Etiket arşivi: CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu

‘Açık yaralar’ ve Kılıçdaroğlu

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli 

Eski bir tabir vardır:

“Kırılan kemikler, neticede kaynar. Ama sözle açılan yaraların tedavisi bir ömür sürebilir.”

Sözle ve eylemlerle açılan tarihi toplumsal yaraların iyileşmesi ise “birkaç neslin ömrüne” yayılabilir.

Hafta sonunda, evinin çalışma odasından yayımladığı video mesajında “helalleşme”den söz ederek sadece siyasi karşıtlarını değil, aralarında kendi partisinin tabanı da olmak üzere tüm ülkeyi meraka boğan CHP Genel Başkanı, dün (beklendiği gibi) TBMM grup toplantısında bu beyanını ayrıntılandırarak ete kemiğe büründürdü.

Kılıçdaroğlu, “Yaralar hâlâ açık. Bu yaraları sarmamız lazım” diyerek konunun başlığını çok kapsamlı bir içerikle atmış oldu.

En başta da bu inisiyatifinin “İktidara gelebilmek ya da seçim kazanabilmek” değil, “İktidara geldikten sonra, bu ülkenin makûs talihini kırmak ve çocuklarımıza bembeyaz sayfa gibi bir Türkiye bırakmak” amaçlı olduğu vurgusunu yaptı. Bu vurgu, “seçim stratejisi” yorumu yapanları bir ölçüde yalanlamış oldu. Burası önemli. Çünkü Kılıçdaroğlu, partisi adına “Yönetime geleceğimiz Türkiye’de devletin eski yaraları iyileştirmek, helalleşmek ve barışmak” diye bir amaç güttüğünü vurguladı.

“İz bırakan bir iktidar, gelecek 100 iktidarın da üzerine bir şeyler ekleyerek yürüyeceği bir iktidar” vurgusu da önemliydi. Bir önemli vurgusu daha vardı Kılıçdaroğlu’nun “mektup” diye nitelediği metinde:

“Helalleşme ile hukuku karıştırmayalım. Suç işleyenin karşılığı hukuktur. Hukuk zaten hesap sorar. Helalleşme farklı bir şey” dedi. Bu ayrımı vurgulayarak zihinleri daha da açmış oldu.

Ve bugünden itibaren yoğun biçimde tartışılacak “helalleşilecekler listesi”ni de (özet liste diyelim) açıkladı. (Parantez içi ilave açıklamalar bana ait – Z.A.)

– 28 Şubatçıların açtığı yaralar,
– İkna odalarına sokulan başı örtülü kızlar,
– Roboski (terörist sanılan vatandaşlara F-16 bombardımanı) katliamı,
– Sivas, Kahramanmaraş (ırkçı – mezhepsel terör) mağdurları,
– Diyarbakır Hapishanesi mahkûmları,
– Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül (1955 olaylarının gayrimüslim azınlık) mağdurları,
– Mahkemelerde (kumpas davaları) süründürülen askerlerimiz ve aileleri,
– Yurtdışına göç etmek zorunda kalan genç beyinler,
– Ali İsmail Korkmaz’ın ailesi,
– Soma (2014 maden katliamı kurbanları),
– Darbecilerin (12 Eylül’de) “bir sağdan bir soldan” astıkları,
– (Çorlu tren katliamı kurbanı) Oğuz Arda Sel’in annesi Mısra Hanım,
– Ahmet Kaya.

Tabii ki bu listedekiler üzerinden “muadili” tüm mağdurları kastederek hazırlanmış bir metindi Kılıçdaroğlu’nun hazırladığı. İktidar olduklarında bu helalleşmeyi başararak, kendilerine “Neler, olmuş ama önümüze bakmayı bilmişiz helal olsun onlara” dedirtmeyi amaçladıklarını da söyledi.

Bu toplumun, bu ülke topraklarının “açık yaralarından” bir demet sundu CHP Genel Başkanı.

Tek tek maddeleri tartışılabilir tabii ki. Özellikle de en başta zikrettiği 28 Şubat olayına dönük olarak tipik bir “kumpas hukuku” üzerinden üstelik FETÖ’cü savcıların marifetiyle mahkûm edilen mağdur askerler haksız yere atıldıkları cezaevinde sağlık sorunları ile boğuşurken, üstelik de 28 Şubat’ın “darbe sayılmadığı” bizzat sahte bir şekilde “mağdur ilan edilen” zamanın iktidarınca beyan edilmişken, laikliğin elden gitmesine karşı TSK ile zamanın (sivil) hükümetinin birlikte aldığı bir inisiyatiften söz ediliyorken.

Ama mektubun ruhu ve “Gelecek yeni iktidarın, geçmişin yaraları (ve yaralıları) ile helalleşmekten” söz etmesi tarihi önem taşıyan bir çağrıdır.

Bu çağrının yapılması kadar, sözü edilen “yaralı” muhatapların vereceği tepkiler ve geri dönüşler de önemlidir tabii. Elbette, CHP ve Kılıçdaroğlu’na (bu kez daha çok ve belirgin biçimde birinci çoğul şahısla konuşması da dikkatten kaçmadı) “Seçim kokulu bir çıkış” suçlaması da gelecektir. Bu kaçınılmaz.

Bundan sonrası, CHP Genel Başkanı’nın ve “İktidara birlikte yürüyoruz” dediği ortaklarının, “yol arkadaşlarının” bu inisiyatifi nasıl yöneteceklerine kalmıştır.

Bu tür bir “helalleşmenin gerekliliğinden kaynaklanan” tarihi önemini vurgulayıp başka yazılarda detaylı irdelemesine ve eleştirisine girmek dileğiyle.

Hayırlı uğurlu olsun.

Durum değerlendirmesi

Durum değerlendirmesi

31 Mart 2019 yerel seçimlerinin üzerinden 18 gün geçti. En sonunda, İstanbul Belediye Başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu’na önceki gün başkanlığı kazandığına ilişkin tutanak (mazbata) verildi.

Bu konuda AKP’nin stratejisi, seçim gecesinden başlayarak, İstanbul seçimleri konusunda bir “şaibe” algısı yaratmaya dayanıyordu. Bu politika, AKP’nin YSK’ye verdiği olağanüstü itiraz dilekçesinde de görülmektedir.

Ekrem İmamoğlu, 17 günlük bu süre içinde soğukkanlılığını yitirmedi. Olağandışı bir yola sapmadı.
CHP İstanbul örgütü bu konuda çok iyi bir sınav verdi. Özellikle Maltepe ilçesindeki oy pusulalarının tekrar sayımı sırasında olağanüstü bir özveri ile oy pusulalarının bulunduğu torbalara gece gündüz sahip çıkıldı.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Mersin belediye başkanlarının seçiminde etkin rol oynadı ve onları kararlılıkla savundu. 17 günlük sinir gerginliği yaratan İstanbul Belediye Başkanlığı sürecinde de hukuk yolundan ayrılmadan kararlılıkla yoluna devam etti. Başarılı sonucun alınmasında etkili oldu.
Cumhuriyet gazetesi de bu süreçte, halkın bu direncine destek oldu. Manşetleri, haberleri ile olayları okuyucuya en doğru biçimde duyurdu. Dik duruş sergileyerek demokrasi mücadelesine katkıda bulundu.

AKP, YSK’ye yeni bir itiraz yaptı. Olağanüstü itiraz adı verilen bu dilekçede seçimlerin yinelenmesi isteniyor.
AKP sözcüsüne göre seçimlerde organize usulsüzlük var. AKP sözcüsünün verdiği dilekçe ve yaptığı açıklamadaki şu sözler bir mizah olarak demokrasi tarihine geçecektir:

“Ne yapıldı bilmiyorum ama, CHP’ye yarasın diye yapıldı.”
“İleriye sürdüğümüz doğru olmayabilir ama YSK incelesin istiyoruz.”
“Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şey oldu.”

Bu sözlerin hukukta karşılığı yoktur!
AKP’nin ileriye sürdüğü usulsüzlükler, seçim öncesi işlerle ilgilidir ve YSK, İçişleri ve Adalet Bakanlıklarını ilgilendiren süreçleri kapsamaktadır.
AKP’nin itirazları aslında seçim listeleri ve sandık kurullarıyla ilgilidir. Oysa yasaya göre bu konudaki itirazların zamanı çoktan geçmiştir. 31 Mart 2019 öncesinde açıklanan bir seçim takvimi vardır ve bu itirazların o takvim içinde yapılması gerekiyordu. AKP’nin yaptığı itirazlar için zaman geçmiştir. Olağanüstü itirazın, seçim günü seçmen iradesinin sandığa yansımasını engelleyen olayları kapsaması gerekir.

AKP’nin itirazı seçim gününü değil, ama seçim öncesini sorguluyor. ;
Bu itirazların seçim yasasında ve seçim hukukunda bir yeri ve değeri yoktur.

Ancak AKP’nin olağanüstü itirazı YSK’nin gündemindedir. Bugün İstanbul Belediye Başkanlığı koltuğunda oturan Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı seçim, YSK’nin yasadışı bir kararı ile iptal edilirse toplumsal bir kaos olur. Ancak sonuçta bu iptal CHP ve İmamoğlu’nun işine yarar. Çünkü böylesi bir YSK kararı büyük bir haksızlık, hukuksuzluk ve mağduriyet oluşturur. Türk halkının seçimlerde mağdurdan yana tavır alma geleneği unutulmamalıdır.

Tıbbın konusu!

Konuk yazar…
Tünay SÜER

Tıbbın konusu!

