Etiket arşivi: Çocuk İstismarı

TARİKATLAR

Suay Karaman 

Çağdaşlaşma yolunda ilerleyen Atatürk Türkiyesi‘nin önemli olaylarından biri de, 30 Kasım 1925’te kabul edilip, 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı yasa ile tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasıdır. 

17 Kasım 1947’de başlayan ve 19 gün süren CHP’nin “demokratikleşme kurultayı” olarak adlandırılan 7. Kurultay’ında yapılan tüzük değişikliklerinde laiklik ve cumhuriyetçilik ilkelerinden büyük ödünler verilmişti. İlkokullara din dersi konması, tanınmış büyüklerin türbelerinin yeniden faaliyete geçirilmesi bu kurultayda önerildi. Kurultaydan sonraki yıllarda bu öneriler yaşama geçirilmiştir. 1948’de İmam Hatip Kursları açılmış, 15 Şubat 1949’da ilkokullara din dersi konmuş, 31 Ekim 1949’da Ankara’da İlahiyat Fakültesi açılmış ve 30 Kasım 1925’ten beri kapalı olan türbeler 1 Mart 1950’de yeniden faaliyete geçmiştir. Laiklik ilkesinden verilen bütün ödünler bile CHP’yi kurtaramamış ve 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti iktidara gelmiştir. DP, 16 Haziran 1950’de ezanın yeniden Arapça okunmasını yasalaştırırken çok sayıda CHP’li milletvekili de olumlu oy kullanmıştır. 

30 Kasım 1925’te kabul edilen yasa maddesine karşın yılladır desteklenen tarikatlara ve cemaatlere sessiz kalınmıştır. Vakıflar aracılığı ile palazlanarak, dinsel duyguları sömüren tarikatlara göz yuman herkes suçludur ve en acısı da çocuklarımızın geleceği karartılmaktadır. Bugün tarikatlar, cemaatler Anayasaya ve Devrim Yasalarına aykırı olarak, yani yasadışı olarak etkinliklerini sürdürmektedir. O yüzden kapatılsın demek yerine yasaklansın demek gerekir.

  • Devrim Yasaları uygulanmalı ve bunların kökü kazınmalıdır.

Ne yazık ki bugün TBMM içinde tarikatlar ve cemaatler yasaklansın diyen siyasal parti yoktur. 

Bugün ülkemizde beş yüze yakın tarikat ve cemaat etkinlik yapmaktadır. AKP iktidarıyla birlikte çok büyüyen bu tarikat ve cemaatlere, son yirmi yıldır 12 milyar TL’yi aşkın yardım yapılmıştır. Kamu binaları bu tür vakıflara 49 yıllığına ve çok düşük ücretlerle kiralanmaktadır. ‘Gıda bankacılığı’ kuran vakıflara, önemli miktarda vergi bağışıklığı sağlanmaktadır. Bugün 4500 öğrenci yurdunun 3400’ü vakıf ve derneklere aittir. Tüm mal varlıklarına el konması gerekir. 

Bugüne dek tarikat ve cemaat yurtlarında kalan kız ve erkek birçok öğrenciye taciz, tecavüz olayları sıklıkla gündeme geldi. Olaylar ortaya çıkınca toplum büyük tepki verdi ama sonra her şey unutulup, eskisi gibi sürdü. 2012’de Ankara Güdül’de Süleymancıların yurdunda kalan 13 öğrenciye taciz ve cinsel istismarda bulunuldu. 2012’de Adana’da Furkan Vakfı’nda çocuklara önce işkence, ardından taciz skandalı yaşandı. 2014’te İstanbul Ümraniye’de Nakşibendî tarikatına ait Fıkıh Der Kuran kursunda yirmiden çok çocuğa cinsel istismarda bulunuldu. 2015’te Karaman’da Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği’ne ait evlerde kalan 9-10 yaşlarındaki 45 erkek çocuğa cinsel istismarda bulunulduğu ortaya çıktı.

2016’da Bitlis’te Ensar Vakfı’na ait evlerde kalan 9 kadına tecavüz edildiği ve şantaj yapıldığı ortaya çıktı. 2017’de İzmir Dikili’de Süleymancıların yurdunda çalışan temizlik görevlisi 7 öğrenciye cinsel istismarda bulunuldu. 2018’de Konya’da Faruki tarikatının şeyhi olan Süleyman Işık, aralarında çocukların da olduğu 7 erkeğe cinsel istismarda bulundu ve tutuklandı. 2019’da Denizli Çivril’de Süleymancıların yurdunda çocuklara tecavüz olayı yaşandı. 2021’de Erzurum Palandöken’de Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Bahattin Evgi Yatılı Erkek Kuran Kursu’nda 7 çocuğa tecavüz edildi. 

Tarikat ve cemaatlerde bunlardan başka daha yüzlerce iğrenç olay gördük, yaşadık, şaşırdık, üzüldük. Üstelik bunlar bir biçimde ortaya çıkan olaylar. Bu olaylar yaşanırken 2016’da dönemin aile bakanının “bir kereden bir şey olmaz” ve adalet bakanının “küçüğün rızası vardı” sözlerini unutmak olanaklı değil. Çocuk istismarının önlenmesi için TBMM’de verilen önergelerin AKP oylarıyla reddedildiği de unutulmamalıdır. Şimdiki aile bakanı ise  “çocuk istismarı, çocuğa yönelik istismar vakaları siyasetin konusu değildir” sözüyle, cahilliğini ortaya koymuştur. Her şey siyasetin konusudur; insanın yaşamı, barınması, sağlığı, eğitimi, toplum içindeki yeri siyasetin konusudur. Bunu bilmeyenlerin ülkemizde yöneticilik yapması başlı başına skandaldır. 

İsmailağa Cemaatine bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu rezil bir babanın, 6 yaşındaki kendi kızını imam nikâhı ile tarikat üyesi 29 yaşındaki sapık bir adamla evlendirmesi sonucunda ortaya çıkan pislikler insanları, insanlığından utandıracak boyutlara getirdi. Bu sapık damat, bir yıl sonra 7 yaşındaki bu küçük kıza tecavüze başladı. Bu küçük kıza 13 yaşındayken nişan, 14 yaşında ise düğün yapıldı. Düğünden sonra 17 Ağustos 2012’de, annesi kızı hastaneye götürdü. Doktorun çocuğa istismarı hemen anlaması ve polise haber vermesi üzerine savcılık soruşturma başlattı. Ancak uzun yıllar bu soruşturmanın üstü örtüldü.  Tecavüz ve işkence dolu yıllar sonunda eşinden ve ailesinden şikâyetçi (yakınmacı) olarak evi terk eden kız, tecavüzcüden boşanmış ve adalet istemek için hukuksal yollara başvurmuştur. Bunun üzerine olay 30 Kasım 2020’de yeniden yargıya taşınmıştır. Kızın suç duyurusu sonrasında savcılığın 30 Ekim 2022’de hazırladığı iddianame, dava dosyasına giren fotoğraf ve belgelerle gündeme bomba gibi düşmüştür. Bu olayın kamuoyunda gündem yaratmasında bir gazetecinin başarılı çalışmalarının da katkıları vardır. Kabul edilen iddianamede kızın kocası hakkında yaklaşık 67 yıl hapis cezası istenirken, baba ve anne hakkında da yaklaşık 22 yıl hapis cezası istendi. Önce tutuklanmayan ama oluşan kamuoyu baskısını azaltıcı bir önlem olarak baba ve damat tutuklandı. Dava için 22 Mayıs 2023 tarihinde gün verildi ancak artan baskılar nedeniyle dava 30 Ocak 2023 tarihine alındı. 

İnsana okurken “olamaz böyle bir şey” dedirten bir tecavüz olayının 6 yaşındaki bebeğin başına gelmesi, toplumu derinden sarstı. Yıllarca küçücük bedeni ve ruhu iğfal edilen, şimdinin genç kadınının itiraflarıyla ortaya çıkan bu iğrenç olay için, tarikat ve cemaatler dışında toplumun çeşitli kesimlerinden kınama mesajları yayımlandı. 

  • 6 yaşındaki çocukla evlenilebilir” diyen sapıklarla, “babanın öz kızına şehvet duyması haram değil” diye fetva çıkaran Diyanet İşleri Başkanlığıyla, bu olayların önlenmesi olanaksızdır.

Laiklik bitirildikçe, çocuk istismarının arttığını görmek gerekir.

Laikliğe sıkı sıkı sarılmamız gereken günlerde, laiklik karşıtı anayasa değişikliğine gidilmesinin önünü açanlardan da hesap sormak gerekir. Tarikatlardan oy alacağını düşünerek masum göstermeye çalışan zavallıların, siyasi iktidarın tarikatlar ve cemaatler koalisyonu olduğunu anlamayan ve “laiklik tehlikede değildir” diyen aymazların, ülkemizin getirildiği durumun farkında olmadıkları anlaşılmaktadır. (Azim ve Karar, 19 Aralık 2022)

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 14 Aralık 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

İLKEL

Sakarya Üniversitesi (SAÜ) öğretim üyesi Ebubekir Sofuoğlu, Meclis’te İYİ Parti Milletvekili Hüseyin Örs’e yumrukla saldırarak hastanelik eden AKP Bursa Milletvekili Zafer Işık için “Bu bir ecdat geleneğidir, elleri dert görmesin” dedi.

Hocaya yakıştı mı?

Ecdadı cellat mı?..

KUMPASÇI

Kılıçdaroğlu, ekim ayında CHP’ye katılan eski Şırnak Baro Başkanı Avukat Nuşirevan Elçi’yi başdanışman olarak atadı.

Elçi, açılım ve kumpas destekçisi olarak biliniyor.

İyi danışma/n/lar…

GERİCİ

Milli Eğitim Bakanlığı, Ensar Vakfı ve İlim Yayma ile protokol imzaladı. Buna göre, kurslarda bu cemaatlerin önerdiği eğiticilere öncelik verilecek.

Milli yerine dinci-gerici eğitim…

SAPIK

HÜDA-Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Hiranur Vakfı‘ndaki 6 yaşındaki çocuğun evlendirilmesi konusunda, yaşın değil kişinin kendini hazır hissetmesinin önemli olduğunu söyledi.

Sapık, ona her kapı açık…

İLGİSİZ

Olayla ilgili DİB’lığı, ”Konunun Müslümanların itham edildiği bir sürece dönüştürülmesi rahatsız edici” açıklaması yaptı.

