Etiket arşivi: demokratik anayasa

Önce doğru anayasal bilgi

İbrahim Ö. Kaboğluİbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 14.09.2023 BİRGÜN

1 Eylül Anayasa çağrısına  “Anayasal totalitarizme hayır!” yanıtım üzerine 27. Yasama döneminde TBMM’de en yakın çalışma arkadaşım ve sevgili meslektaşım Dr. Sibel Özdemir’in tweet paylaşımı anlamlı:

“CB’nin 2017 Anayasası ile yok saydığı, itibarsızlaştırdığı “Siyasi Partiler, Üniversiteler, Yüksek Mahkemeler, Barolar, STK’lara demokratik Anayasa için destek çağrısı oldukça ironik. Asıl ve acil çağrı bu Kurumların olmalıydı.”

Cumhurbaşkanı, 12 Eylül’de daha kararlı: “Türkiye Yüzyılı hedefimizin unsurlarından biri olan yeni anayasayı milletimize kazandırana kadar çalışmayı, gayret etmeyi, mücadeleyi asla bırakmayacağız.”.

Tarihsel bilgi yanlışlarını bir yana bırakarak güncel sorunlara ilişkin düzeltme, saptama ve öneriler yapacağım:

1) “12 Eylül yönetiminin ülkemizin kalbine sapladığı en büyük hançer, üzerinde hala konuştuğumuz, tartıştığımız 1982 darbe anayasasıdır.”

12 Eylül söylemi, şu üç gerçeği örtmemeli:

-Kitlesel kıyımlar, 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle Cemaat palazlanması karşıtı ve laik düzen yanlılarına yapıldı; FETÖ işbirlikçileri korundu.

-Anayasal onarım, 1987-2004 değişikliklerinde insan hakları ve demokrasi yönünde 1982 metninin iyileştirilmesidir.

-2017 değişikliği; Hükümeti, siyasal sorumluluğu ve denge-denetim kurallarını kaldırarak Anayasa tarihimizde “en derin kopuş” tur.

  • Özetle; eğer yürürlükte bir darbe Anayasası varsa, bu 1982 değil 2017 metnidir.

2) “Türkiye, çok daha iyi bir anayasayı ziyadesiyle hak ediyor . Doğru; Türkiye’yi çağdaş anayasacılıktan “en çok” uzaklaştıran ve kendi tarihine “en çok” yabancılaştıran, hiçbir darbe Anayasasını aratmayan bir “anayasa dışı kurgu” ayracı kapatılmalı.

3) “…kağıt üzerinde çok iyi metinlere sahip anayasaları olup da demokrasiden ve hukuk devletinden çok uzak uygulamaların hüküm sürdüğü ülkeler de söz konusudur.” Bu sözler,  AKP’ye bırakılan anayasal mirasa karşın,  2017 öncesi “anayasasızlaştırma” teyidi gibi.

 4) “… bize lazım olan, lafzı, ruhu ve hacmiyle, milletimizin dünyaya ve hayata bakışına, ülkemizin birikimine ve hedeflerine uygun bir anayasa metnidir.” 2017 kurgusu, Osmanlı-Cumhuriyet birikimini tümüyle yadsıdığı gibi, son 25 yılın “sivil anayasa”  çalışmalarının hiçbiri bunu önermemişti.

5) “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş yapılırken anayasayı tümden yeniden yazma teklifimiz, yine muhalefetin uzlaşmaz tavrı sebebiyle maalesef hayata geçemedi…” Ama 18 madde, demokratik muhalefete karşın, Anayasa dışı ve meşru olmayan yol ve yöntemlerle dayatıldı.

6) “Ülkemizin iki asırlık yönetim sistemi arayışının zirvesi olarak gördüğüm, ilk dönemini bitirip ikinci dönemine girdiğimiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni de bu kapsayıcı muhasebenin bir parçası kabul ediyorum.” Bu sözlerCBHS’nin iflasının itirafı…

7) Buradan tüm siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına, akademi mensuplarına sesleniyorum, gelin konuşalım, tartışalım, müzakere edelim ama bu süreçten kaçmayalım..”. Hangi ortamda? Kendinizi bütün kamu görevlilerinin disiplin amiri yaptınız (R.G. 30.04.2021) ve size bağlı DDK’ye, “derneklerde, vakıflarda, kooperatiflerde, birliklerde ve bu kurum ve kuruluşların ortaklık ve iştiraklerinde “ denetim  yetkisini tanıdınız (RG 26.08. 2021).