(AS: Bizim kapsamlı irdelememiz bu yazının altındadır…)

Ülkemizde kan gövdeyi götürürken, kimsenin can ve mal güvenliği yokken,
iktidarın en güzel yaptığı şey halkı kandırmaya çalışmak.
Nasıl mı? Başbakanlığı tartışılan Davutoğlu’nun sözlerine bakalım.
Diyarbakır’a gitmiş, çelik yelek giymemiş. Korkmamış da…
Sokaklara çıkın, teröre prim vermeyin diyor…
Sanki çevremizde 500 koruma varmış da, etten duvar örmüşler gibisine (!)…
Terörle mücadelede çok başarılılarmış. Bilmem kaç barikat yıkılmış,
Yüzlerce hendek kapatılmış, Binlerce patlayıcı imha edilmiş,
Silahlar, bombalar ele geçirilmiş. Göğsünü gere gere anlatıyor.
Peki, bunca mühimmatı PKK üretemediğine göre nasıl elde etti?
Tüm bu saydıklarını PKK nasıl ve ne zaman hazırladı?
Bu ülkede devlet yok muydu? Bu ülkede hükümet yok muydu?
Siz neredeydiniz minik başbakan?
Ha, belki diyecek ki ben daha çiçeği burnunda bir başbakanım.
Tamam, tamam da yıllarca dışişleri bakanı kimdi?
Belki olanlar karşısında akıl tutulması yaşayan % 50’yi kandırabilirsiniz ama
aklı başında olan kimseyi inandıramazsınız.
***
Türkiye bugün itibarını kaybettiyse (AS: Saygınlığını yitirdiyse) ve bu duruma gelmişse,
Unutmayın sizin iktidarınız ve muhalefetin sayesindedir.
Gelmiş geçmiş hiçbir iktidar döneminde bunca yolsuzluk ayyuka çıkmamıştı.
Yine hiçbir iktidar döneminde iddia edildiği gibi liderin, bakanların ve yandaşların
mal varlığında ortaya çıkan astronomik artışlara ulaşan yükseliş görülmemişti.
Hiçbir iktidar özgürlükçü demokrasi vaadiyle Türkiye’yi çağın gerisine götürmeye kalkışmamıştı. Suçluyu yakalayan veya ifşa eden hapise tıkılmamıştı.
Hiçbir yolsuzluğun üzeri,  darbe yapacaklardı diye kapatılmamış ve onlarca aydın,
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güzide askerleri aynı suçlama ile zindanlara kapatılmamıştı.

PKK ile masaya oturulmamıştı.

Mühimmat, bomba depolaması, öz yönetim ilan etmesi yol kesmeleri..
Şanlı bayrağımızın gönderinden sökülmesi asla olmamıştı.
Ve her gün bunca şehit haberi gelmemişti.
***
Devlet kasasından servetine servet katan yandaşlar çoğalırken öte yanda yoksul,
ekmek bulamayan kitlenin sessizliğe bürünmesi ve biat etmesi anlaşılır gibi değilse,
Türkiye’nin yarısında akıl tutulması var demektir.
İşte yeni Türkiye dediğiniz, yarattığınız ülke budur.
Gece yastığa kafanızı koyduğunuzda rahatsanız, ne kadar öğünseniz azdır.
***
Gelelim cumhurun başı olan eski başbakana…
Pardon! Bu eski başbakan sözümü geri alıyorum.
Eskimeyen başbakandır o… Çünkü elan Türkiye’yi tek başına yönetiyor.
Demek ki O’nun aklı AKP’deki tüm bakanlardan, milletvekillerinden daha üstün.
Ne yaparsa yapsın, öyle bir kitle yarattı ki, hepsi sanki efsunlanmışlar.
Haydi, fakir ve cahil kesimi anladık da, içlerinde nice okumuş hatta profesör çıkmış akademisyenler var. Akademisyenlerden söz açmışken;
Bu ülkede ve 21. Yüzyılda
– “Halifelik sistemine bir ihtiyaç varsa, bu sistem kurulacaksa,
bu neden Recep Tayyip Erdoğan olmasın?”
– “Hilafetin yeniden gündeme gelmesini ve Türkiye’nin tüm İslam devletlerinin başına geçmesi gerektiğini” söyleyen, aydın geçinenler varsa, Erdoğan’ın yaptıkları azdır bile.
Bunları söyleyenler yağcı takımları, dalkavuklardır.
Erdoğan’ı çok sevmelerinden ötürü değil tabi ki.
Bir kısmı geçmişte Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının torunları,
bir kısmı da korkaklar, prim yapmak isteyenlerdir.
Ya diğerleri? Yahu bunların hiçbirisi de uyanmazlar mı?
Hayret!
Birkaç gün önce CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bir söz etti.
Amacı 45 çocuğa yapılan cinsel istismarı unutturmamak, Aile ve Sosyal işler Bakanı
Sema Hanımdan görevini yapmasını bu çirkin olayın üzerine gitmesini istemekti.
Sözleri çarpıtıldı. (Böyle olacağı belliydi aslında.)
Yandaş medya bombardımana tuttu adeta. Tuh! Yazıklar olsun hepsine de.
Türkiye’nin nereye gittiği hiç umurlarında değil. Varsa yoksa dertleri çıkar sağlamak…
Erdoğan’ın “Kuvvetler uyumu ”dediği sözün ardında krallık ve monarşinin yönetim biçimi olan Kuvvetler Birliği, Yasama – Yürütme ve Yargı’nın tek elde toplanması yatmaktadır.
AKP’li vekil Ensarioğlu;
* “Aslında şimdiki sistem bizim daha çok işimize yarar. Yasama bizim elimizde,
yürütme bizim elimizde, yargı bizim elimizde.” diyerek bunu açıkça itiraf etti.
Evet, şimdilik her karar Erdoğan’ın yetkisinde ama bunu meşrulaştırmadıktan sonra
içi rahat değil. Erdoğan bulunduğu mevkinin ağırlığını taşıyamayan, her zaman sokak ağzıyla konuşan bir kişidir. Demek ki bu millet bundan anlıyor!
Şimdi Kılıçdaroğlu’na var gücü ile saldırıyor. Gittiği bir toplantıda;
“Artık bizim için ana muhalefet partisinin genel başkanlık koltuğu boştur, sakıttır.
Bizim için bu zat yok hükmündedir. Kendisi cezai ehliyet sahibi olmaktan çıktığı için
ne söylerse söylesin, ne yaparsa yapsın bizim açımızdan mazurdur, tıbbi sorundur. ”diyor.
Vah!  Vah! Vah!
Oysa ülkede siyasetçi olmaktan çıkmış, tıbbın konusu haline gelmiş kimlerin olduğu bellidir.
Türkiye değişiyor ve karanlıklara doğru hızla yol alıyor. Baksanıza, Bakan hanım;

“Cinsel istismar ve saldırı haberlerinin sık verilmesinin çocukları ve aileleri rencide ettiğini”  söylemiş! Varın gerisini sizler düşünün…===============================================

Dostlar, 

Konuk yazar Sayın Tünay SÜER‘in yazısına ekleyecek birşey var mı?? Var…
En iyi savunma saldırıdır.. denir. Ne denli doğru acaba??
Üstelik en ağır biçimde saldırarak, bindirme paralı AKP’li kadın kıtalarını harekete geçirerek..
Kentlerin duyuru panolarını Sayın Kılıçdaroğlu’na kınama posterleriyle donatarak..
Bu işlerin finansmanı mı dediniz??
Bir de bu mu sorulacak?? Kaç örtülü ödenek var el altında, Türkiye’nin rantı peş keş çekilen besleme kıtalar hazırolda beklemede.. Belediyeler de.. Gerektiğinde havuza yüz milyon Dolar attırılan AKP zenginleri.. Sonra AKP iktidarından mutlaka kaz geliyor tavuk feda edildiği için..

Cumhurun başı Anayasal düzenin orkestra şefliği yapacağına,
saldırı kıtalarının başına geçip bizzat ve en üst perdeden yönlendiriyor.
AKP’li vekiller, bir utancı TBMM’de blok (sürü psikolojisi?!) oylarıyla reddettikten sonra, Bakan Sema Ramazanoğlu’nu “kutlama” (!!!??) kuyruğuna girebiliyorlar..
Bu mu normal ve “milli irade” ye saygılı – uygun olan ???
Bir kadın doktor olarak Sema hanım, ırzına geçilen 45 çocuk adına saçını başını yolacağına,

“Bir kez bir olay oldu diye Ensar vakfını yaralamayalım…” anlamında konum alıyor!?

TTB (Türk Tabipleri Birliği), Tıbbi Deontoloji Tüzüğü ve Hekimlik Meslek Ahlakı İlkeleri’ne aykırı davranışı nedeniyle Dr. Sema Ramazanoğlu hakkında
mutlaka ve gecikmeden disiplin soruşturnası başlatmalıdır. 

Böylesine bir suç;

– Yoksul çocukların dinci vakıfta din öğretmeleri tarafından ırzına geçilmesi,
TÜM İNSANLIĞA KARŞI işlenmiş bir suçtur. Bağışlanması olanaksızdır.
Kaldı ki; suç 1 kez değil, 45 çocuğa karşı kezlerce yinelenegelmiştir
Sapık din dersi öğretmeni masum, küçük, yoksul erkek çocuklarından Harem kurmuş!
 
Suçlar genellikle 1 kez işlenir. Örn. cinayet.. Yinelen(e)meme suçu kaldırmaz, “tekrarlama” dan kaynaklanan ceza ağırlaştırılmasını durdurur. Bakan hanım aynaya bakmalı ve vicdanının – sağduyusunun sesini dinleyerek istifa etmeli ve başta bu 45 masum yoksul çocuk ve aileleri olmak üzere tüm Türkiye’den, tüm insanlıktan özür dileyerek köşesine çekilmelidir.
Ya da var gücüyle sorunun üzerine gidip, gücü yetiyorsa köklü çözümlere kavuşturup
öyle istifa etmelidir. Böyle bir planı varsa, onu da baştan kamuoyu ile paylaşmalıdır.
Bu çocuklara ve ailelerine, damgalanmaksızın, uzun yıllar psikolojik – psikiyatrik destek sağlanmalı, tıbbi olarak izlenmelidirler.Yaşamın tüm alanları kadınlı – erkekli, doğaya ve insanın doğasına uygun paylaşılmalı; insanların sağlıklı Sosyalleşmesi için toplumsal – hukuksal – kültürel – geleneksel önlem demetleri bilimin ışığında yaşama geçirilmelidir.