Müslümanlarla ne ilgisi var;

Kızını veren baba Hahambaşı,

Kızın nikahını kıyan Hindu Brahman,

Kıza istismarda bulunan Katolik papaz…

MİNİ

Cübbeli Ahmet, 6 yaşındaki kızını evlendiren tarikatçı rezaletiyle ilgili haberleri yapanları hedef alarak “Çarşafı çıkarmış, mini etek giymiş, LGBT’ci derneklerin elinde bulunanların laflarıyla aileleri zan altında bırakmak Müslümanlara yakışmaz.” dedi.

Aklı etek boyuna takılı şarlatandan, çocuğa tecavüz mü Müslümana yakışan?..

MOLLA

SP lideri Karamollaoğlu, çocuk istismarı olayının gündemde tutulmaması gerektiğini ve bu gibi olaylar nedeniyle tarikatların kapatılamayacağını söyledi.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı D. Yakın, istismar olayının siyasetin konusu olmadığını açıkladı.

Özet; bırakın herkes bildiğini yapsın.

Liboş molla, ona YAKIN bakan…

İMAM

Tecavüz olayını yazanları iftira atmakla ve imansızlıkla suçlayan, din bilgisi öğretmeniyken Cağaloğlu Anadolu Lisesi Müdürü olan Cafer Koçyiğit, okulun din öğretmenliğine cami imamının atanmasını sağlamış.

Öğretim Birliği’nin (Tevhid-i Tedrisat) kaldırıldığı sistemde öğretmenin yerine konan imamlar…

FOTO

Hiranur Vakfı yöneticileri ile Bakan Soylu’nun da fotoğrafı ortaya çıktı.

Bir yerden çıkmasa şaşacağız…

FACİA

Olayın kamuoyuna yansımasından dokuz gün sonra konuşmak zorunda kalan RTE, bir kızın erken yaşta evlenmesiyle ilgili görüşünün “tam bir facia” olduğunu söyledi.
(AS: Olay “bir kızın erken yaşta evlenmesi” mi!? 6 yaşında bir yavruya sistemli tecavüz!)

Türbanlı bacısı söz konusu olsa aynı gün kükrerdi.

Facia anlayışta…

YOLSUZ

Avrupa Parlamentosu başkan yardımcılarından PASOK Milletvekili Eva Kaili, Katar’dan rüşvet aldığı gerekçesiyle karıştığı yolsuzluk soruşturması kapsamında Brüksel’de gözaltına alındı.

PASOK, Kaili’nin partiden ihraç edildiğini açıkladı.

Şanssız kadın. AKP’de olsa ya büyükelçi ya saray danışmanı olur yolunu bulurdu…

KİM?

Soylu, İyi Parti, HDP ve CHP’lilere, “Hepiniz aynısınız. Amerika’nın çocuklarısınız” dedi.

ABD askerleri için kim dua etmişti?

Tencere dibin kara…

ÇÖZÜM

İlaç krizinin varlığını kabul eden Sağlık Bakanı “çözümümüz var” dedi.

Çözüm bazılarının ölümü olmasın da…

ZEKA

Maliye Bakanı Nebati, “Dar gelirliye, fakir fukaraya vermek bereket getirir” diyerek sadaka dağıttığını ima etti.

Bitkisel (nebati) zeka…

Aynı gemide değiliz

Aynı gemide değiliz

  • ABD’nin özgürlük yargıçları gibi açık oynamasa da Avrupa’nın liberal yargıçları ve Mahkemesi olarak İHAM, sermayeyle, talancılarla, yağmacılarla, hırsızlarla, katillerle, dinsel gericilerle, bunların ittifakı siyasal iktidarlarla, öz olarak da sömürü düzeniyle aynı gemide.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) Başkanı Robert Ragnar Spano’nun, Türkiye ziyareti, bu ziyaret içinde Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın yer alması ve kendisine akademisyen kıyımcısı İstanbul Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanı verilmesi, törende gazeteci yasağı, Spano’nun bir Mahkeme Başkanı gibi değil de siyasi iktidarı destekleyen siyasetçi gibi yaptığı konuşmalar tartışma yarattı.

İHAM’nin “abartı mı, balon mu” olduğu konusunda tartışmaya girmek burjuva hukuk devletinde ve bu devletin kapitalist ve emperyalist ilişkilerinde hukukun üstünlüğüne, yargının bağımsızlığına; hakların ihlal edilmediği eşit, özgür ve adaletli bir toplumun bu yolla sağlanacağına inananlar tarafından abes sayılabilir.

Ama uzlaşmaz karşıtlıklar mahkemelerde az eksikli hatta eksiksiz hak arama özgürlüğüyle ve adil yargılanma hakkıyla çözülemiyor, çözülemez.

Çözülemez, sınıflı toplumda çözülmesi de olanaksız. Egemen sınıf geçici ve küçük uzlaşmalarla düzenini ve istikrarını sürdürmek dışında buna izin vermez; düzeni de hep kendi denetiminde tutar, olmazsa otoriterleşir, faşizme kadar gider.

Kapitalizmin ulusal ve uluslararası kurumları ve kuralları bu düzeni ve istikrarını korumak için kurulur, sapmalar olursa da hizaya getirilir. İHAM aynı Sözleşmeyi (İHAS) esas alarak, kimi zaman bireysel haklar konusunda hakkı iade ederek düzeni korumakla görevli üst kurumlardan biri. Hakkın hakkını verirken de bir sınırı var: kapitalizm…

İHAM’ın SSCB döneminde verdiği kararlarla sonraki dönemde verdiği kararlara bakıldığında, ilkinde sosyalist toplumla rekabet çabası, ikincisinde dağılan ülkelerin kapitalizme uyum sağlama çabası açıkça görülür.

Bir de Türkiye gibi otoriterleşme eğilimi ve gericileşme eğilimi yükselen ülkelerde hizaya getirme çabası var ki, kapitalizm adına iki sınır konur: Bir, otoriterleşmeye çeşitli nedenlerle onay verilir; OHAL düzeninde ihlal onayları buna örnektir. İki, aşırı keyfileşmeye ve de gericileşmeye karşı da “aman fazla sapmayın” denir; Başkan Spano’nun Türkiye ziyareti buna örnektir.

Ziyarette, hem parti devletin kapitalist ilişkiler nedeniyle sırtı sıvazlanmış hem de “Toplumda yargının fonksiyonsuz olması, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının esas alınmaması sonucu, topluma yabancı yatırım çekilmesi mümkün olmaz” diyerek emperyalist ilişkilerde uyarı yapılmıştır. Bu kapsamda Ayasofya bile konuşulmuştur ki ardından Cumhurbaşkanının Ayasofya kararına usuli itirazıyla hukuk devleti görüntüsü verilmesi, itirazın reddi halinde mahkemelere saygı, kabulü halinde de Ayasofya için herkesi memnun edecek ara formül gelecektir.

Spano’nun “Kanunun üzerinde hiç kimse yoktur” ifadesi de burjuva devletinin burjuva hukukunun tanımlamasından başka bir şey değil. Yalnızca pandemi döneminde sermaye lehine, emekçiler aleyhine çıkarılan kanunlara bakmak yeterli.

İHAM Başkanı sınıfsallığını saklama gereğini hiç duymadı, bireysel hak ve özgürlükleri -o da yarım yamalak- öne çıkarırken kapitalizme ayar sağlayan Mahkemesini perdelemedi.

Bu ziyaretteki bütün zaafları ve gizemleri Başkanın üzerine yüklemenin anlamı, düzeni ve sınıfsallığı perdelemektir. Tıpkı tarikat ya da cemaat liderlerinin örneğin çocuk istismarının dinsel gericilikten ve düzenden kurtarılıp liderlere yüklenerek piyasacı ve gerici düzenin perdelenmesi gibi…

“İHAM Başkanı böyle bir düzeni nasıl içine sindiriyor?” diye soranlara, sömürü düzeninin ihtiyacı olduğunda keyfilikle, gericilikle, kayırmacılıkla, otoriterlikle ve denetimsizlikle ama sermayenin söz ve karar sahipliğiyle gemisine yol bulduğunu anımsatalım.

Sermaye sınıfı hem ulusal hem de uluslararası alanda, hem kendine daha çok pay alarak hem de emeği daha çok sömürerek çok yönlü güvence istiyor, bu güvenceyi de devletlerle ve hukukla koruma altına alıyor. Onların hukukun üstünlüğü dediklerinin özü bu kadar basit. Bağımsız yargının göreviyse bu güvenceyi sermaye adına sürdürülebilir kılmak.

Bu arada İHAM tarafından önerilen Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru ve yine İHAM tarafından onaylanan OHAL Komisyonu kurumları da paçayı kurtarmaya yetmedi. Hak ihlalleri emekçi halk aleyhine hızla artıyor ve düzenin kurumları etkisiz mi etkisiz. Kurulan ön barajlara karşın Türkiye, Rusya’yla birlikte İHAM önündeki ihlal dosyalarında ilk iki sırayı korumaya (!) devam ediyor. “İHAM kararlarını tanımam” diyen CB da başkanlık rejimin başında oturuyor.

ABD’nin özgürlük yargıçları gibi açık oynamasa da Avrupa’nın liberal yargıçları ve Mahkemesi olarak İHAM, sermayeyle, talancılarla, yağmacılarla, hırsızlarla, katillerle, dinsel gericilerle, bunların ittifakı siyasal iktidarlarla, öz olarak da sömürü düzeniyle aynı gemide. Yeni sömürgeciliği, yineleyerek ve yineleyerek yaşatma gemisindeler. Başları ağrıyınca da hukuksuzluğu ve keyfiliği burjuva hukukunun içine çekme, hizaya getirme çabası içindeler.

O gemi, İkinci Dünya Savaşında SSCB’yi, sosyalizmi yıkmak; komünizmle mücadeleye silahla destek vermek için savaşan gemi.

O gemi, emperyalizmin donanması içindeki yeni sömürü düzeninin gemisi.

O gemi, kapitalistlerle aynı gemideyiz diyen düzen muhalefetinin gemisi.

Demokrasiyle, hukukla, yargıyla allayıp pullayıp sefere çıkarıyorlar.

O gemi, “aynı gemide değiliz” diyen ve bugün 100. yaşının kutlayan Türkiye Komünist Partisinden, sosyalistlerden, aydınlanmacılardan, ilericilerden, yurtseverlerden, emekçi halktan kurtulup yoluna devam edemeyecek.

O gemiyi işçi sınıfı durdurup batıracak.

Kim mutlu olmaz ve gururlanmaz ki… 100 yaşında Partimiz var.

Parti can, Parti yaşam, Parti ahlak ve disiplin, Parti örgütlü sınıfsal mücadele, Parti devrim…

Eşit ve özgür bir ülke kuracağız, güzel günler göreceğiz.

