Etiket arşivi: CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu

Osman Sarıgün tutuklanmalıydı

Eski Yargıtay üyesi Aktan’dan, linç girişimi soruşturmasına eleştiriler:
Osman Sarıgün tutuklanmalıydı!

Yargıtay 18. Ceza Dairesi Onursal Başkanı Hamdi Yaver Aktan, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik soruşturmanın eksik yürütüldüğünü belirterek, “Yumruk attığı belirtilen Osman Sarıgün, tutuklanmalıydı. Soruşturmanın yalnızca 3 suçtan yürütülmesi yanlıştır. Burada Kılıçdaroğlu’nun özgürlüğünden yoksun kılınması ile parti araçlarına zarar verme suçu da vardır.” dedi.

[Haber görseli]

CHP lideri Kılıçdaroğlu’na yönelik yumruklu saldırının faili Osman Sarıgün’ün adli kontrol kararıyla serbest bırakılması tartışma yarattı. Soruşturma sürecini değerlendiren Yargıtay Onursal Daire Başkanı Hamdi Yaver Aktan, şüpheli Osman Sarıgün’ün suç işlemeye alenen tahrik, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ve kamu görevlisini görevinden dolayı yaralama suçlarından soruşturulduğunu anımsattı.

Eksik soruşturma : Şüphelinin yaşından dolayı tutuklamaya sevk edilmemesi gerekçesinin hukuki olmadığını belirten Aktan, şüphelinin 60 yaşında olduğuna dikkat çekti. Aktan, Kılıçdaroğlu’na saldırı olayında “eksik soruşturma yapıldığını” vurguladı. Kılıçdaroğlu’nun öldürülme tehlikesi altında olan birisi olarak bir eve götürüldüğüne işaret eden Aktan, şu değerlendirmelerde bulundu:

Kara mizah

“Kılıçdaroğlu’nun can güvenliği olsa polis eve götürme ihtiyacı duyar mıydı? Eve götürüldü. Evden çıkmak istiyor, ancak çıkmasına izin verilmiyor. Burada özgürlüğün kısıtlanması suçu vardır. Öte yandan parti aracı taşlanmış, zarar görmüş. Bu kişi yaptı veya yapmadı. Bununla hareket eden kişiler yapmış. TCK’nin 152. maddesinde parti bina veya eşyalarına zarar verme suçu 1 yıldan 4 yıla dek hapis öngörüyor. Savcılığın, bu iki suçtan da soruşturma yapmaması eksikliktir. Ve burada tutuklama koşulları vardır.”

Aktan, Ceza Muhakemesi Yasası’nın 100. maddesi 2. fıkrasının a bendinde kaçma kuşkusu durumunda tutuklama yapılabileceğine işaret edildiğini belirterek, “Bu zanlı kaçtı. Kaçma gerçekleşti. Adli kontrol yeterli olur mu? Üstelik tebrik ediliyormuş. Demek ki işlediği suçla ilgili övgüye de mazhar oluyor. İşin kara mizah kısmı da burası. Bence bu kadar suç altında olan bir kişinin tutuklanması gerekirdi. Zarar suçu yönünden şikâyet vardır. Suçun nitelikli halidir, destekleyenler ve taşlayanlar hakkında da soruşturma genişletilmelidir. Adli kontrol bana göre, uygulamaya göre yeterli olmadığı görülmektedir. Suç işlemeye tahrikten bile tutuklama yapıldığı halde başka suçlardan da soruşturulduğuna göre tutuklama koşulları vardır.” diye konuştu.

Yargı duyarlı olmalı

Saldırı sırasında alandaki öbür kişilerin de bu eylemi desteklediğini anımsatan Aktan, “Soruşturma bir kişiyle sınırlı kalamaz. Bu suçtan sonra suç işleyeni desteklemeye yönelik hareketler yardım suçunu oluşturur. TCK’nin 39. maddesi gereğince de soruşturma yapılmalıydı” dedi. Kılıçdaroğlu’nun tutulduğu evi “yakın” diye çağrılar yapıldığını anlatan Aktan, “Bir kıvılcım olsa, yangın olsa Türkiye ne hale gelirdi? Yargının daha duyarlı olması gerekirdi. Ben yargının hiçbir zaman baskı altında olmaması gerektiğini düşünüyorum.

  • Bu denli büyük, vahim bir olayın soruşturmasının “1 kişi ile sınırlı kalması” soruşturmanın ciddi yapıldığını söylemeyi güçleştiriyor…” ifadesini kullandı.

RIZA TÜRMEN: Eski AİHM Yargıcı-Yürüyüş ve sonrası

Yürüyüş ve sonrası

RIZA TÜRMEN
Eski AİHM Yargıcı
Cumhuriyet, Olaylar ve Görüşler, 13.7.17

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü ve Maltepe Mitingi baskıya, tahakküme, haksızlıklara karşı bir demokrasi, adalet talebi. Mitinge ve yürüyüşe katılan halk kitlesinin büyüklüğü ve çeşitliliği, demokrasi ve adalet talebinin toplumda ne denli yaygın olduğunu gösteriyor. Adalet ve hukuk devleti demokrasiyle yakından ilişkili. Hukuk devleti demokrasinin omurgası. Hukuk devletinde iktidarın sınırlarını hukuk çizer. Hak ve özgürlükler hukukun koruması altında, devletin giremeyeceği bir alan oluşturur. Bu sınırlar aynı zamanda iktidarın meşruiyetini belirler.

Hukukun özü adalettir

Hukukun özü de, amacı da adalettir. Yargı iktidarın denetimi altına girmişse, hukuk araçsallaşmışsa, hukuk adalete değil, siyasal iktidara hizmet eder. Hukuk devleti ve onunla birlikte demokrasi ortadan kalkar. Onun yerine hukukun tek bir adama odaklandığı, otoriter-totaliter bir rejim gelir. Bugün Türkiye’de yaşanan budur.

  • Hukuk devleti çökmüş, demokrasi, insan hakları değersizleşmiştir.
  • OHAL başkanlık sistemiyle birleşince ortaya tüm gücün tek bir elde toplandığı,
    bu tek adamın aynı zamanda hukukun ne olduğuna karar verdiği,
    keyfi, otoriter- totaliter bir rejim çıkıyor.Şimdi sorun, böyle bir rejime karşı en etkili toplumsal mücadelenin nasıl gerçekleştirileceği.

Mücadelenin anahtarı halktır

Siyasetin alanı daraldıkça, Meclis’te siyaset yapma olanağı sınırlandıkça, siyaseti Meclis dışına, yeni bir kamusal alana taşımak kaçınılmaz oluyor. Bu kamusal alan, sivil toplumun var olduğu özerk bir kamusal alan. Bu yeni siyasal alanda siyasal partilerle sivil toplum birlikte var olmak zorundalar. 25 günlük Adalet Yürüyüşü gösterdi ki, demokrasi mücadelesinin anahtarı halktır. O nedenle bu mücadelenin uzun soluklu bir halk hareketine dönüşmesi, mücadelenin başarıya ulaşması bakımından büyük bir önem taşıyor.

  • Adalet Yürüyüşü’nü,
    Kılıçdaroğlu başlattı ve büyük bir azim ve yüreklilikle sonuna dek sürdürdü.

Bu bakımdan her türlü övgü ve saygıya layıktır. Ancak, yürüyüşe halk kitlelerinin katılımı olmasa cılız bir protesto hareketi olarak kalırdı. Yürüyüşe anlam veren halkın katılımı oldu. Dolayısıyla, bir halk hareketinin doğması ve demokrasi mücadelesini sahiplenmesi için gerekli potansiyel var.

  • Yeter ki, yürüyüşün dinamiğini yürüyüşten sonra da sürdürebilelim ve
    bu amaçla bir araya gelip örgütlenelim.
    Halk, bir ortak yarar çevresinde birleştiği ve ortak bir talep ileri sürdüğü ölçüde bir insan kalabalığından ayrılır. Halkın ortak eylem yapan, ortak talebi olan bir siyasal özne olarak üretilmesi kendi uygulamalarıyla olur.

Böyle bir halk, değişimi gerçekleştirecek olanın kendisi olduğunu gören, siyasetin seyircisi değil oyuncusu olmak isteyen aktif yurttaşlardan oluşur.

Halk hareketinin oluşmasında, mevcut otoriter düzeni reddeden siyasal partiler ve sivil toplum örgütlerinin birlikte hareket etmesi önemli. Bu ortaklık, bir zincirin halkalarının eşit bir biçimde birbirine eklenmesi gibi yatay bir ortaklık olmalı. Zincirin halkaları arasında hiyerarşik bir ilişki bulunmamalı. Bir lider çevresinde örgütlenmiş bir hareket niteliği taşımamalı. Siyasal partilerle sivil toplum örgütlerinin hedefleri elbette aynı olamaz. Siyasal partiler, iktidara gelmeyi hedefler. Sivil toplum örgütlerinin iktidar hedefi olamaz. Günümüz Türkiye’sinde sivil toplumun hedefi iktidarı ele geçirmek değil, iktidarın tahakkümüne boyun eğmemek, onu eleştirmek, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygının geçerli olduğu bir Türkiye’nin kurulmasına katkıda bulunmak.

Ortak hareket etmek için, siyasal partilerle sivil toplum örgütlerinin ya da sivil toplum örgütlerinin kendi aralarında aynı ideolojik yapıya sahip olmaları gerekmez.
Önemli olan tek bir hedef, demokrasi hedefi üzerinde birleşmek.

Söz konusu olan farklılıkların birleştirilmesi. Bir ilişkiler ağı içinde, özgürce tartışarak, birbirini etkileyerek ortak bir mücadele yürütmek. Şunu bilmek gerekir ki;

  • Herkes kendi mücadelesini yürütürse mücadeleler parçalanmış olarak kalırsa,
    mevcut hegemonik düzenin değiştirilmesi, demokrasinin inşası gerçekleşemez.

Birliğin somuta dönüşmesi

Referandumda, yürüyüşte, Maltepe Adalet Mitingi’nde halkla siyasal partiler arasında bir kaynaşma doğdu. Şimdi bu beraberliğin somuta dönüşmesi, kurumsallaşması gerekir. Bu amaçla, mevcut hegemonik düzeni reddeden siyasal partiler ve sivil toplum örgütlerinin katıldığı bir kurultayın toplanması yararlı olabilir. Bu kurultayda ortaklar arasında nasıl bir bağlantı kurulacağına karar verilir. Siyasal parti ve sivil toplum temsilcilerinden oluşan bir yürütme kurulu oluşturulabilir. Bu kurul ortak çalışma stratejisini belirler. Örneğin demokrasi ve insan haklarının önündeki en önemli engellerden biri OHAL KHK’leri.

  • Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne açıkça aykırı olan bu KHK’lerle
    yüz binlerce insan mağdur edildi
    .

O zaman OHAL’in kalkması için nasıl bir kampanya yürütmeliyiz? Kurulda bu ve buna benzer birçok konu tartışılabilir. Böyle bir ortaklık projesi benimsendiği takdirde, sadece mücadele yöntemleri değil, demokrasiyi inşa edecek ortak projeler üzerinde de çalışılabilir. Örneğin yeni bir anayasanın dayanacağı temel ilkeler üzerinde ortak bir çalışma yapılabilir.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü bir dönüm noktası oldu.
Bir toplumsal diriliş yarattı.
Bu diriliş, demokrasi mücadelesinin başarıya ulaşmasında en önemli etken.
Şimdi bu diriliş rüzgârını arkamıza alarak, ortak bir amaç, ortak bir heyecan,
ortak bir çaba çevresinde birleşmeliyiz.
=========================================
Dostlar,

Şu dizeleri 4 gün önce biz yazdık :

“… Bu “örgüt arayan” milyonları istim üstünde tutarak seçme taşımak üzere bir
TEMSİL HEYETİ oluşturulmalıdır. İllerde yapılanma sağlanmalı, YEREL KONGRE İKTİDARLARI tohumlanmalıdır. Buralarda üretilecek politikalar Merkezde Temsil Heyetince olgunlaştırılarak kamuoyuna sunulmalıdır. AKP saçmalamaya başlamıştır…” (Lütfen tıklayınız : http://ahmetsaltik.net/2017/07/10/orgutlu-halkin-onunde-durulmaz/)

Sayın Türmen, engin birikimi ve AİHM’nde Uluslararası Yargıç olmanın sağladığı deneyim ile Türkiye gerçeğini ve fotoğrafını çok net ve isabetli biçimde koymuş sağolsun.

Yakın çözümlere varıyoruz; insanlığın ortak birikimi ve deneyimlerden – acılardan, onyılların yoğun bilimsel okumalarından… imbiklenen reçeteler bunlar..

Az önce de yine sitemizde Dreyfus davasını işlemiş ve “Gerçek Yürür” vurgusu yapmıştık. (Lütfen tıklayınız : Dreyfus Davası; Emile Zola’nın Mektubu ve Gerçek Yürür)

Yineleme pahasına bu yazımızın son bölümünü bir kez daha paylaşalım :

Sabır, örgütlenme ve dezenformasyonu aşmak vazgeçilmez 3 koşuldur.
Bu toprakların saygın Fransız aydını ve mücadele adamı Emile Zola‘dan
geri kalmayacak aydınları, yurtseverleri, adalet aşıkları, önderleri….
hep olmuştur. Halen de vardır..

CHP Genel Başkanı Sn. Kemal Kılıçdaroğlu bunlardan biridir.
CHP bir ideoloji değil kitle partisidir. Temel ilkeleri olan “6 Ok“ tan saptırmak için
bu partinin içinde sürekli ve ciddi iç – dış kökenli ve çok yönlü operasyonlar yapılmaktadır.

Bu süreçte CHP’yi köklerine uygun doğrultuda tutmak için içtenlikli ve
yoğun çaba harcamak gerçek görevdir.

Kılıçdaroğlu da bu kuşatmada elbette hata yapabilir..
Yapıcı eleştiri, destek ve somut öneriler ile O’na ve CHP’ye yardım etmek gerekir.
Kuşku yok Kılıçdaroğlu  ve CHP de azami dikkatli olmak zorundadır.
Yeni hatalara yer, zaman ve tahammül yoktur.

AKP = RTE eliyle yürütülen kuşatmayı aşmada temel kurum, stratejik araç CHP’dir.
Sayın Kılıçdaroğlu ve CHP eminiz ağır tarihsel, kritik-stratejik sorumluluklarının bilincindedir.”

Sevgi ve saygı ile. 14 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Kılıçdar direniyor-2

Kılıçdar direniyor-2

Emre Kongar, Cumhuriyet, 18.6.2017

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 Haziran Perşembe günü saat 11’de, Ankara’da Güven Park’tan başlattığı, yaklaşık bir ay sürecek olan Adalet Uzun Yürüyüşü ne anlam ifade ediyor? Bu soruya tek kelimeyle yanıt verilirse, bu yürüyüşün anlamı “DİRENİŞ”tir.
Kılıçdaroğlu DİRENİYOR: DEMOKRASİ için ADALET için DİRENİYOR…
Hem içeridekiler hem de dışarıdakiler için DİRENİYOR!
Hiç kuşkunuz olmasın: Bu DİRENİŞ, toplumun duygu ve düşüncelerini yansıttığı, toplumca benimsendiği için, mutlaka somut bir sonuç verecektir!
***
Tarihin bize öğrettiği kesin ders,

hiçbir iktidarın sonsuza
dek sürmediği,
– bütün iktidarların
değiştiği,
– bütün diktatörlüklerin
ise yıkıldığıdır:


Nedir iktidar değişikliğinin altında yatan mekanizma?

Toplum durağan olmadığı, sürekli bir değişme halinde bulunduğu için, iktidarlar da mecburen değişirler. Toplumsal değişmenin arkasında ise: Uzun vadede, teknolojik değişme ve gelişmeler… Kısa vadede ise, insanların güvenlik ve refah anlayışları yatar.
Kısa ve uzun vadeli değişme güçlerinin siyasete taşınması ise örgütlenme ve eğitim ile olur.
***
AKP iktidarı:
Sahte bir demokrasi…  Sahte bir insan hakları…
Sahte bir özgürlükçülük… Sahte bir adalet…
Sahte bir refah…  Sahte bir güvenlik…
Vaadi, aldatmacası ve demagojisi üzerine kuruldu.
Şimdi bu iktidarın sahteliği ve sahteciliği ortaya çıktı
İktidar zemini ayaklarının altından kayıyor…
Bu kaygan zeminde tutunabilmek için, emir altına aldıkları yargı üzerinden,
insanları isyan ettiren olmadık önlemlere başvuruyorlar.
***
İşte Kılıçdaroğlu’nun ADALET YÜRÜYÜŞÜ ve DEMOKRASİ DİRENİŞİ
bu 
baskı ortamın yarattığı tepkisel bir eylemdir:

Bu yürüyüşün önemi, yaratacağı sonuçlar kadar, bizatihi kendisinin, bu SAHTE DEMOKRASİNİN, bu BASKI YÖNETİMİNİN tepkisel bir sonucu olmasından ve
halkın beklentilerini, duygularını yansıtmasından kaynaklanmaktadır.

Sabrı tükenmiş bir halkın,
“Bıçağın kemiğe dayandığı noktadaki” ADALET ARAYIŞINI ve
DEMOKRASİ DİRENİŞİNİ
temsil ettiği için, anlamlıdır, önemlidir, sonuç verecektir
ve
de tarihe geçecektir!

DİREN ADALET… DİREN DEMOKRASİ!
=============================================
Dostlar,

Üstad Prof. Kongar‘ın bu çok önemli yazısı aynen bizim duygu ve düşüncelerimizi de yansıtıyor. Sözcük sözcük paylaşıyoruz içeriği ve bu onurlu direniş eylemini selamlıyoruz.

  • Selam olsun bu onurlu direniş ve özverili, meşru başkaldırışa!
  • Selam olsun CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na, yürekli öncülüğü için..
  • Yuh olsun açık – örtük gözdağı verenlere ve kiralık kalemşorlarına..
    Kılıçdaroğlu’na bedensel güç ve direnç diliyoruz ileri yaşı nedeniyle.
    Psikolojik desteğe gereksinim duymayacak ölçüde siyasal bilinci olduğunu biliyoruz.
    Kendisine gerekli nitelikli tıbbi desteği verecek hekim meslektaşlarımzın çabasına da saygı!

    Evet, Mülkiye’li kıdemlimiz Kongar hocamızın isabetle kaydettiği ve siyasal tarihten, siyaset sosyolojisinden, siyaset biliminden… çok kesin olarak şu 3 gerçeği çok iyi biliyoruz :

1- Hiçbir iktidar sonsuza dek sürmez,
2- Bütün iktidarlar
 değişir,
3- Bütün diktatörlükler
 
ise yıkılır…

AKP = RTE de bu gerçekleri artık görüyor.. Tüm hırçınlıkları bundan.. İçte de dışta da ülkeyi duvara dayadılar. Atacakları adım kalmadı.. Yolun sonu görünüyor.. Yargılanacaklar..

Baksanıza, Milli Savunma Bakanı olacak imam zat, Manisa’da zehirlenen askerlerin yediği hindi etlerinde salmonella bakterisi üretilmesine karşın, hala “umudu” (!?) bölgedeki depremlere ve bu yüzden yeraltı sularına karışabilecek kimi toksik kimyasallara bağlayabilecek ölçüde kanatlandı! Bakan derhal kenara çekilmeli, gölge etmesin, ihsanı kendisine kalsın..

Ama bakınız, muazzam gaflarına karşın AKP = RTE önemli görevden almalar (adam harcama!) yap(a)mıyor.. Domino etkisini biliyorlar.. Birbirlerine panik içinde yapışmış durumdalar.. Sağduyulu AKP tabanı da artık bıktı, vicdanı kaldırmıyor..

Kağıttan kule / kaplan gibiler..
Halkımız üflese darmadağın olacaklar..
Az aldı, o günleri de göreceğiz.. Lanetli yıllar bitecek..

Diren Türkiye..

Sevgi ve saygı ile. 19 Haziran 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Kılıçdaroğlu’nu araçtan indiren soru… ‘Utanç verici’ açıklama!

Kılıçdaroğlu’nu araçtan indiren soru… ‘Utanç verici’ açıklama!

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Uğur Mumcu’nun (AS: 24.) ölüm yıldönümünde duayen gazetecinin katledildiği yerde açıklama yaptı. Kılıçdaroğlu açıklamasını tamamlayıp arabaya yöneldiği sırada Numan Kurtulmuş‘un Başkanlık Anayasası Referandumu için söyledikleri soruldu. Kılıçdaroğlu geri dönerek sorunun tekrar edilmesini istedi. Soruyu tekrar alan Kılıçdaroğlu

Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş‘un

  • “Referandumdan ‘Evet’ çıkarsa terörün sesi kesilir”

    açıklamasıyla ilgili

    Bu, ‘Şu anda terörü biz destekliyoruz’un itirafıdır.
    Eğer gerçekten olay böyleyse bugünkü terörün kaynağı bu hükümettir. Numan Kurtulmuş gibi birisinin kalkıp, bu itirafı 80 milyonun önünde yapmış olması son derece hazindir, son derece utanç vericidir.” dedi.

