de sitemi var:

“Türkiye, AKP yolsuzluklarını Cemaat sızdırmalarıyla mı öğrendi?
Aydınlık’ta yaptıklarımız ortada; biz hırsızlıkları ortaya döken telefon kayıtlarını yayınlamadık mı? Bu sebeple zindanda değil miyiz? Keza Wikileaks ortada.
CHP İstanbul İl Başkanı rahmetli Mehmet Bölük’ün mücadelesini CHP’liler unuttu mu? Unuttular ise yazdığı ‘El Tayyip’ kitabına baksınlar; orada tüm hırsızlıklar yazılı.”

6 yıl 8 aydır cezaevinde bulunan; Erdoğan hakkında yazdığı kitaplarla bilinen yazar Ergun Poyraz,

“Dünyanın tüm Atatürkçüleri bir araya gelse Cemaat’in yaptığı tezgahları bu kadar ortaya çıkaramazdı. Erdoğan’ın en büyük hatası, Cemaatçi polislere inanması oldu; ‘seni öldürecekler’ yalanına kandı.”

Hurşit Tolon Paşa ise Cemaat olgusuna daha geniş perspektiften bakma taraftarı. O’na göre

  • Cemaat; Sevr’i diriltmek, ulusal birliği parçalamak isteyenlerin,
    uzaktan planlı programlı yöntemlerini harekete geçiren piyon.
  • “Biz Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı çıktığımız için buradayız.
    Hedef biz değil Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.”

Bana ve Balbay’a eleştiri

Gazetecilik böyledir; hep tenkit edilirsiniz. Olsun, eleştiriye zenginlik olarak bakmak gerekir. Hikmet Çiçek, Cemaat’in kirli tezgahlarını az yazdığım için eleştirdi.
Prof. Dr. Yalçın Küçük ise Cemaat’i tek yanlı suçlu gören yazılarımı eleştirdi.
Prof. Küçük’e göre iki taraf da kirliydi; birini destekleyip diğerini yazmak doğru değildi.
Erdoğan’ın yeni müttefik arayışında olduğunu söyleyen Prof. Küçük, “tek yanlılık” eleştirisini Ulusal Kanal için de yaptı; “Ulusal Kanal, AKP televizyonu oldu!”
Görünen: AKP Silivri’yi böldü!..

Prof. Yalçın Küçük, “Sosyal Demokrat Merkez Partisi” dediği için Mustafa Balbay’ı
ve; “buradan çıkmamızı istemiyorlar” diye CHP’yi, sertçe eleştiren makaleler yazdığını söyledi. Evet dedim ya; eleştiri zenginliktir.

“Hocam giden belli; AKP. Peki gelen ne?” diye sordum.

“Ne geldiğini göremiyoruz; ipuçları yok.” diye yanıt verdi.

Çok etkilendiği Gezi direnişini bir orta sınıf kalkışması olarak değerlendirdiğini;
hapisten çıktığında bu konuda araştırma yapmak istediğini söyledi.
Türkiye’de bu kadar milyarderin nasıl çıktığını da merak ediyordu.

Son görüştüğümüz kişi, 2 yıl cezaevinde benim kahrımı çeken koğuş arkadaşım
Oktay Yıldırım idi. Cezaevinde yazdığı üçüncü kitabı,

“Başımıza Gelenler; Kumpastan Direnişe” yakında çıkacaktı.

Sözlerine, pankreas kanseri Muzaffer Tekin’le başladı;

  • “Hepiniz lütfen kolları sıvayın, ne yapılacaksa bir an önce yapılmalıdır;
    hemen serbest bırakılmalıdır. Böyle bir düşmanlık yok bu topraklarda.
    Biz savaştığımız düşmanımızı esir aldığımızda üzerine parkamızı verdik, yemeğimizi-suyumuzu paylaştık.”

Silivri Cezaevi’nden ayrılırken şunu düşündüm:

Geleceğin en önemli niteliği şaşırtıcı olmasıdır; var olanın sürgit devam edeceğine inananlar; yalnızca görmek istediklerini görenler; en çok düş kırıklığına uğrayanlardır ve tarihe hesap verenler hep onlar olmuştur…

Alman Papazın Hikayesi Var da Türk İmamın Hikayesi Olmaz mı?


Dostlar.

ADD Genel Başkan Yardımcısı sevgili dotumuzSayın Prof. Dr. Ayhan FİLAZİ,
adeta bir bayram armağanı yollamış! “Nedir?” denilecekse, yanıtımız,
“Aşağıdaki yazı!” dır.