8) ÜÇ SAPTAMA:

-Ana sorun: Hesap verebilir siyasal iktidar yoksunu anayasal düzen, demokratik değil.

-Vahim durum:  Resmi kurumlar -üniversiteler dahil- talimatla biat kültürüne sokuldu; yarı resmi ve sivil örgütler işlevsiz kılındı.

-En vahim olanı: 12 Eylül sonrası tasfiyeler, 80’lı yıllar sona ermeden onarıldı; 20 Temmuz 2016 kıyımları kalıcı kılındı; yeni kıyımlar sürüyor, özgürlükten yoksun kılmaya değin.

9) ÖNKOŞUL: Tartışma ortamı için, Anayasa’ya ve düşünceye saygı duyulmalı; Anayasa’ya aykırı uygulamalara ve düşünce suçlarına derhal son verilmeli…

10) ÖNCELİKLİ GEREKSİNİMDOĞRU BİLGİ: AKP, devraldığı anayasal mirası 15 yılda yok etti; Türkiye’yi “anayasasız” bir zemine sürükledi ve böylece iktidarının bekasını sağladı. Şimdi ise, “toplum mühendisliği” için Anayasal bilgi kirliliği yayıyor. Oyun büyük. Bu nedenle, doğru bilgi öncelikli…

Kuzey (Ankara) güney ekseni: Meclis mi, kişi mi?

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset 20.07.2023, BİRGÜN

10 Temmuz sabahı İstanbul’da  ‘İsveç’in NATO üyeliğine hayır’ sözü, akşam Vilnius NATO zirvesinde, ‘evet’e döndü; ama “nihai karar TBMM’de” kaydı da eklenerek. Oysa “Parlamenter sistem tartışmaları bir daha açılmamak üzere kapanmıştır” sözü belleklerde.

AKP Genel Başkanı ve CB Erdoğan’ın gün içindeki ‘hayır’-‘evet’ çelişkisi ve AB kartını kullanması karşısında Avrupalılar, “görüş değiştirme yeteneği yüksek kişi”, “pazarlıkçı” ve “ucuz şantaj denemesi”  vb. nitelemeler yaptı.

Türkiye’de insan hakları ihlallerine ilişkin soruları ise, ‘bu konularda sorun yok’ şeklinde yanıtlandı.

MANEVİ RÜZGÂR!

Doğru, Anayasa düzleminde  basın ve ifade özgürlüğü güvenceleri de var. Ama sorunun kaynağı, “2017 kurgusunun anayasasızlaştırma sürecine ivme kazandırması eşliğinde  yargının siyasallaşması.

Aslında yasama-yürütme karşılıklı denge ve denetim düzeneği kaldırılmasa, yargı bağımsız karar verebilse, anayasal hak ve özgürlükler saygı görecek; ülke, “siyasal ve düşünsel suçlular” hapishanesine dönüşmeyecekti.

2017 kurgusu sonucu parti genel başkanı da olan CB, kendi iradesi dışında TBMM’nin karar alamayacağını da biliyor.

Oysa özerk TBMM, uluslararası ilişkilerde ulusal çıkarları savunmada hükümetin ve yöneticilerin elini güçlendirir.

Bu nedenle, “Meclis karar verir” sözü, “parlamenter sistem” tartışmasını kapatmak bir yana, açmakla gerçekçi olur; üstelik, Anayasa değişikliği gündeminin sıcak tutulduğu bir ortamda.

Parlamenter rejimde, başbakan, Hükümeti temsilen açıklama yapacaktı ve akşama kadar değişmeyecekti, Meclis’e yaptığı yollama da inandırıcı gelecekti.

Talimat ile yasa yapan Cumhur İttifakı, hayır oyu bir yana, CB tezkeresini müzakere bile edemez

Şu halde kurumlara ve kurallara dönüş, Türkiye’nin uluslararası toplum önündeki saygınlığı bakımından da yaşamsal. Uluslararası ilişkilerde sürekli savrulmalar, parlamenter rejim gereksinimini her gün daha çok hissettiriyor.

Kuşkusuz bu okuma, parlamenter rejim yanlısı ‘demokratik muhalefet’çe yapılmalı.

Ne ki, 2023 hezimeti, monokrasi ayracını kapatmak için demokratik itici güç değil, teslimiyet yaratmış görünüyor.