NUMAN KURTULMUŞ NE DEMİŞTİ?

AA Editör Masasında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, suikastların ve canlı bomba eylemlerinin devam edebileceğini belirterek şunları söyledi:

  • ‘Aman şu referandumda evet çıkmasın’ diye terör örgütlerini de kullanarak Türkiye’de bir korku atmosferi oluşturabilirler, halkı canından bezdirecek bir noktaya getirebilirler. Bununla ilgili her türlü tedbirlerimizi alıyoruz. Allah’ın izniyle referandumda büyük oranda ‘evet’ çıktıktan sonra da bu terör örgütleri, hiçbir şekilde sesi soluğu çıkmayacak noktaya gelirler. Bu motivasyonlarını da kaybederler. http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video/664920/Kilicdaroglu_nu_aractan_indiren_soru…__Utanc_verici__aciklama_.html, 24.01.2017
    ===============================
    Dostlar,

    AKP iktidarının / hükümetin sözcüsü Numan Kurtulmuş Başbakan yardımcısı ve işletme profesördür.. Genel Başkanı olduğu HAS Partiyi, RTE’nin çağrısı ile  AKP’ye ”katmış” ve AKP’de hızlı tırmanış başlamıştır.. Bu gün ağzından dökülen yukarıdaki kritik sözleri kendiliğinden söylediği varsayılamaz.
    ”Yetkili” kurullarda görüşülmüş ve yüksek tepelerden onanmış olmalıdır..

    Sn. Kılıçdaroğlu çok yerinde saptamalar tapmıştır bu vahim sözler nedeniyle :

  • Bu, ‘Şu anda terörü biz destekliyoruz’un itirafıdır.
  • Eğer gerçekten olay böyleyse bugünkü terörün kaynağı bu hükümettir.
  • Numan Kurtulmuş gibi birisinin kalkıp, bu itirafı 80 milyonun önünde yapmış olması son derece hazindir, son derece utanç vericidir.”

    Yazıklar olsun demek yeter mi?
    Dileriz yaygın halk kesimleri bu acı tabloyu görür ve gereğince değerlendirir.

    Sevgi ve saygı ile.
    24 Ocak 2017, Tekirdağ

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Onur Öymen : El Cezire için CB seçimi değerlendirmesi


El Cezire için CB seçimi değerlendirmesi

Portresi_ATA_ile


Onur Öymen

Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili olarak
El Cezire Televizyonun istemi üzerine
yazdığım makale aşağıdadır.


10 Ağustos 2014’te yapılan Cumhurbaşkanı seçiminin sonuçları Türk siyaseti açısından derslerle doludur. Öncelikle seçimlere katılma oranının uzun yıllardan beri görülmemiş derecede düşük olmasının nedenleri üzerinde düşünmek gerekiyor. Seçmenlerin dörtte birinin sandığa gitmemesi,
bir milyona yakın seçmenin de geçersiz oy vermesi geniş halk kesimlerinin verdiği önemli bir ileti olarak değerlendirilmelidir. Bu iletinın, esas olarak,
halkın büyük bir bölümünün içtenlikle benimseyeceği bir çatı adayı göstermeyen muhalefet partilerine tepki olduğu anlaşılıyor.

İktidarın adayı Recep Tayyip Erdoğan kendi partisinin tabanını birlik içinde tutabilmiş, Partisinin önceki seçimlerde aldığı oyları koruyabilmiş hatta bir miktar artırabilmiştir (AS: 400 bin artış!). Buna karşılık muhalefet partileri CHP ve MHP’nin
çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu bu iki partinin son seçimlerde aldığı toplam oydan 5 milyon daha az oy almıştır. Bu da çatı adayının partilerin tabanı ve bu partiye
oy verenlerce olumlu karşılanmadığının göstergesidir.

Kimi kamuoyu araştırma şirketleri CHP seçmeninin %12’sinin, MHP seçmeninin de
% 16’sının başka adaylara oy verdiğini gösteriyor. Bu da aynı tepkinin başka bir göstergesidir.

Adı ilk kez kamuoyuna açıklandığı andan başlayarak düzenlenen kamuoyu yoklamalarında İhsanoğlu’nun başarılı olamayacağı anlaşılmıştı. Adaylıklar kesinleşmeden başka bir çatı adayının bulunması çeşitli çevrelerce önerilmişti.
CHP Meclis grubunun 20’den çok üyesi bu çatı adayına destek vermemişti.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre 20 milletvekilinin cumhurbaşkanı seçiminde aday göstermesi mümkündür. Kimi milletvekilleri bu yola başvurarak Parti tabanının daha sıcak bakacağı başka bir aday bulunması için çaba gösterdiler. Ancak CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, İhsanoğlu’nun adaylığını ısrarla savundu ve başka bir aday çıkartmak isteyen milletvekillerini güçlü ifadelerle uyardı. Bu durum geniş kitlelerin içtenlikle oy verebilecekleri bir seçeneğin halka sunulmasını olanaksız kılmış oldu.

Çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçim kampanyası sırasında söylediği kimi sözler de muhalefet partilerinin tabanında tepki uyandırdı. Örneğin eski Başbakanlardan Adnan Menderes’in Türkiye’de diktatörlüğü sona erdirdiği yönündeki sözleri rahatsızlık yarattı. Bu sözler Menderes’in iktidarından önce Cumhurbaşkanı olan ve Türkiye’nin çok partili demokrasiye geçmesine öncülük eden İsmet İnönü’ye, hatta ilk Cumhurbaşklanı Atatürk’e karşı haksız bir suçlama olarak değerlendirildi.

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adı daha önce liderlerin çeşitli siyasalkişiliklerle,
Meclis Gruplarıyla ve sivil toplum örgütleriyle yaptıkları değerlendirme toplantılarında dile getirilmemişti. Bu adın Parti içinde bile tartışmaya açılmadan CHP Genel Başkanının kişisel önerisi gibi ortaya atılması şaşırtıcı oldu.

  • İhsanoğlu’nun adının kimlerce ve hangi düşüncelerle CHP Genel Başkanına önerildiği henüz açıklık kazanmadı.

Geçmişte siyasal İslam felsefesine yakınlığıyla tanınan bir kişinin ideolojik yaklaşımı
ve dünya görüşü arka planda bırakıldı. İhsanoğlu daha çok “bütün toplumu kucaklayıcı bir kişi” gibi tanıtılmaya çalışıldı.Bu yaklaşım toplumda gerekli karşılığı bulamadı.
Çatı adayının kendisini ortak aday olarak gösteren siyasal partilerden birinin görüşlerini tümüyle benimsemesi kuşkusuz beklenemezdi. Ancak iki partinin temel ilke ve görüşleriyle uyumlu olmayan bir dünya görüşünün sahibi olması da makul karşılanmadı

Son yıllarda siyasetin içinde aktif olarak yer alan bir iktidar adayına karşı muhalefetin siyasal deneyim sahibi olmayan bir adayı tercih etmesi başarılı sonuç vermedi.

Başbakan Erdoğan seçim kampanyasında, devletin ve medyaların bütün olanaklarından yararlandı. Buna karşılık muhalefet adayı güçlü ve etkileyici bir kampanya yapamadı. Erdoğan bunu kendisi açısından bir avantaj olarak kullandı
ve seçimi ilk turda bu en önemli rakibini 13 puan geride bırakarak kazandı.

Bütün bu olumsuz ögelerin etkisiyle seçimin çatı adayını öneren partiler açısından başarısızlıkla sonuçlanması CHP içinde ve basında eleştirilere ve tepkilere yol açtı. Ana muhlefet partisinin üst düzeyde sorumluluk taşıyan milletvekilleri arasında
seçim sonuçlarını hezimet olarak nitelendirip Parti yönetimini suçlayanlar var.

Çok sayıda parti üyesi ve aydın, bu yenilgi üzerine, Kılıçdaroğlu’nun, başka demokratik ülkelerde örnekleri görüldüğü gibi istifa etmesi ve Parti Kurultayı’nın toplanarak
yeni bir lider seçmesi için çağrıda bulundu.

Bu tepkileri yalnızca son seçim yenilgisine bağlamak eksik bir değerlendirme olur.
Bir süreden beri Partinin geçmişine sahip çıkmak yerine kuruluş felsefesinden uzaklaşmakta olması, hatta Partinin “Yeni CHP” olarak nitelendirilmesi rahatsızlık yaratmaktaydı.

Ayrıca, Parti yönetiminin muhafazakar kesimlerden oy almak için sağa kayma eğilimleri göstermesi çağdaş düşünceyi benimseyen kesimler tarafından kaygıyla karşılanmaktaydı. Partinin, temel ilklerinden biri olan laiklikle bağdaşmayan bazı söylemlerle Siyasi İslam çizgisindeki akımlara karşı oldukça yumuşak bir tavır içine girildiği izleniminin yaratılması yoğun biçimde eleştirilmekteydi.

Öte yandan, Partinin yıllardan beri sürdürdüğü terörle kararlı mücadele yaklaşımından uzaklaşması da Parti tabanında ve Cumhuriyetin değerlerini savunan geniş halk kesimlerinde hoşnutsuzluğa yol açmaktaydı. Son seçim yenilgisi bu hoşnutsuzluğu daha da arttırmıştır.

Gerek 2011 genel seçimlerinde, gerek 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde, gerekse son Cumhurbaşkanı seçiminde alınan başarısız sonuçlar, Partiyi sağa kaydırarak başarı sağlanamayacağını göstermiştir. Aynı biçimde, radikal etnik gruplara hoş görünecek kimi söylemler kullanmanın da siyasal bir avantaj sağlayamadığı Doğu ve Güneydoğu illerinde CHP’nin aldığı başarısız sonuçlarla bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Aynı politikalarla ve aynı söylemlerle yola devam edilmesinin 2015 genel seçimlerinde Partiyi başarıya götürebileceğini düşünmek zordur. Alınan başarısız seçim sonuçlarından sonra özeleştiri yapılarak bu yanlış politika ve söylemlerden uzaklaşılması Partinin gücünü artırabilir ve ilerisi için ümit verebilirdi. Ne yazık ki,
Partiyi yönetenler, alınan bu başarısız sonuçlara karşın, izledikleri politikalardan
ve söylemlerden vazgeçmeye niyetli görünmemektedirler.

Seçimlerdeki başarısızlığın nedenlerini oy vermeyen seçmenlere veya Parti yönetiminin tutumunu eleştirenlere yüklemeye çalışmak ileride daha başarılı sonuçlar alınmasına katkı sağlayamaz.