Bu site okurlarının da Sayın Filazi’nin aşağıdaki düşündürücü makalesini okuduklarında,
bizim gibi bir duyumsama (hissetme) ve duygudurum (mood) içine gireceklerini umuyoruz. Ayhan hocayı usta klavyesi (kalemi!) için kutluyor,
“Bayram’da da” ülkemizin ağır sorunlarına çözüm aranışının sürmesini diliyoruz..

Papazın / İmamın hazin öykülerine ek olarak;

– örneğin 3-4 günde, 1 yıl içindeki toplam hayvan kesiminin 1/4’ünü (yaklaşık 3 milyon) kesmenin anlamını ve sonuçlarını..
– Hayvan stokumuzun buna elverip vermediğini,
– Kesilen hayvan dokularının tümüyle değerlendirilip değerlendiril(e)mediğini
– değerlendiril(e)meyeceğini, yüz milyonlarca dolarlık kaçınılmaz israfı
– muazzam çevre kirliliğini, zoonozları
(hayvanlardan insanlara geçebilen 200 hastalığı)
– kesimleri neden kesimevlerinde (mezbahalarda) yapmadığımızı,
– “Kurban” ın ille de bir hayvan kesmek anlamında olup olmadığını,
bu anlamda edimin salt Hacca gidenlere yükümlendiğini,
– Geniş anlamda “her tür hayır – iyilik -bağış” ın da “kurban” olduğunu..
– Diyanet’in hurafe üretmeyi bırakıp (Prof. İ. Arsel’in ünlü sözü)
  halka gerçek İslamı neden analatıp / anlatmadığını..

(Lütfen, “Kurban” gerçekte nedir? Hayvan kesmek dince zorunlu mu??
başlıklı yazımıza bakılması.. 16.10.12;
http://ahmetsaltik.net/s=kurban%C4%B1n+ger%C3%A7ek+anlam%C4%B1&submit=Ara)

Listeyi daha çok uzatıp korteksinizi ısıtmayalım – keyfinizi kaçırmayalım..

“Bayram” da

1. Hapisaneleri,
2. Yaşlı Huzurevlerini
3. Çocuk Esirgeme Kurumu çocuk yuvaları

ziyaret edelim.. Sonra “küresel ısınma”nın cömert (!?) sonbahar doğasını
ve şehitlikleri – mezarlıkları..

Kolay gele..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 14.10.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Alman Papazın Hikayesi Var da Türk İmamın Hikayesi Olmaz mı?

ayhan filazi

Prof. Dr. Ayhan FİLAZİ
ADD Genel Başkan Yardımcısı

Son günlerde özellikle de “demokratikleşme paketi” (!) adı altında kadınların pakete sokulduğu yeni ileri demokrasi (!) önlemlerini gördüğümde aklıma hemen
Alman Papaz Martin Niemöller’in öyküsü geldi.

Hitler faşizmini çok güzel özetleyen ve artık klişeleşen Papazın yküsünü hemen herkes biliyor. Hani “Naziler önce komünistleri tutukladılar; komünist değilim diye ses çıkarmadım. Sonra Yahudileri tutukladılar, Yahudi değilim dedim, sesimi çıkarmadım. Sosyal demokratları tutukladılar, savunmak bana mı kaldı dedim, sesimi çıkarmadım. Sıra bana geldiğinde çevrede tutuklanmama ses çıkaracak kimse kalmamıştı..” diyen papaz.

Aslında bir iç hesaplaşma ve pişmanlığı yansıtan bu sözler, sonraki kuşaklat için kulağa küpe niteliğinde ama insanoğlu başına gelmeden bilemiyor. Bir musibet bin nasihatten iyidir örneğii!

İleride Alman Papazın bir benzeri bizde de çıkar mı diye düşündüm. Elbette %99’unun Müslüman olarak ileri sürüldüğü Türkiye Cumhuriyeti’nde böylesi bir papaz çıkma olasılığı çok zayıf olacağından, belki bunun yerine bir Türk İmam çıkıp şöyle dese :