Bu nedenle demokratik anayasa, yurttaşlar ve sivil toplum örgütleri başta gelmek üzere toplum tarafından istenmeli.

“Parlamenter sistem, Meclis demek. Tartışmaya bile karşı çıkan kişinin “Meclis karar verir” sözü, bir çelişki değil mi? Hem TBMM önemsenecek, hem de Temmuz sonu bile beklenmeden Meclis kapatılacak. Neden?

İsveç’in NATO’ya giriş onayını geciktirmek mi yoksa, nasılsa 1 Ekime  kadar Meclis kapalı olacağı için siyasal İslam çalışmalarına ivme kazandırmak için mi?

ÜLKESEL YAĞMA!

Meclis’i işaret ederek göz kırptığı Kuzey’in manevi rüzgarı, 17 Temmuz’da Ankara’yı güneye yönlendirdi, “maddiyat” için: Para karşılığında ulusal varlıklar.

Riad, BAE ve Katar yolunda ise, bu kez “Biz neyi satacağımızı çok iyi biliriz” sözleriyle “ülke pazarlaması itiraf ediliyor.

Güney hattında, içerisi ve dışarısı birbirini tamamlıyor gibi:

İÇERİDE: Menzil TarikatI’na tıpkı Hizmet Cemaati’ne olduğu gibi, “ne istedilerse verilmiş” görünen ve anlaşılan.

DIŞARIYA: İslam dünyasına da çok değerli ulusal varlıklar satılacak!

Hangi ortamda? Kuzey’de işaret edilen Meclis, hemen kapatılarak; Güney’e ise, ülkeyi pazarlamak için “aile boyu saltanat gezisi” düzenlenerek.

  • Baltık Denizinden Basra Körfezi’ne savrulmalar, 14 ve 28 Mayıs seçimlerinin sonucu.

Muhalefetin yapabildiği ise, TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırmak.

Oysa TBMM gündemi, içeride yoksullaştırılan halkı ölesiye soyan vergilerle sınırlı kalmamalı, ulusal değerlerin satışına yönelik eylem ve işlemleri de olmalı.

CHP, Yeşil Sol P, İYİ P. SP ve diğerleri, CB’nin, NATO ile ilgisi bulunmadığı halde AB kartını kullanma girişimi karşısında TBMM’de “demokrasi ve hukuk”, en değerli varlıkları pazarlama karşısında ise, ‘ülkesel değerler’ savunmasını yapabilmeli.

Demokratik parlamenter rejim isteyen partiler, azınlık bilinci ile davranamadıkları sürece, ne ulusal değerleri savunabilir, ne de  uluslararası ilişkilerdeki savrulmaların önüne geçebilir; olsa olsa “tek kişi dümeni”ne girer.

Seçimler-3: ‘‘Hangi Anayasa’’ gündemi?

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset 15.06.2023, BİRGÜN

İlk yazıda, adil seçim ilkesini zedeleyen hukuksuzluklara,

ikincisinde 14 Mayıs yasama tercihi ve 28 Mayıs öncesi  savrulmalara değinmiştim. (AS: Seçimler-2: 14 ve 28 Mayıs | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM)

Bu yazı ise, 28 Mayıs sonucu ve 2028’e giden yolda anayasal tehlikeler üzerine.

18 Haziran seçimleri, 2+1 tasarımına yönelikti: TBMM+CB seçimi, anayasal tercihi de ortaya koyacaktı: ‘demokratik parlamenter rejim’.

Deprem güncel, 14 Mayıs ise tarihsel kaldıraç olarak kullanılarak beş hafta öne alınan seçim sonuçları, öngörümün tersi anlamında geçmişe yönelik olarak okundu: ‘2017 kurgusu teyidi’

İKTİDAR ARACI

Cumhur İttifakına göre, 2017 kurgusu ‘Anayasa sayfası artık kapandı’.

Aynı İttifak, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS -kendi deyimleri) veya Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY –kendi deyimim) için de 2018 seçimleri sonrasında benzer ifadeler kullanarak ‘demokratik Anayasa önerileri’ni perdelemeye çalıştı.

Ne var ki, Millet İttifakı’nın demokratik parlamenter rejim hazırlıkları,  Cumhur İttifakı’nı 1 Şubat 2021’de ‘sivil anayasa’! gündemine yönlendirdi.