Gelecek seçimlere CHP’nin başka partilerle işbirliği içinde girmesini de beklememek gereklidir. Çünkü farklı siyasal partilerin seçimlerde tek bir aday üzerinde uzlaşmaları ancak istisnai (AS: ayrıksı) durumlarda başvurulabilecek bir yöntemdir. CHP ve MHP’nin son seçimde başvurdukları ve üstelik başarılı sonuç da vermeyen bu yöntemin ilerideki seçimlerde benimsenecek bir yaklaşım olması beklenmemektedir. Bu gibi birliktelikler partilerin temel ideolojilerinde aşınmalara yol açabilir. Özellikle CHP’nin sosyal demokrat kimliğinin böyle yöntemlere başvurulması durumunda büsbütün zarara uğrayacağı kuşkusuzdur.

  • Seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
    Türkiye Cumhuriyeti’nin temel yapısını ve çağdaş değerlerini değiştirerek Türkiye’yi din ağırlıklı muhafazakar bir topluma dönüştürme iddiasıyla
    göreve gelmiştir.

O’nun bu yaklaşımının sonuç vermesini önlemek, ancak Atatürk’ün kurduğu
laik Cumhuriyetin dünya görüşünü savunan bir ana muhalefet partisinin kararlı mücadelesiyle mümkün olabilir. Bunun için Cumhuriyet Halk Partisinin lideriyle, kadrolarıyla, politika ve söylemleriyle özüne dönerek yeni bir başlangıç yapması gerekmektedir.

Saygılar, sevgiler.
15.8 2014
=========================================

Dostlar,

Sn. Öymen’in makalesi ne denli dengeli, tutarlı, ağırbaşlı ve de yol gösterici değil mi??

İletinin asıl hedefine de ulaşmasını dileriz El Cezire TV izleyicilerinden önce..

Sevgi ve saygıyla.
16.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

CHP Parti Meclisi’nde İhsanoğlu’na itiraz

CHP Parti Meclisi’nde İhsanoğlu’na itiraz

(Salı, 24 Haziran 2014 03:47, AYDINLIK Gazetesi portalı)

pmchp

CHP, PM üyeleri Birgül Ayman Güler, Adnan Keskin, Umut Oran, Gökhan Günaydın, Bihlun Tamaylıgil ve Ercan Karakaş ise Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığına karşı çıkanlar arasındaydı

CHP Parti Meclisi toplantısına, İhsanoğlu’ndan duyulan rahatsızlık damgasını vurdu.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Ekmeleddin İhsanoğlu’na karşı çıkanların eleştirilerine yanıt vererek ‘ikinci bir aday ihtimali yok’ dedi.

  • PM üyeleri Birgül Ayman Güler, Adnan Keskin, Umut Oran, Gökhan Günaydın, Bihlun Tamaylıgil ve Ercan Karakaş ise İhsanoğlu’nun adaylığına karşı çıktılar.

PM toplantısında en sert eleştiriyi Birgül Ayman Güler yaptı. Güler, adaydan duyduğu rahatsızlığını kayda geçirmek için daha önce oy birliği ile kabul edilen MYK raporuna
ret oyu kullandı. Güler, yaptığı konuşmada şunları söyledi:

  • “Bu benim adayım değildir, bu sizin bireysel adayınızdır.
    Bu, partinin adayı da değildir.
    Bu isim, bu kişi ümmetçi bir kişidir.
    Bizim felsefemize, bizim siyasal anlayışımıza, bizim kimliğimize uygun birisi değildir.
    Partinin tüm yetkili kurulları devre dışı bırakılmıştır.
    Yalnızca genel başkan tarafından verilmiş bir karar
    Partinin kararı olamaz. Parti yönetimi bu süreçte despotik bir tarz belirlemiştir.”

PM üyesi Adnan Keskin ise, “Partinin yetkili kurullarının yetkilerinin kullanımı engellenmiştir. Ortaya çıkan aday, cumhuriyet değerlerine felsefesine uygun bir isim, uygun bir aday değildir.” dedi. Keskin şöyle devam etti.

  • “Parti hukuku yok sayılmıştır. CHP kimliği yetkili kurulların görüşü
    dikkate alınmadan zedelenmiştir. Bu yaklaşım, skora endekslenerek
    neticeye gitmedir. Başarı skora dayanan yaklaşımlarla değil, partinin temelindeki ideolojik ve felsefi tercihlerini, sosyal demokrasinin evrensel ilkelerini
    hayata geçirmekle elde edilir.”

“Aday belirlemede doğru bir yöntem benimsendi, ancak yanlış bir noktaya varıldı.” diyen Umut Oran, “CHP ve MHP genel başkanları düzeyindeki bu büyük uzlaşma
CHP tabanında, organlarında ve PM’de gerçekleşmemiştir. Keşke CHP kimliğine, Atatürk ilkelerine, 6 Ok ideolojisine tartışmasız sahip olan bir aday gösterebilseydik.” ifadelerini kullandı.

PM üyesi Günaydın da şöyle konuştu:

“AKP’ye oy veren milyonlarca işçinin köylünün oyunu alabilmek için, hepimizin hayatını sömüren, mahveden dinci faşizmin çarpık kapitalist uygulamalarına karşı çıkan bir adaylaştırma sürecini peşinde olmamız gerekirdi.”

Zihni Erdem / Ankara

Son Güncelleme: Salı, 24 Haziran 2014 03:49

CHP’nin Mısırlı, ilahiyatçı, hatta şeriatçı emperyalist ve darbeci çatı adayı!..


CHP’nin Mısırlı, ilahiyatçı, hatta şeriatçı emperyalist ve darbeci çatı adayı!..

Uğur Dündar

Uğur Dündar

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuk olduğu “Halk Arenası”ndan sonra
şöyle sorular geldi:

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Mısır vatandaşlığı hakkında ne düşündüğünü
niçin sormadınız?”

Sormadım, çünkü Ekmel Bey, Ahmet Hakan’ın dün Hürriyet’te de yazdığı gibi,
Mısır vatandaşı değil, ama Kahire doğumlu!
“İlahiyatçılığını niçin vurgulamadınız?”
Vurgulamadım, çünkü Ekmel Bey ilahiyatçı değil kimya doktorudur.
Ayrıca bilim tarihçisidir.

“Tamam her şeye değindiğiniz, zihnimizde oluşan tüm soruları Kılıçdaroğlu’na yönelttiğiniz için size teşekkür ederiz ama, İhsanoğlu’nun şeriatçılığı üzerinde
yeterince durmadınız! Ayrıca Mursi’ye karşı darbeci Sisi’yi Suudiler’in, dolayısıyla ABD’nin, yani emperyalizmin telkiniyle desteklediğinin altını yeterince çizmediniz?”
Çizmedim çünkü değerli İslam felsefecisi, araştırmacı-yazar Eren Erdem’in
şu görüşlerinın dikkatle okunması gerektiğine inanıyorum:

* * * *

“Öncelikle, Ekmel Bey’in “Mursi ile ilişkilerinin bozulma sebebi, söylendiği gibi Sisi darbesi sonrası Suudiler’in tavır değişikliği falan değildir. Ekmel Bey, darbenin çok öncesinde Mursi’yi tenkit etmeye başlamış, henüz Suudiler Mursi’yi destekliyorken, Müslüman Kardeşler hareketinin “demokrasiyle barışıklaşması” hususunda telkinler yapmış, ve Mursi yönetiminin genel tutumu nedeniyle bir fikirsel çatışmanın tarafı olmuştur. İslam dünyasında, sanıldığı gibi her taşın altından bir “şeriatçı” çıkmaz. İslam Rönesansı‘nı savunan, aydınlanmayı ve demokratik kültürle uzlaşmayı esas alan çok sayıda bilim insanı da mevcuttur. Bu insanlar,
ömürlerini İslam dünyasının en eksik kaldığı noktaları tamamlamaya adarlar.

Ekmel Bey de neredeyse bütün ömrünü; “İslam’da sanat, kadın-erkek eşitliği” gibi,
üzeri örtülmüş ve “Arap-Emevi saltanatının tahrif ettiği” alanları ihya etmeye adamıştır. Bu hususta kaleme aldığı “Büyük Cihad ve Frenk Fodulluğu” adlı eserinde, Batılı aydınlanmanın tarihsel gelişimine dem vurarak, Osmanlı’nın
“bilim ve eşitlikçi ilkelerle hemhal olduğu evrelere değinerek, yeni bir
İslami rönesans çağrısı yapmış, tüm dünyada İslamofobi ile mücadele ederken,
“bilimsel aklın gelişimi atıflarıyla, Müslümanların cehaletten kurtulması adına
ciddi gayretler sarf etmiştir.”

Ekmel Bey, henüz darbe olmamışken Mısır’da laikliği savunan ve Mursi ile “laiklik nedeniyle karşı karşıya gelen,” aydınlanmayı esas alan bir bilim ve irfan insanıdır.
Cumhurbaşkanı olması halinde muhtemelen İslami eğitim adı altındaki, hurafe pazarlama merkezlerini dönüştürüp, dini eğitim müfredatına bilimsel aklı dahil edecek çalışmalar yapacak, sanat ve kadın-erkek eşitliği konusunda akademik çalışmaları teşvik edecek, İslam’ın en aydın ve çağdaş yüzünün anlaşılması hususundaki çalışmalara bizzat destek verecektir.

Bugün bizim en büyük problemimiz de bu değil mi? İslam’ı “sakal dinciliği üzerinden tanımanın yarattığı algı kirlenmesi nedeniyle, muhafazakarlığın yön ve kıblesinin şaşması sorununu yaşamıyor muyuz?” Bu alanda eserler yazmış ve yıllardır
her alanda mücadele veren bir kardeşiniz olarak, bu tehlikeyle mücadele eden
bir insanın Cumhurbaşkanı olmasından fevkalade memnuniyet duyacağımı belirtmek isterim.”

* * * *

Buraya kadar okuduklarınız Eren Erdem’in görüşleri…

“… Gemileri bir anda yakmaya eğilimliyiz. Toptancı reddedişlere ya da kabullenişlere yatkınız. Bizim inanışlarımıza, örneklerimize, modellerimize uygun olmayarak da
doğru dürüst insan olunabileceğini pek anlamıyor, kabul edemiyoruz.

Sonuç olarak söyleyeceğim şudur               :

Her türlü hesaplaşmayı, ideolojik kapışmayı sonraya bırakarak, şu anda yapılması gereken, ahlaksızlığa, hırsızlığa, savaş kışkırtıcılığına, cinayet destekçiliğine, alçaklığın ve ülke düşmanlığının görülmedik boyutlara ulaşmasına karşı, bütün namuslu insanların sağduyulu davranması, iyi düşünüp taşınması, inatlaşma yerine kenetlenmesi,
birbirine omuz vermesidir…”

Bu satırları da ülkemizin en değerli aydınlarından büyük şair Ataol Behramoğlu’nun Cumhuriyet’teki köşesinden alıntıladım.

