Etiket arşivi: demografik fırsat penceresi

TÜRKİYE’de ÇIĞIRINDAN ÇIKAN İŞLENDİRME (İSTİHDAM) POLİTİKALARI ve ACİL ÇÖZÜM

TÜRKİYE’de ÇIĞIRINDAN ÇIKAN İŞLENDİRME (İSTİHDAM) POLİTİKALARI ve ACİL ÇÖZÜM


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Türkiye’de 2017 Anayasa değişikliklerinin ardından yürürlük alan, kendine özgü (sui generis) – siyasal yazında örneği olmayan ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde, Cumhurbaşkanına doğrudan bağlı 5 Ofis’ten biri “İnsan Kaynakları Ofisi” dir. 16 Bakanlıktan Sanayi ve Kalkınma Bakanlığı başta olma üzere Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, değişen ölçülerde öbür Bakanlıklar ve YÖK hem eğitim hem istihdam politikaları ile ilişkilidirler. “İnsan Kaynakları Ofisi”, daha çok gereksinim duyulacak insangücünü nicel ve nitel olarak öngörme yanındadır (tarafındadır). YÖK, hem öngörü hem sunu (arz) yönünde ikili bir işlevle yükümlüdür.

İşlendirme (istihdam) politikaları çok değişkenli olmaları bakımından, ciddi güçlükler içerirler. Anılan değişkenler İçsel (Ülkesel) ve Dışsal (küresel, uluslararası) olarak 2 ana kümeye ayrılabilir. Ülkesel değişkenlerin başında nüfus ve demografik nitelikleri belirtilebilir. Sözgelimi Türkiye’de 2020 sonunda 84 milyon vatandaş ve 6 milyon dolayında geçici (?) sığınmacılar, kaçaklar.. olmak üzere 90 milyona varan devasa bir topluluk yaşamaktadır! Her yıl 50 milyona yakın turist gelmektedir (Pandemi koşulları bir yana konursa). Nüfus artış hızı %1,45 gibi dünya ortalaması olan %1,10’dan oldukça yüksektir, 2019’da nüfus net olarak 1,2 milyon artmıştır. Bu sayısal dinamikler bir yandan fırsatlar sunarken, bir yandan da ağır ve çok boyutlu sorunlar doğurmaktadır; İşlendirme (istihdam) sorunu bunların başındadır ve sorun salt ülkesel ölçekte değil, küresel bunalım boyutundadır.

Ülkemizde kritik denge sağlanamamakta, örneğin sayıları 0,5 milyonu aşan mezun edilmiş öğretmen, bir o denli hekim dışı sağlı çalışanı  istihdam edil(e)memektedir. Bu olgu açık, tipik bir sunu (arz) fazlalığı olarak tanımlanmaktadır AKP = RTE tarafından ve salt bu alanlarla  sınırlı da değildir. 330 milyon nüfuslu ABD’de 21 milyon sağlık çalışanı görevdedir, her 1000 (bin) nüfusa 64 sağlık emekçisi düşmektedir. Türkiye’de ise 1,1 m / 90 milyon üzerinden bu ölçüt %o (binde) 12,2 olup ABD’nin 1/5’i düzeyindedir. Zaten SAİG (sağlık insangücü) standartlarında Türkiye, 36 OECD ülkesi içinde sonlardadır.

Hekimlik* dışında hemen her alanda Türk eğitim sistemi, insangücü politikalarında dramatik yanılgılara düşmüş ve çok ciddi sayıda eğitilmiş – diplomalı işsiz yaratmıştır. Öte yandan, ülkesel ve küresel dinamiklere bağlı olarak yaşanan kapitalizmin bitmeyen sürgit dönemsel bunalımları, istihdam yaratma ve artırmada bir istikrar sunamamaktadır. 2008’de başlayan ve hala sonlanamayan küresel ekonomik bunalım, IMF kestirimleri ile 45 milyon işsiz doğurmuştur. Öte yandan, küresel finans-kapital, mali araçlarını bankaları kurtarma yönünde kullanmış, işsizlik ve sonuçları ötelenmiştir. Gizli işsizlik, neredeyse açık işsizlik ölçüsünde yakıcıdır!

Türkiye’de istihdam sorunu her 2 yönüyle “sunu – istem” eksenlerinde ağır biçimde yaşanmaktadır. Ekonomi, içsel – dışsal etmelerin yüküyle, her yıl artan 1,2 milyon dolayında insana istihdam olanağı sunamamaktadır. Kamu kesimi sürekli olarak KüreselleşTİRme (= Yeni emperyalizm!) baskısıyla küçültülmekte, kamu hizmetleri daraltılarak piyasalaştırılmaktadır. Özel sektör ise, en çok kâr dürtüsü ile en az çalışanla işleri götürme politikası gütmektedir.

81 ilde üniversite (!)” politik seçimi ile genç işsizliği birkaç yıl ötelenmiş ancak ulusal kaynaklar ciddi biçimde israf edilirken, bu kesimde işsizlik en yüksek oranlara, 1/3’lere dek tırmanmıştır! PhD (Doktora) derecesi olan bin dolayında işsizimiz vardır ve bu olgu yeterince çarpıcıdır; hızlı bir beyin göçü nedenidir!

Öte yandan bilim – teknolojide dev adımlarla ilerlemeler olmakta, bu gelişmeler yeni uzmanlık alanları gerektirmektedir. Bu olgu da istihdam süreçlerinin “istem” (talep) yanını oluşturuyor. Yazılım mühendisliği, Mekatronik mühendisliği, gen ve moleküler biyoloji, tıp uzmanlık dallarında artan çeşitlenmeler gibi. Küresel rekabet, çok ağır koşullarda kendi dinamiklerini adeta dayatmaktadır.

Ek olarak, üretim desenlerinde – araçlarında devrimsel nitelikte sıçramalar yaşanmaktadır.
MER” kısaltmasıyla uluslararası terminolojiye yerleşen adlandırmayla “Man Equivalent Robot” teknolojisi ufuk ötesi açılımlar getirmiştir. Son yıllarda yapay zeka ile donatılan “AI-MER” ler “Android” / İnsansı olarak adlandırılmaktadır. 2030’a dek, önümüzdeki 10 yılda 800 milyon insan, bu Endüstri 4.0 Devrimi bağlamında istihdam dışı kalacaktır. O halde insangücü arzında sınırlama kaçınılmazdır, bu da NÜFUS PLANLAMASI ile olacaktır. Gelişmiş ülkeler potansiyel gelişmeleri öngörmüş ve önlemlerini almışlardır, negatif nüfus büyümesi aşamasına geçmişlerdir.

Çok ağırlaşan Çevre kirlenmesi başka seçenek bırakmamaktadır; KOVİT-19 salgını tipiktir!

Türkiye, orta erimde nüfusunu 50 milyon dolayında tutmayı hedeflemelidir. Tersine bir tercih, durdurulamayacak bir  sömürgeleşme doğuracaktır!

Çağımızda asıl olan kalabalık – niteliksiz kitleler (gerici – sömürgen siyasal partiler için oy depoları !) değil, nitelikli – küresel rekabet gücünde dinamik bir nüfustur ve bu olgu stratejik önemdedir.

Abraham Maslow’un Gereksinimler Katmanlanması (Hiyerarşisi) kuramında kendini gerçekleştiren “Antropofil Homo Sapiens”e erismenin (Nirvana!?) başkaca bir yolu ve aracı gözükmemektedir.

TSK, yakın geçmişin yarısı kadar sayısal insangücüne indirgenmiştir. Er – erbaş için bile “uzman” nitemi – donanımı aranmaktadır. Yüksek teknolojik donanımlı bir TSK’nın 700 binleri aşan kol gücüne artık gereksinimi yoktur..

“HER AİLEYE 1 ÇOCUK” politikası ülkemizde / dünyada hızla uygulanmaya konmalıdır.

  • Ancak Türkiye’de hala “muazzam” bir nüfus artışı, AKP = RTE tarafından hesapsız (?!) biçimde teşvik edilmektedir.
  • Ülkemiz “Demografik Fırsat Penceresi” ni de kaçırma kritik riskiyle yüzleşmektedir; “sandviç toplum” a doğru sürüklenmekteyiz, örn. SGK ilan edilmemiş bir iflas içindedir!

Ülke kaynakları ve küresel olanakları / güçlükleri dikkate alan çok yönlü ve devingen (dinamik) istihdam politikaları yaşamsal önem taşımaktadır.

  • Yüksek işsizlik oranlarının kısa – orta erimde son derece ciddi stratejik istikrar sorunları yaratması kaçınılmazdır.

Bu bakımdan, DPT’nin (Devlet Planlama Teşkilatı) yeniden açılarak merkezi – ulusal kalkınma planları kapsamında istihdam politikaları da her 2 yönde (sunu – istem), kamusal sorumlulukla ve hızla akılcı (rasyonel) temellere dayandırılmak zorundadır.

  • İktisadi temelde PİYASACILIK ve siyasal düzlemde KÜRESELCİLİK, azgelişmiş ülkelerin iktisadi-siyasi istilası ve işgalidir. Buna karşılık memleketlerin yapabilecekleri şey açıktır:
  • İktisadi temelde PLANLAMACILIK ve siyasal düzlemde BAĞIMSIZLIK.” (K. Nweihed)
  • Kamu öncülüğünde planlı karma ekonomi!
  • Başka çıkış yolu yok, yok, yok!

Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 06 Ocak 2021, Ankara

  • Sağlık Bakanlığı 2023’te pratisyen hekimler için, 2030’da da uzman hekimler için zorunlu devlet hizmeti yükümünü kaldırmayı planlamaktadır..

SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA ve TOPLUM SAĞLIĞI

SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA ve TOPLUM SAĞLIĞI


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Liberalizm’in kurucusu Adam Smith, “Sağlık hizmeti, piyasaya bırakılamayacak denli önemli, ‘kritik’ bir alandır.” görüşüne, 1776 tarihli The Welfare of Nations adlı klasik kitabında yer vermektedir.

BM Ana Sözleşmesi (1945), Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Anayasası (1947) Dünya sağlığının önemini vurgulayarak sağlığın tanımını vermektedir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948) ise,

  • Herkesin, kendisi ve ailesinin sağlık ve gönenç içinde beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır.

düzenlemesi ile (md.25) sağlık hakkını pekiştirmiştir.