Parlamenter rejim çalışmalarının somutlaşması karşısında Anayasa gündemi için  bu kez, ‘seçim sonrası’nı işaret eden PBDBY yanlıları, 28 Mayıs sonrası, yine ‘sivil anayasa’! demeye başladı.

Görünen o ki Anayasa, TBMM’nin 28. Dönemin gündemde olacak.

Hangi ortamda? 2017 kurgusu öncesi ve sonrası Anayasasızlaştırma   ve bilgi kirliliği süreçlerinin yoğunlaştığı  bir dönemde.

Bakanlık devir konuşmaları keyfi yönetim itirafı oldu: Keyfi ve fiili (eylemli) yönetimden hukuksal düzene geçişe yönelik -özellikle İçişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı- konuşmaları, seçimler sonucu siyasal iktidarın eldeğiştirdiği izlenimini yaratmayı amaçladı.

Oysa keyfilik,  2017 kurgusunun sonucu idi. Seçimler ise, tek kişilik hükümeti meşrulaştırma vesilesi olarak kullanıldı.

Anayasa’nın yeniden gündeme getirilmesi, şu üç amaçla anlaşılabilir:

-2017 kurgusunu pekiştirmek,

-Toplum mühendisliğini amaçlayan (başörtüsü ve aile) Anayasa değişiklik teklifini genişleterek yenilemek,

Derinleşen iktisadi bunalımı perdelemek.

Ne yapmalı?  Cumhur İttifakının ‘Anayasa gündem tekeli’ni kırmak. Bunun iki önkoşulu var: Doğru bilgi ve demokratik anayasa çalışmalarını sahiplenmek.

DOĞRU BİLGİ İÇİN…

Bakanlar listesi ve devir-teslim konuşmaları, 2017 kurgusuna karşı medya kuruluşlarını bile ‘kabine, hükümet ve bakanlar kurulu’ vb. kavramlar eşliğinde ‘parlamenter rejim sanal izlenimi’ yaratma yarışına soktu.

Yanlış kullanım, ‘seçimler bir anayasa oylaması oldu’ görüşüne ve haliyle PBDBY’nin meşrulaşmasına katkıdan başka bir işe yaramamakta.

Bu nedenle medya, sivil toplum örgütleri ve yurtseverler, gelişmeleri  yakından izlemek görev ve sorumluluğunda:

-Yürütme (CB) ve İdare (Bakanlar), Anayasa’nın emredici hükümlerine  ne ölçüde saygı gösteriyor?

-Yasama, Anayasa’nın özüne ve sözüne saygılı yasa yapıyor mu?

– Bu bağlamda, TBMM’ye -CHP listelerinden- giren Millet İttifakı adayları, katkı vermiş oldukları anayasa çalışması ile ne ölçüde tutarlı davranabiliyor?

Bunlar, olası bir anayasa değişikliği dayatması öncesinde sınav niteliğinde söylem, eylem ve işlemler olacak.

Şu halde asıl sınav, Millet İttifakı için şimdi başlıyor. Ancak ‘Anayasa, siyasetçilere bırakılamayacak kadar ciddi bir alan’ olduğu için sınav, anayasacılar ve hukukçular başta, sivil toplum örgütleri, özgür ve demokratik toplum savunucusu bütün yurttaşların.

ANAYASA UYANIKLIĞI

Başörtüsüne mutlak özgürlük ve güdümlü aile anlayışı öngören Anayasa değişiklik önerisini genişleterek yeniden gündeme getirme olasılığı nedeniyle,

-Cumhur İttifakı’nın yeni bileşenleri ile anayasal kazanımları sıfırlama isteği nedeniyle,

-2017 Anayasa kurgusu yerine, demokratik parlamenter rejim için yapılan -çelişki ve yetersizliklerine karşın- Anayasa çalışmalarını gündeme getirebilmek için.

Anayasa sınavı ve uyanıklığı, her zamankinden çok daha yaşamsal; bugünkü durumu bile aramak zorunda kalmamak için. Hep öyle olmadı mı?

“Hayır” (2017) ve “Evet” (2023)

“Hayır ruhu” ve “evet ittifakı” da denebilir. 2017’de Anayasa değişikliğine karşı “hayır bloku”, “hayır ruhu” ile örtüştü. “Evet” ise ancak hayır ruhu esinli Anayasa ittifakı üzerinden oluşturulabilir. Zira, monokratik anayasa kurgusunu reddedenler, 2023’te demokratik anayasa seçeneğini sunabilmeleri ölçüsünde evet ittifakını örgütleyebilirler.