* * * *

Yorumu size bırakıyorum.

Bana gelince… Ekmeleddin Bey hakkında henüz kişisel kararımı vermedim.

Televizyon tartışmalarında yapacağı açıklamaları, özellikle Atatürk, Cumhuriyet ve laiklik konularındaki görüşlerini dinleyip, öyle karar vereceğim.
Zihnimdeki soru işaretleri tümüyle yok olmadan desteklemeyeceğim.
Ama daha önce şablondan bakarak gemileri de yakmayacağım…

Başbakan Erdoğan’ın sağlık durumu

Başbakan Erdoğan’ın sağlık durumu 

Mert Ali Başarır
Odatv.com

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, grupta, Başbakan Erdoğan’a 11 soru sormuştu. Piyasaya çıkması olası yeni tapelerle, soru sayısı mutlaka artacaktır ama
‘Takip Bey’ buna da karşılık vermeden duramazdı tabii!

“5 Ocak 1978’de, ‘paralel yapı’ sayesinde ‘11’ler Hükümeti’ni’ kurmadınız mı?
Siz önce kendi 
11’inize bakın. Onu da söyleyeyim. ‘Ce Ha Pe’ budur işte kardeşlerim! Oysa bu süreçler ve gerisi, Fethullah Hoca Efendinin,
ilk önce Nur Cemaati’yle olan yakın temasları, İzmir Bornova Camisi’nde mutat,
‘kasete alınan’(!) cuma vaazları, sonra Yeni Asyacılarla diyalogu, Sızıntı Dergisi’ni çıkarması, Necmettin Erbakan ve MSP ile flört etmesi gibi dönemleriydi.
Hoca, henüz, yargıya, emniyete, bakanlıklara karışacak kadar palazlanmamış,
kendi ifadesiyle, ‘huruç eyleyecek’ (başkaldıracak) duruma gelmemişti.
Erdoğan için kronik, ‘anakronik’ (tarihlerde yanılgı) hiç fark etmiyor.
Fethullah Hoca
, emniyet derken, önceki akşam ‘polis telsizine’ de sızmış oldu.


İNTERNET KESİKTİ

Kemal Bey de ‘emirlerinizle ne yazayım, bâş üstüne ne sorayım medyasından’
nasiplenmiş olacak ki O da, Başbakana soruları ‘önceden’ veriyor!
İnternet bizde de kesikti, çalışamadım hocam’
 tarzı bir mazereti olmazsa,
‘Recop Takip Bey’den, Kılıçdaroğlu’nun yanıt beklediği, 11 sorudan bazıları şöyleydi :
(Kemal Bey, daha çok bekler ama neyse!)

* “Kul hakkı yemiyorsan cevap ver…
Bakana 700 bin liralık saati ‘paralel devlet mi’ verdi?”,
* “Ayakkabı kutusundaki 4,5 milyon doları ‘paralel devlet’ mi koydu?”,
* “Bakanların çocuklarının yatak odalarındaki kasalar, bu kasalardaki milyon dolarlar, yolsuzluğa bulaşan bakanların istifa ettirilmesi, ihale alanların rüşvetini verdiği,
oğlun Bilal’in kurduğu TÜRGEV Vakfı, hep ‘paralel devletin’ işi mi?

PARAKETE

Kemal Bey, boşu boşuna ‘paralıyor’ kendini. Sayın Başbakan, niye durmadan sellemehüsselam ‘paralel yapı’, ‘paralel devlet’ diyor iki lafın başı:

‘İçinde ‘para’ geçiyor da ondan! Bir açılışta, alıyor ahaliyi karşısına…
Milletin kafasına‘kakar’ gibi “Burayı” diyor, “Bilmem kaç milyon dolara mâl ettik.” Arkasından ‘pariteyi’ veriyor: “Bu da bilmem kaç milyon lira eder.”
Aslında hükümet, ‘paratoner’ gibi bütün ‘lobileri’ üzerine çekiyor!
“Taksim, artık gösteri yapılacak yer değildir” diyen başbakan, tedbirini de
çoktan almıştır. Çevik kuvvetin ‘cephaneliğine’‘parakete’ takviyesi de yapılacaktır!

BAĞDAT SEFERİ

Paraketeye takılmayan direnişçileri de ‘paramiliter güçler’ etkisiz hale getirecektir!
Vakti geldiğinde de ‘17 Aralık Darbesi’(!) ile ilgili, ne kadar ‘parametre’ varsa,
illaki ortaya konacaktır! Örneğin ‘parabolik aynalar’ da sözüm meclisten dışarı,
Deniz Feneri’nde kullanılır. Ama bu aynayı kırarsanız, misillemesi, ‘kara feneri’

olan Fenerbahçe’ye uzanır. ‘Aziz taraftar’ da ‘Bağdat Seferi’ne’ çıkar.
‘Kumpara’ niyetine ‘ayakkabı kutusu’ tercih eden Halkbank bile, başbakandan esinlenerek ‘Ayrıcalıklar bu Paraf’ta’ sloganıyla saçtığı  kredi kartı ‘Paraf’ın yanına, seyahat harcamaları için ‘Parafly’ı da kondurmuştu. ‘Parayla Saadet Partisi’ olmaz ama, siyasi örgütlerin bir ‘parolosu’ vardır mutlaka, kimilerimize ‘paralojik’ (mantık dışı)
gelse de. ‘A Ke Pe’ yerine, niye ‘AK Parti’ denilmesini istiyorlar?
Çünkü ‘Ak akça, kara gün içindir!’

HAVUZUN A…

Osmanlı’da, Mahpeyker Kösem Sultan’ın oğlu 18. Padişah İbrahim’in de, amcası
1. Mustafa gibi ‘çatlak’ olduğu, sarayın havuzuna ‘sultanileri’ (altın paraları) attığı söylenir. Hatta bir keresinde şehzade Mehmed’i (Avcı Memed’i) de ‘dirhem’, ‘akça’, ‘beşlik’ niyetine, havuza fırlattığı, kimi kaynaklarda geçer. ‘Osmanlı ruhunu’ her daim yaşatmak isteyen 61. Divân-ı Hümâyun (Kabine), Sabah ve atv’nin alınması için açtığı ‘havuza’ , 8 ‘cengâver’ işadamının, toplam 630 milyon dolar atmasını’ sağlamıştı.

Bu ‘ince iş’ adamlarından Mehmet Cengiz, hızını alamayarak,
Bu havuzun altına da dolarları koyacağız şeklinde, duygularını dile getirmişti! Havuzun ‘cankurtaranı’ da eski ‘ulaştırmacı’, şimdilerde İzmir’e ‘efe namzeti’ olan
Binali Yıldırım’dı.‘Binali şükür’(!) ‘Ne ben parayı kandırabildim, ne de para beni.’

BAŞBAKAN’IN (AKİF) SAĞBEKİ

Eski ‘santrafor’ Başbakan’ın, (Akif) SağBeki, ‘Güya milllete küfretmiş’ (15.2.2014) başlıklı köşesinde ne diyordu:

“ …. Havuz soruşturmasında adı geçiyor diye işadamı Mehmet Cengiz’i ibretiâlem için recm etmek mi istiyorsunuz? …‘Bu milletin a… koyacağız.’… Telekulakçılar bile… muhatabının millet olmadığını belirtiyor… Ama elinizi vicdanınıza koyun, milletin anasına kasten sövmüş de değil…”

Takip Bey
’in medyadaki‘Goebbelslerinden SağBeki, şimdi de 
‘esracengiz’ işadamına ‘müdafi’ olmuş. Neredeyse “Müvekkilim, ‘Bu milleti,
adam yerine koyacağız’anlamında bu sözü sarfetmiştir” diye açıklama yapacak!

ÇOBAN MASALI

Kabataş’ta tacize uğradığı yalanına, ‘süzmece raporlar’ alan Z. D’nin, olay sonrası,
eve kapandığı, nutku tutulduğu, ‘hükümet bunalımına’ (!) girdiği yolundaki ‘palavracı çoban masalı’‘iktidarın vuvuzelası’ olan ‘pandispanya gazetelerinin’(uydurukçu) sayfalarına ‘çarşaf, çarşaf’(!) serilmişti. Karşı Gazetesi, bu yalancı gelinin,
Kabataş sonrası fellek fellek dolaştığını ortaya koydu. Ertesi gün, Facebook’ta, ‘Boğaz’da çektiği fotoğraflarını’, Gezi Direnişçileri’ne hakaretlerini,
Başbakan’ı karşıladığı havalanında, yer bildirimi yaptığını, paylaşımlar ortaya çıkınca da hesabını kapattığını belgeledi

EDEP DANIŞMANLIĞI

“Sizler, Adli Tıp Raporları’nı nerenize koyacaksınız?”diyen Başbakan Erdoğan’ın, SağBeki, biraz da ‘edep danışmanlığı’(!) yapsa ya!
Maalesef Sayın Başbakan da “Yolsuzlukları yapan CHP’dir” 
ifadesiyle ‘projeksiyon’ (suçu karşı tarafa atma), “Başörtülü kızlarımıza, bacılarımıza saldırdılar” iddiasına, ‘gözünün önünden sürekli, gezi eylemcilerinin geçmesinin’
eşlik ettiği ‘halisinatuar durum’ (hayal dünyası), ‘camideki göstericilerin tokuşturdukları ‘bira şişelerini’(!), bu kez başörtülü yengemize, tacizde bulunan(!) Kabataşlı punkçıların eline ‘ekspres servis’ tutuşturmasıyla’ tezahür eden, ‘disminezi’ (yanlış hatırlama) ‘bulguları’ saptanıyor.
Süleyman Demirel’e ‘Çoban Sülü’ dedikleri gibiTakip Bey’e de ‘yalancı çoban’ lakabını takarlarsa, hiç içerlemesin valla. Eğer ‘Redhack’ işletmediyse,
Başbakan Erdoğan’ı Obama aramış! ABD Başkanı, bizimkine,
‘beyZbolda’ yaptığı‘sayıları’ anlatmış!