Ek olarak pek çok Uluslararası sözleşmede sağlık hakkı ve toplum sağlığının önemi net olarak vurgulanmıştır.

Ulusal hukukumuzda da başta 2, 41 ve 56. madde olmak üzere Anayasal güvence sağlanmıştır.

17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi (SKH) kapsamında Sağlıklı Toplum da özellikle vurgulanmaktadır.

DSÖ Genel Başkanı, G20 ülkeleri 2020 toplantısında

  • Pandemi, sağlığın, büyümenin bir yan ürünü olmadığının güçlü kanıtıdır.” 

saptamasını paylaşmıştır.

Son 40 yılda yoğunlaşan Küreselleşme sürecinde, 21. yy’da Halk Sağlığı bir yol ayrımına taşınmıştır.

DSÖ verileriyle;

* 1+ milyar insan denetimsiz hipertansiyon ile yaşamaktadır,
* küresel nüfusun en az yarısı en temel sağlık hizmetlerine erişememekte,
* her yıl yüz milyon insan, kaçınamadığı sağlık giderleri nedeniyle aşırı yoksulluğa düşmektedir!

Oysa Sağlık, temel bir insanlık hakkıdır!

Aşırı nüfus artışı, SKH önünde temel engellerdendir, pek çok gelişmekte olan ülke Demografik Fırsat Penceresini kaçırmak üzeredir.

  • Sağlık, Küresel Kalkınma Gündeminin kalbine konmalıdır.

Bu amaçla, dünya genelinde sağlık için en büyük süregelen engel olarak Yoksulluk tanımlanmalıdır.

Nobel Ekonomi ödüllü Prof. J. Stiglitz’e göre

  • Uluslararası sermaye Devleti eğitim ve sağlıktan çekmekte, bu hizmetler çökmektedir.

ILO da çalışanların sağlık – güvenlik sorunlarına dikkat çekmektedir.

Öte yandan, UNCTAD raporlarına göre IMF politikaları Sosyal çöküş reçeteleridir.

Prof. K. Nweihed,

  • İktisadi temelde PİYASACILIK ve siyasal düzlemde KÜRESELCİLİK, azgelişmiş ülkelerin iktisadi-siyasi istilası ve işgalidir. Buna karşılık memleketlerin yapabilecekleri şey açıktır:
  • İktisadi temelde PLANLAMACILIK  ve siyasal düzlemde BAĞIMSIZLIK.” vurgusu yapmaktadır.
    ****

Çevre kirliliği, sürdürülemez bir afet boyutuna erişmiştir!

Genel eğitimle yeterli çevre bilinci edinimi kaçınılmazdır. e-devlet vb. olanaklar bu amaçlarla daha yoğun ve özenli kullanılmalıdır.

Hedef; «doğaya ve emeğe saygılı hukukun üstünlüğü» dür. Halkın «demokratik hukuku» nun üstünlüğüne dayalı hukuk devleti ve toplumu yaratmanın temeli, insanların bu üstün değerlere aşık ve «erdemli» yetiştirilmesine bağlıdır.

  • HER-KE-SE eşit, nitelikli, sürekli, yaygın, kamusal KORUYUCU SAĞLIK HİZMETİ öncelikli olmalıdır!

«SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA» (Sustainable development) mottoso işlevini tamamlamıştır.

  • Küresel toplum, Gezegende bir «beka» (survival) sorunsalı ile yüz yüzedir.
  • Dolayısıyla, «SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM» tek zorunlu seçimdir.

Doğa yasaları O’nu «fahişeleştirmek» için değil, barış içinde birlikte yaşam (peaceful co-existence) içindir. 21. yy şafağında karşılaştığımız 6 ardışık salgın, yeterince çarpıcıdır.

  • Sömürüsüz, BAŞKA BİR DÜNYA OLANAKLIDIR!

2030’a ertelenen Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine erişmenin başkaca akılcı yolu yoktur. Önce sağlıklı, ardından eğitimli küresel toplum!

İnsanın kendine – birbirine – emeğine yabancılaşmadığı; kendini gerçeklediği, onurlu, mutlu..

AKILDAN ÇIKARILMAMASI GEREKENLER…

“Homo sapiens” in = İNSANOĞLU / KIZI‘nın, akıl dışı kapitalist / yağmacı hırsı ile Gezegenimizden yok olması riski ile yüz yüzeyiz!

“Sürdürülebilir kalkınma” (Sustainable development) artık eski bir masaldır.. Sürdürülebilirliği” kalmamıştır; Gezegenimiz “imdat” çığlıkları içindedir.

20. yy’ın başında yaşadığımız 6. salgındır KOVİT-19 ve henüz başedemedik! Aklımızı başımıza almaz isek başedeceğimiz de yoktur.

Kurtuluş reçetesi SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM‘dır (sustainable life).

Homo sapiens (mankind), yeryüzünde sağkalım (survival) / BEKA eşiğindedir.

Dünyada tüm türler sayıca azalır / yok olurken; salt insanlar, Papa’nın deyimi ile tavşanlar gibi üremeyi daha ne denli sürdürebilir?

Dünya “sonlu” değil mi, hangi sonsuzluğa dayanması beklenebilir??

  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK” en temel yeni yaşam yasalarından..

Doğaya, bilimsel yollarla keşfedilen yasaları üzerinden bir “fahişe” gibi davranmaya da kesinkes son..

Biz O’na mahkumuz, dahası, “zorunlu parazit” konumundayız.

Öyleyse temel yasa : BARIŞ İÇİNDE BİRLİKTE / “peaceful co-existence” !


Sevgi ve saygı ile. 05 Ocak 2021, Ankara

AÜTF Dönem 3 Dersi : Alan (Saha) Araştırmaları (Field Surveys)


Sevgili AÜTF Dönem 3 Öğrencilerimiz.
.

 

SAHA  – ALAN ARAŞTIRMALARI konulu dersimizin yansıları pdf olarak aşağıdadır.

Güncellenmiştir..

Ders, COVID-19 salgını nedeniyle sanal ortamda, Ankara Üniversitesi ANKÜZEM
web ortamında işlenmektedir.

Yansıları okumak, dosyayı indirmek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

Saha_Arastirmalari_Dr.Ahmet_SALTIK

Sevgi ve saygı ile. 25.09.2020

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
Sağlık Hukuku Uzman,
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

CHP’den hükümete ekonomi önerileri

CHP’den hükümete ekonomi önerileri

CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak, 87. İzmir Enternasyonal Fuarı’nın açılışında konuştu. (cumhuriyet.com.tr, 07 Eylül 2018)

[Haber görseli]CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, İzmir Enternasyonal Fuarı’nın açılışında şunları belirtti:

İzmir Enternasyonal Fuarı’nın tarihimizde çok önemli bir yeri var. İzmir Fuarı, Cumhuriyetimizin yönünü ve düşüncesini gösteren müstesna örneklerden biri. Yeni Cumhuriyet, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde emperyalizme karşı verdiği onurlu mücadeleyle ve savaş meydanlarında kazanılan bağımsızlık savaşıyla işin bitmediğinin bilincindeydi. Bağımsızlığın muhafazası için ekonomik, bilimsel ve kültürel alanda da zaferler gerekiyordu. Bu yıl 87’ncisi düzenlenen İzmir Enternasyonal Fuarı bu mücadelenin önemli bir parçasıdır. Fuarın temelleri 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’nde atılmıştır. Kongre mekanı olarak, Kordon’daki Aram Hamparsumyan Hanı seçilir. Kongre münasebetiyle açılan sergilerle başlayan süreç, önce “mahalli sergi” ye, 1933 yılında ise fuara evrilir ve uluslararası nitelik kazanır.

EKONOMİK BAĞIMSIZLIK, MİLLİ BAĞIMSIZLIK

İzmir İktisat Kongresi, toplumun ve ekonominin bütün kesimlerini bir araya getiren bir ortak akıl platformudur. Çiftçi, tüccar, sanayici, işçi grupları kendi içlerinde tartışmış, konuşmuş ve Mustafa Kemal Atatürk’ün açış konuşmasındaki ifadelerle “istiklal-i tam” için hakimiyet-i milliyeyi, hakimiyet-i iktisadiye ile tarsin etmek”, yani sağlamlaştırmak için izlenmesi gereken önerileri belirlemiştir. Atatürk yine bu konuşmasında;

  • “Yabancı sermayeye düşman değiliz. İsteriz ki yabancı sermaye bizim çalışmamıza ve yetersiz kalan servetimize katılsın. Ama eskisi gibi değil. Geçmişte devlet yabancı sermayenin jandarmalığını yaptı ama yeni Türkiye Cumhuriyeti buna uyamaz, burasını esir ülkesi yaptıramaz”

derken dış finansmanın akılcı yönetiminin ve ülkeyi sıcak paracılara teslim etmemenin ekonomik, dolayısıyla, milli bağımsızlığımız bakımından önemini belirtmiştir.

HAKSIZ YAPTIRIMLAR KABUL EDİLEMEZ AMA…

Daha Lozan görüşmeleri sürerken (AS: görüşmeler 4 Şubat’ta kesintiye toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar, o günden bugüne dünya ekonomisinde şartlar çok değişmiş uğradığında 17 Şubat 1923’te toplandı) olsa da, güçlü, yerli ve milli bir ekonomiye sahip olmanın temellerini belirleyen ilkeler olarak bu gün de önemini koruyor. Ekonomimizde son dönemde görülen sıkıntılar izlenen “ekonomiyi sıcak parayla şişirme” stratejisinin bir sonucudur. Bu strateji ekonomiyi dış borca ve dolara bağımlı hale getirmiştir. Bu da ekonominin küresel piyasalarda yarışma gücünü azaltarak yerli üretimi tasfiye etmiş yerine rant gelmiştir.

Trump yönetiminin ülkemize karşı uyguladığı haksız yaptırımlar kabul edilemez. Ama bunun ekonomimizde tetiklediği dalganın boyu, Trump’ın üslubunun bize benzeyen diğer ekonomilerde neden olduğu çalkantılardan çok fazladır. Bu, sıcak para politikası nedeniyle üreten kesimlerin rekabet gücünü yitirmesinin sonucudur. Ekonominin iyi yönetilemediğini ortaya koymaktadır.