Bu yapılabilir mi?

Zorluk şurada: 2017’de ortak felakete karşı geniş ittifak oluşturmak için seçenek sunma gereği yoktu. 2023’te ise, demokratik gelecek için yapılacak öneriler etrafında ittifak kurmak gerekiyor.

Daha kolay çünkü monokrasi, yarı yolda tökezledi. Nasıl? 1 Şubat 2021’de tek kişi yönetimi, anayasal kurgunun sürdürülemez özelliğini doğruladı. Bu itiraf, hayır blokunun demokratik anayasa arayışına ivme kazandırdı.

Gelecek, ancak dünden ders çıkarılarak tasarlanabileceğinden, kısa bir bellek güncellemesi yararlı olur.

YAKILANLAR

2016 ve 2017 ortam ve koşullarında, kanlı darbe girişimcilerine karşı mücadele bahanesiyle ilan edilen OHAL, insan hakları ve demokrasi savunucularına karşı kullanıldı. OHAL KHK ek çizelgeleri yoluyla, cemaat ve darbe karşıtı on binlerce kamu görevlisi, öğretmen ve öğretim üyesi, gece yarılarında sokaklara atıldı.

  • Anayasa değişikliği, toplu kıyım aygıtı işletilerek dayatıldı.

Dönemin Başbakanı’nın itirafıyla, kurunun yanında yaş da yakıldı.

KURTARILANLAR

Hukuk devleti savunucuları, yargısız infaz yoluyla “ölüm-ötesi yaptırımlar” a tabi tutularak darbecilere karşı etkili mücadele sulandırıldı. Böylece, darbe girişimine giden yolu döşeyenler, yani FETÖ’nün siyasi ayağı kollanmış oldu. Kısaca, kurular kurtarıldı.

Sonuç : Darbe girişimi ile doğrudan veya dolaylı bağlantısı bulunmayan suçsuzlar, “kurunun yanında yakıldı”; ne var ki, darbe failleriyle birlikte en az on yıl devleti yönetmiş zanlı “kurular kurtarıldı”.

NEDEN YIKILDI?

Darbe girişimcilerine karşı etkili bir mücadele yerine anayasal düzeni yıkma nedeni, yakılan ve kurtarılanlar çelişkisinde saklı: Yönetimi tek elde toplamak suretiyle Cemaat’in rahle-i tedrisinden geçmiş olanlarla yola devam; ama demokratik olmayan bu sürece muhalefet edebilecek kesimleri yakmak.
Ya sonuç? Ülkeyi 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne götüren AKP-Cemaat eksenindeki hukuk ve liyakat yokluğu, AKP-MHP ittifakına kaydı. Bugünkü genel görünüm bu.

ÜÇ MAYMUN

Anayasa oylaması öncesi, KHK ek çizelgeleri üzerine art arda itiraflar, sonrasında yerini üç maymuna bıraktı.

İtiraf: Çizelgede kimlerin adının yer aldığını basından öğreniyoruz, listeleri biz değil MİT hazırlıyor; kurunun yanında yaş da yanıyor, 17 Nisan sonrası Anayasa oylaması hataları düzelteceğiz.

Oylama sonrası ve özellikle 24 Haziran seçimleri sonrası, AKP’liler, ‘konuşmadım + duymadım + görmedim’ üçlüsünün çok ötesine geçerek inkâr ve iftiralara başladı.

Nasıl? Adil yargılanma hakkı, hukuk ve liyakat isteyen yurtseverler ile FETÖ ve PKK arasında paralellik kurarak: FETÖ inkârı ve PKK yaftası. “Beka” ve “dış güçler komplosu” vb. tehditler, 2023 seçimleri için devlet aygıtı bütünü seferber edilerek, CHP başta, HDP, İYİ P. ve Cumhur İttifakı’nı desteklemeyen partileri terörize etmek için kullanılacak.

HAYIR RUHU

Bu nedenle, en geç Haziran 2023’te yapılacak seçimde “hayır ruhu”, demokratik Cumhuriyetçiler için kaldıraç işlevi görmelidir.

Nasıl?