“Önce devrimcilik ruhunu yok ettiler, ses çıkarmadım. Çünkü devrim o dönemde Stalin’in komünizmiyle eşdeğerdi ve ben komünist değildim. Sonra halkçılığı öldürdüler. Varsın ölsün dedim. Nasılsa her mahallede bir milyoner yaratacaklar, mahallenin ağası olur bize de bakar dedim. Sonra devletçilik ortadan yitti.
Doğal, yok olur dedim. Modası geçti, devir rekabet ve neo-liberal ekonomi devri, komünizm bile bundan dolayı çöktü dedim. Sonra laiklik “faili meşhur” kişilerce
suikaste kurban edildi. Varsın olsun, dedim. Benim başörtülü bacımın da örtünmeye hakkı var, ufacık bir bez parçasıyla niye uğraşırlar, zaten dinimiz de bunu öyle emrediyormuş.. dedim. Sonra ulusalcılığı götürdüler. Yine ses çıkarmadım.
Varsın gitsin yoluna ne o ırkçılık ayakları falan, her gün “Türk’üm” diye bağırmalar..
Hem bu ülkede başka halklar da yaşamıyor muydu? Zorla kimseyi Türk yapamazsınız zaten. En son Cumhuriyeti alıp götürdüklerinde de sustum. Ama susmam yetmedi, benden onun aleyhine yalancı tanıklık yapmamı istediler. “Din adamıyım yalan söyleyemem” dediğimde ise beni de alıp götürdüler. Beni savunacak hiçbir kurum da kalmayınca anladım ki, Kemalist devrim bizim özgür ibadet yapmamızı ve
barış içinde yaşamamızı sağlayan gerçek bir rejimmiş
ve bunlar bizi kandırıyormuş.”

Biliyorum ki, buna karşı çıkacak kimi arkadaşlarımız, “O sözü söyleyecek en son kişiler imamlardır..” diyecek. Ancak Dolmabahçe Valide Sultan Camisinin müezzinine neler olduğunu anımsatırım.

Yukarıda duruma geldik mi gelmedik mi elbette tartışılır. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu istencinin (iradesinin) ortaya koyduğu Kemalist ilkeler bir bütün olarak değerlendirilmedikçe ve bir bölümünü alıp öbürlerini özümsemezsek,
sonucun ne olacağı belli. O nedenle Kemalizm’i bir bütün olarak algılamalı
ve ideolojisine saygı duyduğumuz kişiler yargılanırken yaptığımız itirazları,
hoşumuza gitmeyen kişiler yargılanırken de göstermeli ve odak nokta “Herkes için adalet” olmalıdır. Kimi hukuk kurumlarına herhangi bir davadan dolayı “lanet okurken”, başka davalarda “sonuna dek gidilmelidir” diyen kişinin sonu, yukarıda söz ettiğimiz Papazın veya imamın sonundan farklı olmayacaktır.

Böyle giderse ve Gezi olaylarından sonra gençlerin verdiği ileti,
alması gereken kişiler – kurumlar tarafından alınmazsa,
en sonunda iş o noktaya gelecektir.
Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Uyarması bizden. (14.10.13)

Prof. Dr. Ayhan FİLAZİ
ADD Genel Başkan Yardımcısı

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç : Boş yere umut vermeyin


Dostlar,

“Balyoz davası” kararını AİHM’ne “hemen” ve doğrudan götürmek için çok değerli bir gerekçeyi, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç sundu.. Bilerek – bilmeyerek.. Sağolsun diyelim..  

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru aşaması ile 2 yıl daha yitirilmeden doğrudan AİHM’ne başvurulabileceğini, başvurulması gerektiğini gerekçeleriyle sitemizde yazmıştık (http://ahmetsaltik.net/2013/10/10/hukuk-yikildi-ama-biz-yikilmadik/, 10.10.13) :

****

Bize göre karar düzeltimi (tashih-i karar) isteminin anlamı yoktur, zaman yitiğidir; aynı Daire (9. Ceza Dairesi) bu kararında herhangi bir düzeltme yapmayacaktır.

Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru da (md. 148) çıkmaz sokaktır.
Gerek Yargıtay gerekse Danıştay 12 Eylül 2010′da yapılan referandumla onaylanan 26 maddelik anayasa değişikliği kapsamında yeniden yapılandırılan HSYK tarafından adeta baştan kurulmuş gibidir. Yargıtay’a yeni atanan 160 üye blok olarak davranmış, 1. Başkan ve Daire Başkanları böylelikle belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi ise Cumhurbaşkanı’nın (Abdullah Gül) atamaları ile eski
2-3 üyesi dışında tümüyle yenilenmiştir.

Bu bakımdan, İHAS (İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi) bağlamında AİHM’ne (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) “ivedi” kaydı ile özel bir başvuru yapılması uygun olur. Bu başvuruda gerekçe olarak, iç hukuk yollarının biçim olarak bitmemekle birliktegerçekte bittiği, sonucun belli ya da kuvvetle öngörülebilir olduğu, bu yolda oyalanmanın en az 2 yıl gibi bir süre daha yersiz ve haksız gecikme anlamına geleceği, çoğu yaşlı olan hükümlülerin bu süre içinde sağlıklarının daha da bozulabileceği hatta yaşamdan kopabilecekleri, adaletin gerçekleşmesinin 2 yıl daha geciktirilmesinin kabul eilemeyeceği, adaletin
zaten uzun yıllardır katledilmekte olduğu… içerikli savunma yapılabiir.
(http://ahmetsaltik.net/2013/10/10/hukuk-yikildi-ama-biz-yikilmadik/, 10.10.13)

*****

Bir kez daha “yetmez ama evet” çi sığ aydınlara ithaf olsun…
12 Eylül 2012 Anayasa değişiklikleri (26 madde) referandumunda izlenen yol,
halka değişiklikleri yaldızlamak biçiminde idi..