EKONOMİMİZ DOĞRU İLAÇLA KISA SÜREDE TOPARLANIR

Ekonomide olan biteni “ekonomik saldırı”, “döviz kurşunu” sözlerinin arkasına gizlemek ve aspirin tedavisi uygulamayı sürdürmek ise krizi derinleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Kurdaki hareketler şirketlerde çok ciddi kur farkı zararlarına neden olmakta şirketleri borçlarını ödemekte zorlamaktadır.

  • Enflasyon artmakta,
  • işsizlik artmakta,
  • ekonomi daralma sürecine girmektedir.

    Evet, bu gün ekonomide sıkıntılarımız var ama bu umutsuz olacağımız anlamına gelmiyor. Türkiye 1990’lı yıllardan beri dünyanın en güçlü 20 ekonomisi ligindedir. Bu ekonomi doğru ilaç verildiği zaman kısa sürede toparlanma potansiyeline sahiptir. Bundan önceki tüm krizlerde bunu göstermiştir. Doğru teşhis, doğru tedavi, doğru ilaçlar… ihtiyacımız olan budur.

    EN BÜYÜK ZENGİNLİK GENÇ NÜFUS

    Hala dünyanın en büyük zenginliğine sahibiz: Üretime katkı sağlayabilecek genç bir nüfusa. Bu nüfusun kadın-erkek ayırmadan eğitimle, işle buluşturulması, çağımızın gerekleri çerçevesinde üretime koşulması gerekiyor. Diğer taraftan Türkiye 1,5 milyarlık nüfusa, 58 ülkeye ve 21,5 trilyon dolarlık bir pazara 4,5 saatlik bir uçuş mesafesinde. Hem sahip olduğumuz demografik fırsat penceresini, hem de coğrafi avantajımızı hızla kullanmalıyız.

    YENİLİKÇİ OLMAK TEK SEÇENEK

    İşte böyle bir konjonktürde Türkiye’nin ilk büyük fuarı olan İzmir Enternasyonal Fuarı’nın bu sene inovasyon çatısı altında, teknoloji ana konusu ile kapılarını açıyor olması ülkemizin gideceği, rekabet gücünü yeniden kazanmak için gitmesi gereken yönü de işaret etmesi açısından çok önemlidir. Çağımızda yaşanan hızlı ve köklü değişimler rekabetçi olmak ve üretmek için ekonomilere yenilikçi olmaktan başka seçenek bırakmamaktadır. Bu durum ülkelerin araştırma-geliştirme faaliyetlerine stratejik boyutta önem vermelerine yol açmaktadır.

  • Sıcak paraya, dış borca bağımlı olmayan, yüksek katma değerli üretim ve Endüstri 4.0 dönüşümünü yapabilecek bir ekonomiye evrilmemizin yolu inovasyon ve teknolojiye yatırımdan geçmektedir.

    ASPİRİN TEDAVİSİ DEĞİL AYAKLARI YERE BASAN BİR PROGRAM LAZIM

    Bu sıkıntıdan çıkmak için bize lazım olan, aspirin tedavisini bırakıp, ekonominin yarışma gücünü artıracak inovasyon ve teknolojik atılımın önünü açacak, yatırımcılara güven verecek, hukuk devletini ve demokrasiyi güçlendirecek, acil ve orta vadeli tedbirleri ve yapısal reformları içeren güçlü çapalara sahip, ayakları yere basan bir programı derhal uygulamaya başlamaktır.

Bu israfa % 10 enflasyon az bile!


Bu israfa % 10 enflasyon az bile!

portresi

 

Ege CANSEN
SÖZCÜ, 04 Şubat 2016

 

Gelişmiş ülkeler, “sıfır” dolayında gezinen enflasyonlarını “% 2” düzeyine yükseltmek için çırpınıp duruyor. Bunun için, bir yandan “para miktarını” büyütürken, öbür yandan
Merkez Bankası faizini düşük tutmaya devam ediyorlar.
Hatta Japonya “nominal eksi faiz” uyguluyor.

Biz ise son verilere göre % 10’a (resmen %9.58) dayanmış enflasyonu,
yılsonunda %7.5’a nasıl düşürürüz diye uğraşıyoruz. Bunda da şaşılacak bir şey yok.
Enflasyonu yüksek olan düşürmeye, düşük olan yükseltmeye çalışır.

OPTİMUM

Optimum, iktisatta çok önemli bir kavramdır. Optimum “kararında” demektir.
Yani ne az, ne de çok. Yemeğe kararında tuz, biber veya yağ koymak gibi bir şey.
Bir başka deyişle “azı yarar – çoğu zarar” demektir. Ticaret yaşamında en önemli karar fiyatlandırmadır. Amaç, firmanın kârını artırmaktır.

Yüksek fiyat, birim satıştan elde edilen kârı yükselteceği için toplam kâr da artar.
Ama yüksek fiyat, satış miktarını düşürebilir. Satış miktarı düşünce toplam kâr da düşer.
Üstelik birim maliyet artar. Sonunda daha çok kâr etmek için yapılan zam, daha küçük
toplam kâra neden olabilir. Bu nedenle fiyatın optimum olması gerekir.
Optimum fiyat, firma kârını maksimuma çıkaran fiyattır.

OPTİMUM ENFLASYON – OPTİMUM İŞSİZLİK

Daha önce birkaç kez yazdığım gibi, zemine ve zamana göre değişse de
“optimum enflasyon” diye bir şey vardır. Yani her ne denli düşük enflasyon
iktisat yazınında “istikrar” demekse de düşük, sıfır demek değildir.
Çünkü sıfır enflasyon, büyüme ve istihdam amaçlarına ters düşer.
İktisatçılar “enflasyon ile istihdam” arasında bir ödünleşme olduğunu gözlemlemiştir.
Yani, belli bir aralıkta olsa da “enflasyonu düşürmek, işsizliği artırır” kuralı çalışmıştır.
İktisadi istikrar için, düşük enflasyon, düşük işsizlikten daha önemlidir diyenler
“NAIRU” “Enflasyon Artışına Sebep Olmayan İşsizlik Oranı” (Non-Accelerating Inflation Rate of Unemployment) diye bir kavram icat edilmiştir. Bu kavram, belli bir oranda işsizlik olması (örn. %5) ekonomik istikrar için iyidir demektir.
Buradan kalkarak, nasıl sıfır işsizlik, enflasyonu azdırıyorsa, sıfır enflasyon da işsizliği artırır sonucuna varılabilir.

ENFLASYON HEM NEDEN HEM DE SONUÇTUR

Enflasyon, daima bir sarmaldır. Faiz, devalüasyon ve ücretler bu sarmalın öbür aktörleridir. Bunlar, kedinin kuyruğunu kovalaması gibi birbirini tetikler.
Sonunda “enflasyon, enflasyondan doğar” noktasına gelinir. Ama günümüz Türkiye’sinde enflasyonu azdıran iki husus daha var.

Birincisi, Güneydoğu’da süregiden isyan bastırma harekâtıdır.
Bu harekât enflasyonu en az 1 puan yukarı itecektir.

İkincisi ise devlet büyüklerinin birer “israf merkezi” haline gelmesidir.
Türkiye, iki başkentli olmuştur. Sürekli saray inşa edilmekte ve bunlar “7/24”
emre hazır tutulmaktadır.

  • Cumhurbaşkanının zırhlı aracını “dost ve kardeş ülke Şili’ye”
    askeri bir yük uçağıyla yollaması inanılmaz bir müsrifliktir.
  • Bu Diyanet’in bütçesinden de vahimdir.
  • Devletin israfı da enflasyonu en az 1 puan artıracaktır!Son söz : Kötü misal, kolay emsal olur.

========================================

Evet dostlar,

Güneydoğudaki dış kışkırtmalı (daha önce de 18 kez olduğu gibi) isyanı bastırma harekatı,
kuşkusuz ülkemizin en önemli güncel sorunudur.

Vatan evlatları kahpece şehit edilmektedir!

Ancak Ekonomi ve türevi olan işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımının iyileştirilmesi,
gönenç (refah) toplumu olma hedefleri de uzun süre gündemde alt sıralara itilemez.

Nitekim Ocak 2016 enflasyonu TÜİK verileri ile %2’ye çok yakındır (%1,82).
2015 Ocak – 2016 Ocak arası 12 aylık (yıllık) enflasyon %10’a, 2 rakamlı enflasyona dayanmıştır (%9,58). Bu sorun zincirleme pek çok olumsuzluğa yol açacaktır;
başta yoksullaşma olmak üzere..
Dışsatım, son 5 yıldır ilk kez aylık 10 milyar Doların altındadır.
Geçen yıl Ocak ayına göre %14 azalmaya karşılıktır.
Dışsatım (ihracat) geçen yıl %9 düşmüştü.
Türkiye orta gelir tuzağından çıkamamaktadır.
2008’de ulaşılan kişi başına yıllık gelir rakamı 10 400 Dolara 7 yıldır erişilememektedir.
Türkiye’nin toplam borcu 600 milyar Doları aşmış ve AKP’nin iktidar olduğu Kasım 2002’den bu yana 2 katı daha büyümüş, 221 milyar Dolardan 600+ milyar Dolara tırmanmıştır.
Ulusal gelir 2002 sonunda 230 milyar $ iken 2015 sonunda kestirilen 720 milyar Dolara erişirse (2014 sonunda 823 milyar $ idi!) 13 yılda sağlanan 500 milyar $ artışın 400 milyar doları toplam borçta oluşan büyüme kaynaklı mıdır?

2023’te ilk 10 ekonomi içine girmek ham hayal (politik bir masal!) idi,
Kaf dağının dibine itilmiştir.

Bölücü terörün ana hedeflerinden biri de Türkiye’yi ekonomik açıdan istikrarsızlaştırmak,
sınırlı kaynaklarını bu bela ile savaşımda tüketmesini sağlamaktır.
Bu boyut hiç akıldan çıkarılmamalı ve Türkiye bu kez PKK’yı kökleriyle birlikte kazımalıdır. 1978’den bu yana PKK’nın Batılılarca (ABD – İsrail – AB) maşa olarak bölücü terör örgütü işleviyle kullanılagelmesinin ülkemize maliyetinin 300 milyar Doları aştığı belirtilmektedir.
Bu para 1 trilyon TL’ye yakındır ve ülkemizin 2015 bütçesinin neredeyse 2 katıdır.
2015 sonunda gerçekleşeceği kestirilen 700 milyar Doları birazcık aşacak ulusal gelirin (GSMH)
yarısına yakındır.. Muazzam bir kaynaktır Türkiye için..