2017 baskıcı, hileli ve gayri meşru oylamasına karşın, Haziran 2018 baskın seçimlerinde yeterli demokratik ittifaklar oluşturulamadı. Buna karşılık, ulusal ölçekte oluşan 2017 “hayır ruhu”, 2019’da yerel demokrasilerde uygulandı. Bu başarı, 2023 korkusunun Cumhur İttifakı’nı sarıp sarmalamasına yetti.
Demokratik Cumhuriyet” ittifakının oluşumunu engellemek için her türlü iftira ve tehdit, bunu doğruluyor. “2023 adeta istiklal mücadelesi verilecek yıl olacak” sözleri (AKP Gn. Bşk.) güncel bir örnek.

ANAYASA İTTİFAKI

Tehdit, komplo ve kumpaslar, ancak demokratik cumhuriyetçilerin “anayasal tasarımı” ile aşılabilir: Geçiş dönemini hazırlamak ve devleti, bu tasarım ereğinde yönetmek.

Şu halde, “evet ağı”, anayasa çalışmalarını somutlaştırarak örülmeli.

“Halk, sistem veya anayasa derdinde değil, geçim derdinde” vb. söylemlere karşın topluma, demokratik sistem ve anayasa yoksa “insan onuruna yaraşır” bir geçim olamayacağı iyi anlatılmalı. Eğer bunları şimdi tartışamaz isek, 2023 sonrası tartışma ortam ve olanağı bile kalmayabilir.

“Kanunsuz emir” kıskacındaki Anayasa ve toplum

“Kanunsuz emir” kıskacındaki Anayasa ve toplum

author

Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz” (md.137/2).

“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” (md.34/1).

Gözaltı ve yakalama ve tutuklama koşulları da Anayasa’da sayılmakta (md.19).

Boğaziçi Üniversitesi (BOÜN) rektör atamasını protesto eden öğrencilerin ne kadarı, md.34’ü ihlal etti?

Buna karşılık, kolluk güçlerinin kullanılmasında, “konusu suç teşkil eden emir” sayısı ve bunu yerine getirme oranı nedir?

Anayasal hakkı kullanan kaç öğrenci, md. 19 koşullarına uyularak gözaltına alındı ve tutuklandı?

Bu sorular, kamusal yetkilerin makamlar ve normlar hiyerarşisi içinde kullanıldığı varsayımı ile soruldu. Ne var ki olaylar, daha çok Ankara’nın yönlendirmesi ile tırmandı: görev + yetki + sorumluluk zinciri bakımından İst. Emniyet Müdürlüğü ve Valiliği yerine İçişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı ve Cumhur İttifakı ortağı öne çıktı.

  • Kısacası, kamusal gücü kullananlar, Anayasa ve yasa ihlallerini alışkanlık haline getirdi.
Böyle bir ortamda, “şimdi yeni anayasa vakti” sözü, “yürürlükteki Anayasayı askıya alma” eyleminin itirafı gibi.
“Anayasa suçu”, 2017 Anayasa değişikliği gerekçesi idi. Şimdi ise, aynı eylemde birlikte davrananlar, bir adım daha atarak Anayasa yapımını öneriyor.

Boğaziçi Üniversitesi vakası, Anayasa ötesine geçerek toplumsal yapı tasarımı üzerine de somut ipuçları veriyor.

O. Kavala’nın eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra’yı hedef alarak,

  • “Bu ülkede Soros’un adeta temsilcisi olan kişinin karısı da aynı şekilde Boğaziçi’nde provokatörlerin içerisinde yer alan bir kadındır”

sözleri ile Cumhurbaşkanı, itiraf ve tasarımı dışa vurdu: Mahpusun siyasal niteliği ve kadın-erkek ilişkisine bakış tarzı. Herhangi bir söylem veya eylemi nedeniyle değil; sırf BOÜN’de öğretim üyeliği ve O. Kavala’nın eşi olması üzerinden Prof. Buğra’nın hedef gösterilmesi, TCK ihlalinden ayrı olarak, “tek kişi” ile inşa edilmekte olan yönetim tarzını niteleme üzerine çalışma gereğini gösteriyor.

Müttefiki Bahçeli de, anayasal haklarını kullanan öğrencileri değil sadece, onları sahiplenenlere hakaretamiz sözleri ile yoldaşlığı pekiştirme yarışında. CHP Genel Başkanı’na yönelik sözleri, ibret verici:

  • Kılıçdaroğlu ya aklını peynir ekmekle yemiştir ya da siyasetini terör örgütlerine rehin vermiştir.”