Kadınların artık askerlik de yaptıkları, Başbakan olduğu ülkemizde,
tüm toplumsal cinsiyet (gender) ayrımı odakları dışlanmalı,  ayıklanmalıdır.
Başta Milli Eğitim, kız – erkek okulları ayrımı hemen kaldırılmalı, eğitim karma olmalıdır.

 

Sevgi ve saygı ile.
11 Nisan 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Emre Kongar “Diktatöre milli irade ve anayasa dersleri” ve çağrışımlarımız..

Diktatöre milli irade ve anayasa dersleri

Prof. Emre Kongar

Bütün diktatörler baskı rejimlerini sözde “Millî İrade” kavramına dayarlar!
Unutmayalım, Sovyetler Birliği çökmeden önce Komünist Parti, güya serbest seçimlerde,
daima %90’dan çokoy alırdı.
***
Türkiye “Millî İrade” kavramı ile, İsmet İnönü sayesinde, ülke Çok Partili Rejim’e geçtiğinde tanıştı.
Demokrat Parti, “Millî İrade” sayesinde iktidara geldi; ama ne yazık ki,
Demokrasi’yi hazmedemedi…

Demokratik bir rejimde, bir iktidarın, başta ifade, muhalefet ve basın özgürlükleri olmak kaydıyla, bütün temel hak ve özgürlüklere uygun davranması gerektiğini kulak arkası etti:
Demokrat Parti ve onun çizgisini izleyen sağ iktidarlar hiçbir zaman kendileri gibi düşünmeyenlerin temel hak ve özgürlüklerine inanmadılar;
demokrasiyi yalnızca kendileri için istediler:

Seçilmiş olmayı, her istediklerini yapabilmek, özellikle de ifade, muhalefet ve
basın özgürlüklerini sınırlamak ve kısıtlamak için yeterli saydılar ve sürekli olarak
Demokrasiyi yozlaştırdılar.

Sağ iktidarların bu eksiği, 1961 Anayasası’nın getirdiği kuvvetler ayrımı, yargı bağımsızlığı ve Anayasa Mahkemesi gibi güvencelerle giderilmek istendi ise de, yine sağ iktidarlar ve
1961 Anayasası’nı beğenmeyen askerlerin ittifakı ile bu Anayasa, 1971’de hacamat edildi
(AS: 35 maddesi değiştirildi “..bu Anayasa bol geldi..” anlamında sözler ettiği için..)
80’de ise tümüyle devreden çıkarıldı.
***
1980 darbesi bir kâbus gibi ülkenin üzerine çöktüğünde, Aziz Nesin’in öncülük ettiği bir grup aydın, sonradan “Aydınlar Dilekçesi” adı ile anılacak bir metin hazırladı ve
bunu dönemin “Seçilmiş Diktatörü” Kenan Evren’e verdi.

Evrensel değerlere göre hazırlandığı için her zaman geçerliliğini koruyan ve koruyacak olan
bu metin, özellikle bugünlerde yeniden gündeme getirilmeyi hak ediyor.

Bakın sağ iktidarlar tarafından saptırılan “Millî İrade” kavramını nasıl tanımlamışız bu metinde:

  • “Milli irade ancak, toplumun bütün kesimlerinin özgürce örgütlenebildiği düzenlerde anlam ifade eder.
    Kimsenin siyasal kanı ve felsefi düşüncesinden ötürü suçlanmadığı, hiçbir yurttaşın
    dinsel inançlarından dolayı kınanmadığı ülkelerde milli irade en üstün güçtür.

    Bu üstün gücün meşruluğu, temel hak ve özgürlüklere karşı takındığı tavra bağlıdır.
    Çoğunluk iradesinin özgürce belirlenmesini engelleyen koşullar demokrasiye aykırıdır.
    Bunun gibi, çoğunluk iradesini bahane ederek temel hakları yok etmek de demokrasi ile bağdaşmaz.
    Tarihsel gelişim süreci içinde demokratik anayasaların amacı, kişi hak ve özgürlüklerini
    güvence altına almaktır.

    Bireyi devlet karşısında güçsüzleştiren düzenlemeler, hangi ad altında getirilirse getirilsin, demokrasiden uzaklaşma anlamına gelir.
    Bu durumda, demokratik yaşamın kaynağı olması gereken Anayasa,
    demokrasinin engeli olur.
    ***
    Bu “Millî İrade” ve “Anayasa” anlayışı, yalnızca bugüne değil, yeni anayasa dayatmaları bağlamında, yarına da ışık tutmaktadır!

=============================================

Evet dostlar,

Prof. Emre Kongar üstadımız, Kürsüde ders verircesine ya da bir bilimsel metin (Kitap, makale) yazarcasına demokrasi ve özgürlükler kuramı ile diktatörlük bağlamını çok özlüce ve
ustaca işlemiş.

Dileyelim, Türkiye’de de yazının muhatapları gerekli iletiyi alsınlar..

Tayyip bey, gündemden düşmek istemiyor.. Ne pahasına olursa olsun gündemi elinde tutmak ve kendi belirlemek istiyor. 37 yurttaşımızın yaşamına mal olan (ayrıca 100+ yaralı!) korkunç olaydan ve istifayı gerektiren çok ağır sorumluluktan da sıyrılıyorlar “hamdolsun“. (!).

Hemen ardından “terör” tanımını genişletmeyi gündeme getirdi.. Vahşettir bu öneri!
Türk Ceza Yasasında ve Terörle Mücadele Yasasında yer alan tanımların neresi yetersiz??
Bu yasalarla TSK’nın emekli Genelkurmay Başkanı, muvazzaf orgeneralleri bile
“terörist” yaftası ile hapishanelere tıkılmadı mı??

Ağzını açan, “terör örgütüne destek – terörü teşvik” suçlaması ile hapse atılmıyor mu??
Son olarak İstanbul’dan 3 akademisyen, Tayyip beyin hedef gösteren konuşmasının ardından tutuklanmadı mı?? Nerede kaldı ifade özgürlüğü?? Bu 3 akademisyenin görüşlerini
kesinlikle paylaşmıyoruz ancak, yaklaşık 250 yıl önce kadim Voltaire‘nin vurguladığı üzere;

– Görüşlerinizi paylaşmıyorum ama onları dile getirme özgürlüğünüz – hakkınız uğruna
canımı bile verebilirim..

İşte Fransa’yı Fransa yapan, Büyük 1789 Devrimini hazırlayan bu özgürlükçü kavrayıştır.

Bu 3 yurttaşımız, serbest bırakılmalı ve eğer yargılanmayı gerektiren bir durum varsa tutuksuz yargılanmalıdırlar. Demokrasi, en aykırı görüşlere bile tahammül göstermeyi ve özgürce
ifade edilmelerini güvencelemeyi gerektirir.
Tayyip bey, bilinçaltındaki baskıcı özlemeleri gemleyememekte, dışavurmaktadır.

Ayrıca, 24 Temmuz’dan bu yana TSK ve polisin PKK’ya karşı verdiği yurtsever, özverili ve
çok başarılı savaşımın (mücadelenin) 300’ü aşan şehidini de istismar ederek “muazzam bir başarıdan” söz etmek ve kalkıp bu başarıyı ancak Kurtuluş Savaşı veya Çanakkale Zaferi ile karşılaştırılabilir ilan ederek kendine pay çıkarmak, akıllara seza bir faciadır. Erdoğan,
öyle anlaşılıyor ki, son zamanlardaki çok olumsuz gelişmelerden ciddi travma almıştır ve zedelenen egosunu onarma gereksinimlidir.
PKK’ya AÇILIM İHANETİ ile göz yummak değil midir bu PKK kalkışmasının ve bunca şehidin ve yıkımın??
Uydu politikalarla Suriye’de iç savaşa körüklemek değil midir turizm ve Rusya’ya dışsatımda, ortadoğuyla (komşularla) ticarette çöküşün nedeni ve
Suruç – Reyhanlı – Sultanahmet ve 3 kez Başkentteki katliamların nedeni??
Bunların sorunluları, ne yaparlarsa yapsınlar yargıda hesabını vereceklerdir;
büyük panik ve telaş bundandır ama boşunadır.. Hesap mutlaka görülecektir..

Bu çok ağır suçun yasal ve politik hesabını vermek gerekirken bir de olağanüstü pişkinlikle muazzam başarı edebiyatı ile halkı yönlendirmeye çalışmak, ancak kendine özgü AKP –
R.T. Erdoğan mantığı ve kişiliği ile olanaklı olsa gerektir!