ŞEHZADE MUSTAFA

Köşke gönderilen ‘İnterneti Dümdüzleme(!) Yasası’ nı, noktası, virgülüne dokunmadan, ‘14 kısım (madde)  tekmili birden’ onaylayan, Abdullah Gül’ün, bu duyuruyu

‘twitter’a yazmasıyla, Cumhurbaşkanı olarak, o da bir ‘paradoksa’(ikilem)
imza attı.. ‘İnternet Sansür Yasası’ için söylediği sanılan,“Bir, iki sıkıntı var”
açıklamasıyla da, aslında, ‘önce sol, sonra da sağ kulağındaki’ rahatsızlığı kastetiği tahmin ediliyor! Muhteşem Yüzyıl’da gösterilmiş, Şehzade Mustafa’nın ‘kirişi kıramadığı’ sahneden, Takip Bey de çok etkilenmiş olacak ki,
  • “Medya, attığı manşetlerde boğulacaktır” temennisini dile getiriyor! 
Manşete’ karşılık ‘vahşet’ yani! ‘3 bizden, 3 sizden’ rövanşizmi misali.
Basın, o kadar ‘tek başına’ değil, arkasında milyonlar var be usta!
Tepemizde olduğun sürece de ‘kelle-koltuk’ devam edeceğiz evellallah.
“Artık ‘şapkasını’ alıp gidecek bir hükümet yok. Zaten benim ‘şapkam’ da yok” 
diyen RTE’nin her hâlükârda da, gitmeye niyeti yok.

Şapkan yoksa,‘takkeni’ de, ‘tekkeni’ de al da git! (22.02.2014)

Kılıçdaroğlu : Vatana ihanetle yargılanacaklar

“Vatana ihanetle yargılanacaklar”

Devletin müsteşar yardımcısının terör örgütü ile masaya oturamayacağını söyleyen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Başbakan bunun hesabını verecektir. Şimdi güçlü olduğu için ona uzanamadılar, güçlü olduğu için. Göreceksiniz, o zaman da vatana ihanetle yargılanacaklar bunlar…” diye konuştu.

Habertürk televizyonunun yayınına katılan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, soruları yanıtladı ve gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun programdaki konuşmalarından satırbaşları şöyle:

– 2003 yılında yabancı ülkenin askerleri hangi gerekçeyle Türkiye’ye nasıl geldiler. Parlamento böyle bir izin verdi mi? Siz nasıl olur yabancı güçleri Türkiye’den geçirirsiniz. Bunun adı ihanettir. Suriye’de çatışmalara karışıp Türkiye’ye gelen gruplar var. Sayın Başbakana soruyorum, yabancı bir ülkenin silahlı kuvvetlerini Türkiye Cumhuriyeti’nde konuşlandırma yetkisi kime aittir. Yanıt, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Parlamentonun böyle bir kararı var mıdır, yoktur. Bunun adı vatana ihanettir.

“Açsın istediği kadar…”

– Hangi ülkeye giderseniz gidin. Tazminat davası açıyormuş, açsın istediği kadar. Sayın Erdoğan beni korkutmak istiyor, ben sayın Başbakan’dan korkmam.

“Bu kadarı alanın yeri Yüce Divan’dır”

– Yabancı bir ülkenin silahlı kuvvetlerin Türkiye gelmesi AKP ile şifahi bir anlaşma gereği Türkiye’ye geldi mi? Bu kararı alan birisinin yeri Yüce Divan’dır. Bizim Türk askerleri ABD’ye gitsinler bakalım, izin alabiliyorlar mı? Ben bu işi AİHM’e kadar götüreceğim. Sayın Başbakanın bütün söylemleri gerçek dışıdır. Sayın Başbakan bir ara çıkıp dedi ki ‘CHP’li belediyeler Alman vakıflarından aldıkları paralarla terör örgütüne para aktarıyorlar’. Ben ‘Sayın Başbakan hangi belediye?’ diye sordum. Vatan hainliğini ilk kullanan kişiyim. Dubai’deki anlaşmadan sonra kullandım dava açtı mı? Açamaz…

“Muhatabı artık Öcalan’dır…”

– Eğer bir Başbakan çıkıp kamuoyunun önüne ‘Öcalan’la görüşülmeli’ diye beyan deklare ediyorsa kendisinin muhatabı artık Öcalan’dır. Ben bunu kabul etmiyorum. Bir devlet yönetiminde böyle bir şey olabilir mi? Oslo süreci ilkesiz bir süreçtir, doğru ve ahlaki bir süreç değildir. Yalanlar üzerine, halkı kandırma üzerine kurulan bir süreçtir. Tek amacı vardır AKP’ye seçim kazandırmak için PKK’ya eylemsizlik kararı alınmasını sağlamaktır. Bu da başarısızlıktır. İkinci Oslo sürecine destek vermeyiz. Doğru değildir, ahlaki değildir. Terör örgütü ile görüşme meselesine gelirsek. İstihbarat örgütü görüşür mü, görüşür. İtiraz ettik mi? Ama çıtayı getirip Başbakanlığın üzerine koyarsan itiraz ederiz. İlk Oslo görüşmeleri yapıldı, Türkiye kan gölüne döndü. İkinci Oslo’dan sonra Türkiye’de iç savaş tetiklenebilir. Sayın Başbakan her şeyi kendisi ve partisi üzerine inşa ediyor. Bu başbakanın bu süreci yönetmesi mümkün değildir. Orada bir mutabakat metni ortaya konmuş. Hakem devlet ‘ben imzaladım’ diyor.

“AKP rahatsız, medyası rahatsız”

– Metnin nasıl eline geçtiğini ben söylemem. Sayın Başbakan ‘Bunları kim sızdırdı’ dedi. Araştırsın, elini tutan mı var mı? Emrinde istihbarat örgütleri var, araştırsın bakalım. Oradaki temel olayımız şu, hakem devlet tarafından bir metin imzalanıyorsa o metin her an uluslararası bir boyut kazanabilir. Bu başbakan bunun farkında bile değil. Biz bu riski kamuoyunun önüne koymak için o metni açıkladık. CHP’nin gerçeği halkın önüne koyduğu tablodan AKP rahatsız, medyası rahatsız.

“Türkiye’yi bir iç savaş tehlikesine atıyor”

– AKP’nin yaptığı çözüm üretmek değildir. Siz eğer istihbarat örgütleriniz, silahlı örgütle görüşecekse, silahlı örgütün en zayıf olduğu zamanda oturursunuz masaya. 2002’de terör sıfırdı, 2012’de Türkiye kan gölüne döndü. Oslo sürecinde bu oldu. Sayın Başbakan sen sıfır terörle ülkeyi devraldın, peki şimdi ne oldu? Nasıl oldu da Türkiye kan gölüne döndü, önce bunun hesabını vermesi lazım. Bunun hesabını vermeyen bir siyasi iktidarın ikinci süreci başlatmasını doğru bulmayız ve buna inanmayız. Cumhurbaşkanlığı süreci için bu süreci başlatıyor ve korkarım ki, Türkiye’yi bir iç savaş tehlikesine atıyor.

“Bizim yerimiz TBMM. Oturup konuşalım”

– Barış için diyaloğa evet. Bizim yerimiz TBMM. Oturup konuşalım, Kortkular ve Meclis’e gelmiyorlar, ama koşa koşa Oslo’ya gidiyorlar. Bir sorun çözülecekse bu ülkenin kendi iç dinamikleriyle çözülmeli. Ben Meclis’i, halkı ve kanaat önderlerini devre dışı bırakacağım diyor. Kalkıp Oslo’ya gideceğim diyor. Biz bunu yemeyiz.

“Bizim önerimiz…”

– Bizim önerimiz şu. TBMM’de bir uzlaşma komisyonu kuralım. Bu komisyonuna paralel bir de akil adamlar heyeti olsun. Görüşmeleri akil adamlar yapacak. Devletin meşru bürokratları gidip o görüşmeleri yapmayacaklar. Devlet hukuk zemininde görüşme yapar, bizim önerimiz buydu. Bizim çözümümüz toplumsal uzlaşmayla ve bütün siyasi partilerin katılımıyla. Şimdi AKP İmralı’ya da giderim diyor, mesele yok. Gemisi var, arabası var, uçağı var. Eğer cesareti varsa gitsin konuşsun.

– Bizim milletvekillerimiz 81 ilde görevli. Sayın Aygün’e özel olarak ‘Bir Kürt raporu yaz’ diye bir görev verilmiş değil. Bir gazetede asparagas haber çıktı, o gazeteye yakıştıramadım. Seçimlerden önce sayın Şükrü Elekdağ ile konuşmuştum. Kendisi olağanüstü bir çalışma yaptı. O çalışmayı beraber değerlendirdik, çalışma hala devam ediyor. Kim bu konuda yetkili diye sorarsanız, sayın Şükrü Elekdağ’dır.

– Kapalı kapılar ardında görüşmeler yapılamaz mı, yapılır tabii. Ama ülkenin çıkarları mı, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı süreci mi? Siz bana dünyada herhangi bir terör örgütünün en güçlü olduğu dönemde, o teröre muhatap olan ülkenin masaya oturduğunu söyleyin. Böyle bir şey yoktur. O görüşmeler Başbakanın temsilcisi düzeyinde olmaz. İstihbarat elemanları giderler, biz bunlara itiraz etmedik. Bu ta Özal’dan, rahmetli Ecevit’ten beri yapılır. Blair İngiltere’nin çıkarları için oturdu. Şimdi Erdoğan’ın çıkarları için oturuluyor.

“Siz terörü önleyemezsiniz…”

– Sayın Başbakan dedi ki, ‘Biz terörle mücadele edeceğiz, siyasetle de müzakere’. Geldiğimiz nokta ‘terörle müzakere, siyasetle mücadele’ yapıyor. Siz terörü önleyemezsiniz, terörü büyütürsünüz.

– Ülkeyi kan gölüne döndüren birisini hangi ülkenin insanları Cumhurbaşkanı yapacak ki. Halkına doğruları söyleyemeyen bir ülkede nasıl Cumhurbaşkanı olur. Bizim Cumhurbaşkanı tercihimiz, iyi eğitimli, bilgili, kültürlü bir kadının bu ülkede Cumhurbaşkanı olmasıdır. O gün koşullar ne olur bilemiyorum, sonuçta Cumhurbaşkanı seçilecek kişi, hepimizin Cumhurbaşkanı olacak. Bir isim üzerinde bütün siyasi partiler anlaşırsa, bundan mutluluk duyarız.

“Her okuldan terörist çıkabilir, nitekim imam hatipten de çıkmış”

– Bizim AKP gibi anket yaptıracak kadar paramız yok. Hazineden yardım alıyoruz. Ancak belli zamanlarda yaptırıyoruz.

– Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olmak istiyor. Böyle bir isim okul bahçesinde öğrencileri topladığı zaman ayrışmayı yapar yoksa bütünleştirici mi olur. Orada imam hatip dışındaki öğrencileri dışladı. Her okuldan terörist çıkabilir, nitekim imam hatipten de çıkmış. İmam hatiplerde okuyan da bizim çocuklarımız, meslek lisesine gidenler de bizim çocuklarımız. Tercihlerin hepsine saygı duyacağız.