Dış ticaret açığı 2015’in ilk 9 ayı için 49 milyar $’dır. Dışsatım düşmekte ancak dışalım
dah az az düştüğünden (tüketim toplumu!), dış ticaret açığı ciddi boyutlarda süregelmektedir.
Aynı dönem için (2015 Ocak – Eylül 9 ay) cari açık 40.57 milyar $ olmuştur.
Eski Maliye Bakanı Mr. Mehmet Simsek, 2015 yılında bütçe açığının GSYH’ye oranının
%1,3 olacağını açıklamıştır. 720 milyar $ GSYH gerçekleşse, bütçe açığı 936 milyon $ olacak demektir. Bunlar nominal olarak önemli (büyük) rakamlardır; bilerek salt oransal boyutları
öne çıkararak kendini ve kamuoyunu yanıltmaya çalışmanın anlamı ve yararı yoktur.
Rusya ve güney komşular Suriye, Irak ile yaratılan çatışma ortamı, dışsatımı ve dış ticareti, turizm girdilerini ciddi biçimde vurmuştur. Salt Rusya ile ticaret hacmı 35 milyar $ olarak Erdoğan tarafından telaffuz edilmiştir.

Ne talihtir ki, petrol inanılmaz biçimde düşük fiyatlarda gitmektedir. Varili 30 Dolara dek inebilmiştir! Bir de bu “mutlu” konjonktür (Felix culpa!) olmayaydı, vay Türkiye’nin haline!
Ancak bu “yıkıcı balayı”nın sürgit olamayacağı da açıktır. OPEC ülkelerinden müşterilerine
3 Trilyon Dolara ulaşan servet aktarımı gerçekleşmiştir ki, bunun,
Putin’in Rusya Federasyonu’na boyun eğdirme amacıyla da olsa finansal sürdürülebilirliğinin düşünülemeyeceği açıktır. Ayrıca içeride de halk, fevkalade düşen / düşürülen petrol dışalım (ithal) fiyatlarına karşın, olağanüstü yüksek akaryakıt vergisi ile çok ağır dolaylı vergi yükü altında tutulmaktadır.

Öte yandan kamu giderleri kısılamamaktadır. SGK açıkları bunaltmaktadır..
AKP hükümetinin Kasım 2015 seçimlerindeki 100 günlük vaatleri önemli düzeyde akçal (mali) kaynak gerektirmektedir. Bir yandan da 24 Temmuz 2015’ten bu yana 6,5 aydır sürdürülen kapsamlı isyan bastırma harekatı gündemdedir ve ciddi maliyeti söz konusudur.
Dış konjonktür de hiç olumlu değildir; yabancı sermaye çekerek istihdam yaratacak
üretime – dışsatıma dönük yatırım yapmak açısından ve dışsatımı artırabilmek bakımından.

3 milyona yakın Suriyeli ve Iraklı’nın ülkemizdeki varlığının 4 yılı geçen
“uzamış konukluğunun” akçal çerçevesi (mali portresi) 20 milyar Dolar’a koşmaktadır.
Heniz AB’den tek bir € cent gelmiş değildir. Vaadedilen 3 milyar € gelse bile çok koşulludur, parça parçadır ve dişin kovuğunu bile dolduramayacaktır.

Bunlara ek AKP – RTE ha bire nüfus artışını kışkırtmaktadır. Davutoğlu’ndan ummazdık ama bu olağanüstü yanlış politikada Bay RTE ile yarışmaktadır nerdeyse! Doğum eylemini kadınların vatani görevi gibi gördüğünü belirterek ucuz popülizm yapmaktadır ne yazık ki.
Ve 2015 sonunda nüfus 1 milyon 45 bin kişi gibi muazzam bir düzeyde artmıştır.
Nüfus artış hızı öncekiyıl %1,33 iken 2015 için %1,34 olmuştur. Oysa Türkiye’nin nüfus artışını ciddi ve hızlı biçimde frenleyerek % yarımlara çekmesi zorunludur (Demografik Fırsat Penceresini de kaçırmamak için!). Tüm bu gerçeklere karşın AKP – RTE’nin izlediği
irrasyonel politikaları anlamak olanak dışıdır ve ülkemize zararı dönüşümsüz,
giderimi (telafisi) olanaksızdır. Bu durumun hızla durdurulması kaçınılmazdır.

Hepsine tuz biber, Saray’ın muazzzam giderleridir,,

  • Hele hele Bay RTE’nin zırhlı makam aracını taa Güney Amerika’ya askeri uçakla taşıtması ve 200 bin $ maliyet çok acıdır, yazıktır, günahtır. İslama aykırıdır lüks ve israf olduğu için! Fakir – fukaranın rızkıdır. Bu para 600 bin TL’dir ve 1300 TL asgari ücretten 461 işçinin
    1 aylık emeğinin karşılığıdır.. Allah’tan korkmak gerekir. Erdoğan’ı saran bu ölçüsüz korku nedir, nedendir? Gittiği ülkelerde zırhlı makam aracı yok mudur?
    Kiralansa idi çok daha ucuza gelmez miydi??

Bu insaf dışı saltanatın bizim bir yurttaş olarak çok zorumuza gittiğini, asla içimize sindiremediğimizi, vergi ödeyen ve vergisinin en verimli biçimde kullanılmasını,
kendisine kamu hizmetleri olarak döndürülmesini pek haklı olarak bekleyen bir yurttaş olarak;
bu akıl almaz savurganlık karşısında Tayyip beye hakkımızı helal etmiyoruz.
Erdoğan Kul hakkı yemiştir ve Yüce Tanrı’nın bile bunu bağışlamaya hakkı olmadığını
kendisi de bilir. Bizi geçelim, daha pek çok “tüyü bitmemiş yetim” in de hakkı bu sorumsuz davranışla adeta gasp edilmiştir..

Herkes en düzeyde tasarruf yapmalıdır ve yöneticiler buna örnek olmalıdır.
TÜİK’in 2015 verileriyle yoksulluk rakamları yürek karartıcıdır.
Milyonlarca yoksul yurttaşımız vardır.

Ekonomi için alarm zilleri üstelik şiddetle çalmaktadır.
Ekonomi yangın alanıdır.
AKP hükümeti, olağanüstü önlemlerle olağanüstü durumla başetmeye çalışmalıdır vargücüyle..

Öte yandan AKP içi kazanlar da kaynamaya başlamıştır..
Her çıkışın bir inişi vardır..
Bu dünya Sultan Süleman’a da kalmadı, Osmanlı’ya da, başka başka imparatorluklara da..

AKP – RTE için kaçınılmaz son yaklaşıyor..

İktidar bitecek ve halka hesap verecekler..

Tarihin tunç yasası böyle..

Son söz                :

“Hiçbir korkuya benzemez, halkını satanların korkusu !..” (Nazım HİKMET)

Sevgi ve saygı ile.
5 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
Yazının pdf biçimi :
http://ahmetsaltik.net/2016/02/05/bu-israfa-10-enflasyon-az-bile/

HIZLI NÜFUS ARTIŞI SORUNU / The CHAOS of HUGE POPULATION GROWTH


Sevgili AÜTF Dönem 2 öğrencilerimiz
,
Site okuru dostlarımız. 

  • DÜNYADA ve TÜRKİYE’de NÜFUS SORUNLARI ve POLİTİKALARI

konulu AÜTF Dönem 2 dersi sunumu yansılarını paylaşmak isteriz.

Güncellenmiş dosyayı ilgi ve bilginize sunuyoruz.
Çok emekli ve kapsamlı bir dosyadır (119 yansı).

  • Gereksiz, dengesiz ve hızlı, akıl dışı ve sürdürülemez
    hızlı nüfus artışı ülkemiz ve dünya için en önemli sorunların başında gelmektedir.

Türkiye, 35-40 yıl sürecek bir DEMOGRAFİK FIRSAT PENCERESİ DÖNEMİNDEDİR.
Bu dönemde yapılması gereken, genç nüfusun niteliğinin iyileştirilmesidir.
Bu da sağlık ve eğitim yatırımları ile olur.

Nüfusun “hızlı” yaşlanması sorunu yoktur, akut gündem bu değildir.

İvedi olan 2 adım vardır :

1. Hızlı nüfus artışını teşvikten, “en az 3-5 çocuk doğurun” demekten
hemen vazgeçmek. Her ailenin 1 çocukla yetinmesini önermek..

2. Eldeki çooooook genç nüfusun niceliğini (sayısını) değil niteliğini (kalitesini) geliştirmek.. Yaşamsal sorun budur.. Genç nüfusu 21. yy’da acımasız küresel rekabete hazırlamak..
Yabancı diller ve İLETİŞİM öğretmek, geçerli meslekler edindirmek, özgüven kazandırmak,
istihdamı geliştirmek, yurttaşların sosyalleşmesini sağlamak (karma eğitim başta!)..

Ülkemizin öncelikleri bunlar, Demografi politikaları bakımından..
Bir ULUSAL DEMOGRAFİ KURULTAYI toplamak ve nüfus politikalarını güncellemek..

Ayrıca, kürtaj istemiyorsanız etkin ve yaygın aile planlaması hizmetlerini topluma
mutlaka vereceksiniz.. Özellikle de Doğu ve Güneydoğu’da!

Vurgulayalım ki; Anayasa’nın 41. maddesi açık ve net olarak devlete bu görevi yüklüyor.
Siyasal tercihiniz ne olursa olsun :

Anayasa_madde_41

 

 

 

 

 

 

 

 

Oldukça kapsamlı ve doyurucu bir dosya sunuyoruz.
Okunup okutulması, paylaşılması, politikacılara da ulaştırılması dileğiyle..
Umarız, hala Türkiye’de nüfus artışını bilim ve akıl dışı biçimde savunan tepe yöneticiler de, danışmanları da okusun ve yararlansınlar. Ülkemizi yıkımlara sürüklemesinler..