Bir milyon çocuk örümcek ağında…

Bir milyon çocuk örümcek ağında…

SÖZCÜ, 5 Eylül 2020
Yılmaz Özdil

Ayasofya’nın ibadete açıldığı gün “Türkiye Cumhuriyeti sona erdi, İslam devleti kuracağız” filan diye sevinç çığlıkları atan tarikat şeyhi yobaz, 12 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismardan tutuklandı.

Bu haberin daha acı tarafı, hiç kimse için sürpriz olmamasıdır.
Çünkü, perdeleri sıkı sıkıya kapalı, izbe tarikat yuvalarındaki çocuklara yönelik cinsel istismar, neredeyse sıradan hale geldi. Peki, Türkiye nasıl bu acıklı hale geldi diye merak ediyorsanız…

Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Esergül Balcı, ekibiyle bir yıl sahada çalıştı, yüz yüze görüşmeler yaptı, “Eğitimde Tarikat ve Medrese Gerçeği” başlıklı rapor hazırladı… Türkiye’nin nasıl bu hale geldiğini, nasıl bu hale getirildiğini tane tane anlattı.

– Aslında her şey 1965 yılında özel okulların açılmasına izin verilmesiyle başladı. Eğitimin özelleştirilmesiyle eğitimin kalitesi arttırılmış gibi görünüyordu ama, aslında tarikatların büyümesine yaradı. Çünkü, parası olanlar çocuklarını özel okullara gönderdi, orta kesim çocuklarını devlet okullarına gönderdi, yoksul ve açlık sınırındaki kesimin çocuklarını ise yatılı tarikat okulları kaptı.
– 2023’e kadar hedef, itaatkar, sorgulamayan, düşünmeyen, yaratıcı olmayan, estetik ve sanattan uzak her şeyi kabul eden, şükreden, geleceği bu dünya yerine ahirette arayan nesiller yetiştirmekti.
– Özünde bu, küresel sermayenin hedeflediği bir sonuçtu.
– İslamiyet’in özünde varolmayan ruhban sınıfı, kutsal dini değerleri kullanarak devletin yönetiminde söz sahibi olmaya başladı.
– Devletin farklı kademelerinde örgütlenen ve AKP iktidarıyla bir çeşit koalisyon içinde hareket eden tarikat ve cemaatlerin her biri 15 yıl sonunda birer sermaye grubu haline dönüştüler.
– Bu gruplar geçmişte gelirlerinin önemli bölümünü kurban derisi, fitre, zekat ve hac hizmetleri alanında temin ederken, bugün kamu kaynakları tarikatların en büyük gelir kaynağı halini aldı.
– Bu anlamda seçilen iki sektör ön plana çıktı: Sağlık ve eğitim!
– Hazine’den bu tür tarikat cemaat okullarına sağlanan para, bir milyar liraya, eski parayla bir katrilyon liraya dayandı.
– Türk eğitim sistemi ve eğitim kurumları, cumhuriyet tarihinin en vahim tablosuyla karşı karşıyadır.
– Türkiye’de bir milyon çocuk, tarikatların elinde eğitim görüyor.
– Bir milyon çocuk, beyinleri yıkanarak, aldıkları eğitim ve yönlendirme nedeniyle her türlü istismara açık ve her an kullanılmaya müsait hale getiriliyor.
– Bu çocuklar, yakın gelecekte milli güvenliği tehdit edecek faaliyetlere rahatlıkla sürüklenebilecek bir potansiyel haline dönüştüler. Zira tarikat eğitimlerinde Türkiye, “Darülharb” yani “Harp ülkesi, küfür ülkesi, savaş alanı” olarak nitelendiriliyor.
– Ülkemizde, 2.6 milyon vatandaşın bir tarikatla organik bağı var.
– Üstelik bu kapalı dini yapıların büyük çoğunluğunun yabancı ülke ve gruplarla bağlantısı var. Hatta bu tarikatların bir kısmı karışıklık içindeki komşu ve bölge ülkeleriyle AB Öğrenci Değişim Programı ERASMUS benzeri kanallar oluşturmuş… Türk vatandaşı çocuklar bölge ülkelerindeki medrese ve tarikat okullarına gönderiliyor. Bu sistem bir çeşit TARİKAT ERASMUS’U olarak adlandırılabilir.
– Kuzey Irak, İran ve Suriye’ye medrese eğitimine giden çocuk sayısı 10 binin üzerinde… Medreselerde eğitim dili Kürtçe ve Arapça.
– Türkiye’de belli başlı 30 tarikat silsilesi bulunuyor.
– Bunların 400 kolu bulunuyor.
– Sadece İstanbul’da 445 tekke faaliyetlerini açıktan sürdürüyor.
– Çoğunluğu İstanbul, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Batman, Van, Hakkari, Şırnak, Ağrı, Muş, Bitlis, Gaziantep ve Şanlıurfa olmak üzere 800’ün üzerinde faal medrese bulunuyor.
– Üstelik, büyükşehirlerde kaç apartman medresesinin faaliyette olduğu ise tam olarak bilinmiyor. Çoğunluğu kız çocuklarına yönelik açılan apartman medreselerinde 12-18 kişi kalıyor.
– Medreselere kaydolma yaşı 3’e kadar düştü.
– AKP iktidarıyla birlikte şehir merkezlerindeki medreselerin sayısı hızla arttı.
– Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Hizbullah’a bağlı medreseler çoğunlukla Kuran kursu olarak değil, dernek çatısı altında faaliyetlerini sürdürüyor.
– Eğitmenlerin büyük çoğunluğu Türkçeyi tam olarak bilmiyor.
– Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’deki özel öğretim kurumu sayısı 10.053’tür. Bu kurumların üçte biri mutlaka bir tarikatla veya cemaatle bağlantılı.
– 4 binin üzerindeki özel yurdun 2 bin 480’i bir tarikatla bağlantılı.

Ya cinsel istismar boyutu? Profesör Balcı şu yanıtı veriyor.

– Tarikat eğitiminde erkeklere, kadının aşağı olduğu öğretiliyor, ikinci sınıf insan olduğu şeklinde öğretiliyor.
– Kızlara ise, erkeğe bir tür zorunlu kölelik öğretiliyor.
– Biyolojik eşe yabancılaşıyorlar. Biyolojik eşe yabancılaşma, cinsel sapkınlıkları doğurur. Bugün duyduğumuz cinsel istismarların altında yatan gerçeklerden biri budur.
– Tarikat okullarındaki çocuklar adeta mutant bir ara form haline getiriliyor. Anne baba şefkati yok. Aile sıcaklığı yok. Sorgulama yok. Tam bir itaat ve kör bağlılık var.
– Metafizik bir hayal alemine hapsedilmiş, tek tipleştirilmiş insanlara dönüşüyorlar. Her türlü istismara açıklar.
– Düzce’de gördük mesela… Bir kız çocuğu tarikata katılıyor. Sonra eve döndüğünde “hocamız böyle emretti” diyerek, tüm mobilyaların kaldırılmasını, yerde oturmalarını istiyor. Öyle ısrar ediyor ki, annesi sonunda salondaki koltukları kaldırıp, yere minder sermek zorunda kalıyor. Böylesine körü körüne itaat var, istismar kaçınılmaz oluyor.

Peki, ne yapmamız gerekiyor? Türkiye bu tarikat-cemaat-zırcahil kuşatmasından nasıl kurtulabilir? Profesör Esergül Balcı hem formülü veriyor, hem uyarıyor.

– Tek hedefimiz laik, demokratik, yaratıcı düşünebilen, soran, sorgulayan, bağımsız kişilikli, felsefe-mantık derslerinin yeniden gerçek anlamıyla okutulduğu programlarla öğrenci yetiştirmek olmalıdır.
– Laik, çağdaş, bilimsel eğitime dönmek ve çağı yakalamak artık gerekliliğin ötesinde zorunluluk haline gelmiştir.
– Yarın çok geç olacaktır!

TOPLUMSAL CİNNET

TOPLUMSAL CİNNET

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Dünya gezegeni üzerinde ve her nerede insan varsa orada ne yazık ki suç da var, suçlu da. Ülkelerin uygarlık düzeyine göre suç ve suçlu sayısı artıyor veya azalabiliyor. Her ülkede, hırsızlık, soygun, tecavüz, cinayet olayları olmakta. Ne var ki ülkemizin, özellikle son yıllarda en çok suç işlenen ülkelerin başında gelmesi, ön sıralarda yer alması, ürpertici ve düşündürücü boyuttadır. Özellikle son birkaç yıl içinde cinayet ve cinnet olaylarının, olağanüstü artışının toplumsal, psikolojik, ekonomik, politik… boyutları vardır. Hiçbir sosyal olayı bu temellerden soyut düşünemeyiz.

Gazetelerin 3. sayfaları cinnet, cinayet, özekıyım (intihar) ve vahşet haberleri ile dolu. Neredeyse her gün bir vahşet haberine rastlamak olağan duruma geldi.  Boğucu boyutlara ulaşan cinnet, cinayet ve özekıyım olaylarındaki artış, toplumu derinden etkilemekte ve tedirgin etmekle birlikte; toplumsal yapıyı tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Adeta öfke patlamaları içinde şiddet toplumuna dönüştük. Ne oluyor? “Toplumsal cinnet mi geçiriyoruz?“ sorusu aklımıza gelmektedir.

Yalnızca geçtiğimiz hafta gazetelerin 3. sayfalarına düşen haberlere bakalım :

  • 50 bıçak darbesi ile öldürülen kadının katili öz oğlu çıktı
  • Cani evlat, öz babasını, başına kerpetenle kezlerce vurarak öldürdü.
  • Sevgilisini kılıçla doğradı.
  • Ablasını bıçakla delik deşik etti.
  • Kız kardeşini 6 kurşunla öldürdü.
  • Karısını boğarak öldürdü.
  • Komşusunu av tüfeği ile kalbura çevirdi gibi sayısız haberle devam ediyor.

Toplumu derinden sarsan böylesi olayları durdurmanın bir yolu olmalı. Soru açık;

  • Neden böyle yabanıl (vahşi) ve cinnet geçiren bir toplum durumuna düştük?

Bu toplumsal bunalımın mutlaka bilimsel yanıtları, uygar ülkeler benzeri çözümleri olmalı.

Son dönemde infial yaratan, toplum sağlığını derinden yaralayan olayların temelinde neler yattığına ilişkin, bilim insanları, üniversiteler, kurumlar.. sorunu araştırıp mutlak bilimsel çözüm önerileri üretmelidir. Konunun temelinde sosyo-ekonomik yapı mı yatıyor? İletişim çağında medyanın yanlış kullanılması mı? Topluma yaşatılan çok yönlü bunalımın getirdiği yozlaşma mı? Uyuşturucu – uyarıcı kullanımına kolay ulaşılıyor olması ve özellikle gençlerde yaygınlaşması mıdır? Ahlak çöküntüsü veya bireysel patolojiler midir? Kuşkusuz bu sorularıın bilimsel yanıtları olacaktır.