– Bir başbakan okul bahçesinde ‘çocuklar okuyun’ der. Bilim çağından bahseder, bilgi toplumundan bahseder, bunları anlatır. Ama siz toplumda fay hatları yaratıp, o küçük çocukların beynini başka şekilde yıkıyorsunuz. Şimdi bu kişi kalkıp ben cumhurbaşkanı olacağım diyor, Allah korusun.

“İfade tırnak içinde söylüyorum aşağılık bir ifadedir…”

– Sayın Başbakan orada yaptığı konuşmadan sözde biz Kuranıkerim’e, siyeri Nebi’ye karşıymışız. Bizim Kuran’ı mezarda okunmak için düşündüğümüzü söylüyor. Bir başbakanın bir müslümanın böyle bir ifade kullanması mümkün müdür? 10 milyonu aşkın kişi bizim partimize oy vermiş, niye Kuran’dan kaçalım. Hiçbir kitaptan kaçmadık ki biz. İfade tırnak içinde söylüyorum aşağılık bir ifadedir. Neden, hiçbir ülkede bir başbakan kendi insanlarına dönüp, onların kutsal bildikleri kitap neyse siz bundan kaçıyorsunuz diye bir ifade kullanamaz. Siz kalkıyorsunuz CHP’yi suçluyorsunuz. Biz ne zaman Kuran’dan kaçtık.

– Sanıyor ki, peygamberin hayatı yeni okutuluyor kitaplarda, hayır efendim, eskiden beri okullarda okutulur. Başbakanın ne eğitimden, ne öğretimden haberi var. Neşet Ertaş’ın musalla taşına yaslanmış ahkam kesiyor. İmam orada, namazı kılacağız, defnedilecek. Hayır efendim bir de konuşma yapacak. Hayatım boyunca hiç böyle bir olaya tanık olmadım. Neşet Ertaş’ın toplumda yarattığı sevgiyi ben nasıl istismar edip oya değiştiririm hesabı yaptı.

Neşet Ertaş bizim toplumumuzun ortak paydasıdır. Müslümanı da sever, müslüman olmayanı da sever. Devlet sanatçısı olmayı reddeden birisidir. Ben garibim der. Biz o’nu Aşık Veysel’in söylediği kara toprağa emanet ettik. Bakalım bundan sonra hangi değerleri istismar edecek.

“Emekliye yüzde kaç verdiniz, memura yüzde kaç verdiniz?”

– Bu nasıl başarılı bir ekonomidir ki, 2012’de bu ülke saman ithal etmeye başladı. Bunun daha ayırdına varamayıp da bizim en başarılı olduğumuz demek.. Yok efendim birbirimizi kandırmayalım. Neden bu zamlar geliyor peki? Doğalgaza küçük bir zam yapacaklarmış, yüzde 10-15 oranında. Emekliye yüzde kaç verdiniz, memura yüzde kaç verdiniz? Başarılı bir ekonomi politikası halka faturayı çıkarmaz. Halka faturanın çıkması ekonominin krizde olması demektir.

– Hatay’a, Kilis’e, Gaziantep’e gitsinler, nakliyecilerle görüşsünler, esnafla görüşsünler. Kadına şiddet artttı. Kadın ölümleri, boşanmalar arttı. Oturup bunun sosyolojik olarak tahlili gerekiyor. Bu ekonomi politikası başarılı bir politika değil. Kemal Derviş ve arkadaşlarının krizden çıkış politikasıydı bu. Bunlar yeni bir politika oluşturamadılar.

– Doğalgazda biz Rusya’ya yüzde 60 oranında bağımlıyız. Dünyada hiçbir ülke yoktur ki, bir başka ülkeye yüzde 60 bağımlı olsun. Yarın Rusya ile kriz çıktı, Rusya vanaları kesti, bütün ülke soğukta kalır. Demokrasinin çıkışı şudur, vatandaş ödediği bütün vergilerin hesabını sorun. Vatandaşlara çağrım ödediğiniz vergilerin hükümete hesabını sormasıdır. 1 trilyon 367 milyar dolar nereye gitti?

Kılıçdaroğlu: “Hep doğruları söyleyeceğime dair söz verdim”

– Ben politikacıyım, siyasete atılırken halka hep doğruları söyleyeceğime dair söz verdim. Benim söylediklerim birilerini tatmin etmemiş olabilir, saygı duyarım. Sizler gazetecisiniz, alın kameralarınızı Kars’a gidin, oradaki besicilerle konuşun, esnafla konuşun. Göreceksiniz ki, herkes bir dert küpü. Vatandaş bir çıkış arıyor. Biz de vatandaşa çıkış yolu mu arıyorsunuz, hem terörden bu ülkenin arınması, barışın ve hoşgörü gelmesi, siyasetin ve siyasetçinin ahlaklı olması. Biz kul hakkı yemiyoruz ki, kul hakkı yiyen sensin, kalkıp beni suçluyorsunuz. Bizim eksiğimiz olabilir, ama bizim bir doğrumuz var. Biz her kuruşun hesabını veririz, halka doğruları söyleriz, halktan yana politika üretiriz.

“Üniversitelerin haline bakın!”

– Sanayicinin önündeki bütün engelleri kaldırmayı taahhüt ediyoruz. Bilgi toplumu olmak zorundayız. İki üniversitemizde fizik bölümü kapandı biliyor musunuz? Üniversitelerin haline bakın! Bu üniversitelerle mi bilgi toplumunu yakalayacağız. Akademisyenler, öğrenciler konuşmuyor, üzerlerinde baskı var. Eskiden adalet diye bir kavram vardı. Şimdi kavram ‘Allah kimseyi mahkemeye düşürmesin’.

“Sahte delille mahkum ediyorsunuz”

– Balyoz davasında 23 tane bilirkişi raporu var. 2007 çıkan yazı karakteri 2003’deki belgede kullanılmış, olur mu böyle bir şey? Dijital verilerin sahteliği konusunda bin 500 üzerinde belge kondu. Sahte delille mahkum ediyorsunuz. Biz darbeye kesinlikle karşıyız. Bu ülke darbeden büyük zararlar görmüştür. En büyük zarar gören parti de biziz. Ama bir insanı yargılayacaksan hukukun üstünlüğü kavramıyla yargılayacaksınız.

– Sayın Başbakan o kasetler size nasıl geldi, mahkeme mi size verdi dinleyin diye. ‘Yargıya gerekeni söyledik’ diye kendisi söylüyor. Bir başbakan bunu nasıl söyler? Bunu söylendiği zaman bir ülkenin baroları ve yargıçları nasıl ayağa kalkmaz? Teslim olan bir yapı var.

– Yunanistan’da da darbe yapıldı. Bildiğim kadarıyla 23 kişi mahkum oldu. Emir komuta askerlikte çok önemlidir. Yukarının verdiği emri alt sorgulayamaz, böyle bir hakkı yoktur. Silah tak, ateş et dediği zaman er ateş etmek zorunda değildir. Şimdi siz teğmenden generale kadar ‘darbeci’ diye suçladınız. Orada daktilo yazan memura bile hapis cezası verdiler. Onun darbe ile ne ilgisi var? O mahkemede görevli olan yargıçlar Türk hukuk tarihine kara bir sayfa armağan ettiler. O yargıçların çocukları hiçbir zaman ‘benim babam Silivri’de görev yaptı’ diyemeyecekler, utanacaklar. Bu kadar kötü bir mirası çocuklarına bıraktılar.

Adnan Menderes’in idamı, mahkeme yok muydu vardı? Bu toplumun vicdanı kabul etti mi, etmedi. Adına havaalanı kuruldu, üniversiteler kuruldu. Çünkü o mahkeme de bugünkü gibi özel mahkemeydi. Deniz Gezmiş’in idamlık ne suçu vardı?

– Bu ülkenin barışa ve huzura ihtiyacı var. Eski algılarımızdan kurtulmak zorundayız. Ülkenin yaşadığı sorunlar bize yeni bir yol haritası çizmemizi gösteriyor. Siyasetçiler ve toplumun önderleri olarak onlara umut vaadeden güzel bir dünya bırakmak zorundayız. İyi bir okul, hastane, yol, enerji, kalkınmış, refah, gönenç toplumu vaadetmek zorundayız. Saygın devlet, onurlu develet bırakmak zorundayız. Biz bunu yapmak zorundayız.

– Biz anayasa çalışmalarına çok samimi olarak katkı veriyoruz. Üç arkadaşımız da kendi alanlarında uzman, birikimliler. Türkiye’nin çağdaş ve özgürlükçü bir anayasaya sahip olmasını istiyoruz. Anayasa değişince herşey değişecekmiş gibi bir algı yaratılıyor. Anayasada ‘basın hürdür, sansür edilemez’ deniliyor. Yeni anayasada bundan farklı bir şey yazmayacağız? Peki medya bugün özgür mü? Hayır. Özgürlüğü değiştiren yasalar hayata geçmemişse anayasa ile değiştiremiyorsunuz. Biz AKP’ye şu teklifi yaptık, oturalım anayasa değişikliğini yapalım, ama gelin güzel bir Türkiye için darbe yasalarını değiştirelim. AKP bu teklifimizi reddetti. Demokrasi söyleminde bulunacaksınız ama darbe hükümetlerinin çıkardığı yasaları uygulayacaksınız, böyle olmaz. Anayasayı değiştirmek önemlidir ama AKP’nin bu konuda çok samimi olduğuna ben şahsen inanmıyorum. Özgürlükler için samimi olsa darbe yasalarını değiştirir. Bir öğrenci ‘parasız eğitim istiyoruz’ dedi diye hapse mi atılır? 100’ün üzerindeki gazeteci hapiste. Siz bununla Türkiye’de demokrasinin kalitesini sorgulamak zorundasınız.

“Seçiliyor, milletvekili oluyor ama izin verilmiyor!”

– Seçimle gelen milletvekilinin tutuklanmasının tutuklanmasının sebebini bana birisi anlatması lazım. Bunlar tutuklu, daha hüküm giymemişler. Savcıya başvuruyor ve ‘temiz kağıdı’ alıyor. YSK onaylıyor. Başbakanlığa gönderiliyor, Resmi Gazete’de onaylanıyor. Seçiliyor, milletvekili oluyor ama izin verilmiyor. Bu olmaz, siz bundan şikayet ediyorsunuz bunu öngören yasayı değiştirmek zorundasınız.