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu‘nun,

  • Terör örgütü PKK’ya yardım ve yataklık yapan asıl sizsiniz!
    içerikli haykırışları, tarihe gerekli notu düşmüştür..
    *****
    Tayyip bey, Azerbaycan heyetiyle görüşmede “fiilen Başkan” gibidir. Başbakan ortada yoktur. Varılan anlaşmaları teknik düzeyde ayrıntılarıyla açıklayan ve Bakanlarla imzalayan,
    12. CB Erdoğandır.. Başbakan’ın yetki gaspı artarak ve yerleştirilerek sürdürülmektedir. Anayasada olmayan yetkileri sorumsuz Cumhurbaşkanı fiilen (de facto) kullanmakta ve
    Güçler Ayrılığına dayalı parlamanter rejimi bilerek ve isteyerek başkalaştırmaktadır.
    Bu açıkça Anayasayı çiğneme (ihlal) suçudur. Çünkü hiç kimse kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz!
  • “..Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” 
    (Anayasa md. 6/son)Göz yuman ve suça katılanlar da birlikte sorumludurlar… Başta Başbakan ve ilgili Bakanlar..
    *****
    Erdoğan, şu üniversite diplomasını, eğer varsa, neden göğsünü gere gere ortaya koymuyor??
    Marmara Üniversitesi neden “kişisel veridir” diye kamuoyunu yakından ilgilendiren bu soruyu yanıtlamaktan kaçıyor?? Çok mu baskı altında?
    YSK neden resmen sormuyor ve gereğini yapmıyor??
    TBMM, Yargıtay C. Başsavcılığı, birkaç yiğit savcı, Türkiye Barolar Birliği,
    muhalefet partileri??Sular giderek ısınıyor ve AKP – RTE kaçınılmaz sona sürükleniyor..

    Kulaklarımızda Ludwig van Beethoven’in ünlü 5. Senfonisinin perküsyonları uğulduyor..

Sevgi ve saygı ile.
18 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’ndan Açıklamalar ve Düşündürdükleri…

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’ndan Açıklamalar ve Düşündürdükleri…

Kılıçdaroğlu: AKP Başkanlık İçin HDP Çevreleri ile Temasta

Dostlar.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun aşağıdaki aşağıdaki açıklamaları basında yer aldı..
(http://www.haberler.com/kilicdaroglu-akp-hdp-pazarlik-yapiyor-8060922-haberi, 14.01.2016)
Onları değerlendirmek istiyoruz..

*****

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, akademisyenleri hedef gösteren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘ın tavrını, “Almanya’da ‘Führer’e doğru’ diye bir kavram vardır. Bu kavramı ‘Erdoğan’a doğru’ diye tanımlayabiliriz. Erdoğan ne diyorsa hâkim, savcı ona göre kararını verecek, sanatçı ona göre eserini yazacak” sözleriyle eleştirdi.

Bize ne düşündürdü      ?

Erdoğan’ın davranışlarındaki üslup ne yazık ki agressif ve suçlayıcı.
Hatta ayrıştırıcı ve toplumu kutuplaştırıcı.. “Bunlaaarrr…. onlaaaarr…” biçiminde başlayan” tümceler hiç kimseye yakışmadığı gibi, Devletin başı ve toplumun birliğinden Anayasal olarak sorumlu, bunun için yemin etmiş biri olarak bu makamlarda oturanların hiç kullanmaması, özellikle kaçınması gereken söylemler. Ancak Tayyip bey kamuoyu önünde “Öfke de bir hitabet sanatıdır..” tümcesini kurarak tarzını savunmuştur. Bir anlamda denetleyemediği öfkesinin ürünü demeçlerini de kendince meşrulaştırmaya çabalamış ve bu tarzı bilerek ve isteyerek kullandığını açıklamıştır. Ancak bu seçimi, doğru – yanlış bir yana; terbiyeli – nezaketli olmalı ve asla kimsenin kişilik haklarına saldırı niteliği taşımamalıdır. Buna hiç kimsenin hakkı yoktur, Cumhurbaşkanının da! Devlet Başkanı RTE olmuş olmamış, hiçbir şey değişmez, değişmemesi gerekir çünkü hukukun evrensel kabul gören temel ilkeleri arasında YASA ÖNÜNDE EŞİTLİK de vardır ve bu kural bizim Anayasamızda yer bulmuştuR (m. 10). Bu bakımdan, RTE’nin 1158 dolayındaki Aydın’ın açıklamasına tepkisi kendi düşünce özgürlüğüdür.
O Aydınların da olduğu gibi!
Şiddet içermeden, zora çağrı yapmadan, temel insan hak ve özgürlüklerine ters düşmeyen her tür görüş ve düşünce demokratik toplumlarda açıklanabilmelidir. Düşünce özgürlüğü de demokrasinin üstün değerlerinden biridir ve aynı kapsamdadır; neredeyse 2 bin yıldır, Romalılardan bu yana JUS COGENS‘tir (hukukun evrensel kabul gören temel ilkeleri). Düşünce özgürlüğü, düşüncelerin ancak açıklanması ile kullanılabileceğinden, bu hak, yukarıdaki kapsamda mutlaka kullanılmalıdır. İçeriğinden bağımsız olarak, RTE’nin açıklamaya saygılı olması ve eleştirisini suç işlemeden yapması, topluma bu bağlamda da örnek olması gerekir. Tayyip bey bize göre 1158 Aydın’ın kişilik haklarına saldırmış ve hakaret etmiş, onları küçük düşürmeye – suçlu ilan etmeye, kamuoyunun gözünden düşürmeye çalışmıştır. Bu eylemlerin Ceza yasamızda suç olarak net tanımları vardır ve söz konusu kişiler kişilik haklarının ihlali nedeniyle RTE hakkında ceza ve tazminat davası açma hakkına sahiptirler. Burada Cumhurbaşkanlığı dokunulmazlığının geçerli olmayacağı görüşü baskındır. Nitekim YÖK ve kimi üniversiteler durumdan görev çıkarmışlardır. Bu tablo ülkemizi cadı avına, ABD’nin karanlık McCarthy dönemlerine sürükleyebilir; reddedilmelidir.
Başbakan Davutoğlu daha ılımlı bir söylem kullanmıştır. Akademik kimliği başka türlüsüne izin verebilir miydi acaba? Aydınların açıklamasında suç ögesi olup olmadığının soruşturulması, demokratik hukuk devletlerinde bağımsız yargının bileceği bir iştir. RTE’nin ve Başbakan’ın söylem ve eylemleri ne yazık ki Yargıyı etkilemeye hatta yönlendirmeye dönüktür ve kabul edilmesi olanaksızdır. Ne yazık ki, Yargının dava açma ve karar eylemlerinde bu etkilenme
açık olarak görülmektedir ve Bağımsız Yargı adına son derece sakıncalıdır, talihsizliktir.

Benzer bir Aydınlar Dilekçesi (şimdiki açıklama) 12 Eylül döneminde de gündeme gelmiş ve Kenan Evren sayesinde çok sayıda Aydın yargılanarak hapis yatmışlardı. AKP- RTE bir yandan 12 Eylül Anayasasından kurtulalım (!) derken bir yandan daha koyu faşist baskı içindedir!
Söz konusu açıklamaya biz ilke olarak içerik bakımından katıl(a)mıyoruz.
Ülkemiz elbette meşru savunma hakkımı kullanacaktır ancak HUKUK DEVLETİ SINIRLARI DIŞINA ASLA ÇIKMADAN!

*******
Kılıçdaroğlu dedi ki :

HDP ve AK Parti‘nin başkanlık için temas halinde olduğunu öne süren Kılıçdaroğlu,
“HDP’nin çok açık ve net başkanlık sistemine karşı olduğunu açıklaması lazım. AKPkanadından HDP ile yakın temasa geçildiğini biliyoruz. Bölgesel özerklikte güvence verileceği ve başkanlık sisteminde AKP‘nin desteklenmesi gerektiği, böyle bir pazarlığın olabileceği yönünde güçlü işaretler var” dedi.

Bize ne düşündürdü      ?

Sitemizde benzer kaygılarımızı yazdık daha önce.. Perde gerisinden HDP’nin teslim alınmasına, masaya kolu – kanadı kırık oturtulmaya çalışıldığını belirttik. Bir anlamda Başkanlık – Özerklik pazarlığına AKP elini güçlendirerek girmeye çabalıyor.. görüşümüzü
ileri sürdük. Bu kanımızı ne yazık ki koruyoruz.. Nitekim AÇILIM, AKP sözcülerine göre buzdolabındadır; dize getirilmiş bir HDP, Başkanlık içeren bir Anayasa değişikliğine

daha az maliyetle “evet” demeye sürüklenmektedir.. Türkiye’nin genel olarak çok da
itiraz etmeyeceği öngörülen özerk yönetimsi..” bir oldukça “light” modele HDP – PKK
razı edilebilsin diye. Nitekim süregelen kanlı çatışmalar, toplumu “yumuşatma” dün asla
kabul edemeyeceği çözümlere taşıma – ikna etme- teslim alma – “pes sendromuna düşürme” politikalarıdır da aynı zamanda. İleride, başlangıç için tanınan bu oldukça light “özerk yönetimsi” model daha ileriye taşınabilir.. Yeter ki Kürtçü parti HDP “uslu olsun”.. Eşbaşkan Demirtaş, “seni asla başkan yaptırmayacağız” söylemini, konjonktürel gerekçelerle,
binbir yöntemle kolayca esnetebilir. Bu saklı pazarlıklar çoook çirkindir elbette.. Edep ve ahlak dışıdır.. Sanırız Nicola Machiavelli mezarından çıkıp gelse ve bunları görse idi, İl Principe adlı yüzyılların klasiğini yakar ve
“AKP – HDP; siz alâsını yazın, yazmışsınız zaten.. ” derdi!
*****

Kılıçdaroğlu dedi ki :

Kılıçdaroğlu, hafta sonu yapılacak 35. Olağan Kurultay öncesinde gazetecilerin sorularını yanıtladı. Kılıçdaroğlu‘nun sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

AKADEMİSYENLERE YÖNELİK ELEŞTİRİLER

“Aydınlara, akademisyenlere yönelik sert eleştirisi, Cumhurbaşkanlığı makamı açısından çok büyük bir talihsizlik. Aydınların farklı düşüncelerine siyasetçilerin saygı göstermesi lazım. Elbette ki bu bildiri tartışılmayacak anlamına gelmemeli. Görüşülebilir, tartışılabilir. Ama günlük politik bir dilin o makam tarafından kullanılması Türkiye açısından büyük bir talihsizlik olmuştur.