Ancak bunun içinde özerk – bilimsel üniversite kaçınılmazdır; majestelerinin ilçelerde bile açtığı tabela binalar ve biatçı rektörler, yandaş akademisyenler değil!

Sayısal veriler on beş yıl öncesine göre cinsel taciz ve tecavüzlerin, kadın cinayetlerinin kat kat arttığını gösteriyor. Adeta korku toplumuna dönüştük.

  • Çocuk istismarı katlanılmaz düzeylere tırmandı.

Ekonomik temelli boşanmaların arttığı görülüyor.
Kütüphaneler kapanırken, 40 adet yüksek kapasiteli yeni cezaevi yapılıyor olması neyin işaretidir? “Ferasetine güvenilen” (!) cahil toplum yaratma tasarımı mı?

CHP Milletvekili Veli Ağbaba önceki gün İHD’nin ilginç bir raporunu açıkladı :

  • Son 16 yılda, 18 yaşın altında 440 bin “çocuk” doğum yapmış!
  • Bu dönemde cinsel suçların %46’sı çocuklara karşı işlenmiş…
  • Çocuğun cinsel istismarında Türkiye dünya listesinde 3. sıradaymış…
  • Çocukların karıştığı suç sayısı 134960’a ulaşmış.
  • 2019 yılında (Eylül’e dek) 689 çocuk istismara uğramış…
  • Son üç ayda cinsel istismara uğrayan 129 çocuk, 0-12 yaş arasındaymış…     
  • 12-15 yaş diliminde 287 çocuk, 15-18 yaşta 273 çocuk cinsel istismar mağduru olmuş, olaylar mahkemeye yansımış.

Son 17 yılda savrulduğumuz bu tablo sürdürülebilir değildir.
Bu ürkünç (vahim) gidişe dur diyecek kapsamlı ve etkili politikalar üretemez, uygulamaya koyamazsak, bunalım kar topu gibi büyüyebilecektir.

Yazık olmaktadır ve olacaktır bu ülkeye, insanlarımıza. Bu topraklar üzerinde yaşayan, nefes alıp veren herkes ödüyor, ödeyecek bu ağır faturayı. Özellikle çocuklarını özel okullara yollayamayan, temiz inançları gereği din – Kuran eğitimine üstelik de yatılı olarak veren yoksul yurdum insanının mazlum ve masum çocukları. Ahlaksızca “badelenerek“ tüm gelecekleri karartılma pahasına!

Sorun özünde gene ekonomo – politiktir ve sorumlusu;

  • 17 yıldır Türkiye’yi tek başına yöneten, dincileştirme – muhafazakarlaştırma – imamhatipleştirme… üzerinden laik – seküler düzenden kopararak olabildiğince şeriat ilkelliğine taşımak ve ULUSU ÜMMETE indirgemek isteyen AKP iktidarı ile bu çağ dışı hedeflerini açık seçik, bağıra çağıra halkımıza dayatan;
  • Dini siyasete, cüzdana, makama hatta utanıyoruz söylemeye ama, uçkura alet eden bu siyasal kadrolardır.

Türkiye bu utançtan sıyrılmak için, olabilecek en yüksek hızla AKP iktidarından ilk erken genel seçimde kurtulmalı, kurtarılmalıdır.

 

 

             

“TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ VE BAROLAR TÜRKİYE’DİR”

BİNLERCE AVUKAT ANKARA’DA BULUŞTU :

Toplantı

“TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ VE BAROLAR TÜRKİYE’DİR!”

Anıtkabir

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)

JBiz, Atatürk’ün “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir” sözünü kendine rehber edinmiş, gücünü milletten alan bağımsız avukatlarız.

Biz, insan haklarını koruma görevi kanunla kendine verilmiş barolarız ve Türkiye Barolar Birliğiyiz. Ve bu görevimizi her hücremizde hissediyor, onurla, gururla yerine getiriyoruz.
Çünkü biz avukatız.

Değerli meslektaşlarım, değerli konuklar, Ülkemiz zor bir süreçten geçiyor.
Ve bizler, bin bir kötüleme ve saldırıyla karşılaştığımız, ancak yılmadan yaptığımız her türlü uyarıya rağmen maalesef devletimizin kılcal damarlarına kadar girmiş olan sinsi bir terör örgütüyle mücadele ediyoruz. Emperyal güçlerin maşası olan, ülkemizi 15 Temmuz’da bir iç savaşın kıyısına kadar getiren FETÖ‘den bahsediyorum. Bu vesileyle hainlerin saldırısına karşı kahramanca göğüs geren ordumuzun hukuka ve cumhuriyete bağlı ezici çoğunluğuna, tanklara vücutlarını siper eden kahraman vatandaşlarımıza, kumpas davalarda zindanlarda eziyet gördüğü halde devletimize küsmeyen ve o gece canı pahasına devletimizi koruyan kahraman subaylarımıza şükranlarımı sunuyorum. Şehitlerimizi rahmetle, gazilerimizi minnetle anıyorum.

Ülkemiz, arkasında yine emperyal güçlerin desteği olan, onların maşalığını yapan bölücü terör örgütüyle mücadele ediyor. Ülkemiz, Ortadoğu’yu kana bulayan, kutsal dini değerlerimizi ilkel amaçlarına alet etmeye kalkışan radikal dinci terör örgütleriyle de mücadele ediyor. Şunu çok iyi biliyoruz: Ülkemiz üzerine oynanan senaryoları, kurulan tuzakları bertaraf etmek için milli birliğe ve beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Türkiye Barolar Birliği ve barolarımız daima bu birlik ve beraberliğin taşıyıcı sütunu olmuştur.

Maalesef, dört bir yanımız ateş çemberi. Yangının vatanımıza sıçramaması için, yanıp kavrulmamak için bir olmalı, iri olmalı, diri olmalıyız. Türkiye olarak kenetlenmeliyiz.
Bunun için 81 milyon vatandaşımızın ortak paydada kucaklaşması gereklidir. Bu ortak payda, köklerini evrensel değerlerde bulan hukuktur. Unutmayalım ki, bu evrensel değerler kadim uygarlıkların beşiği olan Anadolu ve Trakya‘dan çıkmıştır. Bu evrensel değerler, ezilen milletlere kurtuluş yolunu açan Milli Mücadelemizle ve Cumhuriyet Devrimimizle taçlanmıştır. 81 milyon vatandaşımızın hukukun üstünlüğü paydasında kucaklaştırılması, Türk Milleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekası için zorunludur. Bölünmeye değil, kucaklaşmaya ihtiyacımız var. Hal böyleyken binlerce yıllık Ahilik geleneğinden gelen ve millet olmanın gereği olan dayanışmanın en güzel örneklerini veren meslek örgütlerini bölmenin, parçalamanın anlamı yoktur. Bundan sadece terör örgütleri ve onları kullanan güç odakları memnun olur. Bu sadece terör örgütlerine ve onları kullanan, bunun için hiçbir masraftan kaçınmayacak olan güç odaklarına ancak rüyalarında görebilecekleri yeni örgütlenme imkanları sağlar. Bu noktada, bir hususu bilgilerinize sunmakta büyük fayda görüyorum.

  • Meslek örgütlerinin parçalanmasına yönelik proje, bir FETÖ projesidir.
  • Milli ordumuz hâkim ve savcı kılığına bürünmüş hainler tarafından balyozlandığı,
  • milli eğitimimiz öğretmen kılığındaki hainler tarafından zehirlendiği,
  • kozmik odamızdaki belgeler emperyal güçlerin emrindeki FETÖ ajanları tarafından ele geçirildiği yıllarda devletin raporlarında gündeme getirilmiştir.
    Ancak hainler, bu planlarını hayata geçirme fırsatı bulamamıştır. Devletimizi adım adım ele geçiren bu hain örgütün amacı, devlet kurumlarını çökertmek ve bizi Millet yapan dayanışma duygusunun kalbinde yer alan meslek örgütlerini ele geçirmekti. Hain planın yazarları bugün ya tutukludur ya kaçmıştır. Fakat
    planın kripto takipçileri hala iş başındadır ve devletimizi yönetenleri bu hain planlarına alet etme çabasındadır. Bu planları anlattığımızda bizi dikkatle dinleyen, diyalog imkânı sağlayan başta Sayın Adalet Bakanı Av. Abdülhamit Gül olmak üzere devletimizin üst düzey bürokrat ve yargı mensuplarına teşekkür ederim. Bizim amacımız kavga etmek değildir. Bizim tek amacımız vardır; ülkemize, memleketimize ve mesleğimize en iyi şekilde hizmet etmek. Biz, doğruya doğru yanlışa yanlış demek zorundayız. Çünkü bizim ne kölemiz oldu ne efendimiz. Biz avukatız. Biz, herhangi bir ideolojinin veya siyasi partinin temsilcisi değiliz. Partilerüstü, partiler dışıyız. Hiçbir meseleye siyasi parti gözlüğüyle bakmayız, sadece hukuk gözlüğüyle bakarız. Tek bir idealimiz vardır: Herkes için adalet.
    Tek bir hedefimiz vardır: üçlü ve refah içinde bir Türkiye. 
    Ve…

Biz barolar, hep birlikte Türkiye Barolar Birliği’yiz. Adalet için daima yanında yer aldığımız halkımızla omuz omuzayız. Başka bir ülkenin, başka bir milletin değil, Türkiye’nin ve Milletimizin emrindeyiz. Adımızın başındaki “Türkiye” kelimesi, Türk Milleti’nin yüreğine kazınmıştır. Biz, Silivri zindanının kapılarını kıran birliğizBiz, Soma‘da maden ocağının ağzında şehit cenazelerinin başında ağlayıp, acil serviste anaların, bacıların göz yaşını silen ve onların haklarını mahkemede arayan avukatlarız. Biz, insanların canını bozuk para gibi harcayan vicdansızların karşısındaki demir yumruğuz. Biz, Aladağ’da yanıp kavrulan evlatların yasını tutan toplumun vicdanıyız. Suçluların cezalandırılması için tek vücut mücadele eden hukukçularız. Biz, depremde yardım olup, köy köy koşanız. Biz, kadınları öldüren katillerin, çocukları istismar eden sapıkların karşısındaki büyük gücüz, mağdurların yanındaki büyük güvenceyiz. Biz… TÜRKİYEYİZ.