“Müsteşar yardımcısı terör örgütü ile bir masaya oturmaz”

– Hiçbir demokraside devletin müsteşar yardımcısı terör örgütü ile bir masaya oturmaz. Oturursa suçtur, hukuk bunu öngörüyor. Eğer altına bir de hakem devletin imzaladığı anlaşmalar varsa bu da ikinci bir suçtur. Siz bu olayı uluslararası alana taşıyorsunuz demektir. Kendi iç dinamiklerinizle olayı çözmeyeceksiniz. Başbakan bunun hesabını verecektir. Şimdi güçlü olduğu için ona uzanamadılar, güçlü olduğu için. Göreceksiniz, o zaman da vatana ihanetle yargılanacaklar bunlar.

“81 ile de gidiyoruz”

– Değişim her zaman zordur. Değişime direnenler vardır. Statükodan beslenen gruplar vardır. Önemli olan statükoyu değiştirmek, değişimi öncelemektir. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Elbette partimizde bundan rahatsızlık duyanlar olabilir. Ama zamanla buna da uyum sağlayacaklardır. Sayın Başbakan ‘Siz Sivas’ın ötesine geçemiyorsunuz’ diyordu. Biz şu anda 81 ile gidiyoruz.

“Güneydoğu’da oylarımız artmadı”

– Güneydoğu’da oylarımızda gözle görünür bi artışımız olmadı. Ama meseleyi oya endekslemek onu istismar etmek demektir. Türkiye’nin barışa ihtiyacı var. Herkesin sorumluluğu var, benim de var Recep Tayyip Erdoğan’ın da, Devlet Bahçeli’nin de, BDP’nin de sorumluluğu var.

– Bizim partimizde gerçekten ciddi değişiklikler oldu. Kadrolar neredeyse yüzde 100 yenilendi. Biz daha demokrat bir anlayışla gidiyoruz. Ön seçimler yapıldı, sandıklar konuldu. Aksaklıklar oldu mu, tabii oldu. Ama bu bir süreçtir. Her gün kalitesi biraz daha yükseltilmiş parti içi demokrasi olacak. Biz yüzde 30 cinsiyet kotası getirdik. Yüzde 10 gençlik kotası getirdik. Baktığınız zaman daha genç, dinamik, kararlı, tutarlı bir parti yapılanması sağlamaya çalıştık. 1980 darbesinin getirdiği bir olumsuzluk var. Gençler siyasetin dışına itildiler. Bu çok yanlış bir şeydi. Bir genç kendi ülkesinin sorunlarıyla ilgilenmek zorundadır. O gençler politikanın dışına itilirse, ülke yönetiminde ciddi sorunlar her zaman doğabilir.

“Sadece CHP’nin değil siyasetin gençleşmesi lazım”

İyi eğitilmiş, okumuş, yazmış, uluslararası ilişkileri yakından izleyen gençlerin mutlaka siyasete girmeleri lazım. Bakın Çin değişti. Hindistan bir dev olarak gidiyor. Guney Kore öyle. Büyümek farklı bir şey, gelişmek farklı bir şey. Gençler siyasete girerse ekonomiye de girecekler, bilime, sosyal yaşama, diplomasiye de girecekler.

Sadece CHP’nin değil siyasetin gençleşmesi lazım.

– Yerel seçimlerde varolan belediye başkanlıklarımızı korumak üzerine yeni belediye başkanlıkları ilave etmek gibi bir hedefimiz var. Bir strateji geliştirdik. En iyi çalışan belediyeler, bizim belediyelerimiz. İçlerinde çalışmayanlar da var tabi. Aile sigortası uygulayan belediyemiz var bizim. Hiç para ödemeden beldenin bütün yaşayanların sağlık harcamalarını karşılayan belediyemiz var bizim.

“Önseçim yapacağız Gürsel Tekin çıkarsa tabii ki aday olur”

– İstanbullu nefes almak isterse, özgürlüğü tatmak isterse Beşiktaş’a, Sarıyer’e, Kadıköy’e, Kartal’a gider. Seçim öncesi önseçim yapacağız Gürsel Tekin çıkarsa tabii ki aday olur. Aziz Kocaoğlu İzmir’e çok güzel şeyler yapıyor. Kentsel dönüşümle ilgili olarak sorunları var tabii. Hükümet ne kadar geciktirirse geciktirsin kentsel değişimi yapacağız. Bizim belediyelerimiz TOKİ’den çok daha iyi koşullarda halkımıza konut imkanı sağlıyor.

“Sarıgül gelirse memnun oluruz”

– Sayın Mustafa Sarıgül partimizin üyesi değil. Gelirse memnun oluruz. Biz herkesi kucaklamak isteriz. Eğer anketlerde de kendi adı çıkarsa elbette adayımız olur, niçin olmasın. Daha yüksek bir oy ve daha fazla belediye almak isteriz.

28 Şubat sürecinde Erbakan’a haksızlık yapıldı. O süreç iyi tahlil edilmeli. Perdenin arkasında neler oldu, onların iyi tahlil edelmesi lazım. O süreç AKP’ye kapı açan bir süreç. Tarih bunu ortaya çıkaracaktır. O dönemki yazışmalar, kriptolar pek çok olayın aydınlatılmasına yarayacaktır.

– CHP’yle ilgili belli çevrelerde olumsuz bir algı var. CHP inançlara, insanlara saygılı ve ahlaklı bir partidir. Halka doğruları söyleyeceksiniz ki, güven veresiniz. Halkın siyasetçiye güven duymama algısını kırmak zorundayız.

“İktidara geleyim diye Amerika’ya asla gitmem”

– Amerika çok önemli bir ülke. Bir dünya devi, güçlü bir ülke. Ben iktidara geleyim diye Amerika’ya asla gitmem, kendi halkıma giderim. Recep Tayyip Erdoğan gitti, konuştu, güvenceler verdi. Oy isteyeceksem halkımdan isterim. Başka birisinin desteğiyle iktidar olursam ona borçlu kalırım, dik duramam. Düzgün siyaset bunu kabul etmez. ABD ile ilişkilerimiz bozulsun anlamında söylemiyorum bunu. ABD’yle saygın, tutarlı, kararlı ve düzgün bir ilişkimiz olacak. Rahmetli İnönü ‘büyük devletlerle ilişkiye girmek arslanla yatağa girmeğe benzer’ derdi.

– Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bir tercihtir. Ama sorun yaratacağı açık. Yarın halkın oyuyla Cumhurbaşkanı oldunuz. İktidardaki parti de diyelim ki yüzde 49’la iktidar. Cumhurbaşkanı Bakanlar Kurulu’na başkanlık yapabilir. Başbakan’a ‘çekil ben daha fazla oy aldım’ diyebilir. Cumhurbaşkanının parlamentoda seçilmesinin gerektiğini söyledik biz. Halk Cumhurbaşkanını seçer, onu da kabul ederiz. Halkın sağduyusuna güveniriz. Halkımız Başkanlık sistemini tam olarak biliyor mu acaba?

AKP’nin ufku tükendi, devleti yönetemiyor. Teröre neredeyse teslim olan bir yönetim anlayışı var. Sorunlu bir iktidar eğer ülke için sorun olmaya başlamışsa artık çözüm üretemez.

“Suriye konusunda bataklığa saplandılar”

– Suriye konusunda bataklığa saplandılar, çıkmak istiyorlar çıkamıyorlar. Biz yolunu gösterdik ‘çıkabilirsiniz’ dedik, dinlemediler. Ortak bir Suriye deklarasyonu yayınlayalım dedik, AKP bunu kabul etmedi. Kendilerine Suriye’ye dışarıdan müdahale doğru değil, iç işlerine karışmayalım dedik. Suriye’deki iki tarafı, Çin’i, Rusya’yı, İran’ı, ABD’yi davet edin konferans düzenleyin dedik. Sayın Başbakan ‘ben yapmam’ dedi ama Rusya yaptı. Bizim Dışişleri Bakanımız Rusya’ya gitti. Sonra Mısır topladı ve Dışişleri Bakanımız yine gitti.

“Davutoğlu mizah konusu”

– Biz Ortadoğu’da sorun olduk, sorunu şimdi başkaları çözüyor. Sayın Başbakan’ın Ortadoğu’da bir ağırlığı ve gücü kalmamıştır. Sayın Davutoğlu artık uluslararıs mizah konusu. Suriye konusunda gideceksiniz BM’de orayı ağlama duvarına çevireceksiniz. ABD Dışişleri Bakanı 15 km. ötede ama oraya gelmiyor. Sayın Davutoğlu Rusya’ya savaş mı açacak? Bir arada Çin’i ve Rusya’yı bizim izole etmemiz gerekir diye bir laf etmişti. Biz savaşa karşıyız, bölgemizde savaş istemiyoruz.

– Sivil mülteciler tamam, ama Suriye’yi gidip savaşsınlar, akşam geri gelsinler bu olmaz. Türkiye saygın bir ülkedir, korsan bir devlet değildir. Esad’a karşı olanlar şimdi Esad’ın yanına geçti. Hiçbir zaman hiçbir yerde Esad’ı savunmadık. Biz AKP’nin dış politikasını eleştirince ‘Siz Esad’ı savunuyorsunuz’ dediler. Biz hiçbir şekilde Esad’ı savunmadık. Esad’la tatil yapanlar onlar.

– Siz askerleri taşıyorsanız, yerini ve zamanını karşı taraf bildiği içindir ki, ateş ediyordur. Mevziye konuşlanmıştır. Demek ki, bilgi alıyor. Bir istihbarat zaafiyeti var demektir. Uzun uzun düşünmeye, analiz etmeye gerek yok, herşey meydanda. Ama bir devriye aracı gezerken, yola mayın konulmuşsa o farklı bir şeydir. Ama askerlerin ne zaman geçeceği bellidir.

– Bizim muhatabımız hükümettir. Biz kurumları hedef almayız. Genelkurmay nasıl çalışır, ne yapar, saygı duyarız. Merkez Bankası’na da saygı duyarız. Askerlik çok önemli bir görevdir. Bu ülkenin bağımsızlığı ve özgürlüğü için silahlı kuvvetlere ihtiyacımız vardır. Onun hukuk içerisinde verilen görevi en iyi bir şekilde yapmasını isteriz. Fakat geldiğimiz noktada siyasal iktidar her kurumu itibarsızlaştırdı. En itibarlı kurumlarımızdan birisi ÖSYM idi. Orada sınav yaptığınızda herkes ortak güvence duyardı. Şimdi geldiğimiz noktaya bakın en az güven duyulan kurumlardan biri haline dönüştü. TSK’nin yıpranmasının temelinde yine AKP vardır.

Bütün CHP’li milletvekillerin dinlendiğini ve izlendiğini biliyorum. Yeri zamanı gelir bununla ilgili ayrıntılar kamuoyuna verilir.

(28 Eylül 2012, Cumhuriyet portal)