12 EYLÜL SÜRECİ

12 Eylül dönemine geri dönüyoruz. Bunu artık hepimiz görüyoruz. Orada da üniversitelerden yüzlerce insanın görevlerine son verilmişti. Bunların bir kısmı çok daha sonra tekrar üniversitelerine dönebildiler. Şimdi tekrar böyle bir süreci başlatırlarsa şaşmamak lazım. Çünkü bunların derdi, farklı görüşleri dinlemek değil. ‘Kim benim görüşüme itiraz ediyorsa, onun bu ülkede yaşama, konuşma hakkı yok’ anlayışı.

“FÜHRER’E DOĞRU”

Daha büyük bir talihsizlik, konuyu atlayarak ‘bunu araştıracağız, soruşturacağız’ demiş olmasıdır. Almanya‘da ‘Führer’e doğru’ diye bir kavram vardır. Führer bir şey söyler, devletin ilgili kademeleri derhal harekete geçer. Bu kavramı ‘Erdoğan’a doğru’ diye tanımlayabiliriz. Erdoğan ne diyorsa hakim, savcı ona göre kararını verecek, sanatçı ona göre eserini yazacak. Aydınlar, O’na göre konuşacak, üniversiteler O’na göre şekillenecek. Hızla böyle bir yapı içinde gidiyoruz.

“GÜL İTİRAZ ETMELİ”

YÖK bu konuda soruşturma başlatamaz, öyle bir yetkisi yok. Üniversiteler başlatabilir. Mesela Abdullah Gül Üniversitesi, bir hocanın istifasını istemiş. Sayın Gül’ün derhal müdahale etmesi ve böyle bir olaya izin vermediğini açıklaması lazım. Adını taşıyan bir üniversite kendi adına gölge düşürmemeli. Buna açıkça karşı çıktığını kamuoyuna açıklamalı. Barışın cezalandırıldığı bir ülke olabilir mi?
*****

Bize ne düşündürdü      ?

Büyük ölçüde yukarıda açıklamış olduk. Ancak Abdullah Gül, adı verilen Üniversite yönetiminin vasisi değildir. Bu üniversitenin yönetimine herhangi bir karışma hakkı ve yetkisi yoktur. Üniversiteler, Anayasa m. 130-132 hükümleri kapsamında, 2547 sayılı yasa ile yönetilmektedir. Abdullah Gül üniversitesi, üstelik, bir Devlet üniversitesidir. Böylesi bir müdahale kapısı açmak, iyi niyetle de olsa, zaten güdük üniversite özerkliğine zarar verebilir. Kaldı ki, bu Anayasa maddeleri, 12 Eylül döneminin düzenlemesidir ve 17-18 kezde 113 kez madde değişikliği gören 82 Anayasasında hiç ellenmemişlerdir. AKP bu sayede tüm yüksek öğrenim kurumlarını – sistematiğini fütursuzca ele geçirmiştir.
*****

Kılıçdaroğlu dedi ki :

DARBE YASALARI

Olay, yalnızca anayasa penceresinden bakmadığımızı açıkladık. Biz darbe hukukunun değişmesi gerektiğini söyledik. Anayasa da darbe hukukunun bir parçası zaten. Darbe yasalarını değiştirmeden anayasanın neyini değiştireceksiniz? ‘Basın hürdür, sansür edilemez’ yeni anayasada ne yazacağız? Aynı şeyi yazacağız. Peki basın hür müdür? Hayır. Sansür ediliyor mu? Ediliyor. Peki nedir bunu yapan? Yürürlükteki darbe yasaları. Bu hükümet döneminde de darbe yasaları tahkim edildi. Biz onların değişmesini istiyoruz. Getirsinler hepsini değiştirip bu ülkeye birinci sınıf demokrasi getirelim.

Bize ne düşündürdü      ?

O zaman CHP Anayasa pazarlığı masasından derhal kalmalıdır!
Önce yasa, KHK, tüzük, yönetmelik, Bakanlar Kurulu Kararları.. gibi metinlerde yer alan ve 
demokratik hukuk devletine yaraşmayan içerikler ayıklanmalıdır. Başta Siyasal Partiler Yasası olmak üzere.. Seçim Yasasındaki % 10 baraj olmak üzere… Bunlar TBMM’de, Hükümette, Bakanlıklarda yapılıp bitsin, sonra oturup bakalım Anayasa değişikliği olarak ne gerekiyor diye.. İlk 4 madde ve bağlantılı sistematiği koruyan maddelere dokunmamak üzere..
Sanırız pek bir şey kalmayacak geride. YÖK sistemi bile, Anayasadaki maddelere karşın,
yasal düzenleme ile büyük ölçüde özerk kılınabilir. Örn. Üniversiteler Rektörünü seçer, YÖK CB’na yollar, O da biçimsel olarak atar.. Fakültelere tüzel kişilik yasa ile verilir, Anayasa ile değil.. (AY md. 123/2).. Önce ülkenin ikliminin değiştirilmesi gerek. En katı yasalar bile demokrat ruhlu – kişilikli yönetimler elinde sorun yaratmayabilirken; en demokratik yasalar bile despot kafalar elinde ülkeye ve insanına karabasan (kabus) olabilir.. Günümüzün Türkiye’sinde olduğu gibi.. 

*****
Kılıçdaroğlu dedi ki :

“GİDİP GEZSİNLER”

Başkanlık konusunu tartışma konusu bile yapmayacağız. Geçen dönem de yapmadık.
Dünya diktatörlerden çok çekti, hâlâ çekiyoruz. Türkiye de daha fazla yük taşımamalı.
Biz bunu tartıştırmayacağız, gitsinler gezsinler. Biz, güçlendirilmiş parlamenter sistemi savunacağız. 200 yıllık bir deneyimimiz var. Aksıyor mu? Evet aksıyor. Nasıl aksıyor?
12 Eylül döneminde çıkan yasalar yüzünden aksıyor. Örneğin siz bir yasa çıkarmışsınız,
Siyasi Partiler Yasası, genel başkan oturup milletvekillerini tek tek yazıyor. Bu nedir? ‘Eğer milletvekili genel başkanın söylediğinin aksine bir görüş beyan edilirse üstü çizilir’ diyor. Yasama organı, yürütmenin arka bahçesine dönüşmüş oluyor. Gelin bunu değiştirelim.
Bunu Davutoğlu’na bu örnekle anlattım. &10 seçim barajı aynı biçimde değişmesi gerek.
*****
Bize ne düşündürdü      ?

Yukarıda da yazdık.. Önce yasa, KHK, TBMM İçtüzüğü, Tüzükler, Yönetmelikler, Bakanlar Kurulu Kararları… gibi..
Bunlardan başlayın demokratikleştirmeye ..
AKP önce buna EVET desin..
Sonra geriye Anayasa değişiklikleri kalır..
O zaman salt BAŞKANLIK oyuncağı kalır AKP – RTE’nin elinde..
Onu da MASAYA OTURMAYARAK engellersiniz..
Ama önce ANAYASA denirse, AKP istediğini yapar, yasalar vd. öylece kalır ve
Türkiye AKP – RTE karanlığına boğulur..

Oyuna gelmeyin!
*****
Kılıçdaroğlu dedi ki :

“14 KARAKTERSİZ ÇIKACAĞINI SANMIYORUM”

Başkanlık sistemine destek için 14 karaktersiz çıkacağını zannetmiyorum.

HDP NET OLSUN”

HDP‘nin çok açık ve net başkanlık sistemine karşı olduğunu açıklaması lazım. AKPkanadından HDP‘nin belli çevreleriyle Başkanlık sistemi için yakın temasa geçildiğini biliyoruz. (Neyin karşılığında sorusu üzerine) Hepimiz üç aşağı beş yukarı tahmin ediyoruz. Bölgesel özerklik konusunda güvence verileceği ve başkanlık sisteminde bu bağlamda AKP‘nin desteklenmesi gerektiği, böyle bir pazarlığın olabileceği yönünde güçlü işaretler var.
*****
Bize ne düşündürdü      ?

Söylemeyle olmuyor Sayın Kılıçdaroğlu.. HDP kıskaçta.. AKP’nin büyük oyunu görmüyor musunuz?? Yarın alır bir parça özerkliği, verir Başkanlığı..

Anayasa masasından kalkın!
Önce yasalar ve alt hukuk metinleri demokratikleştirilsin..
Sonra gerek kalırsa Anayasa..

Hem seçkin Anayasa Hukuku uzmanı Prof. Süheyl Batum’u neden partiden attınız??
Mahkemeyi kazanıp geri döndü.. Neden özür dileyip yeniden aday yapmadınız?
Başkaları da var böyle harcadığınız ulusalcılar..
Yazık değimi bu ülkeye – halka ve CHP’ye??
Bu insanları geri çağırın Partiye..
Bu zor dönemde etkin görevler verin. 
Vekil olmasalar bile PM’ye, MYK’ye girmelerin engel yok..
İyiniyetle yakın danışmanınız yapın..
İçtenliğinizi kanıtlayın, size dönük bu bağlamda ağır eleştirileri boşa çıkarın..
*****

Kılıçdaroğlu dedi ki :

SALDIRGANA BİYOMETRİK KİMLİK Mİ VERİLDİ?