Bu bireysel başvurunun bir tür “temyizin temyizi”, bir “üst temyiz” olmadığını
AYM Başkanı doğrudan belirtmekte..

Sevgi ve saygı ile.
13.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç : Boş yere umut vermeyin

Haşim Kılıç: Boş yere umut vermeyin

“Yargıtay’daki arkadaşlarımızı yıllardır tanırım. Donanımlı, bilgili ve tecrübelidirler. Başından beri de yıllardır bu dairede çalışmış, olaylara hâkim titiz ve tecrübeli bir ekiptir. Bu nedenle arkadaşlarımızın yanlış yapma ihtimali çok ama çok düşüktür.” (Hürriyet , 12 Ekim 2013)

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Yargıtay’ın Balyoz davası kararıyla ilgili ‘halen üst itiraz ve temyiz yolları açık’ değerlendirmelerine

Anayasa Mahkemesi temyiz makamı gibi gösteriliyor. Sonra insanlara
boş yere umut veriliyor. Mahkemenin kararlarına dair bizim böyle bir görevimiz yok. Bizimle ilgili süper temyiz algısı yaratmak son derece yanlış.
” dedi.

Bu yanlış algının aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) için de lanse edildiğini kaydeden Kılıç, şunları söyledi:

YENİDEN TEMYİZ YOK

“Bazı konuları bu vesileyle aydınlatmak gerekiyor. Çünkü özellikle Balyoz davasında Yargıtay’ın kararı sonrasında bizim veya AİHM’nin ‘süper temyizlerle süper kurtarıcı’ olduğumuz havası yaratılmaya çalışılıyor.
İlk olarak şunu söyleyeyim :

Anayasa Mahkemesi, temyize alınmış ve değerlendirilmiş davaların kararlarını yeniden temyize alma yetkisine sahip değildir. Bu konuda hüküm var.
Biz sadece eğer bize başvuru gelirse Yargıtay ceza dairesinin mahkumiyet kararlarına değil;

– yargılama süresince özgürlük ihlali var mı yok mu,
– sanık savunmaları hukuka uygun gerçekleşti mi,
– uzun tutukluluk ve yargılama hukuka uygun mu başvurularına bakabiliriz.

Onun ötesinde mahkumiyet ve hapis cezalarına müdahalemiz olamaz.
Aynı şekilde AİHM de Anayasa Mahkemesi’yle aynı görev ve yetkilere sahiptir. Sadece, AİHS’de belirtilen hak ve özgürlüklerle ilgili ihlal var mı buna bakar.
Suçun vasfına, delillere ve mahkumiyetin derecesine, ne AİHM ne de biz bakabiliriz.

BÜTÜN YARGITAY BİLİR

(Balyoz kararını veren Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin üyeleri ve kararlarına yönelik eleştiriler) Yargıtay’daki arkadaşlarımızı yıllardır tanırım. Uzun dönemdir burada başarıyla görev yapmaktadırlar. Donanımlı, bilgili ve tecrübelidirler. Başından beri de yıllardır bu dairede çalışmış, olaylara hâkim titiz ve tecrübeli bir ekiptir.
Bu nedenle arkadaşlarımızın yanlış yapma ihtimali çok ama çok düşüktür.
Bunu ben değil, zaten tüm Yargıtay bilir.

ANAYASADA SORUN BAŞKA

(Yeni anayasa görüşmeleri) Açıkçası yeni anayasa konusunda pek umutlu değilim. 60 civarında madde çıktı denilerek buna büyük önem atfediliyor. Bence onlar
sorun değil. Zaten benzer maddeler 12 Eylül döneminde bile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden aktarılmış benzer başlıklar. Asıl Türkiye’nin önünü açacak
sorunlu maddeler aynen duruyor. Takdir tabii ki Meclis’in, ama beklenti diğer
kritik maddelerin üzerinde. Yine de bu 60 maddeyi gelinen aşama olarak
takdirle karşılayabiliriz.”

Paranoya ile ülke bir yere varamaz

(Demokratikleşme paketi) Çeşitli vesilelerle hükümetin açıkladığı Demokratikleşme Paketi’nin bazı maddelerinin er geç önümüze geleceğinden bahsediliyor. 