Değerli meslektaşlarım, değerli konuklar, Evet… Etrafımız ateş çemberiyken, bu yangından sıçrayan alevler ülkemizi tehdit ederken, içeride ve dışarıda dünyanın en tehlikeli terör örgütleri ülkemizi hedef almışken, üzerimize oynanan oyunları boşa çıkarmanın bir tek yolu vardır: Birlik olmak. Birlikleri parçalamak değil. Türkiye’yi ayrıştırmak değil. Tek çıkış yolumuz var: Birlik olmak, Türkiye olmak. Biz birlikte Türkiye’yiz demek. Birlik olmanın yolu, 81 milyon vatandaşımızın her birine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmakla güven duyar hale getirmektir. Bu güven duygusu, sadece ve sadece adaletle sağlanabilir.

  • Yargının güvenilir olabilmesi için, bağımsız ve tarafsız olması gerekir.

Şimdi sizlere soruyorum. Özellikle tüm vatandaşlarımıza soruyorum: Türkiye Barolar Birliği ve barolar parçalanırsa, bir ilde birden çok baro, ülkede birden çok barolar birliği olursa kimin avukat olup kimin avukatlık mesleğine devam edebileceğine kim karar verecek? Vatandaşlarımız kendilerini savunan avukatlarının siyasi iktidardan bağımsız olan barolar yerine doğrudan hükümete bağlanmasına razı olacak mı? Bir avukat hükümete bağlanırsa görevini bağımsız olarak yerine nasıl getirecek? Vatandaşın hakkını kimseden çekinmeden nasıl savunacak?
Mesela devletin tarlasını kamulaştırdığı vatandaş, bağımsızlığını yitirip hükümete bağlanmış bir avukata nasıl güvenecek ve devlete karşı dava verecek? Mesela haksız bir suçlamayla karşı karşıya olan vatandaş savcının karşısında kendini savunacak avukatı nereden bulacak? Şimdi meslektaşlarıma soruyorum. Barolar parçalanır, Birliğimiz dağıtılırsa, öksüz ve yetimlerimize kim bakacak? Ayağımız kırıldığında, Allah göstermesin haftalarca, aylarca yatağa bağlandığımızda veya daha beteri, çalışamayacak hale geldiğimizde bizi kim sahiplenecek?

Bugün bir imza atıp taburcu olduğumuz 158 hastanenin haftalık 1 milyonu geçen faturalarını kim ödeyecek? Hemen hatırlatalım. Biz, dünyaya emsal bu sosyal dayanışmayı devletten, vergi mükelleflerinden bir kuruş katkı almadan yapıyoruz. Bütün bu harcamaları vekalet pulumuzla yapıyoruz. Bugün itibariyle, sosyal yardımdan yararlanan avukat, eş ve çocuğu, stajyer avukat sayısı tam 89.802. Peki, bir soru daha sormak istiyorum: Barolar parçalanıp dernek statüsünde küçük küçük barocuklar oluşturulursa, karakolda, savcılıkta, mahkemede vatandaşın hakkını savunurken engellenen, haksızlığa uğrayan avukatın arkasında kim duracak? Özetle; savunmasız kalan avukat, vatandaşın hakkını nasıl savunacak? Şimdi en önemli soruyu soruyorum:

  • Barolar parçalanırsa, küçük küçük barocuklar kurulursa, yargının avukatın mensup olduğu barocuğa göre farklı karar vermeyeceğinin garantisini kim verecek?

Biz; siyasi parti baroları, tarikat baroları, cemaat baroları, hemşehri baroları, arkasında karanlık güç odaklarının ve terör örgütlerinin olduğu barocukların kurulmasını istemiyoruz. Baroların bölünmesini dillendirenler dileriz bu tehlikeyi görürler. Mesele, kimsenin, ne benim ne baro başkanlarının ne avukatların şahsi meselesidir. Mesele, Türkiye meselesidir.

Değerli meslektaşlarım, değerli konuklar, ,
Avukatın bağımsızlığı, vatandaşın güvencesidirBaroların ve Türkiye Barolar Birliği’nin varlığı ve bağımsızlığı da avukatın güvencesidir. Avukatın sahip olduğu haklar, vatandaşın hakkını savunmak için vardır. Barolar ve Türkiye Barolar Birliği’nin varlığı, bu sebeple, sadece avukatlar için değil en az avukatlar kadar vatandaş içindir, halkımız içindir. Bir kez daha söylüyorum. Barolar ve Türkiye Barolar Birliği, Türkiye’dir. Baroların birliği, Türkiye’nin birliğidir. 

  • 81 milyon vatandaşımızı hukukun üstünlüğü paydasında buluşturmak zorundayız.
  • 81 milyon vatandaşımızın her birine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu için güven vermek zorundayız.
  • 81 milyon vatandaşımızın her birine bu Milletin asli ferdi olduğunu hissettirmek zorundayız.

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmakla güven duyan kişi bu vatandaşlığın sağladığı güveni en yüksek bir gurur olarak evlatlarına yaşatacaktır. Vatandaşlığı en yüksek makam yapan işte bu güven ve gurur duygusudur. Sadece hukukun üstün olduğu demokratik rejimlerde böyle bir vatandaşlık makamı vardır. Şu halde;

  • Yargının bağımsızlığı, yargının ayrılmaz parçası olan avukatların bağımsızlığı, avukatların güvencesi olan baroların ve Türkiye Barolar Birliği’nin varlığı ve bağımsızlığı, bu coğrafyada vatanımızın ve Milletimizin bölünmez bütünlüğünün teminatıdır. 
  • Biz, hukukun üstünlüğünü istiyoruz.  Biz, herkes için adalet istiyoruz.
  • Biz, hangi etnik kökenden, mezhepten, inançtan, cinsiyetten, cinsel yönelimden, dilden, dinden olursa olsun insan hakları herkesindir diyoruz. Bunun için biz, herkes için adil yargılama istiyoruz. Kürsüden siyaset yapan hâkim istemiyoruz. Kürsüdeki hâkimin siyasetten emir almasını da istemiyoruz. Biz, demokrasi diyoruz. İnsan sevgisi diyoruz. 
  • En yüksek makam, vatandaşlık makamıdır diyoruz.

Türkiye’nin birliği, ülkemizin ve milletimizin bölünmez bütünlüğü için bir kez daha ve hep birlikte diyoruz ki; BAROLAR VE TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ, TÜRKİYE’DİR.

Şimdi izninizle bu tarihi toplantıyı yönetmek üzere; Ankara Barosu önceki Başkanlarından Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı, meslek ustamız, Av. Ünsal Toker’i divan masasına davet ediyorum. Türkiye’nin her bölgesinden, kendi içinde baro başkanlarımız tarafından oy birliğiyle belirlenmiş başkanlarımızı tek tek okuyor ve divan masasına çağırıyorum.

Kayseri Barosu Başkanımız Av. Cavit Dursun, Muğla Barosu Başkanımız Av. Cumhur Uzun
Trabzon Barosu Başkanımız Av. Sibel Suiçmez, Tekirdağ Barosu Başkanımız Av. Erhan Sezer
Bingöl Barosu Başkanımız Av. Abdullah Alakuş, Mardin Barosu Başkanımız Av. Çelebi Araz
Adana Barosu Başkanımız Av. Veli Küçük..

İşte Türkiye tablosu. Türkiye Barolar Birliği Türkiye’dir. Barolarımız Türkiye’dir.
Baroların birliği, Türkiye’nin birliğidir.
(http://www.barobirlik.org.tr/Detay79864.tbb, 24.02.2018)

Bu oldukça uzun konuşmayı tarihsel önemi, öğreticiliği, uyarıcılığı ve iktidarın ülkemizi boğan – bunaltan anlık yanlışları karşısında adeta bir SAVUNMA – ÇIĞLIĞI olarak gördüğümüz için bütünüyle yayınlıyoruz (yer yer paragrafları virleştirdik). TBB başkanı Sn. Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu‘nun kurumsal katılım ve onay ile hazırlandığından emin olduğumuz bu sözlerini onaylıyoruz, destekliyoruz.

TBB Bşk. Yrd. dostumuz Av. Hüseyin Özbek : “Mesleki birlikteliği temelden yok edecek bu niyet, epeydir niyet olmaktan öteye geçmiş, uygulamaya indirilmiş gibidir. Her politik eğilimin ayrı barosu olsun talebi, iktidar himayesinde kurulması tasarlanan baroları perdelemek için kullanılan maske söylemdir. ‘Her politik eğilimin barosu olsun’ talebi, ‘her alt kimliğin,
her tarikat ve cemaatin barosu olsun‘a doğru esnetilecektir. İktidar himayesi altında tarikat ve cemaatlerin gevşek konsorsiyumu da düşünülmüş olabilir.”
ürpertici uyarısında bulunmuştu

İktidarın ve Erdoğan‘ın bu tarihsel toplantıyı ve konuşma metnini dikkatle irdeleyerek vahim yanlıştan kaçınacaklarını ummak istiyor, bir yurttaş olarak bunu istiyoruz. Hele hele ülkemiz
içte – dışta çok ağır sorunlarla karşı karşıya iken ve bu çemberi kırmanın en önemli aracının ULUSAL BİRLİK olduğu güncel koşullarda (konjonktürde)..

AKP – Erdoğan’ı kaçınılmaz sağduyuya çağırıyoruz..
Artık yeter, önüne gelene kanmasınlar..

Sevgi ve saygı ile. 24 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Mustafa AYDINLI : BİZİM ÇOCUKLARIMIZ

Konuk yazar : Mustafa AYDINLI

BİZİM
ÇOCUKLARIMIZ

Ülkemizde çocuklar, çocuk hakları, çocuk istismarı gibi olaylar, iç açıcı bir grafik izlememektedir. Özellikle çocuk istismarı konusunda tablo çok üzücü ve karanlıktır. Bunu fiziksel, cinsel ve duygusal istismarlar olarak değerlendirebiliriz.

Üzülerek belirtelim ki, ülkemiz çocuk istismarında dünya üçüncüsüdür. Ülkemizde her üç çocuktan biri, dünyada ise her beş çocuktan biri istismara uğruyor. Verilere göre istismara uğrayan çocukların yalnızca % 15’i adli makamlara yansımaktadır.

Yine ülkemizde işlenen cinsel suçların %46’sı çocuklara karşı işlenmektedir. Ayrıca ayda en az 650 çocuk istismara uğramaktadır. Elli bin kız çocuğu seks kölesi olarak bulunmakta, resmi evliliklerin beşte biri 18 yaşın altında kız çocukları iledir.

İç karartıcı tablonun temel nedenleri kuşku yok ki; başta ekonomik, sosyal, ve toplumsal bakış açısıdır. AYM 10 Haziran 2015’te, resmi nikah olmadan dini nikah kıyanların cezalandırılmasını öngören Türk Ceza Kanununun ilgili maddesini iptal etti. Karşımıza ne çıkıyor, herkes evlenebilir resmi nikah olmadan! 12 yaşındaki çocuk da evlenebilir, 15 yaşındaki çocuk da. Böylesine dinci anlayışın hukuksal savunusunu yapan, bu anlayış ile kararlar veren AYM, çocukları koruyamaz!