(Sultanahmet saldırganı) Bu kadar kısa sürede failin belirlenmesini hükümet kamuoyuna açıklamalıdır. Hangi bulgulardan yola çıkarak bu kadar kısa süre içerisinde açıklandı? Acaba o Suriyeliye biyometrik kimlik mi verilmişti daha önce? MİT tümüyle itibar kaybetmiştir. Başındaki kişi bir siyasal partinin temsilcisi konumundadır. Millilik niteliğini büyük ölçüde yitirmiştir MİT. Başındaki kişi değişmedikçe, oraya sarayın çıkarlarını değil,Türkiye‘nin çıkarlarını savunan, koruyan bir kişi gelmedikçe millilik vasfı her zaman tartışılır. MİT‘in bir grubu kaçak sarayla işbirliği halinde çalışıyor. Asıl vahim olan bu. Ben bunu Hitler‘in Gestaposu’na benzetiyorum. Onlar da doğrudan Hitler‘e hizmet eder, onun taleplerini yerine getirirdi.

“İHANET OLUR”

Bakan, ‘milli menfaatlerde partiler bir araya gelmeli’ diyor. Haklı. Ama, Suriye, Mısır, Irak politikaları bizim milli menfaatlerimize uygun politikalar değil. Biz kendi ülkemizin ulusal çıkarlarına açıkça aykırı olan bir politikayı milli politika diye, desteklersek kendi ülkemize ihanet etmiş oluruz. En basit örneği Ortadoğu terörünü Türkiye‘ye getirdiniz. Bu politikaların bedelini vatandaş ödüyor. Bıraktık Türkiye‘yi şimdi turistler ödüyor. Bunun milli menfaatle bir ilgisi yok. Dışişleri Bakanı önce milli menfaat nedir, ne değildir ona bakmalı.”Kurultayın ana mesajı: Kurultayda ana mesaj demokrasi üzerine olacak. Çünkü bugün toplumun her kesiminin ortak talebi demokrasi ve özgürlükler. Türkiye baskıcı bir anlayışla yönetiliyor. Türkiye‘nin bu girdaptan çıkması lazım.

TÜZÜK KURULTAYI

Kurultaydan hemen sonra bir tüzük kurultayı gerçekleştireceğiz. O da kısa süre içinde olacak. Orada önemli değişiklikler yapacağız. Hem partiye dinamizm katmak, hem partinin iç yapısıyla ilgili ortaya çıkan sorunları daha objektif kurallara bağlayarak çözümlemek adına ciddi değişiklikler yapmayı düşünüyoruz. Onu yine parti kendi içinde tartışacak. Gençlerin ve kadınların partiye daha fazla ilgi göstermeleri için değişiklikler yapacağız. Örgütlenme yapısına ilişkin çalışmaları kurultaydan hemen sonra tüzük kurultayını beklemeden yapacağız.

3 DEĞİŞİKLİK

Üç maddelik değişikliği bu kurultayda getiriyoruz. Birincisi kontenjan düzenlemesi olacak. İkincisi, 17 kişilik bir MYK‘miz var. Bunun tamamını Genel Başkan kullanmayabilir.
Bazı görevleri birleştirebilir diye bir tüzük değişikliğimiz var. Parti Meclisi ile ilgili düzenleme ise daha sonra. Bu konuda farklı görüşler var. Üçüncü olarak YSK‘nin aldığı bir karar vardı, önseçimden gelenlerin, tekrar bir kez daha önseçime girmemeleriyle ilgili. Onu da tüzük maddesi haline getireceğiz. Ardından tüzük kurultayında örgütlere ağırlık vereceğiz.

“LİSTELERE DELEGE KARAR VERİR”

Blok liste, çarşaf listesinde kararı delegeler verecek, gelecek teklif olursa oylanır, hangisine karar verilirse ona uyulur. Benim özel bir tercihim yok.

“KENDİSİ VARSA CHP SOLDA”

Değişimi aslında kişilere indirgemekten çok, düşünsel olarak söylemlerde gerçekleştirmek gerekiyor. Kişilere indirgediğiniz zaman farklı bir şey ortaya çıkıyor. Bazıları diyor ya ‘CHP sağa kaydı’ diye; eğer kendisi yer alırsa CHP solda, yer almazsa sağa kaymış oluyor. Bu söylem tarzından da özenle kaçınmak lazım.
*****
Bize ne düşündürdü      ?

Son sözlere toptan yanıt…

Bu toplu insan kıyımlarının sorumlusu yanlış Suriye politikası ile doğrudan AKP- RTE’dir..
Bunu haykırıp durun..
TBMM’de genel görüşme isteyin..
Gensoru verin..
Reddedilsin.. Olsun.. Tartışmaları görelim..
TRT yayımlasın TBMM oturumlarını, bunun uğraşını verin..

Kamuoyu gerçeği görsün..
Dış politika kökten değiştirilsin..
Türkiye terör ihraç eden ülke olmasın, Suriye’nin içişlerine karışmasın.
BM’de terör suçlusu – insanlık suçu işleyen ülke olmayalım..
HAYDUT DEVLET diye dışlanıp yargılanmayalım..
Bunları anlatın..
Mitingler yapın..
TERÖRLE MÜCADELEDE NE İSTİYORLARSA VERELİM.. teslimiyetçiliğini bırakın.
Atak olun.. Siz ön alın..

AKP – RTE’nin ölümlerden sorumlu olduğunu haykırın sabah akşam..

Muhalefet olun..
Mitingler yapın..
Birleştirici olun.. Partiye katkı verebilecekleri açıkça çağırın ve etkin görevler verin..

Yeter mi..
Biz yorulduk yazmaktan…

Sevgi ve saygı ile.
14 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Ankara’da otobüs durağa daldı; 11 kişi yaşamını yitirdi!

 

Ankara’da otobüs durağa daldı,
11 kişi yaşamını yitirdi!

NTV, 

ego.jpg

Ankara Dikimevi kavşağında, freni arızalanan bir otobüsün durağa dalması sonucu ilk belirlemelere göre 11 kişi yaşamını yitirdi.

Ankara’da meydana gelen trafik kazasında 11 kişinin yaşamını yitirdiği bildirildi.

Edinilen bilgiye göre, Dikimevi kavşağında freni arızalandığı öne sürülen bir belediye otobüsü durağa daldı.

Otobüsün altında kalan yaralıların  kurtarılması için çok sayıda itfaiye ekibi olay yerine
sevk edildi.

Kazada ilk belirlemelere göre 11 kişi öldü! 8 de yaralı var..

========================================

Dostlar,

Çok üzgünüz, o kavşaktan sabah ve akşam yürüyerek geçen bir yayayız. .
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Caddesinden yokuş aşağı inerken,
Belediye otobüsünün freninin patladığı ilk bilgilerden..

Otobüs, TV görüntülerine göre eski değil.. Yeni otobüslerden.. Yine de bu “yeni” birkaç yıllık anlamına geliyor.. Bu otobüslerin frenlemede yüksek teknoloji olanakları var. İlki klasik ABS freni, ikincisi “retarder” denilen direksiyondan kolla kullanılan ve sıklıkla başvurulan fren ve
3. olarak da el freni..

Olayın teknik olarak tüm ayrıntılarıyla incelenmesini ve gerçeğin ortaya konmasını diliyoruz.
Bu otobüsün dönemsel (periyodik) bakım belgelerinin incelenmesi önemlidir. Sürücü yaşamda ise (sanırız ölenlerin hepsi kaldırımdaki masum yayalar..) hemen alkol başta adli tıp muayenesi yapılmalıdır. Yaşamını yitirdi ise kan, idrar, mide içeriği örnekleri alınmalı, otopsisi özenle yapılmalıdır. Otobüste kaç kişi olduğu bir başka önemli veridir.

Toplumdan hiçbir şey saklanmamalıdır. Görev ihmali görülenler hak ettiği yasal cezayı bulmalıdır. Olayın geniş boyutlu irdelemesi yapılarak dersler çıkarılmalı ve yinelenmemesi için etkili bilimsel önlemler alınmalıdır.

Klasik tümce ile bağlayalım…

Ölenler rahmet, kalanlara sabır diliyoruz…
Ne güzel klişe değil mi?? Kaşarlandık değil mi??

Bu gün ayrıca 2 de şehidimiz var…
13 “kurban” verdi Türkiye 1 Ekim 2015 günü..
İlkel, çok kötü yönetilen bir “kabile” gibi neredeyse..
Neden böyleyiz, adamakıllı sorgulamadan bir yere varabilir miyiz ??

*****

İroniye bakın ki, birazdan TBMM Anayasa gereği toplanacak!
Bay RTE nutuk atacak, çoook hatta ölçüsüz keyif aldığını biliyoruz konuşmaktan.
Bunun normal olmadığını dünya alem biliyor ve konuşuyor.. Ancak biraz daha ileri gidersek RTE’nin görevlilerinin dava açması işten değil.. Abdülhamit’in istibdat dönemi gibi tıpkı..

Ne konuşacak Erdoğan TBMM’de?? Açış konuşması.. Neyi açıyor? 25. dönem Parlamento çalıştırılmadı ki! Kadük edildi muktedir tarafından.. Göstermelik birkaç toplantıdan sonra kapısına kilit vuruldu.. Seçim sonuçlarını beğenmedi muktedir ve iktidarı devretmedi.
Böyle bir despotizm – keyfilik hangi demokraside var??

Cumhur halt etti çünkü.. Büyük hata yaptı.. AKP’yi tek başına iktidara getirmedi..
Muktedir içine sindiremedi, koalisyonla siyasal iktidarı paylaşmaya bile yanaşmadı..
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu‘nun bu gün basında yer alan demecine göre (Cumhuriyet)

AKP – CHP koalisyonu için RTE’nin koşulu,
“Bana ve aileme dokunmama güvencesi” istemek olmuş.

CHP de bu güvenceyi haliyle verememiş, “bu yargının işi..” demiş. O yüzden Başbakan Davutoğlu oyalandı oyalandı ve son görüşmede Kılıçdaroğlu’na koalisyon önermedi.. Kendilerinin kuracağı azınlık seçim hükümetine destek istedi.. Sonrasında da yalnız bırakıldı. Seçime gene AKP hükümetiyle gidiyoruz.. Seçim güvenliği ciddi sorun.. Parlamento süs..
Kanlı bölücü terörün Meclis görüşmesine ek Meclis Soruşturması ile incelenmesi önerisi,
AKP oyları + anlı şanlı stepne MHP oylarıyla reddedildi!?