Eğer Türkiye’yi demokratik anlamda rahatlatacak ve bir santimetre dahi de olsa bir adım atılıyorsa biz bundan endişe değil sadece mutluluk duyarız. Bunlar olursa şöyle kötü olur böyle kötü olur paranoyalarıyla, söylemleriyle bu ülkenin bir yere varması mümkün değil. Önemli olan bu ülkenin geleceğine güvenmemiz ve birbirimize inanmamız. Demokrasi ve özgürlük adına bu ülkede atılacak adımlardan korkmaya gerek yok ve daha atılacak adımlar olduğuna inanıyorum.

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/haberler/item/9000-anayasa-mahkemesi-baskani-hasim-kilic-bos-yere-umut-vermeyin.html

İLGİLİ YAZILAR:

“Devrimci iktidarı” kurmak zorundayız, başka seçeneğimiz de yok…

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/yazarlar/kemal-simsek/item/532-devrimci-iktidari-kurmak-zorundayiz-baska-secenegimiz-de-yok.html, 12.10.13

Erdoğan Teziç : ‘Hukuk dışı çözüm’

‘Hukuk dışı çözüm’

PORTRESİ

 

Prof. Dr. Erdoğan TEZİÇ

Erdoğan Teziç, kamuda türbanı serbest bırakma planının yargı kararlarıyla çeliştiğine dikkat çekti

 

‘Hukuk dışı çözüm’

* Hükümetin önerdiği seçim sistemi değişikliklerinin kamu yararı için değil, siyasi amaçlı olduğunu belirten anayasa profesörü Erdoğan Teziç, türban sorununun çözümü için geliştirilen formülün de hukuk dışı olduğunu söyledi.

‘Usul esası belirler’ diyen Teziç, ‘’Bu paket hazırlanırken muhalefet ile görüşülmesinde isabet vardı’’ diye konuştu.

Eski YÖK Başkanı, anayasa profesörü Erdoğan Teziç, demokratikleşme paketinde
yer alan seçim sistemi önerilerinin hiçbirinin kamu yararı amacı taşımadığını söyledi.

Teziç, kamuda türban düzenlemesinin de hukuk dışı olduğunu vurguladı.

Prof. Dr. Teziç, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı yeni demokratikleşme paketine ilişkin şu saptamalarda bulundu:

Usul esası belirler : Hukukta usul esası belirler. Bu paketin açıklanması aşamasında usulün de eğer paket demokratik içerik taşıyacaksa demokratik biçimde olması lazım. Başka bir deyişle bu paket hazırlanırken muhalefet ile görüşülmesinde ya da liderler düzeyinde bir görüşme yapılmasında isabet vardı.

Baraj tartışması : Bugüne kadar hiçbir siyasi parti iktidardayken, parlamento çoğunluğu elindeyken kendi aleyhine olabilecek bir seçim sistemini önermemiştir, önermez.
O bakımdan bu konuyla ilgili öneriler kamu yararına dönük değil, tamamen siyasi amaçlı.

İki millet olgusuna kapı açılır: Eğitim dediğimiz şey, çok erken yaşta vatandaşlık ve
yurttaşlık bilincinin verilmesini de içerir. Eğer anadilinde eğitim diyorsanız, o zaman siz bütün dersleri başka dilde vereceksiniz ki, burada gündemde olan Kürt dilinin eğitim dili olarak verilmesi; O zaman soru şu :

siz anadili olarak Kürtçe okutulurken, hangi vatandaşlık ve yurtseverlik bilincini vereceksiniz? Siz iki farklı dille eğitim sürecini başlatırsanız, iki farklı millet olgusuna da kapıyı açmaya başlarsınız.

Parası olmayan Kürt ne yapacak? Özel okulda anadilinde eğitim konusu beni çok şaşırttı. Bu düzenleme, özellikle parası olan, varlıklı Kürt kökenliler için geçerli olacak. Peki, ‘fakirler ne olursa olsun’ mu denilecek?

Türban çözümü                    : 

  • Türban konusu hukuk bir kenara bırakılarak fiilen çözülmek isteniyor.

Çünkü bu konuyla ilgili Anayasa Mahkemesi kararları var, onlar duruyor.
Bugünkü ortamda öyle anlaşılıyor ki, bunu fiilen çözme yoluna gidiliyor.

Bahçeli : Paket utanç vesikası!


Paket utanç vesikası!

  • Bahçeli yeni dönemin ilk grup toplantısında Erdoğan’a yüklendi:

portresi

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yeni yasama yılının
ilk grup toplantısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
önceki gün (30.9.13) açıkladığı demokratikleşme paketini
sert bir dille eleştirdi.