Trakya İlahiyat’ın başındaki zatın, “Biz işi bitirir ertesi gün işe gideriz” diyebilecek kadar kendini ihbar etmesi, suç işleme iradesinde kararlılık yanı sıra suçunun yaptırımsız kalacağı inancını da dışa vurmakta. Dahası, gençlerimizi kimlere emanet ediyor olduğumuzun açık bir teşhiri.

DERİNLEŞTİRME / MEŞRULAŞTIRMA / PERDELEME

Hukuku, iktidarlarını süreklilik aracı olarak kullananlar, Anayasa yapımı için kolları sıvayarak, demokratik anayasa isteyen kesimlerle alay ediyor adeta: “Yeni bir anayasa yapacağız; ama bizim 2017’de OHAL ortam ve koşullarında kurduğumuz ‘parti başkanlığı yoluyla tek kişili devlet yönetimi’ni pekiştirmek amacıyla…; gelin birlikte yapalım”.

Böylece, demokratik hukuk devletini yansıtan Anayasa’nın değiştirilmez maddelerine aykırılık bloku pekiştirilecek. Gerçi, değişmez hükümleri büyük ölçüde askıda olduğu için, belki yürürlükteki metin bakımından değişen bir şey olmasa da, bu kez muhaliflerin de desteği ile gerçekleştirilecek kısmi bir değişiklik bile, tek kişi yönetimini meşrulaştırıcı öğe olarak kullanılacak.

Bunun ötesinde asıl hedef, perdelemek ve çelmelemek. Neyi? Cumhur İttifakı dışındaki partilerin anayasa girişimlerini…

Mahpus üzerinden kadın söylemi BOÜN vak’asına damgasını vurmuşken, “işi bitirme…” kalkışması ile, kafatasçı milliyetçi kanada ümmetçi kaba güç eklenmiş oldu.

Bu bodoslama gidiş karşısında, Anayasa’dan önce, tasarımı yapılan toplumsal ve siyasal yapının tanısı üzerine kafa yormalıyız; bu iş öyle, diktatörlük ve faşizm vb. klasik kavramlarla geçiştirilecek gibi değil.

Ali Rıza Aydın : Egemen’in bağışı


Dostlar
,

Sayın Ali Rıza Aydın, Anayasa Mahkemesi Yazmanı (Raportörü) idi.
Muhasebeci Başkan Haşim Kılıç‘ın istemiyle (Anayasa Mahkemesi yasasındaki
Başkana özel bir yetki ile) genç yaşta emekli oldu..

Ciddi birikimi olan engingönüllü (mütevazi) bir yurtsever.
Yazılarını bize de e-ileti ile lütfettikçe sitemize severek koyuyoruz.
O’nun yazılarından öğreniyoruz, bize ufuk açıyor.

“Egemen’in bağışı” adlı alaysılamalarla (ironilerle) süslediği yazısı aşağıda.

Teşekkürler Sayın Aydın..

Sevgi ve saygı ile.
15.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

========================================

Egemen’in bağışı

Ali_Riza_Aydin_portresi

 

Ali Rıza Aydın
Anayasa Mahk. Em. Raportörü

 

 

Egemen Bağış, bir yurtdışı mektubunda Haziran Direnişi için

  • “AK Parti’nin 10 yıllık iktidarı süresinde, milyonlarla kişi orta sınıfa dahil oldu. Sosyoekonomik dönüşüm, demokratikleşmeyle el ele yürümektedir.
    Değişik sorunları olan kişiler, bu muazzam sosyoekonomik değişimin
    sonucu olarak haklarını talep etmeye başladı. Barışçıl gösterilerin ardında yatan önemli bir neden varsa, o da halkımıza sağladığımız fırsatlar sayesinde
    Türkiye’de enerjik bir sivil toplumun gelişmesi.” 

ifadesini kullanınca (Yurt, 30.7.2013), 2013 Haziran Direnişi’nin kara mizah hanesine AKP katkısı diye gülünüp geçilmişti.

Bağış’ın sözleri bir yönden doğru; muazzam dönüşümleri halkı öyle bir batağa itti ki, direnmek kaçınılmaz duruma geldi. Öbür yönden ise

  • “O halde, neden haklı direnişi yasa dışı ilan ettiniz?
    Neden o barışçıl enerjik gelişmeye şiddeti artan polis baskısı uyguladınız?
    Neden canları aldınız, kanları akıttınız?
    Neden ‘taraftar’ ve ‘Eylül’ korkusuna kapıldınız?” diye sormak gerekir.