Lütfen tıklar mısınız erişkeyi (linki) ?

Nufus_sorunlari_ ve_ politikalari

Sevgi ve saygı ile.
06.12.2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Bu yansılarda sayın Prof. Ercan’dan çok yararlandık, teşekkür borçluyuz.

Türkiye 4. Nüfusbilim Konferansı

Dostlar,

Türkiye 4. Nüfusbilim Konferansı, 2015

Ana tema :

“Yarım asırlık demografik araştırma deneyimi ile Türkiye’de nüfus politikalarının dünü, bugünü ve yarını”

olarak belirlenmiş olan Türkiye Nüfusbilim Konferansı, 2015, ilki 1968 yılında (Türkiye Nüfusbilim Konferansı), ikincisi 1975 yılında (Türkiye İkinci Nüfusbilim Konferansı) ve üçüncüsü de 1997 yılında (Üçüncü Ulusal Nüfusbilim Konferansı) gerçekleştirilen konferans serisinin dördüncüsü olarak 5-6 Kasım 2015 tarihlerinde Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Yerleşkesi’ndeki Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecektir.

Türkiye’nin en güncel ve can yakıcı sorunlarının başında gereksiz – yersiz – akıl dışı
çok hızlı ve hatta yıkıcı NÜFUS ARTIŞIDIR!

Geçtiğimiz yıl (2014) Türkiye’nin nüfusu 1 030 000 kişi artmıştır ve % 1,34 (binde 13,4) düzeyinde bir nüfus artış hızına karşılıktır. AB ortalamasının 4 katından daha büyüktür.

Ulusal gelirde büyüme geçtiğimiz yıl % 2,9 olmuştur. Bunun yarısı hızlı nüfus artışı ile yutulmuştur. Geriye kalan yaklaşık % 1,5 büyüme hızı ile gelişmiş ülkelerle aradaki farkı kapatmak olanak dışıdır. Hele 2023’te ilk 10 ekonomi içine girmek matematiksel olarak
kesin biçimde olanaksızlaşmıştır. Hatta G20’den düşme riski ciddidir.

Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü‘nün kuruluşunu ve ilk Müdürlüğünü
Prof. Dr. Nusret H. FİŞEK yapmıştır. Prof. Fişek, o sırada, İstanbul Tıp Fakültesinden
sınıf arkadaşı Prof. İhsan Doğramacı‘nın rektörü olduğu Hacettepe Üniversitesi’nin
rektör yardımcısısıdır.

Prof. Fişek, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesindeki görevinden ayrılarak yaklaşık 5 yıl
Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı yaptıktan sonra 1965’te 3. yılındaki Hacettepe Tıp Fakültesine atanmış ve Türkiye’de çağdaş anlamda HALK SAĞLIĞI  – TOPLUM HEKİMLİĞİ BÖLÜMÜNÜ kurmuştur. Biz de Hacettepe Tıp Fakültesinde Prof. Fişek’in öğrencisi ve
daha sonra TOPLUM HEKİMLİĞİ BÖLÜMÜ’nde asistanı olma onurunu yaşadık.
Bunu sıklıkla yazarak site okurlarımızı bıktırmak istemeyiz ama bizim için coşku vericidir.
Toplum Hekimliği Bölümü’nde tıpta uzmanlık eğitimimiz sürerken, adı geçen Enstitü’de
eş zamanlı olarak master yapma dileğimizi, “temel demografi bilgin yeterli değil..” diyerek
geri çevirmişti. (Merhumu, bu olumsuz yanıtı nedeniyle hala eleştirmek isteriz..) Bu sitede, başta Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan‘ın olmak üzere çok sayıda demografik irdelemeye
yer verilmiştir. Bizim Ankara Üniv. Tıp Fak. Dönem 2’de işlediğimiz

DÜNYADA ve TÜRKİYE’de NÜFUS SORUNLARI ve POLİTİKALARI

konulu dersin yansılarına da sitemizde yer verdik.. Erişkelerden çağrılarak incelenmesi dileğimizdir.

Nufus_sorunlari_ ve_ politikalari

http://ahmetsaltik.net/2014/11/30/hizli-nufus-artisi-sorunu-the-chaos-of-huge-population-growth/
(HIZLI NÜFUS ARTIŞI SORUNU / The CHAOS of HUGE POPULATION GROWTH)

*****

Nusret hoca, Mezuniyet Sonrası Eğitimi Fakültesi’nin dekanlığını da üstlenmişti.
Bu fakültede lisansüstü eğitim veriliyordu (yüksek lisans/ master ve doktora).
Günümüzde Sağlık Bilimleri Enstitüleri bu görevi üstlenmektedir.

Prof. Fişek, eldeki sağık verilerinin çok yeteriz olması karşısında Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü‘nde TÜRKİYE NÜFUS ve SAĞLIK ARAŞTIRMALARINI (TNSA) başlattı. İlk çalışma 1968’de yapıldı ve her 5 yılda bir kararlılıkla, sebatla sürdürüldü.
Sonki 2013’te 10. kez tamamlandı ve yayımlandı (TNSA 2013). 5 yıllık dönemler için
nüfus ve sağlık politikalarının belirlenmesinde çok önemli katkılar sağladı bu veriler.
Nusret hoca, 1965’te, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı iken ülkemizin devrim niteliğinde ilk
Nüfus Planlaması Yasasını (557 sayılı yasa) çıkaran kişidir. Hacettepe Tıp Fak. Toplum Hekimliği Bölümü Başkanı iken de 1983’te yine devrim niteliğinde yeniliklerle bu yasanın 2827 sayılı yasa ile yenilenmesini sağlamıştır. (10 haftaya dek gebeliklerin istemli düşükle sonlandırılması hakkı başta olmak üzere!).

İlginçtir, dün, 3 Kasım 2015 günü Kalpaksız Kuvayı Milliyeci Prof. Nusret Fişek’in ölümünün 101. yılıydı ve biz Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde O’nu ama etkinliklerine katıldık. Duyuruyu kapsamlı olarak web sitemize koymuştuk.
(http://ahmetsaltik.net/2015/11/02/prof-dr-nusret-h-fisek-25-anma-yili/)

5-6 Kasım 2015 günlerinde söz konusu Enstitü, Türkiye 4. Nüfusbilim (Demografi) Konferansı düzenliyor.. Bu geleneği yaratanlar ve sürdürenlere şükran doluyuz.
Konferansa ilgi yeterli olsun ve R.T. Erdoğan’ın – AKP iktidarının akıl dışı nüfus artışı zorlamalarının bilimsel olarak geçersizliği – yerindesizliği – yanlışlığı kanıtlansın dileriz.
Türkiye bu stratejik yanlıştan hızla dönsün, nüfus artışını frenlesin ve içinde bulunduğu DEMOGRAFİK FIRSAT PENCERESİNİ kaçırmadan hakkıyla değerlendirsin.
Yani eldeki nüfusun niceliğine (sayısına) değil niteliğine öncelik versin..
Sağlık ve Eğitim en başta!  21. yy’da Türkiye’yi kalabalık ve niteliksiz bir nüfus değil; sağlıklı ve iyi eğitilmiş bir nüfus taşıyabilir..

HER AİLEYE 1 ÇOCUK, BAŞKA YOLU YOK!

Konferansın kapsamlı duyuru ve programına aşağıdaki erişkeden ulaşılabilir :

Nufusbilim_Konferansi4_Kasim2015

Son olarak Anayasanın 41. maddesini aşağıya alıyoruz… İktidarlar, AİLE PLANLAMASI HİZMETİ VERMEK ZORUNDADIR.. bu Anayasa hükmüne göre..
Dünya görüşünüz farklı olsa da.. Anayasal yükümlülük bunu gerektiriyor.

1982 Anayasası   : 
I. Ailenin korunması
MADDE 41 (Değişik: 3.10.2001-4709/17 md.) : “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.

Devlet, ailenin erinç (huzur) ve gönenci (refahı) ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve   aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli önlemleri alır, örgütü kurar.

Peki; >250 AÇS-AP Dispanseri neden büyük ölçüde hizmet dışı??! ASM’ler Aile Planlaması hizmeti için yeterli değil ki! Toplum AP hizmetini nereden alacak? Siyasal iktidar nüfus artışından yana ise bu hizmeti vermeme = Anayasayı çiğneme hakkına sahip mi?
Bedeli gene alt katmanlar ödüyor ne acı ki..

12 yıl önce Trakya Ünversitesi Tıp Fakütesi’nde verdiğimiz Nusret Fişek dersinin yansılarını görmek için lütfen tıklar mısınız??

Nusret_Fisek_03.11.03

Sevgi ve saygı ile.
04 Kasım 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TÜİK Nüfus Verileri : 2014’te Nüfus 1 Milyondan Çok Arttı; Gereksiz ve Hızla Çoğalıyoruz

 

TUİK’in açıkladığı Türkiye’nin
yeni 2014 sonu nüfusu

A.A.
28 Ocak 2015
Erdoğan 'En az 3 çocuk' diyor ama...

Türkiye’nin nüfusu 2014 sonunda

77 695 904 kişi oldu.

Türkiye’de ikamet eden nüfus 2014 yılında,
bir önceki yıla göre

1 028  040 kişi arttı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uzun süredir yapmış olduğu “en az 3-4 çocuk tavsiyesine rağmen” nüfus artış hızı ise 2013 yılında binde 13,7 iken,
2014 yılında binde 13,3’e geriledi.
(AS: Teşekkürler sağduyulu halkımıza…)

 Türkiye nüfusu, 2014’te bir önceki yıla göre 1 milyon 28 bin 40 kişi artarak
77 milyon 695 bin 904 kişi oldu.
(AS: %5 dolayında kaçak nüfus ile yaklaşık 2 milyon sığınmacıyı ekleyin!)

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK),
“Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2014 Sonuçları”nı açıkladı.

Buna göre, 2013 yılı itibariyle 76 milyon 667 bin 864 kişi olan ülke nüfusu,
1 milyon 28 bin 40 kişilik artışla, 2014 sonunda 77 milyon 695 bin 904 kişiye ulaştı.

Erkek nüfusun oranı %50,2 (38 milyon 984 bin 302 kişi),
kadın nüfusun oranı ise %49,8 (38 milyon 711 bin 602 kişi) oldu.