Milliyetçilikle demokrasinin ayrılmaz bir birlikteliği olduğunu savunan Bahçeli, Erdoğan’ın milliyetçiliğe duyduğu nefretin kökeninde demokrasi hazımsızlığı bulunduğunu belirtti.

Erdoğan’ın bölünme ve yıkımın ustası olduğunu kaydeden Bahçeli,

  • “Erdoğan’ın açıkladığı ve tarihi olarak da tarif ettiği sözde demokratikleşme paketi her haliyle milletimiz adına büyük bir utanç vesikasıdır.”
    diye konuştu.

Gezi Parkı olaylarında gençlerin bireysel hak ve özgürlük istemlerinin gazla, TOMA’yla ve şiddetle bastırıldığını kaydeden Bahçeli, teröristlere özgürlük bonkörlüğü yapmanın ahlaka sığmadığını ifade etti.

Bahçeli,

  • “Öğrencilere orman yolu gösterirken çok mu demokrattın,
    çok mu özgürlükçüydün?
    Medyayı susturan sen,
    yandaşları kollayan sen,
    oy vermeyenleri dışlayan sen,
    muhalifleri sindirme edepsizliğine soyunan sen,
    partilere tezgâh kuran sen
    kalkıp da demokrasi ve özgürlükte ahkâm mı kesmektedir?”diye konuştu. (Cumhuriyet, 2.10.13)

Şahin MENGÜ : Açın Şu Arşivleri!


Açın Şu Arşivleri!

portres_yakisikli
Av. Şahin MENGÜ

AKP, ertelenmezse bu gün (30.9.13) yeni demokrasi paketini açıklayacak. Bu pakette ne olduğu basına sızdırılan haberlerden öğrenildi.

 

Bu demokratikleşme paketinin içindekilerden biri de Tunceli’nin adının Dersim olarak değiştirilmesidir.

Tunceli’nin sorunu sadece ismi midir?
Tunceli ismi “Dersim” olarak değişince o bölge insanın sorunları mı çözülecektir?

TUİK rakamlarına göre, Tunceli göç vermemiş olsaydı, bugün için nüfusu 300 bin ila 350 bin arasında olacaktı.

Tunceli’nin bugün nüfusu 96 bin dolayında olduğuna göre, iki buçuk Tunceli daha ülkenin çeşitli bölgelerinde, ağırlıklı olarak da batı bölgelerinde yaşamaktadır.

Tunceli, okuryazar oranın en yüksek olduğu illerden biridir. Bu da verilen göçün,
yatırım eksikliği nedeniyle, ekonomik imkânsızlıklardan kaynaklandığını göstermektedir.

Yani Tunceli halkının sorunu, ilin adının “Dersim” olup olmamasından çok
sosyo-ekonomiktir.

Devletin orada asıl yapması gereken, ilin, bölgenin ekonomik ve sosyal sorunlarının çözmektir.

Bu ad değişikliğini savunan, emperyalizmin uşakları numaralı Cumhuriyetçiler,
Atatürk düşmanları ve bölücüler bu konuya hiç temas etmezler.

Bu basit bir ad değişikliği istemi değildir. Bu, Sevr’i yaşama geçirmenin
yolunu açmaktır.

O tarihte adı “Dersim” olan bölgede (Orası sadece Tunceli değildir) emperyalistler, ayrılıkçı ve Türk düşmanı feodal beyleri kullanmışlardır.

Devlet olmanın gereğini yapan genç Cumhuriyet bu isyanı bastırmıştır.

Atatürk’ün koyduğu Tunceli adını, feodaliteyi, gericiliği çağrıştıran
“Dersime” çevirmeğe çalışanlar, insan aklının pek de kabul edemeyeceği bir tezi, “orada, devletin halkı tahrik ederek isyan çıkarttığını ve bundan sonrada kendi halkını katlettiğini” ileri sürmektedirler.

Artık Türkiye’nin siyasal istismara açık bu sorunu aydınlatması gerekiyor.
Eğer gerçekten, devlet önce halkını kışkırtıp, sonrada orada katliam yaptıysa
bu ortaya çıkartılmalıdır.

Ama feodal beyler, özellikle İngilizlerin tahrikiyle isyan etmişlerse,
bunun da bilinmesi gerekiyor ki, bazı şarlatanlar bir daha bu konuyu
istismar edemesinler.

Bunun için bazı numaralı cumhuriyetçilerin ileri sürdüğü gibi, bugüne kadar ortaya çıkan belgeler yeterlidir, bir araştırmaya gerek yoktur, elimizde tanık ifadeleri vardır gibi, safsataya kulak asmadan çok ciddi bir bilimsel araştırmaya gereksinim vardır.