Bağış’ın, direnişçileri “terörist” ilan etmesini de (soL, 16.06.2013) anımsatarak, emeğiyle ayakta durmaya çabalayan ve yaşadığı toplum için yapacağı çok şey olan halkın bu tür polemiklerle geçirecek zamanı olmadığını vurgulamakla yetinelim.

Kimileri hâlâ AKP’den demokrasi paketi bekliyor.
Güdümlü yargıdan “adalet”, teslimiyetçi yasa
madan “adil yasa” bekliyor.

Gül’ün, Erdoğan’ın, Çiçek’in, Bağış’ın, Gülen’in, Obama’nın dudaklarından dökülecek sözcüklere umut bağlıyor. Sözün özü, egemenin lütfunu bekliyor.

Kimileri hâlâ demokratik anayasa bekliyor. Neymiş, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda partiler eşit sayıda temsil ediliyormuş. Komisyon tüm iyi niyetiyle, ilk kez sivil anayasa için çalışıyormuş. Uzlaşılan madde sayısı artıyormuş. Bu fırsat kaçırılmamalıymış.
“On yılı aşan sürede, Anayasa’nın ve İçtüzük’ün sınırları içinde, parmak hesabıyla AKP’ye teslim olanların tesellisi” desek ağır söylemiş oluruz. Gülsek geçsek,
ağlanacak hale gülmüş oluruz. Ama demeyeceğiz ve gülmeyeceğiz.

Diyeceğimiz; AKP, Cumhuriyet’i dönüştürürken, karşıtları sindirirken, on yılda
on anayasa değişikliğine imza atarken, yaşam tarzına müdahale ederken neyi ne denli önleyebildiniz ki, bu batak içinden demokrasi paketi ve demokratik anayasa çıkaracaksınız? Yeni anayasa için uzlaşıldığını söylediğiniz hangi maddelerle, dönüştürülen Cumhuriyet’i kurtarıp İslamcı faşizmi durduracaksınız?
Hangi maddelerle, polis şiddetini ve vahşiliği önleyeceksiniz? AKP’nin, piyasacı-gerici rejimin “kurucu iktidarı” olmasını engelleyebildiniz mi ki “kurucu meclis” olmaya soyundunuz? Kimlerle kimler için uzlaşıyorsunuz? Bu ne çelişkidir ki, bir yandan
AKP’nin demokrasi anlayışı, hukuk ve yargı düzeni, davalar zinciri, emniyet damgalı kararları eleştiriliyor, diğer yandan sanki bu düzenin mimarı AKP değilmiş gibi,
onunla işbirliği yapmaktan, demokrasi yolculuğuna çıkmaktan geri kalınmıyor.

“Bu kadar katı olma”, “bir teselli ver” derseniz, “ne egemenin bağışına ihtiyacımız var,
ne de egemenin gemisinden inmeyenleri teselliye zamanımız var” deriz.
“Haziran Direnişi durup dururken mi çıktı” deriz. “Sömürü düzeninin iç çelişkilerinden medet umma zamanı geçti” deriz.

Yeni liberalizmin önünde intihar eden demokrasiyi, aynı zihniyetle, farklı sözcüklerle diriltmeye kalkışmak halka yaramaz, toplumsal gerçekliği yakalamaz. Artık, “ABD emperyalizmine hizmet eden bir hükümet” istenmediği gibi (http://hukumetistifaet.org/), aynı hizmete amade bir demokrasi oyuncağı da istenmiyor.

Yurtseverler ve emekçiler, egemenin lütuflarıyla hamur olup ezilmeyi yeğlemediklerini, AKP damgalı piyasacı-gerici rejimin “kurucu iktidarı”na olduğu gibi, egemenin seçim sistemiyle oluşan Meclis’in “kurucu” misyon üstlenmesine de karşı çıktıklarını göstermeye, asıl olarak da sömürü düzenine karşı sınıfsal savaşımı sürdürmeye
devam edecekler.

AKP, siyaset ve yönetim başta olmak üzere, halkın yaşamının tüm alanlarına
el atarken, kendi alanına girenlerin de ya “ortak” ya da “kul” olmasını istemektedir. Reklam kampanyası yapar gibi, halka sağladıklarını ileri sürdükleri fırsatlar kendilerinin olsun. Halkın, fırsatçı olmadığı, fırsatçıların ipiyle kuyuya inmeyeceği, egemenin bağışıyla yaşamayı kabul etmeyeceği, kul olmayacağı iyice bellensin…