Tarafsızlığını yitirmiş, anaasal yeminini ayaklar altına almış Tayyip bey ne konuşacak TBMM’de? Neyin demagojisini yapacak, hangi mağduriyeti oynayacak?
Sermaye bitmedi mi daha??
TBMM, ülkenin 1 numaralı sorunu olan KANLI – BÖLÜCÜ TERÖR SORUNU‘nu araştırmayacak da ne yapacak? Bu araştırmayı hangi kurum yapacak TBMM yerine??
TBMM rejimin kalbi değil mi??

Ülke sahipsiz..
Karayolları değil “kanyolları” nda kurbanlar sıra sıra.. 9 günlük “Kurban” bayramında kanyollarında kurbanlar 150’ye yaklaştı.. 850 dolayında yaralı..
Bu Fıtrat mı, KÖTÜ YÖNETİM” mi??
Dağlar taşlar çatışma alanı.. Her gün şehitler.. gaziler..
13 yıldır neden çözmediniz de 2 aydır sözde ataktasınız??
Ülkede alan egemenliği ve yurttaşın can ve mal güvenliği yok..
Ankara’nın ortasında kaldırımda beklerken pisi pisine 11 yurttaş kurban edildi..

13 yıldır iktidarda tek başına AKP var..
Tüm bunlardan AKP sorumlu.. Mutlaka hesabı sorulmalı, sorulacak da..

İlk fırsat 1 Kasım 2015 seçimleri..
Dileriz halkımız akıl tutulmasına uğramaz ve kendisini bu beladan,
bu uğursuz Fetret Döneminden kurtarır..

Sevgi ve saygı ile.
01.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

UYANIK BANKER / TANKER BİLO

 

UYANIK BANKER / TANKER BİLO

Rifat Serdaroğlu

26 Nisan 2012’de Bilal Oğlanın Türgev Vakfına, hayırsever bir kişi tarafından tam tamına
100 Milyon Amerikan Doları Bağış yapılmıştı.
Nedense bağış sahibinin adı saklanmıştı!
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, 17-25 Aralık 2013 Hırsızlık-Yolsuzluk-Rüşvet olayları açığa çıktıktan sonra 2014 yılında bu gerçek olayı belgesiyle açıklamıştı.
Zaten Bilo, “Yok böyle bir bağış kardeşim, iftira bu” diyememişti!

Uyanık Banker / Tanker Bilo’nun, Dönemin Başbakanının evinde,
çok daha fazla Dolar/Avro’yu istiflediğini hepimiz biliyoruz.

Uluslararası Uzman Kuruluşların ve en son olarak Türkiye Adli Tıp Kurumunun doğruladığı
ses kayıtları bu gerçeği apaçık ortaya çıkarmıştı.

Başta dönemin Başbakanı, ekibi ve haram havuzundan beslenen, havuz medyasının maaşlı tetikçileri “Darbe Girişimi- Paralel” diye, bu istifleme olayını da örtmeye çalışmışlardı!

Şimdi sizlerle birlikte, Uyanık Banker / Tanker Bilo’nun istiflediği veya gizli bir yere naklettiği “ÇOK ÇOK ÇOK PARAYI” bırakıp, yalnızca 2012’de kaynağı belirsiz 100 Milyon Dolardan, günümüze dek ne kazandığını basit bir hesapla bulalım…

26 Nisan 2012’de Dolar 1.76 TL idi. Bugün ortalama Dolar 2.60 TL’dir.
100 Milyon Dolar X 1.76 TL= 176 Milyon TL. (2012)
100 Milyon Dolar X 2.60 TL= 260 Milyon TL. (2015)
Vakıfbank’ın Türgev’e uyguladığı özel faizi yok sayarsak (en az 40 Milyon TL eder),
3 yılda Uyanık Banker/Tanker Bilo’nun kur artışından elde ettiği avanta 84 Milyon TL’dir.
Bir kalemde, kaç tanker parası birikti?
Tanker almasın da, ne yapsın çocuk?
Onu da siz düşünün lütfen…

Yine sizlerle Şebnem Turhan’ın Hürriyet’teki yazısındaki rakamlara beraberce bakalım;
TC Merkez Bankası Uluslararası Yatırım Pozisyonu 2014 Aralık Ayı Verilerine göre;
Türkiye’nin 230 Milyar Dolar Varlığına karşılık, 661,3 Milyar Dolar Yükümlülüğü var.
Yani en açık deyişle, 230 Milyar Dolar alacağımız, 661.3 Milyar Dolar borcumuz var.
Bu yüzden net döviz açığımız, yani ihtiyacımız olan para, 431 Milyar Dolar.
16 Ocak 2015te yani yaklaşık 50 gün önce Dolar 2,29 TL idi.
Borcumuzu 16 Ocak’ta kapatmak isteseydik 993,1 Milyar TL ödememiz gerekiyordu.
Bugün kapatmak istesek, 1 Trilyon 99 Milyar TL ödememiz gerekecek!
Yani AKP sayesinde, 50 günde borcumuz durduğumuz yerde 106 Milyar TL arttı…

Peki, ya Banker / Tanker Bilo’nun 100 Milyon Dolar aldığı tarihle, bugün bu borcu kapatmak arasında ne kadar fark var?
AKP sayesinde ne kadar kazık yemişiz? Yaklaşık 700 Milyar TL…

Bu parayı Cumhurun Başı Recep mi, Bilal Oğlan mı,
yoksa Merkez Bankası Başkanı mı ödeyecek?
Ne gezer! Elektriğe-benzine-mazota-tüp gaza- sigaraya-içkiye ve tüm devlet hizmetlerine yapılacak kocaman zamlarla bizler, yani Türk Milleti ödeyeceğiz…

Muhafazakâr Müslümanlık bu, İleri Demokrasi bu, Yeni Türkiye bu…
Uyanık Banker / Tanker Bilo kazanır, Türk Milleti borçlanır!

7 Haziran’da (2015) Genel Seçim var. Hadi yine AKP’ye oy verin,
Hanedan kazanmaya devam etsin, sizler borçlanmaya devam edin.
Ne demişler, borç yiğidin kamçısıdır…
Ye kamçıyı, ver oyu. Ver oyu ye kamçıyı…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 07 Mart 2015

Mustafa MUTLU : YİRMİ MADDEDE BUGÜNKÜ TARİHİ DAVA


YİRMİ MADDEDE BUGÜNKÜ TARİHİ DAVA !

Mustafa MUTLU
AYDINLIK, 28.1.15
Türkiye için tarihi önemdeki “kader duruşması” bugün…
Olup bitenleri, konuyu hiç bilmeyenler için özetleyelim:
Bir     : İsviçre Hükümeti, “Ermeni soykırımı olmamıştır” demeyi suç sayan yasayı kabul etti ve bunu söyleyen dönemin Türk Tarih Kurumu Başkanı’nı mahkûm etti.

İki      : Bunun üzerine Talat Paşa Komitesi üyeleri İsviçre’ye giderek “insan hak ve özgürlükleri”ne aykırı, salakça hazırlanmış bu “ırkçı” yasayı protesto etti.

Üç     : İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, “Ermeni soykırımı yoktur” diyerek,
yasayı bile bile ihlal etti.

Dört    : Perinçek hakkında dava açıldı ve İsviçre adaleti, cezalandırılmasına karar verdi.

Beş     : Perinçek’in avukatları bu kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdı.

Altı     : AİHM’in ilgili dairesi Perinçek’in ifade özgürlüğünün kısıtlandığına,
Ermeni soykırımının varlığını iddia etmenin siyasetçilerin işi olmadığına karar verdi. Mahkumiyet kararını, Perinçek lehine bozdu.

Yedi      : İsviçre Hükümeti temyize gitti.

Sekiz     : AİHM’in Büyük Dairesi aylar önce duruşma tarihini açıkladı: 28 Ocak 2015… Yani bugün. Davanın bir numaralı aktörü Doğu Perinçek, bugün yapılacak duruşmaya davet edildi.

Dokuz     : Ancak Perinçek hakkında, Ergenekon Davası nedeniyle anlamsız bir yurt dışına çıkma yasağı bulunuyordu. Avukatları, bu yasağın kaldırılması için dört ay önce
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na dilekçe verdi.

On     : Nedense bu izin, davaya 15 gün kalıncaya kadar çıkmadı.
Bunun üzerine ben bu sütunlarda bir yazı yazdım ve bu davanın Perinçek’in değil, Türkiye’nin davası olduğunu, onun mutlaka Strazburg’a gitmesi gerektiğini,
eğer kaçmasından korkuluyorsa seve seve rehin olabileceğimi yazdım.

On bir      : Bu sözlerim, kısa sürede on binlerin katıldığı büyük bir kampanyaya dönüştü.
Yaşlı, genç, erkek, kadın her siyasi görüşten on binlerce yurttaş, “Perinçek’i gönder, beni al” yazılı dövizle kamera karşısına geçip fotoğraf ya da görüntü çekti ve kanala gönderdi.
Sağır sultanı oynayan köşe yazarları bile harekete geçip konuyla ilgili yazmak zorunda kaldı.

On iki     : Ve nihayet ilgili mahkeme, bugünkü duruşmaya sadece 11 gün kala
Perinçek’in yurt dışı yasağını kaldırdı.

On üç        : Perinçek ve Talat Paşa Komitesi’nin önde gelen isimleri de dün 150’ye yakın vatandaş, gazeteci, siyasetçi, milletvekili, hukukçu ve sivil toplum örgütü temsilcileriyle Strazburg’a geldi. Merak edenler için söyleyeyim ben de heyetteyim ve bugünkü duruşmayı izleme şansını elde eden ender Türk gazetecilerden biriyim.