Arşivler açılsın bu konu bilim adamlarının incelemesine sunulsun deyince, bölücüler, numaralı cumhuriyetçiler aynen sözde Ermeni soykırımı iddialarında olduğu gibi, gerçeklerin ortaya çıkmasından korktukları için buna şiddetle karşı çıkmaktadırlar.

Yapılması gereken şey, Türk ve yabancı bilim adamlarından oluşacak bir bilim kurulu kurup, Devletin bütün arşivlerinin yanında, bu bölgede daima çıkarlarını kovalayan, İngiliz, Fransız, ABD ve Rus arşivlerine de girilerek, çapraz incelemeyle ciddi bir rapor hazırlanmasıdır.

İşte o zaman isyanın, devletin, katliam yapmak için yöre halkını tahrik etmesi sonucu mu çıktığı; yoksa bölgede eskiden beri bir Kürt devletinin kurulmasında yararı olan emperyalistler tarafından mı çıkartıldığı anlaşılır.

Olayın tanıkları elbet de önemlidir.
Ama tanık, gerek hukukta ve gerekse sosyal olaylarda en tehlikeli ve zayıf delildir.
Tanık beyanlarının yazılı, delillerle doğrulanması gerekir.
1938’de on yaşında olan bir insan 2012’de 84; yirmi yaşında olan ise 94 yaşındadır.
Açıklamalarına saygı duyulur ama, bilimsel bir araştırma için tek dayanak olarak kabul edilemez.

  • CHP’nin yapması gereken, AKP’nin peşine takılarak Cumhuriyet düşmanlarına destek anlamında bir yasa teklifi vermek değildir.

CHP’nin yapması gereken; Türk ve yabancı bilim adamlarından oluşacak bir komisyon kurulup, Devletin bütün arşivlerinin yanında, İngiliz, Fransız, ABD ve Rus arşivlerine de girilerek ciddi bir rapor hazırlanmasını istemek olmalıdır.

İktidar buna yanaşmazsa, ki gerçeklerin ortaya çıkmasından korktukları için buna yanaşmayacaklardır, CHP finansmanını bulup, bu araştırmayı kendisi yaptırmalıdır.

Şahin Mengü
http://sahinmengu.blogspot.com/2013/09/acin-su-arsivleri.html, 29.9.13

REŞİT GALİP BİR KEZ DAHA ÖLDÜ!


Dostlar,

Bu sitede daha önce, övünç duyduğumuz meslek büyüğümüz Dr. Reşit Galip hakkında yazdık.. (http://ahmetsaltik.net/2012/09/20/dr-resit-galip/, 20.9.12)

Yeri gelmişken, erişkesi (linki) yukarıda verilen bu yazının okunmasını diliyoruz.
41 yaşında öldüğünde cebinde 5 (beş!) TL para çıkmıştı..

“ANDIMIZ” ın sözlerini o yazmıştı..

“ANDIMIZ” ın ortaokullardan sonra ilkokullardan da kaldırılması düşüncesini
kabul edilemez buluyoruz..

AKP iktidarını bu çılgın ve son derece yersiz girişimi gündemden çekmesini diliyoruz.

Meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı‘nın yazısını aşağıda, kendisine teşekkür ederek sunuyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
02.10.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==================================

REŞİT GALİP BİR KEZ DAHA ÖLDÜ!

DR. REŞİT GALİP
(1893-1934)

Image

Türkiye’nin büyük günü 30 Eylül’de Demokratikleşme Paketi açıklandı.
Oysa, buna Demokratikleşme Torbası demek daha uygun düşerdi. Ele geçen ne varsa içine atılmış. Anadilde eğitim, Türk abecesinde bulunmayan harfler ve elbette
el çabukluğuyla torbaya sokulan türban!

Andımız” da kurtulamamış torbaya girmekten!

Image

Andımız deyince Dr Reşit Galip’i unutmak olmaz! 23 Nisan 1933’te Dr Reşit Galip tarafından yazılan ve okullarda öğrenciler tarafından okunan Andımız, bugün demokratikleşme kurbanı oldu! Bu ülkede Şovenizm ve Irkçılık ile yaftalayıp da aşamayacağınız engel olmadığı bir kez daha anlaşılmış oldu.