Çocuk istismarı olaylarının azalması ya da yok edilmesi, UYGARLIK DÜZEYİNİN gelişimi ile doğru orantılıdır. İstismara uğrayan çocuklar başta yoksul ve toplumsal düzeyi düşük ailelerin çocukları oluyor. Aile desteği ve korumasından yoksun, ekonomik olanaksızlıklar çocukları bu fırsatçıların pençesine düşürüyor.

Hemen her gün, günlük gazetelerde artık pek çok vakfın ya da filanca kurs (hatta Kur’an kursu!) öğretisi adı altında kız hatta erkek çocukların istismar edildiğini yüzümüz kızararak, içimiz kanayarak okuyoruz. Türkiye’nin mütedeyyin, muhafazakar, demokrat, aydın uygarlıktan nasibini almış kitlelerinin böylesi bir garabeti kaldırması olanaksızdır.

Çocuk yaşta gelin özendirmeleri, üstelik ilgili Bakan’ın ağzından “Bir defadan bir şey olmaz” söylemleri, çocuk yaşta evliliğe olanak veren yasal düzenleme girişimleri, istismarın boyutlarını artıran nedenlerdir. Salt İstanbul Küçükçekmece’de, 1 yıldan kısa bir sürede yüzü aşkın kız çocuğunun gebe kalmış olması, hastane kayıtlarının polise bildirilmemesi ve vicdanlı bir hastane görevlisinin durumu yetkili makamlara iletmesi, haklı olarak gündemi meşgul eden yukarıda değinilen acı  gelişmelerin sonucudur. Ülkemizde istismara açık yüz binlerce Suriyeli – Iraklı çocuk ise tehlikenin boyutlarını büyütmektedir. Yaşanan yüz kızartıcı tablo, ülkemizin uygarlık, çağdaşlık göstergelerindendir.

On altı yıllık tek başına iktidarı döneminde sorunun çözümü yerine büyümesiyle sonuçlanan girişimleri ve yasal düzenlemeleri topluma dayatan siyasal iktidar, başlıca sorumlu durumundadır.

Müftü – imamlara yasa ile tanınan nikah yetkisi bu yakıcı sorunun çözümüne katkı sağlamak yerine örtmek, hatta teşvik etmek sonucunu bile doğurabilir! Söz konusu yasal değişiklik geri alınmalı ve sorunun yönetimi için çok yönlü politikalar geliştirilerek hızla uygulanmalıdır.

Bunlar bizim çocuklarımız. Çocuklarını tecavüz ve istismardan koruyamayan toplumlar geleceğini, KARANLIĞIN YIKIMINDAN koruyamazlar.

Naci BEŞTEPE : ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 02 Ağustos 2017

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 02 Ağustos 2017

Naci BEŞTEPE

ÇOCUK
Çocuk istismarı son on yılda %700 arttı.
Din istismarcısı AKP döneminin ahlak istismarı…

YAAA!
RTE,  “FETÖ ile mücadelede asıl isimlerin değil de sıradan insanların üzerine gidildiği yönünde şikayetler var, dikkate alın” demiş.
Kendisi hiç farkında değilmiş!…

NAMAZ
Org. Akar ve Kuvvet Komutanları 1 No.lu üniforma ile camiye girdi, çekimler servis edildi. Akar, Bayram namazında da Tillo’da poz vermişti.
AK-İslam ordusunun komutanı…

TÜRBAN
Komutanların üniforma ile cami gösterisinden memnun olan ROK,
”Başörtülü general olacak” yazdı.
Evetçi, sepetçi, yalayıcı medya beğeniyle izlenirse olasıdır…

MÜFTÜ
Yasa taslağına göre müftüler resmi nikah kıyabilecek.
Laikliğe vedanın nikahı…

NİKAH
Hükümet sözcüsü Bozdağ, müftülerin resmi nikah kıymasının laikliğin gereği ve hukuki olduğunu savundu.
İslam Cumhuriyeti hukuku ve onun laikliğine uygundur…

KOVULDUK
Hizb-ut Tahrir, laiklik karşıtı İsmail Kahraman’ı destekledi. ”Laiklik isteyen başka ülkeye gitsin!”
Sevsinler sizi…

MON/ŞER
TBMM’ye türbanla girerek olay yaratan ABD vatandaşı Merve Kavakçı Kuala Lumpur’a büyükelçi atandı.
Nazlı ablasını da çıkarıp Washington’a gönderirlerse cuk oturur.
“Monşer” devri biter “şer” devri başlar…

KÜRDİSTAN
ABD’li general Audino, Bağımsız Kürdistan’ın ABD yararına olduğunu söylemiş.
Cumhurbaşkanı başdanışmanı da tepki gösterilmeyeceğini söylemişti.
AKP/RTE ABD emperyalizmine karşı!…

YAŞ
Yandaş medyaya göre YAŞ’ta 28 Şubat kafası taşıyanlara tasfiye edilecekmiş.
Böyle başa böyle YAŞ…

KOKTEYL
Turizm meslek okullarında alkollü kokteyl hazırlama eğitimi kaldırıldı.
Turistleri ayran çeşitleri ile terbiye edeceğiz…

TERİM
İşyeri basan Terim federasyondan yüklü tazminat alarak görevden ayrıldı.
Magandalık tazminatı…

CİM-BOM
GS, Melo ve Arda’nın peşindeymiş.
Terim’le Emre Belezoğlu’nu da alsınlar, “Var mı yan bakan!” oynarlar…

AYM
Oğlu yolsuzluk yapan Pakistan Başbakanı AYM tarafından görevden alındı.

Bizde yolsuzluk yapanlar AYM’yi görevden alır…

MECLİS
TBMM bir ay tatil edildi.
Ne fark eder? OHAL ve KHK‘ler çalışıyor…

KÖR
Nevşehir’de, ortaokul müdürü İskender Çınar, ”Dünyada ne kadar hırsız varsa laik p… tir “ demiş.
Adam kör ve sağır olmalı, ülkeyi soyanları anlayamamış…

MAL
Siverek’te Atatürk heykeline aldıran Mehmet Malbora,” Dinimizde putperestlik yoktur” dedi.
Ey Allah’ın malı; o put değil heykel,
Paçan sıkıysa, “Tayyib’e dokunmak ibadettir” diyen sapkınlara ol engel…

MERCEDES
Meclis Başkanı’na en pahalı Mercedes markası alınmış.
En kahraman ya…

ÖZGÜRLÜK
ROK’a göre türban özgürleşme simgesiymiş.
Nagehan’a özgürlüüüük…

İMAM
Konya Akşehir’de, cami imamı Kur’an kursunda 11 yaşındaki kız çocuğuna tacizden tutuklandı.
İmamlıkla sapıklık özdeşleşir oldu…
=========================================
Çoooooooooooooooooooook teşekürler, değerli dostumuz
Sayın Beştepe Paşamız…

Sevgi ve saygı ile. 02 Ağustos 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Sosyal Bozulmalar Raporu

Sosyal Bozulmalar Raporu


Prof. Dr. Lale Karabıyık
CHP Bursa Milletvekili

CHP Bursa Milletvekili Lale Karabıyık’ın hazırladığı, Sosyal Bozulmalar Raporunda çarpıcı bilgiler yer alıyor.

Rapora göre;
– Türkiye’de 181 036 çocuk gelin bulunuyor.
– Çocuk hükümlü sayısı 5 yılda 5 kat artış gösterirken,
– 2015’te 1377’si erkek, 9718’i kız çocuğu olmak üzere toplam 11095
çocuk cinsel suçlara maruz kaldı.
– Kadın cinayetleri ise son 7 yılda %1400 arttı.

Yine raporda belirtildiğine göre AKP’nin 13 yıllık yıkımında (tahribatında);
– boşanmalarda %37,
– fuhuşta %790,
– adam öldürmede %261,
– çocukların cinsel istismarında %434,
– uyuşturucu bağımlılığında %678 ve
– cinsel tacizde %449 oranlarında artış oldu.
Sosyal bozulmalar konusunda hazırladığı kapsamlı raporla ilgili açıklamalarda bulunan
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Milletvekili Prof. Dr. Lale Karabıyık,
toplumsal çöküşün değişik biçimlerde kendini gösterdiğine değinerek, dağılmış aileler, boşanmalardaki artış ve aile içi şiddetin aile kurumundaki tahribatın doğal sonucu olduğunu ifade etti. Karabıyık, stres, huzursuzluk, mutsuzluk, endişe ve kaosun )AS: karmaşanın)
pek çok insanın yaşamını adeta bir kabusa (AS: karabasana) dönüştürdüğünü söyledi.
“AKP’nin 13 yıllık tahribatında…”

CHP Genel Başkan Yardımcısı ayrıca, son yıllarda uyuşturucu kullanımının son derece artmış olduğunun altını çizdi. CHP’li vekil, çözüm yolu kalmadığını düşünen kimi kişilerin de
intiharı bir kurtuluş zannetmekte olduğunu belirterek durumun ciddiyetini gözler önüne serdi.
Ülkemizde ayrıca, ekonomik ve sosyal sorunların tetiklediği sosyal bozulmalar nedeniyle suçlanmada da önemli bir artış görüldüğünü ifade eden Karabıyık;
AKP’nin 13 yıllık iktidarının yarattığı yıkıma bakıldığında;
– aile gelirinin borca oranı Aralık 2002’de 4.7 iken Aralık 2015’e gelindiğinde %55.2’ye ulaşmış
– Aynı dönemde tüketicilerin banka borcu 6.6 milyar TL’den 381.9 milyar TL’ye,
– çiftçilerin bankaya borcu 5.1 milyar TL’den 61.1 milyar TL’ye ve
– bir kilo ekmeğin fiyatı 1.03 TL’den 3.59 TL’ye yükseldi.
AKP’nin 13 yıllık tahribatında;

– boşanmalar %37,
– fuhuş %790,
– adam öldürme %261,
– çocukların cinsel istismarı %434,
– uyuşturucu bağımlılığı %678 ve cinsel taciz %449 arttı”!

açıklamasında bulundu. CHP’li Karabıyık ayrıca;
– hırsızlık ve yüz kızartıcı suçlar,
– kayıt dışı istihdam,
– kredi kartı borçları nedeniyle cinnet geçirip
– uygulanan şiddet ve işlenen cinayetler,
– kadına karşı şiddet,
– evden kaçma ve
– cinsel istismar gibi.. birçok sorunla karşı karşıya olduğumuzun altını çizdi.