On dört     : Sabiha Gökçen’den kalabalık bir yurtsever grubu tarafından tezahüratlarla ve coşkuyla yolcu edildik. Doğu Perinçek burada yaptığı konuşmada, kendisinin ve Türkiye’nin haklılığını bütün dünyanın göreceğini söyledi.

On beş     : Yolculuk oldukça coşkuyla geçti. Strazburg’a hareket eden uçaktaki
değişik siyasi görüşteki yolcular arasında karamsar olan bir kişi bile yoktu.

On altı     : Strazburg’daki ilk izlenimim; polisin olası bir “Türk-Ermeni karşılaşması”na hazır olduğuydu.

On yedi      : Dün öğleden sonra kenti gezerken bu dava için Avrupa’nın dört bir yanından Strazburg’a akın eden Türkleri gördük ve kucaklaştık.

On sekiz       : Kente Ermeni diasporasının düzenlediği organizasyonlarla gelenlerin sayısı da oldukça fazla… Fransız polisinin, bugünkü duruşma öncesinde ve sonrasında Türklerle Ermeniler arasında tatsız olaylar yaşanmaması için gerekli önlemleri aldığı bize gelen haberler arasında…

On dokuz     : Bu duruşma, milli maçlar dışında Türklerin organize olarak yurtdışına aktıkları ilk ciddi organizasyon olma niteliğini taşıyor.

Yirmi     : Bu ruhun, Türk siyasetine yansımaması bana göre mümkün değil…

*****

Gelelim sonuca                                    :

Perinçek’in kimliğinde Türkiye’nin kaderini belirleyecek olan bu dava,
100 yıllık soykırım yalanının ipliğini pazara çıkaracak
AKP iktidarının tam 13 yıldır kaderine terk ettiği bu konuda Türkiye’yi zafere taşıyan herkese, sıradan bir Türk vatandaşı olarak teşekkürü borç bilirim.

GÜNÜN SORUSU

Sorum CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na     :

Böyle bir dönemde, Hrant Dink’in cenazesinde “Soykırım tanınmalı” pankartının arkasında yürüyen genel başkan yardımcılarınızla ve milletvekillerinizle gurur duyuyor musunuz?

SEVGİLİLER GÜNÜ’NDE HUBER’DE BULUŞUYORUZ! (85)

Önceki Cumhurbaşkanı Gül’ün, beş aydan fazla bir süredir işgal ettiği Huber Köşkü hakkındaki 100’üncü yazımı, (eğer o güne kadar Köşk boşaltılmazsa) 14 Şubat Sevgililer Günü’nde yazacağım.

14 Şubat Cumartesi günü saat 12:00’de Huber Köşkü’nün sahil kapısında olacağım ve
bu işgalin daha kaç gün süreceğini sormak için Sayın Gül’ün gelmesini bekleyeceğim.
Eğer siz de benimle birlikte beklemek isterseniz sevgilinizi, eşinizi alın gelin;
hep birlikte Boğaz keyfi yapalım!
Var mısınız?

GÜNÜN İSYANI!

İsyanım “Ermeni Soykırımı olmamıştır” diyenleri hapse atmak için yasa çıkaran ve
Ermeni goygoyculuğu yapmaktan vazgeçmeyip AİHM kararını temyiz eden
İsviçre Hükümeti’ne:

Tarih yazmak size mi kaldı a haddini bilmezler?

Rifat SERDAROĞLU : SAĞIR SAVCILAR


SAĞIR SAVCILAR

 portresi_gulen
Rifat SERDAROĞLU

 

 

Allah nazardan korusun, bizim Cumhuriyet Savcılarına bir haller oldu!
Yanlarında top patlatsalar bile duymuyorlar. Hâlbuki hepsi sağlıklı-okumuş-efendi-cesur çocuklar ama ne hikmetse bir türlü duymuyorlar, görmüyorlar.
Genelkurmay Başkanını – Komutanları – Rektörleri – Gazetecileri – Ölüm Döşeğindeki Hastaları büyük bir cesaretle, sabaha karşı zindana atan bu cesur yüreklere
ne oldu? Bilen duyan var mı?

Fakat Cumhuriyet Savcılarımızın duymama-görmeme hastalıkları bazen ortadan kalkıyor, bizim yazılarımıza “Hükümet Üyesine hakaretten” re’sen dava açıp
sonra yine sağır oluyorlar!

Savcı çocuklarımızın bu hastalıkları, halkın “Ali Dibo”, Erdoğan’ın
“Kara Sado” dediği Sadullah Ergin zamanında başladı. Ali Dibo Sado, Bakan iken harcamayıp biriktirdiği helal paralarını şimdi Hatay seçimlerini kazanmak için
har vurup harman savuruyor. Hatay’da kimin ne sıkıntısı varsa Ali Dibo Sado’ya
gitti mi, sorunu anında çözülüyor! Ali Dibo Sado’ da bitmeyen para,
dinmeyen hizmet aşkı (!) var, maşallah!

Sado’dan sonra Adalet Bakanlığına “Yaylı Bekir” namlı İmam kardeşimiz getirildi.
İlahi okur gibi, incecik sesiyle tekdüze konuşmasıyla İmam Bekir, uyguladığı yöntemlerle sevgili Savcılarımızı “Cin çarpmış” gibi ülkenin dört bir yanına dağıttı. Sado ile başlayan bu sağırlık, iyice kalıcı olmaya başladı.

*CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Türkiye Cumhuriyeti Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanı. yüz tane Kılıçdaroğlu yok ki, yalnızca bir tane var.
Savcılar O’nu da duymuyorlar!

Kılıçdaroğlu diyor ki;

“Bakın, Başbakan Erdoğan’ın oğlunun Vakıflarından birinin Vakıflar Bankasındaki hesabına (Hesap Numarasını ve tarihini vererek) 99 Milyon
990 Bin Dolar (230 Milyon TL – eski parayla 230 Trilyon lira) yatırıldı.
Bu para neyin nesidir
?”

Bilal oğlan bu parayı ne yapmıştır? Bilal oğlanın babası ne gibi bir güzellikte bulunmuştur ki elin oğlu, iki büyük boy bavula ancak sığan bu haram parayı
Bilal oğlanın hesabına kuzu – kuzu yatırmıştır?
Bundan daha açık ve net bir suç duyurusu olabilir mi?

*Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım,
kendi Bakanlığından ihale verdiği işadamlarını tek-tek arıyor ve Sabah Gazetesi ve ATV televizyonunu satın almalarını söylüyor.

İşadamları arasındaki konuşmalar polis dinlemesine takılıyor. İşadamları,
Binali tarafından açıkça tehdit edilip, kimi 100 milyon Dolar, kimi 200 milyon Dolar para vermeyi taahhüt ediyorlar? Bu işadamlarını kaçar para vergi ödüyorlar ki,
çok büyük servet demek olan bu paraları, Başbakan’ın damadının gazete ve televizyonuna verebiliyorlar? Türkçe konuşmayı dahi beceremeyen
bu yapsatçılar, her gün 1,5-2 milyon Dolar ZARAR eden bu kuruluşu hangi avanta karşılığında satın alacaklar? İnternetten yayınlanan konuşmaları dinleyenlerin,
işittikleri karşısında midelerinin bulanmaması olanaklı değil. Tam bir organize
suç ve hırsızlık şebekesi kabak gibi ortada, ama Cumhuriyet Savcıları duymuyorlar, görmüyorlar.

Burada dikkat çeken önemli bir konu var    :

Kılıçdaroğlu’nun açıklamasının üzerinden üç gün, Binali’nin bandının internette yayınlanmasının üzerinden haftalar geçti. Ne Başbakan Erdoğan’dan,
ne Bilal oğlandan, ne de Binali’den bir yalanlama geldi! Sanki böyle bir konuşma yapılmadı, sanki bantlarda işadamları konuşmuyor da Kiboş şarkı söylüyor!
İnanın bunların yanında kösele, sigara kağıdı gibi incecik kalır. Ar damarları kökten çatlamış! Adalet reformu yapmak, hakkında hırsızlık-rüşvet suçlaması bulunan ve çocukları cezaevinde olan bir partiye ve oğlunu yargıdan kaçıran bir Başbakan’a kaldıysa, o reform tadından yenmez, baştan mundardır o reform!

Cumhuriyet Savcılarımızın iyi bilmeleri gereken gerçek şudur .

Sizler Cumhuriyetin ve Türk Milletinin Savcılarısınız. Eğer sizler tayin-atama-sürgün gibi olaylardan çekinip görevlerinizi yapmazsanız, meydan ite-kopuğa,
hırsıza-rüşvetçilere kalır.

Kim yolsuzluk yapmışsa, kim bu milletin değerlerini çalmışsa yakasına yapışacaksınız. Eğer AKP Hükümeti, sizleri görev yapamaz hale getirmek için baskılarını arttırırsa, birlik olun ve beraberce gerçekleri Türk Milletine anlatın.

Yazıyı şöyle tamamlayalım;

Hadi Kılıçdaroğlu’nu duymadınız. Ülkenin Başbakanını da mı duymuyorsunuz?
Erdoğan; Çete, suikastçı, Haşhaşin, milli irade hırsızı bunlar diye bağırıp,
suç duyurusunda bulunuyor. Duyun Başbakan Erdoğan’ı ne kadar hırsız-çete- dolandırıcı-rüşvetçi-milli irade hırsızı varsa tutun enselerinden,
Yargıç karşısına çıkarın.

Yapın bunları, yoksa eşkıya dünyaya hükümran olacak. Demedi demeyin…

Sağlık ve başarı dileklerimle

31 Ocak 2014
Rifat Serdaroğlu