Dr Reşit Galip kemikleri sızlayanlar arasındaki yerini almıştır bu yok sayışla. Kırk bir yaşında yaşama veda ettiğinde kitapları, bir karyolası ve yorganından başka bir şeyi olmayan bu Cumhuriyet insanının 1933’teki Üniversite Reformu’nun öncülerinden olduğunu bilenlerin sayısı da çok olmasa gerektir.“Andımız”ın tarihe karışmasına
alkış tutan ve zaman yitirmeden basında boy göstermekte sakınca görmeyen akademik unvanlılar bana Sakallı Celâl’in şu aforizmasını bir kez daha anımsatmış oldu!

“Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür!”

Sakallı Celâl’in bu sözleri dünya döndükçe, yaşam sürdükçe birilerine kapak olmayı sürdürecek gibi görünüyor.

Yapılan açıklamalara bakılırsa paketlerin biri diğerini izleyecek!

Bugünkü paketle Dr Reşit Galip bir kez daha öldürülmüştür. Hem de canevinden vurularak! Ama asıl yok edilmek istenenin, O’nun aracılığıyla Türkiye Cumhuriyeti olduğu gerçeği akıldan çıkartılmamalıdır.

Ceyhun BALCI, 30.03.2013

Image

Share this:

DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ

Dostlar,

“DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ BASIN TOPLANTISI” 30.9.13 sabahı yapıldı ve Başbakan RT Erdoğan gerekli açıklamayı yaptı.

RTE_basin_topl._30.9.13

Konuşma metninin tümünü aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayarak okuyabilirsiniz.

DEMOKRATIKLESME_PAKETI_BASIN_TOPLANTISI_30.9.13

Sıkıştırılarak dolu dolu 12 sayfa olduğundan pdf olarak veriyoruz
(Kaynak : http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pActuelDetail.aspx)

Önemli yerler boyanarak dikkat çekilmiştir.

Paketin adı “AÇILIM” sözcüğünü içermemektedir.

Uzuuuuuuun bir giriş yapılmaktadır.
İçerik belki birkaç sayfada özetlenebilir ama yersiz uzun bir gerekçelendirme var.
Sık sık uzatılan ve içtenlik taşımayan hitap tümceleri de öyle..
Ve de yine sıklıkla yinelenen bu paketin “son” olmadığı..

Bu tümceler, nasıl bir ruh hali içinde olunduğunu ele vermekte.

Hızla okunmasını salık veririz..

Paket ABD güdümlü, AKP-PKK Koalisyonu ürünüdür!

Paket yaşama geçirilebilirse
Türkiye daha yeşil olacak..
Seküler – laik yaşam alanları daha da daralacak..
Kamuda türban serbest.. (Asker, polis, savıcı – yargı. dışında)

İnançları yerine getirmeyi engellemeye 1-3 yıl hapis..

– Öğrenci dersten çıkıp namaza gidecek,
– doktor ameliyatı erteleyecek veya ara verecek,
– asker eğitimi bırakıp ibadet arası isteyecek..

Hınk mınk edilirse de 1-3 yıl hapis..

Seçim sistemiyle sinsice oynanacak ve AKP, oyları %35’lere gerilese bile
salt çoğunlukla iktidar olacak..

Anadil dışında eğitim ise şimdilik yalnızca özel okullarda..
Ama bunun için anayasa değişikliği zorunlu.. (Prof. Süheyl Batum..)

BDP’ye göz kırpma var..
Acele etme, sabırlı ol iletisi var..
Alevilere hiçbir şey yok, başka paket bekleyin.. var..

  • Tüm yollar AKP’ye çıkıyor..
    Paket AKP’yi yerel seçime “kavuşturacak”… 

Bu paket epey konuşulacak..
BDP’li Türk : “Paket kapak gibi.. “buyurdu… Diyarbakır’da hayal kırıklığı varmış..
Onbinler yürümüş ve “AL PAKETİNİ BAŞINA ÇAL!” diye kükremişler..
Akiller de paketi beğenmemiş..

MHP ve CHP 1.10.13’te açıklama yapacaklar..
Cumhuriyet’in temel kazanımları, AKP iktidarında adım adım daha da
yıkıma uğratılacak (tahrip edilecek..)

  • Yerel seçimlerden başlayarak SEÇİM İŞBİRLİĞİ ile
    AKP’den ivedilikle kurtulmak giderek daha ivedi bir gereklilik oluyor..

Öte yandan AKP’nin RTE’sinin – RTE’nin AKP’sinin ayakları giderek dolanıyor..

Erdoğan “Demokratikleşme“ paketini kamoyu ile paylaştı.

Ulusal Kanal’dan Can Ataklı paketi yorumladı..
Yaklaşık 25 dakikalık program aşağıdaki erişkeden (linkten) izlenebilir..

http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=ubJACUTcx4U&list=UU6T0L26KS1NHMPbTwI1L4Eg

Sevgi ve saygı ile.
01.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net