Yıllık nüfus artış hızı 2013 yılında binde 13,7 iken, 2014 sonunda binde 13,3’e geriledi.

İl ve ilçe merkezlerinde ikamet edenlerin (AS: yerleşiklerin) oranı 2013 yılında %91,3 iken,
bu oran 2014’te %91,8 oldu. Belde ve köylerde yaşayanların oranı ise %8,2’de kaldı.

EN ÇOK NÜFUSA SAHİP İL İSTANBUL, EN AZ BAYBURT

Türkiye nüfusunun %18,5’inin yaşadığı İstanbul, 14 377 018 kişiyle en çok nüfusa sahip olan il oldu. Bunu sırasıyla % 6,6 ile (5 150 072 kişi) Ankara, %5,3 ile (4 113 072 kişi) İzmir, % 3,6 ile (2 787 539 kişi) Bursa ve %2,9 ile (2 222 562 kişi) Antalya izledi.
Bayburt ise 80 607 kişiyle en az nüfusa sahip il oldu.

ORTANCA YAŞ YÜKSELDİ

TÜİK verilerine göre, Türkiye nüfusunun ortanca yaşı yükseldi. Türkiye’de 2013 yılında
30,4 olan ortanca yaş, 2014’te 30,7 oldu. Ortanca yaş erkeklerde 30,1 iken,
kadınlarda 31,3 olarak gerçekleşti.

Ortanca yaşın en yüksek olduğu iller sırasıyla Sinop (39,1), Balıkesir (38,6), Edirne ve Kastamonu (38), en düşük olduğu iller ise sırasıyla Şırnak (19,1), Şanlıurfa (19,2) ve
Ağrı (20) oldu.

ÇOCUK YAŞ DİLİMİNDEKİ NÜFUSUN ORANI ARTTI

Türkiye’de 15-64 yaş diliminde yer alan çalışma çağındaki nüfusun oranı 2013 yılında
%67,7 iken, geçen yıl 0,1 puan artışla % 67,8’e (52 640 512 kişi) yükseldi.

Çocuk yaş grubundaki (0-14) nüfusun oranı ise %24,3’e (18 862 430 kişi) gerilerken,
65 ve daha yukarı yaştaki nüfusun oranı % 8’e (6 192 962 kişi) yükseldi.

Nüfus yoğunluğu olarak ifade edilen “bir kilometrekareye düşen kişi sayısı”,
geçen yıl Türkiye genelinde 2013 yılına göre 1 kişi artarak 101 kişi oldu.

İstanbul, kilometrekareye düşen 2767 kişiyle nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu il oldu. Bunu sırasıyla, 477 kişiyle Kocaeli, 342 kişiyle İzmir, 277 kişiyle Gaziantep,
267 kişi ile Bursa ve Yalova izledi. Nüfus yoğunluğu en az olan il ise kilometrekareye düşen 12 kişiyle Tunceli olarak gerçekleşti.

Yüzölçümü bakımından ilk sırada yer alan Konya’nın nüfus yoğunluğu 54,
en küçük yüzölçümüne sahip Yalova’nın nüfus yoğunluğu ise 267 oldu.

GEÇEN YIL 62 İLİN NÜFUSU ARTTI

Türkiye’de 2014 yılında 62 ilin nüfusunda artış görüldü. En çok nüfus artışı,
binde 63,9 ile Türkiye’nin en düşük nüfuslu ili Bayburt’ta gerçekleşti.

Türkiye’de nüfus artış hızı 2013 yılında binde 13,7 iken, bu oran 2014’te binde 13,3‘e geriledi.

 Geçen yıl en çok nüfus artışının Türkiye’nin en düşük nüfuslu ili Bayburt’ta gerçekleşmesi dikkati çekti. Nüfusu binde 63,9 artan Bayburt’u, binde 36,2 ile Tekirdağ,
binde 34,3 ile Gümüşhane ve binde 31,6 ile Muğla izledi.

Türkiye’de söz konusunu dönemde 19 ilin nüfusunda ise gerileme oldu. Nüfusu en çok düşen il binde 39,3 ile Çankırı olurken, bu ili binde 26,6 ile Yozgat ve binde 19,4 ile Ardahan izledi. Geçen yıl nüfusu azalan öbür illerin Afyonkarahisar, Ağrı, Amasya, Burdur, Çorum, Erzurum, Kars, Kırşehir, Kütahya, Muş, Ordu, Sinop, Sivas, Tokat, Zonguldak ve
Kırıkkale olduğu belirlendi.

KÜTAHYA’NIN VEKİL SAYISI 4’E İNDİ

Kütahya’nın 31 Aralık 2014 tarihi itibariyle nüfusunun 571 bin 554 olduğunu bildirildi.
Nüfusu %0.9 azalan Kütahya artık Meclis’e 5 değil 4 milletvekili gönderecek.

===================================================

TÜİK Nüfus Verileri     :

2014’te Nüfus 1 Milyondan Çok Arttı; Gereksiz ve Hızla Çoğalıyoruz..

Papa bile uyarıyor : TAVŞAN GİBİ ÇOĞALMAYIN!

Türkiye nüfusuna %5 dolayında kaçak nüfus ile yaklaşık
2 milyon sığınmacıyı ekleyin.. 85 milyona yakınız..

Bay RTE’nin akıl ve bilim dışı 3-5 çocuk önermesini – dayatmasını sağduyusu ile bir ölçüde de olsa boşa çıkaran halkımıza teşekkür ederiz..

AKP iktidarı;
Lütfen Anayasa’nın 41. maddesi buyruğunu içtenlikle yerine getirin…

Anayasa madde 41Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve
aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır,
teşkilatı kurar.
Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça,
ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.

*****

Bu arada Adana artık 4. büyük il değil.. Geçen yıl da öyleydi de, görmezden gelindi..
Bursa’dan sonra Antalya da göç alarak, göç veren Adana’yı “geçti” !?
Artık TV’ler hava durumunu verirken “5 büyük il” arasında Adana olmayacak..
Ülkenin Batısının hava durumu verilmiş olacak.

Bölgesel dengeli kalkınma bu mu??
Doğu boşalıyor, Batı kaynıyor..
Alarmdır alarm.. Duyuyor musunuz, duymalısınız…
Nüfusu tümüyle yersiz ve gereksiz artırıp kalabalık ve niteliksiz bir sürüye dönüştürmek yerine; başta sağlık ve eğitim, niteliğini iyileştirmek gerekir.

İç göçü durdurmak ve nüfusu ülke coğrafyasına dengeli yaymak gerekir.
İzlenecek ekonomik ve sosyal demografik politikalar bunlardır.
Nüfus “hızla” yaşlanmayacaktır, endişe edilmesin.. Bu sitede çok yazdık..
Türkiye bu verilerle 35-40 yıl daha DEMOGRAFİK FIRSAT PENCERESİ içinde kalacaktır.

1. öncelik, varolan nüfusu dünya ile yarışabilecek biçimde donatmaktır.
Önümüzdeki 3-4 onyıl temel strateji bu olmalıdır.
Asla nüfus artışı özendirilmemelidir.. Önemli olan nicelik değil nitelik.

İşgücüne katılım artmıştır.. 15-64 yaş dilimi nüfusun 2/3’üdür ve 52 milyonu aşmıştır.
Geçtiğimiz haftalarda Ekonomiden sorumlu Başbakan Yrd. Ali Babacan apaçık yakınıyordu.. İşsizliği istedikleri gibi azaltamayacaklardı çünkü işgücüne katılım çok büyük boyutta idi. Son TÜİK verileri de bunu kanıtladı bir kez daha..

Her yıl 1 milyon insana iş bularak ancak işsizlik havuzunu sabit tutabilirsiniz.
İşsizliği azaltmak için ise net nüfus artışının üstünde istihdam yaratmanız gerekiyor.

Buna ne Türkiye’nin koşul ve olanakları elverişli ne de küresel iklim..
Aman dikkat..

RT Erdoğan da artık 3-5 çocuk takıntısını mutlaka aşmalı..
Ülkesini – insanını gerçekten seviyorsa eğer..
Bu konudaki tutum kesin ve duygusal olmayan bir turnusol kağıdıdır, şaşmaz.

  • Verili koşullarda nüfus artışını savunmak kesinlikle akıl ve bilim dışıdır;
    ülkeye yapılabilecek belki de en büyük kötülüktür!

İl ve ilçe merkezlerinde yerleşiklerin (ikamet edenlerin) oranı 2013 yılında %91,3 iken,
bu oran 2014’te %91,8 oldu. Belde ve köylerde yaşayanların oranı ise %8,2’de kaldı.
6331 sayılı Bütünşehir Yasası nedeniyle 30 Mart 2014 günü yaklaşık 35 bin olan köy sayısı, 31 Mart 2014 günü yarı yarıya azaldı ve kentsel nüfus şişti..

Artık o 17-18 bin köy bir gecede “mahalle” oldu.. Köy sayımız artık 40 bin değil..
17 bin dolayında.. İl nüfusu 750 bini aşan her il “büyükşehir” olacak ve tüm köyleri mahalleye dönüşecek.. Bir çırpıda, tabelası değişecek..

Yaşasın AKP iktidarı…

Not / soru     :
TÜİK bu verileri en geç 1-2 Ocak 2015 günü yayımlamalıydı..
Neden 1 ay gecikti??
Tüm nüfus verileri çevrim içi (on line) ve eş / gerçek zamanlı (real time) değil mi??

Sevgi ve saygıyla.
28.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Yazının pdf örneği : TUIK_2014_Sonu_Nufus_Verileri_ve_Dusundurdukleri

Prof. Ercan: “YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN !” ve bizim RTE’ye diyeceklerimiz..


“YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN !” ve bizim RTE’ye diyeceklerimiz..

 

YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN !

Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

Değerli arkadaşlar,
Bu gün 1.1.2015, yeni bir yıla giriyoruz.
1 Ocak aslında, astronomi bakımdan, yani Dünyamızın Güneş sistemi içindeki konumu bakımından, hiçbir özelliği olmayan bir gündür.
Yılbaşı için örneğin gece-gündüz süresinin eşitlendiği (Ekinoks) 21 Mart çok daha anlamlı bir Yıl Başlangıç günü olurdu. Nitekim Sümer-Asya Kültüründe insanlar, Doğanın kış uykusundan uyanışının ve yeni bir yaşam sürecinin, Baharın başlangıcı olarak (Farsça New-Ruz yeni Gün, Türkçe ergen-kün ->Ergenekon) 21 Mart gününü Yıl başı olarak kutlayagelmişlerdi..
Öyle ya da böyle, akıp giden zaman boyutunda kendi konumunu belirlemek isteyen insanoğlu, zamanın “süregenliği” döngüsel (periyodik) olaylara dayanan bir sıralama yöntemiyle
(saat, gün, hafta ay, yıl gibi ölçütler kullanarak) bir bakıma “dijital” hale getirmiştir.
Bu biçimde değişik kültürlerde değişik takvim uygulamaları oluşmuştur;
örneğin bugün değişik takvimlerde şöyle gösteriliyor:

Gregoryan (Güneş, Solar) …………… : 01.01.2015 1 Güneş yılı ≈ 1,03 Ay yılı)
Arap (Ay, Kameri, Lunar) ……………: 10.03 (Rebi-ül-evvel) 1436
Yahudi (Ay)………..: 10.10 (Tevet) 5775
Pers (Güneş)……….: 11.10 (Dey).1393
Çin (geleneksel).….: 78 dönem 31 yıl 11 ay 11 gün

Bu takvimlerin başlangıçları da çok ilginçtir; Perslerin (Güneş) takvimi ve Arapların (Ay / kamerî) takvimi Peygamberin (Gregoryan takvime göre 19.07.0622 tarihinde) Mekke’den Medine’ye göç / hicret gününü başlangıç olarak alır: 01.01 (Muharrem).0001.
Çin Takvimi MÖ. 3 binlerde tüm Han-Çinlilerin atasının doğumunda başlatılmış.Yahudi Takvimi daha da iddialı; Tanrının Dünyayı yarattığı günü (!) başlangıç günü olarak alıyormuş.Papa 13. Gregor zamanında (1580’lerde) düzenlenen ve şu anda hemen tüm Dünyada gelişmiş ülkelerde kullanılan Gregoryan takvimi ise biraz daha mütevazı, Gerçekten yaşayıp yaşamadığı kuşkulu olan İsa’nın doğumunu başlangıç olarak almış. Aslına bakılırsa bütün bu başlangıçlar yanlış; en gülünç olanı da Yahudi Takvimi başlangıcı olarak alınan olay, Tanrının güya Dünya’yı MÖ 3600’lerde (!) yarattığıdır…

Bugün biliyoruz ki, Güneş sistemimiz 4,56 milyar yıldır var ve Evrenin yaşı ise 13,8 milyar yıl.
***
Değerli arkadaşlar,Ben bugün aslında sizlere Takvimleri değil, önümüzdeki yıla ışık tutması açısından geçen yılı Dünyada ve Ülkemizde olan bitenin bir özetini anlatmak istemiştim.
Önce Dünya genelinden söz edeyim…
2014 yılında Dünyamızın insan nüfusu 81 milyon arttı ve 7,3 milyara erişti!
135 milyon doğum ve 54 milyon ölüm gerçekleşti.
Yani kaba doğum hızı binde 19, Kaba ölüm hızı binde 8,
  • Dolayısıyla yıllık küresel nüfus artış hızı binde 11 oldu.
Ölümlerin üçte biri Kalp, altıda biri de Kanser nedeniyle;
AIDS nedeniyle ölenler %3 dolayında.
(AS: 8-9 milyon / yıl dolayında AÇLIK ÖLÜMLERİ’ni asla unutmamalı!)
Dünyamızda ortalama yaş 33.4 yıl; ortalama Ömür ise 66 yıl olarak görülüyor.Nüfus toplamı ~1,5 milyar olan 50 dolayında gelişmiş ülkede ortalama ömür 80 yıl dolayında, geri kalan (az gelişmiş / gelişmekte olan) ülkelerde ise 62 yıl;Türkiye’deki ortalama yaş 31 ve ortalama ömür 61 yıl
(Ortalama ömür, ortalama yaşın 2 katından büyük olamaz).
(AS: TÜİK ortalama değil “ortanca – median” yaşı veriyor.. Yaş dağılımı homojen olmadığından ortanca ortalamaya eşit değil. Dolayısıyla TÜİK’in bu hesabında bize göre önemli hata yok..)

2014 yılında doğanlar için ortalama 80 yıllık bir ömür bekleniyor.
Dünyamızın nüfusu böyle (her gün ~220 bin kişi!) artarak devam ederse
(demografik parametreler bakımından Dünya ortalama değerlerine çok yakın olan Türkiye’de günlük nüfus artışı ~2300 kişi) 2050’lerde Dünya nüfusu 10 milyar sınırına,
Türkiye nüfusu da 100 milyon sınırına erişecek demektir…

2014’te tüm Dünyanın toplam ekonomik geliri 90 trilyon Dolara erişti ;
yani kişi başına gelirde Dünya ortalaması (AS: 90 trilyon Dolar / 7,3 milyar nüfus)
35 $ / kişi / gün oldu. Bu rakam Türkiye’de 30 $ / kişi / gün.
(AS: 2014 sonu, 800 milyar Dolar GSMH  / 78 milyon nüfus : 28 Dolar / kişi / gün )
Ancak bu Gelir Dağılımı (AS: üstelik) çok adaletsiz. Öyle ki, Gelir dağılımındaki adaletsizliğin bir ölçütü olan Gini katsayısı Dünya ortalaması ~0,5 dolayında,. Türkiye’de ~0,4 ve gelişmiş ülkelerde 0,3. ( AS : Bu katsayı büyüdükçe gelir dağılımının daha adalersiz olduğu anlamında.)
Dünyadaki GSMH (gayrisafi milli hasıla) (AS: Burada GSMH demek yanlış olur..
GSMH ülkeler için… “Küresel Gelir” uygun terimdir)
toplamının yaklaşık %30’u endüstriyel,
%7’si tarımsal üretimden elde ediliyor; geri kalan %63’ü hizmetler sektöründen.Dünya ülkeleri, ulusal gelirinin ortalama 40’ta 1’ini (%2,5!) askeri harcamalara ayırıyor.
(ABD 20’de birini!) Dünya genelinde (mısır, buğday, patates, pirinç…) tarım ürünleri toplamı yaklaşık ~1 kg/adam.gün, elektrik üretimi ise ~8 kWh/adam.gün oldu.
Buna karşın atmosfere bir yılda kişi başına ortalama 5 ton CO2 salındı.
(ABD de salınım miktarı ~20 ton/Adam.Yıl)
Atmosferde 400 ppm derişim düzeyine dek birikmiş olan CO2 gazının sera etkisiyle Dünyamızın ortalama yüzey sıcaklığı 2014’te 0,02 derece artarak +15 dereceye erişti ve
Deniz düzeyi 3,3 mm daha yükseldi (yani son bir yılda ~1200 milyar ton karasal buzul eridi!)  Dünyamızın son 500 bin yıllık geçmişinde sıcaklık 17 derecenin ve CO2 derişimi de
300 ppm’in üzerine hiç çıkmamıştı.
 Bu arada, son yılda (2014) 81 milyon artan nüfusa karşın ~14 milyon hektar orman kurban edildi. (Yani her gün yaklaşık 20 km x 20 km = 400 km2’lik
bir orman alanı yok ediliyor) 
Anlaşılan o ki, “iklim değişikliği” biçiminde kibarca ifade edilen insan kaynaklı
“Çevre felaketi” maalesef önlenemez gidişini sürdürüyor.Özetle şunu söylemek olanaklı :
  • Dünyamız “kötü” yönetiliyor, özellikle de geri kalmış ülkeler ve bu arada
    Türkiye her bakımdan “çok kötü” yönetiliyor…
    O nedenle sayfalar dolduracak yanlışlıklar ve olumsuzlukları yazmaktan vazgeçiyorum…
Umut edelim ve bu umut doğrultusunda çaba gösterelim ki;
Ülkemiz 2015’te Orta-Doğu bataklığına daha çok saplanmadan,
Laik Cumhuriyeti tasfiye edecek bir Şeriat karanlığına tümden gömülmeden,
Demokratik bir Yönetim değişikliği gerçekleşir
ve Ülkemizin aydınlık yarınlarına güvenimiz artar.Sevgilerimle…æ

=====================================

Dostlar,

Saygıdeğer büyüğümüz Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan’ın 2015 için yazdıkları yukaırda..
Her zamanki gibi çook öğretici ve düşündürücü..
Rakamlarda ve kimi kavramlarda, Sn. Ercan’ın hoşgörüsüyle yer yer görüş ayrılığımız var.  Onları metinde ayraç içinde verdik.

Bu arada TÜİK‘in, tüm elektronik / sayısal kayıt olanaklarına karşın 31 Aralık 2014 günü Türkiye nüfusunu neden ver(e)mediğini anlayamıyoruz.
Oysa her saniye çevrim içi ve gerçek zamanlı (on line – real time) nüfus sayacı önünde!?
Bizlere hala kapalı ama kendilerinin önünde.. Saydam bilmsel yönetim bu mudur??

*****

Ve bizim RTE’ye diyeceklerimiz                     :

Ve 12. CB – Yarıbaşkan Bay RTE‘nin şu sözlerini son derece yersiz – bilim ve akıl dışı ve saçma bulduğumuzu kaydetmeden, bilimsel ve yurttaş sorumluluğumuz kapsamında geçemiyoruz :
12. CB – Yarıbaşkan Bay RTE: Bir yaşlı amca bana söylemişti; 1 çocuk garip olur,
2 çocuk rakip olur, 3 çocuk denge olur, 4 çocuk bereket olur, gerisi Allah kerim…
O yaşlı amcanın Tayyip beye latife yaptığı ortada.
Kendisinin 4 çocuğundan 10+ yıldır evli olan 3’ünün 1-2 çocuğu var.
(Bu arada neden 4’te kalmışlar da “gerisis Allah kerim” dememişler??)
Ama Tayyip bey neden bu espriyi anlamaz / anlamazlıktan gelir ve
Türkiye’de Devlet politikası olarak varolmayan bir anti-natalit politikayı “ihanet” ilan eder??