181036 çocuk gelin var!

* “15-19 yaş arası genç kızların ölüm nedeni olarak ilk sırada gebeelik ve doğumun yol açtığı sorunlar var!”

Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre erken evlilik ve nişanlılık nedeniyle eğitime devam edemeyenlerin %97.4’ünün kız öğrenciler olduğunu ifade eden Karabıyık; 15-19 yaş arası
genç kızlarda 1 sırada ölüm nedeni olarak ise gebeelik ve doğumun yol açtığı sorun olduğunu dile getirdi.

181036 çocuk gelin bulunduğunu vurgulayan Karabıyık,

– “Bu evlilikler imam nikahına dayalı olduğundan, sayının çok daha fazla olduğunu düşünüyoruz. Kızlarımızı oyun çağındayken anne olmaya zorlayan bu acı durum,
ne yazık ki toplum yapısı yüzünden normalleştirip meşrulaştırıyor.” açıklamalarına yer vererek, çocuk hükümlü sayısının ise 5 yılda 5 kat artış gösterdiğini kaydetti.

Çocuk istismarı
na da raporda yer veren Lale Karabıyık;- “Çocuk istismarı dendiğinde aklımıza yalnızca cinsel istismar gelmemelidir. Çocuğa yeterli bakım sağlamamak, çocuğu kullanmak, çocuğa vurmak ve aşağılamak, sözlü şiddet uygulamak, pornografik malzemeler göstermek, çocuğun eğitim ve oyun hakkını elinden almak,
zarar görebileceği durumlarda çocuğu denetimsiz bırakmak, çocuğun özgüvenini yıkmak,
çocuğu örseleyerek, itip kakarak hırsını çıkarmak, eğitim ve barınma gereksinimlerini,
sağlık ihtiyaçlarını ve duygusal gereksinimlerini göz ardı etmek ve çocukları kendi çıkarları için kullanmak da çocuk istismarının bir çeşididir. Rakamlara baktığımızda ne yazık ki geçen yıl Türkiye’de 1377’si erkek, 9718’i kız çocuğu olmak üzere toplam 11095 çocuk cinsel suçlara maruz kaldığını görüyoruz.” dedi.

“Kadın cinayetleri son 7 yılda neden %1400 arttı?”

Kadın cinayetlerinin son 7 yılda %1400 arttığına dikkat çeken Karabıyık,
– “Bunun altında yatan psikoloji ne? Neden erkekler boşanmak isteyen eşlerini gözlerini dahi kırpmadan öldürüp, namus meselesi diyor? Neden onu öldürmeyi kendine hak görüyor?
Bu hissiyatın erkeklerde oluşmasının temeli nedir?” diye sorarak,
– “Türkiye’de son yıllarda artan şiddet eğilimine, her yaştan, her cinsten insanın zanlısı
veya kurbanı olduğu şiddet, cinayet, yaralama, darp, tecavüz, taciz olaylarına bir bakın.
Hepsinin temelinde yıllardır bilinçaltlarımıza işlenen şiddeti öven, kadına yerini bildiren ifadelerin olduğunu göreceksiniz..” dedi.

Karabıyık’tan Bekir Bozdağ’a: Hukuk devleti nasıl olacak? 

Ayrıca Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın “Aile içi şiddette kadınla erkek arasındaki uyuşmazlıklarda devletin bu kadar polisiyle, askeriyle, hakimiyle, psikoloğuyla,
sosyal çalışmacısıyla, uzmanıyla bu kadar kadınla erkeğin arasına girmesi ne kadar doğru?” sözlerini hatırlatan Karabıyık, “Hukuk devleti nasıl olacak?” diye sordu.
Karabıyık, “Anayasa’nın 41. maddesinde;
aile Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır der.
“..Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve
aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır,
teşkilatı kurar..” 
der.Bekir Bozdağ’a bunu hatırlatma gereği duyuyorum..” dedi.

===================================

Dostlar,

CHP’nin çalışkan milletvekili ve Genel Başkan yard. Sayın Prof. Dr. Lale Karabıyık,
oldukça önemli bir çalışma yapmıştır. Modern – bilimsel siyaset (poşitka) böyle olmalıdır.
Kanıta dayalı…
Bilimsel verilere dayalı.. Sayısal karar verme süreçlerini elden geldiğince yaygın – etkin kullanan bir siyaset.. Akıl ve bilimin, bilimsel akılcılığın tek yol gösterici olduğu siyaset!

İşte böyle sevgili halkımız…
Devr-i AKP’de, tek başına iktidar yapılan ve 13+ yılda anamızı belleyen bir dinci siyasal kadronun kuşatması altında inliyoruz..

Sevgili – necip halkımız deneme – yanılma ile öğrendiğinden, öngörü yapamadığından,
“yandım anaaaammm” diyene dek bu acıyı yaşıyor, yaşayacak.. İşte o zaman ayağa kalkacak
ve kadim tokatını AKP’ye indirerek ülkeyi bu yıkımdan kurtaracak.. Sanırız az kaldı..
Bütün alametler berlirdi çünkü..
AKP durmuyor, duraksamıyor, kör kör parmağım gözüne, gözükara biçimde kendine yüklenen misyonun gereklerini yapıyor..

Kutlu Doğum Haftası sahtekarlığı ile Peygamberin doğum gününü 1 haftaya çıkarıp,
sözde kutluyorlar!? Oysa doğum haftası olmaz, doğum günü olur; bu 1!

Ayrıca Hicri takvim, halen kullandığımız miladi takvime göre 11 gün kısadır (Ay yılı, Kameri yıl 354 gündür); Ramazan – Kurban bayramı gibi her yıl 11 gün daha erken gelmesi gerekir ama
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını örtmek için bu uyduruk törenler,
Diyanet öncülüğünde – AKP güdümünde şal gibi ülkeye serilir..

Saymakla bitmez..
Türkiye böylesi bir zulüm – kıyım – talan – yolsuzluk –  ırza saldırı…… görmedi..
Dileriz gereken ders daha fazla gecikmeden çıkarılır ve halkımız en yakın ilk seçimde
bu lanetli siyasal kadroları defeder..

Sevgi ve saygı ile.
18 Nisan 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan”

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan”

  • Kampanyanın muhatabı: Sağlık Bakanı Dr. Mehmet MÜEZZİNOĞLU

Dostlar,

Toplum Ruh Sağlığı, sağlık sorunları bütünü içinde görece önemli bir pay alıyor.
Ve bu pay yine görece sürekli artmakta.
Son yıllarda, Dünya Bankasınca (DB) önerilen DALY (Hastalık Yükü – Disability Adjusted Life Year) ölçütüne dayalı irdelemelerde ilk 10 önemli sağlık sorunu içinde hep yukarılara tırmanmakta..

DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) 2001 Dünya Sağlık Raporu (World Health Report), doğrudan Dünya ruh sağlığı sorunlarına ayrılmış durumda..

Aşağıdaki tabloda 1999’da DALY yüküne göre 5. sırada yer alan
Unipolar Majör Depresyon, öngörülere göre 2020’de 2. sıraya tırmanacaktır.
Yine 1999’da en yüksek DALY kaynağı 15 neden arasında yer almayan
“Şiddet” (Violence), 2020’de en büyük 12. DALY kaynağı olabilecektir.
(DALY : Hastalık – yaralanma nedeniyle erken ölüm yüzünden yitirilen yaşam yılları +
bu nedenlerle engelli yaşanan yıllarına dayalı bir modern bir sağlık ekonomisi ölçütüdür)

DALY2

 

Keza, aşağıdaki çizime göre de nöro-psikiyatrik bozuklukların 4 ana DALY kaynağı içinde payı, 30 yıl içinde (1990… 2020) % 9’dan %14’e yükselebilecektir (DSÖ – WHO).

DALY1
Biz de konuyu sürekli işlemekte, Tıp Fakültesinde eğitimini vermekteyiz.

Bu sitede Toplumsal Ruh Sağlığı / Community Mental Health
b
aşlığı altında kapsamlı bir power point sunumunu bulabilirsiniz.
(http://ahmetsaltik.net/2012/05/21/toplumsal-ruh-sagligi-community-mental-health/)

Bugün ülkemizde 500 binden çok ağır derecede, en az 6-7 milyon da
sağaltım gerektiren, orta ve hafif şiddette ruhsal bozukluk tanısı alabilecek kişi olduğu
kestirilmektedir. Bu kişilerin hastalıklarına tanı konamaması ve sağaltımlarının
gecikmesi yalnızca tıbbi değil, sosyal ve ekonomik yitiklere de yol açabilmektedir.
(Türkiye Cumhuriyeti Ruh Sağlığı Politikası. Sağlık Bakanlığı TSH Gn. Mdl. 2006
http://temelsaglik2.saglik.gov.tr/dosya/Yayinlar/tcruhsag.pdf, 25.05.10)

*****

Uzun yıllardır Türkiye’de ULUSAL RUH SAĞLIĞI YASASI çıkarılması istenmektedir. Ancak son 20 yılda ciddi çabalara karşın TBMM önüne böylesi bir yasa siyasal iktidarlarca getiril(e)memiştir.

Vize’den duyarlı bir yurttaşımız (Astronomi eğitimi almış..) sorunu bir kez daha göndeme taşıyor.. Ne var ki Türkiye ateş çemberinde..

Asıl sorunlarına dönük enerji harcayamıyor. Kendi başına sardığı sorunlarla boğuşuyor AKP iktidarı.

Arada Orta Vadeli Program 2015-17 (OVP) birkaç gün önce açıklandı;
ertelenebilir yanı yoktu. Bir de ileti verilecekti iç – dış çevrelere;
“Biz duruma egemeniz.. gündem elimizde, tüm sorunlarla uğraşıyoruz..” gibisinden.
OVP tam bir acı reçete ve ekonomik çöküş ve tutarsızlıklar… metni, o başka..

Evet, biz de Türk Psikiyatri Derneği’nin yılllardır süregelen kurumsal çabasına ve
Sn. İlhan Vardar’ın çağrısına katılıyoruz :

  • “Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan” !..

Web sitemizde yer alan Toplumsal Ruh Sağlığı / Community Mental Health
b
aşlığı altında kapsamlı power point sunumunu incelemenizi diliyoruz..
(http://ahmetsaltik.net/2012/05/21/toplumsal-ruh-sagligi-community-mental-health/)

Ve son olarak, Türkiye’nin karmaşaya sürüklenen ortamında, Başbakan Davutoğlu’nun verdiği sözü unutmayarak, son derece gerileyen Akademisyenlerin ücretlerinin mutlaka ve hızla iyileştirilmesini (15 Ekim’e yetiştirileceğini Başbakan belirtmişti..) bekliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
10 Ekim 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=================================================

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan

 

Başlatan Kırklareli, İlhan VARDAR


Her kırk saniyede dünyada bir kişi intihar ediyor!