Türkiye’de 1983 tarihli 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun ne pro-natalist (nüfusun artırılması yanlısı) ne de anti-natalistittir (nüfusun azaltılması yanlısı).
Türkiye’de erken Cumhuriyet dönemi dışında pro-natalist (nüfusun artırılması yanlısı)
nüfus politikaları güdülmemiştir. Anti-natalistit (nüfusun azaltılması yanlısı) politikaları da.
1965 tarihli 557 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun da, onu güncelleyen
1983 tarihli 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun da
ne pro-natalist ne de anti-natalisttir. Her yasa da bu bağlamda yansız (nötr) kalmıştır.

Dileyene Aile planlaması hizmeti (nüfus planlaması değil!) sunmak heddeflenmiştir,
özellikle 1982 Anayasası’nın 41. maddesi buyruğu nedeniyle.

Ancak AKP iktidarının nüfusu, yasası olmaksızın “artırma” politikaları vardır.
Üstelik Anayasa’nın 41. maddesini apaçık çiğneyerek – görmezden gelerek :

*****

Devletin Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevleri
Ailenin korunması ve çocuk hakları*

Anayasa MADDE 41.– (Değişik: 3.10.2001-4709/17 md.)
Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.

Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.

(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açık-ça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğ-rudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.
*Bu maddenin kenar başlığı “I. Ailenin korunması” iken, 7/5/2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 4 üncü maddesiyle metne işlendiği şekilde değiştirilmiştir.

*****

Bu durumda, aile planlaması (Nüfus planlaması değil!) hizmetlerini Anayasa gereği topluma hiçbir zorlama olmadan sunmak neden ihanet oluyor Bay RTE’ye göre?

Bay RTE “Nüfus planlaması” ve “Aile planlaması” kavramlarını tanımlayıp
aradaki farkı belirtebilir mi??
“Demografik fırsat penceresi” hakkında doğru ve yeterli bilgi sahibi midir??

Bir Anayasa maddesini uygulamak mı ihanetttir, tersini yapmak mı?
Onu da halkımızın ve tarihin şaşmaz yargısına bırakıyoruz..

Bay RTE, ilk fırsatta yansız – namuslu uzmanlardan temel Demografi politikaları hakkında
eğitim almalıdır. Bu bağlamdaki sözleri – önerileri tümüyle akıl ve bilim dışıdır ve ülkemizin çıkarlarıyla son derece ters, ileride giderimi (telafisi) olanaksız zarar verecek içeriktedir.
Üstelik kendi iktidarlarına da çok handikap yükleyebilecektir.
Hiçbir devlet başkanının, politikacının….. buna hakkı olamaz.

Sitemizde bu bağlamda pek çok dosya vardır. Onlara bakılmalıdır.
AÜTF Dönem 2 “Dünyada ve Türkiye’de Demografi Politikaları” ders yansılarına da..

Günümüzde Dünyanın ve Türkiye’nin ilki değilse bile en başta gelen sorunlarından biri,
gereksiz – hızlı – akıl dışı ve tehlikeli nüfus artışıdır.

Herkes bu acı – yalın – stratejik küresel gerçeği bir an olsun aklından çıkarmamalıdır.

Geldiğimiz kritik yer, “HER AİLEYE 1 ÇOCUK” tur..

Tersi; ülkemizi kalabalık – niteliksiz ve 2. Abdülhamit’in deyimiyle bir “sürüye” dönüştürür.
Yoksulluk – yoksunluk – biat / sadaka kültürü tutsağı oy deposu milyonlar…
Yoksa istenen tam da bu mudur??

Sevgi-saygı ve derin kaygı ile,
05.01.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TÜİK Başkan Yardımcısı’na Mektup

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Ali Ercan‘ın Nüfus (Demografi) konularındaki duyarlık ve katkısını
bu siteden sizler de biliyor ve izliyorsunuz. Özellikle 2000 – 2007 arasında 7 yılda nüfusun toplam 2,8 milyon, yılda ortalama 400 bin artışını pek haklı olarak sorgulamakta. Bu 7 yılda nüfusun yaklaşık 1 milyon / yıl ortalama ile 7 milyon dolayında artışı beklenirken yaklaşık 4,2 milyon eksik verilişi ve sonraki sayımlarda bu
yitik nüfusun “yedirilmesi” (iadesi!) çabası elbette açıklanmak zorundadır.
Bu arada yerel – genel seçimler yapılmış ve Yüksek Seçim Kurulu bu verilere dayalı Seçmen Kütükleri hazırlamıştır.

Sorunu  biz de, bu sitede yazdığımız yazılarda sorgulamıştık.

Sayın Prof. Ercan’ın TÜİK Başkan Yrd. Enver Taştı’ya mektubunu ve ekindeki
çok öğretici pp yansılarını paylaşmak istiyoruz.

TUIK_Bsk_Yrd._Enver_Tasti’ya_sunum_8.3.14

Emekleriniz ve paylaşımınız için teşekkürler Sayın Ercan..

*****

Sayın Enver Taştı
TÜİK Başkan Yardımcısı  

Hatırlarsınız,  Aralık 2013’te “Temiz Seçim Platformu” adına 5 kişilik bir heyetle sizleri ziyarete gelmiş, Türkiye’deki seçmen sayısı ve dolayısıyla nüfus konusunda yararlı bir görüşmede bulunmuştuk. Bu görüşmenin gerçekten çok yararlı olduğunu söylemeliyim, özellikle benim açımdan. Seçim, Enerji, Çevre konulu söyleşilerimde ister istemez nüfus konusuna değinmek zorunda kalıyordum; eski DİE verileri temelinde hesapladığım projeksiyonlarda Türkiye’nin nüfusu şimdi sizin ADNKS temelinde verdiğiniz rakamlardan ~5 milyon daha yüksek çıkıyordu.

2007 sonrası TÜİK bilgilerinin doğru ve güvenilir olduğu yönündeki açıklamalarınızı ikna edici buldum ve bu nedenle son zamanlardaki söyleşilerimde TÜİK nüfus verilerini bire bir kullanıyorum. Sizlerle yaptığımız bu toplantıdan sonra ben Demografi Daire Başkanınız Sayın Ş. Canpolat’ı da ayrıca ziyaret ederek görüş alış verişinde bulundum. Şebnem hanımla paylaştığım birtakım teknik ayrıntıyı sizinle de paylaşmak isterim.

Öncelikle “Ortalama ömür” konusundaki algı yanlışlığına dikkatinizi çekmek istiyorum. TÜİK bildiriminde yayınladığınız  “yaş dağılım grafiği”nden görüldüğü kadarıyla
Türkiye’de Ortalama insan ömrü ~61 yıldır. Yani 2014 yılı içinde “ölen insanların
ölüm yaşlarının ortalaması” 61’dir. Tabii ki, bunun 2014 yılında doğanlar için “beklenen ömür”le bir ilgisi yok. 2014 yılında doğan çocuklarımızın bekledikleri ortalama yaşam süresi benim kestirimlerime göre ~ 80 yıldır; bir başka anlatım ile  2094 (2014 + 80) yılında Türkiye’de ortalama ömür 80 yıl olacaktır. Ancak pratikte önemli olan ömür süresi ‘beklenen’ değil, ‘gerçekleşen’ ömür süresidir ki bu da 2014’te 61 yıldır. Zaten yalnızca doğum-ölüm olaylarının gerçekleştiği normal dağılımlı bir popülasyonda, yani (yurt dışına-içine) göçlerin etkisi ihmal edilebilir düzeyde kaldıkça, Ortalama yaşam süresi (ortalama ömür) ortalama yaşın 2 katından büyük olamaz.

“Ortalama yaş” ise bildiğiniz gibi halen “yaşayanların yaşlarının ortalaması”dır ki,
yine bu grafiğin analizinden Ortalama yaşı ~31 yıl buluyorum (61<2×31).
Ortanca Yaş (medyan yaş) genelde ortalama yaştan biraz küçüktür.

Bir başka konu, “kadın başına çocuk sayısı” dır ki, Yıllık nüfus artış hızı c ve
ortalama yaşam süresi y ile basit bir şekilde bağıntılıdır;

d ≈ c x y + 2,05.

Örneğin yıllık nüfus artış hızı 0,011 ve ortalama yaşam süresi 61 yıl olduğuna göre 2014 yılında kadın başına (ömür boyu ortalama) çocuk sayısı 0,011×61+2,05=2,7 bulunuyor. Bu şu demektir: Türkiye’deki bütün kadınlara (yaşları ne olursa olsun!)
“kaç çocuğu olduğu” sorulduğunda verecekleri yanıtların ortalaması 2,7’dir.
Sizin hesaplamalarınızda bu algoritmanın kullanılmadığını; yalnızca doğurganlık dönemi 15-49 yaş arası kadınların dikkate alındığını biliyorum. Dolayısıyla
kadın başına çocuk sayısı, yıl içinde doğan çocukların doğurganlık dönemindeki
kadın sayısına bölünmesi ve doğurganlık süresine normalize edilerek elde edilen “doğurganlık (fertility)” kavramından farklıdır.

Ancak, yaş dağılım grafiğinizde, 15-49 yaş arası kadın nüfusuna baktığımda,
bu verilerin doğurganlık rakamıyla uyumlu olduğunu söylemek maalesef olanaklı değil.

Değerli Enver Bey,

Söyleşilerimde kullandığım nüfus konusuna ilişkin yansıları da ekte gönderiyorum. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Saygılarımla. 8.3.14
Prof. Dr. D. Ali Ercan

*****

Bu arada, TÜİK’in; nüfusun hızlı yaşlanıp yaşlanmadığı, Başbakan R.T. Edoğan‘ın
en az 3 çocuk isteyişinin ve açık – örtük teşvikler verişinin (pro-natalist demografi politikası) ve bu bağlamda Türkiye’nin halen içinde bulunduğu Demografik Fırsat Penceresi … gibi olguların tartışılması için bir,

ULUSAL NÜFUS SORUNLARI KURULTAYI  toplaması önerimizi yineliyoruz..

Anayasa’nın AİLE PLANLAMASI hakkındaki 41. maddesini
aynen anımsatmakta büyük yarar görüyoruz.

  • Anayasa madde 41 – … Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle
    ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar…. 

Sevgi ve saygı ile.
9 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net