Siz bu satırları okurken; bir kişi intihara hazırlanıyor olabilir ya da bu açıklamaları okuduğunuz dakikalar içinde kaç kişinin intihar (özekıyım) ettiğini varın siz hesaplayın.
İntihar eden insanların çoğunluğu akıl hastasıdır. Anoreksiya, major depresyon,
iki kutuplu bozukluk (manik-depresif hastalık), şizofren ve sınırda kişilik bozukluğu

en sık görülenlerdir.”

Bu duygu halini bir düşünün, tabulara, dine (en büyük günah intihar), kadere,
toplumsal baskıya karşın bir insan canına kıymayı nasıl düşünebilir ?

Daha da önemlisi son 30 yılda intihar edenlerin %440 artış göstermesi, son 10 yılda ise 25 000 insanımızın intihar sonucunda yaşamını yitirmesi olayın ürkünçlüğünü (vahimliğini) daha da artırmaktadır ki; bu oran belirtilen yıllardaki trafik kazalarında yaşamını yitirenlerin nerede ise yarısına ulaşmaktadır. Özellikle uzmanların belirttiğine göre dünyada intiharların en çok görüldüğü kümenin 15-24 yaş aralığındaki kuşak olması konunun önemini daha da büyütmektedir.

Çoğu psikiyatrik bozukluğun kesin nedeni bilinmemektedir. Uzmanlar psikiyatrik bozuklukların genetik veya kalıtsal eğilimleri bir tetikleme olayı birleşimi (kombinasyonu) sonucu olduğunu düşünüyor.

Ve tıp artık bu rahatsızlıkların bir akıl hastalığı, ruh hastalığı olmadığını, beynimizdeki enzimlerin düzensizliği ile ilgili olduğunu söylemektedir. Öbür genetik fiziksel rahatsızlıklar gibi kesin tedavileri olmamakla birlikte, beyin hastalıklarının denetim altına alınabileceğine inanıyor. Beyin hastalıklarının denetim altına alınabilmesi ve hastayı günlük yaşama döndürüp, topluma kazandırabilmesi tüm ülkelerin en birincil gündemi olması gerekmektedir.

Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan ‘Ruh Sağlığı Eylem Planı’ açıklandı.
Türk nüfusunun ruh sağlığına ilişkin ilginç veriler, saptamalar ve önerilerin yer aldığı plan, 2011-2023 tarihlerini kapsıyor. Planın en önemli ögelerinden biri artık Avrupa’nın kimi ülkelerindeki gibi Türkiye’de de toplum temelli ruh sağlığı modelinin uygulanacak olması. TÜRKİYE’NİN RUH SAĞLIĞI PROFİLİ Eylem Planı‘nda ruh sağlığına ilişkin yer alan verilerde şunlar ön plana çıkıyor:

– Türkiye’de nüfusun %18’i yaşam boyu bir ruhsal hastalık geçiriyor.
Çocuk ve ergenlerde klinik düzeyde sorunlu davranış oranı %11.

– Ruhsal hastalığı olan 6 kişiden yalnızca 1’i yardım arıyor.

– Kardiyovasküler hastalıklardan sonra %19 ile 2. sırada psikiyatrik hastalıklar bulunuyor.

– Hastalara ayrılan yatak sayısı toplam 7356. Avrupa’da her 100 bin kişiye 8 akut psikiyatri yatağı düşen İtalya’dan sonra 100 bin kişiye 10 psikiyatri yatağı ile
Türkiye 2. en az yatak sayısına sahip ülke.

– Türkiye’de Mart 2011’de etkin olarak çalışan 1625 Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı hekim bulunuyor. Bu kişilerin 862’si Sağlık Bakanlığı, 277’si üniversitelerde çalışırken 486 Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı özel sektörde hizmet veriyor.

– 100 bin kişiye düşen ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı sayısı 2,20. Avrupa Birliği’nin 15 ülkesinde 100 bin kişiye ortalama 12,9 ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı düşüyor.”

Kimi hastanelerin içler acısı durumu yansıtıldıktan sonra alınacak önlemler ve
yapılacak olan işler sıralanıyor.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), dünya genelinde akıl sağlığına ilişkin bilinmesi gereken temel noktalar, rakamlar ve istatistikleri 10 başlık altında toplayarak üye ülkelerin dikkatine sundu.

WHO’nun Akıl Sağlığı Raporunun en önemli sonuçlarından biri fiziksel olmayan rahatsızlıklardan dolayı acil servislere başvuruların son on yılda %5 artarak % 6’dan % 11’e yükselmesi ve dünyada psikiyatri hastalarına yönelik insan hakları ihlallerinin çok yaygın olması.

İhlallerin başında fiziksel şiddet, ayrımcılık, temel gereksinimlerin ve mahremiyetin görmezden gelinmesi olarak belirtilmiştir. Çok az ülkede akıl hastalarının haklarını
net biçimde güvence altına alan yasal düzenlemeler bulunduğu ise özellikle vurgulanmıştır.

Evet yapılacak işler arasında Bakanlık yasal düzenlemelerden sözetmiyor. Sözedilenler hekim sayısının, hastane sayısının artması, mobil hizmetlerin gelmesi üzerinedir.
Peki yasal düzenleme olmadan bunlar nasıl gerçekleşecek?

Bu arada Türkiye Psikiyatri Derneği‘nce 1999’da başlatılan, 2002’den bu yana kezlerce Sağlık Bakanlığı’ndan ilgililere sunulan  Ruh Sağlığı Yasası‘nın gerçekleşmesi yönünde çalışma olmadığı gibi, Kasım 2006’da Meclis gündemine de yansıtılan kampanyalar ve Derneğin hazırladığı Ruh Sağlığı Yasa taslağı ne yazık ki
göz ardı edilerek görmezlikten gelinmektedir.

Türkiye’de ruh sağlığına toplam sağlık bütçesinin %1’inden daha az pay ayrıldığı kestirilmektedir. Son beş yılda ise ülkemizde antidepresan kullanımı %65 artmıştır. Büyük çoğunluğunun bilinçsiz biçimde tüketilmesi, var olan psikiyatrik rahatsızlıkların tetiklenmesine neden olmakta ve sorunları daha da içinden çıkılmaz duruma getirmektedir.

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan” 

Yasa Çalışmaları sürerken öncelikli olarak;

1- Bu tür rahatsızlıkların tedavileri ve ilaçları, tanı ve denetim altına alınması süreci
çok pahalıdır. Ve sağaltımın sürekliliğinin önemi de düşünülürse, ülkemiz ekonomik koşulları göz önüne alındığında, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) desteğinin hemen hemen hiç olmaması, aileleri tedaviden vazgeçirmekte ve hastalar yazgılarına
terk edilmektedir. SGK özel hastanelerle birçok anadal için sağlık anlaşmaları yaptığı halde, özel hastanelerin birçoğunda psikiyatri klinikleri ile anlaşma yapmamaktadır.
Ayrı bir boyutta sözde aynı çatı altına toplanan SGK farklı uygulamalar yapmaktadır. Özel sigorta ve Vakıf’lara üye olan hastalar bir ölçüde de olsa özel hastanelerin psikiyatri kliniklerinden yararlansa bile, Devlet memurları bu haktan yoksun bırakılmaktadır. SGK tüm vatandaş için desteği artırmalı ve farklı uygulamalar yerine eşit uygulamalar getirmelidir. Ayrıca SGK normal koşullar altında alınması gerekenden yüksek ücret isteyen ve ödeme yapıldıktan sonra herhangi bir hak ileri sürülmeyeceğine ilişkin hastalara imzalatılan belgeleri gerek özel gerek vakıf hastanelerinde denetim altına almalı ve durum yasadaki gibi  işlemelidir.

2- Hastaların hekime (Psikiyatr) ulaşamaması, aslında yukarıdaki madde ile
bir bütün oluşturmaktadır. Devlet ve özel hastanelerin birçoğunda psikiyatr servisi bulunmamakta, üniversite hastahaneleri ise çok yoğun olduğu için yeterli olamamaktadır. Şöyle örneklersek, bu rahatsızlıklardan Manik Depresyon ve
Şizofreni
türü olanların tanısı ve hekimin sürekliliği çok önemli olduğu halde,
Devlet Hastahanesine başvuran hasta depresyon tanısı ile gönderilip depresyon ilaçları ile tedaviye çalışılmaktadır. Dolayısı ile depresyon ilaçları kimi rahatsızlıkları tetiklediği için hastada belirtiler düzelmediğinden, kendisi ve yakınları tedaviden vazgeçmekte ve yine yazgılarına terk edilmektedirler. Hasta ve yakını pes etmeyip yeniden gittiğinde
bu kez bir başka sorun çıkmakta karşımıza. Farklı bir hekimle karşılaşmak.
Çünkü bu konuda sağlıkta merkezi bir bilgi sistemi bulunmadığı için,
hekimlerin değişikliği bu kez tanının konulamamasına ya da sağaltım (tedavi) sürecini zora sokmakta ve hastaya yararlı olamamaktadır.

3- Son yıllarda gün geçmiyor ki bir kadın öldürülmesin. Kadın cinayetleri,
çocuk istismarı
, çocuk ve büyüklere cinsel istismar ve taciz (mobbing – yıldırı) konularında da bu tür rahatsızlıkların etkili olduğunu düşünüyorum. Özellikle ülkemizin akıl sağlığı konusunda gün geçtikçe kötüleşmesi ve bu olayların son yıllardaki artışı ile bir koşutluk (paralellik) gösterdiği düşüncesine sevk etmektedir insanı.
Örneklersek, Manik Depresif bir hastanın manik dönemlerinde cinselliğe daha çok ilgi göstermesi, makyajını abartılı yapması, seksi giysilere yönelmesi, özgüveninin
artış göstermesi ve eşe, aileye karşı çıkması özellikle hasta kadınsa bir Türk erkeği “namusum için öldürdüm” diyebilmektedir. Dolayısı ile bir Meclis Araştırma Komisyonu kurularak bu tür olgularda mağdur ve sanığın psikiyatrik durumları incelenerek daha sağlıklı bilgilere ulaşılabilir ve geç kalmadan önlem alınabilir.
Doğal ki, tüm olgular için aynı savda bulunmasam da, birçoğunda etkili olduğunu düşünüyorum.

Bu geçici önlemler ivedilikle (acilen) alınırken

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan” !

**************

Bu dosyanın tümünü pdf olarak indirmek için lütfen tıklayınız..

Ruh_Sagligi_Yasasi_hemen